Allah; Sizi Yok Eder ve Başkalarını Getirir!.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulması ile birlikte muhafazakar camiadaki dini yaşantı konusunda bazı dönemlerde sıkıntılar olmuştur!. Peki, bu konudaki sıkıntılar neden olmuştur? Bu sıkıntılara sebebiyet verecek noktadaki muhafazakar camiadan kişiler olmuş mudur? Devlet bekası gereği önlemler mi almıştır? Devlet dediğimiz kurum devleti ebed devam müddet ülküsü çerçevesinde hareket etmektedir! Din, bazı kişilerin elinde oyuncak haline mi gelmiştir? Her köşe başında bir şeyh mi türemiştir? Şeyh uçmayıp müritleri de uçurduğuna göre! Mürit sayısını acilen artırmak gerekmektedir! Her köşe başında bugün olduğu gibi Allah ve peygamberi ile her dakika görüştüğünü iddia eden sapık ve meczuplar ordusu mu türemiştir! Her köşe başında Peygamber soyundan geldiğini iddia eden aklı evveller mi türemiştir? Her köşe başında din alıp din satan bezirgan sürüsü mü türemiştir?! Peki, böyle bir ortamda devlet dediğimiz kurum, devletin ve milletin birliği ve bekası adına tabi ki kanun ve kurallarını devreye alacaktır! Devlet dediğimiz kurum ne için vardır? Dönemin en büyük ve kalkınmış ülkesi olan Endülüs neden parçalanmıştır?! Endülüs’ten bugüne hiçbir emare dahi kalmamıştır! Neden? Bugün, bölgemizdeki Devletleri olmayan halkların haline de ibret alabilmek adına şöylece bir bakalım ve düşünelim, diyorum!

Türkiye Cumhuriyetinin kurulması akabinde ki süreçte devleti idare ettiği iddia edilen Beyaz Türkler ve kendilerini de sürekli olarak bu ülkenin Zencisi kabul eden muhafazakar bir camia! İki bin üç yüz yıldan beri dünya üzerinde kadim devlet geleneği olan Türk Milleti; 1071’de Malazgirt ile Anadolu’ya yerleşen, Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarını da birlikte veren evlatları nasıl birbirlerine karşı üstün ya da aşağı bir ırk olarak görebilir? Olabilir mi böyle bir şey?! Kabul edilebilir mi böyle bir durum?! Azim ile çalış, demokrasinin gereği olarak seçimlere gir ve kazan! Devlet idaresine de gel otur! Sana kim ne diyebilir ki?! Muhafazakar camiadaki yanlış olan Allah ve din algısı zaten bu değil midir? Dünyada, çalışmadan ve gayret sarf etmeden her şeyi Allah’tan beklemek! Armut piş ağzıma düş durumu! Hani bir tarihler, Allah’tan iste, bize gökten yemekler indirsin, dedikleri gibi! Allah ne diyor; Ben çalışana veririm! Allah, dünyada iken sadece Müslüman ve mümine veririm diye bir garantisi var mıdır? Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah; Doğrusu insana dünyada çalışmasından başka bir karşılık yoktur, buyurmaktadır!

Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah, Müslümanlara emirleri ve ayetlerini dünyalıklar için satmamaları konusunda uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır. Şöyle ki Ve beraberinizdekini musaddık olarak indirdiğim Kurana iman edin, ona inanmayanların birincisi olmayın, benim ayetlerini bir kaç paraya değişmeyin ve benden sakının, artık benden. ( Bakara – 41 ) Eğer bir kişi ilahi hükmü yanlış, kendisinin veya başkasının hükmünü doğru kabul ederek, buna göre hüküm verirse bu kişi kafir, zalim ve fasıktır. Eğer bir kişi ilahi hükmün doğruluğunu kabul eder ve buna aykırı bir hüküm verirse İslam’ın dışına çıkmış olmazsa da imanına zulüm ve fıskı karıştırmış olur. Eğer bir kişi hayatın her alanında Allah’ın hükmünü inkar ve reddederse her bakımdan kafir, zalim ve fasık sayılacaktır. İlahi hükmü bazı noktalarda kabul eder, bazılarında reddederse iman ve İslam’ını küfür, zulüm ve fıskla karıştırmış olur, bu ayetler Yahudiler ve Hristiyanlar hakkında inmiş olmakla birlikte, bu hükümler bütün insanlar için geçerli genel kurallar niteliğinde olduğunu, ( Maide – 44 – 45 – 47 ) buyurmaktadır!.

Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah, Müslümanlara yönelik olarak nasıl yaşamaları gerektiği, emirleri ve ayetlerini de dünyalıklar için satmamaları ve dinden dönmeleri durumunda ise yeni bir kavim getireceğini hatırlatmaktadır! Şöyle ki; Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihat ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfüdür. Allah’ın lütfü geniştir; O, her şeyi bilir. ( Maide – 54 ) Eğer, yine de yüz çevirirseniz, ben size ne ile gönderilmişsem, işte onu tebliğ ettim. Ayrıca Rabbim, sizin yerinize başka bir kavmi getirir de siz O’na zerrece zarar veremezsiniz. Hiç şüphesiz O, her şeyi koruyup gözetendir. ( Hud – 57 ) Ey insanlar! Allah dilerse sizi yok eder ve başkalarını getirir. Allah, buna hakkıyla gücü yetendir, ( Nisa – 133 ) şeklinde uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır!.

