Bitki Koruma ve Zirai İlaç Takip Sistemi!

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Konya İL müdürlüğü uhdesindeki Bitki Koruma Ürünleri Takip Programı Eğitim ve Sektör Bilgilendirme Toplantısına,  Gıda Kontrol Genel Müdür Yardımcısı    Dr. Yunus Bayram,   Ziraat Mühendisleri ve Ziraat  Odası başkan ve yönetim kurulu üyeleri, İl müdürlük personeli,  bitki koruma ürünleri konusunda şehrimizde faaliyet gösteren beş yüze yakın firma temsilcisinin katılımlarının olduğu bir program düzenlenmiştir. Toplantıya emeği geçen, başta Konya Gıda Tarım İL Müdürü olmak üzere, Bitki Koruma şube müdürlüğü tüm personeli ve değerli katılımcılara da teşekkürlerimi sunar,  bilgilendirme toplantısının hedeflerine ulaşma noktasında büyük bir katkısının ve faydasının olacağına inancımı buradan tekrar etmeyi bir borç bilir ve başarılar dilerim.

Şehrimize yapılan bu toplantıdaki katılımcı tüm sektör temsilcilerine, Bakanlık tarafından bu yıl yürürlüğe giren, Bitki Koruma Ürünleri Takip Programı hakkında;   Ruhsatlandırma, etiketleme, ambalajlama, satış, ithalat, kontrol gibi konularda yaşanan problemler!  Uygulamaya konulan mevzuat ile birlikte gelen yenilikler ve değişiklikler!  Bitki koruma ürünlerinin üretici ve ithalatçıdan başlamak üzere toptancı – bayi ve üreticiye kadar olan süreçte takibinin sağlanması amacıyla hazırlanmış ve bu programın tanıtılması, uygulanması, programa veri girişlerinin nasıl yapılacağı!  Kare kod siteminin oluşturulması için tüm gereklilikler gibi konuları da kapsamaktadır.

Ülkemizde, zirai mücadele amacıyla kullanılan bitki koruma ürünlerinin ruhsatlandırılması, kontrolü, imali, ithali ve satışı ile ilgili iş ve işlemler, 5996 sayılı “Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu” ve buna bağlı olarak çıkarılan Mevzuat hükümlerine göre Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığımızca yürütülmektedir.  Türkiye genelinde Bakanlığa kayıtlı sekiz bin adet firma bulunmaktadır. Bu firmalardan Bin adedine konu ile daha önceden eğitim ve bilgilendirme programları da düzenlenmiştir.  Şehrimizde Gıda Tarım İl müdürlüğü sistemine kayıtlı 320 firma bayi olup, 288 adet perakende, 32’si toptancı bayi ve iki adet de üretici firma bulunmaktadır.

Gıda Tarım Bakanlığı, Gıda Güvenliğinin sağlanması, bitki ve bitkisel ürünlerde kalıntı probleminin önlenmesi için bitki koruma ürünlerinin üretim aşamasından piyasaya arzına ve son kullanıcıya kadar geçen tüm süreçlerin izlenebilmesi, bitki koruma ürünü satışının kontrol edilebilmesi ve böylece bitki koruma ürünlerinin tavsiye dışı kullanımının önlenmesi önem arz etmektedir.   Bu hedefler doğrultusunda, “Bitki Koruma Ürünleri Takip Programını” hazırlamıştır. 

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığımızca hazırlanan, Bitki Koruma Ürünleri Takip Programı nedir,  neleri kapsamaktadır, sektöre ve halk sağlığına faydaları noktasında kabaca incelemeye çalıştığımızda!  Uygulamaya geçilmesi planlanan bu sistem ile sahte, taklit ve tağşiş edilmiş ürünlerin üretimini, satışını engelleyerek, halkımızın güvenli gıdaya ulaşmasını amaçlanmaktadır. Etiket üzerinde iki adet numara bulunacak; Birincisi açıkta görülebilen, diğeri ise etiket üzerinde başlangıçta kapalı olarak bulunan numaradır. Kapalı olan numara tüketicilerin satın aldıkları ürünlerin güvenilirliğini sorgulamaları için kullanılmaktadır. Bakanlık tarafından yönetilen ve kapsam dahilindeki ürünlerin sahteciliğinin önüne geçilmesini sağlayacak olan Ürün Takip ve Doğrulama Sistemi  etiketleri, üretim ve ambalajlama hatlarını da uygulanmaya başlanacaktır.

Bakanlık tarafından hazırlanan, Gıda Kontrol genel müdürlüğü ve şube müdürlüklerince denetim ve takibi sağlanacak olan, Ürün Takip ve Doğrulama Sisteminin; Öncelikli faydalarının başında, Tüketici ve Hasta güvenliği gelmektedir. Piyasaya giren tüm ürünlerin kontrolü ve denetimi ile kaçak, kalitesiz ve güvenilir olmayan ürünlerin tedavülden kaldırılması için çok önemli rol oynamaktadır. Hatalı, sahte veya bozulmuş ürünün tüketici veya hastaya ulaşmadan önce dolaşımdan kaldırılması hedeflenmektedir. Etkin bir denetim sonucunda yapılan kontroller sayesinde tüketicinin ve hastanın güvenliği sağlanacaktır. ÜTS sayesinde ürünün nereden temin edildiği ve ürün hakkında temel bilgilere erişim sağlanabilecektir. Tüketici veya hasta tarafından gelecek geri bildirimler ile sorunlar anlık olarak tespit edilebilecek ve sistem sayesinde Sağlık Bakanlığı ve ilgili kuruluşlar kısa ve uzun vadeli planlamaları kolaylıkla yapılabilecektir. Bu proje sağlık politikalarının belirlenmesinde de önemli bir rol oynayacaktır.  Ürünlerin ülke ekonomisine katkısı da ayrı ayrı ölçülebilmektedir.

Türk Üçgeni; Kuvayi Milliye Ruhu!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti,, kurulduğu tarihten itibaren, küresel güçler ve  içimizdeki işbirlikçiler, devletin tüm   yönetim ve kontrol mekanizmasında etkin olduklarına şahit olmaktayız.  Türkiye Cumhuriyeti devleti, milleti ile bütünleşme ve kalkınma hamlelerine giriştiği dönemlerde ise mutlaka bir darbe veya muhtıra karşımıza çıkmaktadır! Türkler tarih sahnesine tekrardan büyük bir oyuncu olarak çıkmaması planlanıyordu! Türklerin tarih sahnesine yeniden çıkmaları,  tüm mazlum coğrafyada Adalet, Hakkaniyet ve Kadim medeniyet olarak karşılık buluyordu!  Bu kadim medeniyet,  kültürel ve gönül coğrafyasındaki bağlarının da koparılması gerekiyordu. Yaşadıklarımız tüm bunların haberciliğinden başkaca bir şey değildir!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milletini, geçmişte darbelerle durdurmayı ve yönetimde söz sahibi olmayı hedefleyen, küresel güçler ve işbirlikçiler, 15 Temmuz tarihinde,  bu ülkede inkıtalara, darbelere ve post modern darbeler tarihine,  bir son nokta koymayı da planlıyordu! Yani Türkiye ve Türkleri,  bu defa tamamen teslim almayı hesap etmişlerdi! Hesaplarında olmayan şey, bu milletin tarihinden gelen, bağımsızlık ve istiklaline olan aşkı ve bu aşkına erişebilmek için de her türlü sıkıntılara göğüs gerebilecek bir ruh ve yapıda olmasıdır! 15 Temmuz tarihinde,  bu devlet ve milletin küresel güçlere teslimiyetini  beceremeyenler, sınırlarımızda terör örgütleri üzerinden hain emellerine erişebilmek için halen bu saldırılarına ve planlarına da devam etmekteler! Duracaklar mı? Hayır?  Gelmeye ve artarak gelmeye de devam edecekler! Ne zamana kadar? Bu asil milletin, Birinci dünya savaşı akabinde ki anlaşma maddeleri dikkate alınarak, ülkenin her bir karesi de işgal edilmeye kalkışıldığında, bağımsızlık ve istiklalini elde etmek,  yeniden bir devlet kurmak için tüm vatandaşlarımızla birlikte ki seferberlik ve savunma ruhu olan;  Kuvayi Milliye ruhu canlanıp harekete geçene kadar!

