Bir Üniversiteyi YÖNETMEK ve REKTÖR Olabilmek – 2 –

Üniversiteler, Üniversite yönetimleri ve özellikle de akademisyenler hakkında, sürekli olarak neden yazılar kaleme alıyorsun, diyen dostlara!

Tekrar tekrar hatırlatmak babından, birileri kızsa ve alınmaya devam etse de, bilim üretmesi ve kalkınmanın öncüsü olması gereken kurumların, ülke ve şehrin kalkınması ve kuruluş kodlarına dönebilmesi adına, ısrarla yazmaya devam edeceğim!

Aksi halde, araştırma – geliştirme – bilim ve teknoloji üreten ülkelerin KÖLESİ olmaya devam ederiz!

Üniversiteler; bilim insanı akademisyenlerin ne dinleri, ne ırkları ve ne de yaşam tarzları ile ilgilenir! Sadece ve sadece ülkesi adına, ciddi projelerinin olup olmadığı ve başarılı işlerle uğraşıp uğraşmadıklarını bakmalıdır!

Üniversiteler; insanlığın bir sorununu çözmeye hizmet eder, yeni buluş ve yeni patentlere kapı aralar, bu çalışmaların sonuçları ve araştırmanın yapıldığı üniversiteye, şehre ve ülkeye, ekonomik katkı sağlamalı ve faydaya dönüşmelidir!

Üniversiteler; evrensel ölçekte bilim ile ilgili bilgilerin öğretilmesi ve sahada uygulanabilir hale gelmesi için araştırma – geliştirme ve bilimin üretilen yerlerdir!

Üniversiteler; her türlü düşüncenin hür ve bağımsız olarak, kimseden çekinmeden ve korkmadan savunulduğu ve tartışıldığı yerlerdir!

Peki, uygulamaya gelince ve özellikle de Konya Üniversitelerinde, neler ve hangi durumlar ile karşılaşılmaktadır?

Kurumlar; Kural – Kanun ve Yasa demektir! Kurumsal olarak bir kurum yönetilmediği zaman, durumsal bir yönetim şekli hakim olacaktır! Adamına ve duruma göre!

Üniversite Yönetimine yakın, kifayetsiz muhteris, ehliyetsiz – liyakatsiz ve çapsız yardakçıların kılıcı, idealist akademisyenlerin tepesinde her an sallanmaktadır? Neden acaba?

Bir üniversiteye rektör olacak akademisyen; öncelikle ve özellikle; üniversitesi, ülkenin geleceğini emanet edileceği öğrencileri, şehri ve ülkesi adına; kaygısı, dertleri ve projeleri olmalıdır!

Bir üniversiteye rektör olacak akademisyen; ehliyetsiz ve liyakatsiz, çapsız muhteris; onun adamı, şunun yakını, bilmem kimin damadı, oğlu, kızı gelini veya şuraya yakın, buraya yakın, şu partinin veya şu ekolün adamı olmamalıdır!

Bir üniversiteye rektör olacak akademisyen; açık, şeffaf ve hesap verebilir yönetim anlayışı sergilemelidir! Kurum çalışanlarında, durumsal değil, kurumsal aidiyet kavramı hem içselleştirilmeli ve hem de yerleştirebilmek için mücadele etmelidir!

Peki, realitede; siyasetin baskısı ile atanan ve siyasilerin yakınlarına, iş – aş bulmak ve rant dağıtmaktan başkaca bir iş üretemeyen, üniversite yönetimi ve rektörlerinden, devlet ve millet adına neler bekleyebiliriz?

Üniversite REKTÖRÜ; Üniversite kurullarına başkanlık etmek! Yüksek Öğretim üst kuruluşların kararlarını uygulamak! Üniversite kurullarının önerilerini incelemek, karara bağlamak ve üniversiteye bağlı kuruluşlar arasında düzenli çalışmayı sağlamak!

Üniversitenin yatırım programları, bütçe ve kadro ihtiyaçlarını, bağlı birimler ve üniversite yönetim kurulu ile senatonun görüş ve önerilerini aldıktan sonra, Yüksek Öğretim Kuruluna sunmak!

Üniversite birimleri ve her düzeyde ki personele, kontrol, gözetim ve denetim görevini sürdürmek! Kanun ve yönetmeliklerle kendisine verilen diğer görevleri, yapmaktır!

Bir Üniversiteyi yönetmek ya da REKTÖR olmak; Kuruluşundan kaynaklı, hafıza – gelenek ve derinliğin yok saymak! Yönetimde ikircikli tavır ve tutum içerisinde bulunmak ve kurumda kimseye güvenmemek! Yönetim olarak, herkesi, kötü ve potansiyel suçlu olarak görmek, değildir!

Bir Üniversiteyi yönetmek ya da REKTÖR olmak; bulunduğu şehre ve şehrin tüm dinamiklerine TEPEDEN bakmak, görmezden gelmek ve yok saymak, değildir?

Bir Üniversiteyi yönetmek ya da REKTÖR olmak; Üniversite sanayi işbirliğinin içselleştirilmesi ve şehrin dinamikleri ile ulusal ve yerel kalkınmaya öncülük etmektir!

Devlet ve Devletin Kurumları; kanun, kural, nizam, yönetmelik, adalet, hukuk ve hesap verebilirlik demektir!

Devletin makamları, kimseye babasından miras kalmamış ve kimseye de bu makamlar asla baki değildir!

Adalet, hakkaniyet, hesap verebilirlik ve hukukun olmadığı kurumlarda, kaos ve karmaşa hakim olur! Son dönemde üniversitelerde yaşananlarda olduğu gibi!

Bir kurumda; dürüst – idealist ve namuslu bireyler; kötü kişiler ve fesatçılar kadar, sabırlı ve cesur olmazsa, o kurumlar, mutlaka batarmış!

Şirket ve Kurumlarda ki, SONUÇ ve BAŞARIYI getiren şey; Durumsal yönetim anlayışı, Sistemler ve Süreçler, Bilgisayarlar ve Makineler, asla değildir!

Şirket ve Kurumlarda ki, SONUÇ ve BAŞARIYI getiren ŞEY; Kurumsal Yönetim Anlayışı, Kurumsal Kültür – Kurumsal Davranış – Kurum Felsefesi ve Kurumsal AİDİYET; İNSANLAR ve Onların DAVRANIŞLARI akabinde gelmektedir!

