Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kurulduğu tarihten itibaren hiçbir zaman kendi haline bırakılmamıştır. Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamaya başladığı süreçle dış saldırılar hız kazanmıştır. 1839 Islahat Fermanı ile başlayan süreçle bu saldırılar değişik bir form almıştır. Artık içerideki adamları vasıtası ile olaylara müdahale, hatta çıkacak yasa vb. dahi müdahil olmaya başlamışladır. 15 Temmuz hain işgal denemesi ile bu süreç içerideki işbirlikçiler vasıtası ile teslim alınmak suretiyle tamamen kapatılmak istenmiştir. Bu süreç ve saldırılar artık bitmiştir, durmuştur diyebilir miyiz? Artık millet olarak İşimize gücümüze bakalım rehavetine kapılabilir miyiz? Yoksa devlet ve millet olarak her daim teyakkuz halinde olmamız bir dönem ve bölge olduğumuz gerekiyor mudur? Tek farkı ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ve bölge halkları olarak, küresel güçler ve sistemin ülkemiz ve bölgemiz üzerindeki oyun ve tezgâhlarını hiçbir zaman net olarak anlayamadık, teşhis edemedik ve ona göre taktikler, stratejiler ve tedbirler alamadık.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu tarihlerden hemen sonraki süreçte İngilizler tarafından kurulan silahlı çeteler, bu ülkenin selameti ve hayrına mı çalışmışlardır? Bu silahlı çeteler sürekli isim değiştirmek suretiyle bu günlere kadar gelmiş midir? Artık, dünya savaşlarının devletlerin kendi silahlı güçlerinin karşı karşıya gelmesi ile olmayacağını bölge halkları olarak idrak edemedik? Adamlar kurmuş oldukları ve lojistik olarak destekledikleri terör örgütleri üzerinden ülkemizi, bölgemizi ve hatta tüm emperyalist olarak baktıkları bölgeleri karıştırmakta ve dizayn etmekteler. Bölge halkları da içeride halen birbirleri ile uğraşmaktadır. Halen sen – ben kavgaları, senin partin – benim partim kısır çekişmeleri ile günlerini heba etmektedir.
1979 yıllarının son günleri, daha 12 Eylül askeri darbesi olmamış, ülkede siyasi ve ekonomik kaos had safhadadır. Ülkesini seven ve ülkesi adına dertleri olan bir Milletvekili TBMM kürsüsünde; ‘ Değerli milletvekili arkadaşlarım; 1979 Türkiye’sinin gündeminde çok önemli iki konu vardır: 1- Devletin iç ve dış güvenliğine yönelik tehdit ve tehlikeler, devletimizi çökertmeye müteveccih şiddet hareketleri, teşkilatlı terörist faaliyetler. Devletin ülke ve millet bütünlüğüne yönelik hareketler. Yani Devletin Varlığı ve Milletin bekası ile ilgili konular. 2- Ekonomik konular, hayat pahalılığı ve geçim sıkıntısı vb. Türkiye jeopolitik konumu itibariyle dünyanın çok nazik bir noktasında bulunmaktadır. İspanyadan Japonya’ya kadar Ortadoğu’nun tek hür ve demokratik ülkesi, hür ve parlamenter rejimle idare edilen tek ülkesi, büyük devlet olarak Türkiye vardır. Son zamanlarda Türk Devletinin, Türkiye’nin etrafında devletimizle yakından ilgili ve bu devlete gönül vermiş, bu devletin her türlü sorumluluğunu hisseden herkesi endişelere sevk eden olaylar cereyan etmektedir. Bugün, sen – ben kavgalarıyla geçirecek vaktimiz yoktur. Yapacağımız hareketler, seviyesiz kısır münakaşalar, bu devletin dış düşmanlarına, devletimize karşı olanlara Türk Devletinin büyümesini, Türk devletinin bütünlüğünü istemeyenlere fırsat ve zemin hazırlar. Temel meselelerde birleşmemiz lazımdır. Mademki Türkiye iç ve dış tehlikelere, tehditlere maruzdur, bunun idraki içerisinde olan herkesin sorumluluk ölçüsü içerisinde görev yapması lazımdır. Siyasi hesaplarını, partizanca duyguların bir kenara atılması zamanında bulunduğumuzu işaret etmek istiyorum. Teşkilatlı terörist hareketler, devleti çökertmeye müteveccih hareketler karşısında, zannediyorum teşhis birliğine varmak, olayların kökenlerine inmek, iç ve dış mihrakları çok iyi araştırmak suretiyle bulduktan sonra, geçerli ve müessir tedbirler almak lazımdır. Bu konuda anlaşamayacağımız bir husus yoktur diye düşünüyorum. Ortadoğu’da dünya şartları muvacehesinde, dünya dengesini bozacak olayların cereyan ettiği bu devrede ve bundan sonra da büyük Türk Devletinin kurulmasını ve büyümesini istemeyen güçler vardır. Süper devletlerin, emperyalist güçlerin de Türkiye’yi parçalama, Türkiye’yi küçük devlet haline getirme tertip ve oyunlarını her sorumlu insanın, her vatanperver insanın hesaba katması lazımdır’ vurguları ile dolu, yaklaşmakta olan tehlikelere karşı, öngörü sahibi olarak çok veciz bir konuşma yapar.
Yukarıda zikretmeye çalıştığımız, bu ülke ve millet için derdi olan bir milletvekilinin TBMM kürsüsünden, sorumluluk sahibi olanlara ve tüm milletimize yönelik çırpınışlarıdır. 40 yıl önce tedbir almış olsa idik millet olarak yaşadığımız tüm ekonomik ve siyasi krizler meydana gelir miydi? Neredeyse 40 yıl önceki durumun bugünden ne farkı vardır? Devlet ve millet olarak, bu gün de aynı durumla karşı karşıya değil miyiz? Tüm vatandaşlar olarak artık bir ve beraber düşünme ve davranma vaktidir. Artık ayrılıklarla, sen ve ben kısır çekişmeleri ile bir yüz yılı daha heba etmenin kimselere faydası olmayacaktır. Tarih tekerrürden ibaret derler. Tarihten hisse alan, ders alan için tarih tekerrürden ibaret olmasa gerekir. Hele bir de bu tekerrürü yaşayan bizler, iman ettik ve MÜ’m in olduğumuzu iddia ediyorsak; Daha fazla uyanık olmamız, Daha fazla feraset sahibi olmamız gerekir. MÜ’m in aynı delikten iki defa ısırılmaz kaidesi bizlere neleri hatırlatmaktadır. 1960 askeri darbesi ve kaybolan yıllarımız, 1970 askeri muhtırası ve 12 hükümet kurulan yıllar, 1980 askeri darbesi, 1990’lı yılarda yaşadığımız ekonomik – siyasi krizler ve 28 Şubat süreci bizlere neleri hatırlatmaktadır? Bu yılları, devlet ve millet olarak neden kaybettik? Ne gibi işlerle meşgul olurken bir gençliği kaybettik? Nelerle iştigal ederken sanayileşmeyi, bilimsel çalışmaları ve dünya ile rekabeti kaybettik? Artık tüm bunlara bir DUR deme vaktidir; Tekrarı yoktur. Devlet ve millet olarak son dönemeçteyiz; Var ile Yok arasında bir durumdayız. Ya Devlet ve Millet olarak BİR – BERABER olur BÜYÜRÜZ- GÜÇLENİRİZ, ya da Küresel güçler, küresel sitem ve İşbirlikçilerini hedeflediği gibi Ayrılır, PARÇA PARÇA oluruz…