Birinci dünya Savaşı yılları ve savaşın akabinde ki anlaşmanın bir maddesine kabaca bir bakalım.  1918 yılı sonlarına doğru ittifak devletlerinin savaşı kazanma umutları kalmamıştı. Almanya 3 Ekim 1918’de ateşkes önerisinde bulunmuştur! Yapılan görüşmeler sonunda Agamemnon zırhlısında, 30 Ekim 1918 günü Mondros ateşkes antlaşması imzalandı. 31 Ekim günü yürürlüğe giren ve 25 maddeden oluşan, 7. maddesi ile bir tehdit karşısında, Osmanlı topraklarındaki stratejik noktaları işgal etme hakkının İtilaf devletlerine verilmesiydi. Bu durum Osmanlı devletinin daha barış antlaşması bile beklenilmeden anlaşma devletlerince parçalanıp paylaşılacağının da bir göstergesi olmuştur. Türk devletini ve milletini, tarih sahnesinden silmeyi ve parçalamayı planladıkları  7. Madde;  İtilaf devletleri güvenliklerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkarsa, herhangi bir stratejik noktayı işgal edebileceklerdir.

Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra, İtilaf devletleri 7. Maddeye dayanarak yurdumuzu işgal etmeyi, Türk milletini ortadan kaldırmayı ve Türk vatanını paylaşmaya da kararlı olduklarını göstermişlerdir. Diğer yandan ateşkes hükümleri gereği, Osmanlı ordusu terhis edilmiş ve ülkede işgallere karşı koyacak düzenli askeri birlikler de kalmamıştır!  Türk vatanı işgal edilmiş, Türk milletinin can, mal ve namus güvenliği de kalmamıştır! Türk milletinin hayat ve hakimiyet hakları da yok sayılmış! Bunun üzerine savunmasız kalan Türk milleti her türlü imkansızlığa rağmen, bağımsızlık ve istiklali için harekete geçmiştir. Türkler bulundukları yerleri savunmak ve buraların da Türk yurdu olduğunu kanıtlamak amacıyla, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve Kuvayi Milliye birliklerini kurmuşlardır. Türk milletinin bağımsız yaşama isteğinin ve vatanseverlik duygusunun eseri olarak ortaya çıkan bu direniş azmine “Kuvayi Milliye Ruhu” adı verilmiştir. Milletimizin bağımsızlığını yeniden kazanmak için giriştiği silahlı mücadeleye de “Kuvayi Milliye Hareketi” olarak isimlendirilmektedir.

Dün yaşanmış olanların, bugün yaşadıklarımız ve halen de yaşananlardan bir farkı var mıdır? Sınırlarımızda küresel güçler tarafından kurulan ve desteklenen terör örgütleri neyin peşindeler?  Türk yurdu yüz sene önce olduğu gibi her bir koldan küresel taşeronlar tarafından saldırı halindedir!   Yedi düvel, vekalet orduları üzerinden,  yedi cepheden saldırıya geçmiştir. Türk milleti fert fert ne yapması gerekiyor sorusuna verilmesi gereken cevabı bir siyasi partimizin lideri sarih bir şekilde açıklamaktadır!  MHP Lideri Devlet Bahçeli’ye “Sizi siyasete sokan şey nedir” şeklinde soru yönelten bir gazeteciye; “Kuvayi Milliye Ruhu” demiştir. Kuvayi Milliye;  Devleti ve milleti yok etmeye, işgale ve parçalamaya yönelik bir saldırı sırasında mücadele için kurulmuştur. Biliyor musunuz? MHP Lideri Bahçeli;  Milletvekili olduğu tarihten itibaren, Devletten hiç maaş almıyor, hepsini de hayır kurumlarına bağışlamaktadır!

 

Ilımlı İslam Nereden Geliyor?

İslamın ılımlısı mı olur dediğinizi de duyar gibiyim! İslam sadece ve sadece İslam’dır; Hz. Allah tarafından orijinal hali ile geldiği ve Hz. Peygamber efendimiz vesilesi ile de tüm insanlık ve inananlara da gönderildiği şekilde! Günümüzün Küresel güçleri ve tarihteki ehli kitap mensupları,  gelecek olan ahir zaman peygamberi, kendi ırk ve dinlerinden olmayınca,  İslam dini ve samimi müntesipleri ile her daim bir kavga ve savaş ortamında bulunmuşlardır. Acaba neden? Yoksa inandığınız ve sizlere de kitap gönderen Sonsuz Kudret Sahibi Allah, sizin ırk ve mensubiyetinizden bir peygamber göndermesi için anlaşma mı imzalamıştınız? Olabilir mi böyle bir şey? Tabii ki mümkün değildir! İman ve inanç çok ince bir detaydır, aslında! İslam dini ve samimi müntesipleri ile tarihteki yapılan  her bir kavga ve savaşı da bu güçler kaybetmek zorunda kalmışlardır.  Nasıl olabilirdi? Sayıca ve kuvvet olarak üstün olanlar nasıl yenilebilirdi? Olamazdı böyle bir şey!  İslam dini müntesiplerinin samimi ve ihlaslı olmaları imkan vermemiştir, bu yenilgilere! İslam ve müntesiplerinin yenilgiye uğradıkları tüm zamanları, kabaca bir incelediğimizde, İslamın özünden uzaklaşmaları, Hz. Allah ve son Peygamberinin emir ve yasaklarını da dinlememeleri, müntesiplerinin de samimi olmayan fiil ve davranışlarından kaynaklandığına da şahit oluruz. Hemen aklımıza gelen bir örnek; Hz. Peygamber efendimizin, Uhud savaşında, Okçular tepesine yerleştirmiş olduğu sahabelere, yerlerinizi hiçbir şekilde terk etmeyin emrine rağmen, savaşın kazanılmaya başlandığı ve ganimetlerden bizler de şahsi olarak istifade edelim düşüncesi ile yerlerini terk etmeleri sebebiyet vermiştir; bu savaşın ve tüm savaşların da kaybedilmesine!

Küresel sistem uzun yıllardan beridir İslam dini ve müntesiplerini yenebilmenin veya üstün gelebilmenin bir yolunu bulabilmek için her yola başvurmuşlardır. Bu yollardan bir tanesi de bu dinin müntesiplerini inandıkları dinden uzaklaştırma veya bu dine yönelik imanı esaslarda değişiklik ve hurafe girişimleri her zaman olmuştur.  Peygamber efendimizin irtihalinden sonra hak olan dört ameli mezhep haricinde ilave ve uydurma mezhepler ortaya çıkarılma girişimlerini de görmekteyiz. Küresel sistem ve ahir zaman peygamberine inanmayan ehli kitap tüm bu girişimlerini neden yapmaktadır? İslamın tüm esasları ve hükümleri, insanlığa ve yeryüzüne hakim olduğu takdirde, bunlar zulümlerini yapmayacaklar ve yeryüzünde hüküm de süremeyeceklerdir! Tüm mesele budur aslında!