Peki, şimdi bunları neden yazıyorsun? 31 Mart mahalli seçim sonuçları ve yenilenecek olan İstanbul büyük şehir belediye başkanlık seçimlerinin mezkur yazdıkların ile ne alakası var, dediğinizi de duyar gibiyim! Allah, ayetlerini birkaç paraya satmayın ve değişmeyin, şeklinde neden buyurmaktadır? Allah, insanlardan korkmayın, benden korkun ve az bir bedel karşılığında ayetlerini satmayın, uyarı ve ikazlarını neden yapmaktadır! 1984 yılındaki genel ve 1989 mahalli seçimleri, 2002 tarihinde AK Partinin genel seçimlerde başarılı çıkması ile birlikte muhafazakar camia devletin yerel ve merkezi yönetimde tepesine yerleşmiştir! Peki, muhafazakar camia, devlet idaresinde dini emirler ve Müslüman olmanın gereklerini yerine getirmiş midir? Muhafazakar olarak bildiklerimiz Devletin hazinesine el uzatmış mıdır? Devlet idaresinde, tüyü bitmemiş yetimin hakkına tecavüz etmiş midir? Devlet yönetiminde Allah’ın emri olan ehliyet, liyakat ve adalete önem vermiş midir? Devletin hazinesi eş, dost ve yandaşlara peşkeş çekilmiş midir?! Daha önceki dönemlerde beyaz Türkler olarak şikayette bulundukları kişilerden farklı bir yönetim şekli mi sergilemişlerdir? Tabii ki hayır! Hatta beyaz Türkler dediklerinden daha da beterini yapmışlardır! Allah ne buyuruyor? Müslümanlara, ayetlerini üç beş kuruşa değişmeyin ve dünyalık için de satmayın, buyuruyor! Peki, akabinde ne diyor? Allah; böyle yapmanız ve yaşamanız durumunda ise sizin yerinize başka bir kavmi getirir de, siz, O’na zerrece zarar veremezsiniz! Bu ümmet, diğer ümmetlerde olduğu gibi toplu olarak helak edilmeyeceğine göre! Verilen nimetlere karşı azgınlık eden ve kamu malına el uzatanlar, ehliyet, liyakat ve adaletle hükmetmeyen, azgınlık ve şükürsüzlük yapanlar için sizin yerinize bir başkasını getiririm demektedir! Burada sizin yerinize derken, ne ve nasıl bir okuma yapmalıyız?! Sonsuz hikmet ve kudret sahibi Yüce Allah, acaba bugünleri mi tarif etmekte ve işaret etmektedir?! Bilemiyorum!.

İnsanların TANRI veya PUTLARINA Dokunmayın; YANARSINIZ!..

İnsanlığın yaratılışı ile birlikte mutlak güç sahibi Yüce Allah’a şirk olarak insan denen varlık başkaca güçlere de tapınmaktadır! Allah korusun! Allah şaşırtmasın!  İnsan denen aciz varlığın bu tapınması bazen bir put karşısına geçmek sureti ile olduğu gibi! Bazen de içindeki arzu ve isteklerinin doğrultusunda hayatını sürdürmesi ve yaşaması şeklinde olmaktadır! Sonsuz Kudret sahibi yüce Allah, göndermiş olduğu her peygamber, bu duruma yönelik mücadele ve savaşlar vermiştir! Hz Musa aleyhi selam ile Firavun arasında geçen kıssada olduğu gibi! Firavun bir isim olduğuna ve Firavunluk makamı kibirli, suratsız, büyüklük taslayan ve kötü yürekli kimse olarak bir temsil durumudur! Sonsuz Rahmet Peygamberi Efendimiz ile dönemin güç, otorite ve para sahipleri arasında geçen mücadelelerde de olduğu gibi! Ne demişlerdi? Ne istersen verelim! İktidar mı istiyorsun, verelim! Kadın mı istiyorsun, kadınlarımız ve kızlarımız senin olsun! Para mı istiyorsun, tüm servetimiz senin olsun, demediler mi? Peygamber efendimizin cevabı ise; Bir Elime Güneşi bir elime de Ay’ı verseniz, Vallahi kutlu davamdan vazgeçmem, ifadelerinde olduğu gibi!

Dünya 2001 yılında 1990’lı yılların son demlerinden kalma çok büyük bir ekonomik kriz ile karşı karşıya kalmıştır! Türk Devleti ve Türk milleti de bu durumdan çok etkilenmiştir! ABD’de yaşanan 11 Eylül olayları ile ülkemiz ve bölgemiz üzerinde çok büyük kara bulutlar esmeye başlamıştır! 2001 ve 2002 yıllarındaki ekonomik olarak sıkıntıların artmaya, şirketler bazında da iflaslar birbirini izlemeye, faiz kuru, döviz ve dolar kurundaki hareketlilikler Türk Devletinde yeni bir iktidar değişimini de zorunlu kılmıştır! 3 Kasım 2002 tarihindeki erken genel seçimlerde yeni kurulmuş olan AK Parti çoğunluğu almak sureti ile iktidara gelmiştir! AK Partinin iktidara gelmesi ile birlikte ilk dönemde çok büyük bir ekonomik rahatlama meydana gelmiş! İnsanlar ev, araba, yazlık ve başkaca ihtiyaçlarını bir bir sıralamaya ve almaya başlamıştır! Ekonomideki rahatlıktan kaynaklı insanlar ihtiyacı olmayan eşyaları dahi almak durumuna gelmiştir! Peki,  neden? İleride bir gün lazım olabilir düşüncesi ile! Peki, insan   denen varlık bugün ihtiyacı olmayan eşyaları neden almak ister?! Konut sektöründeki balon büyüme ve AVM sektöründeki çılgınca alışverişler bunlar için bir örnek olarak sıralayabiliriz!

Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah;  Yaratmış olduğu insan denen varlığın acizliği ve eksilerini sonsuz ilmi ile bildiği için bu konuda uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır! Lât ve Uzza’yı ve diğer üçüncüsü Menat’ı gördünüz mü?Onlar,  gerçekte Sizin ve atalarınızın taktığı bir takım isimlerden başka bir şey değildir. Yine, Onlar, Zan ve nefislerinin arzularına tabi oluyorlar. (Necm; 19-20-23)  Demek ki put denilen şeyin insanın iç dünyasındaki heva, heves ve bir takım arzu, isim ve isteklerden başkaca bir şey değildir. İnsanlar, o isimlere dokundurtmuyor ve dokunan olduğu zaman da her türlü mücadeleyi veriyor, karşısına dikiliyor, savaş veriyor ve etrafında atomu parçalamaktan daha zor ön yargılar oluşturuyor. Peki, bugün itibari ile Lât, Uzza ve Menat’ın tahtadan, taştan veya başkaca cisimlerden yapılmış tasvir ve heykellerinin yerinde yeller esmektedir!  O halde bu isimler hala Kuran’da yer alıyor olmasının ve bizzat isimlerin anılmasının sebebi neler olabilir? Bugün için bizlere ne gibi mesajlar vermektedir? Mademki Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah;  Ne zaman akledeceksiniz ve çok az düşünüyorsunuz, şeklinde uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır!

Peki, İnsan denen varlığın içindeki arzu ve isteklerini ifade eden, Lat, Uzza ve Menat nedir? Kelime ve kavram olarak kabaca şöyle izah edebiliriz! Lât kelimesi etimolojik olarak ilah kelimesinin bozulmuş hali ve mutlak otoriteyi ifade ediyor. Eski çağlarda Aramice ve İbraniceye kadar uzanan Arapçanın kök dillerinde kişiyi içeriden yöneten şey, mutlak itaat ve otorite kaynağı anlamında kullanılmaktadır. Uzza kelimesi Kur’an’da kullanılan Aziz isminin daha değişik bir söyleniş şeklidir. Güç, kuvvet anlamına geliyor.  Uzza isminin bugünkü karşılığı iktidar, makam, mevki, güç ve kuvvet dediğimiz şeydir. Menat ise: bildiğiniz para, demektir. Çarlık Rusya’nın para birimi: Manat, bugün Azerbaycan ve Türkmenistan’ın para birimi de, Manat.

İnsan nefsinin istek ve arzuları otorite, güç ve parayı talep ediyor! İnsanlar ve yığınlar bunlara ulaşmak için gözleri başkaca bir şey görmüyor ve bir put gibi tapınç nesnesi haline getiriyor!. İnsanlar otoriteyi, gücü ve parayı kendilerinde toplamak ve biriktirmek istiyor!. Bunları elde etmek için de girmedikleri kılık, veremeyecekleri mücadele, savaş ve atmadıkları takla kalmıyor!. İnsanlar bunlar için savaşıyor, vuruşuyor ve kan döküp fesat çıkarabiliyor!

Şimdi tüm bunları neden yazıyorsun? Bugün yaşadığımız sosyal, ekonomik ve siyasi kriz ile tüm bunların ne alakası var dediğinizi de duyar gibiyim! Neymiş efendim! İnsan denen aciz varlık;  Otorite, güç ve para için mücadele eder, savaş verir ve atmadıkları taklalar kalmıyormuş! AK Parti iktidarları döneminde servetlerine servet ekleyenler, bugün ceplerine, pardon tanrılarına ve putlarına azıcık dokunmaya başlayınca bağırmaya başladılar mı?! Neymiş efendim! Döviz kuru uçuyormuş! Dolar ve Euro sürekli olarak yukarı doğru yükseliyormuş! Faiz oranları almış başını gitmiş! Dövizdeki bu hareketlilikler ve faiz oranları ile ticaret mi yapılırmış! Yukarıda neler ifade etmiştik! Sonsuz kudret sahibi Yüce Allah, İnsan denen varlık, Lat, Uzza ve Menat için mücadele eder ve savaş verir demiyor mudur?! Bugün de LAT, UZZA ve MENAT’A biraz dokununca olmadık isyan cümlelerini işitir olduk! İnsanların PUTLARINA pardon TANRILARINA asla DOKUNMAYIN; YANARSINIZ! Bugün olduğu gibi!.

 

 

Yeni bir LİDER mi Geliyor?!.

Türkiye gibi ülke ve toplumlarda güncel olaylar ve gelişmelerin arka planını kalabalıklar çoğu zaman göremez ve okuyamaz! Tabii ki tüm bunların olabilmesi için birey de biraz vizyon, biraz öngörü ve çok yönü bir okuma yetisinin olması da gerekir! Zaten bizim gibi toplumlarda kalabalıklar güncel olayların hızı arasında kaybolur! Kim ne demiş, kim kime ne gibi cevaplar yetirtirmiş arasında boğulur gider! Gelişmelerin neden ve nasıl olmuş zaviyesine inemez! Habercilikteki 5N ve 1K kuralı aklına dahi gelmez! Ya da tüm bu gelişmeler ve olaylar zincirinin kimin işine yaradığını da idrak edemez! Bugün yaşadığımız tüm siyasi gelişmeler öylesine ve spontane mi olmaktadır? Hem de Türk Devleti kendi haline bırakılamayacak kadar önemli olduğunu iddia edilmesine rağmen; Öyle mi?! Yoksa çok büyük bir akıl ve plan devrede midir? Ya da soruyu şöyle tekrardan soralım! Türkiye Cumhuriyeti Devletindeki tüm siyasi gelişmeler ve olaylar zincirini planlayan ve yürütülmesine de önderlik eden Kadim Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet gelenek ve kültürünün denetim ve kontrolünde mi seyretmektedir?! Ne diyorsunuz? Türk Devleti ebed müddet ve 2023, 2053 ve 2071 vizyonu çerçevesinde sonsuza kadar devam edeceğine ve başkaca ve yeni bir Türk Devleti de kuramayacağımıza göre!

