SİYASET Kurumu Yeni bir YOL Ayrımında!..

Türkiye’deki siyasi partiler tarihini kabaca incelediğimizde, her on yılda veya daha kısa sürelerde, aynı ekolden gelen, bir siyasi parti ile görev değişimi karşımıza çıkmaktadır! Peki neden? Cumhuriyetin kurulması ile birlikte Cumhuriyet Halk Fırkası ve bünyesinden ayrılmak sureti ile serpilmeye çalışan diğer partiler! Ayrılan yeni partilerden biri hariç hiç birisi yaşama şansı olmamıştır! Neden? Cumhuriyetin kurulması akabinde ki siyasi süreç 1946 yılına kadar tek partili siyasi sistem olarak yolculuğuna devam etmiştir! Tük Devlet Aklı ve kadim Türk Devlet geleneği artık tek partili bir sistem ile yolculuğuna devam edemeyeceğine karar vermek sureti ile CHP içinden yani aynı ekolden bir partinin çıkması ve 1950 yılındaki seçimlerde iktidara taşınması siyaset yolculuğuna devam etmiştir! On yıllık hizmet ve kalkınma hamleleri sonrasındaki bir askeri darbe ile bu siyasi hareket ve ekol durdurulmuştur! Neden ve nasıl olduğunu siyaset bilimci ve tarihçilere bırakıyoruz! 1960 ve 1970’li yıllarda ise yine aynı ekolden yani DP’nin devamı bir partinin içeriden çıkarılması, iktidara taşınması ve bir başka darbe şekli olan 12 Mart muhtırası ile durdurulması! 1970 ve 1980 arasında yaşananlar ve 12 Eylül askeri darbesi bir önceki on yıldan hiçbir farkı yoktur!  Yani bu ülke her on yılda bir siyasette dejavu yaşamıştır!  1990 ve 2000’li yıllar arasındaki sosyal, siyasi ve ekonomik krizleri, sonrasında yaşanan 28 Şubat post modern darbesini hatırlamak dahi istemiyorum! Siyasi süreç ve siyaset tıkanmaya başladığı dönemlerde kadim Türk Devlet aklı ve kadim Türk Devlet geleneği devletin bekası ve milletimizin de birliği adına aynı ekoldeki bir siyasi partinin içinden yeni bir parti çıkarmak ve iktidara taşımak sureti ile serencamını sürdürmüştür! 2001 yılında Refah partisinin içinden AK Partinin kurdurulması, 17 yıllık hizmet, değişim, dönüşüm ve kalkınma sürecini de bu şekilde değerlendirebiliriz!

Siyasal partiler siyasal hayatın çok önemli unsurlarından biridir. Siyasi partileri, tarihsel süreç içerisindeki hizip, çıkar ve baskı grupları gibi ilk oluşumlar olarak değerlendirilse de, siyasal partilerin varlığı daha yakın bir tarihe tekabül etmektedir. Siyaset bilimciler, 1850’li yıllara kadar Amerika dışında bugünkü anlamda siyasal partilerin olmadığını; fikir akımları, halk kulüpleri, felsefi dernekler ve parlamento grupları olarak var olduğunu, ancak gerçek siyasi partilerin olmadığı, şeklinde ifade etmektedir. 1950’den sonra ise siyasi partilerin, Batı dışındaki coğrafyada hızlı bir şekilde yaygınlaştıkları, siyaseti ve iktidarı ele geçirmenin en önemli aracı haline geldiği gözlemlenmektedir.  Siyasi parti değerlendirmesinde iki ana dönem ortaya çıkmaktadır. Birincisi; toplumların tarihsel gerçekliklerine bağlı olarak hangi koşullarda parlamenter bir yapı ürettiği ve buna bağlı olarak bu sürecin siyasal partilere nasıl evrildiği!. İkinci dönem ise, 2. Dünya Savaşı sonrasında bu örgütlenmelerin kurumsal anlamda nasıl değişimler yaşayarak günümüz modern siyasal partilerine dönüştüğünü içermektedir.

Türkiye’deki siyasi partilerin kuruluşu ve gelişme sürecini de şöylece izah edebiliriz.  Siyasal partilerin kuruluş süreci Osmanlı İmparatorluğundan bu yana süre gelen bir geçiş özelliğine sahiptir. Türkiye’de kurulan siyasal partiler sistemini, Osmanlıdan devir alınan parlamenter geleneğin oluşum süreçlerinde aramak gerekmektedir. Türk toplumlarında ki ‘meclis kavramı kurulan ilk Türk devletlerinden’ itibaren mevcuttur. Ancak Anayasal bir süreç olarak parlamenter sistemin oluşumu 19. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı siyasal sisteminde kendisini göstermektedir. Bu anlamda Türkiye’nin ilk yazılı anayasası 1876 yılında yapılan Kanun-i Esasi ve Kanun-i Esasi’ye giden yolda ise 1808 Senedi-i İttifak, 1839 Tanzimat Fermanı ve 1856 Islahat Fermanı gibi hadiseler anayasa sürecine geçilmesinde atılan önemli adımlar olarak değerlendirilmektedir. Bu anlamda asker ve sivil bürokrasinin temsil ettiği aydınlar Osmanlı ve sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyetinde değişimin önemli aktörleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye Cumhuriyetinde siyasi partilerin oluşum şekli itibariyle, yönetici elitin temsil ettiği merkez ve yönetilenlerin oluşturduğu çevre arasında vuku bulmuş ve partiler de bu çatışmadan vücut bulmuşlardır.

Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ve akabinde ki tek partili sistem, 1946 yılında geçilen çok partili süreç ve sonrasında yaşadığımız darbe, inkıta, muhtıra, post-modern darbe ve e-muhtıradan devlet ve millet olarak dersler çıkarmış olmamız gerekmektedir! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması ile birlikte devlet ve siyasi partiler olarak yeni bir sürece evrildik! 17 Nisan Anayasa değişiklik referandum süreci ile başlayan Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi bizlere iki partili bir siyaset sistemini dolaylı olarak dayatmaktadır! Kurucu iradeyi temsilen iki ana damar güçlü partinin yanında bunlara destek olacak olan küçük yandaş partiler! 1946 yılında Cumhuriyet Halk partisi ekolünden gelen Demokrat Patisinin çıkarılması ve iktidara taşınması sureti ile başlayan kadim devlet aklı devlet yönetim ve siyaset süreci, 2001 yılında Refah partinin içinden yani aynı ekol olarak AK Partinin çıkarılması ve iktidar olması ile bu sürecin son bulduğunu düşünüyorum! 2016 yılında yaşadığımız hain darbe ve kalkışma süreci sonrasındaki, Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemine geçilmesi ile birlikte,  kadim Türk Devletinde artık başka bir akıl, başka bir strateji, başka taktik ve yönteme geçilmesine ihtiyaç duyulmaktadır! Peki, nedir bu geçiş veya değişim dediğinizi de duyar gibiyim! Kadim Türk Devlet Aklı,  devlet yönetim sistemi ve siyaset geleneğinin, Siyasal parti ve iktidar olma sürecini yeni dönem ve yeni yönetim sistemi ile birlikte,  AK Partinin içinden çıkması muhtemel bir veya birkaç parti ile yolculuğuna devam etmeyeceği kanaatindeyim! Bugün, yeni siyaset ve yeni devlet yönetim modelinin Kuvayi Milliye ruhu, kadim devlet ve kurucu irade geleneği ve kültürüne sahip iki partiden birisi ile Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet geleneğinin denetim ve kontrolünde yapılmakta olan bir tercih sureti ile 2023, 2053 ve 2071 vizyon, hedef ve yolculuğuna başlayacaktır, diyorum!

Tarih Tekerrür mü Ediyor?!

Zaman takvimini geriye saralım ve on yedi yıl önceki üçlü koalisyon günlerini, 2002 tarihindeki erken seçim kararını ve bugünleri de hep birlikte okumaya ve dersler çıkarmaya çalışalım! 2001 tarihindeki Anayasa kitapçık süreci ile başlayan, ekonomik ve siyasi kriz artık kontrol edilemez ve durdurulamaz bir noktaya gelmişti!  Rahmetli Başbakan Bülent Ecevit’in sağlık sorunları bahanesi ile hakkında neredeyse her gün bir haber gündemi meşgul ediyordu! Peki neden? Bu haberler kim veya kimler tarafından ve neden kamuoyunda sürekli olarak köpürtülmeye çalışıyordu?! Birileri, bu haberler ile nereye varmayı planlıyordu? Hem de,  ABD ve küresel güçler tarafından, 9 Eylül 2001 ikiz kule krizi ile birlikte başlayan bölgemiz üzerindeki küresel plan adım adım işletilmeye çalışılırken! İçeride de siyaset ve toplum yeniden dizayn ediliyorken! 2001 ve 2002 tarihindeki tüm bu yaşadıklarımızı nasıl okumamız ve öngörülerde bulunmak gerekiyordu? Bugün, yine ABD ve yandaşları, Akdeniz’e savaş gemileri ve filolarını bir bir yığarken, dünya yeniden bir paylaşım savaşına doğru sürüklenirken ve Suriye, Irak, İran ve Türkiye’den parçalar kopartılmak sureti ile bir Kürt Devleti projesi için yirmi bin tır silah ve vekalet orduları üzerinden askeri yığınak devam ederken! Peki, bugün siyasetteki   gelişmeleri nasıl okumalıyız?! Tüm bu gelişmelere yönelik, kadim Türk Devlet Aklı ve kadim Türk Devlet geleneği seyirci konumunda mı kalmalıdır? Ya da, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığı ve bekasına yönelik tüm tehditlere yönelik strateji, taktik, öngörü, önlem ve tedbirlerini de sıralamalı mıdır? Hangisi?!
 
