Yeniden Asya ve Türk Devleti!.

Dünyamız,  2. Dünya Savaşından sonraki süreçte soğuk Savaş konsepti çerçevesinde, savaşın galipleri tarafından iki kutuplu olarak planlanmış, Sovyetler Birliğinin dağılması ile birlikte Tek Kutuplu ara bir dönem ve 11 Eylül saldırıları akabinde ise yenidünya düzenine matuf olarak ABD’nin Asya bölgesindeki silahlı operasyonları ve işgal şeklinde bölgeye konuşlanmaya başladığına şahit oluyoruz! Peki, Dünyanın jandarması konumundaki ve güçlü devleti ABD’nin bu bölgelerde ne işi olabilir? ABD, zevk için mi Asya bölgesine yerleşmeye çalışmaktadır? ABD’nin hegomanya konumunu devam ettirebilmesi için Asya’da olmak zorundadır! Varlık ve Yokluk meselesi!. Ya da yüz yıllık strateji çerçevesindeki büyük plan ve hesap işlemekte midir? Tabii ki! Avrasya bölgesinde insanlık tarihinin  hiçbir döneminde bağı ve bağlantısı olmayan  devletlerin başkaca ne gibi bir hesabı olabilir?! Türk Milletinin Asya bölgesindeki varlığı insanlık tarihi kadar eski ve bu bölgede yüzlerce devlet ve imparatorluk kurmuş ve yıkmıştır! Türkler tüm dünya ana karasına da Asya’dan dağılmıştır!  Asya bölgesinin her bir karesinde asil Türk Milletinin insanlık, medeniyet, kültür izleri ve gönül bağları halen vakur bir şekilde ayakta durmaktadır!

Mackinder, 1900’lü yılların başlarında yazmış olduğu Kara Hakimiyet Teorisine göre Avrasya’nın iç kısımlarını dünya siyasetinin coğrafi merkezi ve bu bölgenin denetiminin dünya hakimiyeti açısından belirleyici bir öneme sahip olduğunun altını çizmiştir! Doğu Avrupa’ya hakim olan Dünya Merkez Bölgesini kontrol eder. Merkez Bölgesine hakim olan Dünya Adasını yani Avrasya ve Afrikayı kontrol eder, diyor! Mackinder, Merkez Bölgesi çevresinde Almanya, Avusturya, Türkiye, Hindistan ve Çin’i kapsayan İç Hilal, İngiltere, Afrika, Avustralya, Japonya, ABD ve Kanadayı içine alan Dış Hilal bölgesi olarak belirlemiştir. Amerikan eski siyaset bilimcisi, starejist ve devlet adamı Zbigniew Brzezinski;  Avrasya; Büyük Satranç Tahtası eserinin ana teması; “ Avrasya bölgesine hakim olan dünyaya hakim olur ” şeklindedir!  Dünya hakimiyeti zaviyesinden;  Fransa, Almanya, Rusya, Çin ve Hindistan’ı büyük ve etkin Jeo-stratejik oyuncu, Ukrayna, Azerbaycan, Güney Kore, Türkiye ve İran’ı Jeo-politik mihver, olarak tanımlıyor. Türkiye ve İran aynı zamanda sınırlı çapta Jeo-stratejik oyuncu,  olarak nitelendiriyor!

Geçtiğimiz günlerde, Dış işleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu, 11. Büyük elçiler Konferansının açılışında,  Asya’nın farklılıklarını gözeten ancak bölgeye bütüncül bakabilen yeni politikayı oluşturma zamanı geldiğini ve  ” Yeniden Asya ( Asia Anew ) adını verdiğimiz açılımı bugün ilan ediyoruz. 21. yüzyılda ekonomi ve diplomasi, sahada ve masada etkili olmanın, Asya ile el ele olmayı gerektirdiğini, Asya dünyanın ekonomi merkezi haline gelmektedir. Uluslararası toplum Asya’da daha fazla yer almak için bir rekabet halindedir. Halbuki dünyanın en dinamik bölgesinde bizim köklerimiz derindir. Avrupa’da ve Avrupalı olmak gibi, Asya’da ve Asyalı olmak da bizim için değerlidir. Bizi biz yapan, özel yapan hasletlerden biri bu iki sacayağında yükselmemizdir.  İlişkilerimizi, bundan sonra bütüncül bir çerçeve dahilinde daha da ilerleteceğiz. Türkiye’nin Yeniden Asya girişimiyle amacının eksen seçmek olmadığını ve şimdi yine Batılı dostlarımız, ‘ Ne oluyor, dış politikanızda eksen kayması mı var, Türkiye sırtını Batı’ya dönüp yüzünü başka yere mi döndü ‘ diye sitem etmeye başlayacaklar! O zaman ben de size şunu sorarım; ‘ Siz oralara gidince dış politikanızda veya siz de eksen kayması olmuyor mu? Türkiye gidince niye eksen kayması oluyor?’ Esasen, Avrupa ve Asyayı birleştiren Türkiye, eksenin ta kendisidir ve eksenin merkezindedir,  vurgu ve ifadelerinin kurulmakta olan  dünya sistemi ve düzeni, Akdeniz, Doğu Akdeniz, Ege ve tüm sınırlarımız boyunca yaşadıklarımızı da dikkate almak sureti ile, Türk Devletinin 2023 vizyonu çerçevesinde yerli, milli ve bağımsız politikalar üretmesi  zaviyesinden çok manidar ve dikkate değer olduğunu düşünüyorum!.

Asya ve Kafkasya, soğuk savaş sonrasında, küresel egemenlik mücadelesinin oynandığı, zengin enerji kaynaklarına ulaşmak, kontrol etmek ve jeo- stratejik önemi ile dikkat çekmektedir. Günümüzde bu alanda yoğun bir hakimiyet mücadelesi verilmekte ve her geçen gün bölge ile alakası olmayan yeni aktörler bu mücadeleye dahil olmaktadır. Peki, neden? Kuşkusuz bu mücadelenin önemli aktörleri; ABD, Rusya, Çin ve Türkiyedir! Türk Devleti bu güçler arasında, eksen, merkez, denge, oyun kurucu ve sıklet konumundadır!  Türk Devleti içerideki sosyal, ekonomik ve siyasi kaostan kaynaklı, 1990’ların başında yakalamış olduğu Asya ve Kafkasya’nın lideri olma şansını iyi kullanamamıştır! Türk Devleti,  15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, erklerin birlikteliği Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi, Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet hafızasının kontrol ve yönlendirmeleri ile Devlet, Millet, Ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte, 2023 – 2053 ve 2071 vizyonu çerçevesinde bir ve beraber hareket etmektedir!. Türk Devleti, tarihi, kültürü, dini, gönül ve sosyal bağları ile her dönemde Asya bölgesinde daha etkin olabilme kapasitesine sahip olan tek ülkedir! Türk Devleti, içeride yakalamış olduğu güçlü birlik ve beraberlik ile Asya bölgesine yönelik sağlam temelleri olan bir devlet politikası, hükumetler üstü ve hangi siyasal görüşü benimsemiş olursa olsun ve Türk dış politikasının Asya önceliğine halel gelmemesi durumunda,  Türk Devleti merkez ve eksen olmanın vermiş olduğu jeo-starajik ve jeo-kültürel konumu ve tarihi bağları ile geleceğin güçlü devleti olmaya namzettir! Dünyanın ekonomik ve siyasi güç dengeleri Asya bölgesine doğru kaydığına göre!  Daha önceki yazılarımızda sürekli olarak Türk Devletinin tarihi kadim Türk Devlet kodlarına dönmekte olduğunu da vurgulamıştık! Türk Devleti, Atlantik ve Avrasya güçleri arasında tam bir denge, eksen ve merkez konumundan kaynaklı, Türk Dış Politikasının Yeniden Asya konsepti çerçevesinde, yerli, milli ve bağımsız politikalar geliştirmesi ve uygulaması, Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet geleneğinin denetiminde, içerideki siyasi parti kurma çalışmaları ve Türk Devleti yeni lider ve başkanın da bu minvalde şekil alacağının işaretlerini vermekte olduğunu düşünüyorum!

Siyaset Yol Ayrımında!.

İnsanlık tarihindeki savaşlar ilk insan Hz. Adem ve çocukları Habil ile Kabil arasındaki kavga ile başlamıştır! Peki, iki kardeş ve yeryüzünde kendilerinden başka insanın olmadığı bir durumda neden ve niçin kavga eder?! Kavganın gerekçesi neler olabilir?! Kavga bir diğer kardeşi öldürmeye  ve yok etme noktasına  ne ve neler  sebebiyet verebilir?! Tabii ki ilk kardeş katline sebebiyet, dünyalık mal – mülk ve iktidar kavgasıdır! Dünyadaki kavganın başkaca ne sebebi olabilir ki?! Dünyadaki ilk insan ile başlayan kavga ve öldürme, yani bir tarafta yıkmak, yakmak ve yok etmekten zevk alan ve bu şekilde ancak var olabileceğine ve yaşayabileceğine inanan bir ekip! Diğer tarafta ise işi – gücü ve düşüncesi tamamen yapmak ve onarmak olan bir ekip! Yakın tarihimizdeki Birinci ve ikinci dünya Savaşları da aynı kaygılar ile çıkmıştır!  Bu savaşlardaki ne kadar insanın öldüğü ya da sakat kaldığı bu Yıkım ekibinin umurunda değildir! Yıkım ekibinin dünyada düşündüğü tek şey mal, mülk, para, güç ve iktidarı elde etmektir!  Aksi halde Var olmayacaktır! İnsanlık tarihi ve Dünya,  bu iki ekip arasındaki kavga ve savaşlar ile bugünlere kadar gelmiştir!