Peki, mezkur çerçevede, ülkemizdeki üniversiteler ve özelliklede şehrimizde ki üniversitelerde, ülke ve şehrin ekonomik ve sosyal kalkınmasına vesile olacak; araştırma – geliştirme – bilim ve teknoloji; SONUÇ ve BAŞARI adına, ne gibi çalışmalar vardır?! Sadece Soruyorum!

Devleti ve Milleti adına, çalışan – çabalayan, bilim üreten tüm akademisyenleri, her daim, tebrik ve takdir ettiğimizi, buradan hatırlatmak isterim!

Hz. Mevlana ve GEL Çağrısı!

Konya; her yıl olduğu gibi bu yıl da, 7 – 17 aralık tarihlerinde, esnaf ve protokolü ile ülke ve dünya üzerindeki Mevlana dostlarının coşkulu ve duygu yüklü bir ortamda, Hz. Mevlana’nın Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’a – maşukuna, 750. Vuslat temalı, Vuslat yıl dönümü etkinlikleri, bugün itibari ile tamamlanmıştır! Etkinliklere katılım sağlayan konuşmacı ve dinleyenlere, tüm emeği geçenlere teşekkür ederim!

Konya; 750. Vuslat temalı Vuslat etkinlikleri, konferanslar, paneller ve söyleşilerle farklı bir atmosferin oluşmasına vesile olmaktadır! Hem maddi ve hem de manevi bir zuhurat olmaktadır!

Hz. Mevlana ‘Gel’ çağrısı neyi ifade etmektedir? Gel çağrısı ile insanlığı, neye ve nereye çağırmaktadır? Kuru bir gelmekten mi ibarettir, gel çağrısı? Gel de nasıl gelirsen gel ve geldiğin gibi de git mi! Yoksa gel fakat bu dergahtan bir hisse kap, insanlık adına ve özellikle de bireyin kendisi için bir anlam ifade edebilmesi adına! Birey ve kul olarak, bu dergaha geliş, senin de Vuslatına – İnkişafına vesile olabilir mi demektedir! Aksi halde sadece kuru bir gelmek değildir, gel çağrısı!

Hz. Mevlana’nın her platformda konuşmalarda, hem kaynak ve hem de destek olarak kullanılan; ‘’ Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol! Şefkat ve merhamette güneş gibi ol! Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol! Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol! Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol! Hoşgörülükte deniz gibi ol! Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol ’’ söylemleri bugün için bizlere neyi ve neleri ifade etmektedir?

Müslümanım diyen günümüz insanlarına; gerçekten yardım etmek konusunda akarsu gibi miyiz? Merhamette güneş gibi miyiz? Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi miyiz? Asabiyet ve sinirde ölü gibi miyiz? Alçak gönüllülükte toprak gibi miyiz? Hoşgörüde deniz gibi miyiz?

Samimi ve İhlaslı bir Müslümana yakışan şekilde, göründüğümüz ve olduğumuz gibi mi? Hangisi? Yoksa MÜNAFIK mı?

Günümüz insanları; maddi odaklı bir hayat yaşamaktan kaynaklı; bencillik ve bireysellik, düşünce dünyamızı ve hayatımızın her bir anını kuşatmıştır! Ben merkezci, rahatına düşkün ve bencil Müslümanlar olduk!

Af eder misin, Allah’ım bizleri! İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri Helak eder misin; Allah’ım!

Hz. Mevlana’nın, 750. Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’a – maşukuna, Vuslat etkinlikleri vesilesi ile gel çağrısına muhatap olan, hoşgörü ve huzur şehrine, bu dergaha gelen insanlar ve tüm insanlık adına; bir gelişime, bir değişime ve bir dönüşüme öncülük etmesini, yüce Allah’tan niyaz ederim.

Peki, Hz. Mevlana, Hz. Şems, Yunus ve Muhittin-i Arabi bu beldeye neden gelmiştir? Dönemin sultanı tarafından hem de sarayın içinde konaklamak kayıt ve şartı ile, özel olarak neden davet edilmiştir?

İnsani, İslami ve Türk İslam kültürü değerlerinin tüm Anadolu’da yerleşmesi, yeşermesi ve kök salması için Sultan tarafından özel olarak seçilmiş bir görev için mi gelmişler? Tabii ki çok özel, kutsal ve kutlu bir görev için görevli olarak gelmişler!

Belde-i muhayyere olan bu topraklarda, insani ve İslami sorunlar, özellikle de tolumda meydana gelen ve yayılmaya başlamış olan, toplumları da birbirine bağlayan bir kuvvet konumundaki GÜVEN müessesini yeniden tesis etmek için gelmişler! Güven müessesesi olmadan sağlıklı bir toplumu nasıl inşa edebileceğiz?

Toplumsal Barış ve Huzura, Ayrışmaya değil ve Kucaklaşmaya da, ne kadar çok ihtiyacımız olan sıkıntılı günlerden geçmekteyiz!

Hz. Mevlana’nın Vuslatı ne demektir? Vuslat kime ve nereye olmuştur? Vuslatın bizlere bugün için mesajı nelerdir? Yoksa bu mesajlar sadece 750 yıl önceki günlerde mi kalmıştır? Yani tarih mi olmuştur? Bugün için bizlere söylemek istediği bir şey yok mudur?

Bir hisse almak, anlamak ve anlamlandırmak isteyenlere! Almak ve anlayabilmek için öncelikle melekelerin açık olması gerektiğini de, hatırlatmadan geçmeyelim!

İnsan denen varlık için hayat ve ölüm gerçeği böyledir! İnsan denen varlık, bir varmış, bakmışsın bir de yoktur! Tüm mesele, gök kubbede HOŞ bir SEDA bırakabilmektir!

Ölüm ve kavuşma! Ölüm ve vuslat! Ölüm, aşk ehli için yok oluş değildir! Sonsuz sevgiliye kavuşmaktır! Ölüm ile sadece beden yok olur! Hz. Mevlana’da; Ölüm; Sonsuz Sevgiliye Kavuşmaktır ve Vuslattır!

Bir Üniversiteyi YÖNETMEK ve REKTÖR Olabilmek!.

Üniversite ne demektir? Akademisyen ne demektir? Araştırma – Geliştirme ve Bilim ne demektir? Üniversitelerde, katılımcı ve eleştirel yönetim anlayışı ne demektir?

