15 Temmuz 2016 tarihinde, bu devlet ve millet, hain bir darbe, bir işgal ve küresel güçlere de, içimizde ki taşeronlar maharetiyle, bir teslim etme girişimi, denemesi ve kalkışması yaşandı. Bu kalkışmanın daha önce yaşamış olduğumuz darbelerden de çok daha farklı olduğunu zaman geçtikçe anlamaya çalışıyoruz. Bu bir darbe değildi! Bu bir muhtıra da değildi! Buna bir işgal de denilemezdi! Nasıl bir tanımlama yapmak gerekiyordu? Çünkü bu yaşadığımız; Bu devleti ve milleti, küresel sisteme tamamen bir teslim etme girişimidir. 100 yıl önce Kurtuluş Savaşına ne gerek var, Manda gelsin, Manda yönetimini kabul edelim, diyenlerin bir başka versiyonu! Peki, bu yaşadıklarımızı unutmalı mıyız? Daha önceki yaşamış olduğumuz darbe ve muhtıraları unuttuğumuz ve unutturulduğu gibi! 15 Temmuz hain ve karanlık geceyi kesinlikle unutmamalıyız ve gençlerimize de unutturmamalıyız. Devletimiz de bu yönde gerekli çalışmaları ve adımları attı; ‘ 15 Temmuz’ Resmi tatil günü olarak ilan edildi. Devletimiz de 15 Temmuz karanlık gecesi yaşamış olduklarımızı unutmamak ve böyle bir hainlikle bir daha karşılaşmamak adına; bu günü bir hatırlama, bir hafızalarımızı tazeleme, şehitlerimiz ve gazilerimizi de yâd etmek günü olarak etkinliklerle kutlanılması kararlaştırılmış oldu.
Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ının 15 Temmuz yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde; İstanbul Şehitlik Anıtı, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve TBMM’sinde yapmış oldukları konuşmalarından bazı kesitler aktarmak istiyorum. FETÖ’nun yalnızca FETÖ olmadığını, PKK’nın yalnızca PKK olmadığını, DEAŞ’ın de yalnızca DEAŞ olmadığını çok iyi biliyoruz; tüm bu örgütlerin arkalarında hangi güçler ve hangi devletlerin olduğunu da.. Ama piyonu ezip geçmeden kaleleri alınamaz, şahı da mat edemeyiz. Onun için önce bu hainlerin, piyonların, taşeron ve işbirlikçilerin kafasını kopartacağız. Tekbirle tankın üzerine giden bir milleti kim ve hangi güç esir edebilir ki? Darbecilerin gasp ettikleri tankların, namluların bombalarla, ellerindeki silahların kurşunlarla, helikopterler ve uçakların en öldürücü mühimmatlarla dolu olduğunu ve bunlar vatandaşlarımıza karşı acımasızca kullanıldı. Bu hainler, bu silahları vatandaşlarımıza karşı kullanmaktan en küçük bir tereddüt dahi göstermediler. Peki, onların karşısına dikilen milletimizin neyi vardı? Benim vatandaşımın elinde bir silah mı vardı? Sadece elinde aynen bugün olduğu gibi bayrağı vardı, ama bunun yanında çok daha etkili bir silahı daha vardı; O silah da imanıydı, imanı. Sırtındaki tişörtünü tankın egzoz borusunun içine tıkamak suretiyle, onu çalışamaz hale getiren imandır, iman. ‘Bugün ölmeyeceksek, ne zaman ölmeyeceğiz’ diyen bir millete kim zincir vurabilir. Ödediğimiz bedel çok ağır. Anaların, babaların, eşlerin, kardeşlerin, evlatların gözyaşlarına, yürek yangınlarına değer biçmek asla mümkün değildir ama bu fedakârlıkların karşılığında elde ettiğimiz istiklalimize ve istikbalimize de değer biçemeyiz. Bizim arkamızda binlerce yıllık bir devlet geleneğimiz var; Rast gele bir araya gelmiş insan topluluklarıyla milletler arasındaki fark işte budur. Topluluklar sadece anlık çıkarları için bir arada bulunurlar. Milletlerin ise ortak geçmişleri, ortak değerleri, ortak hayalleri vardır. Bunlar uğrunda gerektiğinde canlarını vermeyi göze alırlar. Türk milleti, 15 Temmuz’da binlerce yıllık tarihinde defalarca yaptığı gibi tüm kutsallarını korumak uğruna canını vermekten çekinmeyeceğini göstermiştir. Tarih boyunca hep ateşle imtihan olmuş, düşman saldırılarının ve ihanetlerin kıskacında