Geçtiğimiz günlerde, Cumhurbaşkanımız  Sayın Recep Tayyip Erdoğan, MHP Lideri Devlet Bahçeli’yi  evinde ziyaret etmesi, Mili Güvenlik Kurulunda öncelikli ve acil olarak güney bölgemiz için  alınan Barış Koridoru ve akabinde ki Yaş Kararları, birileri tarafından tartışma konusu yapılmaktadır!. Peki, neden? Barış Koridoru kimleri rahatsız etmektedir? Türk Devleti, sınır ve ulusal güvenliği için alacağı kararları kime soracaktır?! Tabii ki hiç kimseye! Barış Koridorundan kimler ve neden rahatsızlık duymaktadır?! Barış Koridoru kararı kimlerin büyük hesap ve planını bozmaktadır?! Türk Devleti, Türk Devlet Aklı ve kadim Türk Devlet kodlarının gereği, devletin bekası ve millerimizin birliği adına, 2023 –  2053 ve 2071 hedefleri doğrulturunda, varlığı için tehdit oluşturabilecek her türlü durum ve girişime karşı elbette ki acil ve ivedi önemleri alacak, gerektiği durumlarda da vurucu gücünü hem gösterecek ve hem de kullanacaktır! Bundan hiç kimsenin de şüphesi olmasın!  15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonra ki süreçte, devletin en kılcal yerlerine kadar sızmış, tipleri bizden fakat çipleri küresel güçlerin elinde olan tüm işbirlikçi ekipler, devletin karar mekanizması ve yönetim kademesinden bir bir temizlenmektedir! Elbette ki bu süreç hem dışarıda hem de içeride birilerini rahatsız edecektir! Elbette ki adamlar endişeliyiz şeklinde açıklamalarda bulunacaktır! Çünkü Türk Devleti artık kontrol ve denetimlerinden çıkmaktadır! Türk Devlet, artık Varlığı ve Bekası adına, Yerli, Milli ve Bağımsız politikalar geliştirmekte ve uygulamaya da koymaktadır!

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah Kuranı Kerim Maide suresi 82 ve 83. Ayetinde, İman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da ‘Biz Hıristiyanlarız,’ diyenleri bulursun! Sen, iman edenlere, düşmanlık besleme bakımından onların en şiddetlilerinin de Yahudiler ile müşrikler olduğunu görürsün!  Müminlere sevgi bakımından en çok yakınlık duyanların ise ‘Biz Nasarayız  (Hıristiyansız)’ diyenler olduğunu görürsün. Bunun sebebi, onlar arasında bilgin keşişlerin, dünyayı terk etmiş rahiplerin bulunması ve onların kibirlenmemeleridir. Peygamber’e indirilen Kur’ani dinledikleri zaman, onun hak olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Onlar:  Ey Rabbimiz iman ettik, bizi de şahitlerden yaz, derler, şeklinde buyurmaktadır!. Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, bu ayeti keriminde, yeryüzünde insanlık için,  yakıp yıkan ve yok eden yıkım ekibine karşı,  dünya barışı ve huzuru için,  Müslümanların ve Müslümanlara da sevgi bakımından en yakın olan Hristiyanlar ile işbirliği yapılabileceğini ifade etmektedir! Bu durum  Müslümanlar için bir taviz midir?! Tabii ki Hayır!

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte,  Devletin içindeki kuvvetler ayrılığından kaynaklı güç ve iktidar kavgasının yerine, 16 Nisan Anayasa değişiklik referandum süreci ile başlayan ve 24 Haziran seçimlerinde de yürürlüğe giren erkler birlikteliği Cumhurbaşkanlığı Hükumet sistemine geçilmiştir! Kuvvetlerin birliğinden kaynaklı daha güçlü ve istikrarlı bir hükumet yönetim sistemi!. Önceki sistemde kuvvetlerden birini denetim veya kontrol altına alan işbirlikçi bir güç sistemin tamamen tıkanmasına veya işlemesine de engel olabiliyordu! Peki, 15 Temmuz hain darbe kalkışmasından sonraki süreçte siyaset ve siyasi partiler ne durumdadır! Eski Türkiye’de siyaset ve siyasi partiler üzerinden devlet kontrol altına alınıyordu! Devlet artık bu açıklarını kapatmaktadır!  Sisteme yönelik, sızma girişimlerine karşı her türlü tedbirleri almaktadır! Bugün siyaset ve siyasi partiler bir yol ayrımında mıdır?! Yakın tarihte bir değişim görülmekte midir?! Tabii ki Evet!.  Siyasette ki bu yol ayrımı Türk Devleti ve Türk Milletinin hayrına mıdır?! Daha önceden siyasette ki yol ayrımı başkaca güçler tarafından denetim ve kontrol altında olduğu için tabii ki sakıncaları vardır! Fakat bugün ise siyasette ki yol ayrımı ve değişim tamamen Türk Devleti ve Kadim Türk Devlet Aklının denetim ve kontrolünde olmaktadır, şeklinde düşünüyorum! Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın MGK toplantı sonrası ve YAŞ kararları öncesi MHP Lideri Devlet Bahçeliyi evinde ziyaret etmesi, AK Parti içinden ayrılan eski Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanının yeni parti kurma çalışmaları ve devlete yakın üst düzey bir gazetecinin bir sermaye patronunu şehrimizdeki ziyaretlerini de bu çerçevede değerlendiriyorum! Peki, niçin?! Devletin Bekası,  Milletimizin de Birliği ve bölgemizdeki tüm yasal haklarımız, ulusal ve sınır güvenliğimiz adına yapılmaktadır! Aksi halde Anadolu’da duramazsınız! Aksi halde Anadoluyu dar ederler!

Aradığın ancak Sensin, SEN..!

İnsan denen varlık, Sonsuz Yüce Yaratıcının ifadeleri ile Ahsen ve Ahsen-i takvim üzere yaratılmıştır!. Tabii ki Sonsuz Yaratıcı Ahsen-i takvim üzere yarattığı ve yine güzel bir şekilde dünyada yaratmış olduğu diğer bütün nimetleri de onun emrine vermiştir! Öbür âlemde iman ehli insanın emrine verilen ve serilen nimetleri tabii ki bilemiyoruz! Sonsuz Yaratıcının Kuran’daki ifadesi ile öncelikle İman ehline ve tüm insanlara hitaben,  çevir bak etrafına bir kusur ya da eksik görebilir misin? Elbette ki göremeyeceksin!. Tekrar tekrar bir daha çevir bak âlemde eksik ya da noksan bir şey görebilecek misin, şeklinde uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır! Peki, Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, Ahsen-i takvim üzere yarattığı ve diğer yaratmış olduğu her şeyi de insan denen varlığın  emrine inhisar ettiği bu  varlıktan bunların karşılığında  ne beklemektedir?! Hiçbir şey desek herhalde yanlış olmaz! Şimdi diyeceksiniz ki olur mu canım böyle bir şey, dediğinizi de duyar gibiyim!  Sonsuz Yaratıcı, dünyada iken sadece ve sadece iyi bir İnsan ve Kul olmamızı talep ediyor! Hz. Peygamber s.a.s.’de, İyi İnsanı; ‘elinden ve dilinden başka insanlara zarar gelmeyen insan’ olarak ifade buyurmaktadır! Bir başka Kuran ayetinde; “Allah müminlerden canlarını ve mallarını, karşılığında cenneti onlara vermek suretiyle satın almıştır” buyurmaktadır!  Başkaca bir talebi var mıdır?!

Peki, Ahsen nedir? Ahsen-i takvim ne demektir? Ahsen, güzel olmak manasına gelen hüsün kökünden türetilmiş olup genel olarak başkasına iyilik etmek ve yaptığı işi güzel yapmak şeklinde iki anlamda kullanılmaktadır. Bir insanın gerçekleştirdiği işin ihsan seviyesine ulaşabilmesi için hem neyi nasıl yapması icap ettiğini iyi bilmesi, hem de bu bilgisini en güzel biçimde eyleme dönüştürmesi gerekir. Ahsen’i takvim, And olsun ki biz insanı en güzel şekilde yarattık, mealindeki ayette geçmektedir. Yaratıkların en mükemmeli olan insandaki güzelliğin kaynağı, Allah’ın onu tesviye etmesi, kendi eliyle yaratıp ruhundan üflemesi, kendi sureti üzere yaratması ve onu yeryüzünde kendine halife kılmasıdır. Hz. Ali r.a. İnsanlar işlerini ihsanla yapmalarına göre değer kazanır, buyurmaktadır!. İhsan, yaptığını güzel yapmak şeklinde özetlenen ve kulun Allah’a karşı hissettiği derin saygı, bağlılık, itaat,  ruhunu ve bulunduğu ruh halinin ürünü olan iyi davranışları kapsar.  İhsan, Muhsin ve Ahsen kelime olarak aynı kökten gelmektedir! Hz. Peygamber s.a.s. ‘İhsan Allah’ı görür gibi yaşamak ve  ibadet etmektir; çünkü sen O’nu görmesen de, O seni görmektedir’, buyurmaktadır!. 

