Aşure gibi Olmak!.

İslam alemi, Hz. Hüseyin efendimiz ve yetmiş arkadaşının şehit edilmesi ile birlikte günümüze kadar birlik, beraberlik ve barış olmamıştır!. Peki, neden?

İslam dünyası neden bir araya gelemiyor? İslam dünyası liderleri ne zaman bir araya gelecektir? İslam alemi neyi paylaşamıyor? İslam dünyası ülke liderleri, ülkelerinin bağımsızlık ve vatandaşlarının huzuru adına, ellerini taşın altına, ne zaman koyacaktır?

Allah’ın emrettiği mübarek gün ve geceler sadece anmak ve kutlamak için midir? Bugünler sadece oruç tutmak ve sadece ibadet etmek için midir? Bugün ve gecelerden ne zaman ders ve ibretler çıkaracağız? Bugünlerde meydana gelen olaylardan ne zaman dersler çıkaracağız?

İslam âlemi ne zamana kadar dağınık ve parça parça bir durumda kalacaktır? Bir olabilmek ve BİR olanın şanı hürmetine, harekete geçmenin zamanı bugün değil de ne zamandır?!

Hicret; sözlükte terk etmek, ayrılmak, ilgisini kesmek, anlamına gelir! Hicretin başladığı tarih, Muharrem Ayının ilk günüdür! Hicret; yanlış ve zulümden, iyiliğe, doğruluğa, Adalet ve hakikate göç etmek demektir!

Kavram olarak, Dini sebeplerle bir yerden diğer bir yere göç etme ve özellikle Hz. Peygamberin Mekke’den Medine’ye göç etmesi anlatılmaktadır!

Hicret, sadece peygamberimizin hayatında vuku bulan bir olay değildir! Kuran-ı Kerim, önceki peygamberlerin ve onlara inananların da, hicret etmeye zorlandıklarını bildirir!

Kuran-ı Kerimde, Hz. İbrahim; Doğrusu ben Rabbimin emrettiği yere hicret ediyorum, ifadesiyle hicret ettiği, bildirilmektedir!

Hz. Lut, Hz. Şuayb, Hz. Musa ve daha birçok peygamberin de hicret ettiği, bildirilmektedir!

Hz. Peygamber efendimiz, Risalet’ten önce ve Medine’ye hicretinden sonra bu günde bir kaç defa oruç tutmuş, Müslümanlara da tutmalarını emretmiş ve Ramazan orucunun farz kılınması ile birlikte bu orucu isteğe bırakmıştır. Muharrem ayının onuncu günü “ aşure ” olarak adlandır ve kabul edilir!

Aşure gününün hikmeti, Cenabı-ı Hak on peygamberine, on değişik ikram ve ihsanda bulunduğu için iman ehli zaviyesinden bugün çok önemlidir!

Hz. Musa’ya (a.s.) aşure gününde bir mucize ihsan etmiş denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür!

Hz. Nuh (a.s.) gemisini Cudi Dağı’nın üzerine aşure gününde demirlemiştir.

Hz. Yunus (a.s.) balığın karnından aşure günü kurtulmuştur.

Hz. Âdem’in (a.s.) tövbesi aşure günü kabul edilmiştir.

Hz. Yusuf (as) kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan aşure günü çıkarılmıştır.

Hz. İsa (as) o gün dünyaya gelmiş ve o gün Sema’ya yükseltilmiştir.

Hz. Davut (a.s) tövbesi o gün kabul edilmiştir.

Hz. İbrahim’in (a.s.) oğlu Hz. İsmail (as) doğmuştur.

Hz. Yakup (a.s.) oğlu Hz. Yusuf’un (as) hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.

Hz. Eyyüp (a.s.) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur.

Nuh Aleyhi selamın gemisi karaya çıktığı gün, gemideki uzun yolculuktan sonra geride kalan çeşitli tahılları bir araya getirip pişirdiği ve günümüzde de halen şükür manasındaki yemek veya tatlıya verilen isim aşuredir!

Aşure; bir araya gelmez ve olmaz denilen tahıllar, öyle bir karışır ve kaynaşır ki çok enfes bir tatlı oluşur! İman ettiğini iddia eden fakat ayrılık ve düşmanlık için bahaneler arayan İslam dünyası ne zaman aşure gibi olacaktır?

Bir buçuk milyar İslam âlemi, Ne zaman ve Nasıl, aşure gibi olabilecektir?

Birbirleri ile Ne zaman ve Nasıl, hem hal olacak, karışacak ve kaynaşabilecektir?

Bireysel çıkar ve egolarından, Ne zaman ve Nasıl, sıyrılabilecektir?

Irk ve mezhep ayrılıklarından, Ne zaman ve Nasıl, vazgeçebilecektir?

Mademki, hayat ve dünya, zıddı ile kaimdir! Bir şey zıddı olmadan var olamaz ve değeri de anlaşılamaz!

Gece ve gündüz gibi! İyilik ve kötülük gibi! İnsan denen varlık, hem de iman ettiğini de iddia eden bir Müslüman, kendisi gibi olmayan ve düşünmeyeni neden yok etmeye çalışır?

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah; insan ve dünya hayatı için zıtların birlikteliği ve gücünden kaynaklı bir nizam ve düzen kurmuştur!

Peki, İnsan denen aciz ve zavallı varlık, bu nizamı neden bozmaya ve ifsat etmeye çalışır?

Yeryüzünün TANRISI olmak için olabilir mi? Ya da yeni NEMRUT ve FİRAVUN olmak için olabilir mi?

Tasarruf Tedbirleri altında, Kuzuların Derisini Yüzmekteler!.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek; Geçtiğimiz günlerde, Kamu kurumlarına ‘tasarruf’ genelgesi göndermiş! Genelgede; taşıt edinimi ve kiralanması, bina yapımı, bakımı ve onarımı işleri, temsil, tören, ağırlama ve tanıtım giderleri gibi alanlarda ‘kısıtlama’ vurgusu yapmıştı!

Eskilerin ifadesi ile! Atı alan Üsküdar’ı geçmiş! Ya da Niğde’nin pazarı geçmiş, Bor’a çok yaklaşmışken! Nereden çıktı bu Tasarruf Tedbirleri de!

Bu genelge çerçevesinde, KAMU kurumlarında ki savurganlık ve keyfi harcamalara matuf; ” TASARRUF TEDBİRLERİ ” başlıklı köşe yazısı kaleme almıştım!

Yazımıza istinaden özelden mail atan ve yorum gönderen dostlarımızı, değerlendirme – yaşanmışlıklar çerçevesinde ki bilgileri ve serzenişlerini kaleme almak ve takdirlerinize sunmak isterim!