31 Mart 2019 tarihindeki İstanbul Büyük şehir Belediye Başkanlığı seçimleri ile ilgili Yüksek Seçim Kurulu, seçimin iptaline ve yenilenmesine karar verdi. YSK seçimin iptal gerekçesi olarak, sandık kurulu başkanlarından açıkça yasaya aykırı şekilde 225 civarında sandık başkanı görev yaptığı ve sandık kurulu üyelerinden de 3500 civarında kamu görevlisi olmayan olduğunu!. Yüksek Seçim Kurulu, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin 23 Haziran 2019 Pazar günü yeniden yapılmasına karar vermiştir! Şimdiden, yenilenecek olan İstanbul Büyük şehir Belediye Başkanlık seçimlerine katılacak adaylara ve partilere başarılar dilerim! Seçim sonuçlarının ülkemiz, bölgemiz, kadim başkent İstanbul ve yeni Başkana hayırlar getirmesini dilerim.

YSK, 31 Mart 2019 İstanbul yerel seçimlerini iptal kararı, takvimleri geri sarmayı, zamanı durdurmayı ve 3 Kasım 2002 tarihindeki genel seçimlere alıp götürdü! Peki, neler olmuştu, kabaca izah etmeye çalışalım! 3 Kasım 2002 tarihli genel seçimlerde % 34 oyla iktidara gelen AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, siyasi yasaklı olması nedeniyle seçimlere girememiş ve milletvekili de seçilememiştir! Seçim sonrasında 58. Hükümet, Abdullah Gül başkanlığında kurulmuş ve genel başkan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi yasağının kaldırılması için TBMM’ye yasa teklifi sunmuştur. Yasa oy çokluğuyla kabul edilmiş ancak dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Ahmet Necdet Sezer tarafından “öznel, somut ve kişisel” olduğu gerekçesiyle veto edilmiştir. Yasa teklifi değiştirilmeden ikinci kez meclise sunulmuş ve kabul edildiği şekli ile Cumhurbaşkanı Sayın Sezer tarafından onaylanmıştır. Böylece Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın milletvekili seçilmesinin önündeki hukuki engel ortadan kalkmıştır.

AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın milletvekili seçilmesinin önündeki hukuki engel ortadan kalkması akabinde, parti yönetimi, 3 Kasım 2002 tarihli genel seçimlerde, Siirt’in Pervari ilçesinde üç sandık kurulunun oluşturulmadığı ve bir sandığın kırıldığını öne sürerek bu ildeki seçimlerin iptali istemiyle Yüksek Seçim Kurulu’na başvuruda bulunmuştur. YSK başvuruyu kabul etmiş, 2 Aralık 2002 tarihinde Siirt seçimlerinin iptaline karar vermiş ve böylece TBMM’ye Siirt’ten giren 3 milletvekilinin vekillikleri düşmüştür. Siirt seçimleri 9 Mart 2003 günü tekrar edilmiş ve seçime giren dört parti arasından AK Parti oyların % 84,8’ini alarak üç milletvekili adayını da meclise gönderme hakkı kazanmıştır. Hakkındaki siyasi yasağın kalkması sonucu Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte iki milletvekili daha AK Parti sıralarından meclise girmiştir. Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve partisi daha sonraki tüm seçimlerde birinci olmuş, Başbakanlığı devam etmiş ve 2014 yılındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde halk tarafından ilk defa seçilen Cumhurbaşkanı olarak tarihe geçmiştir! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kakışmasından sonraki süreçte devletin yeniden yapılanması için yapılan Anayasa değişikliği ile 24 Haziran 2018 tarihindeki genel seçimlerinde Başbakanlık Kurumu kapatılmış, bağlı tüm kurum ve kuruluşlar Cumhurbaşkanlığına bağlanmış ve Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine tamamen geçilmiştir!

Dünya ve özellikle de ülke ve bölgemiz ikinci Dünya savaşından sonraki süreçte Soğuk Savaş algısı ile yeniden dizayn edilmiştir! Sovyetler Birliğinin dağılması ile birlikte dünya küresel güçleri Soğuk Savaşı terk etmiş, Rusya’nın yeniden yükseliş dönemine kadar tek kutuplu yeni bir süreç başlamıştır! Peki, bugün dünyada ve bölgemizde neler olmaktadır? Dünya ve bölgemiz yeniden paylaşım için üçüncü dünya savaşına ramak noktada bulunurken! Ve Akdeniz, Doğu Akdeniz, Karadeniz ve Ege Denizindeki hareketlilikleri normal mi karşılamalıyız? Dünya küresel güçleri savaş gemilerini bu bölgelere balina avlamak için mi göndermektedir?! Peki, sınırlarımız boyunca sürmekte olan terör örgütlerinin yığınak ve yoğunlaşmasını nasıl okumalıyız? Bölgemiz ve sınırlarımızda tüm bu gelişmeler olurken, Kadim Türk Devletinin kendi halinde olmasını mı beklemeliyiz? Bir strateji ve bir taktik geliştirmeli midir? Herhangi bir öngörü de bulunmalı mıdır? Ya da yüz yıllardır olduğu gibi içeride ekonomik, sosyal ve terör olayları ile meşgul edilmeli midir?! Ne diyorsunuz?

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki Yeni Türk Devleti, artık içeride ve dışarıdaki tüm gelişmelere karşı çok daha dikkatli ve de teyakkuz halindedir! Her bir girişim ve saldırıya anında verilecek cevapları vardır! Türk Devlet aklı ve kadim Türk Devlet gelenek ve kültürü varlık ve bekamıza yönelik tüm tehditlere karşı elbette ki içeride ve dışarıda her türlü operasyonları çekecek ve engel teşkil etmesi muhtemel temizlik girişimlerine de devam edecektir! 24 Haziran 2018 tarihindeki Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi genel seçimleri ve 23 Haziran 2019 tarihinde yenilenecek olan İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanlık seçimleri! 3 Kasım 2002 tarihindeki genel seçimler ile başlayan süreç ve Anayasadaki geçici madde 3 Kasım 2019 tarihinde Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimleri yenilenecektir, ibaresi!. Bu tarihler öylesine, rastgele ve dek gele mantığı ile mi seçilmektedir? Yoksa büyük Türk devlet aklının ürünü müdür? Ya da Türk Devlet aklı ve kadim Türk Devlet gelenek ve kültürünü laf olsun diye mi etmekteyiz?! Çok evhamlısın, ya da komplo teorisyenisin, dediğinizi de duyar gibiyim! Ben de aynen öyle düşünüyorum!