Üniversiteler; bulundukları ülke ve bölgenin, sosyal ve ekonomik kalkınmasına katkı sağlamak adına, araştırma – geliştirme faaliyetlerinin yürütüldüğü, kurumlar olarak bilinir!

Üniversite; araştırma – geliştirme, bilim ve teknolojinin filizlendiği ve geliştiği kurumlardır!

Peki, günümüzde bunlar üniversitelerde bihakkın yaşanmakta mıdır? Yoksa bilim üretmesi gereken kurumlar olarak bildiğimiz üniversitelerde akademisyenler; PARA – MEVKİ ve KADIN TEMALI filmler mi yapılmaktadır!

Bir Üniversiteyi yönetmek; Öyle süslü laflar, içi dolmamış SLOGANLAR ve para ile satın alınan üniversite başarı sıralaması ile olmaz! Bu şekilde, sadece günü kurtarabilirsiniz! Peki, ya sonrası!.

Öncelikle, kuruma alınan personel, onun – bunun yakınlık değil, EHLİYET ve LİYAKAT aranmalı, kurum içerisinde tüm personele karşı, ADALET terazisi işletilmelidir!

Özelikle, AÇIK – ŞEFFAF İLETİŞİM ve sonra da HESAP VEREBİLİRLİK olmalıdır! Aksi halde, Üniversite ve Kampus içinde, Sosyal Barış ve Huzur sağlanamaz! Ehlince malum, yaşanmış örneklerde olduğu gibi!

Akademide; yeni bir unvan alabilmek için yönetim kadrosuna karşı her yolu deneyen ( atmadık taklaları kalmayan, çakma DİL belgesi ve Makale dâhil ) ve uluslar arası bir atıf ve makalesi dahi olmayan kişilerden, Devlet ve Millet adına ne bekleyebilirsiniz?

YÖK, üniversite yönetimlerine, göndermiş olduğu bir yazıda, doçentlik sınavına girecek olan tüm profesörlere, SAHTE MAKALE YAZAN ve bunları akademik dosyasına koyan akademisyenlere dikkat edin, diyormuş!

YÖK Başkanlığı, SAHTE DİL BELGESİ ve SAHTE MAKALE ile DOÇENT veya PROFESÖR olanların akademik unvanlarını İPTAL edebilir mi?!

Ya da Üniversite yönetimleri ve YÖK başkanlığı, üniversitesi ve fakültesine selam dahi vermeyen, derslere girmeyen; dışarıda başkaca işler peşinde koşan akademisyenler hakkında, neden idari soruşturma başlatamaz?

Peki, bir üniversite rektörü; üniversitesi ve fakültesine selam dahi vermeyen, derslere girmeyen akademisyenlere yönelik, derslere girmelerine yönelik, lütfen ve rica babında, bir talimat yayımlamasına neler demeli?

Akademideki bazı kişiler, AHLAKEN BİTMİŞ ve Tükenmiş durumdadır! İşleri güçleri para, makam, mevki ve kadın olmuştur!

Devlet ve millet adına çalışan ve çabalayan, dürüst ve akademisyen kimliğinin gereğini yapan bireyleri öncelikle tenzih eder ve sonra da takdir ederiz!

Üniversitelerde, akademisyen olmak, yeni unvanlar alabilmek veya akademik çalışma yapmak, yönetim tarafından, bizden ya da bizden değil, anlayışına bağlanmış durumdadır! Neden acaba?

Doçent veya Profesör unvanları, üniversite yönetimlerine yakın kişiler için oldukça KOLAY bir hale getirilirken! Diğer kesim için deveye hendek atlatmaktan zor bir durumdadır! Neden acaba?

Ehliyet ve liyakat sahibi, başarılı ve kaliteli akademisyenler, üniversite yönetimlerindeki mezkur anlayıştan kaynaklı, özel sektör veya yurt dışına giderek akademik çalışmalarına başka ülkelerde devam etmektedir! Peki, Kim kaybetmektedir?

Mezkur kişiler, yönetim kadrosu ve akademik dairenin dışına itilerek, mobbing uygulanmakta ve yok sayılmaktadır!

Üniversitelerde, özne ve yüklemi belli, iki cümle dahi kuramayan bazı akademisyenler, başkaca bir yetenekleri olmadığı ve sadece yönetime yakın oldukları için her daim el üstündedir! Neden acaba?

Üniversite yönetimleri; ülkenin sosyal ve ekonomik gelişimine katkı sağlayabilecek ve piyasada çeşitlenen iş gücüne cevap verebilecek bir plan, bir strateji ve hedefleri var mıdır?

Üniversite yönetimleri; istihdamı artırabilecek ve artan rekabete uyum sağlayabilecek, mezun öğrenciler yetiştirebilmek gibi bir dertleri var mıdır?

Üniversiteler ve Akademik dünyada yaşanılanlar ve medyaya da yansıyanlar çerçevesinde; akademinin böyle bir DERT ve KAYGISI asla yoktur!

Akıllı Toplum & Akıllı Şehirler -2-

Peki; Ne demektir Akıllı şehir?! Daha önce akıllı bilgisayar, akıllı televizyon, akıllı ev, yapay zeka ve akıllı telefon derken, hayatımıza şimdi de Akıllı şehirler mi giriyor?!

Akıllı şehir olmak için veri, veriyi de teknoloji firmalarının işlemesi gerekiyor! Belediyelerin gayesi vatandaşların yaşayabileceği en iyi konforu sunmaktır! Belediye kaynaklarını akıllıca kullanarak insanların tutkuyla bağlanabileceği bir çevre oluşturmaktır!.

Şehirlerin büyümesi ile bazı yan etkiler de açığa çıkmaktadır! Trafikte geçen saatler, hava kirliliği, temiz su bulamama, çöp ve atık yönetimindeki sıkıntılar! Kentlerdeki nüfusun yoğunlaşması, buna bağlı olarak da suç oranlarının artması ve insan güvenliğini tehdit etmesi açığa çıkıyor!

Marka şehir olmak ve bir şehri geliştirmek istiyor olmak; neyi ve nasıl düzelteceği noktasında, size en güzel veri söyler! Veriler ile yorum yapabilmek için de bir sisteme ihtiyaç vardır!.

Akıllı şehir olmakta ki kilit kavram veridir! Bu veriyi geliştiriciler ile paylaşmalı ki ortaya uygulanabilir sistemler çıkabilsin!