  • Türkiye’nin her tarafına yayılmış ve her sektörde faaliyet gösteren ve özellikle de Kamu ihaleleri alan devasa şirketler, acaba devlete ne kadar vergi ödüyor, hiç merak ettiniz mi?
  • Peki, “ Vergide Bağış Sistemi ” adı altında vergiden muaf olmak diye bire şey duydunuz mu?! Detayları hakkında, bir fikrimiz var mıdır?!
  • Duymadık da! Peki, neden acaba? Hem bu topraklar da akla ziyan paralar kazanacaksın ve hem de vergi vermeyeceksin, öyle mi?! Ne ala memleket?!
  • Ya da üç kuruş vatandaşın borcu için icra işlemi başlatan hükümet, siyasilere yakın iş adamlarının milyon milyon veya milyar milyar vergi borçları neden silinmektedir?!
  • Sonra da bu kazandıklarınız ile son model lüks araçlarda gezecek – hava ve caka satacak, lüks konutlarda bir eli yağda bir eli balda yaşayacak ve hem de HAYIR yapmak suretiyle de SEVAP kazandığınızı zan edeceksiniz, öyle mi?!

Yok öyle yağma hasan böreği?! Bu nasıl bir anlayışıdır ki, hem devleti hem de milleti dolandırmak suretiyle, bolca sevaplar kazanıldığı?!

02.01.2004 tarihinde, Vergi Usul kanununda 40/10 maddeye göre, Gelir ve Kurumlar vergisi mükellefleri, vergilerini isterlerse, devlete ödemez, bünyesinde “ Gıda Bankacılığı ” bulunan dernek ve vakıflara verebilirmiş!

Ülkemizde, “ Gıda Bankacılığı ” yapmasına müsaade edilen, 22 adet, Dernek ve Vakıf bulunmaktadır!

  • Mezkur Dernek ve Vakıflar; 100 milyar vergi borcu olan bir şirkete diyor ki; Arkadaş bizim derneğe 50 milyar liralık bağış yap, bizde sana 100 milyar liralık kömür, erzak, giyim ve temizlik malzemesi gibi fatura verelim.
  • Bu faturayı götür Maliyeye ver ve Vergi borcunu kapatmış olursun. Yanına kalan 50 milyar senin kârın olacak. Bizim derneğe verdiğin 50 milyar lira ile de malzeme alıp valiliğe, kaymakamlığa vereceğiz. Onlar da ihtiyaç sahibi fakir fukaraya verecekler! Bu da senin zekatın olacak! Böylece bu devlete vergi vermeyeceksin, diyormuş!

Bir vergi mükellefi örneğin Okul ya da hastane yaptırsa ya da Mehmetçik Vakfına, Çocuk Esirgeme Kurumuna; Kızılay’a yaptığı yardımın sadece 5 milyon lirasını vergiden düşebiliyor!

Anlayan varsa beri gelsin! Yasalara göre kurulacaksın fakat yasaları koyan devlete bir kuruş vergi verilmesine aracılık etmeyeceksin! Hatta engel olmak için her yolu deneyeceksin, öyle mi?!

Böyle bir uygulamaya aracılık etmektense, tüm vergiler, Devletin hazinesinde toplansa ve devlet, vatandaşlarına yapacağı tüm hizmetleri, sosyal devlet olmanın gereği olarak, kendisi yapsa daha ADİL olmaz mı?

Peki, bu devlet nasıl okul yapacak? Nasıl hastane yapacak? Nasıl yol yapacak? Nasıl ekonomisini düzeltecek? Memur ve emeklisine, adil ve hakça bir maaşı nasıl ödeyebilecektir?!

Sonra da üç beş kuruş için elin oğlunun kapısında devleti yönetenler el pençe divan duracak, öyle mi? Türk Devleti ve devleti yönetenleri, bir başka devletin kapısında ya da karşısında, böyle bir muameleye vesile olanlar, aldıkları vebali bir düşünsünler, derim!

Var mı buna bir hakkınız?! Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Devleti temsil eden makamları, ederi beş para etmez ülkelerin karşısında, eğilip bükülmesine sebep olacaksınız, öyle mi?!

Her saniye her dakika her saat her gün her hafta her ay her yıl ve ömrünüz boyunca alnınızı secdeden kaldırmasanız, her gün Umre ve Hac yapsanız, böyle bir vebalin altından kalkamaz ve asil millet ile helalleşemezsiniz!

Utanmadan sıkılmadan sonra da, devletin tüm imkan ve nimetlerinden faydalanmak için her yolu deneyeceksiniz, öyle mi?!

Peki, böyle bir işlem sonucunda, yatağa aç giren, okula gidemeyen, açlıktan ölen ve yokluktan kaynaklı namusunu satan insanlar ile nasıl helalleşebileceksiniz?!

  • Sonra da, Vatan Millet Sakarya türküleri söylemeye devam edeceksiniz, öyle mi?!
  • Sonra da, Camiler de, hutbelerde ve her yerde, doğruluktan, dürüstlükten, vatana ihanet edilmemesi gerektiği, kul hakkı ve iyi insan olmaktan dem vuracaksınız, öyle mi?!

Haram kaynaklardan beslenmek ve tüyü bitmemiş yetim haklarını yemek suretiyle; Allah, Kitap ve Cennetten parsel pazarlamaya devam edeceksiniz, öyle mi?!

  • Sonra da, bu gençlik nereye gidiyor diyeceksiniz, öyle mi?! Var mı buna bir hakkınız?
  • Sonra da, özellikle, Muhafazakar camia çocuklarında, DEİZM ve ATEİZM artıyor diye serzenişlerde bulunacaksınız, öyle mi?! Bunu demeye de hakkınız yok!

Neymiş Efendim! Birileri; Kuzuların derisini yüzmekteler fakat Koçları kırkmak akıllarından bile geçmiyor! Neden acaba?!

Beyler! Koçları görmezden gelirken ya da Kamu kaynaklarından beslenmesi ve semirtilmesine izin verilirken, Kuzular; diri diri ve can çeke çeke ölmesine ya da öldürülmesine sebep olmaktasınız! Bizden hatırlatması!

Yazar Alev Alatlı bir konuşmasında; Her yasal HAK helal değildir ve olamaz! İflas eden kardeşinizin haraç mezat satışa çıkartılan evini almanız, yasal olarak uygundur fakat helal değildir! İmar ruhsatı olan bir müteahhit şehrin ırzına tecavüz ederken yasal olarak suçsuzdur fakat yaptığı iş helal değildir! Keza raf ömrünü uzatmak için ekmeğin içine kanserojen madde koyan fırıncının yaptığı ambalajın üzerine koyduğu sürece yasal dolayısıyla suçsuzdur fakat helal değildir! 21. yüzyılın en yaman projesi helal olanı yasal olanla örtüştürmek olsa gerektir, diyor!

Kuzey Kıbrıs Barış ve Özgürlük Bayramı!

Türk Silahlı Kuvvetlerinin ( TSK ) 20 Temmuz 1974 tarihinde, Rumların, Kıbrıslı Türklere karşı uyguladıkları baskı ve zulme son vermek, Ada’ya barış getirmek amacıyla düzenlediği Kıbrıs Barış Harekatı’nın üzerinden 49 yıl geçmiştir!

20 Temmuz, Kıbrıs Türkleri için var oluş mücadelesinin önemli günlerinden biridir!

1974 harekâtına giden sürecin ilk adımları 1950’li yıllarda atılmıştır! Rumlar, Yunanistan’a katılmak için faaliyetlere girişmiş! Türkiye, Ada’da iki toplumlu Kıbrıs Devleti’nin kurulması için harekete geçmiş!

Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin yürüttüğü görüşmeler sonucunda, 1959 yılında, Türk ve Rum halklarının ortak yönetecekleri bir Kıbrıs Devleti’nin kurulması kabul edilmiştir!

Varılan mutabakata göre Türkiye, Yunanistan ve İngiltere garantör ülke olacaktır! Kıbrıs’ta anayasal düzeni bozmaya yönelik herhangi bir girişimde, söz konusu üç devlete müdahale yetkisi verilmiştir!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, harekâtın Zürih ve Londra Antlaşması’nın 4. maddesine istinaden gerçekleştirdiğini savunmaktadır! Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi, bu harekâtı işgal olarak değerlendirmektedir!

20 Temmuz 1974 tarihinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 353 sayılı kararında, Uluslararası güvenlik ve barış için ciddi tehlikeye yol açan ve bölge üzerinde olağanüstü infiale müsait bir ortam oluştuğundan Birleşmiş Milletler ciddi bir endişe duymaktaymış! Yabancı askeri müdahaleye derhal son verilmeli, diyerek harekâta karşı olduğunu belirtmiş ve ateşkese çağırmıştır!

Kıbrıs’ın coğrafi, stratejik, enerji kaynakları, enerji nakil hatları ve 65 ülkenin birlikte kalkınma hamlesi olan ‘Bir Yol ve Kuşak projesi’ zaviyesinden konumunu kabaca incelemeye çalışalım!

Doğu Akdeniz’in en büyük, Akdeniz’in ise üçüncü büyük adası Kıbrıs; Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır, Yunanistan ve Libya’nın ortasındadır. Kıbrıs, Avrupa haritasında gösterilmesine rağmen coğrafi olarak Orta Doğu’da kabul edilmektedir.

Asya, Afrika ve Avrupa’nın merkezi bir konumundadır! Kıbrıs adasının konumu Anadolu ve Ortadoğu arasında bir durak noktası gibidir. Osmanlı Devleti’nin de adayı fetih nedeni bu gerekçeler olmuş, geçen gemilere korsanların verdiği zararlar üzerine Kıbrıs II. Selim döneminde 1571 tarihinde fethedilmiştir.

Adanın merkezi konumundan ötürü İngiltere başta sömürge yollarının güvenliğini sağlamak amacıyla Kırım Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu ile yaptığı bir antlaşma ile 1878’den itibaren geçici olarak Kıbrıs’ın yönetimini devir almıştır. İngiltere bugün, Güney Kıbrıs Rum kesimi bölgesini adeta bir askeri uçak gemisi ve askeri üs olarak görmekte ve kullanmaktadır!

Kıbrıs, tarih boyunca Orta Doğuya açılmak isteyen küresel güçler ve emperyalist devletler için, vazgeçilmez stratejik, askeri ve ticari bir üs olarak görülmüştür. Kıbrıs, etrafını saran bölgelere “bölgesel ve stratejik güç” olma yolunda bir açılım sağlamaktadır!

Kıbrıs; Coğrafi konumu göz önüne alınarak, İskenderun Körfezi’ne doğru uzanan ‘bir uçak gemisine’ benzetilen, her dönemde stratejik önem ve özelliğini korumaktadır.

Adayı elinde bulunduran bir güç, her zaman Türkiye’den Mısır’a, Lübnan’dan, İran’a kadar olan tüm bölgeyi kontrol etmektedir! Bugün için Kıbrıs adeta dünya hegemonya güç savaşı ve bilek güreşine sahne olmaktadır, diyebiliriz! Hatta Kıbrıs, dünya hegomanya güçleri için bir Varlık ve Yokluk meselesi, konumuna gelmiştir!

Türkiye; Lozan antlaşması ile Kıbrıs’ta İngiliz yönetimini kabul ettikten sonra Kıbrıs ile ilgili herhangi bir politika üretememiştir. Bu dönemde Kıbrıs’ı adeta yok saymış, siyasiler, Türk Devletinin Kıbrıs sorunu diye bir sorunumuzun olmadığını söyleyerek, “Kıbrıs meselesi diye bir mesele yoktur” demiştir.

Büyük önder Atatürk; Kıbrıs, stratejik olarak ve Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından çok büyük bir önem taşımaktadır. Adadaki Türk varlığının korunması, Türkiye açısından hayati öneme sahiptir; Kıbrıs kaybedilirse, Türkiye nefes alamaz hale gelecektir, şeklinde konuya yaklaşmıştır!

Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet gelenek, kültür ve hafızası canlı bir şekilde, Türk Devleti ebed müddet devam ülkü ve vizyonu çerçevesinde, varlık ve birliğine yönelik, içeride ve sınırlardaki tüm tehdit ve sorunlara karşı Beka zaviyesinden çok daha dikkatli ve teyakkuz halinde olmaya devam edecektir!

Kamu Kurumlarında; TASARRUF TEDBİRLERİ!

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek; Geçtiğimiz günlerde, Kamu kurumlarına ‘tasarruf’ genelgesi göndermiş! Genelgede; taşıt edinimi ve kiralanması, bina yapımı, bakımı ve onarımı işleri, temsil, tören, ağırlama ve tanıtım giderleri gibi alanlarda ‘kısıtlama’ vurgusu yapılmış!

Eskilerin ifadesi ile! Atı alan Üsküdar’ı geçmiş! Ya da Bor’un pazarı geçmiş..! Fakat yine de GEÇ de olsa iyi bir gelişme olduğunu not edelim!

Mezkur çerçevede, bir gazeteci olarak, KAMU ve KAMUOYU adına, bir kaç sorumuz olacak!
Kamu Kurumlarında, TASAARUF Tedbirleri ya da HARCAMA Kısıtlaması çerçevesinde; Kamu kurumlarında, hiçbir iş yapmayan, işe dahi gelmeyen, bankamatik memurlarını İLAN ya da İFŞA etsek ve MAAŞ ödemesini durdursak, ya da İŞTEN ÇIKARSAK, nasıl olur?!

Özellikle Belediyelerde ki YEDEK personel durumuna neler demeli?! Norm kadro bir belediyede BİN personel ise BİN personel de YEDEK alındığı!

Tasarruf Tedbirleri ve Harcama Kısıtlaması kapsamında; DEVLET Üniversitelerinde, gençler, ülkesi için yetişsin faydalı olsun derken, DERSE dahi girmeyen ya da okula – fakülteye dahi gelmeyen ve ARKASI KALIN Torpil ile üniversitede öğretim görevlisi veya öğretim üyesi DOÇ. ya da PROF. olmuş, tüm AKADEMİSYENLERE MAAŞ ödemesini, durdurabilir miyiz?!

Devlet Üniversitelerinde, Doç. ve Prof. düzeyinde; Bölüm Başkanı ve Fakülte Yönetimine, derslere girmesek ve odamızda otursak, şeklinde teklifte bulunan AKADEMİSYENLER olduğunu da, hatırlatmak isterim!

Peki, Fakülte – Üniversite ve YÖK yönetimi, mezkur akademisyenlere; Neden, UYARI dahi vermez veya SORUŞTURMA açmaz ya da görevden alamaz!