İslam dini ve müntesipleri üzerindeki imanı ve ameli noktadaki oynama girişimlerine tarihe kabaca bir baktığımızda, 1.500’lü yıllarda Hindistan bölgesinde, Ekber Şah dönemi karşımıza çıkmaktadır. Moğol istilası, bölgesindeki tüm ülkeleri tarihte eşine rastlanmadık biçimde yıkıma uğratmıştı. Bu istiladan kurtulabilen birkaç şanslı ülkeden birisi de Hindistan’dı. Yönetici ve zengin sınıf bu istilayı çok çabuk bir şekilde unuttu! Zenginler zevk ve sefahate düştü! Haram yollardan para kazanma ve harama harcama da olağan hale geldi! Zulüm ve zorbalık hakim oldu! Allah’a iman ve İslam dininden uzaklaşma tırmandı!  Ekber Şah; İyi bir savaşçı olduğu kadar, iyi bir de ıslahatçıydı. Dinleri incelemek için kırk kişilik bir komisyon kurmuştu; Müslüman âlim, edîb ve mutasavvıflarla, Mecusi, Hindu, Budist ve Hristiyan bilginlerini toplayarak dini konularda tartışmalar yaptırmaya başladı. Bu toplantıların sonunda;  1582 yılında Ekber Şah, bütün eyalet valilerinin önünde “Din-i İlahi” ( Tanrısal Din! ) diye  çakma – uydurma bir din kurduğunu resmen ilan etti! Yeni Sahte ve Uydurma  dini şöyle savunuyordu; Hak, doğruluk gibi evrensel gerçekler yalnız ve sadece bir dinde bulunamaz!  Bunlar her din ve millette bulunur! O halde her dinde hak ve gerçek olan ne varsa alınmalı, bunlardan, hepsini bir araya toplayan tek bir din meydana getirilmeli, bütün insanlarda ona çağrılmalıdır! Böylece, milletler ve dinler arası anlaşmazlıklar da son bulacaktır! Yeni dinin temeli her ne kadar, bütün dinlerin iyi tarafları alınacak   diye atıldıysa da bu dinde İslâm’dan başka her dine yer vardı!   Ekber Şah’ın oğlu Cihangir, kendisine saygı secdesi yapmadı diye Kevalyar Hapishanesi’ne attırdığı İmam Rabbani’nin fikirlerinden etkilendi ve kabul etmek zorunda kaldı.  Şah-ı Cihan adıyla yerine geçecek olan oğlu Hürrem’i de onun müritleri ve talebeleri arasına kattı. Artık devletin İslâm’a karşı kini, saygıya dönüşmeye başlamıştı.  İmam Rabbani’nin başını çektiği hareketle, Ekber Şah’ın Din-i İlahi’si, adamları ve çevresi tarafından uydurulan bütün bidat ve sapıklıklarıyla beraber son buldu ve İslâm, Hindistan’da aslına rücu etti.  İmam Rabbani, İkinci Bin Yılın Yenileyicisi (Müceddid-i Elf-i Sani) unvanını hak etmiş bir büyük âlim ve velidir. Ekber Şah’ın ölümünden sonra eski gücünü kaybeden onun uydurma Din-i İlahi’si bir müddet sonra tamamen ortadan kalkmıştır.

Günümüze geldiğimizde, ülkemizde, küresel bir proje çerçevesinde yürütülen, dinler arası diyalog, hoşgörü, medeniyetler ittifakı, kültürler arası iletişim adı altında yapılan toplantı ve konferanslara ne demelidir?  15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi ile bu devlet ve asil millet, tamamen teslim alınmaya çalışılmıştır. 15 Temmuz hain işgal girişimi ile küresel sitem ve işbirlikçileri, başarılı olsalardı, bu topraklardaki mezkur toplantılar adı altında yürütülen, ılımlı İslam projesi de bu ülkede tamamlanmış ve taçlandırılmış olacaktı. 1000 yıllardan beridir yeryüzünde; Adaletin, Hakkın, Doğrunun ve İslamın bayraktarlığını yapan bu asil millet, 15 Temmuz gecesi kendisine biçilen, Ilımlı İslam elbisesini parçalayınca, küresel sistem, bölgemizde kendilerine bu yöndeki çalışmaları için başka aracılar ve uşaklar bulma girişimleri devam etmiştir! Suudi Arabistan da son günlerdeki ılımlı İslama  geçiyoruz, açıklamalarına ne diyorsunuz? Anladın mı şimdi; Küresel sistem, yıllardan beridir sahte ve uydurma mezhepler üzerinden bu bölgedeki girişim ve çalışmalarını! Küresel sitemin tüm bu çabaları, ne için yapmaktadır? İslamın özünü ve imanı esaslarını da değiştirmeden, küresel sistemin özellikle de bu bölgede başarılı olabilmesi, adalet adına dünya milletleri üzerinde hakimiyet kurabilmesi, emperyalist ve hegemonyal duruşlarını devam ettirmesi ve etkili olabilmesi de mümkün görünmemektedir! Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah nurunu tamamlayacaktır!  Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah, son ve HAK din olan İSLAMI ve ahir zaman peygamberi Hz. Peygamber efendimize karşı olan imanı esasları ve inanç sisteminin de tahrif edilmesine hiçbir zaman ve hiçbir şekilde müsaade etmeyecektir! Küresel sitem ve işbirlikçilerine duyurulur! Böylece de bilinmelidir!

 

Aramco Savaşı!

Dünyamız her 100 yılda bir yeniden  dizayn ve güç gösterimlerine sahne olmaktadır. 1. Dünya Savaşı sonunda, aslında daha savaş başlamadan önce bu bölme ve parçalama planlanmış ve kendi  aralarında    anlaşılmıştı. İngiltere ve Fransa; Orta doğu, Güney Afrika ve Ön Asya bölgesindeki devletleri, Osmanlı İmparatorluğundan, bağımsızlık ve hürriyet teraneleri ile koparmak suretiyle, sömürge valilerinin de atanması maharetiyle yönetilebilir bir durumda olmaları için küçük küçük  devletçikler haline getirmişlerdir.  Küresel Güçler zaviyesinden, Söz dinleyen ve yönetilebilir olmak için  de öncelik ve yeter şart devletçik olabilmektir. Bölgemizde  bu plan ve hesaplar doğrultusunda  kurmuş oldukları  terör örgütleri üzerinden devam eden savaşın adı;  Asimetrik bir Savaştır!

2. Dünya savaşının akabinde ise bu paylaşım ve sözünün de dinlenilmesi gereken  devletler arasına ABD’de dahil oldu!. İngiltere ve Fransa’nın boşalttığı bölgelere  artık bu yeni güç yerleşiyordu.  Arka  planda  bu iki eski güç ile yeni küresel güç arasında, gizli  bir anlaşma var  mıdır, tabii ki bilemiyoruz! 2. Dünya savaşı dünya devletleri ve halkları açısından  yeni bir paylaşım ve güce sahne oluyordu; Değişen bir şey de yoktu!  Bölge halklar için; Zulüm,  Ölüm, Açlık,  Yoksulluk ve daha  ne sayabilirseniz artık!  Sadece isimler  değişiyordu!

2. Dünya savaşında sonra, ABD kurmuş olduğu SWİFT sistemi ile dünya üzerinde bir uçtan bir uca gönderilecek “”bir Dolarlık””   havaleyi dahi kontrol altına alabiliyordu. Bu nasıl olabilirdi?  ABD aynı sistemin bir önceki aşaması olan, Yine Dünya üzerindeki tüm ticaretin de “Dolar” üzerinden yürümesini de sağlama almıştı. Bu sisteme  itiraz eden bir devlet  başkanı veya yönetimler anında darbeler  veya başka yöntemlerle bir şekilde devriliyordu!  17 – 25 Aralık tarihinde  ülkemizde Halk Bankası üzerinden yapılan operasyona ne demeli?!  Bir başka devlet ile olan ticaretimi BARTER sistemi şeklinde yapamaz mıyım?  Bu tarihten  bir kaç gün sonra ABD’li bir  finans yetkilisinin ülkemizdeki banka yöneticilerine savurduğu salvolarına  neler demeli! Bu nasıl bir güç ve sistemdi?

2. Dünya savaşından sonra Sovyetler Birliği ile anlaşmalı olarak  paylaşım ve etki alanları da bölüşülmüştü! Ne ala memleket!  Bir taraf Komünizm gelecek tehdidi,  diğer taraf da kapitalizm gelecek ve sizleri ezecek, sömürecek diye  diye ne güzel gidiyorduk! Ne zaman,  iki Almanya birleşti ve Sovyetler birliği de  dağıldı, hesaplar şaşırmaya başladı! Yine bir güç bizler farkında olmadan bu sisteme de müdahale etmişti! Dünya halkları olarak zaten hiç bir şey anlamıyor, idrak da edemiyorduk! Yine bir mizansen oynatılıyordu!

