Konya Valilik Hükümet Konağı; Nereye ve Ne Zaman Taşınacak?

Geçtiğimiz günlerde, ülkemizde SEKSEN BİR Vilayet, her vilayetin bir Valisi ve Valilik Makamının bulunduğu Hükümet Konağı olduğunu, ifade eden bir yazı kale almıştım!

Peki, Türkiye’de, Seksen bir Vilayet olmasına rağmen Valilik Hükümet Konağı olmayan İl var mıdır?

Peki, Türkiye’de, Seksen bir ilde, Valilik Hükümet Konağı ve Otuz Büyük Şehir Belediyesinden Başkanlık Makamı ve Hizmet binası olmayan Büyük Şehir var mıdır? Böyle bir soru mu olur dediğinizi de, duyar gibiyim!

Konya Valilik Hükümet Konağının bir yıl kadar önce, ihalesi yapılmak suretiyle,  TADİLAT işleri başlamıştır! Daha sonra TADİLAT, Tarihi binanın RESTORASYONU olarak değiştirilmiş ve süreç biraz daha uzamıştır!

Mevlana Haftası münasebeti ile Çadır etkinliklerinde,  Konya Valisi Sayın İbrahim Akın ile bir sohbetimiz olmuştur! Valilik hizmet birimlerinin farklı yerde olmasından kaynaklı; Konya Valilik Hükümet Konağında ki Restorasyon işlerinin 2025 yılının Ağustos ayı sonuna kadar süreceği bilgisini aldıklarını fakat 2025 yılı Nisan Ayının sonuna yetiştirilmesi konusunda, yakından takip edeceklerini ifade etmiştir!

Peki, geldiğimiz noktada, bugün itibari ile Konya Valilik Hükümet Konağında ki; Tarihi binanın Restorasyon süreci ve Valilik Hizmet birimlerinin taşınma süreci, ne durumdadır?

Almış olduğumuz kulis çerçevesinde, Konya Valilik Hükümet Konağının Yerel Yönetimlere devir edildiği ve KENT MÜZESİ olması konusunda çalışmalar yürütülmekte olduğu bilgisine ulaştık!

Konya Valilik Hizmet birimlerinde çalışanlar ise İller Bankasının eski binasında çalışmalarına devam ettiklerini fakat binanın depreme dayanıklılık raporu olmadığından kaynaklı,  tedirgin oldukları da, ifade edilmektedir!

Konya Valilik birimlerindeki tüm çalışanlar, Tarihi Hükümet Konağındaki Restorasyon sürecinin bitmesi akabinde, hizmetlerin aksamadan devam edebilmesi adına, binaya taşınacakları günü dört gözle bekledikleri de, ifade edilmektedir!

Tarihi Konya Valilik Hükümet Konağında ki Restorasyon akabinde, Kent Müzesi olması konusundaki çalışmalar ve Konya Valilik Hükümet Konağının nereye ve ne zaman yapılacağı ve taşınacağı da, kulislerde konuşulmaktadır!

Almış olduğumuz kulis bilgilerine göre; Eski Sanayi esnafının Aslım caddesine taşınması akabinde, arsa sahipleri ile yapılacak görüşmeler ve anlaşma çerçevesinde, Konya Valilik Hükümet Konağının dört veya beş yıl içinde, bu bölgeye, yerel yönetim tarafından,  yapılabileceği de, ifade edilmektedir! Tabii ki Tasarruf Tedbirlerine takılmaz ise!

Peki, Konya Valilik Hükümet Konağının mevcut durumu böyle iken, Konya Büyük Şehir Belediyesinin merkez hizmet binası ne konumdadır!

Konya Büyük Şehir Belediyesi de, SGK eski binasında hizmetlerine davam etmektedir! Fakat bu binanın da, Deprem Raporu konusundan kaynaklı, çalışanların tedirgin bir durumda olduğu da,  ifade edilmektedir!

Peki,  Konyalı vatandaşların hizmet görmesi için şu anda acil ve ivedi olarak, bir KENT MÜZESİNE mi ihtiyacı vardır?

Yoksa Konya Valilik Hükümet Konağı ve Konya Büyük Şehir Belediyesi tüm hizmet birimlerinin bir arada bulunduğu, Merkez bir BİNAYA mı ihtiyacı vardır?

Konya Valilik Hükümet Konağı ve Konya Büyük Şehir Beleyesi Merkez hizmet binalarının, Kadim Başkent Konya’nın Ruhuna yakışır; Osmanlı ve Selçuklu medeniyetini temsil eden bir bina olması ve en kısa zamanda, Konyalıların hizmetine açılması dileklerimizle!

SGK ve BAĞKUR Emeklileri;  YAŞAMASIN!

4 Mart 2017 tarihinde, Emeklilikte Yaşa Takılanlar; Yaşamasın, temalı bir köşe yazısı kaleme almıştım!

1 -)  https://ahmetunver.com.tr/2017/03/04/emeklilikte-yasa-takilanlar-yasamasin/

Peki, 2024 yılının EMEKLİLER YILI olarak ilan edilmesinden kaynaklı, emekli vatandaşlarımızın gelirleri, hayat standartları ve geleceğe matuf, hayata bakışlarında olumlu bir gelişmeye şahit olan var mıdır?

TÜİK tarafından açıklanan enflasyon rakamlarına istinaden Emeklilere yapılan zam oranları,  Emekliler HİÇ Yaşamasın, diyesi geliyor! Sanki bu ülkede, özellikle de, 55 yaşın üzerindeki SSK ve BAĞKUR Emeklilerinin emekli maaşları ile insanca yaşamaya hakkı yokmuş gibi bir durum sezilmektedir! Neden acaba?

Ülkemizde, şu anda en büyük sorun nedir sorusuna verilecek cevap! TÜİK tarafından açıklanan enflasyon rakamlarına göre, EMEKLİ ve ÇALIŞANLARA yapılan zam oranlarının belirlenmesi akabinde, maaş zamları bahane açgözlülük şahane şeklinde her şeye ve özellikle de GIDA ürünlerine YAĞMUR gibi ZAM gelmesidir!

Ülke, bir an önce ZAM sarmalından kurtulmalı! Fiyatlar sabitlenmeli! Özellikle de GIDA ve BARINMA KRİZİNE bir çözüm üretilmeli! Aksi halde gidişat çok da iyi değildir!