YÖK verilerine göre; 2022 – 2023 eğitim – öğretim döneminde, 184 bin 566 AKADEMİSYEN olduğu ifade edilmektedir!

Tasarruf Tedbirleri mi demiştiniz?! Mart Ayı rakamlarına göre; Türkiye’de 115 bin kamu aracı ( MAKAM ARACI ) bulunmaktadır! Bunların Makam şoförü, yakıt, bakımı vs. masraflarını da, bir kenara not edelim!

Bu rakam yani Makam Aracı sayısı; Fransa’da 65 bin ve İtalya’da ise 29 bin, civarındadır!
Bu ülkenin en büyük sorunu, Fildişi kulede oturan ve vatandaşın vergileriyle de Ballı maaş alan fakat vatandaşın ne yiyip ve ne içtiğinden bihaber bir GÜRÜH’UN bulunmasıdır!

Peki, halen Kullanılmakta olan Tarihi KAMU Binalarını KEYFİ olarak TADİLAT yapmak – son model LÜKS İTHAL MAKAM ARAÇLARINI almak ve diğer Keyfi HARCAMALAR için BÜTÇE DENGESİ ve YETKİSİ var mıdır!

Ne hikmetse, Bütçe DENGESİ ve ETKİSİ, sadece Vatandaş olunca birilerinin AKLINA geliyor! NEDEN Acaba?!

Kamu Kurumlarında ki; AMİR – MÜDÜR – BÖLGE MÜDÜRÜ – GENEL MÜDÜR ve özellikle de Üniversite Rektörlerinde ki; KEYFİ HARCAMA Yetkisini bir kaç yıllığına iptal edilsin!

Vatandaş KEMER sıka sıka ne KEMERİ ve ne de hali – mecali kalmıştır!

Mademki; BÜTÇE Yetkisi ve DENGESİNDEN Dem vuruyoruz, sadece Vatandaş değil herkes ELİNİ TAŞIN altına koymalı ve birlikte bu KEMER sıkılmalıdır!

Neymiş Efendim! Vatandaşa gelince, HARCA HARCA bitmez!

Ey Türk Genci! 15 Temmuz HAİN Geceyi Asla Unutma!

Bu Aziz Vatan; 15 Temmuz ihanet kalkışmasının olduğu gece, daha önce yaşanmış, darbe ve muhtıralardan farklı olarak, küresel ve emperyalist güçlere, içimizdeki işbirlikçiler mahareti ile tamamen teslim edilmek istenmiştir! Bir nevi İŞGAL!

15 Temmuz ihanet kalkışmasının olduğu gece; küresel güçler ve işbirlikçilerin hesap edemedikleri, Türk Devleti ebed müddet devam ülküsü çerçevesinde, Türk Devletinin bekası ve Türk Milletinin birliği adına, Tük Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet kodlarının neşv-ü nema bulmasıdır!

Aksi halde Türk Milleti için süreç bölgemizde parça parça olan ülkelerden hiçbir farkı olmayacaktı!

Türk Devleti, 15 Temmuz ihanet kalkışmasından sonraki süreçte, Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet yönetim kodlarının gereği, Devletin en kılcal yerlerine kadar sızmış, tipi bizden fakat çipleri de küresel güçlerin elinde olanları, bir bir temizlemiştir!

Bu süreçte ve halen, bazı ülkelerden gelen ‘Endişeliyiz’ açıklamalarını da bir kenara not etmek ve unutmamak gerektiğini düşünüyorum!

Türk Devlet tarihi; mezkur ihanet geceleri ve kahramanlık dönemleri ile doludur! Peki neden? Bu ihanetleri yapanlar kimdir? Soyu, nesebi ve cibilliyetleri nedir? Bu kişiler nereden ve nasıl gelmiştir? İçimize ve özellikle devlet yönetimine nasıl ve ne şekilde yerleştirilmiştir?

Türk Devleti ebet – müddet hedefi ve ideali olan asil Türk milletini, boş bırakmayacaklar! Türkler, kendi haline bırakılamayacak, bir millettir! Neden acaba?

Tarih, hain – hainler ve ihaneti, asla unutmaz! Tarih; hain – hainler ve ihanet edenleri lanetle anacaktır! Kahramanlarını da; şahadet, takdir, övgü, rahmet ve minnetle hatırlayacaktır!

Tarih; her bireyi layık olduğu şekilde anacaktır! Allah, bu aziz millete ihanet konumunda bulundurmasın! Allah, bu asil milletin övgüsüne layık olabilenlerden eylemesini dilerim!

Bugün 15 Temmuz! Tüm Türkiye’de, yurt dışındaki elçilik ve konsolosluklarda, 15 Temmuz 2016 tarihindeki; hain ve karanlık gecede, yaşadıklarımız ve kahramanlıklarını yad etiğimiz; ‘Demokrasi ve Milli Birlik Buluşma Günü’ olarak idrak edilmektedir!

Allah; bu topraklar için Şahadet şerbeti içen tüm Şehitlerimize rahmet, Gazilerimize şifalar, Yakınlarına da sabrı cemil ihsan eylesin!

Milli şairimizin, Allah bu asil millete bir daha İstiklal marşı yazdırmasın ifadelerinde müşahhas olduğu gibi Allah bu millete bir daha böyle ihanet dolu karanlık gün ve geceleri yaşatmasın!

Tüm Dünya ve özellikle de Türk milleti üzerinde hesabı olan küresel güçler ve taşeron işbirlikçiler, idrak etmelidir ki; Türk milletine boyunduruk vurulamaz! Türk milletine gem vurulamaz! Türk milleti, istiklal ve istikbaline âşıktır!

Her Türk Genci; Dünya’da yeni bir düzen kurulurken, bölgemizde dizayn süreci devam ederken, sınırlarımız boyunca kukla devletçikler için terör örgütlerine verilen destek ve yüz yıl sonra yeniden bir paylaşım noktasında bulunurken; 15 Temmuz ihanet kalkışmasını; daha dikkatli bir şekilde tefekkür ve tezekkür etmesi gerektiğini düşünüyorum!

İLETİŞİM Kurmak; bir gün herkese ve her KURUMA lazım olacak!

Toplum içinde veya ailede, bir kişi ben iletişim kurmuyorum diyemez! Kişi, İletişim kurmuyorum dediğinde, beden dili ile farkında olmadan iletişim kurmaktadır!

İnsan ve Kurumlar; çevresi ve paydaşları ile iletişim kurmadan varlığını devam ettiremez! Bir yerde Kurumsal bir durumdan söz ediyorsak, paydaşlar ve bağlıları olan insan toplulukları olacaktır.

İnsanın olduğu her yerde İletişim mutlaka olacaktır! İletişimi, bizim medeniyetimiz ve kültürümüz, insan insanın zehrini alır, şeklinde ifade etmektedir!

Bireyin iç huzura ermesi, mutlu ve huzurlu bir topluma erişebilmek için bireyin yakın çevresi ile kurmuş olduğu sağlıklı iletişim çok önemlidir.

Aksi halde, Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, insanlığı toplum halinde değil, yalnız başına dağlarda yaşamasını murat ederdi.

