Güncel Yaşadığımız Reel Politika mıdır?!

Son günlerde, Dünya ve ülkemizdeki, siyaset ve ekonomik gündem, gelişmeler çok hızla değişmektedir. Birey olarak bu gelişmeleri bazen takip etmekte ve yetişmekte dahi zorlandığımız anlar olmaktadır. Peki, tüm bu gelişmeleri takip edemeyen ve yetişemeyen günümüz bireyi nasıl algılayacak ve anlayabilecektir? Gündemi ve gelişmeleri nasıl yorumlayabilecektir? Ve sonunda da hem kendisi, hem de ülkesi adına nasıl doğru ve isabetli bir karar verebilecektir! Bence çok zor! Tüm bu durumu idrak edebilmek için Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’ın biz kullarına yüklemiş olduğu ‘Basiret, Feraset ve Fehim’ penceresinden tüm bu gelişmeler ve olaylara bakabilmek gerekir! Hz. Peygamber efendimiz; Müminin ferasetinden sakının! Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar, buyurmaktadır! Neden? Güncel gelişmeler ve olayları da anlamayan, idrak edemeyen ve yorumlamaktan aciz bireyin vermiş olduğu yanlış karar neticesindeki sözler, ifadeler ve fiillerin sonuçları nasıl olacaktır? Tabii ki zücaciyeci dükkânına dalan bir ‘FİL’ konumuna düşecektir! Elbette ki, kelebek ve domino etkisi kuramları gereğince kırmadığı ‘ÇAM’ kalmayacaktır! Eskilerin ifadesi ile ayıkla bu saatten sonra pirincin beyaz taşlarını! Onun için diyoruz ki; Biraz Sakin! Olaylar ve gelişmelerin iç yüzünü ve arka planını anlamaya ve idrak etmeye çalışalım! Harekete daha sonra geçebiliriz! Reaksiyon hataya sürükler! Pro-aktif durumda olmak her zaman evladır! Ne buyurdunuz?

Politika nedir? Reel politik ne demektir kabaca incelemeye ve değerlendirmeye çalışalım! Yaşamakta olduğumuz tüm politik ifade ve gelişmeleri de bu zaviyeden değerlendirebilirsek, bir nebze olsun hataya düşmeyiz, diye düşünüyorum! Politika genel olarak hedefe ulaşmak için izlenilen ve tercih edilen yol ve yöntemdir. Politika insanoğlunun olduğu her yerde vardır. Politikayı sadece devletler bazında değil, insan ilişkilerinde de önemli bir yer tutar. Politika ile siyaset çoğunlukla karıştırılan iki kavram olmuştur. Her ne kadar eş anlamlı gibi gözükse de bu iki terim arasında anlam farkları bulunur. Siyaset devlet işlerinin yönetilmesine verilen addır. Politika ise devletin amaca ulaşmak için nasıl ve hangi yöntemle yönetileceği anlamını ifade eder. Aynı şekilde siyasetçi de politikayı üreten ve yürüten kişidir. Politikacı ise sadece yürütülecek olan politikayı üretir ve tasarlar. Reel politika ise politika üreten kişi, kurum ve devletin güncel çıkar ve menfaatleri çerçevesindeki güncel olaylara karşı sergilenen anlık bir duruş ve izlenen yol şeklinde ifade edebiliriz.

Politika gereği ABD ile Türk Devleti arasında bir dostluk ve müttefiklik ilişkisini yılardan beri görmekteyiz! Aynı ilişkiyi yine Türk devleti ve Avrupa ülkeleri arasında da şahit oluyoruz! Peki, dost ve müttefik olarak tanımladığımız bu ülkelerin sınır bölgelerimizde ve devletimizin en kılcal damarlarına kadar sirayet edecek şekildeki terör örgütleri kurmasını ve her türlü lojistik, ekonomik ve eğitimle desteklemesini nasıl izah etmeliyiz? Bu nasıl bir dostluk ve müttefiklik anlayışıdır? Hangi akıl ve mantık ile bu durumu izah etmeliyiz? Bu nasıl bir politikadır? Yoksa bu durumu Reel politik olarak mı isimlendirmeliyiz? Veya reel politika gereği bu devletler, devletlerinin âli çıkarları çerçevesinde böyle yapılması gerektiriyor mu demeliyiz! Görüntü ve tüm yaşadıklarımız reel politika gereği bu şekildedir, diyebiliriz!

Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah, insan toplumlarına, günaha ve yanlışa düşmemeleri için, sürekli olarak uyarıcı ve müjdeleyici bir peygamber göndermiştir. Peki, kalabalıklar gelen peygamberin uyarı ve müjdeleri karşısında ne yapmıştır? Gerçeklere karşı önce aklını ve sonra da kulaklarını, gözlerini ve kalbini kapatmıştır! İnsan dediğimiz bu kalabalıklar daima somut şeyler talep etmiştir! Yani somut olarak görmediğini de anlayamamış, idrak edememiş ve tabii ki iman şerefine de nail olamamıştır! Günümüzde, çevremizdeki cereyan etmekte olan güncel olaylar da bence aynı bu durumdadır! Politik ile reel politik zaviyesinden güncel olayları ve gelişmeleri idrak edemeyen kalabalık bir kitle, elle tutulur ve gözle görünür şeyler, talep etmeye başlamaktadır! Bu nasıl olabilir? Olmaz böyle bir şey! Bu açıklamalar ve gelişmeleri aklım almıyor, şeklinde serzeniş ve ifadelere de şahit oluyoruz! Tabii ki bu noktadan sonra da hatalar silsilesi birbirini takip etmeye devam ediyor! Düşülen durumun hangi boyut ve vahamette olduğunun umarım bilincindeyiz!
Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah, biz kullarına yüklemiş olduğu, ehlince malum vasıflar sayesinde, kutsal kitabımızda tekrar tekrar; Ne zaman akledeceksinz, Ne zaman tezekkür ve tefekkür edeceksiniz, Çok az düşünüyorsunuz, gibi uyarlarda bulunmaktadır! Neden? Hani, Ey Musa, biz Allah’ı açıkça görmedikçe sana kesinlikle iman etmeyiz, dediniz de hemen arkasından bakıp dururken sizi yıldırım çarptı! ( BAKARA-55) Yoksa vaktiyle Musa’yı sorguya çektikleri gibi siz de peygamberinizi (Hz. Muhammedi) sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Her kim, hakikate inanmak yerine onu inkâr etmeyi tercih ederse doğru yoldan sapmış olur. (BAKARA-108) Gece ve gündüz, Güneş ve Ay ve yıldızları sizin emrinize verdi. Onlar, O’nun, Allah-ü Teâlâ’nın, emri ile size musahhar, emrinize amade, hazır kılındılar. Muhakkak ki bunda, akıl eden bir kavim için, elbette ayetler, deliller, vardır. (NAHL-12) Yeryüzünde sizin için ne yaratıp çoğalttıysa hepsinin renkleri çeşit çeşittir, muhteliftir. Muhakkak ki bunda, zikreden, tezekkür eden bir kavim için elbette ayet, delil vardır. (NAHL-13) Sonra meyvelerin, çiçeklerin hepsinden yiyin! Rabbinin emre amade kılınmış yollarında sülük edin, uçun, dolaşın. Onun karnından muhtelif, çeşitli, renklerde içecek, bal, çıkar. Onda insanlar için şifa vardır. Muhakkak ki bunda, tefekkür eden bir kavim için elbette bir ayet, delil, vardır. ( NAHL-69) Onlar, göklerin boşluğunda emre amade olan kuşları görmediler mi? Onları, Allah’tan başkası, boşlukta, tutamaz. Muhakkak ki bunda, mümin olan bir kavim için elbette ayetler vardır. (NAHL-79)

Akdeniz Türk Gölü Olarak Kalacaktır!

Günümüzde, küresel ve bölgesel güçler arasında, Akdeniz’e ve özellikle de Doğu Akdeniz’e hâkim olmak ve tamamen kontrol altına alabilmek için yapılmakta olan her türlü saldırı, plan, büyük oyun, hesap ve girişimlere şahit olmaktayız. Akdeniz’e sınırı olmayan devletlerin bu bölgede ne işi olabilir? Peki, Akdeniz’de neler oluyor? Bugün Akdeniz neden çok önemli bir konuma yükselmiştir?

Tarihte de aynı öneme haiz midir? Tarihteki önemine binaen bugün için Türk milleti olarak Akdeniz noktasında bakış açısı sorunu mu yaşıyoruz? Ya da, Türk Devleti olarak, değer ve öneminin idraki ile stratejik hamleler mi yapıyoruz? Akdeniz’in ortasında yüzen savaş gemisi konumundaki Kıbrıs’ta ne işimiz var diyenlere bugün için ne demek gerekir? Hatta Kıbrıs için ver kurtul diyen safdil akla denir ki?

On bin kilometre ötelerden buralara kadar zahmet eden küresel ve bölgesel güçlerin ne işi vardır? Akdeniz bu devletler için neden çok önemlidir? On bin kilometre ötelerden küresel güçlerin savaş gemileri Akdeniz’de balık ve belki de balina avlamak için gelmiş olabilir mi? Neden olmasın?! Akdeniz’in balıkları çok kaliteli, pazar fiyatları çok yüksek ve eti de çok lezzetli olduğu da ifade ediliyor! Ne buyurdunuz?!