Mademki SGK ve BAĞKUR emeklilerine, insanca yaşamak için yeterli bir maaş bağlanamayacağına göre, ya emeklilik sistemi iyileştirilmeli ya da tamamen kapatılmalı!

Bundan 3 -5 sene öncesine kadar, asgari ücretin yarısı ile kirada oturabilen bir vatandaş artık asgari ücret kadar bir fiyata dahi kiralık ev bulamamaktadır!

Peki, evi olmayan ve kirada oturmakta olan emekli bir vatandaşın durumunu – yaşadıklarını ve duygularını,  ballı maaş alan arkadaşlar EMPATİ yapabilir mi?

Peki, Emeklileri; Açlık ve Yoksulluk ile baş başa bırakanlara neler demeli? Emeklilerin haysiyeti ile oynanmasına neler demeli?

Her çalışan bireyin umudu erken denecek bir yaşta emekli olmaktır! Erken derken, Kamu kurumlarında, 65 – 72 yaş aralığından dem vurmadığımı da, ifade etmek isterim!

Bazı Kamu kurumlarında emeklilik yaşı neden 72 olarak kabul edilmektedir? Peki, 65 yaşına kadar bekleyenlere neler demeli? Çalıştığı kurumda bilgisayarın ENTER tuşuna dahi basamayanlar sadece emeklilik için 65 yaşını doldurmayı beklemek suretiyle BALLI MAAŞ almaya devam etmektedir? Neden acaba?

Mademki ülkenin mali bütçesi erken emekliler konusunda açık veriyor,  neden bir sınırlama getirilmedi?

Emeklilik konusunda, 50 – 55 yaşını bekleyen vatandaşlara rağmen erken emeklilik uygulaması ile 40 yaşında emekliliği dolan Üç milyona yakın bir kitleye neden bir sınırlama getirilmedi?

Üç Milyona yakın Erken Emekli olan vatandaşlara ödenecek maaşlar, bir sınırlama getirilmiş olsa,  gününde  emekli olan vatandaşlarımızın emekli maaşları yaşam standartlarına bir iyileşme sağlanabilirdi!

Peki, iki yıl milletvekili olmak suretiyle emeklilik hakkı kazanan süper emeklilik ile ballı maaş alan ve bir eli yağda bir eli balda yaşayan kitleye neler demeli?

Hem milletvekili ve hem de emekli milletvekili, hem bakan ve hem de milletvekili emekli maaşı ödemesi olan vatandaşın hali pür melalinden bihaber kitleye neler demeli?

Peki, Ballı maaş ve ayrıcalıklı emekli maaş uygulamalarının olduğu bir başka ülke var mıdır?

Nomenklatura: Sovyetlerde ayrıcaklı zümreye verilen bir isim!  

Peki,  ülkemizde, BALLI MAAŞ alan ayrıcalıklı zümreye ne gibi bir kavram geliştirmeli?  Vatandaş, ekmek bulamaz ve barınma sorunları yaşarken, bu tiplere neler neler demeli?

2025 yılı da, Cumhurbaşkanlığı Bakanlar Kurulu tarafından AİLE YILI ilan edilmiştir!

BASIN  (Başın) ÖNE Eğilmesin! 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü!

Belediyeler, Gazeteciler Cemiyeti ve Siyasî partiler farklı etkinlikler ile 10 Ocak Çalışan Gazeteciler gününü kutlamaktadır!   

Çalışan, çalışmayan, çalışamayan, çalıştırılmayan, çalışsa da mesleğini yapamayan, yazı dahi yazdırılmayan, özgürce yazı yazabilen, oto sansüre mahkûm olan, patron baskısı gören, üç kuruşa evine HELAL ekmek götürmeye çalışan gazeteci dostlar, sizin de, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Gününüz kutlu olsun!

Gazetecilik, bu devirde gerçekten çok zor bir meslek! Teknik olarak kolaylıklarına rağmen HAK – HAKİKAT – ADALET ve DOĞRULARIN peşinde koşmak ve sadece Doğruları kaleme almak çok zordur! 

Peki, Devlet – Millet adına, HAK – HAKİKAT – ADALET ve Doğruların peşinde koşarken ve kaleme alırken, doğal olarak birilerinin de kuyruğuna basacaksınız! HAK – HAKİKAT – ADALET ve Doğruları yazarken kuyruğuna bastığınız kişi ya da kişilerin doğal olarak ağzından SES gelecektir!

Devlet ve Millet adına, HAK – HAKİKAT – ADALET ve Doğruların peşinde koşarken de yazarken de,  muhalif olarak ifade edilecek ve birileri tarafından sevilmeyeceksiniz!  

Gazeteci; hiçbir zaman kalemini bir silah gibi kullanmayan ve kalemi de kendisi de satın alınamayan bir değeri olmalı!

  • Peki, Gazetecilik mesleğine, geçiyordum şeklinde hasbelkader giren ve meslek nam altında; ŞANTAJ, TEHDİT ve her türlü PİSLİĞİ yapanlar, kamu mesleği olan gazeteciliği,  dürüst bir şekilde icra eden, onurlu kişilere çamur atmak veya sektörde yok saymak için her yolu denemektedir? Neden acaba?

Cibilliyeti bozuk sanrılı tipler, gazetecilik mesleğini, yasal çerçevede ve onuru ile yapan bireylerden,  hem rahatsız olmakta ve hem de kendileri,  alan daralması yaşadıkları için cibilliyetlerinin gereği olarak, insanlık dışı her yolu denemektedir! Acaba neden?

Gazeteci, kamu kurumlarına kamuoyu adına soru sorandır!  Gazeteci, soruların yanıtını bulandır! Gazeteci, merak uyandırandır! Gazeteci, aktardığı bilgilerle kamuoyu oluşturandır! Olanı yazan, gerisine karışmayandır!

Gazeteci, araç değil, aracıdır! Gazeteci, taraf tutmayandır! Gazeteci, halktan ve hakikatten yana taraf olandır! Toplumsal ve siyasal sorumluk gereği, hakikatleri ortaya çıkarandır! Gazeteci, vatanına, milletine, devletine, bayrağına bağlı olandır! 