Hz. Allah; İnsanlığı, tanışıp bilişsinler diye farklı kavimler halinde yarattık buyuruyor! Tanışıp ve bilişmek, iletişim değil midir? Modern dünyada insanlar, tanışıp bilişmekten kaçmaktadır! Neden acaba?

Kurumlar, üyeleri ve paydaşlarına yönelik olarak kurumdaki gelişmeler, başarı ve başarısızlıklar hakkında iletişim kurmadan haberdar olunamaz! Hem de iletişim kanallarının her gün arttığı günümüzde!

Kurumsal aidiyet kültürünün oluşması ve gelişmesi, sağlıklı iletişim ile ancak sağlanabilir. Kurumsal kültür ve kurumsal felsefe, kurumsal aidiyetin oluşması, gelişmesi ve olgunlaşması, iletişim ile varılabilecek hedeflerdir!

Bir kurum paydaşları ile sağlıklı bir iletişimi yok saydığı veya hafife aldığı durumlarda, dedikodu ortalığı kaplayacaktır. Bir kere zuhur eden dedikodunun önü alınamaz!

Doğa boşluğu da kabul etmeyeceğine göre! Dedikoduyu yönetemediğiniz durumlarda ise sonuçlar daha da kötü olacaktır! Kriz yönetilemez hale gelir ve kurumsal yapıya zarar verebilir!

İletişim kurmuyorum diyen bir kurumsal yapı, dedikodudan başını kaldıramaz! Doğa boşluğu kabul etmeyeceğine göre! Şuyu Vukuundan beter işler işe uğraşmak zorunda kalır! Kurumsal yapı kendi asıl işlerine vakit bulamaz!

İletişim kurmuyorum demek, arabaya binmiyorum ve trafiğe çıkmıyorum, demekten bir farkı var mıdır?! Trafiğe çıkarsınız ve kaza da olabilir! İletişimde kuracaksınız ve iletişim krizleri de olacaktır! Hayat böyle bir şey! Mesele ÇÖZÜM için göstermiş olduğunuz çaba – gayret ve niyetinizdir!

Trafik kazası olduğunda ve yaralılar ve ölenler olduğunda yok mu sayıyorsunuz?! İletişim krizleri de olacak ve çıkıp, açık – şeffaf bir şekilde konuşacaksınız! Bu kadar basit!

Her kurumun dostları ve sevenleri olduğu gibi rakipleri ve düşmanları olacaktır. Doğanın kuralı böyle değil midir? Kurumsal yapılar için farklı kesimlerden kara propaganda ve algı yönetimleri olacaktır!

Rekabet olmadan, gerçek doğruya erişmek nasıl olacaktır? Böyle zamanlarda, kurumsal yönetimin, duruşu ve sağlıklı iletişim kanallarından gelen bilgiler doğruyu görmesini kolaylaştıracaktır!

Hiçbir şey tek olarak yaratılmamıştır. Zıddı olmayan hiçbir şey var ve kaim olamayacağına göre! Her şey zıddı ile ancak görünür ve bilinebilir!

Kurumsal yapı, kurum kültürü doğrultusunda iletişimi kendisi veya doğrudan kurum tarafından atanmış bir sözcüsü yapmadığı takdirde, kurumsal sözcü olduğunu ve olabileceğini vehmeden ve sorunlu tipler, doğrudan kendilerini sözcü olarak atayabilir! Böyle bir durumda Kurum zarar görmeye devam edecektir!

Kalabalık paydaşı olan bir Kurumsal yapı, konuşmuyorum, paydaş ve rakiplerim ile iletişim kurmuyorum demek gibi bir lüksü kesinlikle olamaz! Çıkıp konuşmalı, açık ve şeffaf bir şekilde iletişim kurmalıdır!

Binlerle ifade edeceğimiz çalışanı ve paydaşı olan bir kurumsal yapıdaki iletişim biriminin yöneticiliğine alanında eğitimi ve uzmanlığı olmayan kişileri getirirseniz öncelikle bilime ve kurumsal yapıya, saygısızlık etmiş olursunuz!

Bilime ve özellikle de araştırma ve geliştirmeye önem vermesi gereken eğitim kurumları, bilim ve uzmanlığa saygı duymadığı takdirde, toplumun diğer kesimleri neden ve nasıl saygı duyacaktır?

On bin saat kuramı gereğince, on bin defa videodan kalp veya beyin ameliyatı izlediğini söyleyen bir kişi, artık uzman oldum ve mezkur ameliyatları yapabilirim, derse ne yapacaksınız?!

Nasıl ki ayağınız kırıldığı veya çıktığında, mahallenizdeki kırık veya çıkık işlerinden anlayan bir amcaya gitmiyorsak! İletişim de eğitim ve uzmanlık isteyen bir meslek dalıdır!

Bilime ve uzmanlığa, bilim merkezi olan kurumsal yapılar, saygı göstermez ve toplumu inandıramaz olursa, toplum ve başkaları neden saygı göstersin ki?!

Kurumsal İTİBARI Yönetmekten Başka!

Kurum ve Markalar için Kurumsal Yönetim ve Kurumsal İletişim departmanı yöneticilerinin, Marka Yönetimi ve Marka İtibarını korumak ve yönetmekten başkaca, önemli bir işleri olamaz! Nasıl yani dediğini duyar gibiyim!

İletişim, diğer meslek dalları gibi eğitim sistematiği ve uzmanlık isteyen bir meslek ve bilim dalıdır. Dünyada; Bilim ve meslek olarak tanımlandığı için Lisans eğitim kurumları açılmıştır. Lisans eğitimleri akabinde, bu alanda uzmanlaşmak ve derinleşmek için yüksek lisans ve doktora yapar.

Her mesleğin kendine göre incelikleri olduğu gibi İletişim mesleğinin de, incelikleri ve uzmanlık alanları, vardır.

Herkes her işi yapamaz; her işi yaparım – ne iş olsa yaparım, abi formatındaki kişilerin olduğu gibi!

Herkes her işi yapamaz; Hele bir de uzmanlık isteyen iletişim gibi bir alanı yapmamalıdır! Meslek ve bilim onuru, saygınlığı adına!

Kişiler, Sağlıkla ilgili bir sorunu veya sıkıntısı olduğunda, nasıl işin uzmanı arıyor ve gidiyorsa! Kalp ile ilgili bir sıkıntıda, fizik tedavi doktoru aramadığı gibi!

Kurumlar, İletişim sorunları ve iletişim krizlerinde uzmana gitmediği ve uzmanı ile çalışmadığı takdirde, sonuçlarına katlanmak zorundadır! Hayatın her anında krizler vardır.

Krizleri yok sayamayız! İletişim krizlerini de, görmezden gelinemez ve yok sayılamaz! Trafikte bir kaza olduğunda nasıl çözüm aranıyorsa, iletişim kazaları ve krizlerinde de çareler aramak gerekir!

Aksi halde kurumsal algı, kurumsal itibar, kurumsal marka ve kurumsal makam zarar görebilir. Kurumsal yapılar için kurumsal itibarı yönetmek çok önemlidir.