Peki, Ahsen-i takvim olarak yaratılan ve diğer yaratılmış olan her şey de onun emrine verilen insan, nasıl Esfel-i safilin derekesine düşebilir? Nasıl ve neden olabilir? Esfel-i safilin, dünyada iken aşağıların en aşağısı, sefillerin en sefili ve cehennemin en derin azap mahalli,  şeklinde tarif edilmiştir! İnsan denen varlık,  aynı zamanda nihayetsiz tedenni ve alçalma kabiliyetine de sahiptir. Dünya imtihanı içinde bir insan tedenni ve terakki arasında gidip gelebilir! Terakki ve tekamülde nasıl sayısız mertebe ve ara tonlar olduğu gibi  tedenni ve alçaklıkta da vardır!.   Çünkü dünya hayatı ve dünya nimetleri tatlıdır! Dünyalık makam, mevki, para, mal,  mülk, kadın, siyasi kaygılar, güç ve iktidar ise çok daha tatlıdır! Peki, dünyadaki  bu kadar  nimet, mal, mülk, güç, iktidar  ve makam için kaygı duymaya ve kavga etmeye, olmadık taklalar atmaya, birilerini karalamaya ve hem Dünyamızı, hem de sonsuz  alemi karartmaya değer mi?! Bu dünyada kalıcı olan nimetler için Alay-ı illiyyun derecesine çıkmak varken, bu nimetlerle imtihanımızdan kaynaklı Esfel-i safilin derekesine  düşmeye değer midir?! Bilemiyorum ki! İnsanın dünyalık bu nimetler karşısındaki duruşu ve tercihleri nerde olduğunu ifşa edecektir! Dünyalık nimetler karşısında insan denen aciz varlık bazen tabii ki zaafa düşebilir! Bir Müslüman günahı ile Esfel-i safiline düşebilir, fakat tövbe ve istiğfar ile tekrardan temizlenebilir. Çünkü Allah’ın rahmet, mağfiret ve affı geniştir! Yeter ki İmanı noktadan bir zafiyete düşmesin!  Biz insanı Ahsen-i takvim üzere, en güzel şekilde yarattık. Sonra insanların bir kısmını bu güzel surette yaratılmaları nimetinin şükrünü yerine getirmediklerinden, yani küfürleri ve isyan etmeleri sebebiyle Esfel-i Safilin derecesine indiriveririz!  Yeniden ve  tekrardan,  İman edip, tövbe edip ve Salih amel işleyenler bundan müstesna, onlar için çok büyük  bir mükâfat vardır, buyrulmaktadır!.

Alay-ı illiyyun ise İnsanın manen mazhar olabileceği terakki ve tekemmül seviyesidir.  Yücelerin en yücesi, en ileri nokta ve cennetteki üstün makam şeklinde ifade edilir!   İnsan zaten bunun için yaratılmıştır! Yani dünyada iken İnsan olarak Kemalat derecesine erişebilmek için!  Kutsal kitabımız Kuran’da;  O ki, ölümü ve hayatı yarattı, hanginizin amelce daha güzel olduğunu imtihan için ve O, bihakkın galiptir ve çok yarlıgayandır, buyurmaktadır!. İnsan denen varlık nefsi mutmaine makamına ermeden cennete giremeyeceği ifade edilir!   Her nefsin bir âlemi, bir seyri, bir hâli, bir yeri, bir müşahedesi, bir ismi ve bir nuru vardır.  Nefsin derece ve şubeleri en aşağıdan en yüksek makama doğru; Nefsi Emmare,  Nefsi Levvame, Nefsi Mülheme, Nefsi Mutmainne, Nefsi Razıye, Nefsi-i Marziyye ve Nefsi Kamile / Safiye şeklinde sıralanır!

Hz. Mevlana der ki: Aradığın ancak sensin, Sen…

Eğer sen, can konağını arıyorsan, bil ki sen cansın.

Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan, sen bir ekmeksin.

Bu gizli, bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen, anlarsın ki

Aradığın ancak sensin, Sen.

Madendeki inciyi aradıkça madensin.

Ekmek lokmasına heves ettikçe ekmeksin.

Şu kapalı sözü anlarsan, anlarsın her şeyi;

Neyi arıyorsun, Sen Osun.

Senin canın içinde bir can var, o canı ara!

Beden dağının içinde mücevher var, o mücevherin madenini ara!

A yürüyüp giden sofi, gücün yeterse ara;

Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara..

Kuran; Kıssa, Hafıza, Bilinç ve İnsan!.

Hafızayı beşer nisyan ile maluldür, derler!. Yani insan hafızasının eksikliği unutkanlığıdır!. Peki ne yapmalısınız?! İnsan hayatı öncelikli olarak bu günü doğru anlamak ve yarına da daha sağlıklı bakabilmek için dünü yani geçmişini çok iyi bilmek zorundadır! Dünü ve geçmişi olmayan insan olamaz!  Peki, İnsan için böyle bir realite karşımızda dururken, toplum ve millet için nasıl olmalıdır?!  Millet dediğimiz herhalde gökten zembil ile inmemiştir! Elbette ki bir milletin geçmişinde, iyi veya kötü, güzel veya çirkin tarihi yaşanmışlıkları mutlaka olacaktır!  Bir milletin mensupları geçmişini yok sayamaz! Bu şekilde ileriye sağlıklı bir şekilde bakamaz! Tarihi olmayan milletin geleceği de olamaz! Bir milletin mensubu olarak bu geçmişi her daim hatırlamak ve yâd etmek gerekir! Neden ve niçin?! Tabii ki bir milletin mensubu olan her bireyde milli bilinç ve milli şuurun tam olarak yerleşmesi için! Aksi halde böyle toplumlar başka toplumların sömürgesi olmaya adaydır!

Kutsal kitabımız Kuranı Kerim geçmiş ümmetlerin durumları ve güzellikleri, hataları ve sevapları, bazı toplumların da neden ve nasıl ilahi gazap ile yok edildiklerini, tekrar tekrar Peygamber efendimize ve onun şahsında da biz ümmetine hatırlatmaktadır!  Yani bir nevi hafızamızı tazelemektedir! Peki, neden? Tabii ki geçmiş ümmetlerin durumuna düşmemek için! Tabii ki İmanı ve insani olarak kamil bir dereceye erişebilmek için! İnsan için dünya hayatı başkaca ne demektir? Aksi halde insan her an esfeli safilin derekesine düşebilir!  Kuran’ı Kerim’de; Hz. Âdem, Hz. Nuh, Hz. Salih, Hz. İbrahim, Hz. İsmail, Hz. İshak, Hz. Lut, Hz. Yakup, Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz. Davut, Hz. Süleyman, Hz. Eyüp, Hz. Yunus, Hz. Zekeriya, Hz. Yahya ve Hz. İsa gibi enbiya kıssaları çok geniş bir yer tutar.  Bunlardan bazıları üzerinde tekrar tekrar ve daha büyük bir önemle durulur. Peki, neden? Hz. Adem’in yaratılması, kendisine bütün isimlerin öğretilmesi, meleklerin ona secde etmeleri ve Cennetten çıkartılmaları… Hz. İbrahim’in babasını hakka davet etmesi, kavminin putlarını kırması, Allah’ın tek bir İlah olduğunu öğretmek için kavmine doğru yolu göstermesi, Nemrut ile tartışması ve Kabeyi inşa etmesi… Hz. Musa’nın doğumunu çevreleyen ortam, ırmağa bırakılması Firavun’un sarayında büyütülmesi, Firavunu hakka davet etmesi ve onunla yaptığı çeşitli münakaşalar, Firavun’un sihirbazları ile karşılaşması, İsrail oğulları ile birlikte Mısır’dan çıkışı ve altın buzağı olayı… Hz. İsa’nın babasız olarak Hz. Meryem’den dünyaya gelmesi, beşikte iken konuşması, gösterdiği çeşitli mucizeler, İsrail oğullarını irşat etmesi, öldürülmek istendiği halde bunun başarılamaması… Ve daha da fazla kıssalar!. Hz. Peygamber Efendimizin hayatı ve nübüvvetin tüm safhalarına ait olaylar, İsra, miraç, hicret, Bedir, Uhut, içtimai ve ailevi hayatı ile ilgili kıssalar bulunmaktadır.  Peki, Sonsuz Kudret Sahibi yüce Allah biz iman ehli kullarına bu kıssaları neden tekraren anlatmaktadır? Sürekli olarak akıl sahipleri için ibretler vardır! Düşünen kullarım için elbette ki geçmiş ümmetlerin kıssalarında ibretler vardır! Ne zaman akdedeceksiniz ve çok az düşünüyorsunuz,  gibi uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır!

İnsan denen ve iman şerefine nail olan varlık,  Kuran kıssalarında anlatılan iyi kişileri ve olayları takdir edip, kötülerden ve yanlış işlerden nefret edip sakınmak lüzumunu hisseder!  Aksi halde dünya hayatı sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir!. Çünkü tarihin işleyişi, her iki grubun akıbetlerini açıkça ortaya serdiği görülür. Toplumlar çeşitli özellikleriyle, sadece tarihin bir köşesinde gelip geçmiş birer kavim ve olaylar zinciri olmadığı, örneklerinin her zaman dünyada bulunabileceği işaret etmektedir!  Kuran kıssaları, ilahî kanunların birtakım hareketler, görüntüler ve sesler halindeki tarih manzaralarıdır. Kuran kıssalarının gerçek kahramanı insanın iman,  inanç, ahlâk ve davranışlarına sıkı bir şekilde bağlı olan tarihî kanundur. Kıssanın kahramanı, Hz. İbrahim ve muhatapları değil,  iman ve küfür, tevhit ve şirk, tarihî realitesidir. İnsan için dünyada iken her an geçerli olduğu gibi!. Hz. Yusuf ile ev sahibesi değil, Yusuf’taki iffet ve emanet ile kadındaki şehvet anlatılmaktadır!  Kuran’da hayat, unutamayacağımız bazı şahsiyetlerde hareket eder. Fakat Kuran hâdiseye dikkat çektiğinden, zaman ve mekân unsurlarına yer vermez ve onları bildirmez. Zira hâdiseler ibret almak ve vermek gayesine hizmet etmeyen ayrıntılarına girmek, meseleyi teferruata boğmak kıssadan çıkacak olan ibret ve hisseye gölge düşürecektir!

