Ehliyet &Liyakat & Adalet ve Sosyal Barış!

Devlet ve toplum hayatında, olmaz ise olmaz adalet kavramıdır! Adalet, toplumda; güveni, barışı ve huzuru da beraberinde getirecektir! Aksi halde, sosyal adalet ve toplumsal barış temin edilemez!

Barışın olmadığı durumda, kaos hakim olacağına göre! Doğa, boşluğu da kabul etmeyeceğine göre!

Adalet; sadece mahkemelerde veya hukuk önünde aranmaz! Adalet, bir toplumda, sınava giren tüm kişilerin eşit şartlarda yarışması! Yine devlette görev almak isteyen bireylerin aynı kural ve yasalara tabi olması demektir!

Başkaca bir yöntem tabii ki düşünülemez ve olmamalıdır!

Peki, kayırmalı ya da ayrıcalıklı kadrolar ve özellikle de  belediyelerdeki  nama yazılı ihalelere neler demeli?! Tüm bunları, soran ve sorgulayan, bir kurum ya da merci de olmadığına göre! Peki, realite böyle midir?

Ya da DEVLET  HER ŞEYİ KAYIT altına alır mı?! Almadığı durumlarda neler olur? Devlet,  günü geldiğinde, devlet ve millete yapılan,  tüm ihanet ve yanlışların hesabını sorar ve gereğini de yapar! Yapması da gerekir!

Aksi halde var olamaz! Aksi halde varlığını devam ettiremez!

Bir ülkede, birileri,  devlet memuru olabilmek için yıllarca çalışacak ve sınavlara girecek, atanabilecek bir puan alabilirse, ne ala!

Bir başkası da, siyaset veya tavassut aramak sureti ile işlerini çözecek ve ehil olmadığı koltuklara kurulacak, öyle mi?!

Böyle bir sistem veya kişiden İŞ ve BAŞARI bekleyeceksiniz, öyle mi?!

Sonra da,  sosyal  adalet ve toplumsal barıştan dem vuracağız, öyle mi?

Beyler, hiçbir AH yerde kalmaz ve kalmamalıdır! Kaldığını ya da kalacağını zanneden ya ahmaktır ya da başka bir şey!

Toplum; ortak mirası, ortak kültürü ve ortak bir toprak parçası olarak vatanı paylaşan insanlardan oluşur!

İnsanların, toplum içinde birlik ve beraberlik içinde yaşaması, barış ve huzurun sağlanması, birbirine olan sevgi ve saygısı, hoşgörü ve adalet ilkesi, merhamet, ifade özgürlüğü ve hürriyet telakkisi ile sağlanır!

Toplum; sevgi, saygı ile kaynaşır ve adaletle yaşar! Toplum hayatının güvencesi adalet, öncelikle devlet işlevidir!

Devlet, her vatandaşına, geçim güvencesi, sağlık, eğitim, güvenlik, ehliyet ve liyakate uygun iş ve meslek, makam ve mevki gibi temel hak ve ihtiyaçlarını sağlamakla yükümlüdür!

Toplumsal barış; toplumu bir arada tutan yapı taşlarının arasındaki manevi harçlarla sımsıkı birbirine tutulur! Bu da toplumda, ahlaki ve hukuki değerlerin yaşatılması, insani değerlerin yüceltilmesi ile sağlanır!

Toplumsal barış kültürünün varlığı, toplumsal yapıların içinde var olan farklı grupların, ihtiyaç ve beklentilerinin, tüm ilişkiler üzerinden karşılanıyor olması anlamına gelmektedir!

Toplumsal barış için, sosyal adaletin inşa edilmesi gerekir! Toplumun her üyesinin aynı temel haklara ve korumaya, fırsata, yükümlülüklere ve sosyal olanaklara sahip olduğu koşullara işaret eden bir adalet türüdür!

Sosyal adalet; toplum içinde yaşayan tüm fertlerin, insan olmak sıfatıyla sahip bulundukları her türlü sosyal ve ekonomik, siyasi hak ve özgürlüklerin eşitliğini temin ve emniyetini sağlamaktır!

Adalet, mülkün temelidir! Adalet güneşi batarsa, insanlar için yeryüzünde yaşamanın anlamı kalmayacaktır!

Devlet, yalnız adalet ile sonsuzlaşır ve adaletsizlikle yıkılır! Neymiş efendim! Fakire ekmek yoksa zengine huzur yoktur! Peki, fakirin ekmeğini, zenginler,  doğrudan, devlet eli ile çalıyorsa!

Devlet Aklı denetiminde ki Kadim Türk Devleti; SELÇUKLU – HORASAN geleneğinden gelen ve  KUVAY-İ MİLLİYE RUHU ve KURUCU İRADE temsilcisi  siyasi kadrolara tarihin yüklemiş olduğu sorumluluk gereği; Ehliyet, Liyakat ve Adalet ile yönetileceği yeni bir dönemin eşiğindeyiz!  

Ehliyet, Liyakat ve Adalet birbiri ile bağlantılıdır!  Ehliyet, Liyakat ve Adalet; toplumsal güven, sosyal barış ve toplumsal huzuru da beraberinde getirecektir!

Devlet, adalet ile yönetilir! Ehliyet ve Liyakat sıradan bir kavram değildir! Ehliyet ve Liyakat için öncelikle eğitim gerekir!

Peki, bizim adamımız şeklinde, ehliyet ve liyakat olmadan, yapılan üst düzey atamalara neler demeli?

Hani işi ehline verecektik! İş, ehline verilmediği dönemlerde ise kıyameti bekleyecektik! Peki, bu kıyamet kimin ya da kimlerin kıyameti olacaktır?!

2023 ile birlikte, 1923’de olduğu gibi halkın iktidarını; Selçuklu – Horasan geleneğinden gelen, KURUCU İRADE TEMSİLCİLERİ; halkla birlikte kuracak ve yönetecek,  yeni Türkiye’nin her alanda şahlanışı başlamak üzeredir! Başkaca bir ÇIKIŞ yolu kalmamıştır!

Yeniden bir KURULUŞ ve DİRİLİŞE ihtiyaç vardır! Peki, SELÇUKLU – HORASAN geleneğinden gelen KURUCU İRADE TEMSİLCİLERİ OLMADAN, YENİDEN BİR DİRİLİŞ, KURULUŞ VE ŞAHLANIŞINI NASIL başarabileceksiniz?!  

Hz. Peygamber (sav) efendimiz; Ben ADİL bir sultanın devrinde doğdum! Hz. Ömer  (ra); Bilesin ki; Ben, Nuşirevan’dan daha az ADİL değilim, buyurmaktadır! Neden acaba?!

Yoksa öylesine ve gelişigüzel ifadeler midir? Olamayacağına göre! Arkasında çok büyük hatıralar ve yaşanmışlıklar olduğuna göre! Bugünün idareci konumundakilerin kulaklarına, küpe olması dileğimizle!

Amir, memur, müdür veya şehrin emini olduğunu zannedenlere tekrar tekrar hatırlatmak gerektiğini düşünüyorum! Peki, hesaba çekilmeden önce, kendimizi  hesaba  nasıl çekeceksiniz?!

Yoksa Devletin şefkat eli olduğu gibi celal sıfatı ile karşı karşıya kaldığınızda,  hesap verebilecek misiniz?! Bazı hesaplar diğer tarafa asla kalmaz! Oranın hesabı ve sorgusu ayrıdır! Fakat DEVLETİN de bir HESABI ve SORGUSU mutlaka olacaktır!

Neymiş Efendim!  Giderlerse Gitsinler!

Neymiş Efendim! Döviz kurlarındaki artış; marketten pazara, gıda fiyatlarından enerji ve özellikle de petrol fiyatlarına kadar her kalemde zam dalgasına şahit olmaktayız!  

Enerji ve petrol fiyatlarındaki artış; pazardaki sebze ve meyve fiyatları, vatandaşı giderek sıkıntıya düşürmektedir? Peki, neden?

Tüm bu yaşanılanlar, normal, sıradan ve spontane işler, öyle değil mi?! Hepsi küresel ve hepsi de, tamamen dış kaynaklı! Ah ŞU, küresel ve dış güçler yok mu?! Başka ne bekliyorduk!

Neymiş Efendim! Anadolu’daki vatandaş çöpten rızk topluyorsa! Pazardan atık topluyorsa! Meydanlar açız diye bağırıyorsa! Ev kirasını, elektriğini ve suyunu ödeyemiyorsa!  Artık yandım Allah diyorsa! Vatandaşın % 71’i açlık ve % 50’si yoksulluk sınırının altındaysa;  bu hale Türkiyeyi kim getirmiştir?

Peki, şimdi soralım! Bu hale, bugün  ülkeyi kim ya da  kimler veya HANGİ HÜKÜMET getirmiştir?! Tabii ki malum siyasi parti! Siyaset tarihimizde; yokluk ve kuyruklar denilince, ülkemizde, tek bir siyasi parti akıllara gelir!  Aksi bir düşünce hayal ürünü demektir!

Zaten, bu ülkede, yokluk ve kıtlık bir partiden kaynaklı olmaktadır! Yokluk – kıtlık ve kuyruklar ile müsemma tek siyasi parti vardır! İsmi, yokluk ve kuyruklar için yetip artmaktadır! Malum siyasi partiyi tamamen kapatsak ve hatta üzerine de kireç döksek belki de bunların hiç birini yaşamayacağız! Ne diyorsunuz?!

Yokluk,  kıtlık ve kuyruk kelimelerini sırala, hangi siyasi parti iktidar diye sormaya dahi gerek yoktur! Bu ülkede yoluk ve kıtlık denilince başka bir parti var mıdır? Aksi dahi  asla düşünülemez, öyle değil mi?!