Geçtiğimiz günlerde, 31 Mart 2019 yerel seçim sürecinde, MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli,  2001 ve 2002 tarihindeki mezkur sosyal, siyasal ve ekonomik kriz hakkında,  rahmetli Başbakan Bülent Ecevit başkanlığındaki Bakanlar Kurulu toplantısında geçen bir konuşmayı zikretmişti. Ecevit, toplantı esnasında, ekonomik ve sosyal krizin çözümüne yönelik; ne, nasıl ve neler yapmalıyız, şeklindeki sorusuna, dönemin Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş’in, efendim;  yeni bir senaryo ihtiyacı vardır, şeklinde cevap verdiğini vurgulamıştı! Bugün siyasette, içeriden ve dışarıdan birileri de yeni bir senaryo peşinde midir? Bu senaryonun direksiyonunda hangi küresel güçler bulunmaktadır? Bu senaryonun içerideki işbirlikçileri de kimlerdir?  MHP Lideri, toplantı esnasında, bu yeni senaryo nedir, nasıl bir senaryo olacaktır ve bu senaryo kim veya kimler tarafından yürürlüğe konulacaktır, diye sorguladığını da vurgulamıştı! Ve ilaveten, MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli, yanında bulunan, dönemin Başbakan yardımcısı ve Devlet Bakanı Sayın Hüsamettin Özkan’a bu toplantıyı dağıtması gerektiğini ve Özkan’ın da Başbakana dönerek, efendim Genel Kurmay Başkanı ile randevusunun olduğunu ve toplantıyı ivedi olarak dağıtmak gerektiğini söylediğini ve toplantının da hemen dağıtıldığını ifade ettiler! Şimdi bunları neden yazıyorsun? Yirmi sene önce yaşadıklarımızın bugün ile ne alakası var dediğinizi de duyar gibiyim! Bizim gibi toplumlar, tarih okumadığı ve bizlere de şanlı tarihimiz sadece bir hikaye olarak anlatılmaya çalışıldığı için, tabii ki birileri bize kızacak ve de küsecektir! Çünkü bugün yaşanan her şeyin arka planı tarihte saklı ve tarihte yaşanmışlıkları da vardır! Yeter ki tarihten ders ve ibret almasını bilelim! Hiç sorun değil! Küsen ve kızan arkadaşlar da bizim dostumuz olarak kalmaya devam edecektir!
 
31 Mart 2019 yerel seçim sonuçlarına kabaca baktığımızda, iktidar partisi olan AK Parti, Ankara, İzmir ve İstanbul gibi bazı büyük şehirlerde belediye başkanlıklarını kaybetmiş olmasına rağmen, belediye meclislerinde çoğunluğu elinde bulundurmaktadır! Peki, bu şekilde sağlıklı bir belediye yönetimi ve hizmetler sürdürülebilir mi? Vatandaşlar ve toplumun ihtiyaçlarına çözüm üretilebilir mi? Ya da kadim Türk Devlet geleneği olan tüm vatandaşlara yönelik Adalet ve Hakkaniyet sağlanabilir mi?  Tabii ki olabilir dediğinizi duyar gibiyim fakat bu şekilde demokratik ve sağlıklı bir hizmet ve yönetim anlayışının da olamayacağını buradan ifade etmek isterim!
 
Şimdi tekrardan, 2002 tarihine geri dönelim ve tarihte yaşadıklarımızı bugün için yeniden okumaya başlayalım!  İktidar partisi DSP içindeki huzursuz çevrelerde homurdanmalar artmaya, eski bakan ve milletvekilleri yeni bir oluşum için hazırlık yapmaya ve yeni parti çalışmalarına başlamıştır! Peki, bugün yaşamakta olduğumuz siyasi krizden bir farkı var mıdır? AK Parti içindeki trenden inenler ve de çok rahatsız olanlar, ya yeni bir oluşum, ya da AK Parti içinde yeniden devam edebilmek için çalışmalar yürütmekte midir?  Yani Devlet, paralel devlet ile meşgul edilirken, paralel parti çalışmalarının önüne geçilememiş midir? Ya da Paralel partinin hedefi nedir? Tüm bunlar, 2002 tarihindeki koalisyon hükumetinin lideri rahmetli Başbakan Ecevit ve DSP’nin yaşadıklarından bir farkı var mıdır? DSP içinden 64 adet milletvekili istifa ederek, 2002 yılı Temmuz ayı içinde İsmail Cem başkanlığındaki Yeni Türkiye Partisine katılmak sureti ile yeni partinin kuruluş dilekçesini teslim etmiştir! Akabinde ise, MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli, Ağustos ayı içinde erken seçime gidilmesi gerektiğini vurgulamış ve TBMM tarafından 3 Kasım 2002 tarihinde erken genel seçim kararı alınmıştır! Peki, 3 Kasım 2002 tarihindeki erken genel seçim sonuçlarında neler olmuştur? Seçime giderken iktidarda bulunan koalisyon partilerden hiç birisi barajı aşamamış ve TBMM dışında kalmıştır! Yani ne demek istiyorsun? Eeee ne olacak şimdi dediğinizi de duyar gibiyim! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, 16 Nisan 2017 tarihindeki referandum  öncesi Anayasa değişikliği sürecinde çalışmalarını yürüten, AK Parti İstanbul Milletvekili ve bugünün TBMM başkanı, Anayasadaki geçici madde olan 3 Kasım 2019 tarihinde Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimleri yenilenecektir, ibaresi neden kaldırılmamış ve de neden değiştirilmemiştir, sadece soruyorum?!  
 
 

Haşlanmış Kurbağa Sendromu!.

Birey ve toplum,  çevresindeki tüm gelişmeleri  okuması, algılaması ve bunlara yönelik bir  tepki vermesi bazen çok zorlaşır! Peki neden? İnsan çevresinde yaklaşmakta ve  gelişmekte olan sıkıntılı  ve özellikle de birey ve toplumun bulunduğu  rahatlık durumuna yönelik tehlike ve tehditler için karşılık ve tepki veremez bir hale gelir! Neden?  Şimdi bunları neden yazıyorsun? Bu yazdıklarının bugün yaşamakta olduğumuz sosyal,  siyasal ve ekonomik gündem ile ne alakası var dediğinizi de duyar gibiyim! Ben de aynen sizler gibi düşünüyorum! Kel alaka bir durum,  yani!.
 
Türkiye gibi aktif, canlı ve hareketli bir millet ve toplum için yapısal bir değişim ve dönüşüm çok kolay değildir! Yani tarihte on altı devlet yıkmış ve kurmuş bir millete yapısal bir değişimi kolay bir şekilde dikte ve  izah edemezsiniz! Geçmişte yaşadığımız  darbe ve muhtıralar örneğinde olduğu gibi! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, devletin tüm kurum ve kuruluşları kadim devlet aklının kontrolüne geçmiştir! Peki, mezkur  devletteki siyasal ve yapısal değişim nasıl olacak  veya  olmalıdır? Ya da kadim devlet aklının ve iki bin üç yıllık kadim Türk devlet geleneğinin kontrol ve denetimindeki  siyasal ve yapısal bir değişimi nasıl yapmalı ve yürütmelisiniz?  Artık yeni bir Türk devleti kuramayacağımıza göre! Son Türk Devleti, Türkiye Cumhuriyeti  Devleti de olduğuna göre! Ve  Türkiye Cumhuriyeti Devleti ebed müddet devam  ülküsü çerçevesinde sonsuza kadar yaşayacağına  göre!  Kadim Türk Devlet aklı,  herhangi bir  sosyal ve siyasi krize sebebiyet vermeden,  ya yeni bir yol açmalı ya da yeni bir yol bulmalıdır! Ne buyurdunuz?!
 
Peki, bireysel, toplumsal, sosyal, siyasal ve yapısal  bir değişimi çok büyük bir arbede, krize  ve sosyal soruna sebebiyet vermeden nasıl yapmalısınız? Bu durumu haşlanmış kurbağa sendromu  şeklinde ifade edebiliriz! Yani,  tüm enerjisini, şartlara adapte olmak için kullanıp, kritik an geldiğinde kendisini kurtaracak bir şeyi kalmayan  kurbağa ile ilgili bir durumdur! İçine hapsolduğunu sandığımız bir durumda hissettiğimiz duygusal yorgunluğu ifade eder! Bu  duruma yorgunluk yüzünden yanana kadar  mevcut duruma katlanmaya devam ederiz!  Zihinsel ve duygusal olarak tükenene kadar sürekli kötüye giden kısır bir döngüde kalmamıza neden olur! Bu hikayede, su sıcaklığının ısıtılma hızı, dakikada 0,02 °C’den daha yavaş olursa, kurbağa bu artışı fark etmez! Ve sonunda su kaynar hale gelince yavaş yavaş ölür! Aslında kurbağa ölmekte olduğunun da  farkında değildir! Fakat su  çok hızlı ısıtılırsa kurbağa atlayıp  kurtulacak ve kaçacaktır! 
 