İnsan, toplum, millet, tarih, geçmiş, kıssa,  bilinç,  hafıza ve tarihten ibret almak hakkında bazı ifade ve sözleri şu şekilde sıralayabiliriz!. Tarih bir milletin hafızasıdır. Hafızası olmayan insan ne ise tarihi olmayan millet de onun gibidir. Geçmişini bilmeyen, geleceğini bilemez. Geçmiş tarihini bilmeyenlerin haritasını, başkaları çizer.  Kökü olmayan bitki ve ağaçların yaşayamayacağı gibi, tarihinden sulanmayan milletler de yaşayamaz.  Gönüllerinde maziye ait sevgi bulunmayan insanlardan korkunuz.  Kökünü beğenmeyen dal, dalını beğenmeyen meyve çabuk çürür. Hafızası olmayan milletler nereden geldiklerini, şu an nerede durduklarını ve nereye gideceklerini bilmezler!  Hafızasını kaybeden milletler ise yok olmaya mahkumdur!

Selçuklu Torunları Osmanlı’nın İzinde..

Geçtiğimiz günlerde, Selçuklu Belediyesinin dört yıldır değişik tarihlerde günü birlik olarak düzenlediği “Selçuklu Torunları Osmanlı’nın İzinde” konsepti çerçevesindeki ‘Kuruluş ve Kurtuluş’ şehri Bilecik ili ve Söğüt ilçesi yirmi ikinci günü tertip edilen ziyaret programına katıldık. Profesyonel rehber eşliğindeki program, Osmanlı Padişahları tarih şeridinde güzel bir sunum ve Şey Edebali Türbesindeki dua ile başlıyor! Akabinde,  Bilecik Müzesi, Yaşayan Kent Müzesi, Pelit özü Gölet gezisi ve Söğüt ilçesindeki Ertuğrul Gazi şehitliği ve bu tarihi ilçedeki diğer tarihi mekânlar ziyaret ediliyor! Programda rehberin anlatımı eşliğinde tabii ki duygusal anlara da şahitlik ediyorsunuz!  Selçuklu Torunları Osmanlı’nın İzinde konsepti çerçevesindeki programı tertip ve ziyarette basın mensuplarına eşlik eden Selçuklu Belediye Başkanı Ahmet Pekyatırmacı, başkan yardımcıları,  idari yönetim ve basın ekibine, programda yine bizleri yalnız bırakmayan Selçuklu Kaymakamı Ömer Hilmi Yamlı beyefendi ve diğer katılımcılara da teşekkürlerimi sunarım.

Peki, Tarih nedir? Tarihi olaylar nedir? Geçmişteki tarih ve tarihi olayların günümüz insanı tarafından öğrenmesinden ne gibi faydalar mülahaza edilmektedir?  Tarih, toplum ve devletleri etkilemiş olayları, bu olayların yazılı olduğu kaynakları eleştirel bir süzgeçten geçirmek sureti ile inceleyen ve bu olayların nedenlerini anlamaya çalışan bilim dalıdır. Tarih olay ve olgulardan meydana gelir. Bir zaman dilimi içinde meydana gelen olaylara tarihi olay, bu olayların uzun zaman içinde kanunlara dönüşmesi, yeni bir hal alması ve insanlara tesir etmesine de tarihi olgu denir.   Tarih olmak ve tarihi olmak, tarihe gömülmek ve tarihe yön vermek, tarihi inşa etmek elbette ki farklı anlamlar ihtiva eder!  Tarih bir milletin hafızası ve bir devletin haysiyeti, geçmiş ile gelecek arasında kurulmuş bir hakikat köprüsüdür! Tarih yoksa hatırası, kökü ve  hedefi yoktur,  kaynak kupkurudur!. Türk tarihinin her satırı ve her sayfası, her asır ve her çağı Türk Milleti için henüz mührü sökülmemiş bir hazinedir!  Türk milleti tarih kadar eskidir,  bu nedenle hem tarih yazmış hem de tarih yapmıştır!. Türk milletini tarihten çekip aldığınızda insanlık adına tarih diye bir şey de zaten kalmayacaktır! Ecdadımızın emanetlerini muhafaza ve bunun istikbale taşıma gayesi Türk milletinin vazifesidir! Ecdadımız bizim için sadece mezar taşlarına yazılan isimler ve geride bıraktıkları kahramanlık destanından da ibaret değildir! Ecdad vatandır, bayraktır, maneviyattır, bağımsızlık, istikbal, istiklal, beka, var olmak, yok olmak,  mücadele,  azim, kuruluş ve kurtuluşun da simgesidir!.

Anadolu dünyanın merkezidir! Osmanlı’nın kuruluş bölgesi Bilecek ili ve Söğüt ilçesi de Anadolu ve Türkiye’nin de merkezi bir konumdadır! Bilecek ili ve Söğüt ilçesi, çevresindeki tüm merkez ve büyük illere neredeyse yüz kilometrelik ve bir saatlik mesafededir! Çevrelendiği dağlar itibari ile de çok stratejik bir durumdadır! Osmanlı’nın neden bu bölgede konuşlandığı, konumlandığı, devletin ve imparatorluğun nüvesini teşkil eden kuruluş kıvılcımının neden bu bölge seçildiğini ancak bölgeyi ziyaret ettikten sonra idrak edebiliyorsunuz! Çünkü çevresindeki dağlar itibari ile şehrin ancak bir –  iki giriş ve çıkışı bulunmaktadır! Bu giriş ve çıkışları da stratejik bir noktadan kuşatma altına aldığınız an tüm Anadolu’ya girişi, geçişi ve çıkışları da kapatmış oluyorsunuz! Aslında Allah’ın lütfü tam bir kurt kapanı! Ya da Hilal veya Turan taktiği!. Kuruluş derken, Selçuklunun dağılma sürecine girmesi ile birlikte, Selçuklu Sultanı bu bölgede yerleşmesi ve otağ kurması için Ertuğrul Gaziye işaret vermesi çok manidardır! Kurtuluş derken de, Birinci dünya savaşında Yunanlılar ve diğerlerinin bu bölgeden tüm Anadolu’ya geçme ve yarma hamlelerine şahit olmaktayız! Mezkûr ifadelerimizde olduğu gibi, Bilecek ili ve Söğüt ilçesi, stratejik konumundan kaynaklı kurt kapanı, hilal ve turan taktiği,  kanyon ve dağlar ile çevirili olması, belli giriş ve çıkış noktalarının ecdat tarafından kontrol altına alındığı için düşmanın Anadolu’ya geçişine asla izin vermemiştir!

Peki, Anadolu’daki bu tarihi olaylar ve olguları yaşamış ve Ecdad buralarda tarih yazmasına ve tarihi de değiştirmiş olmasına rağmen, günümüz gençliğine bunları aktarma, milli bilinç ve milli şuur oluşturma noktasından nerelerdeyiz? Anket sonuçları tabii ki çok da iç açı değil! Orta öğretim ve lise düzeyinde eğitim gören gençler arasında yapılan araştırma ve anket sonuçlarına kabaca baktığımızda, Bilecik ilindeki Şeyh Edebali ve Ertuğrul Gazi, Osmanlının kuruluşu ve kurtuluşun sembolü il hakkında çok fazla bilgi sahibi olmadığına şahit olmaktayız! Neden?  Peki, bu konuda daha bilinçli ve yol gösterici olmasını beklediğimiz ilköğretim, orta öğretim ve lise öğretmenleri ve yüksek öğrenimdeki akademisyenlerinin de bu konulara çok yabancı oldukları yapılan anket sonuçları bizlere işaret etmektedir! Neden ve neler yapmalıyız?! Eğitim sistemini yeniden bir kez daha gözden geçirmeliyiz, dediğinizi de duyar gibiyim! Şimdi diyeceksiniz ki; Konya İlinde merkezdeki yaşayan  bir milyon üç yüz bin nüfusa rağmen, Horasan eri ve Konya’nın manevi mimarlarından Mevlanayı tanımayan, bilmeyen ve hatta ömründe bir defa dahi olsa ziyaretine gitmeyen insanımız gerçeğinde olduğu gibi!. Şeyh Edebali’nin “ Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın…”  uyarı ve ikazları çerçevesinde, Selçuklu Belediye Başkanı Ahmet Pekyatırmacı ve ekibinin, “ Selçuklu Torunları Osmanlı’nın İzinde ”  temalı,  Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet hafızasının  önderliğindeki,  Türk Devletinin de kurucu felsefesi Selçuklu Devlet kodları, Selçuklu  ruhu, Selçuklu tarihi, Selçuklu kültürü ve medeniyet ülküsü çerçevesinde,  gençlerimizde körelen ve örselenen Türk Milli Bilinci ve Milli Şuurunun yeniden daha kavi ve sağlam bir şekilde yerleşmesi ve  oluşmasına vesile olacak böyle  ziyaret programları için hassaten şükranlarımı sunarım!. Sayın Başkanım;  Öncelikle ve özellikle, Allah razı olsun!. Allah işlerinizi kolay eylesin!. Allah emeklerinizi zayi eylemesin! Allah yar ve yardımcınız olsun! ÂMİN… 

Erkan Mumcu Neler Diyor?!.