Peki, ülkemizde, bugün için yokluk – kıtlık ve kuyruklar denilince, hangi siyasi parti akla gelmektedir? Ya da Z – kuşağı,  refah ve bolluk içinde yaşarken,  şimdi de; yokluk – kıtlık ve kuyruklar ile yüzleşmektedir!  Tüm bunlar, zaten çok eskidendi, çoook! Bugün ile yakından veya uzaktan ilgisi veya alakası asla yoktur! Olamaz da!

Yoksa iktidara dün olduğu gibi yokluk ve kuyruklar ile müsemma parti gelecek olursa; yokluk – kıtlık ve kuyruklara şahit olunacağı algısı, Kadim bir Akıl tarafından izale mi edilmektedir? Neden olmasın?!

Z – kuşağı kıtlık ve kuyruklar denilince, ömrü boyunca hangi siyasi parti ve hükümeti yaşamış ve görmüştür?  Başkaca bir siyasi partiyi tanımak fırsatı dahi olmadığına göre!

Peki, bugün;  yokluk ve kuyruklar yaşadığımız bir dönemde, iktidar ya da hükümette ve özellikle de son yirmi yıldır, hangi siyasi parti bulunmaktadır?  Kadim bir Akıl ne yapıyor?

Yoksa yokluklar ile müsemma siyasi partiye,  ekonomik konjonktür ile gelen ekonomik şartlar ile gider ilkesi çerçevesinde, SEÇMEN YÖNLENDİRİLMEKTE ve KONSOLİDE mi edilmektedir? Neden olmasın? Peki, başka türlü demokratik bir DEĞİŞİMİ nasıl yapacaksınız?

Neymiş efendim!  Az maaş aldıklarından şikâyetçi olan doktorlar için, GİDERLERSE GİTSİNLER, ifadesi de öylesine sıradan ki; sormayın! Yarın bir başka meslek grubu için de başkaca ifadeleri duyarsak, şaşırmayın, derim!  Peki, sorumuzu tekrardan bir kez daha soralım! KADİM AKIL, ne YAPMAYA ÇALIŞMAKTADIR?  Karşı saflar sıkılaştırılıyor, olabilir mi?! Neden olmasın?

Bir ilçe belediye başkanı da;  bu topraklarda doğup – büyüyüp, bu milletin parası ile ilim tahsil edeceksin ve doktor olacaksın! ÜÇ KURUŞ fazla para için ülkeyi terk edeceksin! Bunlar, TÜRK VATANDAŞLIĞINDAN ÇIKARTILMALIDIR, diyormuş! Yeni bir dönem, değişim, hükümet, iktidar  ve yeni bir siyaset adına, daha ne desin ki?! Başkaca hangi kelimeleri kullanabilir ki?!

Türk Devleti; Türk Devlet Aklının denetim ve kontrolünde;  KURUCU İRADE GELENEĞİNE SAHİP SİYASİ PARTİYLE; devletin milletiyle kucaklaşması, tüm kurumlarda adalet ve güvenin tesis edilmesi, bürokraside ehliyet ve liyakatin öne çıktığı; bolluk ve refah dolu; yeni bir dönemin başlamak üzere olduğunu düşünüyorum!  

2023 ve sonrası; KURUCU İRADE TEMSİLCİLERİYLE, 1923 tarihinden sonraki süreçte olduğu gibi her alanda KALKINMA, YATIRIM, ÜRETİM VE ŞAHLANIŞI da beraberinde getirecektir!

Kadim Türk Devlet Aklı denetiminde ki Türkiye’de; KAZASIZ VE BELASIZ,  SAĞ VE SALİMEN BİR SEÇİM AKABİNDE, Devlet yönetiminin KURUCU İRADE TEMSİLCİLERİNE DEVİR TESLİMİ ile yeniden bir kalkınma hareketi başlayacaktır!  

Türkiye’nin önündeki TEK ENGEL, KAZASIZ VE BELASIZ BİR SEÇİM VE DEVİR TESLİM TÖRENİ KALMIŞTIR! Bolluk, bereket, kalkınma ve refah dolu yeni bir dönemin eşiğindeyiz!

Elbette ki tüm bunlar Kadim bir AKIL tarafından planlı ve organize bir şekilde, kontrol ve denetim altındadır! Yoksa İnsanoğlu başı boş bırakılacağını  mı zannediyor?! Olamayacağına göre! 

Yığınlar; davulcu ya da zurnacıya gitmemesi adına;  Kadim bir Akıl tarafından, planlı, organize ve kontrollü bir şekilde, YÖNLENDİRİLMEKTE ve KONSOLİDE edilmektedir!

Neymiş Efendim! Haydi buyursunlar! GİDİŞLERİ OLSUN da GELİŞLERİ OLMASIN! Peki, Gidecek olan kimdir?! Gelişleri olmayacak olan kimlerdir?! Ehline malumdur!

Şimdi son bir soru daha soralım! Kurucu İrade temsilcisi partinin genel başkanı bir toplantıda; öncelikle bugün burada, bizlerle bir arada olduğunuz, görüşlerinizi, önerilerinizi, eleştirilerinizi ve en önemlisi de duygularınızı paylaştığınız için, çok teşekkür ederim! GELECEĞİN İKTİDARI OLARAK YÖNETECEĞİMİZ DEVLET ADINA KONUŞTUM, ifadeleri de öylesine  hayalci ve öylesine sıradan, değil mi?! Bende aynen sizin gibi düşünmekteyim!

Tüm bunlar olurken, KADİM TÜRK DEVLET Aklı ne yapmaktadır?!  Seyirci koltuğunda eli ve kolu bağlı oturamayacağına göre! Yoksa oyundaki tüm oyuncuların ROLLERİNİ dağıtmakta ve her bir anını da kontrol etmekte midir? Neden olmasın?!

Ankara Vizyonu ve Antalya Diplomasi Forumu!

11 – 13 Mart 2022 tarihlerinde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın himayelerinde ve Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun ev sahipliğinde,  Antalya Diplomasi Forumu; liderler, siyasetçiler, akademisyenler, düşünürler, kanaat önderleri, diplomatlar ve iş insanları;  küresel ve bölgesel meseleleri vizyoner bakış açısıyla ele almış ve sorunlara çözüm önerileri getiren bir diyalog platformu gerçekleştirilmiştir! Dünya insanlığının adaleti, barışı ve huzuru adına bir araya gelen tüm katılımcıları ve emeği geçenleri tebrik ederim!

Antalya Diplomasi Forumu; sürdürülebilir barış ve kalkınma hizmetinde, diplomatik çözümlere yönelik zorluklar, fırsatlar ve yenilikçi yaklaşımların değerlendirilmesini sağlamak üzere;  siyaset, diplomasi, bilim, gazetecilik, sivil toplum, iş dünyası ve diğer mecralardan liderlerin becerilerini bir araya toplamaktadır!

Antalya Diplomasi Forumu; değişim sürecinde diplomasinin yeniden kurgulanmasının kilit unsurlarına ilişkin etkileşimli ve çok paydaşlı bir tartışma platformu olarak hizmet etmeye devam edecektir!

1970 yılında başlayan ve her yıl, İsviçre’nin kayak merkezlerinden birisi olan Davos kasabasında düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu;  dünya liderleri, uluslararası şirketlerin yöneticileri, akademisyenler ve yardım kuruluşlarının temsilcilerini bir araya getiriyor! İklim krizinden ve gelir adaletsizliğine kadar dünyanın küresel sorunlarına çözümler arıyor!

Türk Devletinin tarihi birikimi ve jeopolitik konumu,  ihya ve inşa medeniyet kodları ve kültürü;  tüm dünya insanlığının adaleti, barışı ve huzuru,  küresel sorunların diplomasi ile çözümü adına, Davos Dünya Ekonomik Forumu değil, Türk Devlet Aklı ve Ankara vizyonu – kriterleri çerçevesindeki, Antalya Diplomasi Forumunun tek adres olacağına şahit olmaktayız!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan Antalya Diplomasi Forumunda;  Dünyamız 21. yüzyılın ilk çeyreğine geride bırakmaya hazırlanırken, insanlığın barışa özlemi o derece artıyor! Onca ilerlemeye rağmen, insanlık olarak temel meselelerimizi henüz çözüme ulaştıramadığımızı görüyoruz!  Terörizm, sıcak çatışma, iç savaşlar, iklim değişikliği küresel gündemin ilk sırasında yer alıyor!  Ekonomiler büyürken, birilerinin cüzdanı şişerken; maalesef yanı başımızda çocuklar açlıktan ölüyor! Açlık virüsü, korona virüsten daha çok kişinin ölmesine sebep oluyor! Hep birlikte, savaşın değil barışın dünyasını kurmalıyız! Ateşe benzin dökmenin kimseye faydası olmaz! Daha adil bir dünyayı tesis etmek için, Dünya 5’ten büyüktür,diyerek sistemin reform edilmesi gerektiğini söylüyoruz! Diplomasinin amacı barışı ve istikrarı tahkim etmek, sorunlar filizlenmeden çözüm bulmaktır! Savaşların değil, barışın egemen olduğu bir dünyada görüşmek üzere, ifade ve vurgularının, insan haklarından dem vuran; Orta Doğu, Afrika, Asya ve Avrupa’nın göbeğinde Bosna’da Müslümanlar ölürken hiç oralı olmayan fakat Ukrayna’da dindaşları öldürülürken mahalle yanıyor, neredesiniz diye herkesi olayın içine çekmeye çalışan, yalancı çoban hikâyesindeki Avrupalı liderlere karşı yapmış olduğu;  Dünya’daki Adalet, Barış ve Huzur temalı konuşmalarının manidar olduğunu düşünüyorum!