Sorulması gereken soru şudur! Kurbağayı ne öldürmüştür? Ya da kurbağa neden ölmüştür? Kaynayan su mu, yoksa doğru zamanda dışarı atlamaya karar veremeyişi mi? Hangisi?  Eğer kurbağayı  50 °C sıcaklığında bir suya batırsaydık, kendini kurtarmak için hemen dışarı atlardı. Ancak sıcaklığın kademeli olarak yükselmesine katlanabildiği süre boyunca dışarı çıkabileceğini ve çıkması gerektiğini fark edememiştir. Bizi iyi hissettiğimize inandıran sessiz kötü gidiş ve duygusal kötüye gidiş, yavaş olduğunda fark edilmez. Bir değişiklik çok yavaş gerçekleşirse, farkına varmayız ve herhangi bir tepki ya da direnişe neden olmaz,   durumun farkına varmamız ve ihtiyaçlarımıza uyacak şekilde yanıt vermeye hazırlanmamız da engellenmiş olur!
 
Dolayısıyla,  birey ve toplum olarak, aklımızı, fikrimizi, ferasetimizi ve gözlerimizi açık tutmalı,  ne istediğimizi  de anlamak için bilinçli bir çaba göstermek gereklidir. Algılarımızı bozan şeyleri kontrol altına almanın tek yolu budur. Bu yüzden haşlanmış kurbağa sendromu hep aklımızda olmalıdır!. Böylece  çevremizdeki tüm gelişmeleri zamanında fark ettiğimiz takdirde,  derin bir sıkıntıya düşmekten kaçınabiliriz. 1950′ li yılların  son günlerindeki, sokak hareketlenmeleri ve 27 Mayıs 1960 darbesi!.  1960′ lı yılların son demlerindeki  sokak, öğrenci hareketlenmeleri ve  12 Mart 1970 muhtırası!. 1970′ li yılların sonlarındaki sokak ve öğrenci hareketlenmeler, ölümler, yaralanmalar ve  sonrasında yaşadığımız 12 Eylül 1980  askeri darbesi!. Peki, 1990′ lı yıllarda  yaşadığımız sosyal, siyasi, ekonomik ve faili meçhul cinayetleri nasıl izah etmeliyiz?!  1990′ lı yılların son demlerindeki 28 Şubat post-modern darbesini nasıl izah etmeliyiz?! 2007 yılındaki  genel kurmay e-muhtırasına ne dersiniz? Daha sayamadığımız bir o kadar darbe ve muhtıra! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, kadim Türk  devlet aklının ve iki bin üç yıllık kadim Türk devlet geleneğinin, devletimizin  tüm kurum ve kuruluşlarına hakim olmaya,  kontrol ve denetimi  de tamamen eline  almaya başladığı  bir dönem olarak tarihin tozlu sayfalarında yerini alacaktır! 16 Nisan  Anayasa değişiklik referandumu ve Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi ile birlikte  bu topraklarda bir daha darbe ve muhtıra  benzeri şeyler yaşamayacağımıza göre!  Bugün, Kadim Türk devlet aklı ve Türk devlet geleneğinin denetim ve kontrolündeki,  2023- 2053 ve 2071 hedef ve  vizyonu çerçevesindeki, sosyal ve siyasal değişim ve dönüşümlere şahit olmaktayız, şeklinde düşünüyorum! Aksi halde, Kadim Türk Devlet aklı ve Kadim devlet geleneğinin kontrol ve denetimi  dışındaki tüm  sosyal ve  siyasal hareketlenmeler, değişim, ekonomik kriz ve başkaca sonuçlara gebedir! 

Tecrübe ve Bilgi Sahibi Olmadan Yeni Bilgiyi Reddetmek!..

İnsanoğlu yıllardır yaşamakta ve yapmakta olduğu şeyleri bir anda terk edemiyor! Yani İnsan için  yeni bilgiyi ve yeni olguyu kabul etmek çok zor bir durumdur! Hz. Adem ile birlikte başlayan insanlık tarihi, her yeni gelen peygamberin getirmiş olduğu yeni bilgi ve olguyu   sürekli olarak reddetmiştir! Peki neden? Yeni  gelen durum ve bilgi, eskilerin yani güçlü ve iktidar sahiplerinin saygınlıklarının da yok olması demektir!  İnsan ve nefis için itibar ve saygınlık çok önemlidir! Aslında itiraz  yeni gelen bilgiye değildir!  İtiraz ve reddetme  itibar, saygınlık, konum ve güçlerinin yok olmasınadır! Hz. Muhammed s.a.s efendimize dönemin güç ve iktidar sahipleri ne demişlerdi;  Para istersen para, makam istersen makam ve kadın istersen kadın verelim! Fakat bizim şu anki  itibar, konum ve gücümüzü sallamakta olan bu yeni bilgileri yaymaktan vazgeç! İnsanlık tarihi devam ettiği sürece, her dönem yeni bilgi gelecek, güçlü ve iktidar sahiplerini şöylece bir silkeleyecektir!  Allah akıl sahiplerinin her daim tefekkür, tezekkür ve ibret halinde olmasını da talep etmektedir! Çünkü, Yüce Yaratıcı sonsuz ilmi ile yaratmış olduğu her şeyin ve her bilginin insanlık tarafından insanlığın faydası için yeniden keşfini talep etmektedir!
 
İnsanların bir bilgiyi otomatik yani refleks olarak hiçbir tecrübe veya gözleme tabi tutmadan reddetmeleri durumuna  Semmelweis refleksi,  denir.  Peki nedir  bu  Semmelweis refleksi? Bu terim ilk olarak, yazar Robert Anton Wilson tarafından, lohusa humması çalışmalarıyla ünlü Dr. Ignaz Semmelweis’in başına gelenlerden esinlenerek kullanılmıştır! Hikaye şöyledir:  Dr. Ignaz Semmelweis ( 1818 – 1865 ) Macar asıllı kadın hastalıkları doğum uzmanıdır. 1840’lı yıllarda Avusturya Viyana Hastanesinde çalışırken lohusa hummasına bağlı, bir çeşit enfeksiyon hastalığı,  anne ve çocuk ölüm sayısının beklenenden çok fazla olduğunu düşünüyor!  Hastanede hasta vizitelerinin belli bir sırası vardır ve uzman doktorlar doğum katına çıkmadan önce, tıp öğrencilerine de kadavra üzerinde ders anlatıyor!  Doktorlar el temizliğinden haberdar,  ancak el yıkamanın önemi bugünlerdeki kadar keşfedilmemiştir. Eldiven icat olmamış ve  antibiyotiklerin devri henüz başlamamıştır! Semmelweis, kadın ve çocuk ölümlerinin sebebi olarak, “küçük kadavra parçacıklarının sağlıklı insanlara bulaşması” olduğunu düşünüyordur!. 
 
Fransız kimyacı ve eczacı Antoine-Germain Labarraque, tekstil malzemelerini ağartmaya yarayan klorlu bir solüsyonun, şimdiki çamaşır suyunun atası, antiseptik özelliği olduğunu bulmuş ve doktorlara açık yaraların dezenfeksiyonunda bu solüsyonu kullanmalarını tavsiye etmiştir. Veba salgınında Fransa’nın başkenti Paris’in her yeri “klor” ile yıkandığı da duymuştur. Semmelweis, tüm doktorlardan, kadavra muayenesinden sonra ve her hastadan önce ellerini “Labarra quesolüsyonu”yla yıkamalarını istemiştir! Bu uygulama sonucunda beklediği olmuş ve  Ölüm oranı % 40’larden % 2’lere  kadar düşmüştür. Lohusa hummasına benzer şekilde, açık ve sulu yarası olanlarla farklı sebeplerden aynı koğuşta yatan hastaların da enfeksiyon kaptığını gözlemlemiştir. Açık yaralardaki küçük mikropların hava yoluyla taşındıklarını, düşünüyordur! Doğal olarak, tüm bu gözlem ve bulgularını tıp dünyasıyla paylaşmış; Ancak meslektaşları, bu ölümlerin “doktor hatası” ile gerçekleşmiş olabileceği ihtimalini de çok sert bir şekilde reddetmiştir!  Doktorların el yıkamalarının yeterli olduğu, özellikle “Viyanalı” doktorların temizliği göz önünde bulundurulduğunda söylediklerinin anlamsız olduğu, kadavradan hastalık geçemeyeceği, eğer söylediği doğruysa ölüm oranlarının çok daha fazla olması gerektiği ve benzeri anti tezler ortaya koydular. Semmelweis’in iddiaları abartılı, meslektaşları tarafından, gerçekdışı, yeterli kanıt barındırmayan ve hadsiz olarak değerlendirildi. Meslektaşları önemli yayın organları ve tıp akademilerine Semmelweis’i şikayet ettiler. Hatta bir akıl hastanesine yatmasına ve kangrenden ölmesine de vesile olmuşlardır!  
 