Gazeteci; vatanı ve devletine bağlı, hak ve hakikat aşığı,  gazetecilik nam altında başkaca işler çevirmeyen,  bir başka ülke veya ülkelerin istihbarat örgütlerine HİZMETÇİ  – UŞAK ve ülkesini de, ÜÇ KURUŞA ya da bir AFERİNE  SATAN kişi değildir!

Peki, geçiyordum veya hasbelkader gazeteci olduğunu ve sektöre kendilerince yön verdiğini zanneden, kerameti kendilerinden menkul sanrılı ve sancılı tiplere sormak gerekir? Barmenden gazeteci olur mu? Pavyoncudan gazeteci olur mu?  Şantajcıdan gazeteci olur mu? Tehditkârdan gazeteci olur mu? Taklacı ve Torbacıdan gazeteci olur mu?

Ya da ülkesini, yabancı istihbarat örgütlerine gammazlayan, satan ve UŞAKLIK edenlerden gazeteci olur mu? Meslek kimliği altında yasal olmayan tehdit, şantaj ve her türlü pisliği yapan sanrılı tiplerden gazeteci olur mu? 

  • Bir Gazeteci – Köşe Yazarı ve İletişim Fakültesi Mezunu olarak, sadece soruyorum!

Gazetecilik gibi bir kamu mesleğini; yasal ve etik ilkeler çerçevesinde ve kimseden talimat almayan, mektepli ve alaylı ayrımı yapmadan,  ruhunu ve kalemini satmayan,  yan yollara sapmayan, hak ve hakikat aşığı, bir yerlere de uşaklık yapmayan ve sadece gazetecilik maaşı ile geçinen,  sektörde ki tüm kahramanları, takdir ve tebrik ederim!

Küresel iki EKOL ve Yeni bir DENGE Arayışı – 3 –

Yeni bir dünya düzeni veya dengenin kurulması zaviyesinden çok sıkıntılı bir dönemden geçmekteyiz!  İkinci dünya savaşı akabinde, çift kutuplu kurulan ve yarım yüz yıl devam eden Soğuk Savaş dönemi, 1990’lı yılların başında, Sovyetler Birliğinin dağılması ve Berlin Duvarının yıkılması ile geride bıraktık!

Tek kutuplu bir ara dönem ve akabinde, yeniden kurulmaya çalışılan çok kutuplu yeni bir dünya düzeni veya sistematiği; elbette ki kolay olmayacaktır! Tabii ki çok sıkıntılar yaşanacaktır!

Tek kutuplu dünya düzenine matuf, 11 Eylül saldırılarından sonra, ABD öncülüğünde Irak ve Afganistan’ın işgaline, bölgenin de vekâlet orduları ile yakılıp – yıkılmasına ve kaosa sürüklenmesine şahit olduk! Bölge üzerinde hesabı olan her küresel gücün kullandığı bir vekâlet ordusu bulunmaktadır!

2010 yılından itibaren Tunus’ta başlayan Arap Baharı ile bölgemizde kaotik çok sıkıntılı bir dönemi yaşadık ve halen yaşamaya devam ediyoruz! Emperyalist Güçler anlaşamıyor! Çıkarlar çatışıyor!

Küresel ve emperyalist güçler, Arap Baharı ile bölgeyi yeniden dizayn projesi, Suriye’de tıkanmıştır!

Suriye’de tıkanan kirli hesaplar, Türk Devletini kuşatma ve çevreleme operasyonları, küresel ve emperyalist güçler destekli, vekâlet ve vesayet savaşlarının başlamasına öncülük etmiştir!

Suriye’de tıkanan yeni dünya düzeni ya da dengesi, yeni bir sürece evirilmiştir!

Yeni bir dünya düzeni veya sistematiği; ticaret, para ve enerji üzerine kurulduğuna göre! Ticaret, para ve enerji olmadan hayat sürdürülemeyecek ne göre! Ya da dünya hegemonya sisteminin mezkûr üçlüsü olmadan küresel ve emperyalist güçler zaviyesinden bir anlam ifade etmeyeceğine göre!

İkinci Dünya Savaşı akabinde kurulan Dünya Bankası, IMF ve diğer küresel örgütler bu sistemin taşıyıcı dinamikleri ve kurumsal yapılarıdır! Para, ticaret, finans ve ekonomi dünyasını derinden etkileme potansiyeline sahip, öngörülmesi güç ve nadir olaylara vurgu yapmak için kullanmaktadır!

Dünya; ikinci dünya savaşından sonraki süreçte, Asya güçlerinin yeniden ekonomik, askeri, para, finans, nüfus, teknoloji ve askeri güç olarak ortaya çıkması ile birlikte Atlantik ve Avrasya güçleri olarak iki bloğa ayrılmıştır!

Türk Devleti,  hegemonya güçleri arasında, denge ve sıklet merkezi konumunda olduğunu sürekli vurguluyoruz!

Dünya, ortalamalar ve öngörülebilirlerle değil, bilinmeyenler ve öngörülemeyenlerle şekilleniyor!

Sıradan olanlar değil, büyük olaylar, keşifler ve olağanüstü olaylar, büyük sonuçlara yol açabilir!

Büyük değişimler, göstere göstere değil, öngörülemeyen patlamalar veya oluşumlarla ortaya çıkar! Hiç akla gelmeyen ve beklenmeyen, benzeri duyulmamış olaylar, yepyeni fikir ve teknolojiler, dünyayı büyük çapta etkiler!

Dünya; bilmediklerimiz ve bildiklerimizden daha önemli, öngörülebilir ve öngörülemeyen nadir olaylar akabinde yeniden şekil almasına, yeni bir düzen ve sistematiğin kurulmasına sebebiyet vermektedir!

Bugün Suriye’de yaşadıklarımız, tam da yeni bir dünya düzeni ya da DENGENİN göstergeleri ve işaret fişekleri olarak okumak gerekmektedir!

Birinci ve İkinci dünya savaşlarından sonra ki yaşananlar gibi! 1990 yılında Sovyetler Birliğinin dağılması ve Berlin Duvarının yıkılması gibi! 11 Eylül saldırıları ile yeni bir dönem ve sürece girilmesi gibi!

Peki, emperyalist ve küresel güçler,  böyle bir plan eşiğinde bulunurken; Türk Devleti neler yapmaktadır?  Eli kolu bağlı sadece beklemekte ve başına geleceklere de razı bir şekilde midir?