Antalya Diplomasi Forumunda katılımcılar;  Diplomasiyi Yeniden Kurgulamak, başlığı altında, uluslararası ilişkiler bağlamında; bölgesel ve uluslararası gelişmeler, şu oturumlarda ele alınmıştır!  Çalkantılı bir çağda liderlik ve diplomasi!  Barış ve refaha uzanan bölgesel ve küresel yollar! Orta Doğu’da ortak bir zemin arayışı! Enerji güvenliğinde karmaşa! Asya-Pasifik’te iş birliği ve rekabet! Balkanlar’da uzlaşmacı diyalog! Yapay zekâ, meta-verse ve diğer her şey! Afganistan: Yeni gerçekliklerle nasıl başa çıkılır? İklim değişikliği ve enerjide dönüşüm! Gıda güvenliği ve tarımın dönüşümü! Etkin küresel yönetişim! Kapsayıcı ve sürdürülebilir büyüme için yeşil ekonomi! Deniz yetki alanı anlaşmazlıklarının barışçıl çözümleri! Düzensiz göçü ele almak: Bütüncül bir yaklaşım! Irkçılık ve ayrımcılıkla mücadele! Terörizmle mücadelede: Eksik olan nedir?  Çok taraflılığı canlandırmak: BM ve ötesi! Güney Kafkaslar için köprü!

Diplomasi, uluslararası ilişkilerde, iletişim için kullanılan temel yöntemdir! Girişimci ve etkin diplomasi, insanlığın kargaşa zamanlarında karşılaştığı çok sayıdaki sorunu ele almak için kritik öneme sahiptir! Bugün, dünya böyle bir dönemle karşı karşıyadır ve hiçbir ulusun tek başına mücadele edebilecek kaynak ve kapasiteye sahip olmadığı aşikârdır!  

Günümüzde, gerilimleri çözmek ve değişimi yönetmek, uyumu kolaylaştırmak ve işbirliğini teşvik etmek için insanlık, güçlü bir diplomasiye ihtiyaç duymaktadır! Küresel sorunları; yeniden değerlendirmeye,  yeniden doğrulamaya ve yeniden yapılandırmaya yönelik, ortak çabalara ve dünya sistematiği adına yeni bir kurgulamaya ihtiyaç duyulmaktadır!

İletişim, müzakere ve temsilin sistemleşmiş ve kurumsallaşmış bir yolu olarak diplomasi; devletlere, farklı bakış açılarına sahip taraflar arasında işbirliği içinde ortak çözümler geliştirme olanağı sağlar! Diplomasi,  hiçbir zaman durağan olmamıştır! Diplomasinin olmadığı ya ada diplomasi masasının kurulamadığı dönemlerde; insanlık adına kan ve gözyaşı, yıkım ve ölüm var demektir!

Diplomasi, insanlığın farklılıklarını gidermek, çatışmalarını çözmek ve sorunlara bir miktar düzen getirmek için etkili devlet yönetimi ve çözüm arayışı sonsuza kadar devam edecektir!  Aksi halde yıkım var demektir! Nükleer bir dönemde, yıkımın boyutunu tahmin ve tahayyül dahi edemiyoruz!

Günümüzde, mevcut mekanizmaların etkisiz hale geldiği algısının dünya çapında yaygınlaşması nedeniyle diplomasiye olan talep yeniden baskın hale gelmiştir! Rusya ve Ukrayna arasındaki gerginlikte olduğu gibi! Suriye, Libya, Irak ve Afganistan’da diplomasi masası kurulamadığı için milyonlarda insan ölmüş, şehirler tarumar edilmiş ve bir o kadar insan evlerinden ve vatanlarından olmuştur!  Dünya liderleri, silaha sarılmadan önce diplomasiyi bir kez daha düşünmeleri gerekir!

MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli;  Rusya – Ukrayna arasındaki gerginliğin bir savaş durumunu alması ve başkaca küresel sorunların çözümü ve Türkiye’nin duruşuna yönelik;  Çift Başlı Selçuklu Kartal’ından ilhamını alan bir vizyon ve kavrayış marifetiyle, hem doğuya ve hem de batıya elimizi uzatır, her iki yöne başımızı ve bakışımızı çeviririz, ifade ve vurgularının,  Kadim Türk Devlet Aklı ve Ankara kriterleri çerçevesinde ki Türk Devleti; tarihsel birikimi ve jeopolitik konumu,  tarihi ve kültürel, gönül ve coğrafya aklı ile dünya insanlığının adaleti, barışı ve huzuru adına, dün olduğu gibi bugün de tek adres olduğu görülmektedir!

Kimlerden  GAZETECİ OLUR?!

Son günlerde, yerel medya sektöründeki, finansal daralma ve sorunlardan kaynaklı,  sektörün derin kulislerinde;  sektörde kendilerinden başkasının varlığından rahatsız olan ve kendilerinden başkasını da gazeteci olarak kabul etmeyen, kendileri var ise sektörün ancak var olabileceği sanrılı; psikolojik ve sosyal olarak sorunlu ve sıkıntılı tipler; kime gazeteci denir veya kime gazeteci denmez,  kimden gazeteci olur veya kimden gazeteci olmaz, şeklinde sohbet ve tartışmalarına şahit olmaktayız! Neden acaba?

Demek ki birilerinin elinde bir ölçü aleti, kime dokundursalar,  gazeteci olup – olmadığı noktasından bir işaret vermektedir! Olabilir mi? Neden olmasın?! Tam tekmil Marksist ve Komünist bir mantık zaten bunları gerektirmektedir! Peki, böyle bir zihniyetten başkaca ne bekliyordunuz?!

Gazetecilik mesleğine, geçiyordum şeklinde hasbelkader giren ve meslek nam altında; ŞANTAJ, TEHDİT ve her türlü PİSLİĞİ yapanlar, kamu mesleği olan gazeteciliği,  dürüst bir şekilde icra eden, onurlu kişilere çamur atmak veya sektörde yok saymak için her yolu denemektedir? Neden acaba?

Cibilliyeti bozuk sanrılı tipler, gazetecilik mesleğini, yasal çerçevede ve onuru ile yapan bireylerden,  hem rahatsız olmakta ve hem de kendileri de alan daralması yaşadıkları için cibilliyetlerinin gereği olarak, insanlık dışı her yolu denemektedir! Acaba neden?

Öncelikle, Gazeteci olmak için İletişim Fakültesinin herhangi bir Bölümünden lisans derecesi ile mezun olmak gerekmektedir!  Sosyal ya da Siyasal Bilimler alanında diplomaya sahip olup mesleğe yönelik kabiliyeti bulunan kişiler de gazetecilik yapabilmektedir!

Neymiş efendim! İletişim fakültesi mezunu ve Sosyal bölümlerden mesleğe kabiliyeti olanlar da gazetecilik yapabilmektedir! Mimar, ziraat fakültesi ve arkeoloji vb. lisans mezunu kişilerin gazeteci olamayacağı gibi! Herkes, mezun olduğu asli işini yapmalıdır!  Yasal ve etik ilkeler çerçevesinde, her meslek ve mesleği icra edenler kutsaldır!

Gazeteci, kamuoyu adına soru sorandır!  Gazeteci, soruların yanıtını bulandır! Gazeteci, merak uyandırandır! Gazeteci, aktardığı bilgilerle kamuoyu oluşturandır! Olanı yazan, gerisine karışmayandır! Gazeteci, araç değil, aracıdır! Gazeteci, taraf tutmayandır! Gazeteci, halktan ve hakikatten yana taraf olandır! Toplumsal ve siyasal sorumluk gereği hakikatleri ortaya çıkarandır! Gazeteci, vatanına, milletine, devletine, bayrağına bağlı olandır! 

Neymiş efendim! Gazeteci; vatanı ve devletine bağlı, hak ve hakikat aşığı,  gazetecilik nam altında başkaca işler çevirmeyen,  bir başka ülke veya ülkelerin istihbarat örgütlerine hizmetçi – UŞAK ve ülkesi ve milletini de,  SATAN kişi değildir!

Kendilerinden başkasının sektörde var olması veya bulunmasından rahatsız olan, sektöre yön verdiğini zanneden ağabeyler;  geçiyordum hasbelkader gazetecilik mesleğine girmiş kişiliksiz ve cibilliyeti bozuk sanrılı tipleri çok sever! Neden acaba? Çok kullanışlı oldukları için olabilir mi?  

Mezkûr sanrılı ve sancılı tiplerde öncelikle normal bir insanda bulunması gereken kadar beyin olmadığından;  hem kendilerini bir yerlere taşıyan ve hem de ruhlarını kiraya verdiklerinden dolayı;  ne talimat verilirse, ya onunla ilgili bir haber ya da mezkûr talimat çerçevesinde mutlaka bir köşe yazısı kaleme almaktan çekinmezler! Şimdi, bu tiplere de gazeteci diyeceğiz, öyle mi? Yoksa başka bir şey mi?

Gazetecilik gibi kutsal bir kamu mesleğini; yasal ve etik ilkeler çerçevesinde yapan ve kimseden talimat almayan, mektepli ve alaylı ayrımı yapmadan,  ruhunu ve kalemini satmayan,  yan yollara sapmayan, hak ve hakikat aşığı, bir yerlere de uşaklık yapmayan ve sadece gazetecilik maaşı ile geçinen,  sektörde ki tüm kahramanları her daim takdirle karşılar ve tebrik ederiz!