Peki, Semmelweis’in iddialarının tamamı doğru muydu? Tabii ki hayır!  Lohusa humması, sanıldığı gibi kadavra parçacıklarından bulaşmıyor; bu hastalığa, Streptococcuspyogenes denilen ve sağlıklı insanlarda yutak ve normal deride barınan bir bakteri sebep oluyor! Bu hastalık da doğumda hijyen koşulları yeterince yerine getirilmediği zamanlarda kolayca ortaya çıkıyor!  Semmelweis, lohusa hummasının sebebinde yanılmış ancak yaptığı önemli gözlemler ve uyguladığı akılcı yaptırım sayesinde doktorların hastadan hastaya geçerken “mikropsuz” ellerle müdahale yapmasını sağlamış ve böylece hastalığın ortaya çıkışına engel olmuştur! Tüm bu çalışmaları sayesinde Dr. Ignaz Semmelweis öldükten sonraki yıllarda “anaların kurtarıcısı”, bugün ise cerrahide “antisepsinin babası” olarak hak ettiği yeri almıştır!  
 
Anlaşılan o ki insanlık tarihinden bugüne insanoğlu yeni bilgileri kabullenmekte  normal olarak zorluk çıkarmakta ve sıkıntı yaşamaktadır. Tarihi gelişmeler bize gösteriyor ki insan geleneksel, kalıplaşmış ve yeniliğe kapalı yapısından kurtulmakta ciddi sıkıntılar yaşamakla birlikte, geleneksel yapısıyla topluma da ciddi sıkıntılar vermektedir! Günümüz siyaset kültürü ve değişimine direnen bu vb. yapılar, aslında bu gelenekselliğinin bilinç altında salt kendi menfaatleri, iktidarları, konum ve durumları,  çıkarları uğruna, bir milletin ve bir toplumun geleceğini tehlikeye sokmakta hiçbir kaygı taşımadıkları yakın tarihimizin tozlu sayfalarında, kendisini gerek ihtilal ve gerekse de muhtıralar şeklinde göstermektedir!  Bunun en yakın ve bariz örneğini 15 Temmuz tarihindeki hain darbe ve işgal kalkışmasında millet olarak yaşadık. İşte bugün yaşamakta olduğumuz, siyasi hadiselerin arka planında ve siyasetin perde arkasında duran güçlü ve elitlerin, Semmelweis Refleksi olarak adlandırılan  yeni bilgi ve yeni durumu reddetme ve duruşları yatmaktadır, şeklinde düşünüyorum!
 
Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, Öncelikle akıl sahibi  insanlara ve iman ehline hitaben;  Ve sizin için geceyi, gündüzü, güneşi ve  ayı hizmetinize verdi. Yıldızlar da onun emriyle hareket ederler. Muhakkak ki, bunda akıllıca düşünen bir kavim için elbette büyük alametler vardır. ( Nahl – 12 ) Ve sizin için yerde renkleri muhtelif olarak neler yaratmış ise şüphe yok onda da öğüt alacak bir kavim için elbette bir ibret vardır. ( Nahl – 13 ) Sonra meyvelerin hepsinden yede Allah’ın kolaylaştırdığı yollarına git.  İçlerinden renkleri muhtelif bir şerbet çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz ki, bunda düşünen bir kavim için elbette bir ibret vardır.  ( Nahl – 69 ) Görmediler mi? Gök ile yer arasında emre boyun eğdirilmiş olan kuşları. Onları Allah’tan başkası tutmuyor. Şüphe yok ki, bunda iman eden bir kavim için elbette ibretler vardır. İnsanlara gaflet ile yaşamak yakışır mı? ( Nahl -79 )  İşte onlar, onların zulümleri sebebiyle çökmüş olan evleri!. Şüphe yok ki, bunda anlayan kavim için elbette bir ibret vardır, buyurmaktadır. ( Neml – 52 )

 

Yine Yeniden bir Dünya Kurulurken!.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu tarih,  sonraki devlet yapılanması ve sanayileşme hamlelerinde bir el sürekli bizlere engel olmakta ve çelme  atmaktadır!  Peki neden? Yani tüm dünya insanlığına neredeyse iki bin yıllık dönemde Adalet, Hakkaniyet ve Medeniyet öğreten, uygulayan ve  mazlum milletlerin de hamisi konumundaki  asil Türk Milleti bir daha dünya sahnesine yeniden güçlü bir şekilde çıkmaması için her yol denenmektedir! Neden? Bu el dışarıdan olduğu gibi içerideki  kullanışlı işbirlikçiler mahareti ile de yürütülmektedir! Neden?  Cumhuriyetimizin kurulması akabinde ki dünyanın  küresel güç ve hegemonya kırılma  ve yapılanma anı yaşadığı dönemlerden geçtik ve geçiyoruz! Birinci ve ikinci Dünya savaşı bunlardan birisi ve bu dönemlerde  asil Türk Milleti tamamen uyutulmuş ve durdurulmuştur!  Neden? Bu dönemde, yirmi dört milyon kilometre karelik gönül coğrafyası ile bağlarımız tamamen koparılmaya çalışılmıştır!  Neden? 1960 ve 2002 yılları arasında da Türk Devleti ve Türk Milleti  her on yılda bir kırılma ve inkıtaa dönemlerini yaşadık! Neden?! Bugün de Türk Devleti ve Milleti olarak yeniden bir kırılma  ve bir yapılanma dönemi yaşamaktayız! Geçmiş yıllardaki kırılma dönemlerinde yeni bir Türk devletini kurmak sureti ile yolculuğuna devam eden Türk Milleti  artık bugün böyle bir yola başvuramayız! Türkiye Cumhuriyeti Devleti son  Türk Devleti olarak devleti ebed müddet  sonsuza kadar devam edecek ve etmek zorundadır!
 
Peki, dünyamız  yeniden kurgulanır ve yapılanırken, bölgemizde ateş çemberine dönmüş bir halde iken içeride neler yapmalıyız? İçeride seksen milyon neler yapıyoruz? Seksen milyon bin yıl önce kanlarımız ile suladığımız Anadolu’da yeniden daha güçlü bir şekilde bir ve beraber olmak zorundayız! Neden? Aksi halde buralarda barınamayız! Aksi halde geldiğimiz topraklar olan Orta Asya’ya bizleri göndermek için bekleşen tüm küresel güçler ve işbirlikçilere sadece fırsat vermiş oluruz!
 
Türkiye Cumhuriyeti Devleti çok partili siyasi hayata geçmemiz ile birlikte küresel ve emperyalist güçler siyaset üzerinden bu devleti ve milleti dizayn etmeye çalıştılar! Bunun canlı örnekleri siyaset tarihimizin tozlu raflarında bolca bulunmaktadır! Siyasetteki her on yılda bir kırılmaları neden yaşadık! Herhalde oyun veya eğlence olsun diye yaşanmamıştır! Bir el sürekli olarak siyaset üzerinde etkili olabilmek için her yolu denemiştir! Neden?  15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, Devlet, Millet, Ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte  Türk Devletinin 2023, 2053 ve 2071 vizyonu çerçevesinde kadim Türk Devlet aklının kontrol ve denetimindeki bir Türk üçgeni kurulduğunu da sürekli olarak yazılarımızda vurgulamaya çalışıyoruz! Dünyada yeni bir düzen kurgulanır ve kurulurken, siz içeride eliniz armut mu toplayacaktır! Tabii ki hayır!  Elbette ki kadim Türk devlet aklı devreye girmiş ve dünyada kurulmakta olan bu yeni duruma yönelik tüm önlem, tedbir ve öngörülerini de bir bir devreye almaktadır! 31 Mart seçim sürecinde meydanlardaki yaşadıklarımız ve seçim sonuçlarına bir de bu zaviyeden bakabilmenin  horasan erlerinin Türk ve İslam yurdu yaptığı Anadolu toprakları ve Türk Milleti için daha etkili ve faydalı olacağını düşünüyorum!
 

Devlet, Vatan ve Millet sevgisini bu topraklarda sadece bir kişiye,  bir gruba veya bir siyasi partiye inhisar etmek çok yanlış bir durumdur! Bu topraklarda yaşayan seksen milyonun her bir ferdi dün olduğu gibi yeniden bugün de canını bu vatan için feda etmekten sakınmayacaktır! Dün, düşmanlardan bu  aziz vatanı kurtardık ve  düşmanları da bu topraklardan  kovalarken kimsenin etnik ve mezhebi  kimliğine bakmadık! Peki, bugün neler yapıyoruz?! Dün, tüm farklılıklarımızın çok büyük bir zenginlik olduğu idraki ile bu vatanı bir ve beraber savunduk! Bugün de aynısını yapmalıyız!  Başkaca bir tercihimiz ve seçeneğimiz  de yoktur! Tarihin  tüm arka sokaklarında, bir kesim  birilerini kötülüyor ve  bir grupta  yine o birilerini  kutsuyorsa, biliniz ki orada mutlaka Siyonizmin  tüm büyük hesap, büyük oyun, büyük bir plan ve ayak oyunları  vardır! Devlet adamı da beşerdir ve hata yapabilir!  İnsanoğlu hatadan münezzeh değildir! Devlet adamının  hatasız  olduğunu iddia etmek  ve kutsamaya kalkmak  ne garip bir  iştir! Bugün,  bu topraklarda bin yıldır birlikte yaşamakta olduğumuz seksen milyon aynı duygu ve düşüncelerle,  ateş çemberine dönem sınırlarımız ve dört etrafımızı çevreleyen denizlerdeki yangından kurtulamayız! Kimse aziz ve kutsal değildir! Kimse de hatasız ve günahsız değildir! Türk Devleti ebed müddet devam ülküsü, ideali ve 2023, 2053 ve 2071  vizyon ve hedefleri doğrultusunda çalışan ve emek sarf eden  bu vatanın her bir evladı  vatanperverdir! Gerisi laf-ü güzaftır! 