Peki, Akdeniz ne zaman Türk Devleti ve Milletinin hâkimiyetine girmiştir? Akdeniz hangi tarihte ve nasıl Türk gölü olarak adlandırılmıştır, kabaca değerlendirmeye çalışalım! Selçuklu Devleti döneminde Anadolu’nun hem Türkleşmesi, hem de İslamlaşmasının önü açılmıştır! Haçlı seferleri ile başlayan ticaret savaşlarında Akdeniz’in önemini kavrayan Anadolu Selçuklu Devleti yönetimi ticari olarak da temayüz etmiştir!

Akdeniz tarihte ilk defa Anadolu Selçuklu devleti döneminde ticaretten Türk gölü olmaya başladığına da şahit olmaktayız! Preveze Deniz Muharebesi, 28 Eylül 1538 tarihinde Yunanistan’ın kuzeybatısındaki Preveze’de Osmanlı Donanması ve Papa III. Paulus’ün çabalarıyla bir araya gelen, dönemin dört güçlü Avrupa ülkesinin Haçlı donanması arasında gerçekleşen bir deniz muharebesidir.

Barbaros Hayrettin Paşa komutasındaki Osmanlı Donanması, Amiral Andrea Doria komutasındaki Haçlı Donanması’nı imha etmiştir. Bu deniz muharebesi sonucunda Akdeniz’de Türk Donanması’na karşı koyabilecek bir donanma kalmamış ve Türk hâkimiyeti ile birlikte Akdeniz bir Türk gölü olarak adlandırılmaya başlanmıştır.

Türk Devletinin en büyük sorunu ve ithalatına da çok büyük miktarda para ödediği enerji ihtiyacıdır. Günümüzdeki enerji savaşlarını da bir kenara koyalım! Türk Devlet yöneticileri, geçtiğimiz yıllarda, Doğu Akdeniz enerji savaşında büyük hamle kazandıran yeni sismik gemiye, Akdeniz’i Türk gölüne çeviren Barbaros Hayrettin Paşa’nın ismini vermiş ve Türkiye’nin ilk üç boyutlu sismik gemisini denize indirmiştir. Emeği geçenlere buradan ayrı ayrı çok teşekkür ederim.

Bu hamle, Ortadoğu’nun siyasi denklemini değiştirecek, enerji – petrol – doğalgaz yarışında küresel güçlere karşı, Türk Devleti adına artık bende varım demektedir. Türk devletinin bu stratejik hamlesi ile Doğu Akdeniz’de uzun zamandır var olduğu tahmin edilen enerji hazinelerini gün yüzüne çıkarmıştır. Akdeniz bugün için Türk gölü olamasa da enerjide Türk hâkimiyetini duyurma adına çok büyük bir taktik kazanç sağlayacağı da kesindir.

Bugün için kırk ülkenin iki yüze yakın savaş gemisi Akdeniz’de dolaşmakta ve hatta bu savaş gemileri ile bu devletler buralarda deniz tatbikatları da yapmaktadır? Neden? Bu kadar savaş gemilerini gönderen hiçbir ülkenin Akdeniz’de sınırı yoktur! Peki, buralarda ne işleri vardır?

Akdeniz’e en fazla sınırı olan Türk Devleti ve asil Türk milletinin bu soruyu sormak gibi bir hakkını da teslim etmek gerekir, diye düşünüyorum! Akdeniz, bugün dünya hegemonya ve emperyalist sistemin olmaz ise olmazlarındandır!

Akdeniz ve yenidünya hegemonya sistemi! Akdeniz ve yenidünya düzeni! Akdeniz ve enerji fiyatları! Akdeniz ve enerji, petrol, doğalgaz! Akdeniz ve büyük satranç tahtası! Akdeniz ve Bir Yol, Bir Kuşak Projesi! Akdeniz, eski İpek yolu ve yeni bir yol, bir kuşak projesinin karadan ve denizden son çıkış noktasıdır!

Akdeniz’de hâkimiyet kurmadan bir yol ve bir kuşak projesinin küresel güçler zaviyesinden bir anlamı da olamayacaktır! Küresel ve bölgesel güçler eski konumlarının devamlılığı ve sürdürülebilirliği adına, Akdeniz’de var olabilmek ve buraları da mutlaka kontrol ve denetim altına alabilmek için her şeyi, ama her şeyi yapacaklardır!

Her şey derken ne demek istediğinizi anlayamadım dediğinizi de duyar gibiyim! Şantaj, tehdit, ekonomik saldırı, patlama, önemli şahsiyetlere yönelik sansasyonel suikastlar, sosyal kriz, kaos ve aklınıza gelebilecek her türlü vekalet senaryoları ve vesayet savaşları!

Günümüzdeki yaşamakta olduğumuz tüm sorunlar ve sıkıntılara mezkûr pencereden bakar, yerel ve magazinsel gelişmelerden uzak durur, benim adamım bir yerlere gelsin ve şahsi menfaat, çıkar ve dünyalık biriktirmekten de kendimizi arındırabilirsek!

Türk milletinin asil fertleri olarak, Dünya ve bölgemizdeki tüm gelişmeleri daha iyi okuyabilir, anlayabilir, anlamlandırabilir ve iki bin yıllık kadim Türk devleti ve Türk medeniyetinin varlık ve bekası adına da pro-aktif bir konumda olabiliriz, kanaatini taşıyorum!

Dünya Savaşı için bir Kıvılcım Yeter!

Dünya Savaşlar tarihini kabaca incelediğimizde bir kıvılcım bahanesi ile çıktığına şahit olmaktayız! Neden? Bu savaşlarda ne kadar insanın öldüğü, yaralandığı veya kayıp olduğu da savaşı planlayan güçlerin umurunda değildir! İnsanlık adına tek bir büyük hedef ve gayeleri vardır! Güncel çıkarlar ve hegemonya sistemin sağlıklı bir şekilde devamlılığı ve sürdürülebilir olmasıdır! Birici Dünya Savaşını çıkaran sebep nedir diye bir soru ile başlayacak olursak! Balkan turuna çıkan Avusturya Macaristan İmparatoruna bir Sırp öğrencisinin silahlı ateş etmesi bahane veya sebep olarak gösterilir! Peki, gerçekte birinci dünya savaşının arkasındaki sebep bu suikast mıdır? Arka planda daha önceden olgunlaşan görüşmeler, anlaşmalar, paylaşım kavgaları veya daha başkaca planlar, hesaplar var mıdır? Tabii ki bilemiyoruz! Tamam, burada bir dünya savaşı çıkması için her şeyi olgunlaştıran ve bir bahane ile de birinci savaşını çıkaran küresel güçler ve küresel finans çevrelerine sadece bir soru sormak gerekir! Peki, savaşın tarafları ile bu suikastın ne alakası var dediğinizi de duyar gibiyim! İkinci Dünya savaşında da aynı gerekçelerle, yani dünya hegemonya sisteminin yeniden planlanması, aktörlerin yer değiştirmesi ve yenidünya düzeninin küresel güçler arasında yeniden görüşülmesi ve paylaşılması gibi gerekçeler karşımıza çıkmaktadır! İnsanlık dediğinizi hala duyar gibiyim! Küresel güçler için insanlık ölmüş kimin umurunda ki! İfade etmeye çalıştığımız gibi Küresel güçler ve küresel finans çevrelerinin dünya ve insanlık adına tek bir kutsal gaye ve hedefleri vardır; Güncel çıkarları ve Hegemonyanın da devamlığı! Gerisi laf-ü güzaftır!

Günümüze geldiğimizde, daha önceki dünya savaşlarında arka planda anlaşan küresel güçler ve küresel finans çevrelerinin paylaşım ve hegemonya tanımından kaynaklı bir anlaşmazlık, bir iletişimin olmadığına ve hatta karşı tarafı da muhatap almamak ve yok saymak  gibi gerekçeler karşımıza çıkmaktadır! Tabii ki bu durum da dünya ölçeğine büyük bir kaos ve sıkıntılara sebebiyet vermektedir! Son dönemde yaşamakta olduğumuz büyük çaptaki patlamalar, insani ölümler, ekonomik kriz, tehdit, şantaj ve saldırılar neyin işaretleri ve göstergesidir? Yoksa bir delinin çıkıp tüm bunları gerçekleştirdiğini mi düşünüyoruz?! Tabii ki dünya savaşı için bir deliye ihtiyaç vardır! Fakat küresel güçler ve küresel finans çevrelerinin kontrol ve denetimi altındaki bir deliye! Kendi kafasına göre veya tanımsız,  başkaca güçlerin kontrol ve denetimindeki bir dünya delisine değil!

Dünya hegemonya sistemi, ikili düzen ve güç dengelerinin de devamlılığı adına yeniden dizayn edildiğini sürekli olarak yazılarımızda ifade etmeye ve vurgulamaya çalıyoruz! Küresel güçler ve küresel finans çevreleri arasındaki bir uyumsuzluk ve kavganın dünyanın neresinde krizlere ve patlamalara sebebiyet vereceğini de kestiremeyiz! Dünya, eski hegemonya sistemi ve ikili güç dengeleri ile artık yoluna devam edemeyecek bir konuma gelmiştir! Dünyada yeniden sağlıklı bir sistem ve yeni düzenin kurulması için çoklu bir güç dengesine geçilmesi de şiddetle ihtiyaç olduğunu göstermektedir! Günümüzde yaşadığımız kaos ve sıkıntıların sebebi hikmeti de buradan kaynaklanmaktadır, diye düşünüyorum!