Kurumsal yönetim ve yöneticilerin, Kurumsal itibarı yönetmekten başka ne gibi mühim işleri olabilir ki?! Binalar satın alınabilir ve İnşa edilebilir! Fakat yerle yeksan olan Kurumsal ve Marka İtibarını, yeniden satın alamaz ve inşa edemezsiniz!

Kurumsal ve Marka itibarı, kurumlar için vazgeçilemez bir fonksiyondur!

İletişim; Ortak simgeler yoluyla sosyal paydaşlar asarında bir anlam yayma ve oluşturma etkinliğidir. Her şey iletişim halindedir.

Birileri iletişimi, sadece, EMİR ve TALİMAT VERMEK – SORGULAMAK olarak algılamaya devam etse de! Böyle bir iletişim ortamında, doğal olarak İLETİŞİM KRİZLERİ zuhur edecektir! Kaza geliyorum demez! İletişim krizleri hiç demez!

Kurumsal İletişim; Kurumların stratejik iş hedefleri doğrultusunda tüm iletişim süreçlerinin bütünleşik bir şekilde yönetilmesidir!

Küreselleşme ile birlikte artan rekabet, pazarlama iletişimi, itibar yönetimi, algı yönetimi, kriz iletişimi, halkla ilişkiler ve iç iletişim gibi iletişimin çeşitli alanları arasındaki sınırların kaybolması sebebiyet vermektedir!

Kurumsal iletişim, bir yönetim destek fonksiyonu olmaktan çıkarak, iş stratejilerinin oluşturulmasında etkin rol oynayan stratejik bir kurumsal fonksiyon haline dönüşmektedir.

Kurumsal İletişim başlığı altında görülebilen diğer İletişim fonksiyonları; Kurumsal İtibar Yönetimi, Lider / CEO İletişimi, Kriz yönetimi, Gündem Yönetimi, İç İletişim, Kurumsal Sponsorluklar, Etkinlik Yönetimi, Medya İlişkileri, KSS (Kurumsal Sosyal Sorumluluk), Kurumsal Algı Yönetimi, Kurumsal Kimlik, Pazarlama İletişimi, Spor-Sanat Faaliyetleri Yönetimi vb.

Kurumsal itibar; Bir kurumun görünen yüzü ile ilgili tüm materyallerin, sosyal paydaşlar üzerinde bıraktığı izlenimlerin toplamıdır!

Kurumsal itibar; bir kurumun muhatap olduğu kişi ve kurumlar tarafından gördüğü ve sahip olduğu değerdir. Diğer bir ifade ile sosyal paydaşlar arasındaki güvendir.

Kurumsal itibar; bir kurumun hissedarları, müşterileri, çalışanları, sosyal kurumlar ve kamuoyunda oluşan algılar ve güvenin toplamıdır.

Bina veya diğer maddi varlık ve imkanlarınız kadar değil, İTİBARINIZ kadar var olabilirsiniz!

Kurumsal itibar; bir kurumun en önemli ve değerli varlığıdır! İyi bir kurumsal itibarın faydaları; 1-) Müşterilerini daha kolay etkiler. 2 -) Marka sadakatini artırır. 3 -) Kolay ve ucuz kredi bulur. 4 -) Rekabet avantajları sağlar. 5 -) Tedarikçiler daha kolay elde tutulur. 6 -) Kurumsal yapı daha etkin hale gelir. 7 -) Eğitim kurumları için daha fazla ve kolay bir şekilde tercih edilmesini sağlar. 8 -) Kaliteli eleman bulması kolaylaşır. 9 -) Sosyal paydaşlar üzerinde tam bir GÜVEN tesis eder!

Tez – AntiTez ve Sentez!

Hegel felsefesi veya diyalektiğine göre her şey üç aşamalı bir gelişme sonucu gerçekleşir; ‘ Tez – Antitez ve Sentez ’ sürecidir!

Varlık kavramı üzerinden düşünürsek, Varlık (tez), karşıtı Yokluk (antitez) buradaki çatışma uzlaştırıcı bir kavrama götürür, Oluş (sentez) sonucuna ulaşırız.

Çiçek; tez, çiçeğin yok olması; antitez ve meyve; sentez! Çiçek, meyvenin ortaya çıkmasına yol açar, ama meyvenin ortaya çıkması için çiçeğin yok olması gerekmektedir.

İnsanın yaratılışı ve yaratılışın gayesi de İyi İnsan olmak, Rızayı ilahi, Kamil insan olmak ve Cennete erişmektir! İnsanın bu hedeflere erişmesine engel olmak için de Şeytanı yaratmıştır; Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah! Şeytan; İnsanın Sıratı müstakimi üzerine oturmuştur, Allah’ın izniyle!

Dünya ve insanlık, zıtlar olmadan yaşanamaz bir durum arz eder. Hayat, zıtlar olmadan yaşanmaya kalksa, sadece yeknesak ve sıradan bir durumda olur! İnsanoğlu da bu durumdan çok sıkılır ve çekilmez bir durumda bulunur.

İnsanın yaratılması akabinde sıratı müstakim üzerine şeytanın oturması zıtlığı ifade etmektedir. Şeytan; tam da müminin doğru yolu üzerinde durmaktadır! Doğru yoldan çıkarmak ve saptırmak için!

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah; Sadece ihlâslı ve samimi kullarımı bu yoldan ayıramayacak ve koparamayacaksın, emrinde müşahhas olduğuna göre!

Zıtlar, tezat veya öteki ne demektir? Zıtlar neyi ifade etmektedir? Zıtlar olmadan hayatı, nasıl sıradan olabilir? Nitelik ve durum itibariyle birbirine aykırı ve birbirlerinin karşısındaki kavram ve olguları ifade eder. Kâinat ve yaşam döngüsü zıtların birlikteliği üzerine kuruludur!

Dünya ve insanlığın tüm kurgusu zıtlıklar üzerinedir! Zıtlıkların yanı sıra, zıt olan unsurlar, bir birlerini tamamlamaktadır. Bir erkek ve bir kadın olmak üzere dünyaya gönderilen, Hz. Âdem ve Havva en başta birbirlerini tamamlayan iki insandır. Sonrasında, Habil ve Kabil, iyilik ve kötülüğü sembolize etmektedir!

Karanlık ve aydınlık, gündüz ve gece, ak ve kara gibi pek çok zıt kavramlar, kendi aralarında zıt ve bir birlerini tamamlar!

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah; Kur’an-ı Kerimde, “Biz her şeyi çift yarattık” ayeti ve “Her şey zıddıyla bilinir ve kaimdir” gerçeğini, ifade etmektedir.

Zıtlar ve zıtlıklar olmasaydı, yeknesak ve sıradan bir hayat olur. Hayat, insanoğlu için bazen iyi, bazen kötü, bazen hasta, bazen sağlıklı, bazen mutlu, bazen mutsuz, bazen hüzünlü, bazen sevinçli olduğu durumların toplamı veya kümülâtifi diye tanımlanabilir!

Güzelliğin kıymetini ancak çirkinlikle anlayabiliriz. Sağlığın kıymeti de hastalık, yaşamanın değerini de ancak ölüm ile anlaşılabilir. Bu öylesine vazgeçilmez duruma gelmiştir; İnsanların sürekli barış halinde yaşayamayacağı gerçeğiyle toplumlar kendilerine suni düşmanlar icat etmişler.