Kabil ve Kabala Soyundan Gelenler!..

İnsanlık tarihini kabaca incelediğimizde, ilk insanın yaratılması, çocuklarının doğumu ve büyümeye başlaması ile birlikte bir güç, iktidar ve paylaşım savaşı karşımıza çıkmaktadır! Peki neden? İnsan, dünyada neyi paylaşamıyor veya neleri bölüşemiyor? Dünyada kalma süresi insan için dün, bugün ve yarın olduğu gerçeğine rağmen! Yoksa bazı insanlar için dünya ve dünyadaki makam, mevki, güç ve iktidar, ebedi olarak kalma yeri midir? Bilemiyoruz! Böyle bir bilgi ve belgeye sahip olan var mıdır? Hem de Nemrut ve Firavun gerçeği karşımızda ders ve ibret alabilmek için dururken! Bu kadar dünyalık talep, güç ve iktidar savaşlarına rağmen başkaca bir soru aklımıza gelmiyor! Dünyalık makam, mevki, para, kadın, güç ve iktidar olabilmek için milyonlarca insanın ölmesine ve sakat kamasına sebebiyet verecek hesap ve oyun içinde olmaya değer midir? Ya da dünyalık makam, mevki, para, kadın, güç ve iktidar için küresel güçler ile birlikte hareket etmeye, bölgesini ve ülkesinin de talan edilmesini, yağmalanmasına ve sömürülmesine sebebiyet verecek bir durumda işbirlikçi olmaya değecek midir? Demek ki bazıları için değiyordur! Ne diyorsunuz?!
 
İlk insan ve çocukları ile birlikte dünyada iyilik ve kötülük, güzellik ve çirkinlik, yaşatma ve yok etmek savaşını görmekteyiz! Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, yeryüzünde bir insan yaratacağım dediği zaman! Hem de, meleklerin yeryüzünde kan akıtacak bir mahlûk mu yaratacaksın gerçeğine rağmen! Habil, iyiliğin, güzelliğin, doğrunun ve özgürlüğün simgesiyken, Kabil, kötülüğün, çirkinliğin ve dayatmacılığın temsilcisidir! Bütün dayatmacılar için şiddette sınır yoktur! Amaçlarına ulaşmak için tıpkı Kabil gibi, kardeşlerini bile öldürebilir.  Habil ve Kabil insanlar arasındaki evrensel olan zihniyet çatışmasının, ilk insan topluluklarından başlayıp, kıyamete kadar devam edeceğini gösterir.  Aslında bu çatışma, iktidar ve güç sahibi olma, iyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, güzel ile çirkinin, yok etme ile yaşatmanın, özgürlükçü ile dayatmacının savaşıdır. Amaç sadece iktidarı ele geçirmek ve güç sahibi olmaktır!.  Değerlere bağlı Habil ve değersizliği savunan Kabil tarafından öldürülür. Kabilin yolundan gidenler şiddete sırtını dayar; İyilik ve güzelliklere karşı da aklını, gönlünü ve yüzünü kapatır! Çünkü Kabil soyundan gelenler, şiddetin dozunu arttırdıkça güçlerini de büyüteceklerine inanır. İnsan için Allah’ın emrine muhalif, Kabilce çözümler yerine, Habil’ce duruş ve davranış sergilemek esas olmalıdır!
 
Yakın tarihimiz ve günümüzde Kabil soyundan gelenler bugün karşımıza KABALA kültürü olarak çıkmaktadır!  Kelime ve kavram olarak Kabala ve Kabil aynı kökten gelmektedir!! Konuyu uzmanı olan dil bilimcilere bırakmak en doğrusu olacaktır! Eski Mısır’dan Yahudiliğe devrolunan öğreti, Kabala’dır. Kabala, aynı Mısır rahiplerinin sistemi gibi, ezoterik, gizemli, bir öğreti olarak yayılmış ve yine Mısır rahipleri gibi temelde büyü ile ilgilenmiştir. Ünlü Yahudi araştırmacı Shimon Halevi, Gizli İlmin Geleneği adlı kitabında Kabalayı şöyle tanımlar. Pratikte Kabala, kötülüklerle ilgilenmenin yolu, semboller yoluyla psikolojik dünya üzerinde güç kazanmanın tehlikeli bir sanatı ve büyüye dayalı bir formudur. Kabalayı tanıtan en tanınmış kitaplardan biri Die Kabalada, Kabala büyü ilişkisini şöyle vurgular. Kabala, büyünün genel teorisine bağlanır.  Kabala, bilgiye bağlı bir öğreti olmadığı gibi Yahudi Kanununun mantıklı bir açıklaması da değildir. Kabala, bazen karanlıklara dalarak, bazen de aydınlığa çıkarak, Kabilce yıkım ve çözüm için beş bin yıl boyunca yayılmıştır.
 
MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli; Türk milliyetçileri, zulme, çileye, haksızlığa, iş birlikçiliğe karşı sabır, akıl, iman ve azimle meydan okumanın bir kudreti, her zaman ve her seviyede milli birlik ve kardeşlikten yanadır. Yanlışa yanlış demek, hıyanet ve karanlığın karşısında milli ve ahlaki tavır göstermek hem vakarımızın gereği, hem de üstlendiğimiz milli görevin gayesidir. Türk milletine tuzak kuranlardan hesap sormak, Türkiye’ye parmak sallayanlara haddini bildirmek tarihi bir sorumluluğumuzdur. Küresel tehditlerin, bölgesel tehlikelerin ve emperyalist kuşatmaların tesirsiz hale getirilip püskürtülmesi hususunda dün olduğu gibi bugün de kararımız kesin ve duruşumuz katidir. Elbette bir olacağız, sağlam birlikteliğimizle, ülkemizin ve milletimizin bekasını mutlaka koruyacağız. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kendi kaderine kendisi yön verecek, Cumhur İttifakı da istikbalin mimarı ve istiklalin muhafızı olacaktır. Türkiye’nin varoluş mücadelesinde, Türk milletinin beka ve payidar davasında sorumluluk alan, samimiyetle elinden gelen çabayı gösterecektir. Unutulmasın ki, Türk milleti sevdasını yüreğinde taşıyan, fazilet ve fedakarlık burcu evlatları sayesinde, adından ilelebet söz ettirecek, anılarından ve kutlu varlığından her daim bahsettirecektir, şeklindeki konuşmaları ve vurgularının, günümüz dünyasındaki para, iktidar ve güç savaşında kabil ve kabala zihniyetindeki tüm küresel emperyalist güçler ve de yerel işbirlikçilere karşı çok manidar olduğunu düşünüyorum!
 
Bugün Ramazan ayının ilk Günü!  Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah; Rahmet, Mağfiret ve Cehennemden azad olunacak zaman dilimlerini içinde barındıran Mübarek Ramazan ayının tüm iman ehline, sağlık, sıhhat ve afiyet içerisinde, emrettiği üzere ve rızasına uygun bir Ramazanı şerif geçirmeyi nasip eylemesini dilerim. Tüm İman ehli Müminlerin de İslam dinine yaraşır bir şekilde birlik, beraberlik ve kardeşlik içinde maddi, manevi feyiz ve bereket iklimine erişmesini, tüm insanlığın kurtuluşuna ve tüm mazlum milletlerin de barış ve huzura kavuşmasına vesile olmasını Yüce Allah’tan dilerim.

SİYASET Kurumu Yeni bir YOL Ayrımında!..

Türkiye’deki siyasi partiler tarihini kabaca incelediğimizde, her on yılda veya daha kısa sürelerde, aynı ekolden gelen, bir siyasi parti ile görev değişimi karşımıza çıkmaktadır! Peki neden? Cumhuriyetin kurulması ile birlikte Cumhuriyet Halk Fırkası ve bünyesinden ayrılmak sureti ile serpilmeye çalışan diğer partiler! Ayrılan yeni partilerden biri hariç hiç birisi yaşama şansı olmamıştır! Neden? Cumhuriyetin kurulması akabinde ki siyasi süreç 1946 yılına kadar tek partili siyasi sistem olarak yolculuğuna devam etmiştir! Tük Devlet Aklı ve kadim Türk Devlet geleneği artık tek partili bir sistem ile yolculuğuna devam edemeyeceğine karar vermek sureti ile CHP içinden yani aynı ekolden bir partinin çıkması ve 1950 yılındaki seçimlerde iktidara taşınması siyaset yolculuğuna devam etmiştir! On yıllık hizmet ve kalkınma hamleleri sonrasındaki bir askeri darbe ile bu siyasi hareket ve ekol durdurulmuştur! Neden ve nasıl olduğunu siyaset bilimci ve tarihçilere bırakıyoruz! 1960 ve 1970’li yıllarda ise yine aynı ekolden yani DP’nin devamı bir partinin içeriden çıkarılması, iktidara taşınması ve bir başka darbe şekli olan 12 Mart muhtırası ile durdurulması! 1970 ve 1980 arasında yaşananlar ve 12 Eylül askeri darbesi bir önceki on yıldan hiçbir farkı yoktur!  Yani bu ülke her on yılda bir siyasette dejavu yaşamıştır!  1990 ve 2000’li yıllar arasındaki sosyal, siyasi ve ekonomik krizleri, sonrasında yaşanan 28 Şubat post modern darbesini hatırlamak dahi istemiyorum! Siyasi süreç ve siyaset tıkanmaya başladığı dönemlerde kadim Türk Devlet aklı ve kadim Türk Devlet geleneği devletin bekası ve milletimizin de birliği adına aynı ekoldeki bir siyasi partinin içinden yeni bir parti çıkarmak ve iktidara taşımak sureti ile serencamını sürdürmüştür! 2001 yılında Refah partisinin içinden AK Partinin kurdurulması, 17 yıllık hizmet, değişim, dönüşüm ve kalkınma sürecini de bu şekilde değerlendirebiliriz!

Siyasal partiler siyasal hayatın çok önemli unsurlarından biridir. Siyasi partileri, tarihsel süreç içerisindeki hizip, çıkar ve baskı grupları gibi ilk oluşumlar olarak değerlendirilse de, siyasal partilerin varlığı daha yakın bir tarihe tekabül etmektedir. Siyaset bilimciler, 1850’li yıllara kadar Amerika dışında bugünkü anlamda siyasal partilerin olmadığını; fikir akımları, halk kulüpleri, felsefi dernekler ve parlamento grupları olarak var olduğunu, ancak gerçek siyasi partilerin olmadığı, şeklinde ifade etmektedir. 1950’den sonra ise siyasi partilerin, Batı dışındaki coğrafyada hızlı bir şekilde yaygınlaştıkları, siyaseti ve iktidarı ele geçirmenin en önemli aracı haline geldiği gözlemlenmektedir.  Siyasi parti değerlendirmesinde iki ana dönem ortaya çıkmaktadır. Birincisi; toplumların tarihsel gerçekliklerine bağlı olarak hangi koşullarda parlamenter bir yapı ürettiği ve buna bağlı olarak bu sürecin siyasal partilere nasıl evrildiği!. İkinci dönem ise, 2. Dünya Savaşı sonrasında bu örgütlenmelerin kurumsal anlamda nasıl değişimler yaşayarak günümüz modern siyasal partilerine dönüştüğünü içermektedir.