İki bin yıllık bir devlet geleneği olan Türk Devleti; Kadim Türk Devlet Aklı nezaretinde kurulan Türk Birleşik Devletleri, Türk Devleti ebed müddet devam ilkesi, 2053 ve 2071 hedefleri doğrultusunda;  Anadolu’da binlerce yıllık varlık ve bekası uğruna, yeni bir dünya dengesine matuf, tüm küresel projelere hazır, stratejik ve taktik planlarının var olduğunu düşünüyorum!

Aksi halde Anadolu’yu DAR ederler! Aksi halde Anadolu’da VAR olamayız! Hem Coğrafya Kader diyeceksiniz ve hem de Coğrafyanın gereklerini yapmadan böyle bir Coğrafya da yaşamaya devam edeceksiniz, öyle mi?

Meram Fen Lisesi; Adından Söz ettirmeye devam ediyor!

21 Mart 2017 tarihinde, MERAM FEN LİSESİ, YETKİLİLERDEN, İLGİ BEKLİYOR, başlıklı bir yazı kaleme almıştım!

1 -)  https://ahmetunver.com.tr/2017/03/21/meram-fen-lisesi-yetkililerden-ilgi-bekliyor/

Geçtiğimiz günlerde, İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörü, Prof. Dr. Hasan Mandal, Meram Fen Lisesini ziyaret ederek, 2024 YSK’de 13 öğrencinin İTÜ’yü tercih etmesi nedeniyle, İTÜ’ye en fazla öğrenci kazandıran lise olması münasebetiyle, Meram Fen Lisesi öğrencileri ile buluştu! 

İstanbul Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hasan Mandal, Konya Meram Fen Lisesi,  ” Türkiye’nin en önemli BEŞ lisesinden biri olduğunu,  okul yönetimi ve öğrencilerinin de İTÜ’ye ilgisine teşekkür etti!

Meram Fen Lisesi, yalnızca akademik başarıları ile değil, bilim ve teknolojiye olan katkıları ile de Türkiye’nin sayılı okullarından biridir!  TÜBİTAK projelerinden uluslararası olimpiyatlara, ülkemizin en köklü üniversitelerine kadar her alanda öne çıkmaktadır!  

Prof. Dr. Hasan Mandal, sadece bir İTÜ Rektörü değil; aynı zamanda TÜBİTAK eski Başkanı, Cumhurbaşkanlığı Teknoloji Politikaları Kurulu üyesi ve YÖK üyesi olarak ülkemizin bilim ve teknoloji alanındaki en etkili isimlerinden bir kişi, olduğunu da not edelim!  

  • Peki, Konya’daki Üniversite Rektörleri; FİL DİŞİ KULE Makam odalarından çıkmak suretiyle, herhangi bir lise ziyareti ya da mezun oldukları liseyi dahi ziyaret etmişliği, öğrenciler ile sohbet etmişliğini duyan  var mıdır?!
  • Ya da Konya’daki Üniversite Rektörleri;  FİLDİŞİ KULE Makam odalarından çıkmak suretiyle, Kampüs dâhilinde bulunan Fakülte veya Meslek Yüksekokulunu ziyaret ettiğini, yönetim ve öğrenciler ile sohbet ettiğini duyan var mıdır?!  

Meram Fen Lisesi mezunları; Meram Fen Lisesi’nin yalnızca öğrenciler ve mezunlar arasında değil, tüm Konya halkı tarafından bir gurur kaynağı olarak görülmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu okul, Konya’nın eğitimdeki marka değeri, geleceğe açılan kapısıdır.

Meram Fen Lisesi mezunları; okulumuzun kıymetinin bilinmesi ve hak ettiği değeri görmesi için daha fazla çaba sarf edeceklerini! Meram Fen Lisesi yalnızca bir okul değil; bir eğitim mirası, bir vizyon yuvası, olduğunu ifade etmektedir!

Meram Fen Lisesi mezunları; Meram Fen Lisesi mezunlarının YKS Başarıları ve mezun öğrencilerinin ülkemizin kalkınmasına yönelik çalışmalarının, yeterince sahiplenilmediği ve geniş kitlelere duyurulmadığından dolayı da, haklı bir sitem ve serzenişlerde bulunmaktadır!

Meram Fen Lisesi, 1989–1990 eğitim öğretim yılında açılmış, aynı zamanda Türkiye’de 5. olarak açılan Fen Liseleri arasında yerini almaktadır. Açıldığı tarihlerde 120 öğrencisi ile birlikte tamamen yatılı olarak eğitim ve öğretimine devam etmiştir!

Meram Fen Lisesi, daha sonra artan talep ve değişen şartlar çerçevesinde, çevre illerden gelen ve yatılı olarak kalan 160 ve diğer öğrencilerle birlikte toplam da 400 öğrencisi bulunmaktadır!

Konya Valiliğinin 23.03.1989 tarihli yazısı ile de ismi Konya Meram Fen Lisesi olarak değiştirilmiştir!  Konya Meram Fen Lisesi açıldığı tarihten itibaren,  önceden ÖSS ve ÖYS olan, daha sonraları da YGS ve LYS olarak ismi değişen üniversite sınavlarında Türkiye dereceleri olan bir eğitim kurumdur! 

Konya Meram Fen Lisesi,  yapmış olduğu derecelerle Türkiye’deki Fen Liseleri arasında marka değeri ve şehrimize de değer katan bir eğitim kurumudur!

Konya Meram Fen Lisesi, aynı zamanda Devlet Fen Liseleri arasında üniversite yerleştirmedeki başarı ve okul giriş puan ortalaması olarak da Türkiye sıralamasında ilk BEŞ içinde olan bir eğitim kurumudur!

Yeni Takvim Yılına Girerken!

2025 yılının ilk günü, yeni bir takvim yılı ve İslam Aleminin Mübarek ÜÇ Ayların başlangıcı! Yeni Takvim Yılı ve Mübarek Üç Ayların, tüm insanlık adına, Hayırlar getirmesini dilerim!

Günler, haftalar, aylar ve yıllar geçip gidiyor derken, yarından itibaren takvimler yeni bir yılı göstermeye başlayacak!