Türkiye 1980 askeri darbesinden sonra siyasi ve ekonomik istikrarlı kısa bir dönemin sonunda, Cumhurbaşkanlığı görev süresi dolan askeri darbe generali Kenan Evren’in yerine,  ANAP Genel Başkanı ve yürütmenin başı Başbakan Turgut Özal, yürütme açısından pasif ve denge – fren sistemi ve sadece onay makamı olarak kabul edilen Cumhurbaşkanlığı makamına çok istekli olarak geçmedi! Çünkü Türkiye’deki eski sistemde güç ve iktidar, erkler ve klikler arasındaki kuvvetler ayrılığı prensibine göre paylaşılmaktadır! Rahmetli Turgut Özal 1989 tarihinde Cumhurbaşkanı olarak seçilmesine rağmen vefat ettiği 17 Nisan 1993 tarihine kadar ya ANAP genel başkanı ya da yeni kuracağı bir başka partinin genel başkanı sıfatı ile yürütmenin başına tekrardan dönebilmek için çok mücadele vermesine rağmen hem sistem izin vermemiş hem de ömrü vefa etmemiştir! 1993 tarihinde Cumhurbaşkanı olarak rahmeti rahmana kavuşan Turgut Özal’ın yerine Başbakanlığı döneminde yedi defa gidip ve yedi defa da gelen Süleyman Demirel TBMM tarafından Cumhurbaşkanı olarak seçilmiştir! 2000 yılında Anayasa mahkemesi başkanı Ahmet Necdet Sezer’in TBMM tarafından Cumhurbaşkanı olarak seçildiği tarihe kadar ya kendi partisi DYP’nin başına dönmeyi ya da yeni kuracağı bir parti ile yürütmenin başına yeniden dönebilmek için çok mücadele vermesine rağmen sistem izin vermediği için Süleyman Demirel de başarılı olamamıştır! Neden? Şimdi bu tarihi süreci neden yazıyorsun? Bu gün yaşadığımız siyasi süreç ile ne ilgisi var dediğinizi de duyar gibiyim!

Türkiye, AK Parti iktidarlarında Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Bakanlık yapmış kişiler tarafından yeni parti kurulma iddialarını konuşurken, AK Parti iktidarında Milli eğitim ve Kültür bakanlığı yapmış,  ANAP eski genel başkanı Erkan Mumcu’nun eski dönemlere dair açıkladığı bilgiler ortalığa saçıldı! Yıllarca susan ve bugün konuşan Mumcu’nun söylemleri yakın zamanda oluşabilecek siyasi hareketlenmenin ve başkaca senaryoların da işaret fişeği olduğunu düşünüyorum!  Konuşmasında dikkat çeken ifade ve kavramları yorum yapmadan sizlerin değerlendirmesine bırakarak şu şekilde sıralayabiliriz! Hedef Türkiye’dir! Komplo da Türkiye’yedir! Emperyalizm HALKLAR ve İYİLİK karşısında duramaz! Lokmayı yut ağzını tut! Kimler lokmayı yutan?! Ve kimler bunun için susuyor?! Neden?! Birileri bugün hoşafın yağı kesildiği için isyan ediyor ve bağırıyor! Kimlerin hoşafının  yağı kesildi ki?! Deliyi konuşturuyorlar fakat Akıllılar susuyor! Ne demekse?!  Kim deli kimler  akıllı?! Türkiye Çevre ülkesi olduğu için Merkez ülkelere karşı Diplomasi ile hareket etmek zorundadır!  Recep Tayyip Erdoğan bu konuda çok mahirdir! Recep Tayyip Erdoğan; Küresel sistem zaviyesinden Öngörülemez bir liderdir! Onun için küresel sistem kendi çıkarları için Türkiye’de öngörülebilir ve güvenilir bir lider ile çalışmayı her zaman uygun görmüş ve hesap etmiştir! Konuşmasında dikkat çektiği iki isim; Abdullah Gül ve Bülent Arınç… Abdullah Gül’e dikkat çekerek, “Asıl hesap vermesi gereken adam ‘Majestelerinin Valisi’, ‘AK Parti içindeki uluslar arası sistemin Kayyım ve verilmiş sözlerin de Bekçisi”  Abdullah Gül, diyor!. Çok su götürür ve izaha muhtaç ifadeler!    Bülent Arınç ile ilgili o dönemde Bakanlar Kurulu ve diğer kademedeki herkes ‘Şerrinden Emin olmak için ya kaçıyor ya da araya mesafe koyuyordu’, diyor! Şerrinden Emin olmak, nasıl bir şer ise! Mumcu; Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili fikri sorulduğunda ise “Yanlışıyla, eğrisiyle, doğrusuyla Tayyip Erdoğan daha hakiki bir adam! İlaveten de AK Partiye 2007 yılında mezkûr kumpası kuran koalisyon ise hâlâ AK Parti içinde çalışmaya devam ediyor” diyor.

Türk Cumhuriyeti Devleti, Türk Devlet Aklı, Kadim Türk Devlet hafızası, Tarihi Türk Devlet kodları ile birlikte Devleti ebed müddet devam ilkesi,  2023 ve 2071 vizyonu çerçevesinde Devletin Varlığı ve Milletin Birliği adına 15 Temmuz ihanet kalkışmasından sonraki süreçte, erkler ve klikler arası kuvvetler ayrılığından kaynaklı güç ve iktidar savaşı ve paylaşımına son vermek için öncelikle 16 Nisan tarihinde yapılan Anayasa değişikliği ve 24 Haziran genel seçimleri ile erklerin birlikteliği ile daha güçlü bir yürütme için Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçilmiştir! Daha önceki yıllarda yıpranan ve yorulan eski partisinden ayrılan bir klik kurmuş olduğu yeni parti ile konjonktür izin verdiği kadar siyasette yoluna devam edebiliyordu! Bugün yeni yönetim sisteminde bu durum imkânsız görünmektedir! Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet hafızası, Dünyanın yeniden dizayn edildiği ve bölgemizde de paylaşım savaşlarının hız kazandığı, sınırlarımız boyunca da küresel güçler tarafından kukla devletçikler kurmanın eşiğinde, Doğu Akdeniz’deki enerji koridoru ve enerji savaşlarına ramak kaldığı bir dönemde,  bugün için siyasette böyle bir  konjonktür yöntem ve çıkışlara asla izin vermeyecektir! Türk demenin dünya halklarındaki karşılığı, Adalet, Hakkaniyet ve Mazlum Milletlere de hamilik olduğu bir dünyada, emperyalizm ve küresel sistem HALKLAR ve İYİLİK karşısında duramayacaktır! Türk Devleti, 16 Nisan Anayasa referandumu ile birlikte Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemin olmaz ise olmazı iki partili güçlü bir yönetim sistemi ve bu iki güçlü merkez partinin yanında yandaş küçük partiler ile Adalet, Hakkaniyet, Mazlum Milletlere Hami ve İyilik için Devlet ve Siyasal yolculuğuna tarihte olduğu gibi aynen devam edecektir, şeklinde düşünüyorum.! 

Ham bir adam kavun yemek için can bostanına geldi, sen dünyada eşeğin keçi eti yediğini hiç gördün mü yahut gören var mı? Can bostanında yetişen turfanda kavun, nasıl olur da her öküzün, her eşeğin nasibi olur? O güzelim, o eşsiz meyveleri aklı başında, yiğit erler yer!.  Kapıp alıcılıkla, hırsızlıkla bostancılığa girişen sonucu adalet memurları tarafından tutulur, Oğuzların işkencelerini çeker!.  Türk ona derler ki köy onun korkusundan, haraçtan emin olsun!. Türk ona demezler ki tamahından her kutsuzun sillesini yer durur!.  ( Hz. Mevlâna  )

Dünya Sistemi ve Türk Devlet Aklı!.

Dünya Sistem teorisine göre Türk Devleti uzun bir dönem çevre ülke olarak ifade edilirken daha sonraları Türk Devlet Aklının devreye girmesi ve yerli – milli ve bağımsız politikalar üretmesi ile birlikte yarı çevre ve merkeze aday bir ülke olarak tanımlanıyor! Neden? Türk Devletinin çevre ülke olması sonsuza kadar devam edecek midir?! Tabii ki hayır!. Çevre ve yarı çevre ülkelerin merkez ülkeler tarafından tamamen kontrol ve denetim altında olduğunu da unutmayalım! Çevre ülkeler merkez ülkelerin her alanda kaynak temin noktasıdır! Hatta çevre ülkelerdeki tüm sosyal ve ekonomik krizlerin arka planında merkez ülkelerin, eli ve kolu bulunmaktadır! Peki, neden? Türk Devletinde yaşamış olduğumuz tüm darbe ve diğer kalkışmaların arka planında merkez devletlerin çıkar çatışmaları bulunmaktadır! Yani Türk Devleti çevre ülke konumundan merkez olmaya aday her girişiminde,  merkez ülkeler tarafından bir şekilde durdurulmuştur! Neden? Bu günlerde, Demokrasi ve Milli Birlik günü olarak kutladığımız, 15 Temmuz hain kalkışma gecesi de Türk Devletine karşı merkez ülkeler tarafından yapılan inkıta hareketlerinden bir tanesidir!

Dünya sistem teorisi nedir? Merkez, çevre ve yarı çevre ülke ne demektir? Merkez veya çevre ülke sonsuza kadar aynı yerinde kalacak mıdır? Hiçbir değişim olmayacak mıdır?! Ya da Merkez ülkelerin  üstünlükleri  sonsuza kadar aynen devam edecek midir?! Dünya Sistemi Teorisine göre dünyada merkez, çevre ve yarı – çevre ülkeler vardır. Bu teoriye göre merkez ve çevre ülkeler arasında belirli iş bölümleri bulunmaktadır!. Çevre ülkelerin bu iş bölümündeki rolü, merkez ülkelere ham madde ve hem de ucuz iş gücü temin etmesidir!. İleri teknolojiye sahip olan merkez ülkeler ise ileri düzeyde ürünler üretmektedir! Çevre ülkeler ürünlerini ucuz fiyatlardan satmak zorunda iken, merkez ülkeler yüksek fiyatlardan satmak zorundadır! Neden? Yarı çevre ise; merkeze göre çevre, çevreye göre ise merkez konumundaki ülkelerdir! 