Türkiye’deki siyasi partilerin kuruluşu ve gelişme sürecini de şöylece izah edebiliriz.  Siyasal partilerin kuruluş süreci Osmanlı İmparatorluğundan bu yana süre gelen bir geçiş özelliğine sahiptir. Türkiye’de kurulan siyasal partiler sistemini, Osmanlıdan devir alınan parlamenter geleneğin oluşum süreçlerinde aramak gerekmektedir. Türk toplumlarında ki ‘meclis kavramı kurulan ilk Türk devletlerinden’ itibaren mevcuttur. Ancak Anayasal bir süreç olarak parlamenter sistemin oluşumu 19. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı siyasal sisteminde kendisini göstermektedir. Bu anlamda Türkiye’nin ilk yazılı anayasası 1876 yılında yapılan Kanun-i Esasi ve Kanun-i Esasi’ye giden yolda ise 1808 Senedi-i İttifak, 1839 Tanzimat Fermanı ve 1856 Islahat Fermanı gibi hadiseler anayasa sürecine geçilmesinde atılan önemli adımlar olarak değerlendirilmektedir. Bu anlamda asker ve sivil bürokrasinin temsil ettiği aydınlar Osmanlı ve sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyetinde değişimin önemli aktörleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye Cumhuriyetinde siyasi partilerin oluşum şekli itibariyle, yönetici elitin temsil ettiği merkez ve yönetilenlerin oluşturduğu çevre arasında vuku bulmuş ve partiler de bu çatışmadan vücut bulmuşlardır.

Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ve akabinde ki tek partili sistem, 1946 yılında geçilen çok partili süreç ve sonrasında yaşadığımız darbe, inkıta, muhtıra, post-modern darbe ve e-muhtıradan devlet ve millet olarak dersler çıkarmış olmamız gerekmektedir! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması ile birlikte devlet ve siyasi partiler olarak yeni bir sürece evrildik! 17 Nisan Anayasa değişiklik referandum süreci ile başlayan Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi bizlere iki partili bir siyaset sistemini dolaylı olarak dayatmaktadır! Kurucu iradeyi temsilen iki ana damar güçlü partinin yanında bunlara destek olacak olan küçük yandaş partiler! 1946 yılında Cumhuriyet Halk partisi ekolünden gelen Demokrat Patisinin çıkarılması ve iktidara taşınması sureti ile başlayan kadim devlet aklı devlet yönetim ve siyaset süreci, 2001 yılında Refah partinin içinden yani aynı ekol olarak AK Partinin çıkarılması ve iktidar olması ile bu sürecin son bulduğunu düşünüyorum! 2016 yılında yaşadığımız hain darbe ve kalkışma süreci sonrasındaki, Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemine geçilmesi ile birlikte,  kadim Türk Devletinde artık başka bir akıl, başka bir strateji, başka taktik ve yönteme geçilmesine ihtiyaç duyulmaktadır! Peki, nedir bu geçiş veya değişim dediğinizi de duyar gibiyim! Kadim Türk Devlet Aklı,  devlet yönetim sistemi ve siyaset geleneğinin, Siyasal parti ve iktidar olma sürecini yeni dönem ve yeni yönetim sistemi ile birlikte,  AK Partinin içinden çıkması muhtemel bir veya birkaç parti ile yolculuğuna devam etmeyeceği kanaatindeyim! Bugün, yeni siyaset ve yeni devlet yönetim modelinin Kuvayi Milliye ruhu, kadim devlet ve kurucu irade geleneği ve kültürüne sahip iki partiden birisi ile Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet geleneğinin denetim ve kontrolünde yapılmakta olan bir tercih sureti ile 2023, 2053 ve 2071 vizyon, hedef ve yolculuğuna başlayacaktır, diyorum!

Tarih Tekerrür mü Ediyor?!

Zaman takvimini geriye saralım ve on yedi yıl önceki üçlü koalisyon günlerini, 2002 tarihindeki erken seçim kararını ve bugünleri de hep birlikte okumaya ve dersler çıkarmaya çalışalım! 2001 tarihindeki Anayasa kitapçık süreci ile başlayan, ekonomik ve siyasi kriz artık kontrol edilemez ve durdurulamaz bir noktaya gelmişti!  Rahmetli Başbakan Bülent Ecevit’in sağlık sorunları bahanesi ile hakkında neredeyse her gün bir haber gündemi meşgul ediyordu! Peki neden? Bu haberler kim veya kimler tarafından ve neden kamuoyunda sürekli olarak köpürtülmeye çalışıyordu?! Birileri, bu haberler ile nereye varmayı planlıyordu? Hem de,  ABD ve küresel güçler tarafından, 9 Eylül 2001 ikiz kule krizi ile birlikte başlayan bölgemiz üzerindeki küresel plan adım adım işletilmeye çalışılırken! İçeride de siyaset ve toplum yeniden dizayn ediliyorken! 2001 ve 2002 tarihindeki tüm bu yaşadıklarımızı nasıl okumamız ve öngörülerde bulunmak gerekiyordu? Bugün, yine ABD ve yandaşları, Akdeniz’e savaş gemileri ve filolarını bir bir yığarken, dünya yeniden bir paylaşım savaşına doğru sürüklenirken ve Suriye, Irak, İran ve Türkiye’den parçalar kopartılmak sureti ile bir Kürt Devleti projesi için yirmi bin tır silah ve vekalet orduları üzerinden askeri yığınak devam ederken! Peki, bugün siyasetteki   gelişmeleri nasıl okumalıyız?! Tüm bu gelişmelere yönelik, kadim Türk Devlet Aklı ve kadim Türk Devlet geleneği seyirci konumunda mı kalmalıdır? Ya da, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığı ve bekasına yönelik tüm tehditlere yönelik strateji, taktik, öngörü, önlem ve tedbirlerini de sıralamalı mıdır? Hangisi?!
 