Peki, geçiyordum veya hasbelkader gazeteci olduğunu ve sektöre kendilerince yön verdiğini zanneden, kerameti kendilerinden menkul sanrılı ve sancılı tiplere sormak gerekir? Barmenden gazeteci olur mu? Pavyoncu’dan gazeteci olur mu?  Şantajcıdan gazeteci olur mu? Tehditkar’dan gazeteci olur mu? Taklacı ve Torbacıdan gazeteci olur mu?

Ya da ülkesini, yabancı istihbarat örgütlerine gammazlayan, satan ve UŞAKLIK edenlerden gazeteci olur mu? Meslek kimliği altında yasal olmayan tehdit, şantaj ve her türlü pisliği yapan sanrılı tiplerden gazeteci olur mu? Sadece soruyorum!

Sektörün bulunduğu durum ve geleceği adına,  en büyük sorun ve tehlike nedir, diye soracak olursanız! Bu sanrılı ve sancılı tiplere alan açan ve insan olduğu zannı ile değer veren tüm siyasetçi, patron, müdür ve sektöre de yön vermesi gereken, oda ve derneklere büyük sorumluluk düşmektedir!

Böyle bir vebalin altından nasıl kalkabileceksiniz? Ya da böyle bir vebal ve tehlikenin farkında mısınız? Değilseniz sektörün düştüğü durumdan neden ŞİKAYET ediyorsunuz? Ya da şikayet etmek gibi bir hakkınız veya lüksünüz var mıdır? Olamayacağına göre!

Mezkur sanrılı ve sancılı tiplere insan dahi denilemez! Sanrılı tiplerin bir kurumda çalışması dahi düşünülemez! Hem de gazetecilik gibi bir kamu mesleğinde! Bir de bu sanrılı tipleri sektöre yön vermesi gereken kurumların başına mı getiriyorsunuz?!

Mezkur sanrılı tiplere, şeklen bekli insan diyebilirsiniz! Fakat insan suretindeki; beyin, gönül ve ruh olarak hayvandan daha aşağı ve cibilliyeti bozuk sanrılı tiplerin bulunduğu bir meslek ve meslek örgütünden insanlık, devlet ve millet adına ne bekleyebilirsiniz?  Kişisel çıkar, takla, tavan,  yalan, dolan, iftira, hile, oyun, düzen, şantaj, tehdit ve ihanetten başka kocaman bir HİÇ!

Enerji ARZ Güvenliği ve Türkiye!

Rusya ve Ukrayna arasındaki gerginliğin bir savaşa dönüşmesi, dünyada enerji arz sektöründeki fiyat artışları,  enerji ithal eden ülke vatandaşlarını kara kara düşünmeye sevk etmiştir! Kış ay aylarının son günlerini yaşamakta olduğumuz şu günlerde, insanlar evlerinde neredeyse donmak üzeredir! Yoksa yeni bir sistem adına, halklar, devleti ile karşı karşıya mı getirilmek istenmektedir? Neden olmasın?

Rusya ve Ukrayna arasındaki savaş, enerji ve enerji güzergâhını kim ya da kimlerin kontrol edeceği, dünyanın gündemine oturmuştur!  1. Ve 2. Dünya savaşlarının da aynı kaygılar ile çıkarıldığını bir kenara not edelim! Enerji ve enerji arzındaki güvenlik,  enerji ithal eden ülkeler için ulusal güvenlik kadar önemli bir noktaya gelmiştir! Aksi halde, enerji ithal eden ülkeler, sosyal kaos ve iç karmaşanın önünü alamayacaktır! Yoksa yeni bir sistemin kurulması adına böyle bir operasyona ihtiyaç  mı vardır? Neden olmasın?

Türkiye; son yirmi yılda, İktisadi İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ülkeleri arasında enerji talebinin en hızlı arttığı ülkelerden birisidir!  Bu dönemde, elektrik ve doğalgaz talep artışında Çin’den sonra dünyada ikinci sırada gelmektedir!

Türkiye, dünyada ispatlanmış petrol ve doğal gaz rezervlerinin yaklaşık %60’ına komşu bir bölgede ve bölgesindeki en büyük doğal gaz ve elektrik pazarlarından biri haline gelmiştir!

Türkiye, enerji talebini karşılamakta  %74 oranında dışa bağımlıdır. Enerji stratejisinin çok yönlü yapısı ve enerjide dışa bağımlılık, uluslararası ilişkilerin önemini artırmaktadır!

Türkiye, enerji arz güvenliğini güçlendirmek, güzergâh ve kaynak çeşitlendirmesi için enerji stratejisi ana hedeflerinden biridir! Aynı zamanda bölgesel ve küresel enerji güvenliğine katkıda bulunmayı ve enerjide bölgesel ticaret merkezi olmayı hedeflemektedir! Avrasya ve Orta Doğu bölgesindeki petrol ve enerjinin Avrupa’ya güvenle naklinde merkez üssü konumundadır! Başka bir ülke ya da güzergâh Türkiye koridoru kadar güvenli değildir!

Türkiye, enerjide dışa bağımlılığın azaltılması, yerel kaynakların kullanımının azami seviyeye yükseltilmesi ve iklim değişikliğiyle mücadele hedefleri doğrultusunda, ulusal enerji bileşiminde yenilenebilir enerji kaynaklarının payını yükseltme ve enerji sepetine nükleer enerjiyi ekleme yolunda çalışmalarını sürdürmektedir!

Türkiye, yenilenebilir enerji kaynaklarının geliştirilmesine büyük önem vermektedir! Yenilenebilir enerjide kurulu güç bakımından Avrupa’da 5. ve dünyada 12. sıraya yükselmiştir. Türkiye’de Ocak 2022 itibarıyla kurulu gücün %54’ ü yenilenebilir kaynaklardan sağlanmaktadır!

Geçtiğimiz günlerde, TBMM Genel Kurulunda kabul edilen Nükleer Düzenleme Kanunu;  1959 yılında, Almanya’ya Atom ve Nükleer Okulu’na gönderilen ve bu okulu başarı derecesi ile bitiren, Rahmetli Başbuğ Alparslan Türkeş tarafından, neredeyse KIRK yıl önce TBMM’ye yasa teklifi önerisi olarak verildiğini ve neden kabul edilmediğini de bir kenara not edelim!

Türkiye, artan enerji talebinin karşılanması, enerjide dışa bağımlılığı ve çevresel olumsuz etkilerin azaltılması amacıyla enerji üretiminde nükleer enerjiden yararlanılması kararı almıştır!  Bu çerçevede, Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin (NGS) inşası sürmektedir!  Akkuyu NGS,  sahip olduğu tüm güvenlik önlemleri Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı standartlarına uygundur! Ayrıca, Sinop ve Trakya bölgesinde kurulacak NGS’ler için çalışmalar sürmektedir!

Türkiye, bölgesinde enerji ticaretinde merkez ülke konumuna yönelik, doğal gaz ve petrol boru projelerini hayata geçirmektedir!  Bakü  – Tiflis – Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı (BTC), Güney Kafkasya Doğal Gaz Boru Hattı (SCP), Bakü – Tiflis-Erzurum (BTE) Doğal Gaz Boru Hattı, Türkiye-Yunanistan Doğal Gaz Enter-konnektörü (ITG), Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı (TANAP) ve Türk-Akım bu kapsamdaki projeler arasındadır!

Türkiye,  Avrupa’nın enerji arz güvenliğine yıllardır sağladığı katkı 2020 yılında yeni bir seviyeye ulaşmıştır!  Avrupa’nın 4. doğal gaz arteri Güney Gaz Koridoru 2020 sonunda tamamlanan Trans Adriyatik Boru Hattı (TAP) sayesinde hayata geçmiştir!

Ülkemizin doğal gaz arz güvenliğinin pekiştirilmesine katkı sağlayan Türk  – Akım Doğal Gaz Boru Hattı projesidir!  Bu proje Karadeniz’in altından döşenen her biri 15,75 bcm kapasiteye sahip iki boru hattından oluşmaktadır! İlk hat ülkemize, ikinci hat ise Avrupa ülkelerine doğal gaz sevki gerçekleştirmektedir!

Türkiye – AB ilişkilerinin en önemli konularından birini enerji oluşturmaktadır! Avrupa’nın enerji güvenliğinin temini konusunda vazgeçilmez bir konumda olan Türkiye, 2006 yılında Enerji Topluluğu’na gözlemci olarak katılmıştır!

Türkiye, elektrik pazarının Avrupa elektrik pazarıyla entegrasyonunun sağlanması amacıyla, Türkiye Elektrik İletim A.Ş. (TEİAŞ) Genel Müdürlüğü ve Avrupa Kıta’sı elektrik sistemine bağlantısı hususunda 15 Nisan 2015 tarihinde, Brüksel’de Uzun Dönemli Anlaşma imzalanmıştır! Bu çerçevedeki uluslar arası kurumlar ise şöyledir!

Uluslararası Enerji Ajansı (UEA);  OECD çatısı altında 1974 yılında petrol arz güvenliğini temin etmek amacıyla kurulmuştur. UEA günümüzde enerji alanında çok daha geniş bir çerçevede faaliyet göstermektedir. Türkiye, UEA’nın kurucu üyeleri arasında ve merkezi Paris’tedir!

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA); hükümetler arası bağımsız bir teşkilat olarak 1957 yılında kurulmuştur!  UAEA’nın kuruluş amacı nükleer enerjinin barışçıl kullanım alanlarının yaygınlaştırılmasıdır! Türkiye,  1957 yılında UAEA’ya üye olan ilk ülkeler arasında yer almış ve merkezi Viyana’dadır!