Bölgemizdeki  devletlerin toprak bütünlüğü ve yönetimlerinin de devamlılığından bahseden aynı güçlere bir bakar mısınız?!  Bölgemizdeki devletlerin, Toprak bütünlüğünden bahsederken,  250 – 350 bin kişilik bir orduyu donatacak,  4 bine yakın TIR  dolusu silah ve mühimmatı herhalde  bu topraklarda  “AV”  yapmak  için   yığıyorsunuz?!  Burada da filmin bir başka sahnesinin mizanseni oynatılıyordu! Tabii ki bizler yine de idrak edemiyorduk; 100 yıllardır edemediğimiz gibi!

ABD,  dünya üzerindeki  bir  dolar hareketini, havalesini   ve ticaretini bu günlere kadar nasıl kontrol altına alabiliyorsa, şimdi de Petrol ve Doğal gazı  da aynı şekilde  yönetebilmek için bir savaş veriyordu. Suudi Arabistan’da tutuklanan prensler  ve iş adamlarına ne demeli? Bu yeni sisteme itiraz eden her bir birey ve devlete müdahale ediliyor, tutuklanıyor, hesaplarına el konuluyor  veya temizleniyordu!  ABD,  Dünya üzerinde bir litrelik Petrol ve Gazı da artık Kontrol edebilmenin savaşı veriliyordu!

Çin,  Suudi  dev petrol şirketi  olan Saudi Aramco’ya halka arz ile ilgili yüzde 5′ lik rakama 200 milyar dolardan başlayan teklifi  500 milyara kadar çıkabileceğini verdiği gün,  bölgemizde yer yerinden oynamıştı! Dünyanın diğer güçleri, 100 yıllardır oldukları bölgemizdeki halının altlarından çekilmekte  olduğunu anladı ve  anında bu işe müdahale etmek zorunda kaldılar!

Aramco  petrol şirketi maharetiyle,  Dünya üzerinde yeniden bir Hegemonya kurulmaya çalışılmaktadır.  Aramco çatısı altında dünyadaki tüm  petrol  üreten ve ihraç eden  şirket ve devletlerinin tamamı  toplanmaya çalışılıyor!  Bu çatı altında toplanmaya itiraz edenlere neler olduğunu sadece film izler gibi seyrediyoruz! 65 ülkenin birlikte kalkınma hamlesi olan tarihi İpek Yolu, yeni  BİR YOL – BİR KUŞAK projesi Aramco petrol şirketi  ile başka bir açıdan kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır!  

Dünyada dolaşan Parayı Swift  sistemi ile kontrol edenler, petrol ve gazı da Aramco ile denetim altına almak istiyorlar!  Aramco’ya itiraz  küresel güçlerin varlığına saldırı olarak algılanmaktadır! Anladın mı şimdi bölgemizdeki kavgayı?  Anladın mı şimdi prenslere neler olduğunu? Anladın mı şimdiki savaşın büyüklüğünü? Anladın mı şimdi bölgemizde dönen  planları – hesapları ve kara bulutları? Ne için yapılıyor? Petrolü, Gazı ve Parayı;  Kontrol ve denetimleri altına alabilmek için! Bölge Halkları  mı? Kimin umurunda ki?!

Yeniden Diriliş için GÖNÜLLERE GİRMEK!

Hafta sonu,   AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın  Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım, TBMM Başkanı İsmail Kahraman, Bakanlar ve beraberindeki heyet ile birlikte, Konya  Belediyeleri ve diğer kamu kurumlarımızın  yatırımlarının olduğu  bir dizi toplu  açılış  ve AK Parti eski  İl başkanı istifasının  ardından,  İl başkanı  olarak atanan Hasan Angı başkanlığında ki  yeni oluşan Konya İl yönetimi ile birlikte tanışma ve istişare toplantısına katıldı. Hasan Angı  abimizin başkanlığındaki AK Parti İl yönetimini de Tebrik eder,  Başarılar dilerim. Konyanın bu davaya olan desteği  ve duruşunun  konumundan kaynaklı olarak da başarı çıtalarının çok yüksek olması münasebeti ile çok  çetin,  zorlu ve bir o kadar da kutsal bir görevi de uhdelerine aldıkarını da vurgulamak isterim.

 

Konya,   şehir olarak bu kutlu  davaya her daim desteklerini esirgememiştir. Konya muhafazakar davanın aslında mihenk merkezidir. Sayın Cumhurbaşkanımız  da kadim  şehir Konya’nın  tüm bu özellikliklerini de dikkate alarak çok yoğun ve nitelikli bir   devlet kadrosu  ile bu  kadim başkent şehire resmen çıkarma yapmışlardır. Öncelike ve özellikle,  hafta sonu böyle bir bayram havasını,   herhangi bir  seçim dönemi de olmamasına rağmen,  yoğun bir katılım, sevgi ve coşku seli  ile karşılayan  tüm Konyalılara  da,  bu coşkuyu yaşatan Sayın Cumhurbaşkanımız ve diğer devlet erkanına da teşekkürlerimi sunar,  bu devletin bekası ve milletin birliği, beraberliği  ve kalkınması için harcanan tüm efor ve çalışmaların da  her bir ferdine de  ayrı ayrı teşekkür eder, başarılar dilerim. Sayın Cumhurbaşkanımızın Konya’ daki konuşmalarının detaylarına da çok girmek istemiyorum. Sadece bir cümle ve ifafelerinin, bu şehirdeki tüm taşeron ve işbirlikçilere  karşılık çok büyük bir mesaj,  çok manidar ve dikkate değer olduğunu da düşünüyorum. Konya bizi Sever, biz de Konyayı   ve Konyalıyı  Severiz. Konya dünya üzerindeki Merkez, Kavşak, Başkent ve Hz. Peygamber efendimize de Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah tarafından önerilen belde-i muhayyere olan kadim üç  şehirden birisidir.

Sayın Cumhurbaşkanımızın her platformda ifade ettiği,  Gönül ve  Hoşgörü  şehri  Mevlana diyarında  ve özellikle de   Mevlana meydanında  tekraren ve üstüne de basarak  vurguladığı; yatrımlar, çalışmalar tamam,  bunların hepsi  olacak ve oluyor da, fakat bu kutlu  davanın  temsilcileri olarak  sizler ve bizlerin, asıl ve öncelikli olarak   yapması  gereken,  acil ve ivedi işimiz, milletimizin gönlüne girmeliyiz,  sözlerini de çok önemsiyorum. Küresel güçler, gönüle girmek  işinden pek anlamadığı veya  her şeyi ama her şeyi de bilimsel  metod ve  kavramlarla  da açıklamaya, gönüllere girmeyi de  bilimsel çalışmalar  üzerinden sonuca gitmeye çalıştığı için; Devlet ve Millet olarak, Bin yıllık Gönül Coğrafyamızda  ki yapmaya çalıştığımız tüm insani yardım,   diğer  yatırımlar ve çalışmaları da anlayamıyorlar. Tabii ki  anlamalarını da beklemiyoruz! Anlamış olsalar,  zaten dünya da ne bir savaş  olur, ne bir mazlum ve mağdurun  gözyaşı  akar, bir damla petrol ve doğalgaz için dünya üzerinde ne  bir insan ölür ve ne de bir damla   kanı akar!