Dünya sistem teorisinden yola çıkarak, merkez, çevre ve yarı çevre ülkeler arasında nasıl bir ilişki ve bağ bulunmaktadır? Bu bağ, bağımlılık  veya bağlantıyı nasıl açıklamalıyız?! Bağımlılık Teorisi,  1960’lı yıllarda ortaya çıkmış ve doğu ülkelerin geri kalmışlığı, batılı ülkelerin geçirdiği tarihsel aşamalardan geçmemesi ve bilimsel – teknolojik gelişmelerden yoksun olması ile açıklamaya çalışılan ve modernleşme teorisine tepki olarak doğmuştur!  Batı dışı toplumların sömürge ya da yarı sömürge olarak batılı devletlerin müdahalesi altındaki iç savaşlar, darbeler gibi sorunlarla mücadele etmek zorunda kalmıştır!. Neden? Bu ülkelerdeki siyasi istikrarsızlıkların sebebi de dış müdahalelerden kaynaklanan ve içeride tek bir ekonomik ve kültürel yapıya sahip olamamalarından kaynaklanmaktadır! Çevre ülkelerde, Devletin bekası ve Milletim biriliği adına ekonomik ve kültürel tek bir yapı neden sağlanamıyor? Gelişmiş ülkelerin zenginliklerinin temel nedeni ise gelişmemiş ülkeleri sömürmeleridir!. Bağımlılık ilişkisi sürdükçe, çevre ülkelerin kalkınması, gelişmesi ve zenginleşmesi mümkün değildir!.  Çevre ülkelerin bu bağımlılıktan kurtulmasının yolu merkez ülkeler ile olan ilişkilerini tamamen sonlandırmaktan geçmektedir!. Böyle bir durum bugün için mümkün müdür? Mümkün olamayacağına göre!  Siyasi, ekonomik ve kültürel alanda merkezden kopmanın gerçekleşmesi gerekmektedir!. Böyle bir şey de söz konusu değildir!  Dünyadan soyutlanmış bir ülke varlığını devam ettirebilir mi?

Türk Devleti, özellikle 15 Temmuz hain kalkışma gecesinden sonraki süreçte,  Türk Devlet Aklı, Kadim Türk Devlet hafızası ve Türk Devlet kodlarının gereği olarak, Devlet, Millet, Ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte çevre ülke konumu ile devam edilemeyeceğinin öngörülmesi neticesinde, mutlaka yarı çevre ya da merkez ülke olmak için yerli, mili ve bağımsız politikalar üretmek için neler yapılması gerektiği konusunda çalışmalar yürütmektedir! Aksi halde Türk devleti beka ve varlığını devam ettiremeyecektir! Bu çalışmaların merkez ülkeler tarafından öğrenilmesi ile birlikte devletimize karşı yapılan sosyal, kültürel,  ekonomik ve her türlü saldırıya şahit olmaktayız! Neden?! Çünkü Merkez ülkelerin çevre ülkelerdeki çıkarları her şeyin üzerindedir! Akdeniz, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs açıklarında yaşananları nasıl izah etmeliyiz?  Akdeniz’de yaşananlara yönelik, merkez ve bu merkez ülkelere yandaş yarı çevre ülkelerin akla ziyan açıklamalarını ne ile açıklayabiliriz? Türk Devletinin S-400 alımı ile ilgili  merkez ülkeler tarafından yapılan hezeyanlara neler demeli?! Akdeniz ve Kıbrıs açıklarındaki hidro-karbon ve diğer enerji kaynaklarındaki haklarımız için Türk Devleti tarafından gönderilen arama ve sondaj gemileri akabinde merkez ve yandaşlarından gelen tehdit ve çığırtkanlıklar da aynı minvaldeki girişimlerdir! Türk Devleti, Türk Devlet Aklı ile birlikte merkez ülkeler zaviyesinden öngörülemez işler yapmaktadır! Tabii ki bu durum çok büyük rahatsızlık vermektedir! Acaba bugün siyasetin ısınması ya da yeni siyasi aktörlerin siyaset arenasına sürülmesi öngörülemez liderlerin devre dışı bırakılma ve öngörülebilir siyasi liderler üretme girişimleri olabilir mi? Bilemiyoruz! Neden olmasın! Peki, Başarılı olabilirler mi?! Hiç sanmıyorum! Türk Devleti, Türk Devlet Aklı ve kadim Türk Devlet kodlarının gereği olarak, yerli, milli ve bağımsız politikalar üretmekle, Türk Devletinin bekası ve milletin birliği adına, Devleti ebed müddet devam ülküsü çerçevesinde merkez ülke olarak 2023 – 2053 ve 2071 vizyonu çerçevesindeki politikalar ile yoluna aynen devam edecektir! Başkaca bir seçimi de yoktur!

15 Temmuz ve Türk Devlet Kodları!.

15 Temmuz ihanet kalkışmasının olduğu gece bu ülkede daha önce yaşanmış olan diğer darbe ve muhtıralardan farklı olarak Türk Devleti ve Türk Milleti küresel güçlere içimizdeki işbirlikçiler mahareti ile tamamen teslim edilmek istenmiştir! Neden? 15 Temmuz ihanet kalkışmasının olduğu gece, tüm küresel güçler ve işbirlikçilerin hesap edemedikleri şey, Türk Devleti ebed müddet devam ilkesi çerçevesinde,  Türk Devletinin bekası ve Türk Milletinin birliği adına, Tük Devlet aklı ve kadim Türk Devlet kodlarının neşv-ü nema bulmasıdır! Aksi halde Türk Milleti için süreç bölgemizde parça parça olan ülkelerden hiçbir farkı olmayacaktır! Türk Devleti,  15 Temmuz ihanet kalkışmasından sonraki süreçte Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet yönetim kodlarının gereği olarak Devletin en kılcal yerlerine kadar sızmış, tipi bizden fakat çipleri de küresel güçlerin elinde olan aparatları bir bir temizlemiştir! Bu süreçte bazı ülkelerden gelen ‘Endişeliyiz’ açıklamalarını da bir kenara koyalım ve unutmamak gerektiğini düşünüyorum!

Sovyetler Birliğinin parçalanması ve Soğu Savaşın bitmesi, kısa sürelik Tek Kutuplu bir dünya dönemine girilmesi ve ABD’de yaşanan ikiz kulelerin patlatılması sürecinden sonra Dünya başkaca yeni bir döneme geçmiştir! Artık Dünya hegomanya sistemi iki kutuplu yürümediği gibi tek kutuplu olarak da devam edemez bir duruma evirilmiştir! Dnyada çok kutuplu ve çok dengeli bir dönem başlamıştır! Çok kutuplu ve Çok dengeli dünyanın sıklet merkezi ve denge ülkesi de Türkiye’dir! Türk Devleti olmadan hegemon ve emperyalist güçler arasında bir anlaşma olması da mümkün görünmemektedir! Dünya’da yeni bir düzen kurulurken, bölgemizde de dizayn süreci başlamışken, sınırlarımız boyunca kukla devletçikler için terör örgütlerine verilen destekleri, Akdeniz’deki savaş gemilerinin seyri ve bölgemiz yüz yıl sonra yeniden bir paylaşım savaşı noktasında bulunurken, Türk Devletinde yaşanmış olan 15 Temmuz ihanet kalkışmasına yeniden bir kez daha bakabilmeyi, tefekkür ve tezekkür edebilmeyi ve yorumlamayı tavsiye ederim!

Hava savunma açığını NATO’nun lider ülkesi ABD’nin Patriot hava savunma sistemi ile gidermek isteyen Türkiye, bunda başarılı olamamış, bu ihtiyacını ABD’nin ve NATO’nun tehdit olarak tanımladığı Rusya’nın S-400 hava savunma sistemi ile kapatarak yeniden şekillenen ve dizayn edilen dünyada, örneği olmayan bir ilki başarmıştır!  Türkiye’nin bu hamlesi bütün dünya ülkeleri tarafından izlenmekte ve birçok ülke bu silah sistemini tedarik etmek için sıraya girecektir!  S-400’lerin tedariki, Türkiye’nin ABD’ye karşı güçlü bir siyasi irade oluşturması ile gerçekleşmiştir! Neden diye bir soru hemen aklımıza gelebilir! S-400 anlaşmasının tarihi 27 Mayıs, öylesine mi seçilmiştir! S-400’lerin sevkiyat tarihi 12 Temmuz 1947 tarihinde ABD ile yapılan Türkiye yardım anlaşması da mı öylesine seçilmiştir! Peki, bunların tamamı rastlantı, öylesine ve sıradan diyelim! Peki, S-400’lerin 15 Temmuz hain kalkışma gecesinin ana üs merkezi konumunda olan Kazan ilçesindeki Akıncı 4. Ana Jet Üs Komutanlığının bugünkü ismi ile Mürted Üssüne indirilmiş olması da mı sıradan ve öylesine mi gelişmelerdir! Bu tarih ve uygulamalarda tüm küresel güçlere ve işbirlikçilere hiçbir mesaj yok mudur?! Artık karşılarında eski Türk Devleti yoktur!