Şehrin planları içerisinde internet bağlantı noktaları olarak çalışan trafik ışıkları, acil durumlarda polis, ambulans, itfaiye aracı gibi ilgili araçların trafik sinyalizasyonuna müdahale edebilen, gelişmiş ödeme sistemleri ve akıllı trafik ışıkları!

İmparatorlukların iletişim teknolojileri ile türediğini ve bu araçları kontrol edenlerin ayrıca dünyaya hükmedebileceğine göre, iletişim araçları ve teknoloji birbirinden kesinlikle ayrılamaz!

Dijital dünya bir meta olarak pazarlanmakta; Dijital yaşam, gerçek olandan daha iyi yapar, söylemi bireyin içinde yaşadığı ortamı özetlemektedir Bu teknolojiye ya ayak uyduracağız, ya da bu sistem içinde yok olacağız!

Benimseyip benimsememek bireye ait olması gerekirken, bunun tersine “ya kullan, ya da bu diyardan git” söylemi dayatılmaktadır!

Bugün, dünyada yaşadığımız kaos, karmaşa ve akabinde ki yeni bir düzen ve toplum inşası yönündeki gelişmeler ve ifadelere neler demeli?

Geçmişi ve hafızası olmayan bir toplum mu inşa edilmek isteniyor?! Geriden gelen ve teknoloji uyumlu kitle ile hedeflenen süper akıllı yeni topluma geçiş de çok kolay bir şekilde mi tasarlanmaktadır!

Ya da teknolojinin geldiği zirvede, insan denilen varlığa ŞAH DAMARINDAN daha yakın olabilmek adına, DİJİTAL KÖLE bir düzen mi gelecektir?!

İnsan denilen varlığın; Ne yaptığını değil ne yapacağını ve neleri düşündüğünü, neleri hissettiğine kadar her şeye hakim olmak isteyen dijital KÖLELİK bir sistem!

Beş bin yıllık devlet geleneği ve devlet hafızası olan Türk Devleti, Kadim Türk Devlet Aklı ile birlikte, yeni dünya düzeni ve sistematiği çerçevesindeki yeni toplum inşasına yönelik tüm tedbir, önlem ve planlarını devreye almalıdır!

Akıllı şehirler; vicdanlı, becerikli ve çalışkan belediye başkanlarıyla kurulur!

Günlük siyasi kısır çekişmeler, çevresi ve kendisi için çıkar ve menfaat taleplerinden, kadim millet olarak, kaç asırdır dünya insanlığına bilim, kültür ve medeniyet adına bir eser ortaya koyamadığımız çerçevesinden, çok manidar olduğunu düşünüyorum!

Hz. Mevlana; Kamil odur ki koya dünyada bir eser, eseri olmayanın yerinde yeller eser, buyurmaktadır!.

Ezoterik Yapı ve Evangelistler -2-

Son yılarda, Dünyamızı KAN gölüne çeviren küresel ve emperyalist güçlerin ezoterik yapılar ile bağlantısı var mıdır? Ülkelerin ve bölgemizin de talan edilmesine ve milyonlarca insanın da ölmesine sebebiyet veren bu ezoterik yapı mıdır?

Bu yapı, Evangelist ezoterik bir örgüt veya tarikat olarak mı kendilerini isimlendirmektedir?

Evangelizmin nedir, dünya ve insanlık hakkındaki hedefleri nelerdir ve Evangelistler kimlerdir? Kelimenin sözlük anlamı, kutsal kitaba yönelmektir. Hangi ve nasıl bir kutsal kitap olduğu da belli değildir?

Evangelism, Amerika’daki Hıristiyan toplumunun en tutucu ve radikal kanadını temsil etmektedir!.

Evangelikler, Eski Ahit’in Yahudilerin Tanrı’nın Seçilmiş Halkı ve Kutsal Toprakların Yahudilerin malı olduğu, Yahudilerin Mesih’in gelişi ile birlikte bir dünya egemenliğine ulaşacakları gibi kehanetleri kabul etmektedir!

Hıristiyanlık ve Yahudiliğin karışımından meydana gelen, Protestanlığın bir alt mezhebi olan Evangelistlere Siyonist Hıristiyanlar da denilmektedir!

Dünya üzerindeki hiçbir kralı tanımayan Protestanlara göre, gerçek kral Mesih İsa, kıyametten önce geri gelecek ve Tanrı’nın dünya üzerindeki krallığının başına geçeceğine inanılmaktadır!

Bunun için kendilerine inanmayanlarla savaşacak ve hepsini yok edecekler! Kendilerine inanmayan kişiler ve topluluklara savaşacaklar, hepsini de Yok etmeyi planlamaktalar!

II. Dünya Savaşı sonrası, Nixon ile politikaya ısınmaya başlayan Evanjelist taban, beyaz Anglo Sakson – Protestan (WASP) Amerikalıları Tanrı’nın seçtiği halk olarak tanımlayan ve tahrif edilmiş İncil kehanetlerine inanan oğul Bush döneminde Neo-conlarla kol kola tekrar sahneye çıkmıştır.

Peki, bugün, Hamas ve İsrail arasında zuhur eden kontrollü savaş akabinde; büyük bir DÜNYA SAVAŞI mı gelecektir? Ya da, Milyonlarca insanın öleceği ve dünya nüfusunun da düşürüleceği, bir savaşın habercisi midir?!

Evangelist ezoterik yapılar; Protestan mezhebinin, teolojisinin Amerika’ya özgü bir türü ve muhafazakâr beyaz Amerikalıların mensubu olduğu ve ABD Başkanın çevresi çevrelemiştir!

Mezkur yapı; Dünya ve özellikle de bölgemizde hayata geçmek üzere olan Bir Yol – Bir Kuşak projesini, denetim, kontrol ve nizam vermesi gerektiğine inanmaktadır!

Mezkur yapı; kendileri gibi düşünmeyenleri, tamamen YOK etmeyi ve 127 ülkenin birlikteliğe yönelik zarar verme veya bu bağları da koparabilmek, parçalayabilmek adına; tehdit, söylem, eylem, girişim, saldırı ve kalkışmalarına şahit olmaktayız!

Acaba, Hamas ve İsrail arasında zuhur ettirilen savaş da bunun bir göstergesi olabilir mi?! Neden olmasın!