Türkiye Cumhuriyeyi Devleti olarak, Dünyanın süper gücü ABD’den  sonra insani yardım noktasında yakın takiple hemen ikinci sıradayız. Neden? Çok mu zenginiz?  Çok mu paramız var? Hayır!  Dünyanın her bir bölgesindeki Gönül coğrafyamızı unutmamak ve Dualarına da talip olmak için, yapıyoruz tüm bunları! Sen ne zannetmiştin ki? Anladın mı şimdi ne  demekmiş  mazlum –  mağduru kucaklamak ve gönüllere girmek? Anladın mı şimdi Sayın Cumhurbaşkanımızın  sürekli olarak  neden gönüllere girmekten dem vurduğunu? Anladın mı şimdi, neden Somalideyiz,  neden Arakandayız,  neden Suriye’de, neden Afrika’da, neden Balkanlar ve  dünya üzerinde ki mazlum – mağdurun olduğu her bir bölgedeyiz? Çünkü biz, Çin’den başlayıp Londra’ya kadar   sadece  bir  ‘Selamün Aleyküm’ ile tüm Kapıları – Gönülleri açan  ve Aşabilen bir  Millet ve  bir Medeniyetin Evlatları ve torunlarıyız. Sadece yeni kurulmuş bir devlet ve  100 yıllık bir Cumhuriyet mi sanıyordun ki?! 100 yıllardır  senin gibi düşünenler olduğu için  bizi sadece İÇERİYE kilitlediler, ENERJİMİ DE İÇERİDE tükettirdiler! Şimdi bu bölgeler ve bu insanlar bizim soydaşımız,  bizim kardeşimiz, bizim gönül bağımız var  dediğimiz için  tüm küresel güçler ve işbirlikçileri bağırıyor  ve yırtınıyorlar! Sen hala anlayamadın mı,  çok yüksek  perdeden neden bağırdıklarını?!  Sen hala anlayamadın mı, bizim  olduğumuz  bölgelerde, tüm küresel güçler ve işbirlikçikerine de Ekmek çıkmayacağını?! Tabii ki bağıracaklar! Biz devlet ve millet olarak mazlum ve mağdurların sesi  ve kucaklayanı olabilmek için daha  da Uzak Gönül Coğrafyalarına gitmeye Devam eeceğiz. Var mı başka bir diyeceği olan; Tüm Küresel güçler, taşeronları  ve işbirlikçileri adına!!

ABD Durmayacak!

2.Dünya Savaşının akabinde, harap olmuş, yeniden kalkınma hareketi başlatması gereken de bir Avrupa karşımızda duruyodu. Sağuk savaş yıllarının da başlaması ile Sovyetler Birliği Avrupa karşısında daha diri ve güçlü bir durumda bulunmaktaydı. ABD soğuk savaş bahanesi ile Sovyetler Birliğininin Avrupa’da daha da etkin olmasının önüne geçebilmek adına, 16 Ülkenin ABD kaynaklı ve destekli olarak Ekonomik kalkınma hareketini başlatması için Marshall ekonomik yardım paketini açıkladı.  16 ülke Sovyetler Birliğinin karşısında ABD’ye daha yakın olabilmesi ve durabilmesi için bu ekonomik kalkınma ve yardım paketi 1948 ve 1951 yılları arasında yürürlüğe girmiş, Senatodan onaylamış  ve ABD 13 Milyar dolarlık bir bütçeyi bu ülkelerde  kullanmış veya kullandırmıştır. Türkiye,  2.Dünya Savaşına girmemiş olmasına rağmen  bu yardım paketlerinden de nasibini almıştır. 1950’yıllarda ilk okula başlayan büyüklerimize bir hatıra sorarsak, ABD’den gelen çikolata ve süt tozları ile ne kadar da Sağlıklı! bir şekilde beslendiklerini anlatacaklardır!! ABD ülkemizde devket yönetimindeki ve  her bir kılcalımıza kadar girmeye başlağı tarihin de adıdır aslında;  2.Dünya Savaşı akabindeki ABD ekonomik Marshsll yardımları!

1980’li yılların son günleri  ve 1990′ yıllarrın başlarında, Almanya’da Berlin  duvarının yıkılması, iki Almanya’nın da birleşmesi ve Sovyetler Birliğinin de dağılması ile birlikte ABD  Dünya ölçeğindeki Küresel güç ve tek adam olmasını perçinlemiştir. ABD bu tarihten sonra yirmi yıl gibi dünya ölçeğinde neredeyse at koşturmuştur. Bu gücün vermiş olduğu cesaretle de dünya milletlerinden çok büyük öfke ve kin de  biriktirmiş ve toplamıştır. 2000’li yılkara geldiğimizde ise Dünyanın en büyük kara parçası, en kalabalık bölgesi, ekonomik olarak da en fazla üreten fakat çok az tüketen  bölgesi ve yer altı – yer üstü kaynaklarının da çok yoğun olduğu bölgede bir Birlik karşımıza çıkıyor; Şanghay Ekonomik İşbirliği Örgütü! Bu birliğin bu bölgedeki üreten güçler tarafından kuruluyor olması dünyanın jandarması konumunda bulunan ABD’yi panikletmiş, ne yapacağına da karar verememiştir. Ne mi olmuştur? Bu birliğin kurulmasından üç ay sonra gibi bir zaman diliminde ABD’de ikiz kulelere saldırılar olmuştur! Kim ve nasıl yapmıştı? Nasıl olabilirdi? Dünya bir anda türbülansa girmişti! Herkes şoktaydı! Dünyanın diğer  bir  güç bölgesinde bir birlik  kurulacak ve bu birlik  de ABD’nin dünya hegemonyal duruşuna da zarar verebilecek bir oluşum olacak! ABD derin devletinin de ellerinin herhalde Armut toplamasını da beklemeyecektik! İkiz kuleler bu birlikteliğe karşılık  ABD’nin kendi içinden verilen bir hazırlık ve cevaptır! İkiz kulelerin vurulmasının  akabinde ABD’ ye karşılık   oluşan bu  birlikteliğin ve  65 ülkenin de kazan kazan işbirliği ve  birlikteliği adına çok büyük hedefi olan YENİ İPEK YOLU PROJESİNİN de ana güzergahı olan iki devleti, Özgürlük!!  getirmek bahanesi ile işgal ve talan etmiştir!! Anladın mı şimdi ikiz kuleler meselesini! Anladın mı şimdi Şanghay işbirliği örgütünün hedeflerini?! Anladın mı şimdi ABD neden vesayet  savaşları üzerinden bu bölgede?! Anladın mı şimdi terör örgütlerine vermiş olduğu  her türlü desteklerin de sebebi hikmetini?! Ruhunu satmadıysan  tabii ki ancak anlayabilirsin! Aksi halde anlamanı beklemek mi, boşuna tabii ki!

Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak,  varlığımızın devamı, milletimizin birliği ve beka sorunu yaşamamak,  bölgemizde  küresel güçler tarafından oluşturulmakta olan karakol devletçiklere izin vermemek adına, askerimiz – polisimiz ve bu aziz ülkenin her  bir vatandaşı,   asil bireyleri olarak da,  dualarımızla ve gerekiyorsa da bedenimizle  bölgede ve sahada olmak zorundayız. 10 bin kilometrelerce uzaktan gelen bir devlete ve askerlerine buralarda ne işin var diye  bir kelime edemeyeceksin, 1200 km. Sınırımız olan bölgede ki  yeni oluşumlara izin vermemek için de  müdahale ve mücadele etmek isteyince de devletini suçlayacaksın, öyle mi?! ABD ve küresel güçler işte senin  gibi işbirlikçi ve içimizdeki korkakların bu duruşundan güç alıyor biliyor musun?! ABD,  bu bölgede 65 ülkenin kalkınma,  kazan kazan  işbirliği – birlikteliği   etkikeşimi olan ” Bir Yol – Bir Kuşak, Yeni İpek Yolu Projesinin” ana  merkezi ve güzergahı konumunda ki güzel ülkemizi kontrol altına alabilmek için her türlü girişim ve saldırılarda bulunacaktır. Cevap vermeyelim mi? Hazırlıklı olmayalım mı, yani?!  Eli kolu bağlı bekleyelim mi? Kaderimize mi razı olalım?! Ne diyorsunuz;  Ey İçimizde ki işbirlikçi ve taşeronlar! Bu  Asil  millet  eğer  uğrunda Ölünecek DEĞERLERİ varsa ve de ölecekse bir defa ADAM gibi Ölmesini bilir! Mevzu Vatan ise gerisi bu asil Milletin her bir ferdi için sadece ve sadece teferruattır!

Türkiye Kuşatılırken!