Türkiye, 26 Ocak 2009 tarihinde, Bonn’da düzenlenen anlaşmayla, Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansının (IRENA) kurucu üyesidir! 2011 yılında faaliyete geçen IRENA sürdürülebilir kalkınma amacıyla yenilenebilir enerjinin yaygın ve artan biçimde kullanımını teşvik etmeyi amaçlayan uluslararası bir kuruluştur!  2020 itibarıyla 162 üyesi bulunmakta ve merkezi Abu Dabi’dedir!

Enerji Şartı Anlaşması;  enerji güvenliğinin sağlamasını amaçlayan ve bu doğrultuda şeffaf, rekabetçi piyasaların tesis edilmesi ve sürdürülebilir kalkınmanın desteklenmesini temel alan bir anlaşmadır! Bu çerçevede enerji alanında yatırımlar, enerji ticareti, enerji verimliliği ve anlaşmazlıkların çözümü gibi konularda düzenlemeler içermektedir! 2020 itibarıyla 56 üyesi bulunmakta,  Türkiye anlaşmaya taraf ve sekretaryası Brüksel’dedir!

Enerji Şartı Anlaşmasını;  Enerji arzı güvenliğinin artırılması; enerji üretimi, çevirimi, taşınması, depolanması, dağıtımı, iletimi ve kullanımındaki verimliliğin en yüksek seviyeye ulaştırılması! Güvenliğin güçlendirilmesi ve çevresel sorunların en aza indirilmesi! Yatırımların teşviki ve korunması!  Enerji ticaretinin serbestleştirilmesi! Uluslar arası ve ulusal sermaye piyasalarına erişme, olarak sıralamak mümkündür.

Ukrayna ve Holodomor; KITLIK ve ÖLÜM!.

İkinci Dünya Savaşının sonlarında;  SSCB/Kızıl Ordu doğudan, ABD ve müttefikleri batıdan Almanya içlerine doğru ilerlerken, taraflar arasında sürtüşmeler başlamış ve hangi bölgelerin kimin kontrol ve denetiminde olacağı ya da kimlerin nereleri kurtaracağı konusunda anlaşmazlıklar ortaya çıkmıştır! PAYLAŞIM çerçevesinden sorunlar zuhur etmiştir!

Hem bu anlaşmazlıkların çözüme bağlanması ve hem de savaş sonrası dünyanın ana çizgileriyle düzenlenmesi amacıyla, yani Paylaşım ve DENGE adına, Ukrayna’nın Yalta Kenti’nde liderler düzeyinde bir konferans yapılmasına karar verilmiştir!

Dünya, dönüyor – dolaşıyor Ukrayna’da birleşiyor! Bugün, Ukrayna yine dünyanın gündeminde! Neden acaba? Yoksa yenidünya düzeni,  dünya sistematiği ve dengesi, yeniden Ukrayna üzerinden mi kurulacaktır? Neden olmasın? Tüm açıklamalar ve göstergeler buna şahitlik etmektedir! Ölen, yaralanan ve sıkıntı çeken ise Ukrayna halkı olmaktadır! Peki, kimin umurundadır! Yeter ki; Küresel ve emperyalist güçlerin ÇIKARLARINA bir şey olmasın!

Şubat 1945 tarihinde, Ukrayna’nın Yalta kentindeki Yalta Konferansına;  ABD’yi Roosevelt, İngiltere’yi Churchill ve SSCB’yi Stalin temsil etmiştir! Konferans’ta karara bağlanan konular arasında, Almanya’nın savaş sonrasında silahsızlandırılması ve etki alanlarının taraflarca belirlenmesi, göze çarpmaktadır! Bu toplantıda; Avrupa ve özellikle de Almanya tamamen kontrol ve denetim altına alınmıştır!

Son günlerde, Ukrayna’nın NATO üyeliği üzerinden yürüyen tartışmalar, Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline kadar getirmiştir! Neden acaba? İngiltere ve ABD başkanları; Rusya ile savaşmayacağız ve asker göndermeyeceğiz, diyor! Peki, Ukrayna’ya neden gaz verdiniz? Adama sorarlar! Bu ne lahana turşusu bu ne perhiz,  diye!

Demek ki, dünya haklarının gözleri önünde, Ukrayna halkı üzerinden başkaca bir OYUN ve TİYATRO sergilenmektedir! Bazıları oyun ve tiyatro izlemekten zevk alır! Bazıları da oyunu yazmaktan! Mesele,  küresel oyundaki figüran konumunda olmamaktır!

Figüranlar, oyunu kurgulayanlar tarafından ROLÜNÜN gereği bitti an,  oyun dışına atılır! Ukrayna savaşı bittiğinde de bazı dünya liderlerini,  dünya siyaset arenasında göremeyeceğiz!

ABD’siz bir Avrupa ve NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti diyenlere karşı; Yenidünya düzeni çerçevesinde; Soğuk Savaş benzeri bir Paylaşım ve DENGE adına, Avrupa’nın tamamen, ABD ve NATO şemsiyesi altına girmesi için böyle bir operasyona ihtiyaç vardır! Ya da ulusal devletleri yok etmek için bekleşen, küresel güçlere DUR mu denilmektedir? Neden olmasın?

Ukrayna’nın NATO üyeliği bahanesi ile bugün yaşamakta olduğu, Rusya tarafından işgali;  Holodomor katliamını hatırlatmıştır! Holodomor ya da Ukrayna Kırımı, 1932 – 1933 yılları arasında,  Kuban bölgesinde, suni olarak yaşatılan kıtlık sebebiyle, yaklaşık 7 -10 milyon arasında insanın öldüğü olaylara verilen addır! Peki, Holodomor katliamı neden olmuştur?

Ukrayna bağımsızlığını ilan edip 1917-1920 yılları arasında Bolşevik rejimiyle mücadele eder! Bolşevikler kazansa da Ukrayna’nın, SSCB’nin en güçlü ve ayaklanmaya hazır ülke olduğu düşünülmektedir!  

Ukrayna halkı; Komünist rejiminin var olması için tehlike teşkil etmektedir!  Böylece Ukrayna’nın direnişini yok etmek için açlık gibi korkunç bir yöntem seçilmiştir! Suni açlık, Ukraynalıların kimliğini ve Ukrayna milletini yok etmek için yapıldığı iddia edilmektedir!

1933 yılının Haziran ayında Ukrayna’da yaşanan açlık zirveye ulaşır ve bir milleti yok etmek için yapılan Holodomor; Sovyet Rusya’dan ayrılmak istediği için Ukrayna’ya karşı uygulanan bir cezadır!  Hedef; Ukraynalıları korkutmak ve uyumlu bir millete dönüştürmektir!

MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli;  ABD ile AB ülkeleri, küresel sahnenin ön tarafında yaptırım üstüne yaptırım kararları açıklarken, arka tarafında Rusya’yla müzakere ve mutabakat zemini aramadıklarını hiç kimse iddia edemeyecek, bize de yutturamayacaktır!  ABD Başkanı, Rusya’ya karşı askeri güç kullanmayacaklarını, böyle bir niyetlerinin olmadığını defalarca duyurma ihtiyacı hissetmiştir! Çok geçmeden NATO da aynı hizaya girmiştir! Batı sürekli top çevirmiş, yavan açıklamalarla zamana oynamış, otomatik pilota bağlanmış kınama mesajlarıyla durumu kurtardığını zannetmiş; Ukraynayı Rusya’nın kucağına ve kursağına teslim etmiştir! Bize göre, Ukrayna’nın bugüne kadar ki talihsizliği bağımsız kararlar alamamış olmasıdır! Çift Başlı Selçuklu Kartal’ından ilhamını alan bir kavrayış marifetiyle, hem doğuya hem de batıya elimizi uzatır, her iki yöne başımızı ve bakışımızı çeviririz, ifade ve vurgularının; Kadim Türk Devlet Aklı denetimindeki Türk Devletinin bölgesindeki BARIŞ ve HUZUR adına, 2023 – 2053 ve 2071 hedefleri çerçevesinde,  Ukrayna halkı üzerinden yürütülen örtülü operasyonu anlamayı ve yorumlamayı, nerede durması ve neleri de yapması gerektiği zaviyesinden,  dikkate değer ve manidar olduğunu düşünüyorum!

Montrö Sözleşmesi ve Karadeniz Güvenliği!

1. Dünya Savaşının başlarında; Alman Akdeniz Filo Komutanlığı’na bağlı, Goeben ve Breslau Kruvazörü;  İngiliz ve Fransız donanmalarının takibinde, Çanakkale Boğazı önlerine kadar gelmiştir! Osmanlı – Alman ittifak antlaşmasının sonrasında meydana gelen bu olay, uluslar arası bir krize neden olmuştur!  Sanki günümüzü ifade eder gibi! Tarih, tarihten ders almasını bilmeyenler için sadece tekrardan ibarettir! Tarihten ders ve  ibret alınsa tekerrür  edebilir mi?!

Alman savaş gemilerinin Boğazlardan içeri alınması, Avrupa Devletlerinin diplomatik baskısına maruz kalan Osmanlı devleti; gemileri satın aldığını,  Yavuz Sultan Selim ve Midilli adlarını aldığını; savaş süresince zırhlı gemilerin kontrolü ve icraatları ile ilgili inisiyatif Alman İmparatorluğu’nda bulunacağını, ilan etmiştir! Madem ki, inisiyatif ve icraat Alman imparatorluğunda;  Osmanlı Devletinin 1. Dünya savaşına girmesine, neden bahane aranmıştır! Demek ki; kirli ve sinsi plan başkacadır!  