Hz. Mevlana ve Hz. Şems; Kasım Ayında AŞK!.

Tarihte; Konya İlinde iki mübarek ve ehli dünya olmaktan uzak, HAL EHLİ; Hz. Mevlana ve Hz. Şems arasında başlayan; dünya gözü, dünya bakışı ve dünyalık akıl ile manevi aşkın anlaşılamayacağı ve ham olanların böyle İlahi bir aşkı hazmedemeyeceği, ifade edilmektedir!

Kasım ayının son günlerinde Mevlana türbesinde, GÜL BAHÇESİNDE ki; ağaç ve çiçeklerde meydana gelen değişiklikler, ne demek ya da ne anlatmak istediğimiz çerçevesinden, ehlince malumdur!

Mevsim; Kar olsa da, kış olsa da, dolu – yağmur – fırtına olsa da, Gül Bahçesinde ki, ağaçlarda, değişim ve çiçeklerin bir anlığına da olsa açtığı, ehli tarafından görülmektedir! Sözün fazlası zaten aptala söylenir!

Hz. Şems ve Hz. Mevlana arasındaki ilahi aşk nasıl ve nerede başlamıştır? Bu ilahi aşk her iki tarafta ne gibi inkişaf ve manevi değişimlere vesile olmuştur? Böyle bir aşkı hazmedemeyen kıt akıllılar neler yapmaya cüret etmiştir?

Babası Bahattin Veledin vefatında yirmi dört yaşında olan Hz. Mevlâna, Sultanın emri ile babasının yerine oturmuştur! Mevlâna’nın ilk mürşidi babası, zamanın ilim ve irfan merkezi, Halep ve Şam’da ders görmüş, zahir ve batın ilimleriyle mücehhez; âlim ve zahit bir kişidir!

Bilgide, keşifte, keramette, güzel söz söylemede, güzel huyda eşi benzeri yoktur! Akıllara hayret veren bir zekâ ve bir irade sahibi, Mollayı Rum diye namı ile dillere destan konumda bulunuyor; Ders verdiği medreseler, hayranları ile dolup taşıyordu!

Bu vaziyet, Tebrizli Şems’in Konya’ya vasıl oluşuna kadar beş sene sürer ve her şey birdenbire değişir! Bu değişimi, Şeyhi Ekber’in senelerce evvel, Mevlâna’nın aslında uçsuz bucaksız bir UMMAN oluşunun icabıdır, diyor!

1244 senesinin bir Cumartesi günü, Hz. Mevlâna’nın etrafını talebeleri sarmış, hürmet ve sevgilerinden yaya yürüyorlar, aniden önüne kalenderi kıyafetli bir derviş çıkıverir! İleri atılarak Mevlâna’nın katırını çevikliği ile durdurur!

Derviş: Ey, madde ve mana altınlarının sarrafı! Muhammed Mustafa (sav) mı büyük, Beyaz-idi Bestami mi?

Hz. Mevlâna irkilir; Bu nasıl sualdir? Elbette Muhammed Mustafa, bütün enbiya ve evliyanın serveri ve lideridir, der!

Derviş: Evet ama Muhammed (a.s.); Yarabbi, seni tenzih ederim, biz seni layığı ile bilemedik, buyurmaktadır!

Bayezid ise; Kendimi noksan sıfatlardan tenzih ederim, cübbemin içinde Hak’tan gayrı varlık yok, diyor!

Hz. Mevlâna; Bayezid bir Hak tecellisine mazhar olunca kabının darlığından taşmıştır, Hz. Muhammed ise hangi mertebeye varsa evvelki makamlardan istiğfar ediyor! Ey bizim düşünce ve idrakimizden olan Allah, biz seni layığı ile bilemedik, diyor!

Yabancı derviş bir çığlık koparır ve Mevlâna katırdan aşağı atlar! Ortalığı telâş ve uğultu kaplar! Birbirlerine büyük bir cezbeyle, bir “an”da bağlanan bu iki ulu zat, beraber Gevhertaş Medresesi’ne gelir! Bir hücreye girer! Bir rivayete göre, kırk gün, bir rivayette üç ay kimseyi içeri almazlar!

İstiğrak, sema, Hak sohbeti ve visal orucu ile manevi günler geçirirler! Bu derviş, Şemsi Tebrizi’den başkası değildir! Mevlâna ile Şemsi Tebrizi’nin Konya’da birbirlerine kavuştukları yere, Maracel

Bahreyn; İki denizin kavuştuğu yer, olarak ifade edilmekte ve her yıl törenler düzenlenmektedir!

Hz. Mevlâna, üstat bir şeyh fakat yeniden mürit olur! Nihayete ermiştir fakat baştan yeniden başlar!

Hz. Mevlâna, Mümin, müminin aynasıdır, hadisine göre bir ayna gibi Hz. Şems’te gördüğü kendi güzelliği ve aslına âşık olur!

Şemsi Tebriz’i ve Hz. Mevlâna’yı anlamayanlar, gün geçtikçe dedikodularla işi büyütür! 1245 yılının bir Perşembe günü dedikoduların artmasıyla Şemsi Tebriz’i ortadan kaybolur!

Hz. Mevlâna’nın emri ile her taraf aranır fakat hiçbir iz bulunamaz! Şems Konya’yı terk ettikten sonra doğru Şam’a gitmiş bir han köşesine yerleşmiştir!

Bir ay sonra Şemsi Tebriz’i, Sultan Veledi refakatinde Konya’ya geri gelir! Tebrizli Şems’in büyüklük ve kudretine inananlar karşılamaya iştirak eder! Dedikodu yapanlar ise pişmanlık hisleri içinde, Şems ve Mevlâna kucaklaşır!

Hz. Mevlâna, Şemsi Tebriz’iyi ikinci sefer gelişinde, kendi çocukları gibi bakıp büyüttükleri, Kimya Hatun ile evlendirir! Belki de bu evlilikle Şemsi Konya’ya bağlamak istiyor!

Günler tekrar, sohbet, sema, istiğrak ve murakabe ile geçiyor! Şemsi Tebriz’i ve Hz. Mevlâna ile olan manevi alışverişinin eskisinden fazla, daha derinlerde olduğunu gören fesat kişiler, kıskançlık ve kötü görüşlerinden ortalığı tekrar karıştırmaya başlar!