Osmanlı imparatorluğu, sömürgeci güçler ve içerideki işbirlikçileri maharetiyle, parçalanma ve bölünmenin eşiğine getirildikten sonraki süreçlerde, Türkiye Cumhuriyetinin de kurulması öncesi ve sonraki aşamalarda, küresel güçler, çevremizde kendilerine bağlı küçük, kontrol edilebilir ve uydu devletçikler kurmuşlardır. Acaba neden? Küresel güçler parçalanmış bir imparatorluğun bakiyesi olarak kurulan yeni Cumhuriyetin çevresinde nefes almasına dahi tahammülleri yoktu? Neden? 20 milyon kilometrekare alandan, 780 bin kilometrekarelik alana sıkıştırılan bu yeni devletin;  tarihi, kültürel ve dini bağları olan devletler ve milletler ile bağlantı kurulmasına engel teşkil edebilecek, tüm hazırlıklar ve planlamalarda yapılmıştı. 100 yıllık süreç,  tabii ki küresel güçlerin içerideki işbirlikçi ve taşeron adamları vasıtasıyla da,  bu planları çerçevesinde gelişmiş ve istedikleri gibi de içimizde ve dışarıda at koşturabilmişlerdir. Ne zaman ki devletin işleyişinde, küresel güçlerin 100 yıllık planlarına muğayir bir durum sezildiği anda ise, yine içimizdeki hain ve işbirlikçilerden almış oldukları istihbarı bilgiler muvacehesinde, darbeler ve muhtıralar hiçbir zaman eksik olmamıştır. Tabii ki bizler içerideki vatandaşlar olarak,  çoğu zaman neler olup bittiğini de hiçbir zaman algılayamadık! Devlet yönetimindeki kısır ve şahsi çekişmeler zannettik, tüm bu olup bu gelişmeleri!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milleti, içimizdeki taşeron fakat tipleri bizden, çipleri ve kontrolleri dış güçlerin ellerinde olan, hain ve işbirlikçilerle en son 15 Temmuz işgal girişiminde ile yüz yüze geldi.  Nasıl olabilirdi? İnsanın aklının alması mümkün olmayan şeylerdi? Bizim gibi ülkelerde, küresel güçler, her daim içerideki adamlarına vermiş oldukları maddi ve manevi vaatler karşılığında, her türlü ihaneti bekleyebilirdiniz! Bu durumu da anlayabilmek çok zordu?  15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi bu milletin birliği, beraberliği, uyanması ve kenetlenmesi için de bir vesile olmuştur. Her krizin bir fırsatı da beraberinde getirdiği gibi! Tabii bu krizlere ne kadar hazırlıklı olabilir ve önlemlerinizi de millet olarak alabilirseniz, bir fırsattır! Aksi halde,  parça parça olabilir ve beka sorunu ile de karşı karşıya kalabilirsiniz!

Türkiye Cumhuriyeti devleti, son dönemlerde, küresel güçlerin 100 yılardır bizim bölgemizdeki hesapları ve planlamalarına yönelik neler ve ne gibi karşı projelerde üzerinde çalışmaktadır? Neler oluyor da bizim göremediğimiz, anlayamadığız ve yorumlayamadığımız, küresel güçler ve içerideki taşeronlarının tamamını harekete geçirecek? İçeride ki 1000 yıllık uyuyan hücrelerini her ilimizde ivme kazandıracak? Demek ki Devlet olarak birilerinin menfaatleri ve nasırlarına dokunuyorduk; 100 yıllar sonra! Hakikaten neler oluyordu, bölgemizde? Anlayan birinin bu durumu da açıklaması gerekiyordu? Neler oluyor? Olan şeyler doğal bir durumdu, aslında!  Bir devlet, milleti ile birlikte, beka sorunu yaşamamak adına, varlık – yokluk mücadelesi olarak, 100 yıl önceki yaşanan kocaman imparatorluğun parçalanma sürecine tekrardan girmemek adına bir duruş sergilemekteydi. Bu yaşananların bir daha tekrarı da olmayacaktır! Bugün veremediğiniz duruş ve tepkilerinizi bir daha vermek için zaman, imkân ve fırsatınız da olmayacaktır! Vakit şimdi! Bu devlet ve miller, BEKASI ve VARLIĞI adına bu duruşu ve tepkileri vermekte olduğu için küresel güçler ve içerideki işbirlikleri maharetiyle bir kuşatma ve çevreleme girişimlerine maruz kalmaktadır!

Kürsel güçlerin kendi adlarına bir birleri ile karşı karşıya gelmek suretiyle karşılıklı savaş dönemleri artık tarihin tozlu sayfalarında kalmıştır. Küresel güçler, çıkarları doğrultusunda yürümeyen bölgelerde, kurmuş oldukları terör örgütleri üzeriden vesayet ve vekâlet savaşlarına dünyamız sahne almaktadır. ABD’nin Las Vegas eyaletinde yaşananlar da bunun bir göstergesidir! Küresel güçler için bu vesayet savaşında, dünya imparatorluğu ve hegemonyaları adına, karşılıklı olarak ne kadar insanın öldüğü veya öldürdükleri de umurlarında değildir! Tek bir hesap vardır! Hegemonya ve sömürülerinin sadece devamıdır! Tek bir hesap vardır! Karşılıklı olarak öldürülen insanlar üzerinden birbirlerine ne kadar mesaj verebildikleridir!

Bölgemizdeki tüm gelişmeler ve özellikle, Kuzey Iraktaki Barzani bağımsızlık referandumu da bu türden gelişmelerdir. Küresel güçler, bölgemizdeki terör örgütlerine yapmış oldukları askeri ve lojistik yığınaklar da bunun göstergeleridir! Aslında resmen kuşatılıyoruz! Vesayet üzerinden çevreleniyoruz! Neden diye sormayacak mısınız? 100 yıllardır olduğu gibi içerideki işbirlikçileri maharetiyle yürüttükleri Devlet yönetimini; Emir, komuta ve kontrolleri altına tekrardan gelebilmemiz için! Bizler içeride halen bir birimizle uğraşmaya devam edelim! Bizler içeride günlük siyasi ve şahsi kısır çekişmelere devam edelim! Bizler içeride günlük menfaat, komisyon, makam ve rant peşinde koşmaya devam edelim! Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın  içeride özellikle de devlet kademelerinde, yapmaya çalıştığı bazı girişim ve operasyonlar, bu kuşatma ve çevreleme saldırılarına karşılık, büyük bir önlem ve çok büyük bir temizlik harekâtıdır! Tüm bu yaşanan gelişmeleri, anlamayanlar ve inatla da anlamakta zorluk çekenler için bir kez daha hatırlatmak istedim! Devlet ve Millet olarak; Bu kuşatma ve çevreleme operasyonlar ile yaşadığımız bir BEKA, bir VARLIK ve YOKLUK mücadelesidir!

Uzaktan Kumandalı Üniversite Dönemi Bitti!

Selçuk Üniversitesi, kurulduğu tarihten itibaren,  altyapı – üstyapı ve teknik  olarak da
gelişme ve büyümesini de bir eğitim kampüsüne de yaşaşır bir şekilde   sürekli olarak değiştirmeye ve  geliştirmeye devam etmiştir. 1980 yılların son demlerinde,  Rektör Halil  Cin hoca,   büyük bir cesaret timsali ve  risk alarak,  üniversitenin şehrin değişik  bölgelerinde ki fakültelerin dağınıklığı, öğrencilerin de erişimi ve yönetim sorunlarını  da dikkate almak suretiyle,  şehrin de  genişleme ve gelişme bölgesi olarak öngördüğü, bugün itibari ile,    üniversitenin bulunduğu   kampüs alanına taşınma  işlemlerine  karar vermişti.  O günlerde alınan  ve uygulamaya geçilen bu taşınma kararı,  Türkiye’nin ekonomik ve siyasi şartları göz önüne aldığımızda  ve  düşündüğümüzde  çok büyük bir  cesareti ve öngörüyü de sergilemektedir. Bir daha seçilme kaygısı olan bir rektör ve  Konyalı olmayan bir  hocanmızın alabileceği bir risk  gibi de  görünmüyor. Üniversitenin bu günlere gelmesinde emeği geçen  tüm rektör, idareci ve personeline  teşekkürlerimi sunar, rahmeti rahmana kavuşanlara da,  Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’tan Rahmet niyaz ederim.
Selçuk Üniversitesi şehrimizde bulunan ve bünyesinden çıkmış, bir adet devlet ve iki adet  vakıf üniversitesine, kuruldukları tarihten  bu günlere kadar, hem hamilik, hem abilik, hem de lojistik olarak destek vermeye devam etmektedir.  SÜ ismini almış olduğu, Selçuklu kadim  medeniyeti – kültürü ve 42 yılın da  vermiş olduğu bilgi – birikim ve tecrube,  şehirde yeni kurulan üniversitelere,  hamilik ve abiliği de  gerektirmektedir.  Selçuk Üniversitesi; Bugün itibari ile bünyesinde  ki  23 fakülte, 6 enstitü, 6 yüksekokul, 22 meslek yüksekokulu, 1 devlet konservatuarı, 3 binin üzerinde akademisyeni, 5 bin idari personeli ve 97.000’i aşkın öğrencisi ile Türkiye’nin en büyük yükseköğrenim kurumları arasında yer almaktadır.