Alman İmparatorluğu komuta heyetinin kontrolündeki mezkûr gemiler,  Karadeniz’e çıkarak Rus limanlarını topa tuttuğu Karadeniz Baskını, Osmanlı Devleti’nin 1.Dünya Savaşı’na girmesine yol açmıştır! Bugün, Türk Devletleri Teşkilatının merkez üssü konumundaki Türk Devletini zayıflatmak adına, emperyalist güçler tarafından bir bahane, dört gözle beklenilmekte olduğunu düşünüyorum! Türk Devlet Aklı böyle bir olaya asla izin vermeyecektir!

Birleşik Krallık Birinci Lordu Winston Churchill, birkaç yıl sonra yazdığı anılarında; Goeben ve Breslau Kruvazörü; Osmanlıları savaşa girmeye zorlayarak; Doğu ve Orta Doğu için bir geminin daha önce hiç olmadığı kadar fazla katliam, sefalet ve yıkım getirdiğini, ifade etmiştir!

Dünya petrol ve doğal gazının büyük bölümünü tüketen; ABD ve AB, her geçen gün istikrarsızlaşan Orta Doğu petrollerine alternatif olarak,  Hazar Bölgesi; petrol ve doğal gazı için plan ve taktikler geliştirmektedir!

ABD’nin Karadeniz enerji politikalarını istediği yönde uygulama arzusu paralelinde, Gürcistan’da Gül Devrimi ve Ukrayna’da Turuncu Devrim gerçekleştirilerek, bu devletlerde batı yanlısı hükümetler iktidara getirilmiştir!

Romanya ve Bulgaristan’ın 2004 yılında NATO’ya katılmasının yanı sıra, Romanya ve Bulgaristan’da askerî üsler açan ABD, Karadeniz’de askerî varlığını artırma gayreti içerisindedir! Neden acaba? Yoksa ulusal güvenlikleri buralardan mı başlamaktadır? Ya da Avrupa ülkelerini askeri olarak NATO ile olduğu gibi enerji vanasını da tamamen kontrol altına almayı mı planlamaktadır? Neden olmasın?

ABD’nin Karadeniz’de askerî varlığını arttırmasındaki en büyük engel, Montrö Boğazlar Sözleşmesidir! Sözleşme hükümlerine göre; Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin Boğazlardan geçiş tonajı ve Karadeniz’de kalış süreleri sınırlandırılmaktadır! ABD, Karadeniz’e kıyı devletleri, NATO’ya almak sureti ile bu soruna çözümler aramaktadır!

Günümüzde; Ukrayna’nın NATO’ya alınmak istenmesi ve Rusya ile Ukrayna arasında devam eden gerilim, Moskova yönetiminin Ukrayna’yı işgaline dönüşmüştür! Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş; Montrö Boğazlar Sözleşmesini yeniden gündeme getirmiştir!  Peki, Montrö Boğazlar Sözleşmesi nedir? Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin maddeleri ve önemi nedir vb. sorulara cevaplar aramaya çalışalım!

Sözleşme; Boğazlardan geçiş ve ulaşım serbestîsi; ticaret gemileri, savaş gemileri ve uçaklar ayırımı yapılarak düzenlenmiştir! Barış zamanı, Türkiye’nin tarafsız olduğu savaş zamanı, Türkiye’nin muharip olduğu savaş zamanı ve Türkiye’nin kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidine maruz görmesi durumları da göz önünde bulundurularak ayırım yapılmıştır!

Sözleşme; Boğazların savaş gemileri tarafından kullanılmasında, Türkiye’nin güvenlik çıkarlarını gözeterek, Karadeniz’e kıyısı olan ve olmayan devletler ayrımı yapılarak, kıyısı olmanın yararına ayrıcalıkları da içermiştir! Bu ayrımlar sayesindedir ki Türkiye kendi güvenliğini sağlamıştır!

Sözleşme;  Türkiye’ye İstanbul ve Çanakkale boğazları üzerinde kontrol ve savaş gemilerinin geçişini düzenleme hakkı veren uluslararası bir sözleşmedir! Türkiye’ye Boğazlar üzerinde tam kontrol hakkı verir ve barış zamanı sivil gemilerin özgürce geçişini garantiler!  

20 Temmuz 1936 tarihinde; Bulgaristan, Fransa, Büyük Britanya, Avustralya, Yunanistan, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve Türkiye tarafından imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye’nin hakları iade edilmiş ve boğazlar bölgesinin egemenliği tamamen Türkiye’ye geçmiştir!

Kadim Türk Devlet Aklı denetimindeki Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, 1. Dünya savaşında olduğu gibi bir oldu – bitti bahane edilerek, 2. Dünya savaşı sonrasında kurulan Soğuk Savaş benzeri yenidünya düzeni ve sistematiğine matuf, emperyalist devletlerin gazlaması ile Rusya’nın önüne atılan Ukrayna işgalinin tarafı olmayacağını, tarihi medeniyet kodlarının gereği; bölgesinde ancak ve ancak BARIŞ ve HUZURUN tarafı olacağını,  düşünüyorum! Ukrayna yönetimini gazlayan güçler, nerededir? Gaz verenler, neden askeri yardım yapamamaktadır?! Yoksa, Gaz verenler, Enerji GAZININ ALTINDA mı kalmaktadır?!

1. ve 2. Dünya savaşlarında olduğu gibi,  YENİ bir DÜNYA DÜZENİ ve YENİ bir DENGEYİ kurmak isteyen üçlü taraf için ( İngiltere; ABD ve Rusya ) ne kadar insanın öldüğü ya da sakat kaldığı umurunda olmayacaktır! Mesele sadece ULUSAL ÇIKARLARIDIR! 2. Dünya Savaşı sonrasında Yalta’da olduğu gibi Avrupa; hem GAZ ve hem de ASKERİ olarak, tamamen DENETİM ve KONTROL altına alınacaktır!

Özellikle, Türkiye, bir savaşın tarafı olmadığı durumlarda, Boğazlar ile ilgili neleri yapması ve neleri de yapmaması ile ilgili, kamuoyundaki sorular çerçevesinde, sözleşmenin 19 – 20 ve 21. maddelerini takdirlerinize sunarım!

Madde -19; Savaş zamanında, Türkiye savaşan değilse, savaş gemileri; 10. maddeden 18.  maddeye kadar olan maddelerde belirtilen koşullarla aynı koşullar içinde, Boğazlarda tam bir geçiş ve gidiş -geliş özgürlüğünden yararlanacaklardır!

Bununla birlikte, savaşan herhangi bir Devletin savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi yasak olacaktır!  İşbu Sözleşmenin 25. Maddesinin uygulama alanına giren durumlarla, saldırıya uğramış bir Devlete, Milletler Cemiyeti Misakı çerçevesi içinde yapılmış, bu Misak’ın 18. maddesi hükümleri uyarınca tescil edilmiş ve yayımlanmış, Türkiye’yi bağlayan bir karşılıklı yardım antlaşması gereğince yapılan yardım durumları bunun dışında kalmaktadır!

Yukarıdaki 2. fıkrada konulmuş geçiş yasağına karşın, Karadeniz’e kıyıdaş olan ya da olmayan savaşan Devletlere ait olup da bağlama limanlarından ayrılmış bulunan savaş gemileri, bu limanlara dönebilir!  Savaşan Devletlerin savaş gemilerinin Boğazlarda herhangi bir el koymaya girişmeleri, denetleme hakkı uygulamaları ve başka herhangi bir düşmanca eylemde bulunmaları yasaktır!

Madde -20; Savaş zamanında, Türkiye savaşan ise, 10. maddeden 18. maddeye kadar olan maddelerin hükümleri uygulanamayacaktır; savaş gemilerinin geçişi konusunda Türk Hükümeti tümüyle dilediği gibi davranabilecektir!

Madde -21; Türkiye kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidi karşısında sayarsa, Türkiye’nin, işbu sözleşmenin 20. maddesi hükümlerini uygulamağa hakkı olacaktır!

Yukarıdaki fıkranın Türkiye’ye tanıdığı yetkinin Türkiyece kullanılmasından önce Boğazlardan geçmiş olan, böylece bağlama limanlarından ayrılmış bulunan savaş gemileri, bu limanlara dönebilecekler! Bununla birlikle, Türkiye, davranışıyla işbu maddenin uygulanmasına yol açmış olabilecek Devletin gemilerini bu haktan yararlandırmayabilecektir!

Küresel İklim Krizi ve Konya İklim Şurası!.

İklim; atmosfer, kara yüzeyleri, okyanuslar ve diğer su kütleleri ile canlıları kapsayan karmaşık ve etkileşimli bir sistemdir! Sistem, zaman içinde, kendi iç dinamiklerinin etkisi altında veya dış etmenlerde meydana gelen i değişikliklere bağlı olarak değişim göstermektedir!

Birleşmiş Milletler bünyesindeki Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli raporuna göre, küresel ısınma kesinlikle ” insan kaynaklı ve eşi görülmemiş ” bir düzeyde kötüleşti, diyormuş!

Jeolojik devirlerdeki iklim değişiklikleri, buzul hareketleri ve deniz seviyesindeki değişimler yoluyla, dünya coğrafyasını değiştirmekle kalmamış,  ilaveten ekolojik sistemlerde de kalıcı değişiklikler meydana getirmiştir!

Küresel iklim değişikliği; fosil yakıtların yakılması, ormansızlaştırma ve sanayi süreçleri gibi insan etkileri ile atmosfere salınan sera gazı birikimlerindeki artış, iklimde oluşan değişiklikleri ifade etmektedir!

Yeryüzünde ve atmosferde tutulan ısı enerjisi, atmosfer ve okyanus dolaşımıyla yeryüzüne dağılmakta ve atmosfere geri verilmektedir! Bunun bir bölümü, bulutlar ve atmosferdeki sera etkisini düzenleyen sera gazlarınca soğurularak atmosferden tekrar geri salınmaktadır!