Türkler ve Maturidi İslam Anlayışı!..

Günümüzde bazı olaylar ve gelişmeler karşısında,  karşımızdaki kişiyi çok kolay bir şekilde dinden çıktığını ya da dinsizlikle itham etmekteyiz! Neden? İnsan ve Müslüman olarak bu vebali taşıyabilir miyiz?! İnsanların günahını gördük fakat tövbesine de mi ortak oluyoruz! Nereden  biliyoruz?! Karanlık gecede, kara taşın üstündeki kara karıncanın hareket ettiğini gören ve duyan Yüce Allah, tövbeleri de çokça kabul edendir!

Bin yıllardır birlikte bu topraklarda et ve tırnak olarak yaşamakta olan insanlar, dini veya siyasi bir konudaki eylem veya görüşten kaynaklı olarak birbirlerini neden inkar, tekfir ve küfür yolunu tercih etmektedir? Bu anlayış bize nereden gelmiştir?

Yirmi dört milyon kilometrekarelik  gönül coğrafyasında Adalet ve Hakkaniyet, mazlumların hamisi  ve hoş görünün de temsilcisi bir milletin torunları olarak neden bu konuma geldik? Kim veya kimler bizleri buralara düşürdü? Hedefleri nedir?

Daha dün diyebileceğimiz yakın bir zaman diliminde, Dünya halklarına her türlü kültür, medeniyet ve insani değerleri öğreten ve yerleşmesine de sebep olan asil Türk milleti bugün ilim ve fen alanında herhangi bir gelişme sağlayamamakta ve Batının üretmiş olduğu  bilimin sadece kullanıcı ve tüketici konumunu da geçememektedir! Neden?

Şimdi tüm bunları neden yazıyorsun diye bir soru ile karşı karşıya kalabilirim! Yani Allah, Peygamber ve Kitap uğrunda bir seçim veya tercih konumunda değiliz! Allah şaşırtmasın!

Allah inanan kullarına her daim neden akletmiyorsunuz ve çok az düşünüyorsunuz şeklinde, ikaz ve uyarılarda bulunmaktadır! Neden? Aynı topraklarda birlikte yaşadığımız, bu vatanı da birlikte savunduğumuz, Çanakkale ve Kurtuluş savaşını da hep birlikte verdiğimiz insanların siyasi görüşleri tabii ki farklılık arz edecektir! Koyun veya Sığır  sürüsü müdür, bu asil millet! Olmadığına göre!

Selçuklular döneminde, Gazali ve diğer Farisi alimlerin etkisi ile birlikte,  Mutezile,  ve İsmailli ve diğer başkaca yeni mezhep ve görüşler zuhur etmeye başlamıştır! Neden? Kim veya hangi güçler buna öncülük etmiştir?! Bu mezhep ve görüşler çok küçük nüans ile birlikte birbirine çok benzemektedir! Bu mezhep ve görüşlerin temel ilkeleri; Büyük günah işleyen kimse iman ile küfür arasındadır!

Tüm bu gruplar siyasal bir topluluktur! İmamlık sıra ile soya geçer, başkasının yönetimi eline alması, yasaya ve inanca aykırıdır! İmamlar yanılmaz, yaptıkları da söyledikleri de doğrudur ve  tartışılmaz! İmamın tüm sözü Kuran’dır ve buyruğu tanrı buyruğudur, gibi..

Mâturîdî, böyle bir dönemde ve bu kadar ağır şartlar altında, kendisini ilme vermiş ve bütün Türk dünyasını etrafında toplayan ve kendi adıyla anılan itikadı bir mezhep kurmuştur! Türklerin  din ve İslam anlayışı, dini düşünce tarihi açısından da yeni bir çığır açmıştır! Çünkü  eserleriyle birlikte, akılcılık ve hoşgörü,  Türk İslam anlayışının  temel taşları olmuştur.

Maturidiliğin hakim olduğu kültür havzasında, bugün dahi eserleri Türk boyları arasında ezbere okunan Ahmet Ye-sevi, Hz. Mevlana, Hacı Bektaşi Veli  ve Yunus Emre gibi büyük Türk mutasavvıflarının yetişmesine, Türk boylarının Hanefi – Mâturîdî din ve İslam  anlayışı etrafında toplanmasına ve büyük Türk devletlerinin kurulmasına da zemin hazırlamıştır!.

Peki, Maturidiliğin temel ilke ve görüşleri nelerdir diye kabaca incelediğimizde! İnanç ilkeleri ve akaid ile ilgili en kapsamlı eseri Kitab üt-Tevhid’dir.  Bu esere göre dinin öğrenilmesinde başvurulacak vasıtalar biri nakil ve  diğeri de  akıldır.

Nakil’den maksat Kur’an ve Sünnet’tir. Matüridî, İslam’ın evrenselliğine zarar vermeyecek biçimde, itici olmaktan çok kucaklayıcı bir yaklaşımla dini anlatır. Bu sebeple Matüridî, dinin özünü ilgilendirmeyen görüş farklılıklarını hoş görür, onların sahiplerini dinden çıkmış olarak görmez!

Akıl, bilgi kaynaklarından biri  ve insana verilmiş ilahi bir emanettir! İnsanlar akılları sayesinde güzellik ve çirkinlikleri tanır, kendi üstünlüklerini de onun sayesinde anlar! Kulun kusur işlemesi aklını kullanmayışı yüzündendir! Allah’ın emirleri aklı olana ve aklını kullanan insanlara hitabendir!

Allah’ın emirlerini anlayacak akıl seviyesine sahip olmayanlar, ilahi emirlerin dışında kalır ve sorumlu olmazlar! İnancın ana ilkelerini ilgilendirmeyen ve esasa müteallik olmayan,  eylem ve ibadet farklılıklarını hoşgörü ile karşılar, kelime-i şehadet getiren ve Kıble’ye yönelen herkesi mümin olarak değerlendirir! Ancak Allah-u Teala Kuran’da, sadece Allah’a ulaşmak isteyenleri de Hak Mümin ve  bu insanların da tevhidi oluşturan takva sahipleri olduğunu,  cennete  de gireceğini  açık bir dille anlatmıştır! Açık bir yalanlama ve  inkarda  bulunmadıkları sürece insanların ibadet ve işlerine karışılmaması gerektiğini savunur! Yani, Matüridi inanç sistematiğinde dinde zorlama yoktur, yaklaşımını esas alır!

Türk kültür havzasında ortaya çıkan ve Türklerin geneli tarafından benimsenen Maturidiliğe,  asil Türk Milleti  mezkur kaideler çerçevesinde daha büyük önem atfetmiştir. Bunun yanı sıra Hanefilik ve Mâturîdîlik Türk dünyası açısından etle kemik gibidir. Her Mâturîdî Hanefî, her Hanefi de Maturididir!

Selçuklu ve  Osmanlının ilk döneminde Türk denilince Mâturîdî ve Hanefi olarak anlaşılıyordu. Ancak Osmanlı döneminde Gazâlî’nin sufilikle ilgili eserleri ve Cumhuriyet döneminde de, bazı grup, kişi, görüş ve eserler, Türkler arasında Hanefi – Mâturîdî kimliğinin zayıflamasında etkili olmuştur. Peki neden? Hatta İlmihal kitapları veya din görevlileri için hazırlanan el kitaplarında “fıkıhta mezhebimiz Hanefilik, itikatta Mâturîdîlik ” şeklinde bir kimlik oluşturulmaya çalışılmıştır.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuyla birlikte, Selçukludan devir alınan geleneğin etkisi, yerli  ve milli  Türk devlet anlayışının sonucu olarak Mâturîdî din ve İslam anlayışı  daha fazla ilgi görmeye başlamasına rağmen, sonraki süreçte, İmamlar yanılmaz, yaptıkları da, söyledikleri doğrudur ve  tartışılmaz,  imamın tüm sözü Kuran’dır ve emirleri de tanrı buyruğudur, görüş ve akımları ön plana çıkmaya başlamıştır! Neden?

Kim veya kimler bu konuda öncülük etmektedir?! Büyük oyun, büyük plan ve büyük hesaplar nelerdir?! Yeni dönem ile birlikte, Türk dünyasında ve özellikle de Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırlarında, Türk Devlet aklı ve kadim devlet geleneğimiz çerçevesinde, 2023 – 2053 ve 2071 vizyon ve hedefleri doğrultusunda,  Maturidi İslam anlayışının tamamen yerleşeceği ve gelişeceği kanaatindeyim!

Müslümanların İktidar ile İmtihanı!.