Eski ipek yolu ve bugünün bir yol, bir kuşak projesi, 65 ülkenin birlikte kazanması, kalkınması ve kazan kazan ilkesi çerçevesinde kurgulanmıştır! Eskilerin ifadesi ile asla yalnız yeme; Yalnız yediğin her şey mutlaka sıkıntı verecektir! Sadece senin rahat ettiğin, karnının doyduğu ve yediği bir dünyada kaos ve sıkıntıların önüne geçilemez! Eski İpek yolu, yeni bir yol ve bir kuşak projesindeki akıl,  birlikte büyüme, birlikte kalkınma ve birlikte gelişme üzerine planlanmış ve programlanmıştır! Son dönemde dünya ölçeğinde ve ülkemizdeki büyük olaylar, patlamalar ve önemli gördüğümüz kişilere yönelik suikastlar, 65 ülkenin birlikte kalkınma hamlesi olan bir yol ve bir kuşak projesine kimin hâkimiyet kuracağının alenen bir kavgasıdır! Kim bu projeyi yönetecektir? Peki, küresel güçler ve küresel finans çevrelerinin hegemonya kavgası ve tüm bu saldırılar, suikastlar, bazı önemli  ve dünya ölçeğinde sansasyonel ses getirebilecek çaptaki kişilerin ortadan kaldırılması  neden Türk Devleti topraklarında olmaktadır? Neden? Dünya üzerinde kavga edilecek bakaca bir yer veya ülke toprağı yok mudur?! Bu topraklarda, filler tepişirken neden çimler ezilmektedir?! Türk Milleti ve Devleti, Dünyanın yeni çekim merkezi ve sıklet noktası, Adalet ve Hakkaniyet ilkesi ile tüm insanlığına örnek olmuş ve özellikle de tüm mazlum milletlere hamilik etmiş asil bir millettir! Küresel güçler finans çevreleri, İki bin yıllık tarihi   kadim bir medeniyetin temsilcisi Türk Devleti   ve yirmi dört milyon kilometre karelik hinterlantındaki Türk milletinin gönül bağları olmadan bu bölgelerde, bırakın hâkimiyet kurmayı, bir adım dahi atamayacakları için! Türk Devleti ve Türk Milleti olmadan dünyanın yeni çekim merkezi,  enerji ve ekonomik  sıklet noktasında,  küresel güçler ve küresel finans çevreleri artık hareker edemeyeceklerini öğrendiler! Sömürü başka bir şey! Medeniyet başkaca bir şey! Türk Devleti ve kadim  medeniyet! Küresel güçler ve finans çevreleri, bu topraklara sömürmek ve tüketmek için gelirken, asil Türk milleti insanlık, paylaşmak ve medeniyet götürmek için gitmiştir! İki bin yıllık  Türk Devleti ve asil Türk Milletinin tarihi bunların canlı örnekleri ile doludur!

Devlet Aklında Duygusallık Olmaz!

İki bin yıllık Türk Devlet tarihini kabaca incelediğimizde tespit edilebildiği kadarı ile on altı Türk Devleti kurulmuş ve yıkılmıştır! Neymiş efendim! Tespit edilebildiği kadar, on altı Türk devleti kurulmuş! Kurulan bu devletler neden yıkılmaktadır? Yıkılan bir Devletin yerine asil Türk milleti yeniden bir daha nasıl devlet kurabilmektedir? Bu nasıl bir akıldır? Küllerinden yeniden doğmak dediğimiz kavram böyle bir şey midir? Avrupalı oryantalist ve müsteşrikler, Dünya ve insanlık tarihinden Türkleri çıkardığınız vakit, tarih adına geriye hiçbir şey kalmayacaktır, ifadeleri öylesine ve gelişigüzel bir şekilde mi söylenmiştir! Tabii ki Hayır! Tarih ve İnsanlık! Tarih ve Dünya! Tarih ve Türk Milleti! Tarih ve Türk Devleti! Tarih ve Türk Devlet aklı! Tarih ve Devleti ebed müddet! Türk Devleti ebet müddet ve Türk milleti ebet müddet kavramlarının müşahhas hale geldiği zirve ve son noktanın adıdır, devlet aklı! Bir devletin bazı uygulamalarının tüm vatandaşlar tarafından anlaşılmaması ve algılanmaması kadar doğal bir şey yoktur! Algılamayan ve anlamayanlar için bazı konuları çok da zorlamanın hiçbir anlamı da olmasa gerekir, diye düşünüyorum!

Peki, Devlet aklı nedir? Devlet aklının temel ilke ve özellikleri nelerdir, kabaca değerlendirmeye çalışalım! Devlet aklı için asıl ve kutsal olan Devlettir ve Devletin de sadece bekasıdır! Devlet aklında, Devletin bekası için vatandaşlar büyük ve kutsal stratejiye göre ekonomik ve sosyal olarak sıkıntı çekeceklerse çeker ve ölmeleri de gerekiyorsa ölür! Bu acı reçeteden kaçış yoktur! Peki, buradaki kutsal strateji ve dava nedir diye sorabilirsiniz? Devletin Varlığı ve Bekasıdır! Devlet aklında duygusallığa ve ikircikli bir duruma kesinlikle yer yoktur! Bölgemizdeki sonradan uydur kaydır ve kullanışlı olmaları için yüz yıl önce kurdurulmuş olan ve bir rüzgâr esintisi ile yıkılmakta olan devletler bugün için bizlere neler anlatmaktadır? Bölgemizdeki devletleri parçalanmış olan ülkelerde devlet aklı var mıdır? Bu devletlerde, tarihi Devlet aklı olsa idi bu kötü durum ve konumda olabilirler midir? Tabii ki Hayır!

Geçtiğimiz günlerde, uzun süredir ülkemizde tutuklu bulunan ve daha sonra da ev hapsine gönderilen ABD vatandaşı bir papaz, bağımsız yargının kararı neticesinde serbest bırakıldı ve ülkesine döndü! Bağımsız yargının vermiş olduğu karar sonrasında medya ve sosyal medya üzerinden koparılan fırtınaya neler demeli?! Aman Allah’ım! Devletine, milletine ve devlet başkanına karşı ağza alınmayacak ifadeler ve galiz cümleler! Neler oluyor! Daha dün denebilecek kısa bir saman dilimi öncesi bu ülkede bir yabancıyı tutuklamayı boş verin, adını dahi soramaz ve sorgulayamazdınız! Bir emirle anında ülkesine göndermek zorunda kalırdınız! Yanlış mıyım? Ne çabuk unutuverdik o günleri? Devlet ve milletine karşı bir ihanet ve aymazlık konumunda bulunmuyorsak, bir saniye duralım düşünelim, olaylar ve gelişmeler, bizim küçücük aklımızın göremeyeceği, algılamayacağı ve fehim edemeyeceği boyutta olabilir midir?!

Bizim gibi toplumların en büyük hastalığı, gelişmeler hakkında erken karar vermektir! Okumayan ve araştırmayan bir toplum olduğumuz için olabilir mi?! Eskilerin ifadesi ile bir olay ve gelişmenin önünü ve sonunu görmeden, araştırmadan ve anlamadan hemen acil bir şekilde karar vermekteyiz! Lao Tzu, karar vermek konulu öyküsünde; Acele karar vermeyin! O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz! Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının! Karar aklın durması halidir! Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur! Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar! Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar! Oysa gezi asla sona ermez; Bir yol biterken yenisi başlar, bir kapı kapanırken, başkası açılır! Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz, şeklinde ifade etmektedir. Lao Tzu, bugün için ve özellikle de bu konuda bizlere neler söylemektedir? Ne gibi dersler almamız ve çıkarmamız gerekmektedir!

Devlet Yönetiyoruz, Devlet! Devlet dediğimiz kurum Statik olamaz! Devlet dediğimiz kurum, Varlık ve Bekası için kısa, orta ve uzun vadeli çıkarlarına göre hareket eder! Devlet için esas olan sadece DEVLETİN ÇIKARLARIDIR!

Devlet dediğimiz kurum eskilerin ifadesi ile Efradına Cami ve Ağyarına da mani olmak zorundadır! Devlet dediğimiz kurum uluslararası ilişkilerde Mütekabiliyet ilkesine göre hareket eder ve etmek de zorundadır! 

Devlet dediğimiz kurum bir hesabını görmek ve alacağını da alabilmek için bir zanlı ve suçluyu önce tutar, yakalar, sorgular ve alacağı her ne varsa alır, daha sonra da gerekiyorsa salıverir!. Türk Devleti de varlığı ve bekası için tarihi Devlet aklının gereğini yapmaktadır! ABD’de yaşayan tüm vatandaşların, ABD savaş gemilerinin Akdeniz’de ne aradığını bilmesini ve anlamasını, tabii ki beklemiyoruz! ABD’li vatandaşların, on bin kilometre ötelerden, Ortadoğu ve sınır bölgemizdeki terör örgütlerini neden desteklendiğini ve on birlerce tır silahı da sadece kendi ülkesinin ulusal güvenliği için verdiğine de inanmasını da beklemiyoruz?! Burada da ABD’nin ulusal çıkarları ve devletin bekası için devlet aklı var mıdır, yok mudur?!

Beyler! Neyi Bölüşemiyorsunuz?!