Her şeyin zıddıyla kaim olması, her şeyin zıddıyla bilinmesi, varlıkların da zıddıyla bilinmesini anlamak mümkün görünmektedir.

Karşıt olan şeyler bir araya gelir ve uzlaşmaz olanlardan daha güzel bir uyum doğar! Her şey ve özellikle de her düzen bir çatışma sonucunda meydana gelmektedir!

Zıtlar ve tezat dediğimiz kavramlar, sosyal olaylar, siyasi düşünce ve ideolojilere, ülkemizde kabaca bir baktığımızda karşımıza neler çıkmaktadır? Bizim gibi ülkelerde siyasi düşünce ve ideolojiler yıllardan beridir, neden kavga ettirilmektedir?

Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ve özellikle de çok partili hayata geçilmesi akabinde, bu ülkedeki siyasi düşünceler, ideolojiler ve bunların taraftarları sürekli olarak kavga halinde olmaktadır! Neden?

Bu ülkede; Devlet, Millet, Ana muhalefet ve Muhalefet; Devletin bekası ve Milletin birliği adına, bir ve beraber mi, hareket etmektedir? Neden olmasın?!

Siyasi partiler, ideolojiler, liderler ve bunların müntesipleri kalabalıklar, bu ülkede sadece ve sadece kavga etmeleri üzerine formatlanmıştır! Kavga ve Kaastan birilerinin beslenmesi için gerek ve yeter şarttır!

Yoksa Zıtlar ve kavga mı bekliyorduk? Yoksa Zıtlar ve tezatların birlikteliğinden, birlikte hareket etmesinden kaynaklı, büyük idealler çerçevesinde, mükemmel bir DENGE ve DÜZENİ mi?

Yaşamakta olduğumuz, siyaset dünyasındaki zıtlar ve tezatların birlikte hareket etmelerinden kaynaklı, bir düzen ve bir sükun mevsimidir!

Bu gelişmeleri, Anlamayı ve anlamlandırmayı, idrak edebilmeyi ve yorumlayabilmeyi, partizan bir bakış açısından kurtulabilmeyi ve destekçisi olabilmeyi, dilerim!

Kurban ve Kurbiyet!

Bugün ”Arife” ve yarın ‘Kurban Bayramına’ erişeceğiz! Arife günü, Kabir ziyaretleri ile başlar ve tüm ahrete intikal eden; Anne – baba, eş – dost – akraba- ü taallukata dualar edilir, ibret alınmaya ve dersler çıkarılmaya çalışılır! Allah ahirete irtihal edenlere Rahmet eylesin!

Bir Kurban Bayramına daha sağlık ve sıhhat içinde kavuşturan, Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’a, ne kadar şükretsek azdır. Bayram vesilesi ile Sılayı Rahim için memleketlerine gidecek olan tüm vatandaşlarımıza hayırlı yolculuklar dilerim!

İnsan olmanın erdemli hali bulunduğumuz duruma, şükretme idraki içinde olabilmektir. Allah bizlere, bu şuur ve idraki, ziyadeleştirdiği kullarından eylesin.

Bir önceki Kurban Bayramında birlikte olduğumuz, güzellikleri birlikte paylaştığımız, sevdiklerimiz ve dostlarımız aramızda değil. Allah geçici alemden baki âleme göç eden tüm sevdiklerimize Rahmet eylesin.

Biz aciz kullarına, bu günler hürmetine, idrakimizi – şuurumuzu artırmasını, akıl – feraset ve basiret vermesini dilerim! İnsan olmak; kendisine ikram edilen, akıl nimetinin kadrini bilebilmektir! Aksi halde, hayvandan ne farkımız kalır!

Kurban; kelime olarak ‘ kurbiyet – yaklaşmak’ ve isim olarak ‘kendisiyle yaklaşılan’ anlamına gelir. Terim manası; Allah’a yaklaşmak için kurban niyetiyle belirli vakitte kesilen özel hayvanın adıdır.

Kurban kesmeyi Allah’a teslimiyet ve saygının bir sembolü olarak anlamak ve Allah’a yaklaşmaya bir vesile olarak görmek gerekir!

Sonsuz Hikmet Sahibi Yüce Allah, Hac suresi 37. ayette; Onların etleri de kanları da Allah’a asla ulaşmaz; fakat sizin takvanız O’na ulaşır. Onları size bu şekilde boyun eğdirir ki, sizi hidayete erdirdiği için Allah’ı yücelterek anarsınız. Güzel düşünüp güzel davrananlara müjde ver, buyurmaktadır!

Ayette ki kesin ifadesi ile kesilen hayvanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşmaz, Allah’a ulaşacak olan kullarının sadece takvaları ve samimiyetidir.

Günümüz insanı, İnananlar nelere yaklaştığımızı, nereye doğru yol aldığımızı sorgulamak gerekir! Hayat her daim bireyin kendini muhasebe etmesini emrediyor! Hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekmemizi!

İyiliğe, güzelliğe, doğruluğa ve temiz olan her şeye bizleri yaklaştırmadıktan sonra, istediğimiz kadar hayvanı kurban edelim; Kime ve kimlere ne faydası olacaktır?

İki günü birbirine eşit olan ziyanda, diyor, Rahmet Peygamberi efendimiz! İnsan ve kul olarak her gün diğer günümüzden farklı, güzel işler yapacak ve kendimizi geliştireceğiz! Üç günlük Dünya malı – menfaati, makam – mevki için girmediğimiz kılık kalmıyor!

Peki, bu gidiş nereye böyle! Buna bir dur demeyecek miyiz? Birey olarak kendimize verilen aklı ne zaman kullanacağız? Verilen Aklı kullanmak için fırsatımız olmayabilir?

Allah; İmanın ve Mümin olmanın gereği, kesilen Kurbanları dergâhında Makbul eylesin!

Allah; Hz. Âdem’in iki oğlu; ‘Habil ve Kabil‘ kıssasındaki Kurbanı anlayabilenlerden olabilmeyi nasip eylesin!

Allah; Hz. Peygamber efendimizin ‘Ben, iki Kurbanlığın oğluyum’ buyurduğu kıssayı içselleştirebilenlerden olabilmeyi nasip eylesin!

Allah; Kendi rızası adına kesilen Kurbanlar hürmetine, ‘İç Huzuru yakalamış ve Kendini Aşma’ noktasına erebilenlerden olabilmeyi nasip eylesin!

Allah; Kendi rızasına muvafık olarak kesilen Kurban ve akan kanlar hürmetine, bölgemizde ve ülkemizde ki; akan kanı ve terörün durmasına vesile olmasını!

Allah; Kendisine kurbiyet – yaklaşmak adına kesilen Kurbanlar hürmetine, birliğimizi, beraberliğimizi ve Çanakkale ruhunda tecelli eden; ‘toplu vurdukça sineler, onu top bile sindiremez‘ mesabesine ulaştırmasını!