İnsanoğlu ömründen bir gün ve bir yıl daha eksilmiş, tüketmiş ve yaşlanmış olacak! Ömür sermayesi her gün tükenmektedir! Tabii ki, iman ehli için ömrünü; nerede ve nasıl harcadığı çok önemlidir!

Peki, Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah; tüm insanlara, dünyada vermiş olduğu sayılı ömrü, dünyalık makam, mevki, para ve mal biriktirmek için mi vermiştir!

Dünya denen mekan, bir geçiş güzergahı olmaktan uzak ve sanki son durakmış gibi sadece dünyalıkları yarıştırma konumuna evirilmiştir! Kazananı olmayan bu yarışı kimler kazanabilecektir!

Peki, Müslüman olduğunu iddia edenlere neler demeli? Dünyalık makam, mevki, rant, güç, iktidar ve üç kuruş için neredeyse birbirini, tüketmek ve yemektedir!

Hani zenginlik, infak ile birlikte daha güzel, diyordunuz? İnfak olmadan, maddi ve manevi olarak nasıl zengin olunacaktır? İnfak ve ihsan olmadan hakiki manada nasıl Müslüman ve İman ehli olunacaktır?

Yüce Allah; yarattığı her insana belli bir ömür takdir etmiştir! Akıl nimetiyle donattığı insanı ergenlik çağından itibaren ölünceye kadar tüm yaptıklarından sorumlu tutmuştur! İnsan, İman ve Sorumluluk! Aksi halde hayvandan ne farkı olacaktır!

Bununla birlikte insanı yalnız bırakmamış, onun aklına ve gönlüne rehberlik etmek üzere; Peygamberler ve Kitap göndermiştir!

Bu noktada, insana ve iman ehline düşen görev hayatın her bir anını, akletmek, tefekkür ve tezekkür etmek zorundadır! Aksi halde ziyandadır! Aksi halde hüsrandadır; Hem burada hem de öbür tarafta!

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah; Müslüman ve İman ettiğini iddia eden tüm kullarına, dünya denen mekânda ömrünü, nasıl ve nerede harcadığını sorgulayabilmek adına!

Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz ki Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır, buyurmaktadır!

Dünya, her gün yeni bir kaos, yeni bir sıkıntı, yeni bir sorun, yeni bir savaş hazırlığı ve kara güne uyanmaktadır! Neden Acaba? Lucifer ve çocukları yaratılışlarının gereğini yapmaktadır!

Peki, küresel güçler, tüm bu hesap ve planlarını bu bölge üzerinde yaparken, İslam dünyasında yaşayanlar, neler yapmaktadır? Film gibi izlemekle mi yetiniyor? Yoksa bir aksiyon ve pro-aktif harekette bulunuyor mu?

İslam dünyası; dünyalık makam, mevki, rahatı, konumu, rant, iktidar ve gücünü korumak, para biriktirmek ve saymakla ömrünü tüketmektedir!

Yerel ölçekte; dünyalık makam, mevki, konum, rant, iktidar ve gücünü korumak adına yaşadıklarımıza neler demeli?

Küresel ve emperyalist güçler; yüz yıllık kirli ve sinsi plan ile bölgemizde yirmi iki ülkenin siyasi ve fiziki sınırları değiştirmek adına kirli planlar yapmaktadır!

Ulusal ve yerel ölçekte birileri de, birbiri ile uğraşmakla ve birbirinin paçasından çekiştirmekle, güç ve iktidar, ellerinden gitmesin derdindedir!

Bu tiplere; Allah, biraz Akıl, biraz Fikir, biraz MİLLİ BİLİNÇ ve ŞUUR, biraz da VATAN ve MİLLET SEVGİSİ, biraz Feraset ve biraz Basiret versin, demek gerekir!

2025 takvim yılı; dünya üzerindeki her bir insana ve özellikle de kaos ve kan gölüne dönmüş tüm İslam alemine; Barış, Huzur, Selamet, Esenlik, Kardeşlik, Birlik ve Dirlik getirmesini, Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah’tan niyaz ederim!

Hz. Mevlana, Düne ait ne varsa söylenmiş ya da söylenememiş, bıraktım hepsini orada Çünkü şimdi yeni şeyler söylemek lazım!

Her gün bir yerden göçmek ne iyi, Her gün bir yere konmak ne güzel. Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş, Dünle beraber gitti cancağazım; Ne kadar söz ve fiil varsa düne ait; Şimdi YENİ ŞEYLER SÖYLEMEK ve YENİ ŞEYLER YAPMAK LAZIM, buyurmaktadır!

Küresel iki EKOL ve Yeni bir DENGE Arayışı – 2 –

İki testinin çarpışması sonucunda biri mutlaka kırılacaktır! Peki, testiler çarpışmadan bir çözüm yolu bulanabilir mi? Çözüm bulunamaz ise sonuçlar nereye ve nerelere kadar varacaktır?

İki testinin çarpışmasından sadece testinin biri mi kırılacaktır? İki testinin çevresinde bulunan ve kümelenenler, ne kadar hasar alacaktır?

Dünya, yeni bir değişim, denge ve düzenin arifesindedir! Peki, DENGE; birinci ve ikinci dünya savaşlarında olduğu gibi KANLI ve SANCILI mı olacak?

Ya da, Yeni bir DENGE; İki testinin çarpışması ile mi, yoksa çarpışmaya gerek kalmadan anlaşmalar akabinde mi kurulacaktır?

16 Mayıs 1916 tarihinde, Britanya İmparatorluğu ve Fransa arasında yapılan, daha sonra Rusya’nın da katıldığı, Osmanlı İmparatorluğunun Orta Doğudaki topraklarının paylaşılmasını öngören, gizli, Sykes – Picot Antlaşmasını hatırlatmak isterim!

Dünyada meydana gelen, tüm suikast, patlama, olay ve olguların arka planında, Küresel iki EKOL ve GÜÇ arasındaki, hegemonya mücadelesini görmeden, ne olduğu ya da nereye varılmak istenildiği anlaşılmayacaktır!

Küresel iki EKOL ve GÜÇ, hegemonya ve nüfuz, ekonomik ve askeri olarak her alanda ve her bölgede, kıyasıya bir rekabet, mücadele ve bilek güreşi, vekalet ve vesayet orduları üzerinden yürütülmektedir!