 

Selçuk Üniversitesi kurulduğu tarihten sonra gelişmesi ile birlikte de şehir merkezinde rektörlük  ve  idari yönetim binası da  ihdas edilmiştir. 1990’lı yıllardan sonra ise kampüs bölgesine yeni fakültelerin açılması,  şehir merkezinde bulunan idari birimler  ve fakültelerin de taşınma işlemlerine de hız verilmiştir.  Fakültelerin taşınmasının büyük bir kısmı gerçekleştirilmiştir. İdari birimlerden ise sadece rektör hocaya yönetimde kolaylık ve etkinlik sağlama  noktasında,  aciliyet arz eden birimler şehir merkezindeki  yönetim binasında kalmıştır.  1990’lı yıllardan itibaren kampüs alanında ki büyük  değişim ve gelişmelerle birlikte, rektör adaylık dönemlerinde  ki her bir rektör adayı hocamızın,  acil ve  öncelikli olarak yapılacaklar listesinin birincil sırasında,  yerinden yönetim  ve erişim mantığı  çerçevesinde, şehir merkezindeki rektörkük binası ve idari birimlerin de kampüs bölgesine taşınması hedeflerinin arasında olmuştur. Olması gereken ve doğru olan da zaten budur.  Bugüne kadar tüm tektör adayları hocalarımızın hayali  – hedefi – ideali  ve söylemi  olan, rektörlük  yönetim binası ve idari birimlerin merkezden  kampüs alanına taşınma hedefi; S.Ü. Rektörü Prof. Dr.  Mustafa Şahin hocamıza nasip olmuştur.  Rektör hocama  ve ekibine, buradaki  tüm çalışmaları ve almış oldukları büyük risk ve cesaret örneği için de teşekkürlerimi sunar, başarılar dilerim.

SÜ rektörlük binasının, uzaktan kumandalı durumdan,  yerinden ve etkin bir yönetim mantığı çerçevesinde,  kampüs alanına taşınması ile birlikte rektör hocama, çok daha büyük sorumluluklar ve görevlerde düşmektedir. Rektör hocam, yerinden ve etkin yönetim  ile çevresini sarmış ve bazı doğruları da görmesine – duymasına dahi izin veremeyen,  şarlatan tipteki, üniversite ismine ve markasına zarar veren, fil dişi kulelerinden  ahkam kesen,  bütün küçük dağları da ben yarattım edasındaki akademisyenlerden de arındırmalıdır. Rektör hocam,  sadece seçim döneminde kendisi için çalışan ve oy verenlerin  adamı ve hocası da olmadığını, tamamen bu üniversitedeki  3 bine yakın  akademisyen,  5 bin civarında ki en küçük düzeydeki idari  personel ve  97 bin öğrencinin de rektörü olduğunu,  erişilebilir  ve görüşebilir olması gerektiğini de  sadece  hatırlatmak isterim. Rektör hocam, yerinden ve etkin yönetim  çerçevesinde,  fakülte ve diğer idari  birimleri,  zamanlarının müsait olduğundaki   ziyaretlerinde, sadece çevresini sarmış olan,  akademisyen kimliğine yaraşır duruş – tavır  ve ifadeler de sergileyemeyen kişilerle görüşme ve istişarelerle de,   2023 – 2053 ve 2071 hedefleri doğrultusunda ki Türkiye’nin büyük ve araştırma – geliştirme üniversitesi olamayacağını,  bu hedeflere de ulaşamayacağını – erişemeyeceğini de, bir gazeteci ve iletişimci duyarlılığı ve gözlemlerime dayanarak,  sadece hatırlatmak isterim.

Barzani ve Bir Yol Savaşı!

Küresel Güçler,  Dünya ölçeğinde ki, sömürü ve hegemonyalarının devamı adına, her dönem,  kaos ve savaş çıkarmaktan hiç çekinmezler. Küresel güçler,   sadece ve sadece,  ülkeleri  ve ülke insanlarının refahı – zenginliği için  ekonomik kaygılarla, diğer bölgelerdeki,  yer altı ve yer üstü kaynaklara  da kolay bir şekilde  ulaşmayı , erişebilmeyi planlar ve ona göre de  bu bölgelerde her türlü  kaos ve savaşlar çılarmaktan  da hiç bir zaman geri durmazlar. Bu işleri yaparken,  doğrudan  yapamadıkları dönemlerde ise kurmuş oldukları terör örgütlerini de, bu  bölgeleri  sadece karıştırmak ve kışkırtmakla hedeflerine ulaşmayı  planlar ve denerler.  Küresel güçler, başarıya ulaşabilmek için her bir yolu ve yöntemi,  bu terör örgütlerine de verilebilecek tüm lojistik, tüm  teknik,  tüm eğitim, her türlü  silah  ve diğer destekleri de hiç bir zaman eksik etmez ve de  sakınmazlar. Neden? Ne için yaparlar  tüm bu işleri? Babalarının hatırı için değil tabii ki! Koca koca  küresel güç ve devletlerin,  bir hesabı ve kitabı da mutlaka vardır ve de olmalıdır! Varlıklarının devamı ve de dünyada süper güç olma yolunda ki  hegemonyalarının sürdürülebilirliği adına yaparlar, tüm bu kirli ve de pis  işleri!

Küresel güçler, Hegemonyalarının sadece devamı için,  1. ve 2. Dünya savaşlarında, milyonlarca insanın ölmesine, milyonlarcasının evlerini ve  yurtlarını terk etmelerine, kaybolmalarına  ve sakat kalmalarına  da sebep olmuştur.  Küresel güçler, Neden yapmıştır tüm bunları? Bu kadar insanın ahını  almak için, sadece,  dünyalıklar adına değer mi? Medeniyet ve kültür  farkı da  budur işte! Var mı dır bizim kültürümüz ve medeniyetmizde, bir insanın ölümü ve  zarar görmesi üzerine kurulabilecek bir mutluluk ve huzur abidesi! Olabilir mi böyle bir şey! Küresel güçlerin refahı  için her şey  ama her şey normaldir, olabilir ve de  yapılabilir! Bizim medeniyetimizin  temeli ve özü, İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın!  Bir  İnsanın  ölümü ve insanlığın da yok olması  üzerine kurulabilecek bir refahı ve de bir  mutluluğu, tabii ki kabul edemeyiz!