Geçtiğimiz hafta ve özellikle de son günlerde, şehirdeki bir eğitimciler tartışma veya kavgasına, tüm Konyalılar olarak şahit olmaktayız! Bir Eğitim sendikası başkanı ve bir devlet Üniversitesindeki Bölüm Başkanı arasında gelişen olaylar zincirine, diğer sendikalar ve başka mahalledeki bir akademisyen hocamızın da dâhil olması ile birlikte, yerel basın ve medya, sosyal medya ve son günlerde de ulusal basında çıkan haberlerle duymayanımız kalmamıştır. Konunun özeti veya detayı nedir diye şöyle kabaca bir baktığımızda; Eğitim sendikasına üye bir akademisyen adayı ve yüksek lisans öğrencisinin taleplerini karşılamayan bir bölüm başkanı arasında gelişen olaylar ve anlaşmazlıklar manzumesi! Burada kabul edelim ki idari olarak bir suç var ise muhatabı bellidir ve bu makam da gereğini yapacaktır ve yapmalıdır diye düşünüyorum! Yok, efendim adli bir suç ve isnat var, delil ve belgeleri de bulunuyorsa, savcılık makamı devreye girmelidir! Hayır, ben elimdeki sendika gücü ile eski Türkiye’de olduğu gibi idari makam buradaki taleplerimizi yerine getirmediği ve gereğini de yapmadığı için, yani bölüm başkanı hocayı görevden almadığı, basın ve medya aracılığı ile istediğimizi yapar, yaptırır ve alacağımızı da alırım, şeklimde bir üslup ve tavır sergileniyorsa bu da çok tehlikelidir, diye düşünüyorum! Hani Devlet ve millet olarak devlet yönetiminde eski alışkanlıkları atacak ve Yeni Türkiye’yi kuracak, mazlum milletlere de umut olacaktık! Bu şekilde mi Yeni Türkiye’yi kuracağız?!

Müslüman camia ve muhafazakâr kitle olarak, yıllardır bu ülkede kendilerini seçilmiş ve bu ülkenin de sahibi olduklarını iddia eden veya zanneden beyaz Türklerden, muhafazakâr camiaya da öteki olarak davranış sergilenmesinden çok muzdarip olmuştuk! Peki, iktidar, güç ve makam muhafazakâr camianın eline geçince neler yaptık? Beyaz Türkler olarak iddia ettiğimiz kişilerden daha fazlasını! Yani muhafazakâr camia olarak, iktidar, makam, mevki, kadın, para ve güç, bize çok şeyler kaybettirdi! Kabaca muhafazakâr camia olarak buradaki dünyalık imtihanımızı kaybettik! Adalet ve Hakkaniyet ölçüleri ile hareket etmesi, ehliyet ve liyakate daha fazla önem vermesi gereken muhafazakâr camia, bunları dünyalık talepler ve çevremizin de menfaat ve çıkarları uğruna yok hükmüne getirdik ve getirmeye de ısrarla ve inatla devam ediyoruz! Yani insani değerler noktasında tüm insanlığa örnek olmuş kadim bir medeniyetin evlatları olarak çürümeye ve batmaya devam ediyoruz! Peki, Neden? Nerede hata yapıyoruz?

Mezkûr tartışma ve konumuza tekrardan dönecek olursak! Bir eğitim sendikası başkanı ve üyesi akademisyen, uluslar arası camiada ses getirecek bir buluş ve icat geliştirmiş, bunu da kimin adına kayıt ettirelim diye bölüm başkanı hoca ve sendika başkanı arasındaki kavgaya mı şahit olmaktayız! Beyler! Panik yapmayın! Sakin olalım! Devlet adına kayıt ettirin! Ne diyorsunuz? Peki, neler oluyor? Benim adamımı neden kayırmıyorsun ve ayrıcalık göstermiyorsun! Tartışma ve konunun özeti kabaca budur! Sonra da, Sen benim kim olduğumu da biliyor musun? Ben sana neler yapacağımı biliyorum! Dur sen, sana neler neler edeceğim! Kabaca sergilen davranış bu mudur? Tabii ki gelişmeler aynen bu şekildedir!  Eski Türkiye’de Mülki idare ve başka bir kamu kurumundan talepleri yerine gelmeyen beyaz Türkler, ellerindeki basın medya gücü aracılığı ile doğru, yanlış ve ahlaki olup olmadığı hiç fark etmeden, bir manşet patlatmak suretiyle birçok kişiyi işinden ve yerinden etmediler mi? Peki burada sergilenen tavır ve gelişmeler eski Türkiye’deki alışkanlık, yaşadıklarımız ve olanlardan bir farkı var mıdır? Bence hiçbir farkı yoktur! Üzülerek ifade etmek gerekir, daha fazlası da bulunmaktadır!

Mezkûr tartışmaya diğer mahalleden iştirak eden hocamızın ifadeleri ve iddialarına neler demeli ki! Neymiş efendim! Bölüm başkanı hoca tam bir Yahudi taktiği sergilemekteymiş! Şimdi bu iddiayı ortaya atan akademisyen hocaya sormak gerekir! Hocam bu bölüm başkanı hoca gerçekten Yahudi midir?! Elinizde belgesi de var mıdır?! Var ise kamuoyu ile lütfen paylaşınız! Değilse bir akademisyene, bir rektör yardımcısına ve bir Müslüman’a böyle bir tekfir tarzı veya iddia şekli yakışır mı? Bu iddianın MÜMİN olarak bir vebali var mıdır? Bilmediğim için soruyorum! Sadece öğrenmek ve anlamak için soruyorum! Tekrardan ısrarla ve inatla soruyorum! Anlayamadığım için tekrar tekrar sormak istiyorum! Sosyal bilim alanında ve literatüre de katkı sağlayacak, Türk Devleti ve asil Türk Milletini de şaha kaldıracak, dünya ile rekabet sıralamasında üst lige çıkaracak bir icat veya buluş geliştirdiniz de bizim mi haberimiz yok! Hayır! Kocaman bir Hayır! Eeeeeee! Peki, bu kavga ve tartışma neyin nesidir! Neyi bölüşemiyorsunuz! Hani, Bölünürsek YOK, Bölüşürsek de TOK olurduk! Türk Devleti ve Türk Milleti adına ne ürettiniz de neyi bölüşeceksiniz! Anlayamadım ki! Hani, Girmeden tefrika bir millete düşman giremezdi ve toplu vurdukça sineler / yürekler onu top sindiremezdi! Kim bu milletin asil fertleri arasında fitne ateşini yakmakta ve fitne ateşine de her an benzin taşımaktadır! Kimdir bunlar?! Nereden gelmişlerdir?! Bilen var mıdır?!

İşbirlikçilerin Hedefi Nedir?

Geçtiğimiz günlerde, TBMM yeni Yasama dönemi açılışı, Partilerin Grup toplantılarına katılmak ve TBMM’nin çok değerli Konyalı üyelerine de, yeni yasama döneminin Hayırlı olması ve Başarı dileklerimizi sunmak için Başkent Ankara’da bulunuyordum. Öncelikle TBMM yeni yasama döneminin ülkemiz, milletimiz, bölgemiz, mazlum milletler, Türk devleti ebed müddet ve asil Türk milleti ebed müddet ideal ve hedefleri için çalışmalarda bulanacak ve Anadolu için dertleri olan milletvekillerine de hayırlara vesile olmasını Sonsuz Kudret Sahibi yüce Allah’tan niyaz ederim.

Ziyaretlerimiz esnasında, tabii ki sohbetin konusu selam ve kelamdan sonra, tamamen ekonomiye gelip dayanmaktadır. Elbette ki devlet ve millet olarak ekonomik sıkıntılı günler yaşanmaktadır. Ekonomik sıkıntı, ekonomik saldırı, ekonomik tehdit, şantaj veya ekonomik savaş! Nasıl isimlendirdiğimizin bir anlamı olmasa gerekir! Savaşın tek bir gayesi ve hedefi vardır! Karşı tarafı veya potansiyel rakibiniz olarak gördüğünüzü, zayıflatmak, diz çöktürmek, kontrol, denetim veya boyunduruk altına alabilmek! Türk devleti ve Türk milleti olarak son dönemde döviz ve dolar kuru üzerinden yaşamakta olduğumuzun bunlardan ne farkı vardır? Bence daha fazlası vardır, eksiği yoktur ve savaştan hiçbir farkı da yoktur!

Ekonomik sıkıntı, kriz ve savaş ortamında olduğumuzu iddia eden bir milletin yaşantısı ve sosyal durumuna bir bakar mısınız? Beyler! Lüks, israf ve şatafat içinde savaş verilmez ve kazanılamaz! Rahatımız ve lüksümüzden birazcık feragat edelim, bakın neler oluyor! Ne yaptığımızın bilincinde ve farkında mıyız? Birey ve özellikle de bir mümin olarak kendimizi sorgulamanın zamanı çoktan gelip geçtiğini de görmemiz gerekmektedir. Nereye gidiyoruz? Bu gidiş nereye? Bu israf, hadsizlik ve azgınlık nedir? Üretmeden nasıl bu kadar tüketebiliyor ve israf edebiliyoruz? Dedelerimiz ayaklarındaki çarık ile bu ülkeyi bizlere emanet ettiklerini ne çabuk unutuverdik? Anadolu topraklarını bizlere emanet eden dedelerimiz ve ninelerimiz bir öğün dahi karınlarını doyurmamışlardı? Şimdiki nesil olarak bizler yemek çeşitlerini beğenmiyoruz? Daha ne olsun! Tabii ki üretmeden tüketilen bu kadar lüks ve israfın bir bedeli olacaktır! Asil Türk milleti mutlaka özüne dönecektir ve çok ivedi bir şekilde dönmelidir! Anadolu’da yaşamanın çok ağır bedelleri ve sorumluluğunun olduğunu da sürekli olarak yazılarımızda vurgulamaya çalışıyoruz!