Ülkemizdeki 31 Mart 2019 mahalli seçimlerinde asil Türk milleti kararını sandıkta vermiş ve demokratik iradesini de izhar etmiş olmasına rağmen bazı büyük şehir ve ilçelerimizdeki tartışmalar ve seçim sonuçlarının bıraktığı tortu halen devam etmektedir! Neden?  AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan seçim gecesinden itibaren yapmış olduğu tüm beyanatlarında, 15 büyük şehir belediyesini kazandıklarını da vurgulamasına rağmen, AK Partinin kurulduğu tarihten bil itibar sırtından geçinen muhafazakar görünümlü bazı tipler ortalığı birbirine katmak için ellerinden ve dillerinden ne gelirse yapmaktadır? Peki neden? Bu tiplerin derdi nedir? Ve bu tipler kime ve nereye çalışmaktadır?!  Bu tiplerin, Türk Devleti ve Türk Milleti gibi bir dertleri de var mıdır? Tabii ki hiç sanmıyorum!  Daha önceki yazılarımızda sürekli olarak vurgulamaya çalıştığımız, Yeni bir Türk Devleti de kuramayacağımıza göre, Türk Devlet Aklı ve iki bin üç yüz yıllık Kadim Türk Devlet geleneği her an devrededir! Tüm bu gelişmeler ve sonuçların Kadim Türk Devlet aklının kontrolü ve denetimindedir, şeklinde düşünüyorum!.  Bu tiplerin sadece bir gayeleri vardır!  AK Parti iktidarları ile başlayan ve devam etmekte olan rant ve hortum düzeninin ila nihai sonsuza kadar sürdürülmesidir! Devlet ve Millet  ne olacak dediğinizi de duyar gibiyim!  Devlet ve Milletin tabii ki canı cehenneme! Adamların kurulu düzeni, rahatı, rant  ve hortumları yeter ki devam etsin!. Ne diyorsunuz?!
 
Muhafazakar camia, 1989 yılındaki yerel seçimler ile devlet,  makam, mevki, iktidar, güç, para, mal ve kadın ile tanışmıştır! Bu tarihten sonraki süreç, devlet kadrolarına yerleşmenin, iktidar, güç, mal ve para ile de daha fazla haşir neşir olmaya başladığımız bir dönem, olarak siyaset ve  sosyal tarihe geçecektir! Muhafazakar camia bu tarihten itibaren, ülkede daha önceden birileri tarafından kurulmuş ve karşı çıkılmış olan getto şehirler ve getto mahalleler kurmaya başlanmıştır! AK Partinin iktidara geldiği tarihten itibaren bu süreç daha büyük  bir ivme kazanmıştır! Neden? Çünkü iktidar, güç ve parayı artık  muhafazakar camia olarak bizler  yönetiyorduk! Peki, muhafazakar camia bu sınavı kazanmış mıdır? Tabii ki hayır! Muhafazakar camia bu süreçteki dünyalık tüm sınavlarda sınıfta kalmıştır! Uzatmadığımız kamu malı kalmamıştır!  Kamu kurumlarına personel alımlarındaki Ehliyet ve Liyakat tarih olmuştur! Adalet dediğinizi de duyar gibiyim! Bizden olanlara dağıtıyoruz ya, daha ne istiyorsunuz! Kamu işlerinde şura ise küçük bir çıkar ve menfaat grubu çerçevesinde yürütülmektedir! Daha ne olsun!. Peki, bu düzen ne zamana ve nereye kadar böylece sürdürülebilir? Elbette ki bir yerde durması, durdurulması ve patlaması da gerekiyordu! Tüm bu süreçte, Kadim Türk Devlet aklı ve devlet geleneğinin her an devrede olduğunu da düşünüyorum!. 31 Mart 2019 mahalli seçimleri bu birikmiş olan tortu ve arızanın  patlamasının da miladı olarak tarihe geçecektir!
 
Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah,  dünyalık makam, mevki, para ve mal gibi nimetler konusunda,  Müslüman ve İman ehline ne gibi uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır! Ve iyi bilin ki mallarınız ve evlatlarınız bir fitneden ibarettir, Allah yanında ise azim ecirler vardır. ( Enfal- 28 ) Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır. ( Teğabün -15 )   Ey İnananlar! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır, (Münafikun – 9) buyurmaktadır!
 
Peki, Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah,  iman ettiğini ve imanı çerçevede yaşadığını da iddia eden biz Müslümanlara, ehliyet, liyakat ve işlerimizi de şura ile nasıl yapmamız konusunda neler emretmektedir! Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla görendir. ( Nisa – 58 ) Ve onlar ki Rableri için davete uymakta ve namazı dürüst kılmaktadırlar.  Allah iman ve itaat için Peygamber tarafından yapılan davete uymaları ve dinin direği olan namazı kılmakla cemaat ve toplumu sağlam tutanların İşleri de aralarında şura’dır. İşleri, buyrukları zorbalıkla değil, aralarında danışıklı, görüşlerine başvurma iledir. ( Şura – 38 ) Sen, o zaman, sırf Allah’ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları sen bağışla, onlar için Allah’tan mağfiret dile. Yapacağın işlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah’a dayan. Muhakkak ki Allah kendine dayanıp güvenenleri sever, ( Ali İmran – 159 ) buyurmaktadır!.
 
Şimdi tüm bu sonuç ve izahat çerçevesinde, Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah Hac suresi 41. Ayeti kerimesinde Müslüman olduğunu da iddia eden günümüz tüm siyasal İslamcı muhafazakar camiaya hitaben; mal, mülk, para, kadın, güç ve iktidar sahiplerinin nasıl bir davranışta bulunmaları gerektiği konusundaki uyarı ve ikazlarına bakalım! Onlar ki, eğer onları yeryüzünde yerleştirirsek, bir makam ve bir iktidara getirirsek,  namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, maruf ile emrederler, münkirden nehy ederler ve bütün işlerinin akıbeti ise Allah Teala’ya aittir, buyurmaktadır! Peki şimdi yeniden ve tekrardan bir kez daha soralım! Allah aşkına muhafazakar camia olarak neyin muhafazakarıyız?! Neyi ve neleri  muhafaza ediyoruz?!. 

Yeni Bir Dönem Başlıyor!..

31 Mart 2019 mahalli seçim sonuçlarının  öncelikle Türk Milleti ve Türk Devleti, gözü ve gönlü burada olan tüm mazlum coğrafyalar, şehirlerimiz, ilçelerimiz ve mahallelerimize hayırlı olmasını,  başkan seçilen adayların da bulundukları beldelerde  hayırlı hizmetlerde bulunabilmeyi, beş senelik hizmet dönemlerinde de  vatandaşlarımızın  gönüllerine girmeyi ve  gök kubbede  hoş bir seda bırakabilmelerini dilerim. Şimdi diyeceksiniz ki; Amma da çok şey talep ediyorsun, seçilen  belediye başkanlardan, dediğinizi de duyar gibiyim! Başkan seçilmek sadece mal,  mülk, para yığmak, zevk-ü sefa peşine düşmek  ve makam  koltuğuna gömülmek, vatandaşa tepeden bakmak, vatandaşa eziyet etmek ya da vatandaşın işlerine zorluk çıkarmak için talep edilmiyor, herhalde! Bunları yapan başkanlar bir sonraki dönem zaten normal olarak  oyun dışına atılmaktadır!  Tabii ki  başkan; bölgesindeki vatandaşlarımızın  hayatını kolaylaştırmak için yer altı ve yer üstü hizmetlerde bulunmayı, tüm  işlerini de kanun ve kurallara uygun bir çerçevede çözüme kavuşturmak demektir!  Bir insan, başkaca ne için başkan olmayı talep edebilir ki?! Şehrin emini olabilmek ve uzun yıllar  hayırla yad edilebilmek! İnsan daha ne isteyebilir ki?!
 
31 Mart mahalli seçimleri bitti! Vatandaşlarımız kararını verdi! Seçim hakkında bazı bölgeler ve şehirlerimizle ilgili olarak vatandaşlarımızda çok kolay olmayan bir kabul ortaya çıkmış olsa da, sonuçlar meydandadır! AK Parti bazı bölge ve şehirlerimizde vatandaşlarımız tarafından  siyasi olarak kırmızı kart ile cezalandırılmıştır! Bazı şehirlerde ve ilçelerimizde  AK Parti  siyaseten oyun dışına atılmıştır! Tabii ki bu durum insani olarak  da  kabulü  kolay olmayan ve çok zor bir durumdur! Demokrasinin güzelliği de burada değil midir? Vatandaşlarımız, bir önceki seçim döneminde oy verdiği, desteklediği ve seçmiş olduğu bir parti veya  adayı,  yeni dönemdeki  seçimde  beğenmediğini de siyaseten oyun dışına atarak göstermektedir! Vatandaşımızın bu feraseti ve idrakine de tabii ki saygı duymak gerekir! Vatandaşlarımız,  bölgelerindeki  bir  partinin meclis üyesine oy verirken,  aynı partinin başkan adayını tercih etmemektedir! Neden acaba? Siyaset mühendislerinin üzerinde çokça durması gereken ve üniversitelerimizde de  case niteliğinde okutulması gerekir, diye düşünüyorum!
 