1247 senesinde, bir gece, Hz. Şems’in ortadan kaybolmasına sebep olurlar! Bazı kaynaklarda, Şems, çekemeyenleri tarafından şehit edildiği, bazısında ise izinin bulunmadığı yazılıdır! Bu kayboluş olayının rivayetleri çeşitli fakat doğrusunu sadece Allah bilir! Mühim olan, Hz. Şems’in misyonu ve vazifesini tamamlamasıdır!

Hz. Şems’in kayboluşundan sonra, Hz. Mevlâna yine her tarafı aratmış, bizzat Şam’a gitmiş fakat boş dönmüştür!

Hz. Mevlâna, Hz. Şems’in adını zikreden ve filan yerde gördük, diye konuşanlara üstündeki cübbesini bağışlar; Bu senin yalanına armağan, doğru olduğunu bilsem canımı veririm, diyordu!

Hz. Mevlâna’nın 750. Vuslat Yıldönümü Uluslararası Anma Törenleri ( Şeb-i Arûs ), 07 – 17 Aralık 2023 tarihleri arasında, ” VUSLAT VAKTİ ” temalı etkinlikler; Konya Mevlâna Kültür Merkezi Semâ Salonunda icra edilecektir!

2023 yılı; ‘MEVLANA YILI’ olarak kutlanmasına ilişkin genelge Resmi Gazetede yayımlanmış; Bu minvalde; Hz. Mevlana’yı hürmet ve rahmetle yad etmek üzere, Vuslatının 750. yıl dönümünde; yurt genelinde ve yurt dışında etkinlikler düzenlenmiştir!

Ulusal Çıkarları Adına, Her Şeyi Yakacaklar!

Dünya ve özellikle de bölgemiz, yüz yıl önce olduğu gibi küresel ve emperyalist güçler maharetiyle, yeniden bir dizayn ve paylaşım savaşlarına sahne olmaktadır!

Paylaşım noktasında öncelikli hedef ülke ve noktalarda terör örgütleri üzerinden kaos ve bu bölgeler dış müdahaleye hazır konuma getiriliyor!

Bölgemizde, 11 Eylül tarihinden sonra hızlanan bu süreç, müdahale edilen ve parçalanan devlet ve milletler bizlere akledebilmek adına çok şeyler söylemektedir!

Hamas ve İsrail arasında başlatılan planlı savaş; Çin çıkışlı ve İngiltere hedefli; Bir KUŞAK Bir YOL Projesi ve Hindistan çıkışlı – Suudi Arabistan – İsrail – Yunanistan ve Avrupa hedefli; GATEWAY – Küresel AĞ Geçidi, kontrol ve hegemonya savaşının bir yansıması olduğunu, sürekli olarak ifade etmeye çalışıyorum!

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah; akıl sahiplerine de AKLETMEYECEK misiz şeklinde ikaz ve uyarılarda bulunur! Akıl zaten akıl sahiplerine de bunun için verilmiştir!

Yerel bir gazeteci ve iletişimci olarak, neden yerel konular yazmıyorsun, bu şehirde yazacak bir dünya sorun, kişi ve konular varken; ulusal ölçekte, içerik ve konular yazıyorsun, şeklinde sitem aldığımızı, hatırlatmadan geçmeyelim!

Birileri gibi çiçek – böcek ve aşk konularına neden girmiyorsun? Birileri yerelde köşe kapmacaya devam ediyor! Mezkur konular hem çok okunuyor ve hem de geri dönüşler olmaktadır!

Köşeleri ve dünyalıkları kim kaparsa kapsın! Köşeler kimin olursa olsun! Kim, köşe ve ihale kapmaca oynarsa oynasın! Kim, kimi nereye atamak veya getirmek isterse getirsin! Kim, kime ne ihale verirse versin, ilgi alanımızın dışında kaldığını ifade etmek isterim!

Bir gün HESAP ve bu işlerin de VEBAL olduğunu da unutmamak gerekir!

Tüm köşeler ve ihaleler, bad-el hara-bül basra, ne işinize yarayacaktır?

Dünya ve özellikle de bölgemizdeki yüz yıllık, hatta bin yıllık küresel ve emperyalist güçlerin kirli ve sinsi oyunlarını; okumaya, anlamaya, anlamlandırmaya, yorumlamaya ve yazıya dökmeye çalışıyoruz!

Doğal olarak, yerel ölçekteki magazinsel gelişmeler, ilgi alanımızın dışında kalmaktadır!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti; küresel ve emperyalist güçlerin kontrol ve denetimlerinden çıkmaya, bağımsız, yerli ve milli politikalar üretmeye başladığı her dönemde, dışarıdan destekli ve içerideki işbirlikçiler maharetiyle, darbe ve inkıtalarla karşı karşıya kalmıştır!

Türkiye Cumhuriyeti Devletini içeriden işbirlikçiler eliyle yürütülen kuşatma ve sınırlarımızda kurulan terör örgütleri tarafından çevreleme girişimleri, bir bir yok edilmekte, sinsi plan kirli hesaplar çöpe atılmaktadır!

İki bin yıllık, kadim devlet geleneği ve tarihi Türk devlet kodlarına dönmekte olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti olmadan bölgemizde ve yirmi dört milyon kilometre karelik gönül coğrafyamızda; eskiden olduğu gibi kolay bir şekilde ameliyat ve operasyon yapamayacaklar!

Sadece insanları öldürebilirler! Özellikle kadın ve çocukları! Sadece yakıp yıkabilirler! Onların medeniyet dedikleri zaten; yakmak – yıkmak ve öldürmektir! Türk medeniyeti, İHYA ve İNŞA demektir! Türk, İnsanlığın VİCDANI demektir!

Enerji ve Koridor Savaşları!

1980’li yılların son dönemlerinde ağırlığını hissettirmeye başlayan doğalgaz ve enerji ihtiyacı ile dünyada, yeni bir dönem başlamıştır!

Hamas – İsrail arasında zuhur ettirilen savaş; Akdeniz ve Doğu Akdeniz havzasında ki DOĞALGAZ rezervi ve güvenli bir şekilde Avrupa ve başka ülkelere aktarımı, Türkiye’nin jeo-politik ve jeo-stratejik konumu çerçevesinden yeniden ve çok dikkatli okumak gerekmektedir!