TBMM ziyaretlerimiz çerçevesinde sadece ekonomi konuşulmadı! Siyaset, özellikle de yerel seçimlerde partilerimizin yereldeki aday adayları zaviyesinden dedikodulara da şahit olduk! Buradan isimlere girmenin ve kişileri yıpratmanın da kimselere bir faydası olmayacaktır! Şimdiden bölgesinde, şehrin emini olmak ve bulundukları bölgelerdeki asil Türk milletine hizmet etmek için yarışacak dostlarımıza başarılar dilerim. Siyaset bir karakter, şahsiyet, duruş, erdem ve özgüven meselesidir! Siyaset yapmayı düşünen tüm dost ve ağabeylerimize de biraz insan olabilmeyi, açık, şeffaf ve hesap verebilir olmayı, kibir abidesi olmaktan ve tüm küçük dağları da ben yarattım edasından kurtulabilmek noktasında Yüce Allah’a sığınmaları dostane ve âcizane tavsiye derim!

TBMM ziyaretlerimizde MHP milletvekili ağabey ve dostlarımızla sohbet ve istişarelerde bulunmak imkânımız hâsıl oldu. Sohbette MHP’nin ‘AF konusu ve Emeklilikte Yaşa Takılanlarla’ ilgili hazırlamış olduğu yasa önerileri hakkında da istişarelerde bulunduk. MHP’li ağabey ve dostlarımız, MHP olarak sadece bu iki konu üzerinde çalışan bir parti olmadıklarını, TBMM’ye yasalaşması ve komisyonlarda görüşülmesi için yüzlerce ve hatta binlerle ifade edebileceğimiz yasa tekliflerinin olduğu noktasında ısrarla üzerinde durdular! 24 Haziran seçim beyannamesinde mezkûr konular ve sorunlar hakkında Türk milletine verilmiş sözlerinin olduğunu da defaatle vurguladılar! Peki, neden bu iki sorun veya konu sürekli olarak birileri ve malum çevreler tarafından gündeme getirilmekte, ısıtılmakta ve medya aracılığı ile köpürtülmektedir? Neden? Neden olabilir ki? Sohbet ettiğimiz MHP milletvekili ağabeyimiz; AK Parti ve MHP arasında sağlıklı bir şekilde yürümekte olan Cumhur İttifak ruhuna zarar vermek ve fitne çıkarmaya çalışıyorlar! Başkaca bir dertleri yoktur! Küresel güçler ve içimizdeki işbirlikçilerin burada tek bir hedef ve planları bulunmaktadır! AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Milliyetçi Hareket Partisi Lideri Devlet Bahçeli arasındaki Türk Devletinin bekası ve asil Türk milletinin birlik ve beraberlik ideal ve hedefleri doğrultusundaki sağlam, kararlı ve sağlıklı bir şekilde yürütülmekte olan, 1071 Malazgirt, Çanakkale, Kurtuluş Savaşı ve Kuvayi Milliye ruhuna, 2023 – 2053 ve 2071 hedeflerindeki Türk Devleti ve Türk milletinin yürüyüşünü durdurmak, engellemek, fitne çıkarmak, kontrol veya denetim altına almaya çalışmaktır! MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin grup toplantısındaki; ‘’Biz Milliyetçi Hareket Partisiyiz! Biz Türk milletinin ta kendisiyiz! Biz Türkiye’yiz, Milli Mücadele’yle tezahür etmiş kuruluş felsefesinin, devlet-i ebed müddet, millet-i ebed müddet şuurunun bayraktarıyız! Biz Türklüğün keskin kılıcı, kardeşlik ve beraberlikle geçen kutlu asırların ebedi muhafızları, taşıyıcı kudreti, tayin edici kuvvetiyiz’’ vurguları, işbirlikçi ve fitnecilere Osmanlı tokadı şeklinde bir cevap olmuştur! Başaramayacaklar! Artık eskisi gibi kardeşi kardeşle bu topraklarda kavga ettiremeyecekler! Aramıza fitneciler kesinlikle giremeyecektir! Türk devleti ve Türk milletinin, Adalet, Hakikat ve Hakkaniyet mefkûreli, yirmi dört milyon kilometrekarelik gönül bağlarındaki Kadim Medeniyet ve Kutlu yürüyüşünü de durduramayacaklar!

Yeni bir Düzen Kurulurken!

Dünya ve İnsanlık tarihini kabaca incelediğimizde, büyük kaos ve savaşlardan sonra, dünya hegemonyal ve emperyal yönetim sistematiğinde, yeni bir düzen kurulmakta ve yeni bir döneme geçilmektedir! Birinci Dünya Savaşının gerisindeki sebeplere baktığımızda, Sanayi Devrimini tamamlamış bir Avrupa için petrol ve enerji kaynaklarına şiddetle ve acil bir şekilde ihtiyaç vardı! Aksi halde Avrupa için sanayi devriminin hiçbir anlamı da olmayacaktı! Peki, Enerji ve Petrol bölgesinde olmayan bir devletin ve sanayisini tamamlamış Avrupa’nın ne yapmasını beklemeliydik? Para kazanması gereken küresel finans çevreleri de enerji ve petrol kaynaklarını bir şekilde denetim ve kontrol altına alabilmek için her türlü girişimde bulunuyordu! Avrupalı devlet başkan ve liderlerine sürekli olarak gaz veriyorlardı! Çünkü Küresel finansçılar için savaş demek, para demekti! Savaş demek, zenginlik ve küresel finans çevrelerinin daha çok zenginleşmesi demekti! Birinci dünya savaşının akabinde parasal, finans ve sermaye olarak batmakta olan devletleri görürken, zenginliklerine daha fazla zenginlik ilave eden küresel finans çevreleri karşımıza çıkmaktadır! Neden? İkinci dünya savaşı da böyle gerekçelerle çıkarılmıştır! Dünya emperyalist ve hegemonyal sistematiğinin yeniden tanımlanması ve aktörlerin değişmesi ihtiyacından çıkıvermiştir! Savaşın sonucunda, iki kutuplu bir dünya ortaya çıkmış, BM kurulmuş, NATO ve Varşova paktı liderleri ve üye devletlerin olduğu yeni bir sistem karşımıza çıkmaktadır! Peki bu yeni sistemle dünyamız ne zamana ve nereye kadar gidilecekti?!

İkinci dünya Savaşının akabinde oluşan bu ikili sistem, 1989 yılında Sovyetler Birliğinin dağılması ve Berlin Duvarının yıkılması ile birlikte artık tıkanmaya başlamıştır. İkinci dünya savaşının ürünü olan NATO ve Birleşmiş Milletler, dünya ve insanlığın sorunlarına hiçbir çözüm üretememektedir! Dünya ve İnsanlık için Adalet ve Barış getirmesi planlanan bu kurumlar, sadece izleyici durumunu geçememektedir! Peki neden? BM Güvenlik konseyi BEŞ daimi üyenin çıkar ve menfaatleri dışındaki hiçbir teklif ve öneri bu kurumlarda görüşmeye dahi alınamamaktadır! Ne ala memleket! Böyle bir kurum dünya ve insanlık için nasıl adalet, huzur ve barış getirebilir ki? Bir yüz yılı daha safdil bir şekilde beklemek gerekecektir! Yoksa Dünya ve İnsanlığın barış, huzur ve refahı için yeni bir girişim, yeni bir teklif ve öneri, hatta çözüm arayışlarında bulunmalı mıyız? Yoksa, böyle gelmiş böyle de devam etmeli midir?!

Bugün için dünyamız yeni bir dönemeç ve makas değiştirme sürecine girmiştir. Dünyamızı yönetmekte olan güçlü ve öngörüsü de yüksek birkaç lider, yeni bir dünya savaşı olmadan, milyonlarca insanın ölümleri ve çok büyük yıkımlara da sebebiyet vermeksizin, yeni sistemin nasıl ve ne şekilde kurulması gerektiğine uzun bir süre karar verememiştir! Yaşamakta olduğumuz ekonomik ve sosyal kaos bunların sadece öncüsü ve habercisidir! Tarihte her yeni dönem ve düzen, büyük bir dünya savaşı neticesinde karşımıza çıkmaktadır! Bugün dünyamız, Türk devlet aklı ve Türk devlet yönetim sistematiğine ihtiyacı bulunmaktadır! İki bin yıllık Türk devlet yönetim tarihinde hiçbir zaman insanlığa karşı zulüm, haksızlık ve adaletsizlik göremezsiniz! Türk demek, Adalet demektir! Türk demek, Hakkaniyet demektir! Türk demek, mazlumun yanında ve zalimin karşısında dik bir şekilde durmak demektir! Aksi halde terör ve kaostan kafanızı kaldıramazsınız! Dünyamız, Batı ve Atlantik bölgenin ikircikli ve sadece çıkarlarına yönelik düşünce sistematiği ve yönetim sistemi ile artık sürdürülemez bir hale gelmiştir! Yeni bir akla ve düşünceye acilen geçilmelidir! Peki, bu akıl ve düşünce hangisidir ve nerededir? Doğu’da artık para ve insan sermayesi vardır! Dünyanın çok büyük bir ticaret hacmini artık Doğu yönetmektedir! Dünya nüfusunun da yarısı bu bölgede bulunmaktadır! Bunları bir kenara koyamaz ve yok sayamazsınız! Aksi halde çatışma çıkar, kaos olur ve hatta Dünya savaşlarına da sebebiyet verebilirsiniz! İşte tam da burada Türk devlet yönetimi ve Türk devlet aklı karşımıza çıkmaktadır! Türk Devleti ve asil Türk milleti iki bin yıllık devlet geleneği, devlet aklı ve kadim medeniyet kodları, yirmi dört milyon kilometrekarelik gönül bağları ile birlikte, Batı ve Doğu, Atlantik ve  Avrasya güçleri arasında, insanlığın barışı, huzuru ve refahı için bir denge unsuru ve katalizör konumunda olacaktır ve olmalıdır! Türk devlet aklı ve önderliğinde, NATO ve BM’nin konumu ve işleyişi, artık tartışmaya açılmıştır! Dünya ve insanlığın huzuru, refahı, barış ve terörden uzak kalabilmesi için NATO ve Birleşmiş Milletler yeni bir akıl ve sistematiğe geçmelidir! Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, daha önce NATO ve geçtiğimiz günlerde BM’nin 73. Kuruluş konuşmaları da bu sorumluluk ve tüm dünya insanlığının da  vicdan sesine tercüman olmaktadır! NATO ve BM’nin statüsü, işleyişi ve insanlığın barış ve huzur içinde yaşamasını, Türk devleti, Türk milleti, Türk devlet aklı ve Türkiye Cumhuriyeti devletinin önderliği ve liderliği sayesinde ancak başarabilecektir! Türk Devleti ve asil Türk Milletine; Tarihi, sosyolojisi, kültürü, dili, dini, kadim medeniyet kodları ve coğrafyası bu sorumluluğu emretmektedir! Kaçamazsınız!