Küresel iki GÜÇ ve EKOL arasında ki mücadele ve bilek güreşi, birinci Dünya Savaşı galipleri ve ikinci Dünya Savaşının galipleri arasında geçmektedir!

Yüz yıl önce bölgenin tüm haritalarını ve sosyal dokuyu değiştirenler, yaşanan oldu bitti ya da dışlandıkları yeni durum karşısında boş durmayacaklar!

Bölge ülkeleri ve ülkelerin uzantılarında, dışlanmış oldukları yeni duruma karşı operasyon geliştirmeye devam edecekler!

Birinci dünya Savaşı sonrasında ki emperyalist planlar çerçevesinde, cetvel ile çizdikleri haritalar ve sınırlar, bir bir yırtılmaya ve yok hükmüne düşmeye başlamıştır!

Dünya, Soğuk Savaş sürecinde olduğu gibi küresel iki ekol ve karşıdaki GÜÇLER arasında gel git yaşamaktadır! Doğal olarak gel git yaşayan ülke ve bölgelerde, hesap ve planda olmayan, olay ve olgular meydana gelmektedir!

İkinci Dünya Savaşın akabinde, Birinci dünya Savaşında elde etmiş oldukları hegemonya ve nüfuz alanlarının büyük bir kısmını kaybeden emperyalist güçler, yeniden dünya sahnesinde yer alma mücadelesi olduğunu, bir kenara not edelim!

  • Bugün bölgemizdeki ülkelerde ve özellikle ülkemizde yaşadığımız ekonomik kaos ve siyasi türbülansı, anlayabilmek ve yorumlayabilmek için küresel iki EKOL ve karşıdaki GÜÇLER arasında, yeni bir DENGE çerçevesinde, ikinci Dünya Savaşı devam ederken ve akabinde kendi aralarında yapmış oldukları konferansları, gizli görüşmeleri ve anlaşmaları dikkatli okumak ve algılamak gerekir!

Aksi halde, dünya üzerinde ve bölgemizdeki, tüm ekonomik kaos ve siyasi türbülans, olay ve olguları, ya kör dövüşü olarak görmeye ya da spontane meydana geldiği şeklinde; okumaya, anlamaya ve yanlış yerde konum almaya devam ederiz!

  • Bugün de, Küresel iki EKOL ve karşıdaki GÜÇLER arasında, Dünyanın Barış ve Huzuru, SOĞUK SAVAŞ benzeri Yeni bir DENGE adına, yeniden; sınırlar – konferanslar ve anlaşmalar silsilesi kurulamaz ise dünya ve dünya halkları adına, yandı gülüm keten helva demektir!

Daha önceki yazılarımda; Türkiye tarafını belirlediği anda, hangi küresel güç ya da EKOLÜN kazanacağı, diğerinin ise hegemonya konumunu kaybedeceği bir meydan savaşı, verilmekte olduğunu!

TÜRKİYE ve TÜRKLER olmadan, dünyada ve özellikle, bölgemizde, küresel güç ya da EKOL, barınamayacağını, varlık gösteremeyeceğini ve başarılı da olamayacağını!

Küresel emperyalist güçler ve Ekollerin, Türkiye ya da Anadolu kara parçası üzerinden yürütülen, Dünya Meydan ya da Hegemonya muharebesini!

Yeni bir Dünya Düzeni ya da DENGE çerçevesinde; Dünya küresel güç tahterevallisinin sıklet merkezi konumundaki Türkiye, safını ya da tarafını belirlediği anda, hangi küresel güç ya da ekolün kazanacağı, diğerinin ise hegemonya konumunu da kaybedeceği, bir dünya meydan savaşı icra edilmekte olduğunu, vurgulamıştım!

Küresel iki EKOL ve Yeni bir DENGE Arayışı!

Arap Baharı ile başlayan ve Suriye’de tıkanan yenidünya düzeni, Küresel iki EKOL ve Türkiye moderatörlüğünde, yeni bir DENGE olarak karşımıza çıkabilir! Aksi halde, daha çok canlar yanmaya devam edebilir!

Dünyanın Barışı – Huzuru ve Kalkınma adına, Yeni bir SİSTEM ve DENGE, aciliyet arz etmektedir! Aksi halde, yandı gülüm keten helva, demektir!

Dünya ve bölgemizde, paylaşım ve bölüşüm savaşlarına; Büyük ve Güçlü bir Türkiye denge olarak karşılık verebilir, diye sürekli olarak yazılar kaleme alıyoruz!

Bölge, birinci ve ikinci dünya savaş galipleri arasındaki paylaşıma bir itiraz ve yeniden bir dizayn ile karşı karşıyadır!

Birinci ve ikinci dünya savaşında paylaşım ve dizayn masasında olanlar bertaraf edilmek üzeredir!

Bölge halkları ve Türkiye; bölgenin barışı – huzuru – istikrarı ve selameti adına; birlik ve beraberlik halinde olmaktan başkaca bir seçimi yoktur!

Dünya sistematiği, denge üzerine bina edilmiştir! Dengenin olmadığı ya da kurulamadığı dönemlerde, her daim kaos veya akabinde bir dünya savaşı meydana gelmiştir!

Sovyetler Birliğinin dağılması ve Almanya’nın birleşmesinden günümüze, dünyada yeni bir düzen ve denge kurulamamıştır!

Sovyetler Birliğinin dağılması ve Almanya’nın da birleşmesi akabinde, yen bir düzen – sistem ve denge adına, günümüze kadar, vekalet ve vesayet savaşlarına şahit olmaktayız!

İkinci dünya savaşı akabinde kurulan soğuk savaş benzeri bir düzen ve denge, otuz yıldır kurulamıyor! Neden acaba?

Arap Baharı ile başlayan süreç, Suriye’de tıkanmış ve bugün için SİSTEM ve DENGE adına yeni bir dönem başlamıştır!

Dünya sistematiğinde, küresel dengenin devamlılığı adına, iki ekol karşımıza çıkmaktadır! Küresel iki EKOL, Ukrayna ve Suriye ile birlikte yeni bir denge kurulmasına matuf, gizli anlaşma – konferans ve görüşmeler olmaktadır!