31 Mart mahalli seçimlerinden birkaç gün önce köşe yazımızdaki vurgularımıza kabaca bir bakalım! Türkiye’de her seçim biraz hengameli geçer! Her seçimde olduğu gibi 31 Mart mahalli seçimlerindeki seçim meydanlarında kırgınlık, yorgunluk ve iletişim kazalarının da bolca yaşandığı bir dönem olarak siyaset tarihimizde yerini alacaktır! Siyasal iletişim ve propaganda teknikleri açısından söylenmemesi gereken sözler ve ifadelere de şahit olduk! Neden? Bazı ifadeler karşısında neredeyse küçük dilimizi yutacak noktaya geldik! Nasıl olabilir? Böyle bir ifadeyi  veya iletişim kazasını bir siyasi parti mensubu veya aday, nasıl ve neden kullanabilir, dedik?! Tabii ki tüm bu  yaşadıklarımızın bir arka planı ve açıklamasının da olması gerekir? Türk Devlet Aklı ve iki bin üç yüz yıllık kadim devlet  geleneği doğrultusunda, seçim  meydanlarındaki olaylar, ifadeler ve tüm  gelişmelere  baktığımızda, bu sözler, bu  ifadeler ve iletişim kazalarını da değerlendirdiğimizde, öylesine sehven yapılan bir konuşma veya  hata olarak bakamayız! Peki, nasıl bakmalıyız?  Ülkemizdeki  16 Nisan Anayasa değişiklik referandum süreci ile başlayan ve Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminin de olmaz ise olmazı, iki partili sistemin tam olarak oturması ve yerleşmesi için, kadim devlet aklının denetim ve kontrolünde bilinçli bir şekilde yapılmakta olan ‘Seçmen ve Oy konsolide’  teknikleri olarak düşünüyorum, şeklinde bir değerlendirmede bulunmuştum!
 
Hulagu, Moğol İmparatorluğunun kurucusu Cengiz Han’ın torunu, İlhanlı Devletinin kurucusu Mengü Kağan’ın da kardeşidir. Hulagu 1258 tarihinde Bağdat’a girerek Abbasi Halifesi Mutasım’ı keçeye sarıp Moğol atlarının ayakları altında ezdirerek öldürtür. Şehirde katliamlara başlar ve şehri yağmalar. Kadın, yaşlı, çocuk ve hamile demeden bazı kaynaklara göre iki yüz bin, bazılarına göre de  dört yüz bin insanı katleder. Sadece bir ülkenin, bir  devletin,  bir milletin  ve toprakların  neden böyle bir istila, katliam ve sonuç  ile karşı karşıya kaldığını idrak edebilmek için zalim komutan Hulagu ile Kadı han  arasında geçen konuşma ise çok manidardır! Hulagu karşısına gelen Kadı han isimli kişiye;  Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir, diye sorar. Kadı han, Hulagu’ya;  Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetini bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki ve  mal mülk peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Cenabı  Hak bize verdiği nimetleri de almak üzere seni gönderdi, der.
 
1989 yerel seçimleri ile başlayan hizmet belediyeciliği, 1994 yerel seçimlerinde bu hizmet kervanına  İstanbul ve Ankara gibi metropol şehirlerin de  dahil olması ile tüm Türkiye’ye yayılmış ve 2002 genel seçimlerinde de Türkiye Cumhuriyetinin yönetim kademesine bu mantık,  bu düşünce,  bu görüş  ve bu hizmet anlayışı konuşlanmıştır! 16 Nisan tarihindeki Anayasa değişiklik referandum süreci ile başlayan, 15 Temmuz hain darbe  ve işgal kalkışması akabinde ki Yeni Kapı ruhu ile de perçinlenen ve 24 Haziran 2018  tarihindeki Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi seçimleri ile Türk Devlet yönetimi yeni bir döneme, yeni  bir sisteme ve yeni bir viraja girmiştir! Siyasi parti hayatımızda artık iki partili sistem adım adım oturmaktadır! 31 Mart 2019 mahalli seçim sonuçları da bize şunu göstermekte ve işaret etmektedir ki; Kadim Türk devlet aklı ve  devleti ebed müddet vizyonu, şuuru ve ülküsü çerçevesinde, iki bin üç yüz yıllık kadim devlet geleneği Türkiye Cumhuriyeti Devlet yönetim sistemine el koymuş, devletin yönetim kademesi ve kadrolarında  artık yeni bir ‘MİLAT ve DÖNEM’ başlamaktadır, şeklinde düşünüyorum! Buradan kesinlikle geriye bir dönüş de olmayacaktır! 

Dünle Beraber Gitti, Ne Kadar Söz Varsa, DÜNE AİT!..

31 Mart mahalli seçimler için oy verme işlemi biz bu satırları karalamaya başladığımızda bitmek üzereydi! Seçim takviminin açıklanması ve adayların da kamuoyu ile paylaşılması akabinde seçim çalışmaları da başlamış oldu.  Seçime katılan tüm parti teşkilatları, adaylar ve vatandaşlarımız seçim döneminde gerçekten çok yoruldular!  Seçime iki gün kala yapılan bir basın toplantısı münasebeti ile teşkilat mensubu dostlarla ayak üstü sohbetimizde enerji olarak tükenmek üzere olduklarını da ifade etmişlerdi. Yani seçimler bir hafta veya bir ay ertelendi diye  ‘Bir Nisan’  şakasını dahi kaldıramayacak ve isyan noktasına gelmiş bulunan teşkilat mensubu dostlarımız bulunuyordu! Tabii ki kolay değil! Seçimler tamamen insanüstü bir gayret ve çalışma gerektiriyor! Dostlar ile sohbetlerimizde, Cumhurbaşkanımız ve AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bir günde iki veya üç ilde yapmış oldukları meydan toplantılarını, seçim meydanlarındaki performansını ve enerjisini vurgular, takdir ve hayretler içinde bu durumu ifade ediyoruz!   Elbette ki seçimler çok yorucudur! Elbette ki seçimler insan üstü bir gayret ve çalışma gerektirir!  Teşkilat mensuplarının Konya gibi illerde aynı gün içinde birkaç ilçemizde bulunmaları da gerekmektedir! Seçim döneminde tüm bu gayret ve çalışmaları yapan teşkilat mensupları dostlar ve arkadaşlarımıza da teşekkürlerimi hassaten ifade etmek isterim! Seçim sürecinde başkan adayları ve teşkilat mensuplarının vatandaşlarımız ile görüşmek ve tokalaşmak yarışına girdiklerini unutmamalarını, seçim sonuçları açıklanıp ve mazbatayı aldıktan da sonra başkan olunca vatandaştan kaçmamalarını, telefon numaralarını değiştirmemelerini ve seçim meydanlarında olduğu gibi vatandaşa verdikleri sözleri de tutmalarını tavsiye ederim! Makamlar kimseye baki değildir! Tüm mesele gök kubbede hoş bir seda bırakabilmektir! Beş yıl çok uzun bir zaman dilimi değildir! Göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçer, bizden hatırlatması!

Artık seçimler bitti! Seçime dair tüm sözler meydanlarda söylendi ve bitti, sandıklar kapandı ve oylar sayılmaya başlandı! Ve bugün sabah itibari ile seçim sonuçları ülke genelinde tamamen netleşmeye başladı! 31 Mart mahalli seçimlerinde seçime giren tüm partiler ve adaylar, seçim meydanı ve sosyal medya üzerinden seçmeni ikna edebilmek ve oylarını da alabilmek için söyleyecekleri her şeyi söylediler. Akabinde de dün saat 17.00 itibari ile de seçmen kararını vermiş ve son sözünü de söylemiştir. Peki, bu saatten sonra ne yapmalıdır? Seçmen, 31 Mart mahalli seçimlerinde kararını verdiğine ve tercihini de yaptığına, bu kararı da ilgili ilgisiz herkes öğrendiği ve kabul ettiğine göre, seçim kampanyası dönemi ve meydanlarda söylenenler artık dünde kalmıştır! Seçim meydanlarındaki ifadelere, sözlere ve konuşmalara bugün için takılıp kalmanın kimseye ve özellikle de bu ülkeye hiçbir faydası olmayacaktır! Şimdi, Türk Devleti ve Türk Milleti için seksen milyon tüm farklılıklarımızla yeni şeyler söylemenin, devleti ebed müddet ve 2023, 2053 ve 2071 vizyon, hedef, ülkü ve ideal yolunda daha güzel şeyler söylemenin, daha çok çalışmanın ve yapmanın tam zamanıdır, diye düşünüyorum!