S-400’ler bir hava savunma sistemi ve savunma silahıdır! Ancak, bu silah sistemi, Suriye sınırına yakın konuşlandırıldığında, konuşlandığı bölgeden itibaren, Suriye coğrafyasında, radar yeteneği ile 600 km ve  vuruş yeteneği ile 400 kilometre derinlikte etki ortaya koyarak bu ülke üzerinde uçan ve PKK – YPG’ ye destek veren her ülke savaş uçağını tedirgin edebilecektir!  Benzer bir şekilde,  S-400 hava savunma sistemi Akdeniz kıyılarına yakın bir bölgeye yerleştirildiğinde, radar sistemi ile 600 km ve  vuruş yeteneği ile 400 km derinlikte, Doğu Akdeniz’de kara suları, hava sahası, kıta sahası, münhasır ekonomik bölge gibi kavramları dışlayarak bölgenin tamamında hava sahasını kontrol edebilecek!.  Kıbrıs adasında konuşlanmış savaş uçakları dâhil, bölgedeki dengeleri değiştirebilecek, bölgede araştırma yapan Türk gemileri ve bu gemileri koruyan savaş gemilerinin de güvenliğini sağlayabilecektir!  S-400 hava savunma sisteminin Ege kıyısına yerleştirilmesi durumunda ise bu denizdeki stratejik denge bütünü ile değişebilecektir!

Türk Devletinin 15 Temmuz hain kalkışma gecesinden itibaren, devletin bekası ve milletinde birliği adına, yerli – milli ve bağımsız politikalar geliştirmesi tabii ki ülkemiz ve bölgemiz üzerinde hesabı olan tüm küresel güçler ve işbirlikçileri de rahatsız etmektedir! NATO; Türkiye’nin S-400 sistemini edinme kararının yaratacağı potansiyel sonuçlardan ötürü ENDİŞELİYİZ, diyor! Bu ifadeler hiç yabancı değil! Neden acaba?!  Avrupa Birliği de Türkiye’ye birliğe katılım sürecinde verilen mali yardımları da 2020’de kesmeyi planlıyormuş! Ne diyelim!  Artık karşılarında,  Emir alan ve kontrol edilen bir Türkiye olmadığını tüm küresel güçler idrak edecekler!

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin S-400’lerin gelişiyle birlikte başlatılan Pençe-2 Harekatı tüm küresel güçlerin denklemini bozacak ve denklem dışına itilmesini engelleyen bir TÜRK DEVLET AKLI operasyonudur! Yaşanan, parçalanmış bir Irak ve parçalanma sürecindeki Suriye’de sınır tayini ve tespiti operasyonudur! Hedef Irak ve Suriye sınırındaki SİNCAR bölgesidir!  Yeniden şekillenmekte ve değişmekte olan dünyada, S-400’lerin gelişi bir sonuç değil, Türkiye’nin kurulmakta olan yenidünya düzenine uyum sağlama gayreti ile ilgili yeni bir başlangıç, olduğunu düşünüyorum!  Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın; Başaramayacaksınız, milletimizi bölemeyeceksiniz, bayrağımızı indiremeyeceksiniz, vatanımızı parçalayamayacaksınız, devletimizi yıkamayacaksınız, ezanlarımızı susturamayacaksınız, bu ülkeye diz çöktüremeyeceksiniz, bu halka boyunduruk vuramayacaksınız, bin yıldır yürüdüğümüz bu yoldan bizi geri döndüremeyeceksiniz, ülkemizi hedeflerinden vazgeçiremeyeceksiniz, ifade ve vurgularının 15 Temmuz ihanet kalkışmasından sonraki süreçte Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet Kodları, Türk Devleti ebed müddet devam ilkesi ve 2023 vizyonu çerçevesindeki yerli ve milli gelişmeler olarak değerlendiriyorum!

Değişen Sistem Neden Tartışılıyor?!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1900’lü yılların başlarında bir önceki yüzyıldan kalma büyük sorunlarla boğuşa boğuşa ve  Çanakkale, Kurtuluş savaşı zaferlerinin akabinde  kurulmuştur!. Türk devleti, kurulduğu tarihten itibaren  yatırım ve kalkınma hamlelerine başlamış fakat 2. Dünya savaşında anlaşmalı iki kutuplu bir dünyanın dizayn edilmesi ile birlikte kendisine tanımlanan konum ve durumun dışına çıkamamıştır!. Türk Devleti Soğuk Savaş felsefesinin gereği olarak küresel sistemin kendisine tanımladığı küresel tanımlı alan dışına çıkmaya başladığı her dönemde bir darbe ile durdurulmuştur! Neden? Çünkü Türklerin tarih sahnesine yeniden, Türk denilince, Medeniyet, Adalet, Hakkaniyet ülküsü ve mazlum milletlerin de hamisi olarak bir daha çıkması istenmiyor! Tabii ki  bu darbeler sadece dış kaynaklı olmamış, içeriden de işbirlikçi ve destekçilerini  her zaman ya üretmiş ya da bulmuştur!. Tüm yaşanmışlıkların tecrübeleri ile 15 Temmuz hain darbe ve işgal kakışmasından sonraki süreçte devlet yönetimdeki zafiyetlerin giderilmesi için Yeni Kapı Ruhu ile şahlanan ve erkler ayrılığı değil erklerin güçlü birlikteliği ilkesi çerçevesinde yeni bir dönem ve yönetim sistemine geçilmiştir!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Osmanlı İmparatorluğunun bakiyesi olarak kurulması ve özellikle de tarihte kurulmuş olan tüm Türk Devletlerinde devletin bekası ve milletin birliği adına daha iyi bir yönetim sistemine geçilmesi için yapılan araştırma ve geliştirme çabaları hiçbir zaman bitmemiştir!  Neden? Bu arayış ve gelişme çabaları  her dönem devam etmiştir!. Neden? Çünkü bu arayış ve çabaların asıl gaye ve hedefi,  Türk Devleti ebed müddet devam ilke ve vizyonu çerçevesinde olmasıdır! Tüm mesele milli bekamızın ve milli varlığımızın güvenli ve istikrarlı şekilde sadece istikbale taşınmasıdır! Anadolu gibi zor bir coğrafyada baki kalabilmek elbette ki çok meşakkatlidir! Anadolu insanı da bu meşakkatlere bin yıldan beri taliptir! Kimi canları ile şahadet mertebesine erişmekle! Kimisi  de kanları ile  gazi şerefine nail olmakla!.  Anadolu gibi verimli bir coğrafyada tüm küresel güçler ve işbirlikçilerinin emelleri de halen devam etmektedir! Elbette ki bu sıkıntılı coğrafyanın sonsuza kadar Türk yurdu olarak kalması için bu vatanın öz evlatları her türlü sıkıntılara göğüs germiş ve halen de germeye devam etmektedir! Anadolu coğrafyası dün olduğu gibi bugün de dünyanın sıklet ve hegemonya hâkimiyet merkezidir!

Anadolu coğrafyasındaki yönetim sistemi tartışmalarını tarihte de görmekteyiz! Anadolu coğrafyasındaki demokrasi ve yönetim sistem serencamını şöylece özetleyebiliriz!  19. yüzyılda içine düştüğümüz sıkıntılı durum toplumun  huzurunu kaçırmış ve çok büyük miktarda  toprak kaybına neden olmuştur!.  Anadolu coğrafyasında,  1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanından bugüne kadar geçen 180 yılda devlet ve millet hayatını istikrara kavuşturmanın ve güvenceye almanın çalışmalarına şahit olmaktayız! Türk Devleti ve Türk Milletini, dışarıdan gelip yenemeyenler, içeriden işbirlikçilerle çözme girişimlerine halen direniyor! Neden? Merhum Erol Güngör; geçmişin olaylarını manalı bir bütün halinde yorumladığımız anda meselelere tarih şuuruyla bakmamız mümkün hale gelecek, nereden gelip nereye gittiğimiz hakkında bir fikir sahibi olunacaktır, şeklindeki  tarihi perspektifle bakabilmenin ve bugüne de daha net bir şekilde okuyabilmenin, anlayabilmenin ve yorumlayabilmenin,  tüm küresel ve işbirlikçi sinsi ve kirli oyunlara karşı  da strateji ve taktik geliştirebilmek zaviyesinden dikkate değer ve bir o kadar da manalı olduğunu  düşünüyorum!.    

Ekonomik ve siyasi istikrarı  temin edememiş Anadolu coğrafyasında, Tanzimat reformlarının yetersiz kalması ve  emperyalist güçlerin baskı ve dayatmaları sonucunda daha iyi bir yönetim arzusu çerçevesinde  1856 tarihinde Islahat Fermanı ilan edilmiştir!. Kökten, yerli ve milli çerçevede bir değişim ve dönüşüm olmadığı için daha sonraki süreçte Anayasa ve Meşrutiyet çalışmalarını görmekteyiz! Tüm bu yönetim sistemi değişim ve dönüşüm hamlelerinin arka planında ise devlet idaresinde birliği temin edilememiş paşalar arasındaki güç ve iktidar tartışmaları vardır! Neden? Paşalar neyi hedeflemektedir? Paşalar kim veya kimler adına tüm bu girişimlerde bulunmaktadır? Paşaların derdi nedir? Paşaların devlet yönetim sistemine bu kadar müdahil hale nasıl gelmiştir?  Tabii ki tüm bunları tarih ve tarihçiler yazacaktır! Tarihteki paşalar arasındaki yönetim sistem tartışmalarının bugün yaşamakta olduğumuz siyasi gerilim, sistem tartışması ve gelişmelerden bir farkı var mıdır? Elbette ki yoktur!   