Türk Devleti; 2053 ve 2071 Ankara vizyonu çerçevesinde, milli hedef ve ulusal çıkarları, neyi ve nerede durmayı gerekli görüyorsa, orada başat aktör ve kurucu olarak konum alacaktır!

Türk Devleti; tarih, kültür, coğrafya aklı tüm etki ve ilgi alanı gönül coğrafyasına, TİKA ve benzeri kurumlar aracılığı ile yapılan kalkınma yardımları, Asya / Pasifik bölgesindeki görünürlüğe büyük katkı sağlamaktadır. TİKA ve benzeri kurumlar, bölgenin sosyal ve ekonomik gelişimine katkıda bulunmak için çalışmaları artarak devam etmektedir!

Kadim Türk Devlet Aklı nezaretinde Türkiye, çok boyutlu ve pro-aktif dış politika ilkesi çerçevesinde ilişkilerini geliştirmeye, Asya / Pasifik bölgesi ve sayısız farklılıklar barındıran coğrafyaya ilişkin, uygulanabilir ve kendi içinde bütünlüğe sahip, ülkemizin imkan ve yeteneklerinin yanı sıra, dinamik bir dönüşümden geçmekte olan bölgenin gerçekleri göz önünde tutularak, re-aktif değil fakat aksiyoner bir politika belirlemektedir!

Türk Devleti ve Türk Devletleri Teşkilatı olmadan bölgemizde yeni bir DENGE ve SİSTEM kurulamayacaktır!

Türkiye, Tarih ve Coğrafyanın yüklemiş olduğu sorumluluk gereği, bölgenin Sıklet ve Başat aktörü konumundadır!

Aksi halde bölgemizi, yakmaya ve yıkmaya, bölgenin kaynaklarını sömürmeye ve insanları da öldürmeye devam edecekler!

YAVAŞLA – 2 –

Hayatı öylesine çok hızlı yaşamak istiyoruz ki! Birey olarak, nereye yetişeceğimizi ve ne yapacağımızı tam olarak bildiğimiz yok! Sadece çok hızlı yaşamak, her şeye anında sahip olmak ve her şeyi aynı anda yapmak istiyoruz! Neden acaba?

Hayat, öncelikle kendimiz ve çevremizdekiler ile bir YARIŞ olarak algılandığı için olabilir mi?!
İnsan olarak buna gücümüz yetebilir mi? İnsana verilen zaman ve ömür, buna izin verebilir mi ki?

Böyle bir koşturmaya ve yarışa, ne saatler, ne gücümüz, ne de bir insan ömrü yetebilir! Peki, bu kadar koşturmaca ve YARIŞ nedir? Nereye yetişeceğiz?!

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah; Öncelikle İman ehli ve tüm insanlığa hitaben; Bu gidiş nereye, Akletmez misiniz, Şükretmez misiniz ve ne kadar az düşünüyorsunuz, buyurmaktadır?

Yaralatıştan gelen insan olmanın verdiği çevreyi dinlemek, izlemek, seyretmek ve onlardan dersler, hisseler çıkarmamız gerekir. İnsan diğer insanlarla iletişim kurmadan yaşayabilir mi?

İnsan için hayat sadece bir hisse değil midir? Hayat sadece hız değildir. Hayat sadece her şeyi aynı anda yapmak değildir. Hayat çevremizde buluna insanlar ile sadece bir yarış da değildir.

Her birey kendisine verilen saniyelerden, saatlerden, zamandan, ömürden sorumludur. İnsan olarak, zamanı ve ömrü daha sakin ve sükûnet halinde yaşayabilmek, Bireye Huzur getirecek; Birey ve Toplum, Barış ve selamet içinde, Mutlu olacaktır.

Sanayi sonrası topluma damgasını vuran, sürekli bağlantı içinde olmak arzusu, seçeneklerin bolluğu ve hız gibi unsurlar, hayatımızı derinden etkilemektedir!

Hayatı; Yavaş yaşamalı ve İçselleştirerek, hem iyi ve hem de dolu dolu yaşamalı! HIZ ve HAZ arasına çoğu şeyleri ya ıskalıyor ya da görmezden geliyoruz!

Hız ve haz, günümüz insanlığını mutlu edemiyor? Neden acaba? Bazıları için hayat sadece hız ve hazdan ibaret? İnsan doğasına aykırı olan sadece hız ve haz, bireyin mutlu olması ve huzura ermesi için yeter ve gerek şart değildir!

Bireyin iç barış ve huzura erebilmesi için Durup dinlenmek, dinlemek, anlamak, anlamlandırmak ve insanlarla ilişki halinde olması gerekir!

Çevrenin etkisi ile kendimizi kaptırdığımız hızlı hayat bireyi gerçek doğasından uzaklaştırıyor. Güçlü olmak için daha hızlı yaşama arzumuz, sonuçta bizi daha güçsüz kılıyor. Çevremizden aldığımız bütün mesajlar, acele etmezsek bir şeyleri kaçıracağımız uyarısını yapıyor.

İnsan olarak, kendimizi kaptırdığımız yeni alışkanlıklarımız hemen şimdi, daha fazla, daha hızlı yaşamak istiyoruz. Daha çok şeye aynı anda sahip olmak istiyoruz, fakat insan ömrü buna müsaade etmez ki.

İçine düştüğümüz hızlanma ve aynı anda birden fazla iş yapma takıntısı, işimizi, ilişkilerimizi, sağlığımızı, hayatımızı da olumsuz olarak etkiliyor. Daha etkin olmak için aynı anda birçok iş yapmak istiyoruz; hem daha verimsiz oluyor, hem de stresimizi arttırıyor. Sadece birey olarak hayat kalitemizi düşürüyoruz.

Aynı anda birden fazla iş yapma hevesi bireyi giderek daha nezaketsiz ve kaba insanlar haline getiriyor. Birlikte yaşadığımız, beraber çalıştığımız insanlara ilişki kurmanın ve onlara karşı da dikkatimizi vermenin olmazsa olmaz bir koşul olduğuna göre; Her insan kendisine değer verilmesini ister. Değerli olduğunu hissetmek ister!

Beraber çalıştığımız insanlara, onların gerçekten çok değerli olduklarını hissettirmenin en temel yolu, insanları gerçekten dinlemek ve hayatı da sadece biraz yavaşlatmakla mümkün olabilir.