Bu sayede yerküre yüzeyi ve alt atmosfer ısınmakta; yerkürenin beklenenden daha fazla ısınmasını sağlayan ve ısı dengesini düzenleyen bu süreç, doğal sera etkisi olarak ifade edilmektedir!

2020 sonrası iklim değişikliğinin çerçevesini oluşturan Paris İklim Anlaşması, 2015 yılında Paris’te düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, 21. Taraflar Konferansı’nda kabul edilmiştir!

Paris İklim Anlaşması, insan kaynaklı sera gazı salınımlarının neden olduğu küresel sıcaklık artışını, sanayileşme öncesi döneme kıyasla, 2 santigrat derecenin altına sınırlamayı hedeflemektedir!

Paris İklim Anlaşması, 2020 sonrası süreçte, İklim değişikliği ile mücadele bağlamında; azaltım, uyum, finansman, teknoloji geliştirme ve transferi, kapasite geliştirme, şeffaflık ve durum değerlendirmesi konularına ilişkin uygulama usulleri belirlenmek üzere bir çerçeve oluşturmuştur!

Paris İklim Anlaşması, emisyon azaltımı hususunda, gelişmiş ülkelerin mutlak emisyon azaltım hedeflerini sürdürmelerini! Gelişmekte olan ülkelerin emisyon azaltımı, zaman içinde tüm ekonomiyi kapsayacak yeni hedefler benimsemelerini telkin etmektedir!

Türkiye;  Paris İklim Anlaşması’nı, 22 Nisan 2016 tarihinde, New York’ta düzenlenen Yüksek Düzeyli İmza Töreni’nde, 175 ülke temsilcisiyle birlikte ve gelişmekte olan bir ülke olarak imzalamıştır!

Paris İklim Anlaşması, 7 Ekim 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı Kararı ile onaylanmış ve iç hukuk onay süreci tamamlanmıştır. Anlaşma onay belgesi, 11 Ekim 2021 tarihinde BM Sekretaryası’na tevdi edilmiştir!

Türkiye’de; kurumsal örgütlenme ve yapılanma, mevzuatta yapılan yeni düzenlemeler, iklim değişikliğine ilişkin, yaşanan ulusal ve uluslararası gelişmeler kapsamında, İklim Şûrası düzenlenmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır!

İklim Şûrası, 05.09.2012 tarihli ve 28402 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Çevre ve Şehircilik Şûrası ile Çalışma Gruplarının Oluşumu, Çalışma Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin hükümleri çerçevesinde düzenlenmektedir!

Türkiye’nin yeşil kalkınma devrimi ana teması ile 21-25 Şubat 2022 tarihleri arasında, Konya’da düzenlenen İklim Şûrasının temel amacı; Türkiye’nin yeni iklim değişikliği vizyonu, gelişen ve değişen koşullar çerçevesinde ele alınarak, yeşil dönüşüm anlayışını ortaya koymaktır!

İklim Şurasının yürütücüsü; Çevre Şehircilik ve İklim Bakanı Murat Kurum ve bakanlık personeline,  mihmandar konumunda ki;  Konya Büyükşehir Belediye Başkanı,   merkez ilçe belediye başkanları ve çalışanlarına, görüş ve önerileri ile oturumlara katılım sağlayan; akademisyen, yazar, sanatçı, katılımcı ve programda emeği geçen tüm görünmeyen kahramanlara da teşekkürlerimi sunarım!

İklim Şurasındaki görüş ve öneriler çerçevesinde, iklim değişikliğiyle mücadele ve uyum çalışmalarında, paydaşların aktif katılımı ve tüm Türkiye’nin ortak akıl ile yeşil dönüşüm için yeni yol haritasını oluşturulacaktır!

İklim Şurasındaki görüş ve öneriler çerçevesinde, İklim Kanunu taslağı ve diğer mevzuat için politika önerilerinin geliştirilmesi, sera gazı emisyonlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyum bağlamındaki sektörlerin stratejik hedefleri ile kurumların öncelikli eylemlerinin belirlenmesi için öneriler ortaya konulmuştur!

Türkiye; Küresel İklim krizi ve iklim sorunlarına karşı; Rüzgâr enerjisi,  Güneş enerjisi, Hidroelektrik enerjisi, Jeotermal enerji,  Dalga enerjisi, Biokütle enerjisi ve Hidrojen enerjisi gibi yenilenebilir enerji üretim alanlarına ilave yatırımlar yapmaktadır!

Cumhurbaşkanlığı verilerine göre, 2020 yılında Türkiye, elektrik üretiminin yüzde 42,3’ünü yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılandığı, vurgulanmaktadır!   

Avrupa Birliği İstatistik Ofisi verilerine göre, 2020 yılında, AB’nin bu alandaki ortalamasının yüzde 37,5 olduğu!  Yenilenebilir enerji üretiminde 35 ülkenin yer aldığı listede, Türkiye 14. sırada yer aldığı, ifade edilmektedir!

Küresel sera gazı emisyonunda büyük bir dengesizlik göze çarpıyor! Türkiye, iklim değişikliğinin geldiği noktadan sorumlu bir ülke değildir!

2020 verilerine göre; kömür, doğalgaz, benzin ve diğer fosil yakıtların kullanımı,  endüstriyel ve geri dönüştürülemeyen atıkların yakılmasıyla oluşan toplam emisyonun yüzde 28’i Çin, yüzde 15’i ABD, yüzde 7’si Hindistan ve yüzde 5’i Rusya’dan kaynaklanmaktadır!

Listede aşağıya doğru; yüzde 3 ile Japonya,  yüzde 2 ile Almanya, İran, Suudi Arabistan, Güney Kore, Endonezya ve Kanada yer alıyor! Türkiye ise küresel emisyonun yüzde 1’ine yol açarak Brezilya, Güney Afrika, Birleşik Krallık ve Avustralya ile aynı dilimde yer almaktadır!

Türkiye FulBright  Eğitim Komisyonu!

Konya Devlet Üniversitesinde bir akademisyenin,  Türkiye – ABD İlişkilerinin Eğitim Boyutu ve Fulbright Bursu doktora tez konusunu; Fulbright Eğitim Bursu anlaşması nedir ve detayları nelerdir vb. kamuoyundaki sorulara, kabaca bilgilendirme ihtiyacına binaen, kamu görevi yapan bir gazeteci duyarlılığı çerçevesinde,  yorum yapmadan, sadece anlaşmanın genel hatları hakkında, bir yazı kaleme almanın üzerimize düşen bir görev olduğunu düşünüyorum!  Öncelikle yazıya konu kitabı hazırlayan akademisyene teşekkürlerimi sunarım!

Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu veya Türkiye  – Amerika Birleşik Devletleri Kültürel Mübadele Komisyonu, 1949 yılında, Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri arasında imzalanan ikili anlaşma ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden 13 Mart 1950 tarihinde geçmiş ve 5596 sayılı kanun çerçevesinde çalışmalarına başlamıştır!

Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu, Türk ve Amerikalı üniversite mezunları, akademisyen, sanatçı ve kamu görevlilerini; eğitim, yaşam ve seyahat masraflarını kapsayan burslar ile desteklemekte ve ABD’de eğitim almak isteyen Türk öğrencilerine eğitim danışmanlığı hizmeti sunmaktadır! Türk ve Amerikan halkları arasında, eğitim ve kültürel değişim yoluyla, ortak anlayış geliştirmek için kurulmuştur!

Neymiş efendim! Kültürel değişim yolu ile karşılıklı anlayış geliştireceklermiş! Acaba, nasıl bir anlayış olacaktır?

Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu, Yönetim Kurulu ve Genel Sekreterlikten oluşmaktadır! Komisyonun Yönetim Kurulu üyeleri, Türk ve Amerikan Hükumetleri tarafından atanmakta ve bu üyeler her iki ülkeyi temsil etmektedir! Komisyonun merkez ofisi Ankara’da olup, İstanbul’da da bir irtibat ofisi bulunmaktadır.

Fulbright mezunu Türk öğrenci ve öğretim üyeleri, ABD’deki çalışmalarını tamamladıktan sonra Türkiye’ye dönerek,  faydalı çalışmalar yapmaktadır!  Türkiye’ye gelen Amerikalı akademisyenler de, çeşitli dallarda gerçekleştirdikleri araştırmalar ve aldıkları eğitim ile alanlarına önemli katkılarda bulunmaktadır!  

Türkiye Fulbright Eğitim Anlaşmasına uzanan yol,  Truman yardımları çerçevesindeki krediler ile başlamıştır! Türkiye kredi taksitlerindeki ödemeler aksayınca,   Amerika ise bu durumu fırsata çevirerek, eğitim alanında yeni bir anlaşma teklifi ile Türkiye’nin kapısını çalmıştır!

Amerika Büyük Elçiliği, 12 Şubat 1948 tarihinde Dışişleri Bakanlığına müracaat ederek, Türkiye ile Kültür Anlaşması gerçekleştirmek istediğini belirtecek ve bir proje sunacaktır!  Tarih yaprakları 27 Aralık 1949’u gösterdiğinde, Türk Milli Eğitimi için Kırılma noktası olan Fulbright anlaşması imzalanacaktır!

Fulbright Anlaşması akabinde ABD, Beş yıllık kalkınma planları ve Köy Enstitüleri gibi uygulamaların kaldırılmasını talep etmiştir! Milli Eğitim sistemindeki müfredata kadar yapılan müdahalelere girmek dahi istemiyorum!