pişerek yol yürümüş bir milletiz. Demir filizinin ateşle yoğrulup çelikleşmesi gibi, yaşadığımız saldırılar ve ihanetler de bizi, birleştiriyor, bütünleştiriyor ve güçlendiriyor. Coğrafyamızdaki bin yıllık geçmişimizin tek bir anını gösteremezsiniz ki mücadelesiz geçsin. Biz dirileri şerefli, ölüleri şanlı; Türk milleti olarak coğrafyamızın, bölgemizin, dünyanın geleceğine talibiz. Bizi ne terör örgütlerinin alçakça saldırıları, ne onları kullanan küresel güçlerin sinsi oyunları çökertebilir. Biz işte bu ruhu, bu inancı, bu iddiayı kaybettiğimiz gün biteriz. Bunu iyi görelim! 15 Temmuz’u unutmamak ve unutturmamak, sadece şehitlerimize, şehit yakınlarımıza ve gazilerimize değil, tarihimize karşı da en büyük sorumluluğumuzdur. Eğer 15 Temmuz’un bize verdiği dersleri doğru şekilde okumazsak, yeni 15 Temmuzları yaşamamız kaçınılmaz olacaktır. Üstelik bir sonraki 15 Temmuz’da düşmanın karşımıza hangi oyunlarla çıkacağını, kimleri kullanacağını da bilemeyiz. Müslüman, akıllı insandır; Aynı delikten iki defa ısırılmaz. 15 Temmuz anma etkinlikleri; Şehitlerimizi yâd etmenin, şehit yakınlarımıza ve gazilerimize minnettarlığımızı sunmanın yanında bu konuda ne kadar mesafe kat ettiğimizin muhasebesini yapmaya da yöneltmelidir’ şeklinde ki anlamlı, bir o kadar da veciz, devlet ve millet bütünleşmesi adına olan bu konuşmalarını çok önemsiyorum.
15 Temmuz 2016, hain ve karanlık bir geceyi, Cumhurbaşkanlığımız himayesinde yapılan etkinlikler neden mi çok önemlidir? Bir daha böyle bir ihanetle karşılaşmamak, içimizde ki hainler maharetiyle arkamızdan vurulmamak adına, çok dikkate değer buluyorum. Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadelerinde de olduğu; Bir olmak, Beraber olmak, İri olmak, Diri olmak, Kardeş olmak ve hep birlikte Türkiye olabilmek adına da çok manidardır. Devlet ve millet olarak, Bir ve beraber olamadığımız dönemlerde, içimizde ki hainlerin, küresel sistemle yapmış oldukları işbirlikleri neticesinde, sürekli olarak engellemelerle karşılaştık, hep vurulduk, hep yaralandık ve yıprandık; Kalkınma hamlelerinde Dünya’dan da gerilerde kaldık. Bu ülkede ki her bir darbe, 50 yıl geri gitmemize sebebiyet vermiştir. Birliğimizi, dirliğimizi ve devletimizi de korumak için bu birliktelik ruhu çok önemlidir. Darbeler ve ihanetleri bizlere unutturanların hedefleri de bu değil midir? 90 yıllık bir Cumhuriyetin karşılaşmış olduğu darbe ve muhtıraların adedi 14’ü geçmektedir. Neden ve Nasıl olabilir? Millet olarak bu yaşadığımız karanlık ve ihanetlerle dolu gün ve geceleri, içimizde ki taşeron ve işbirlikçiler, hatırlamamızı, hafızalarımızı tazelememize dahi izin vermediler. Bu nasıl bir şeydi ki? Bir devlet yaşadığı ihanetleri, vatandaşı tarafından hatırlamasına, konuşulmasına ve zikredilmesine dahi müsaade edemiyor? Devlet ve Milletimiz ilk defa kendisi ile buluşuyordu; Devlet milleti ile barışıyordu; Hasretle beklenen ve özlenen şey hakikat oluyordu. Devlet milleti ile birlikte kararlar alıyor ve birlikte hareket ediyordu. Küresel sistemin bu ülkede ki hesapları adına en büyük korkusu ve rüyası, gerçekleşiyordu; Devlet ve millet bütünlüğü. Küresel sistem ve taşeronları için hayat damarları bir bir tıkanıyor ve kesiliyordu. Devlet ve Millet olarak; Ya Bir ve Beraber olacağız, Ya da Küresel sistem, bizleri Bin yıl önce ki geldiğimiz yerlere sürmesine seyirci kalacağız. 300 yıllık planlarına ve hedeflerine sadece yardımcı olacaktık, bir nevi! Ya Var olacağız Çetin Anadolu topraklarında; Bir ve Beraber olmakla; Devlet ve Milleti Barışması, Bütünleşmesiyle! Ya da Yok olacağız! Karar; Devlet ve Millet olarak Bizlerin!