Hayat sadece iş güç değildir. Hayat sadece koşturmaca da değildir. Hayat bir başka insanlarla yarış da değildir. Her birey kendi hayatından, kendi zamanından ve kendisine verilen ömürden sorumludur. Hayatı günün bir bölümünde dahi olsa biraz yavaşlatmak her bireyin ruhuna çok iyi gelecektir.

Sorumlu olduğumuz zamanı, hayatı ve ömrü daha sakin, daha sükûnetli, daha anlamlı ve anlamlandırmakla, daha huzurlu ve daha mutlu bir şekilde yaşayabilmek dileklerimle!

Hz. Peygamber (sav); Mümin cana yakındır. Başkalarıyla dostluk, ilişki ve iletişim kurmayan, kuramayan ve kendisiyle de dostluk, ilişki ve iletişim kurulamayan kimselerde hayır yoktur, buyurmaktadır.

YAVAŞLA…

Minimalizm, sadeliği merkeze alan ve birkaç öğe kullanmak sureti ile maksimum sonuç elde etmeyi hedefleyen bir sanat akımı!

Minimalizm, hayatta dağınıklığa sebep olan her şeyi bir kenara bırakmak veya daha basit bir hayat sürme biçimi!

Peki, her şey ve özellikle devletin rutin işlerinin dahi dijitale dönmekte olduğu bir dönemde, devlet kurumları için inşası devam eden devasa binalara neler demeli?

Hayat, hem dünya ve hem de çevremizdeki insanlar ile her daim bir yarış olarak algılandığı için insan denilen varlık, huzura erişemiyor! İç huzuru olmayan kişi, çevresi ile kavgalı bir konumda bulunacaktır! Karmaşa ve kavga ortamında ki kaos durumunda, ne üretebiliriz?

Minimalizm; bireyin özgürlüğü bulmasına yardımcı olacak bir araçtır! Gelecek kaygısı, endişe, korku, depresyon ve tüketim çılgınlığından uzak, özgür bir şekilde yaşama sanatı!

Günümüz insanı her an endişe ve korku halindedir! Neden acaba? Bulunduğu durum ve sosyal konumu kaybetme endişe ve kaygısı olabilir mi?

Mümin, ÜMİT ve KORKU arasındadır! Ümidin olmadığı korku, insanı hataya sevk eder! İnsan her daim ÜMİTVAR olmak zorundadır! Aksi halde, kaygı ve endişeler içinde bocalar!

Modern çağdaki teknolojik gelişmeler, hayatımıza yenilik ve kolaylık getirmektedir! İstediğimiz ürün ve eşyaya erişimin hızlı olması, bir süre sonra hayatımızda karmaşaya neden oluyor! Bir şeyleri satın almak veya sahip olmak, elbette ki huzura ermek için kâfi olamıyor!

Bir akıl ya da sistem, sadece satın almak veya sahip olmak ile insan denilen varlığın iç huzura erişebileceğini, sürekli olarak tüm medya araçlarından bağırdıkları için olabilir mi?

Az tüketim ve çok huzur olarak özetlenebilen, yaşamda karmaşaya sebep olabilecek her şeyden uzaklaşma ve sadece ihtiyaç olanlarla yetinme sanatı!

Hz. Peygamber efendimiz; Müminlere hitaben; AZ UYU, AZ YE ve AZ KONUŞ buyurmaktadır!

Neymiş efendim! Azdan Az, Çoktan da Çok gidermiş! Az parası olan az şeyleri alsın ya da alamasın!

Çok parası ve kazancı olan da, ihtiyaç olup olmadığına bakılmadan, çok şeyleri alsın! Yığmaya devam etsin, öyle mi?

İnsan paylaştıkça, hem insan olduğunu ve hem de huzur dolu olabilir! Tüm fiyatların uçuşa geçtiği ve temel gıda maddelerine dahi erişilemediği bir dönemde, paylaşmanın ne kadar büyük bir insani erdem olduğuna, şahit olmaktayız!

Minimalizm, hayatımızda istenilen hedeflere odaklanabilir ve kendimiz ile ilgili konularda doğru kararlar almaya adım atabiliriz! İnsan denilen varlık, kendisini meşgul eden şeylerden arındıkça, içine dönecek ve iç huzura erişebilecektir!

İÇ HUZURU ve BARIŞI olmayan kişi, hem kendisi ve hem de toplum için sorun ve tehlikedir! Bireysel barışın olmadığı yerde toplumsal barıştan dem vuramayız!

Hayatın her alanı ve özellikle de, kamu kurumlarında ki, siyasi yarışı eklediğimiz zaman, içinden çıkılmaz bir hal almaktadır!

Öncelikle kendisi ve çalışma arkadaşları ile kavgalı kişilerin olduğu kurumlardan toplum adına hizmet nasıl bekleyebiliriz ki?!

Peki, şimdi soralım? İnsanlık ve kendimiz adına, bu kadar yoğunluk arasında NE ÜRETİYORUZ? İnsanlığın HAYRINA ve FAYDASINA neler yapıyoruz? Kocaman bir Hiç..

Modern çağ insanı gerçekten ama gerçekten hem çok meşgul ve hem de çok yoğun! BOŞ zamanı yoktur! BOŞ bir saniyesi dahi yoktur! Ne kendisi ve ne de sevdiklerine ayırabilecek bir saniyesi dahi bulunmaktadır!

İş arkadaşına bir selamı ya da gülümsemeyi dahi çok gören bir sistem – bir yapı ya da kişilerden, kaos – kavga ve karmaşadan başka ne beklenebilir ki?!

HIZ ve HAZ arasında, yarış ve üstün olmaktan kaynaklı, gönlü kırılan iş arkadaşları ve çevremizdeki insanlardan alınan ahh ve vebale neler demeli? Peki, üç kuruşluk dünyalıklar ve dünyalık makam için değer mi?

İnsanı kontrol eden teknolojik gelişmeler; hem vaktini, hem ailesini, hem sevdiklerini, hem huzurunu, hem parasını ve hem de sağlığını çalmaktadır!

Yoksa tüm teknolojik ürünler ve gelişmeler; küresel güçler tarafından, insan denilen eşrefi mahlukatı, hem esfel-i safilin ve hem de Modern Teknolojik KÖLE olması için geliştirilmekte ve üretilmekte midir?