Merhum Erol Güngör;  Süleymaniye’nin yapılması için Sinan gibi bir dehaya, Kanuni gibi bir hükümdara, Osmanlının organizasyon kabiliyetine ve yıllar süren emeklere ihtiyaç vardır. Ama ellerine birkaç sandık dinamit verilmiş iki geri zekalı bu yapıyı yıkmaya yeterlidir,  diyor!. 15 Temmuz hain darbe, işgal ve Anadolu coğrafyasını da tamamen küresel güçlere teslim gecesinden sonraki süreçte,  Türk Devlet Aklı ve kadim Türk devlet hafızasının denetiminde, Türk devleti ebed müddet devam ilkesi ve 2023 vizyonu çerçevesinde, devlet yönetimindeki erklerin zıtlığı değil erklerin güçlü birlikteliği yönetim sistemi için 16 Nisan 2017 tarihindeki Anayasa değişiklik referandum yapılmıştır!  24 Haziran genel seçimleri ve 9 Temmuz 2018 tarihinde resmen yürürlüğe giren, tüm kurum ve kurulları ile yerleşmeye başlayan Cumhurbaşkanlığı Hükumet sistemine yönelik, bugün eski ve yeni siyasetçiler tarafından gizli mahfiller ve basın önündeki tartışma ve eleştirilere şahit oluyoruz! Peki, neden? Merhum Erol Güngör hocanın ifadelerinde ki; ellerine birkaç sandık dinamit verilmiş iki geri zekalı bu yapıyı yıkmaya yeterlidir,  vurgularının Türk Devleti ve Anadolu coğrafyasına küresel güçlerin emelleri için dışarıdan yenemeyenlerin içeriden çözme hamlelerinin halen devam ettiğinin yeni yönetim sistem tartışmaları üzerinden yürütülmekte olduğunu düşünüyorum!

Türk Stratejik Aklı!.

ABD’li politikacı ve dış işleri eski bakanlarından Henry Kissinger; Eğer savaş tamtamlarını duymuyorsanız, sağırsınız demektir,  diyor!.  İlaveten 3. Dünya Savaşının yakın olduğunu da ifade ediyor!

ABD’li stratejist Zbigniew Brzezinski; Avrasya’ya hâkim olan dünyaya hakim olur, diyor!.

Tarihin seyri içerisinde, denizlere kıyısı bulunan ülkelerin yükseliş ve düşüş eğrilerinin denizdeki hakimiyetleri ile doğru orantılı olduğunu büyük Türk denizcisi Barbaros Hayreddin Paşa;  Denizlere hakim olan cihana hakim olur, diyor!.

Zira denizler, taşımacılıkta kestirme ve çok alternatifli güzergahlar sağlamasının yanı sıra, günümüzde petrol ve enerji boru hatlarının geçişinde  büyük imkan sağlaması ve teknolojik gelişmelerin de denizlerdeki enerji rezervlerinden yararlanmayı mümkün kılması ile hayati önem arz eden bir ağırlık kazanmış ve stratejik boyutları da derinleşmektedir!.

Sanayi devrimi ve seri imalatın gelişimi ile üretimde ihtiyaç duyulan enerji miktarı artmıştır!   Günümüze kadar devam eden süreçte, orta çağın takas aracı olan baharat yerini petrol ve diğer enerji unsurlarına bırakmıştır! 19. Yüzyılda enerji ve petrol rezerv coğrafyanın tamamına hâkim Osmanlı İmparatorluğu’nun bölünmesine ve yıkılmasına sebep olmuştur!  

Enerji faktörü, günümüzde uluslararası ilişkilerde barışın ve savaşın belirleyici bir unsur
olduğu için bulunduğu ülkeler kadar enerjinin taşındığı güzergâhları da etkin
ve güçlü kılmaktadır!  Kuzeyinde Rusya, doğusunda İran ve Hazar havzası, güneyinde Irak gibi önemli hidrokarbon rezervlerine sahip ülkeler ile batısında yer alan tüketim ihtiyacı sanayi ülkelerinin geçiş güzergâhı!.  Ve 65 ülkenin birlikte kalkınma ve kazan kazan hamlesi bir yol ve kuşak projesinin de kavşak merkezindeki Türkiye,  jeo-politik
ve jeo-stratejik olarak bugün de çok büyük bir önem ve konum kazanmaktadır!

ABD’li stratejist Zbigniew Brzezinski, Avrasya’ya hâkim olan dünyaya hâkim olur, felsefesi ve Avrasya’nın, büyük bir satranç tahtası olduğu varsayımından hareketle, bölgedeki oyuncu ülkeleri, Jeo-politik Mihver ve Jeo-stratejik Oyuncu olarak ikiye ayırır! Jeo-politik
Mihver olan ülkelerin önemlerinin, hassas coğrafi konumlarından kaynaklandığını
ve bu konumun önemli bir bölgeye girmek veya çıkmak için o ülkeye özel bir
değer kattığına işaret etmektedir! Bazı durumlarda ise bu konumun ülkelere
hayati bir önem kazandırdığına ve konu ülkelerin bazen bir bölge için koruyucu
kalkan fonksiyonu bulunduğunu, Türkiye ve İran,  jeopolitik iki mihver ülke olduğunu da
vurgulamaktadır!
 

Jeo-stratejik oyuncular ise ABD’nin çıkarlarını etkileyebilecek mevcut jeo-politik ortamı değiştirmek için sınırlarının ötesinde güç uygulama veya oyunu etkileme yeteneğine sahip ülkelerdir!  Jeo-stratejik oyuncu olan ülkeler maksatlarına ulaşmak için ABD’nin gücünü tartar, kendi çıkarları ile ABD’nin çıkarlarının örtüşme nispetini belirler ve daha sınırlı olan kendi Avrasya hedeflerini şekillendirir!  

Jeopolitik mihver olan Türkiye ve İran, aynı zamanda iki Jeo-stratejik oyuncu olarak nitelendirir ancak Jeo-stratejik oyuncu ve Jeo-politik mihver ülkelerin bu durumlarının kalıcı ve sabit olmadıklarını da
ifade etmektedir!

Avrasya’ya hakim olan dünyaya hakim olacağına ve Avrasya da büyük bir satranç tahtası olduğuna göre, Avrasya’nın genel özelliklerine şöylece bir bakalım! Avrasya neden çok önemlidir?

ABD’li stratejist ve uzmanlar, Avrasya bölgesine neden bu kadar önem atfediyor? Avrasya dünyanın en büyük kıtası ve jeo-politik eksen bir coğrafyadır!. Avrasya’ya egemen olan güç, dünyanın en gelişmiş ve ekonomik olarak en üretken üçte ikilik bölgesini kontrol eder!

Avrasyayı kontrol eden Afrika’ya da egemen olur!. Dünya nüfusunun %75’i Avrasya’da yaşamaktadır! Dünyanın fiziki zenginliğinin çoğu bu bölgededir!. Avrasya dünyanın gayrisafi hasılasının %60’ ına ve dünyanın bilinen enerji kaynaklarının dörtte üçüne sahiptir!  

ABD’den sonra dünyanın altı büyük ekonomisi ve ABD dışındaki bütün nükleer güçler Avrasya’dadır!. Tüm bu saydığımız nedenlerle Avrasya, dünyanın hegemonya ve küresel üstünlük için sürdürülen gayretlerin elbette ki satranç tahtasıdır!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu tarihten itibaren ABD ve Avrupalı bilim adamları ve strateji uzmanlarının kendisi için belirlemiş olduğu stratejik çerçevenin dışına çıkamamıştır! Çıkmak istediği her dönemde ise bir darbe veya inkıta ile karşı karşıya kalmıştır! 

Avrasya bölgesine hakim olmakla dünyaya hakim olmayı planlayan küresel güçler,  Avrasya’nın da anahtarı konumundaki Türkiye’de sürekli olarak bir kaos ve kriz üretecekleri de ifade etmekteler! Aksi halde Türk Devletini durduramayacaklarını biliyorlar! 15 Temmuz hain darbe ve işgal gecesi Türk Devleti ile olan işleri tamamen kapatılmak istenmiştir! Türk Devleti karanlık gece resmen teslim alınmak ile yüz yüze kalmıştır!

Türkiye tarihin, coğrafyanın ve kültürün kendisine yüklemiş olduğu sorumluluktan kaçamaz!  Türkiye, Türk dünyasının en önemli ülkesi, Selçuklu ve Osmanlı Devletinin de mirasçısıdır! Türkiye,  kültürler ve coğrafyalar arası bir köprü ve resmi olarak, Atlantik bölgesinde fiilen de Avrasyacı bir konumdadır!  Türkiye, aynı zamanda ne o, ne de bu, başlı başına Türk ve Türkiye olmaya da mahkumdur! Başkaca bir tercihi de yoktur!

Türkiye gibi tarihi olan bir ülkenin stratejisinin de kendisine özgü olmak mecburiyeti vardır! Hatta Türk Devletinin açık stratejisi ile mahrem stratejisi arasında büyük fark olması da gerekir! Herkesin bilmesi gereken açık stratejisi farklı, bazı kurum ve kuruluşların bilmesi gerekenler daha farklı, hiç kimsenin bilmemesi gerekenler ise daha da farklı olmak zorundadır! Bugün olduğu gibi!.

Türkiye, 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, kadim Türk Devlet Aklı ve Türk Devlet hafızasının  kontrol ve denetiminde, Türk Devleti ebed müddet devam ilkesi ve 2023 – 2053  ve 2071 vizyonu çerçevesinde,  Akdeniz, Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve sınırlarımızdaki tüm küresel kirli oyun, plan  ve hesaplara yönelik olarak, ABD’li stratejist Brzezinski, Türkiye Stratejik Mihver durumundan her an Stratejik Oyuncu konumuna geçebilir, ifadelerinde olduğu gibi, Devletin bekası ve Milletin Birliği için,  ‘Yeni bir Türk Stratejisi” ile hareket etmekte olduğunu düşünüyorum!.