Türkiye, Doğu Akdeniz havzasındaki Petrol – GAZ ve Enerjinin de AVRUPA’YA transferinde, By-Pass edilmeye çalışılmaktadır! Neden Acaba?

Türk Devleti jeo-stratejik konumu, hem kendi ihtiyaçlarını gidermek, hem de Avrupa’nın enerjisine çözüm getirebilmek hedefleri doğrultusunda bir dizi doğal gaz ve enerji hatları noktasından anlaşmalara imza atmıştır!

Türk Devletinin enerji aktarım hatlarının çözüme yönelik girişimleri sürekli olarak akametle sonuçlanmıştır! İçerideki siyasi, sosyal ve ekonomik krizlerle boğuşturulmak suretiyle enerji zaviyesindeki tüm girişimlerinde bir adım ileriye gidememiştir! Tanımlanamayan bir el sürekli olarak engel oluyor! Neden acaba?

Türkiye stratejik konumu, enerjide sadece Enerji Koridoru değil aynı zamanda bir Enerji Üssü olmak stratejisiyle uyumlu hale gelmektedir.

Doğalgaz hatları, stratejik açıdan pek çok ülke için çok önemli bir konudur! Türkiye jeopolitik konumu gereği, Asya’dan Avrupa’ya uzanması gereken enerji hatları, topraklarımız üzerinden geçmektedir!

Türkiye, geçtiğimiz 20 yılda, İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ülkeler arasında enerji talebinin en hızlı arttığı ülkedir! Türkiye; elektrik ve doğalgaz talep artışında Çin’den sonra dünyada ikinci sırada gelmektedir!

Dünyada ispatlanmış petrol ve doğal gaz rezervlerinin yaklaşık % 60’ına komşu bir bölgede yer alan

Türkiye, bölgesindeki en büyük doğal gaz ve elektrik pazarlarından biri haline gelmiştir!

Türkiye, enerji talebini karşılamakta yaklaşık %74 oranında dışa bağımlıdır! Türkiye’nin enerji stratejisinin çok yönlü yapısı ve enerjide dışa bağımlılığı, bu alanda uluslararası ilişkilerin önemini artırmaktadır!

Türkiye; Enerji arz güvenliğini güçlendirmek için güzergâh ve kaynak çeşitlendirmesini sağlamak ana hedeflerinden biridir!

Enerji alanında hayata geçirilen projeler, konulan hedefler ve geliştirilen politikalar ile büyüme ve kalkınma noktasında bir üst lige çıkmayı hedeflemektedir!

Türk Devleti; Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından, 6 Nisan 2017 tarihinde; “ Milli Enerji ve Maden Politikasını” ilerleyen döneme yönelik enerji vizyonu ortaya koyması açısından son derece önemlidir!

Türkiye; Enerjinin üretiminden tüketimine, dağıtımından iletimine birçok alanında ilerleme ve gelişmeyi amaç edinen bu politika ile içinde bulunduğu değişim ve dönüşümü istikrarlı bir şekilde devam ettirmeyi hedeflemektedir!

Türkiye; Milli Enerji ve Maden Politikası, bu amaçla gündeme gelmiş ve ortaya attığı stratejilerle, küresel enerji piyasalarındaki konumunu sağlamlaştırmak adına programlanmıştır!

Enerji odaklı cari açığın düşürülmesi ve enerji sektörünün gelişmesine paralel olarak istihdam artışı sağlayarak güçlü bir ekonomik yapı oluşturulması sonucunda yüksek GSYH’ye ulaşılması amaçlanmaktadır!

Yerli enerji üretiminin artırılması ile enerji maliyetlerinin düşürülmesi ve enerji arz güvenliğinin sağlanmasıyla kaliteli ve kesintisiz enerji temini gerçekleştirilerek ülkenin refah seviyesinin yükseltilmesi hedeflenmektedir!

Türkiye’nin yıllardan beri kronik bir sorunu haline gelen enerjide dışa bağımlılığın azaltılması ile arz güvenliğine bağlı riskler, Milli Enerji ve Maden Politikaları çerçevesinde, minimize edilmesi öngörülmektedir!

Türkiye Nereye Doğru Eviriliyor?!

Türkiye Cumhuriyeti Devlet yönetim kademesinde cirit atan küresel işbirlikçi ekol temsilciler; sinsi hedef ve kirli planlarına erişemeyince ve emirleri de yerine gelmeyince, neler yapacaklarını şaşırmış durumdalar!

Asil millet, tarihi yolunu ve dere yatağını bulmuştur! Asil millet, iki bin yıllık tarihini hatırlamış ve uykudan uyanmaya başlamıştır! Birileri, uyanmamak üzere uyuşturduğunu zan ederken; Tarihi, sosyal, kültürü, medeniyet ve dini inançları ile oynanmak suretiyle!

Küresel güçler zaviyesinden baktığımızda, devlet ve asil milletimiz açısından sorun buradadır! Nereden çıktı, şimdi iki bin yıllık kadim tarihi hatırlamak!

Asil Millet, bağımsızlığına olan aşkı ve tutkusundan; 16 Türk devleti kurmuştur! Asil millet, ne zaman ölüm ve ölmekten korkmuştur! Asil milletin ölümü korkuttuğunu tüm küresel güçlere ve işbirlikçilerine yeniden hatırlatmak gerekmektedir! Asil millet, ölecekse de ADAM gibi bir defa ölmesini bilir!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, içimizdeki aklı evvellere göre, sadece ve sadece yüz yıllık bir tarihi olan genç bir cumhuriyettir! Sanki tarihin tozlu sayfalarında kurmuş olduğu 16 Türk devleti ve Osmanlı imparatorluğunun bir bakiyesi değil!

Güya gökten zembille inmiş yeni bir millet ve devlet! Asil devlet ve millet dünya tarihinin olmaz ise olmazlarındandır! Batılı tarihçi ve devlet adamlarına göre; Türkleri, Dünya tarihinden çıkaracak olursanız geriye hiçbir şey de kalmayacaktır!

İçimizde, kendisinin aydın olduklarını iddia eden, satılık ruhlara da buradan sadece hatırlatmak isterim! Asil milleti ve devletini, sen kabile devleti mi zan ediyorsun?!

Peki, dost ve müttefik olarak bildiğimiz devletler tarafından sınırlarımızda terör örgütlerine yığınak yapılması, modern silahların verilmesi ve sınırlarımızda kukla terör devleti kurulma operasyonlarına neler demeli?