17 Nisan Anayasa referandum süreci ile başlayan, 24 Haziran 2018 genel seçim sonuçlarının akabinde de 9 Temmuz tarihindeki Cumhurbaşkanımızın yemin etmesi ve Cumhurbaşkanı Hükumetinin de açıklaması ile birlikte Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi tam olarak ülkemizde yürürlüğe girmiştir. Peki, Türk devlet yönetim sistemi olarak neden bu konuma gelmiştir? Parlamenter sistem neden terk edilmek zorunda kalınmıştır? Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasından sonraki süreç ve çok partili hayata geçilmesi ile birlikte,  ülke yönetim sistemindeki açıklardan kaynaklı olarak, her on yılda bir inkıta, darbe ve muhtıralar süreci ile karşı karşıya kalmıştır!  Böyle gelmiş böyle de devam etmeli miydik? Yoksa yeni bir yol açmalı ve yeni bir yol bulmalı mıydık?  Ya da bize biçilen dar elbisenin içinde patlamalı mıydık? Hangisi?! Tabii ki kadim Türk devlet aklı ve devlet geleneği bize yeni bir yol bulmayı önermektedir! 16 Türk Devleti de bu akıl ile kurulmuştur!  Başka bir Türk Devletini yeniden kuramayacağımıza göre! 15 Temmuz 2016 tarihindeki hain darbe ve işgal kalkışması Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemine geçiş sürecine aciliyet ve ivedilik kazandırmıştır! 31 Mart 2019 mahalli seçimler bittiğine, meydanlardaki tüm sözler de orada kaldığına ve seçmen de demokratik kararını verdiğine göre, seçmenin kararına tüm taraflar saygı duyulmalı ve artık ülkemizin birlik, beraberlik ve kalkınması için hep birlikte daha çok çalışılmalıdır! Sınırlarımız bölgesinde kukla devletçik kurmaya çalışan emperyalist ve küresel güçlere tokat gibi bir milli birlik ve beraberlik cevabı verilmelidir! Sınırlarımızda yapılan tüm yığınaklara karşı seksen milyon tek yürek ve tek ses olduğumuz ve yüz yıl öncesinde olduğu gibi,  Kuvayi milliye ve Çanakkale ruhumuzun yeniden neşvünema bulduğu tüm kürsel emperyalist güçler ve işbirlikçilerine gür bir seda hatırlatılmalıdır! Peki, Akdeniz ve Karadeniz’de dönen hesaplar, planlar, dolaplar ve olaylara neler demeli? Tabii ki tüm bunlara tek yürek  ve tek ses cevap verebilmek için seksen milyon artık bir ve beraber olmalıyız! Başkaca bir tercih ve seçimimiz de yoktur!

Hz. Mevlana sekiz asır önce ne güzel ifade buyurmuş!

Her gün bir yerden göçmek ne iyi! Her gün bir yere konmak ne güzel!
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş! Dünle beraber gitti cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım!

Söz ve Karar, Artık, Seçmenin!

31 Mart mahalli seçimlerine iki gün kaldı. Seçime girecek olan parti  başkanları, teşkilat mensupları ve adaylar, seçim meydanları, basın  ve sosyal medya üzerinden müşteriyi yani seçmeni  etkilemek, ikna etmek ve oylarını da alabilmek  için  söylenmesi gereken tüm sözlerini söyledi ve  bitti! YSK tarafından kendilerine tanınan süre doldu!  Söz ve  karar artık seçmen ve yüce Türk Milletinin! 31 Mart mahalli seçim sonuçlarının ülkemiz, bölgemiz, mazlum milletler, parti teşkilat mensupları ve seçimi kazanan tüm aday ve başkanlara da şimdiden hayırlı olmasını dilerim.
 
Türkiye’de her seçim biraz hengameli geçer! Her seçimde olduğu gibi 31 Mart mahalli seçimlerindeki seçim meydanlarında kırgınlık, yorgunluk ve iletişim kazalarının da bolca yaşandığı bir dönem olarak siyaset tarihimizde yerini alacaktır! Siyasal iletişim ve propaganda teknikleri açısından söylenmemesi gereken sözcükler ve ifadelere de şahit olduk! Neden? Bazı ifadeler karşısında neredeyse küçük dilimizi yutacak noktaya geldik! Nasıl olabilir? Böyle bir ifadeyi  veya iletişim kazasını parti mensubu veya aday, nasıl ve neden kullanabilir, dedik?! Tabii ki tüm bu  yaşadıklarımızın bir arka planı ve açıklamasının da olması gerekir? Türk Devlet Aklı ve iki bin üç yüz yıllık kadim devlet  gelenek tecrübesi doğrultusunda, seçim  meydanlarındaki olaylar, ifadeler ve tüm  gelişmelere  baktığımızda, bu sözler, ifadeler ve iletişim kazalarını da değerlendirdiğimizde, öylesine sehven yapılan bir konuşma veya  hata olarak bakamayız! Ülkemizde 17 Nisan Anayasa değişiklik referandum süreci ile başlayan Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminin de olmaz ise olmazı, iki partili sistemin tam olarak oturması ve yerleşmesi için, bilinçli bir şekilde yapılmakta olan seçmen ve oy konsolidasyon teknikleri olarak değerlendiriyorum!
 
Peki siyasal iletişim nedir? Siyasal iletişim teknikleri nelerdir? Siyasal iletişimi siyasal arenada birbirini anlama ve anlatma biçimi, olarak kabaca ifade edebiliriz! Siyasal iletişim, inandırmak, ikna etmek, yönlendirmek, bilgilendirmek, kumanda etmek, görüşmek ve tüketmek gibi değişik siyasal önerilere ulaşır. Bir siyasal görüş ya da organın, etkinlikte bulunduğu siyasal sistem içinde kamuoyu güvenini ve desteğini sağlamak, dolayısıyla iktidar olabilmek için zaman ve konjonktürün gereklerine göre reklam, propaganda ve halkla ilişkiler tekniklerinden yararlanarak sürekli bir biçimde gerçekleştirdiği tek veya çift yönlü iletişim çabasıdır. Siyaseti, toplumun farklı kesimleri ve güç odaklarının ortak bir zeminde uzlaştırılması olarak tanımladığımızda, iletişim de ortak semboller üzerinden bir uzlaşı  oluşturma sanatı ve bunlar üzerinde tartışarak bir anlaşmaya varma süreci, şeklinde açıklayabiliriz. Siyasal pazarlama; pazarlama yönetim sürecinde ve pazarlama karması kararlarında önemli bir değişken olan tüketici, burada seçmen olarak değerlendirilmektedir. Ticari alanda tüketicinin sahip olduğu rol aynı biçimde seçmen için de geçerlidir. Parti, program ve lider olarak nitelenen siyasal ürünün tasarlanması, pazar koşulları ve beklentilerinin, pazar boşluklarının da iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Seçmenlerin beklentilerini doğru ve net bir şekilde belirleyemeyen siyasal parti ve liderler, seçmenleri ile doğru bir pazarlama iletişimi de kuramayacakları için seçim kazanamayacak ve iktidar da olamayacaktır! Seçimlerin kuralı da budur! Bu kurala seçimlere katılan herkes demokrasinin gereği olarak da uyacak ve kabul edecektir!
 
31 Mart mahalli seçimlerinde diğer seçimlerde olduğu gibi  sokaklardaki seçim araçlarının gürültüsü, seçim afiş ve  broşür kirliliğine şahit olmadık! Böyle bir karar ve uygulamayı yürürlüğe  koyan tüm yetkililere de buradan teşekkürlerimi sunarım! Bu seçimde adaylar daha çok sosyal medya ve diğer iletişim teknikleri üzerinden seçmen ile buluşmaya çalıştılar! AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, gençlere hitaben QR kodlu bir seçim manifestosu da göndermiştir! Daha doğrusu adaylar seçmene dokunmak için her yolu denediler! Seçmen ve hedef kitlesine dokunamayan ve seçmen tarafından kabul görmeyeceği için oy da vermeyecektir! Dünyadaki tüm seçimleri incelediğimizde aynı iletişim teknikleri  ve siyasal pazarlama yöntemleri karşımıza çıkmaktadır!
 

Ülkemizdeki 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması, daha önceden yaşanmış olan darbeler, muhtıra ve post-modern darbe  tecrübeleri doğrultusunda, Türk Devleti olarak belediye başkanlıkları ve tüm yönetim kademelerinde, yeni bir sistem ve karar almak için çalışmalar yürütülmektedir. Bunlardan  yürürlüğe giren; 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 47. maddesindeki düzenleme; Görevleriyle ilgili bir suç nedeniyle haklarında soruşturma veya kavuşturma açılan belediye organları, buradan maksat otuz büyük şehir belediye başkan ve bu organların üyeleri, kesin hükme kadar İçişleri Bakanı tarafından görevden uzaklaştırılabilir, hükmünü taşıyordu. Yani Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi ve Cumhurbaşkanı kararnamesi ile, İçişleri Bakanı yerine Cumhurbaşkanı tarafından otuz büyük şehir belediye başkanı görevden uzaklaştırılabilir, ibaresi yer almaktadır. Peki, bu ve benzeri karar ve uygulamalar neden alınmaktadır? Devletin şahıslar ile bir dedi mi vardır? Devlet dediğiniz kurum kişilerle uğraşır mı? Tabii ki hayır! Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi ile birlikte, Türkiye Cumhuriyeti Devletinden başka  yeni bir devlet kuramayacağımıza göre ve Türk Devleti ebed müddet ülküsü, ideali ve ulusal güvenliğimiz çerçevesindeki yeni sistem ile birlikte, bu topraklarda darbe ve benzeri bir kalkışmanın bir daha yaşanmaması adına, devlet tüm açıklarını kapatacak ve emniyet supaplarını da bir bir devreye alacak ve almalıdır! Peki, daha ne olmasını bekliyorduk?!