Türk Devleti ve Milleti Olmadan Olmaz!

Dünyanın çok önemli araştırmacı ve tarihçilerinin ifadelerine göre, Dünya ve insanlık tarihinden, Türk milleti ve Türkleri çıkardığımız zaman geriye tarih adına hiçbir şey kalmayacaktır. Bugün yine aynı tarihteki sıkıntılar, değişim, dönüşüm ve yeni bir dünya sistematiğinin kurulmakta olduğu çok sancılı günlerden geçmekteyiz! Tabii ki değişim, dönüşüm ve özellikle de yeni bir dünya düzeni elbette sancılı olacaktır; Her doğum sancılı olduğu gibi! Dünya tarihine kabaca baktığımızda, devletler ve insanlık zaviyesinden, her yüz yılda büyük dönüşüm, değişimler ve yeni dizaynlarına şahit olmaktayız! Bu değişim ve dönüşümü çok iyi okuyan, stratejik ve taktik tedbirlerini de alan devlet ve milletler devamlılıklarını ancak  sürdürülebilir bir konum ve durumda olmuşlardır! Türk Devleti ve asil Türk Milleti tam da bu konum ve durumdadır! Aksi halde dünya hegemonyal sistemde sadece kontrol edilebilir ve yönetilebilir bir durumda kalırsınız! Türk devleti ve asil Türk milleti günümüzde yaşanmakta olan bu çok sancılı büyük değişim, büyük paylaşım, büyük plan, dönüşümün ve yenidünya düzeninin tam da ana merkezi, karargahı  ve katalizörü bir durumdadır! Devlet ve millet olarak son dönemde yaşamakta olduğumuz sosyal ve ekonomik krizler, bu konumumuzun ötelenmesi, örselenmesi, denetlenebilir bir konuma gelebilmesi veya tamamen yok edilmeye çalışılmasından kaynaklanmaktadır!

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 73. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısında; BM Güvenlik Konseyi, veto hakkına sahip 5 üyenin çıkarlarına hizmet eden, zulümlere seyirci kalan bir yapıya bürünmüştür. Onun için ‘Dünya 5’ten büyüktür’ derken insanlığın ortak vicdanının sesi olduğumuza inanıyoruz. Zira artık dünya, İkinci Dünya Savaşı sonrasının şartlarında değil. Burada 194 ülkeden temsilciler var. Niçin bu 194 ülkenin tamamı da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde temsil eden durumuna gelmesin? Sadece 5 üye, diğerleri maalesef geçici, onların da orada hiçbir inisiyatifi yok. Dünyanın düzenini sağlayacak olan adalettir. Her şeyden önce bizim anlayışımıza göre dünyanın düzenini, kurtuluşunu ve mutluluğunu sağlayacak olan adalettir. Gelin, BM’yi adalet beklentisinin sözcüsü ve uygulayıcısı haline getirelim. Anadolu’nun ortasındaki Konya’dan yaktığı ışıkla tüm dünyadaki gönülleri aydınlatan Hazreti Mevlana, adaleti, ‘Bir şeyi yerli yerine koymak’ yani hakkı sahibine vermek olarak tanımlıyor. Gelin, bu dünyada her şeyin yerli yerine konulmasını sağlamak için Birleşmiş Milletleri insanlığın adalet beklentisinin sözcüsü ve uygulayıcısı haline getirelim. Gelin, ezilene kalkan olacak, aç ve açıkta kalana el uzatacak, gelecek nesillere umut aşılayacak bir küresel yönetim sistemi kuralım. Çünkü yine Hazreti Mevlana’ya göre zalim, üzerine düşen görevleri yerine getirmeyen kişidir. Birleşmiş Milletleri zulmün değil adaletin kaynağı haline getirmek istiyorsak, üzerimize düşen görevlere daha sıkı sarılmalıyız, şeklindeki vurguları ve konuşmalarının, kurulmakta olan yenidünya düzeni çerçevesinden, Türk Devleti ve Türk milletinin kadim tarihi medeniyet kodları olan Adalet ve Hakkaniyet esaslı duruşunun insanlığın geleceği ve dünyamızın da huzur ve refahı için çok önemli ve acil bir durumda olduğuna müşahit olmaktayız, kanaatini taşıyorum.

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 73. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısındaki konuşmalarının devamında, Dünyadaki ülkelerin pek çoğunun bünyesindeki radikal grupları ihraç ettikleri bir yer haline dönüşen Suriye’deki gelişmeler karşısında Türk Devleti olarak aktif bir tutum içindeyiz. Gerek Cenevre ve Astana süreçlerine verdiğimiz destekle, gerekse sahada oluşturmayı sürdürdüğümüz güvenli bölgeler aracılığıyla, Suriye’nin yeniden huzurlu bir yer haline gelmesini sağlamaya çalışıyoruz. Terör örgütlerine karşı ilkeli bir yaklaşım sergilenmesini istiyoruz. Taktik çıkarları uğruna teröristleri on binlerce tır ve binlerce kargo uçağı silahla donatanlar, gelecekte bunun acısını mutlaka çekeceklerdir. Bir yandan terör örgütlerini desteklemek, bir yandan kapıları mültecilere kapatmak, bunun tüm yükünü de Türkiye gibi birkaç ülkeye yüklemek, kimsenin geleceğini daha güvenli ve daha müreffeh yapamaz. Tam tersine bu şekilde ötelenen sorunlar, bir süre sonra artık mevcut tedbirlerle üstesinden gelinemeyecek boyuta ulaşır. Unutmayınız, dünyanın her yerinde asgari bir huzur ve refah düzeyi oluşturamazsak, hiç kimsenin kendi sınırları içinde güvenle yaşamayı sürdüremeyeceğini bilmeliyiz. Dünya İnsanlığı için, merhametin, vicdanın, hukukun, adaletin, hakkaniyetin ve umudun kaybolduğu bir dünya düzeni kadar büyük bir tehlike yoktur. Şu anda hep birlikte böyle bir tehlike ile karşı karşıyayız, şeklindeki uzayıp giden konuşmaları ve vurgularının, dünya insanlığı huzur ve refah içinde yaşamak istiyorsa, taktik çıkarlar uğruna, terör ve terörist ihraç ettikleri ülke ve bölgelerdeki yer altı ve yer sütü zenginliklerine sadece konuşlanmak ve sömürmek hedefleri ile ülkelerinde hiçbir zaman huzur ve refaha erişemeyeceklerinin bilinmesi, idrak edilmesi ve buna göre yen bir dünya düzeni kurulması gerektiğini de düşünüyorum.

Günümüzde Türk devleti ve Türk Milleti, elbette ki döviz ve dolar kuru üzerinden bir sıkıntı ve özelikle de ekonomik bir daraltılmaya şahit olmaktayız. Küresel güçler ve finans çevreleri, tarihteki dünya düzenlerini de böyle kurmadılar mı? Sakin ve normal bir değişim ve dönüşüm tarihte görebilir miyiz? Tabii ki hayır! Bugün de kurulmakta olan yenidünya düzeninin ana karargâh merkezi ve sıklet noktası Türkiye olduğu için yaşadığımız sorunlar ve imtihan şartları biraz daha ağır olmaktadır! Peki, ne yapmalıyız? Türk devleti ve Türk milleti olarak biraz maddi ve ekonomik sıkıntı ve imtihan karşısında tarihi hedefler ve kızıl elma ülküsünden vaz mı gececeğiz? Asla! Tarihte yaptığımız gibi asil bir millet olmanın gereği olarak birbirimize daha çok kenetleneceğiz! Ticari olarak Türk milletini ekonomik sıkıntıya sokmak ve hatta sosyal patlama çıkarabilmek adına girişimlerde bulunan küresel güçler ve işbirlikçiler, ekonomiyi daraltan, ticarete yön vermekte olan monopol firmalara karşı, kendi insanımız, çalışanlarımız, komşumuz, arkadaşımız ve iş adamlarımıza destek olmalıyız! Alacaklarımızı biraz öteleyebilmeliyiz! Dikkat edelim; Tahsil edilmesin demiyoruz! Sadece biraz yardımcı olmak suretiyle geciktirebilmeliyiz! Hammadde ve yarı mamul satmamak suretiyle de ekonomiyi kilitlemek isteyen bazı firmalara karşı daha dik ve kararlı olmalıyız! Beyler, sakin ve sükûn olalım! Aç mezarı hiç yoktur! Kara gün de kararıp kalmayacaktır! Bugünlerin ardından aydınlık, refah ve müreffeh dolu günler çok yakındır! Sadece tarihte dedelerimiz ve ninelerimizin yaptığı gibi var olan dünyalıklarımızı ve ekmeğimizi diğer bir kardeşimizle bölüşmesini ve paylaşmasını bilelim! Türk demenin sadece mazlumun yanında olduğunu tarihin her anında gösterdiğimiz gibi bugün zor ve ekonomik olarak sıkıntılı bir durumda olan kendi insanımıza bir de biz vurmayalım, yanında olalım! Millet olarak bir olmak ve beraber olmak, kenetlenebilmek için her şeyi ama her şeyi bir fırsat bilelim ve değerlendirelim! Aksi halde dönüşü ve çıkışı olmayan bir yola girebiliriz! Aksi halde, Bölgemizdeki devlet ve vatanları parçalanan, yok edilen ve vatandaşlarının da hayatları karartılan milletler gibi olmayalım!