Allah; Rızasına muvafık kesilmiş olan tüm Kurbanlar hürmetine, Mazlum milletlere ‘Umut’ olma idealindeki; Asil Milletin idarecileri ve tüm bireylerine; ‘Feraset ve Basiret ‘ vermesini, dilerim!

HAYIRLI BAYRAMLAR! KURBAN BAYRAMINIZI TEBRİK ederim!

FARABİ’NİN DUASI…

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlıyorum!

1 -) Ey Zorunlu Varlık! Ey sebeplerin sebebi, ezeli ve ebedi olan Allah’ım!
Beni yanılgılardan korumanı, bana senin hoşnut olacağın eylemi emel yapmanı istiyorum!

2 -) Ey bütün Âlemlerin Rabbi olan Allah’ım! Bana bütün iyi hasletleri bahşet, işlerimde güzel neticeler ver, gayelerimde ve isteklerimde beni başarılı kıl! Evrende nehirlerin coşkun aktığı gibi akan yedi yıldızın sahibi, aydınlatıcısı Rab!

O yıldızlar, O’nun iyilikleriyle, bütün cevheri kuşatan iradesiyle işlerini yaparlar.
Zuhal, Utarit ve Müşteri gibi yıldızların bizzat kendilerinden bir şey beklemem, ben hayrı, her şeyi senden beklerim!

3 -) Allah’ım! Bana güzellik elbiseleri giydir, iyilik ve güzellikler ver Peygamberlerin kerametlerini ve zenginlerin saadetini, bilgelerin ilimlerini, muttakilerin mutlulukların ver!

4 -) Allah’ım! Beni mutsuzluk ve yokluk âleminden kurtar! Beni kötülüğe bulaşmamışlardan, sevgiyle bağlı olanlardan, dosdoğru kişiler ve şehitlerle birlikte gökte yaşayanlardan eyle!

Sen öyle yüce bir varlıksın ki, senden başka ilah yoktur! Varlıkların yegane sebebi, yerin ve göğün nuru Sensin. Allah’ım! Bana Fa’al Akıldan bir feyiz bahşet!

Ey ululuk ve iyilik sahibi Allah’ım! Ruhumu hikmet nuruyla süsle! Bağış olarak benim için taktir ettiğin nimeti – şükrünü, bana ilham et!

Bana hakkı hak olarak göster ve ona uymanın yolunu ilham et! Bana batılı batıl olarak göster, beni batıla inanmaktan ve onu dinlemekten koru! Nefsimi ilk maddenin yapısından temizle! Şüphesiz ki sen, ilk nedensin!

Ey bütün varlıkların sebebi olan Hak, Bütün varlıkların feyzinden fışkırdığı kaynak. Kat kat göklerin Rabbi, onların ortasına kara ve denizleri yerleştiren Rab.

Sana sığınarak, bir günahkâr olarak, sana yalvarıyorum! Bu günahkâr ve ihmalkârın suçunu bağışla!
Ey evrenin Rabbi! Yüce katından bir feyiz ile Nefsimi, maddi ve manevi kirlerden temizle!

5 -) Ey yüce kişilerin, yıldızlar âleminin gökyüzündeki ruhların sahibi Allah’ım! Kuluna, şehevi şeylerin, aşağılık dünyanın sevgisi baskın geldi. Sen himayeni, beni hatalara düşmekten koruyucu kıl!

Benim için takvanı, her türlü aşırılığa karşı kalkan yap! Muhakkak sen her şeyin kuşatıcısısın.

6 -) Ey Allah’ım! Beni dört unsurun esaretinden kurtar ve beni geniş katına ve yüce huzuruna al!

7 -) Allah’ım! Bana vereceğin yeterliliği, gücü, topraksı cisimler ve varlıkla ilgili olan düşünceler arasındaki yerilmiş ilişkilerimi kesmem bir sebep kıl; hikmeti ve ruhumu ilahi alemler ve yüce ruhlarla birlikte olmaya vesile kıl.

8 -) Allah’ım! Benim ruhumu Cebrail vasıtasıyla aydınlat! Aklıma ve duyguma olgun hikmetle etki et! Fizik âleminin yerine, melekleri bana yoldaş eyle!

9 -) Allah’ım! Bana doğruyu ilham et! İmanımı takva ile pekiştir! Nefsimde dünya sevgisine karşı nefret uyandır!

10 -) Allah’ım! Benliğimi, geçici şehvetleri yıkmaya karşı güçlü kıl! Ruhumu kalıcı ruhlar yurduna ulaştır ve onu yüce cennetlerdeki değerli, şerefli varlıklar topluluğundan eyle!

11 -) Ey, hal ve söz diliyle konuşan varlıkların önünde olan Allah’ım seni tenzih ederim, şüphesiz ki Sen, o varlıklardan her birine hikmetinle lâyık olduğu şeyi verensin, o varlıklara, yokluğa nispetle varlığı bir nimet ve rahmet kılansın.

Öz olsun, ilinti olsun tüm varlıklar senin nimetlerine müstahaktırlar ve nimetlerinin güzelliklerine şükrediyorlar. Nitekim Sen; O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız, buyurmaktasın.

12 -) Allah’ım seni tenzih ederim, sen yücesin, tek olan Allah’sın, yegânesin, Sen; “ Birsin, teksin, doğurmayan, doğurulmayan ve kendine hiçbir şey denk olmayan ” eşsiz ve ihtiyaçsız Allah’sın!

13 -) Allah’ım kuşkusuz ki Sen, benim ruhumu dört unsurdan meydana gelen bir zindana hapsettin ve ruhumu parçalama işini, şehvetlerden oluşan birtakım yırtıcı hayvanlara havale ettin.

14 -) Allah’ım! Nefsimi (beni) ismetle yücelt! Sana yaraşan biçimde ona şefkat et! Senden gelen ve sana lâyık olan bir asaletle onu esirge! Gökteki yerine ulaştıracak bir tövbeyi ona lütfet! Kutsal makamına geri dönüşünü – ulaşmasını, çabuklaştır!

Nefsimin karanlıkları üzerine Fa’al Akıl güneşini doğdur! Cehalet ve sapkınlıkların karanlıklarını ondan uzaklaştır. Ruhumda bil-kuvve bulunanı güzellikleri aktif hale getir.

Ruhumu bilgisizliğin karanlıklarından çıkarıp, hikmetin aydınlığına ve aklın ışığına ilet. Nitekim sen; Allah inananların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, diye buyurmaktasın.

15 -) Ey Allah’ım! Bilinmeyenlerin gerçek suretlerini ruhuma rüyada göster! Ruhumu karma karışık kabuslardan, rüyalarında iyilikleri ve doğru müjdeyi görmeye dönüştür! Ruhumu etkileyen duyuların ve kuruntuların kirlerinden temizle!

Ruhumdan fiziki alemin bulanıklığını uzaklaştır. Ruhumu, ruhlar alemindeki yüce makama konuk et! Nitekim Sen; Bana hidayeti nasip eden, bana her şeyde yeterli olan ve beni himaye eden en yüce varlıksın!

Hamd yalnızca Allah’a mahsustur. Allah’ın rahmeti ve selamı sonsuza dek kendisinden sonra hiçbir peygamber gelmeyecek olana Hz. Peygamber’e olsun. Amin!.