Türkiye Fulbright Eğitim Anlaşmanın 1. maddesinin ilk paragrafı;  Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu namı altında bir komisyon teşkil olunacak ve bu komisyon, anlaşmanın hükümleri dairesinde, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından temin edilen paralarla, finanse edilecek olan eğitim programının idaresini kolaylaştırmak için ihdas ve tesis edilmiş bir teşekkül olarak, Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri tarafından tanınacaktır, diyor!

Bu anlaşma ile Türk milli eğitim programını bahsi geçen komisyon idare edecektir! Anlaşmanın 5. Maddesine göre,  komisyon 4 Amerikalı ve 4 Türk üyeden oluşacak, Amerikan Büyük elçisi ise komisyonun fahri başkan olacaktır!  Kararlar,  oy çoğunluğuna göre alınacak komisyonda, oylar eşit çıkarsa, son kararı Amerikan Büyük elçisi vermektedir! Anlaşmanın 10. maddesine göre, Amerikan Dış işleri Bakanı  uygun gördüğü takdirde, komisyonun her türlü kararını gözden geçirme hakkına sahipmiş!

Neymiş efendim! Türk milli eğitim programı,  anlaşma çerçevesinde, tamamen bahsi geçen Komisyon tarafından idare edilecekmiş! Ve alınan kararlar da eşit oy çıkarsa, Amerikan elçisinin oyu ile son karar verilecekmiş! Ülkenin çıkarları nerede? Ne kadar demokratik ve dostane, değil mi?!

Fulbright komisyonunun başkanlık görevini John T.McCarthy yapmaktadır!   Peki, kimdir ve ne iş yapar, John T. McCharty?  Uluslararası küresel finans piyasalarının önemli aktörlerinden ING Bank Türkiye Genel Müdürü! Para sihirbazı bir kişi ve eğitim!

Acaba eğitim komisyonunda,  paradan nasıl daha çok para kazanılacağı konusunda tecrübeler mi paylaşmaktadır? Ya da başkaca parasal işler! Eğitim konusuna ise daha sonra girilecekmiş! Çünkü parasal işler daha mühim!

Türkiye Fulbright Derneği, 1992 yılında Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonunun 1950 yılında faaliyetlerine başlamasını takiben, Fulbright programından yararlanan Türk bursiyerleri ve Türkiyeyi ziyaret etmiş ABD bursiyerleri arasında, Senatör Fulbright’ın ideallerine hizmet ederek profesyonel bağları güçlendirmek amacıyla kurulmuştur!

Neymiş efendim! Senatör Fulbright’ın ideallerine HİZMET etmek amacı ile ülkemizde bir de dernek kurmuşlar!

Fulbright Eğitim bursu ve komisyonun kurulmasının isim babası, Senatör J.William Fulbright;  Geleceğimiz yıldızlarda değil, akıllarımızda ve kalplerimizdedir! Birbirini tamamlayan yaratıcı liderlik ve çağdaş eğitim, insanoğlu için umut dolu bir geleceğe yönelik ilk gereklilikleridir! Kırk yıl önce Amerikan Senatosu’na önerme ayrıcalığını yaşadığım uluslararası burs programı, liderliği, öğrenmeyi ve kültürler arası anlayış geliştirmeyi hedeflemiştir! Bu mütevazı programın paha biçilemez hedefleri vardır, çünkü uluslararası ilişkilerin geçmişteki içi boş ve güce dayalı sistem yerine daha medeni, akılcı ve insani temeller üzerine kurulmasını başarmıştır! Ben bu işe başladığım zaman buna inandım ve hala inanıyorum, diyor!  

Neymiş efendim! ABD’nin tek mermi atmadan, küresel liderlik ve hegomonyal konumuna, dünyanın her bir bölgesinde, soft – power olarak adam devşirme süreci,  eğitim bursu vb. anlaşmalar ile başlatılmış ve halen de devam etmektedir!

Hayatı;  Biraz Sade ve Yavaş Yaşamalı!.

Minimalizm, sadeliği merkeze alan ve birkaç öğe kullanmak sureti ile maksimum sonuç elde etmeyi hedefleyen bir sanat akımı!  Ya da hayatta dağınıklığa sebep olan her şeyi bir kenara bırakmak veya daha basit bir hayat sürme biçimi!  

Pandemi döneminde, devasa işletme ve kamu binalarının bir anlam ifade etmediğine şahit olduk! Uzaktan da insanlar bir şeyler üretebilmektedir! Yeter ki,  çalışmak istesin! Yeter ki, aziz devlet ve asil millet için bir şeyler üretmek, çalışmak ve faydalı olmak istesin! İki metrekareye sığacak insanoğlu; devasa evlere, apartman dairesi,  villa, araba ve eşyalara sığamıyor! Neden acaba?

Peki, her şey ve özellikle devletin rutin işlerinin dahi dijitale dönmekte olduğu bir dönemde,  devlet kurumları için inşası devam eden devasa binalara neler demeli?

Hayat, hem dünya ve hem de çevremizdeki insanlar ile her daim bir yarış olarak algılandığı için insan denilen varlık, huzura erişemiyor! İç huzuru olmayan kişi, çevresi ile kavgalı bir konumda bulunacaktır!  Kavga ortamında ki kaos durumunda, ne üretebilirsiniz? Kocaman bir hiç!

Minimalizm; bireyin özgürlüğü bulmasına yardımcı olacak bir araçtır! Gelecek kaygısı, endişe, korku, depresyon ve tüketim çılgınlığından uzak,  özgür bir şekilde yaşama sanatı! Günümüz insanı her an endişe ve korku halindedir!  Neden acaba?

Bulunduğu durum ve sosyal konumu kaybetme endişe ve kaygısı olabilir mi? Mümin, ÜMİT ve KORKU arasındadır! Ümidin olmadığı korku, insanı hataya sevk eder! İnsan her daim ÜMİTVAR olmak zorundadır! Aksi halde, kaygı ve endişeler içinde bocalar!

Modern çağdaki teknolojik gelişmeler, hayatımıza yenilik ve kolaylık getirmektedir!  İstediğimiz ürün ve eşyaya erişimin hızlı olması, bir süre sonra hayatımızda karmaşaya neden oluyor! Bir şeyleri satın almak veya sahip olmak, elbette ki huzura ermek için kâfi olamıyor!

Hayatımız boyunca kullanmayacağımız ve depolama alanlarına sığmayan eşyalar, zaman içerisinde büyük bir yük haline geliyor! Peki, neden?

Bir akıl ya da sistem, sadece satın almak veya sahip olmak ile insan denilen varlığın iç huzura erişebileceğini, her daim bağırdıkları için olabilir mi? İnsan denilen varlık, durmalı ve hatta hayatı biraz olsun yavaşlatmasıdır!

Az tüketim ve çok huzur olarak özetlenebilen ve yaşamda karmaşaya sebep olabilecek her şeyden uzaklaşma ve sadece ihtiyaç olanlarla yetinme sanatı! Hz. Peygamber efendimizin; AZ UYU, AZ YE ve AZ KONUŞ buyurmasının ne kadar yerinde ve anlamlı olduğunu,  modern çağ insanı da idrak etmek zorunda kalıyor!

Neymiş efendim! Azdan Az, Çoktan da Çok gidermiş! Az parası olan az şeyleri alsın ya da alamasın! Çok parası ve kazancı olan da, ihtiyaç olup olmadığına bakılmadan,  çok şeyleri alsın! Yığmaya devam etsin, öyle mi? Peki, paylaşım nerede?

Hani,  insan paylaştıkça,  hem insan olduğunu ve hem de huzur dolu olabilir, diyorduk! Tüm fiyatların uçuşa geçtiği ve temel gıda maddelerine dahi erişilemediği bir dönemde, paylaşmanın ne kadar büyük bir insani erdem olduğuna, şahit olmaktayız!

Minimalizm, hayatımızda istenilen hedeflere odaklanabilir ve kendimiz ile ilgili konularda doğru kararlar almaya adım atabiliriz! İnsan denilen varlık, kendisini meşgul eden şeylerden arındıkça, içine dönecek ve iç huzura erişebilecektir!

İÇ HUZURU ve BARIŞI olmayan kişi, hem kendisi ve hem de toplum için sorun ve tehlikedir! Bireysel barışın olmadığı yerde toplumsal barıştan dem vuramayız!

Modern çağ insanı,  teknolojik alet ve edevat sayesinde çok meşgul bir durumda! Kendisine, ailesine ve sevdiklerine ayırabilecek ne zamanı ve ne de vakti vardır! ÇOK MEŞGUL ve ÇOK YOĞUN!

Peki, şimdi soralım? İnsanlık ve kendimiz adına, bu kadar yoğunluk arasında NE ÜRETİYORUZ? İnsanlığın HAYRINA ve FAYDASINA neler yapıyoruz? Kocaman bir HİÇ!

Fakat modern çağ insanı gerçekten ama gerçekten hem çok meşgul ve hem de çok yoğun! BOŞ zamanı yoktur! BOŞ bir saniyesi dahi yoktur! Ne kendisi ve ne de sevdiklerine ayırabilecek bir saniyesi dahi bulunmaktadır!  

İnsanı kontrol eden teknolojik gelişmeler; hem vaktini, hem ailesini, hem sevdiklerini,  hem huzurunu, hem parasını ve hem de sağlığını çalmaktadır! Hani tüm teknolojik gelişmeler sadece insanoğlunun hayatını kolaylaştırmak için üretiliyordu!

Yoksa tüm teknolojik ürünler, küresel güçler tarafından,  insan denilen eşrefi mahlukatı, hem esfel-i safilin ve hem de Modern Teknolojik KÖLE olması için geliştirilmekte ve üretilmekte midir?