Her Şey, Bağımsız ve Güçlü, Türk Devleti için!

Türkiye Cumhuriyet Devleti, yüz yıl önce, küresel güçler ve küresel finans çevrelerinin destekleri, yedi düvelin kapımıza dayanması,  devşirme ve ordan burdan toplama ordulara karşı verilen,  onurlu bir Milli mücadele, İstikbal ve İstiklal için Çanakkake  ve Kurtuluş Savaşları sonrası, parçalanmış bir imparatorluk bakiyesi olarak kuruldu. Kurulduğu tarihten itibaren yirmi dört milyon kilometre karelik gönül coğrafyasındaki bağları ve Türk dünyası ile irtibatı kökten kopartılmak ve bir daha kurulmamak üzere, içeride sahte operasyonlar ile oyalanmak, içeriye dönük ve içerideki iç sorunlarla uğraşması ve meşgul edilmesi için gereken her şey yapılmıştır! Peki, neden? Kuvvetler ayrılığı ilkesi olarak dizayn edilen sistem, kuvvetler ayrılığından ziyade, Türk devleti ve Türk milletinin gelişmesi ve kalkınmasına yönelik her türlü engel çıkarması için kurgulanmıştır! Tamam, anladık tüm bunları da, neden? Türk devletinde neler oluyordu? Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu tarihten sonraki süreçte başlatılan kalkınma hamleleri 1935 yıllından itibaren, ya engelleme, ya da bu yatırımların tamamen durdurulması için yapılan girişimlere şahit olmaktayız! Neden? Peki, Türk devleti ve milleti yönetim sistemi olarak böyle gelmiş ve böyle de devam etmesi mi gerekiyor? Yoksa tüm bu negatif gelişmeler ve olumsuzluklara karşı, pro-aktif bir gelişme ve kalkınma hamlesi mi başlatılması gerekiyor? Evet Türk devleti ve Türk milleti yönetim sisteminde neler olması ve neler yapılması elzem bir konum ve halde bulunuyordu?!

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması akabinde, Türk Devlet yönetim sistemi yeni bir aşamaya geçilmesi şiddetle gerekli kılmıştır! Yönetim sistemi artık tıkanmaya, dışarıdan ve içerideki küresel işbirlikçilere doğrudan açık bir şekilde müdahale imkânları veriyordu! Peki, ne yapılmalıydı? Yüz yıllık sistem aynen devam etmeli miydi? Yoksa bir çözüm ve bir yol bulmak mı gerekiyordu? Asil Türk milleti ve Türk Devleti, ya bir yol açacak, ya bir yol bulacak, ya da varlık ve beka sorunu ile karşı karşıya kalacak! Ya da bin yıl önce geldiğimiz, milyonlarca vatanperver şehit kanları ile sulamış olduğumuz Anadolu topraklarını terk etmeye zorlanıyor veya talep ediliyordu? Hangisini tercih etmeliydik? Her seçimin bazı şeylerden vazgeçiş olduğuna göre! Devleti ebet müddet hedef ve ideali, tüm vatandaşlarına karşı Adalet ve Hakkaniyet ilkesi ve kızıl elma ülküsü olan Türk milleti ve Türk Devleti sonsuza kadar Anadolu topraklarında var olması ve baki kalması için başkaca şeyler yapması ve reaktif durumdan da artık pro-aktif bir konuma geçmeliydik?! Hangisini seçmeli veya tercih etmeliydik? Ya bu topraklarda Adam gibi ölecek, Ya da Var olacaktık! Asil Türk milleti esaret altında bulunmak veya yaşamaktansa, bağımsızlık ve istiklaline olan aşkı ile Anadolu topraklarında bin yıllardır Adam gibi ölmeyi, Şehit olmayı her zaman ve zeminde tercih etmiştir!

15 Temmuz hain işgal kalkışmasından sonraki süreçte, böyle karanlık günler ve geceler bir daha yaşanmaması adına, 17 Nisan referandumu ile başlayan ve 24 Haziran seçimleri ile birlikte, devlet yönetiminde Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmesinin acil ve ivedi olduğu, Türk Devlet yönetiminde yeni bir sayfa, yeni bir dönem, yeni bir tarih ve yeni bir milat başlamış oldu. Tabii ki bu yeni dönemden memnun olmayan ve sürdürülemez olduğunu iddia eden hain ve ihanet içindeki aklı evveller olacaktır! Türk Milleti varlığı ve bekası için iki bin yıllık Türk Devlet yönetim sistemi ve devlet aklı, kadim medeniyet kodlarına dönmekte ve bu kodlar artık devreye girmiştir! Artık geriye dönüş yoktur ve olmayacaktır! Birileri bu durumdan tabii ki sıkıntı duyacaktır! Peki kim veya kimler, bu sıkıntıda olan ve sorun çıkaranlar?! Nesebi ve cibilliyeti belli, bu yeni dönemden elbette ki engel ve arızalar çıkarmak için her türlü girişimi ve kalkışmayı da yapacaklar! Peki, Ne yapacağız? Müslüman görünümlü Yahudi, Hıristiyan ve Sabatayistler memnun olmadığı için yeni Cumhurbaşkanlığı hükümet yönetim sisteminden vaz mı geçeceğiz? Tabii ki hayır! Artık ok yaydan çıkmış, geriye ve eskiye dönüş asla olmayacaktır! Bu topraklardaki işbirlikçilerin artık anlaması gereken durum budur!

Türk Devleti ve asil Türk milleti hem Anadolu’da, hem gönül coğrafyası ve hem de imparatorluk bakiyesi yirmi dört milyon kilometrekarelik bölgesinde mazlum milletler  adına güçlü olmak ve bağımsız politikalar üretmek zorundadır! 24 Haziran seçimleri akabinde, 9 Temmuz tarihinde kurulan ve açıklanan yeni Cumhurbaşkanlığı hükümeti ile bunların emarelerini de görmekteyiz! Dolar ve döviz kuru artışını bahane ederek Türk devleti ve millet aleyhine çalışanlar, Cumhurbaşkanlığı hükümetinin açıklamakta olduğu yeni ekonomik paket ve programların yanlış olduğunu, başarısız olacağını da ileri sürenler tabii ki olacaktır! Neden? Devletteki hortum muslukları bir bir kapandığı için olmasın! Devlet onlar için bir geçim ve zenginlik kaynağı olduğu için olabilir mi? Her şeyi bir kenara bırakalım! Devlet yönetiminde ve özellikle de tüm belediyelerdeki ahbap çavuş ilişkisi çerçevesindeki personel istihdamı, her türden hizmet alımları, yol, park ve bahçe yapımları, fazladan ve hesapsız bir şekildeki binek ve diğer araç alımları, daha sayamadığımız tüm harcamaların tek bir merkez ve havuzdan yapılacak olması dahi yeter ve artar bir durumdadır! Peki, Maliye Bakanlığının tüm belediyelerden talep edilen araç envanteri ne anlama gelmekte ve ne demektir? Tüm bunlar yeni ve güçlü Türkiye, Türk Devleti  için bir başlangıç olduğu kanaatindeyim. Savunma sanayindeki yapılan atılım ve yatırımlara neler demeli! Bölgemizde ve özellikle Doğu Akdeniz’de bulunan kırk ülkenin savaş gemileri ne için gelmiştir? Avlanma sezonunu bekleniyor herhalde! Bölgemizde planlanan büyük paylaşım, enerji hatlarının kontrol ve denetimi, küresel güçler ve küresel finans çevrelerinin kontrollünde kukla devletçikler sınırlarımızda neden kurulmak isteniyor? Bir yol bir kuşak projesi olan eski ipek yolunu da engellemek veya denetim altına alabilmek için ana karargâh merkezi ve güzergâhı Türk devletinin bağımsız politikalar üretmemesi ve geliştirmemesi için her yol denenmekte, sorunlar çıkarılmakta ve bahaneler üretilmektedir! Neden? Tabii ki tüm mezkûr atılım ve yatırımlar için Anadolu’da tam Bağımsız ve Güçlü bir Türk Devleti ve Türk Milleti olmalıdır! Tüm bu yaşadığımız değişim, gelişmeler ve sıkıntılar Bağımsız ve Güçlü Türk devletinin ayak sesleri ve işaret fişekleridir! Küresel güçler ve işbirlikçilerin denetim ve kontrolünden çıkan Güçlü ve Bağımsız Türk Devletinin kurulmasından içerideki işbirlikçiler ve dışarıda rahatsız olan güçler elbette ki olacak ve olmaya da devam edecektir! Peki, ne zamana kadar? Güçlü ve Bağımsız Türk Devlet Sistemi tamamen kuruluncaya ve iki bin yıllık Türk Devlet aklı ve Türk devlet yönetim sistemi ile tarihi kadim medeniyet kodları ile birlikte tamamen kuruluncaya ve yerleşinceye kadar!