Küresel  ve bölgesel güçler, 1. Dünya savaşından önce,  saflar  belirginleşmiş, taraflar ve bloklar netleşmiş, savaşın çıkması için de sudan bir sebep, bir bahane ve bir kıvılcımın  çakması  sadece aranmakta ve de beklenilmektedir.  Küresel güçler ve onların  bölgemizde cirit atmakta olan  arkeolog kimlikli ajanları tarafından dolduruşa gelen, gazlanan ve hangi vaatlerle olduğu da sır olarak kalan, Sırplı bir öğrencinin ‘Avusturya – Macaristan’  İmparatoruna suikast düzenlemesi, 1. Dünya savaşının kıvıcımını ve fitilini de ateşlemiş oldu. Küresel güçlerin istediği bir göz, bir Sırplı öğrenci onlara verdi tam çift göz!  Dünya  Savaşının  bahanesi bulunmuş  ve bölgemiz tam bir kan deryasına dönmüş oldu. Bu savaşlarda Dünya ölçeğinde,  minimum 136  ile  148 milyon arasında bir insanın  öldüğü düşünülmektedir. 1. Dünya savaşının kıvılcımı ve fitili;   tek bir  silah,  tek bir  mermi, bir sırplı öğrenci, bir imparator ve bir suikast! Sonuç! Tüm bunların sonunda ne mi olmuştur? Dünya ölçeğinde,  Milyonlarca insanın ölümü, dört  adet dünya imparatorluğu devletin  yıkılması –  parçalanması, küresel güçler tarafından  yönetilebilir ve  de kontrol edilebilir, irili ufaklı yüzlerce devletciklerin ortaya çıkarılması! Tüm bunlar yetmez gibi!  İnsanlık adına da dersler alınmamış gibi! Küresel güçler, yeniden bir  planlama, bir  bölme  ve de bir parçalama girişimlerine,  tekrardan ve yeniden bir haritalama operasyonlarına, dünya ve özellikle de bölgemiz sahne almaktadır.

Bu güne baktığımızda neler yaşanmakta ve ne gibi işler olmaktadır?  Kuzey Irak Bölgesel Kürt yönetimi bağımsızlık ilanı yönünde bir adım atmak suretiyle, bir referandum yapmaya kalkışmıştır.  15 yıldır, silah  ve zorbalıkla  boşaltığınız, insanlarını da başka bölgelere sürgün ettiğiniz  topraklarda mı,  yapacaksınız, bu referandumu?  Bunun adına da Bağımsızlık referandumu, diyeceksiniz öyle mi? Barzani ne yapmaya çalışıyor ki? Kim ve hangi güç, Barzaniye,  bu referandum  için talimat ve emirler vermektedir ki?  Barzani ve arkasında ki güçler, neyin Kıvılcımını ateşlemeyi planlamaktadır ki? Bu günün dünden,  yani 100 yıl öncekinden, 1. ve 2.Dünya savaşlarından öncesi konjonktutel durumdan bir farkı var mıdır? Dünya ve bölgemiz bir dejavu mu yaşamaktadır? Yoksa bizler, özellikle de Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Milleti olarak, bu işleri biraz abartıyor ve de çok mu büyütüyoruz ki? Devlet olarak,  yapılan tüm hazırlıklar,  tüm askeri ve diğer tedbirler normal midir? Tabii ki doğaldır ve de normal bir durumdur.  Devletimizin  bekası ve Milletimizin de birliği için yapılanlar azdır. Daha  fazlası da yapılmalıdır! Sen bu bölgeye 3 bin tır silahı,  kime ve kimlere, ne için yığmıştın? Sınırlarını korumak  için mi?  Zevk olsun diye mi? Spor olsun diye mi? Git başka bölgede,  özellikle de kendi sınırlarında yığınak yap,  tüm bu askeri hazırlıkları,  hem de zevkine ve de  spor olarak! Barzani bu referandum ile Dünya savaşını mı çıkarmayı planlamaktadır ki? Ağababaları böyle bir görev vermiş olabilirler mi ki? Ağababalarının yaşaması,  dünya hegemonyalarının da devamı ve sürdürülebilirliği adına, öncelikle durdurmayı veya denetimleri altına almayı  da planladıkları, 65 ülkenin de altına  imza koyduğu;  Kalkınma – Refah ve Zenginlik  projesi olan “”Bir Yol, Bir Kuşak – Yeni İpek Yolu”” savaşının fitilini ve kıvılcımını mı da ateşlemek görevini mi  vermişlerdir; Barzaniye, kendi ifadelerinde ki, bağımsızlık referandumu ile! Bilemiyorum ki!

Savaşın Ayak Sesleri!

Dünya ve özellikle bölgemiz  yeniden bir dizayn  ve paylaşım girişimlerine sahne olmaktadır. Küresel Güçler,  100 yıl önce yarım bıraktıkları etnik  haritalama ve bölme işlemlerine son bir hızla devam etmek için her  bir fırsatı ve konjonktutel durumu bahane edip  kullnanıyorlar. Bunun için de içeriden ve dışarıdan sürekli bir  yeni işbirlikçiler ve taşeronlar ağababalarına  hizmete ve  uşaklığa hazır ve nazır durumda beklemektedir.  Bu bölge de uşaklar  ve işbirlikçiler olmadan  olumsuz bir girişimlerin olmasını da beklemek hayal olur. Her dönemde,  bir hain veya uşak, küresel güçlerin  bu bölgelerdeki kaos planlarına matuf olarak  emir ve komuta için hazır durumda bekketilmeye  devam etmiştir.

Küresel güçler planlamalarına bizler gibi anlık ve günlük olarak yapmıyorlar. Kabaca 100 yıllık planlarla gelmeye devam ediyorlar. Osmanlı İmparatorluğunu  bölme ve parçalama gşrişimlerinde,  her daim yanlarında ve hizmetlerinde olan  bizden görünümlü fakat nesepleri ve  cibilliyetleri farklı olan Aileler, bu gün de tekrardan harekete geçirilmiştir. Neden? Bu nasıl bir planlama?  Böyle bir çalışmaları bu güçler  nasıl ve hangi arada  yapıyorlar ki? Bizim gibi devlet ve milletlerin anlayamadığı ve de kavrayamadığımız girişimler, tüm bunlar!

Kuzey Irak bölgesel Kürt yönetimi, küresel güçlerin gazlaması ve 100 yıllık yarım kalan hesap – planları çerçevesinde  ise 25 Sylül tarihinde, bölgemiz ve kendileri için de yanlış bir girişim için harekete geçirilmiştir. Barzani ne yapmaya çalışmaktadır?  Barzani bu girişimi başarı ile sonuçlansa dahi bu devletin yönetim ve denetimini kendilerine de bırakabileceklerini mi zannediyor ki? Küresel  güçler dünya ve  bölgesel hegemonyaları için bu defa da Barzaniyi  ve Kürt kardeşlerimizi kullanmaya ve onlar üzerinden bu bölgeyi karıştırmayı planlamaktadır! Yani yine milyonlarca insanımız canı ile ödeyebileceği hain bir  ve karanlık bir plan! Bu bölgede kurulması planlanan küçük, yönetilebilir ve yönlendirilebilir  devletçikler ile bölgenin zenginliklerine küresel güçler sadece  konmayı da planlamaktadır. Bölge devletlerinin bir ve beraber olması bu girişimlerin önüne geçecektir! Bölge devletlerinin bir ve beraber hareket etmesi bu bölgeye huzuru, barışı, selameti ve zenginliği de getirecektir.

Türk Silahlı Kuvvetleri, 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi akabinde, yerli ve milli bir seviyeye ve noktaya gelmiştir. Emir ve komuta zinciri de tamamen yerli ve milli olmuştur. Daha önceden Emir – Komuta kademesinde ki  inkıtaya uğrayan emir ve talimatlar  bu defa devletimizin birliği ve milletimizin de beraberliği için  yürürlüğe konmaktadır.  Türk Silahlı kuvvetletiniz, Kuzey Irak ve Kuzey Suriyede küresel güçler tarafından  planlanmakta olan koridor veya devletçikler için  BEKAMIZ ve VARLIĞIMIZ adına hatekete geçmiştir. ABD tarafından  destekli,  1300 tır silah ve de  lojistikle  bir şekilde donatılan,  YPG ve PYD  terör örgütlerine karşı da Türk Sikahlı kuvvetlerimiz her birimi ile Teyakkuza geçirilmiştir. Olması gereken de budur!  Allah;  Türk Silahlı kuvvetlerimizin her bir evladına bu devletin bekası ve de bu milletin birliği için yapmış oldukları tüm çalışmalar da  yar ve yardımcı olması dileklerimle, başarılar dilerim.