Devlet yönetiminde, işbirlikçi ekol temsilcileri, eskisi gibi cirit atamıyor ve oynayamıyorlar!

Öngörülemeyen bir Türk Devlet Aklı ve Devlet yönetimi bulunmaktadır!

Dünya ve özellikle de bölgemiz, yüz yıl önce olduğu gibi küresel ve emperyalist güçler maharetiyle, yeniden bir dizayn, bölüşüm ve paylaşım savaşlarına sahne olmaktadır!

Paylaşım noktasında, öncelikli hedef ülkelerde, terör örgütleri üzerinden bir kaos hedefleniyor ve bu bölgeler, dış müdahaleye hazır konuma getiriliyor!

Bölgemizde 11 Eylül tarihinden sonra hızlanan süreç, müdahale edilen ve parçalanan devlet ve milletler, bizlere akledebilmek adına çok şeyler ifade etmektedir!

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah sürekli olarak, iman edenlere; AKLETMEYECEK misiz şeklinde ikaz ve uyarılarda bulunur!

Dünyada, bölgemizde ki parçalama – yeniden haritalama ve ülkemizde ki tüm bu gelişmelere rağmen; Türkiye Cumhuriyeti Devleti nereye gidiyor diyen, hem aklı evvellere ve hem de işbirlikçilere hatırlatmak isterim!

Hiçbir yere gitmiyor! Sadece ve sadece Devletin Bağımsızlığı, VARLIK ve BEKA SORUNU, Milletimizin de BİRLİĞİ – BERABERLİĞİ adına öngörü ve stratejik adımlar atılmaktadır!

Ezoterik Yapılar ve Evangelistler!

Osmanlı İmparatorluğunun dağılma ve parçalanma sürecine baktığımızda, dış destekli kurulmuş, bize benzeyen ve bizden görünümlü ezoterik yapıların ihanetleri sonucunda bu konuma geldiğini görmekteyiz!

Peki, Osmanlı, bir gecede mi yıkılmıştır? Devlet yönetimi ve diğer kademelerde ihanet içinde olan kişiler, yapılar ve kapalı örgütler var mıdır?
Peki, bu hainlerin soyu, sopu, nesebi, kimlikleri ve cibilliyetleri nedir? Bilemediğimizden kaynaklı sürekli olarak arkamızdan vuruluyoruz!

Osmanlı İmparatorluğunun dağılması akabinde, farklı dil ve dine mensup mutlu ve huzur içinde yaşayan bir devlet ve millet yapısından, yirmi iki ulus devlet ortaya çıkarılmıştır!

Bugün itibari ile bünyemizden kopartılmış ve gönül bağları olan topluluk ve devletler ile beraber yürüme vakti ve zamanı gelmiştir!

Türk Devleti; bünyesinden çıkarılmış yirmi iki devlet, millet ve gönül coğrafyası ile birlikteliği ve kardeşliği kurmadan Anadolu’da varlık ve bekasını sağlayamaz!

Tarih ve Coğrafya; Türk Devleti ve Türk Milletine, kadim bir görev ve medeniyet sorumluluğunu yeniden yüklemektedir!

Sınır komşumuz Irak işgal edilirken içerideki Kesni Zani ezoterik yapı, küresel ve emperyalist işgalcilere; talan girişimindeki desteği ve söylemleri hafızamızdan silinmeyecektir!

Ezoterizm, asıl gerçeklerin yalnızca anlayabilecek yetenek ve bilgide olanlara bildirilebileceği görüşü üzerine temellenen bir gizemli öğreti ve kapalı bir örgüt sistemidir!

Bu örgütlü yapılar, bir başka güç veya devletin ülkesini, topraklarını, işgal ve talan etmesi için el altından veya doğrudan çalışmalar yapmaktadır?

İnsan olarak aklımızın ve havsalamızın almadığı noktalar bulunmaktadır? Tarihin tozlu sayfaları devleti ve milletine ihanet eden hain yapılarla doludur!

Bir devlet ve millet için önemli olan böyle durumlardan dersler çıkarmak, tekrardan bir daha aynı durumları yaşamamaktır!

Devlet olmanın gereği budur! Hem de devleti ebed müddet ülkü ve ideali olan kadim devlet geleneği Türk Devleti ve Milleti için!

Türk Devleti; tarihten gelen devlet geleneği ve devlet aklı ile artık reaksiyon durumundan, tamamen aksiyoner ve pro-aktif bir konuma geçilmiştir!

Türk Devleti; içeriden veya dışarıdan varlığı ve bekasına yönelik, her türlü hain kirli plana, teyakkuz halinde olmalı, tedbirlerini almalı ve gerekli cevabı da tarihte olduğu gibi Osmanlı Tokadı olarak tepelerine inmelidir!

Aksi halde Türk Devleti, bin yıllardır yaşadığı Anadolu’da varlık ve bekasını devam ettiremez!
Hamas ve İsrail arasındaki savaş, Ezoterik ve Evangelist yapıların içerideki işbirlikçiler desteği ile bölge üzerinde ki; sinsi plan ve kirli hesaplarının bir yansıması olabilir mi?!

Ya da Ezoterik ve Evangelist yapılar, kirli ve sinsi planları için bir bahane mi bulmuştur!
Türk Devleti; devlet yönetim sisteminin tüm etkili ve yetkili makam ve kurumlarda; Yahudi yanaşmaları, Hristiyan kapatmaları, Arap Siyonizm’in uşakları, İngiliz artıkları, Müslüman görünümlü Sebataylar, Siyonistler, Yahudiler ve Hristiyanlar söz sahibi olamayacaktır!

Açık, şeffaf, hesap verebilir ve denetlenebilir konumda olmayan, küresel güçler ve ajanlarının yönlendirme ve kontrolündeki tüm kapalı yapı ve örgütler, Türk Devleti tarafından yakinen takip edilmektedir!

Anadolu; kadim Yunusların, Hacı Bektaşi Velilerin ve Hz. Mevlanaların yeşerttiği kadim Türk yurdu olarak kalmaya ve anılmaya devam edecektir!

Anadolu; Mazlum milletlerin umudu, Türk Devleti Ebed Müddet mefkuresi, Turan ve Kızıl Elma Ülküsü, Nizamı-Alem hedefleri olan son Türk Devletidir!