Eğitim için ZİL Çalarken!

Eğitim bir millet ve devlet için olmazsa olmazlardandır. Eğitim konusuna önem vermeyen bir millet, orta ve uzun vadede, başka milletlerin esiri olmak zorunda kalacaktır. Buradaki esaret sadece silahlı veya yönetim manasında olmadığını da ifade etmek isterim. Teknoloji ve bilim alanında geri kalan bir devlet ve millet, mutlaka gelişmiş ve bilim noktasında zirveye ulaşmış bir devlet ve milletin elbette ki esiri olmak zorundadır! Teknoloji üretmeyen bir milletin sanayisi nasıl gelişebilecektir? Veya teknolojik olarak yatırım yapmayan bir millet neyi ve neleri, nasıl üretebilecektir? Bunları hiç düşünüyor muyuz? Türk milleti ve devlet tarihine kabaca baktığımızda tüm dünyaya model olmuş bir eğitim ve eğitimci  sistemi,  bunun sonucunda da örnek bir toplum, gelişme ve devlet yönetim sistemi ile karşı karşıya kalıyoruz. Peki, iki bin yıllık Türk devlet tarihinde eğitim ve eğitimci konusuna bu kadar önem veren, bilim adamları ile dünyaya nam salmış asil Türk milletinin bakiyesi olan, yüz yıllık Cumhuriyetin yetiştirmiş olduğu neslin eğitim ve bilim, teknoloji araştırma ve geliştirme noktasında nerelerde olduğuna bir bakalım! Yerlerde sürünüyoruz desem birileri mutlaka alınacak ve bizlere de kızacaktır! Beyler, hadi biraz abarttığımızı düşünelim de, son günlerdeki sadece F35 uçaklarının ve S-400 hava savunma sistemlerini Türk Devleti olarak başka ülkelerden parasını peşin ödediğimiz halde vermemek için üretilen bahanelere ve yaşadıklarımıza neler demeli? Nasıl izah etmeli? Bilmiyorum ki! Bu teknolojileri araştıran, geliştiren ve üreten insan değil midir? Bu insanlar okullarda ve üniversitelerde yetişmediler mi? Bu insanları yetiştirenler  de bir Eğitimci ve Akademisyen ise bizdekilere ne demeli?! Bilim sadece başka milletler için mi vardır? Bilim bizim insanımıza yabancı mıdır? Son yıllarda neden bir Türk bilim adamının ismini duyamaz olduk? Neden? Artık bu ve benzeri soruları daha fazla bir şekilde sormamızın ve Türk milleti olarak da kendimizi sorgulamanın zamanı geldi ve geçmektedir, diye düşünüyorum!

Peki, Eğitim ve Öğretim nedir kabaca incelemeye çalışalım, eğitim ve öğretimi sürekli olarak birbirleri ile karıştıran bir millet olduğumuza göre! Eğitim, Bireyin toplum yaşamında yer edinmek için edinilen bilgi, beceri ve anlayışlara denir. Eğitim, İnsan davranışlarında bilgi, beceri, anlayış, ilgi, tavır, karakter ve önemli sayılan kişilik nitelikleri yönünden belli değişmeler sağlamak amacıyla yürütülen düzenli bir etkileşimdir. Yani eğitim kabaca bireyin kültürlenme sürecidir. Eğitim birey doğduğu andan itibaren başlar, aile, okul ve çevre etkileşimiyle yaşam boyu devam eder. Öğretim ise eğitimin okullarda planlı programlı yapılan kısmıdır. Öğretim, belirlenmiş olan müfredatı öğrenmek ve bu aşamadan sonra da uzmanlık kazanmak anlamında kullanılır. Anaokulu ya da ilkokuldan başlayan öğretim süresi üniversiteye kadar devam eder ve bu aşamadan sonra da kişiler istedikleri öğretimi alarak hayata atılıp öğrendikleri bu öğretimleri işlerinde kullanırlar. Eğitim, bireye yaşamış olduğu toplumda kişilik ve şahsiyet kazandırırken, öğretim ise kişinin yaşam boyu çalışacağı bir iş veya meslek edinme aşamasının uzmanlaşmaya kadar varma süreci olarak da ifade edebiliriz.

3797 sayılı yasaya göre kurulmuş olan Millî Eğitim Bakanlığı ne iş yapar? Milli Eğitim bakanlığının görev alanı ve sınırları nedir? Devlet ve millet hayrına nasıl bir birey ve vatandaş yetiştirmek için çalışmalar yürütür? Eğitim sadece Milli Eğitim Bakanlığın işi midir? Millet olarak bizlerin de sorumluluğu yok mudur? Eğitim konusu bakanlığın görevi deyip insani  sorumluluğu üzerimizden atabilir miyiz? Günümüzde Milli eğitim sadece öğretim alanına yoğunluk vermekte midir? Ahlakı olmayan bir meslekte uzmanlaşmış kişilerle nereye varabilirsiniz? Milli Eğitim Bakanlığı; Türk milletinin millî, ahlakî, manevî, tarihi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren, ailesini, devletini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan bireylerin yetişmesi için çalışmalar yürüten bir kurumdur. Tüm bunlara ilaveten, İnsan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş bireyler ve vatandaşlar yetiştirmek.. Bakanlığa bağlı her kademedeki öğretim kurumlarının öğretmen ve öğrencilerine ait tüm eğitim ve öğretim hizmetlerini plânlamak, programlamak, yürütmek, izlemek ve denetim altında bulundurmak, şeklindeki görevlerini kabaca ifade edebiliriz. Yazımızın başlığında vurguladığımız gibi Eğitim için yarın  hakikaten zil çalmaktadır!  Yarın okula başlayacak olan, tüm öğretmen, öğrenci, idareci ve velilerimize de hayırlı ve başarılı bir Eğitim – Öğretim yılı olmasını dilerim.

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, sonsuz ilmi ile her şeyi kuşatmış ve her şeyi de yaratmıştır. Sonsuz ilmi ile kuşattığı ve yaratmış olduğu bilimin kulları tarafından bulunmasını ve keşfedilmesini de murat etmiştir. Müslüman olduğunu iddia eden İslam âleminin bilim ve teknolojide geldiği yere bir bakar mısınız? Bilim ve teknoloji sadece Avrupalı, Amerikalı ve İman ehli olmayan kişiler tarafından araştırılmak, bulunmak, keşfedilmek ve insanlığın da hizmetine sunulmaktadır! Peki, Neden? Son yüz yılda bilim alanında bir icat  geliştiren ve bir  keşif yapan İslam dünyasından bir bireyi gösterebilir misiniz? Tabii ki hayır! Okullarımızda asil Türk milletinin evlatları, bu topraklar, bu millet ve bu devlet için hiçbir ideali ve hedefi olmayan akademisyen,  eğitimci ve öğretmenler elinde beyinleri ve  ruhları köreltilmekte ve karartılmaktadır! Acaba neden? Peki, üniversitelerde araştırma ve geliştirmeye önem vermesi gereken akademisyen dünyada yaşananlara neler demeli? Akademisyen dediklerimiz, devletin parası ile,  akademik gezi veya konferans adı altında, orası senin burası benim dünya turundalar! Daha ne olsun ki! Adamlar koca koca profesör olmuş, araştırma ve geliştirme de neymiş! Bir dost meclisinde, adının başında kocaman titri olan bir  akademisyen profesörün ismi zikredilince, çalışmakta olduğu alanda yaptığı veya yapacağı çalışmalar değil, ismi geçen eğitimci  ve akademisyenin bilmem şu kadar ayakkabısı, saati, elbisesi ve şunları bunları bulunmaktadır, şeklindeki sohbet uzayınca, Türk  devleti, Türk  milleti, Türk eğitim sistemi  ve  Türk gençliği  adına içimiz sızlamıştı! Neymiş efendim! Bilmem dünyanın şu üniversitesinde şöyle bir sunum yaptı ve çalışmakta olduğu alandaki literatüre de katkı sağladığını konuşmuyoruz! Ya neyi konuşuyormuşuz, eğitimci ve akademisyen dost meclislerinde, profesör veya akademisyen  devletten aldığı  maaşı ile aldığı veya alacağı  tüm dünyalıkları! Afiyet olsun da! Bunların da bir hesabı olacak ve  birgün mutlaka sorulacaktır; tabii ki İnsan olana! Bu topraklarda elbette ki Bilim gelişmez ve BİLİM adamı da yetişmez! Asil Türk milletinin evlatları imam ve hoca dediklerimiz elinde, İmanın değil, abdestin detaylarında bilinçli olarak neden oyalanmakta, uyutulmakta  ve boğulmaktadır! Bunları yapanlar kimlerdir? Bunların nesebi ve cibilliyetleri nedir? Bu tipler nereden gelmişlerdir? Müslüman görünümlü Yahudi, Hıristiyan ve Sebatayist olabilirler mi? Bilemiyorum! Bireyde, İman varsa Bilim ve İnsanlık  için İmkân vardır! İman varsa gelişme ve keşifler vardır! İman varsa İnsanlığa da mutlaka hizmet vardır! İki bin yıllık, Asil Türk Milleti ve Türk  Devletinin tarihi bunların canlı örnekleri ile doludur! Yüz yıllardır asil Türk milletini neden uyuttuklarını ve uyuşturduklarını zannediyordun! Bugün, Türk Devleti ve asil Türk Milleti her alanda,  iki bin yıllık tarihsel Devlet ve kadim medeniyet KODLARINA dönmektedir! Başkaca bir çaremiz, seçimimiz ve çıkışımız da yoktur!