Geçtiğimiz günlerde, 31 Mart 2019 yerel seçim sürecinde, MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli,  2001 ve 2002 tarihindeki mezkur sosyal, siyasal ve ekonomik kriz hakkında,  rahmetli Başbakan Bülent Ecevit başkanlığındaki Bakanlar Kurulu toplantısında geçen bir konuşmayı zikretmişti. Ecevit, toplantı esnasında, ekonomik ve sosyal krizin çözümüne yönelik; ne, nasıl ve neler yapmalıyız, şeklindeki sorusuna, dönemin Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Kemal Derviş’in, efendim;  yeni bir senaryo ihtiyacı vardır, şeklinde cevap verdiğini vurgulamıştı! Bugün siyasette, içeriden ve dışarıdan birileri de yeni bir senaryo peşinde midir? Bu senaryonun direksiyonunda hangi küresel güçler bulunmaktadır? Bu senaryonun içerideki işbirlikçileri de kimlerdir?  MHP Lideri, toplantı esnasında, bu yeni senaryo nedir, nasıl bir senaryo olacaktır ve bu senaryo kim veya kimler tarafından yürürlüğe konulacaktır, diye sorguladığını da vurgulamıştı! Ve ilaveten, MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli, yanında bulunan, dönemin Başbakan yardımcısı ve Devlet Bakanı Sayın Hüsamettin Özkan’a bu toplantıyı dağıtması gerektiğini ve Özkan’ın da Başbakana dönerek, efendim Genel Kurmay Başkanı ile randevusunun olduğunu ve toplantıyı ivedi olarak dağıtmak gerektiğini söylediğini ve toplantının da hemen dağıtıldığını ifade ettiler! Şimdi bunları neden yazıyorsun? Yirmi sene önce yaşadıklarımızın bugün ile ne alakası var dediğinizi de duyar gibiyim! Bizim gibi toplumlar, tarih okumadığı ve bizlere de şanlı tarihimiz sadece bir hikaye olarak anlatılmaya çalışıldığı için, tabii ki birileri bize kızacak ve de küsecektir! Çünkü bugün yaşanan her şeyin arka planı tarihte saklı ve tarihte yaşanmışlıkları da vardır! Yeter ki tarihten ders ve ibret almasını bilelim! Hiç sorun değil! Küsen ve kızan arkadaşlar da bizim dostumuz olarak kalmaya devam edecektir!
 
31 Mart 2019 yerel seçim sonuçlarına kabaca baktığımızda, iktidar partisi olan AK Parti, Ankara, İzmir ve İstanbul gibi bazı büyük şehirlerde belediye başkanlıklarını kaybetmiş olmasına rağmen, belediye meclislerinde çoğunluğu elinde bulundurmaktadır! Peki, bu şekilde sağlıklı bir belediye yönetimi ve hizmetler sürdürülebilir mi? Vatandaşlar ve toplumun ihtiyaçlarına çözüm üretilebilir mi? Ya da kadim Türk Devlet geleneği olan tüm vatandaşlara yönelik Adalet ve Hakkaniyet sağlanabilir mi?  Tabii ki olabilir dediğinizi duyar gibiyim fakat bu şekilde demokratik ve sağlıklı bir hizmet ve yönetim anlayışının da olamayacağını buradan ifade etmek isterim!
 
Şimdi tekrardan, 2002 tarihine geri dönelim ve tarihte yaşadıklarımızı bugün için yeniden okumaya başlayalım!  İktidar partisi DSP içindeki huzursuz çevrelerde homurdanmalar artmaya, eski bakan ve milletvekilleri yeni bir oluşum için hazırlık yapmaya ve yeni parti çalışmalarına başlamıştır! Peki, bugün yaşamakta olduğumuz siyasi krizden bir farkı var mıdır? AK Parti içindeki trenden inenler ve de çok rahatsız olanlar, ya yeni bir oluşum, ya da AK Parti içinde yeniden devam edebilmek için çalışmalar yürütmekte midir?  Yani Devlet, paralel devlet ile meşgul edilirken, paralel parti çalışmalarının önüne geçilememiş midir? Ya da Paralel partinin hedefi nedir? Tüm bunlar, 2002 tarihindeki koalisyon hükumetinin lideri rahmetli Başbakan Ecevit ve DSP’nin yaşadıklarından bir farkı var mıdır? DSP içinden 64 adet milletvekili istifa ederek, 2002 yılı Temmuz ayı içinde İsmail Cem başkanlığındaki Yeni Türkiye Partisine katılmak sureti ile yeni partinin kuruluş dilekçesini teslim etmiştir! Akabinde ise, MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli, Ağustos ayı içinde erken seçime gidilmesi gerektiğini vurgulamış ve TBMM tarafından 3 Kasım 2002 tarihinde erken genel seçim kararı alınmıştır! Peki, 3 Kasım 2002 tarihindeki erken genel seçim sonuçlarında neler olmuştur? Seçime giderken iktidarda bulunan koalisyon partilerden hiç birisi barajı aşamamış ve TBMM dışında kalmıştır! Yani ne demek istiyorsun? Eeee ne olacak şimdi dediğinizi de duyar gibiyim! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, 16 Nisan 2017 tarihindeki referandum  öncesi Anayasa değişikliği sürecinde çalışmalarını yürüten, AK Parti İstanbul Milletvekili ve bugünün TBMM başkanı, Anayasadaki geçici madde olan 3 Kasım 2019 tarihinde Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimleri yenilenecektir, ibaresi neden kaldırılmamış ve de neden değiştirilmemiştir, sadece soruyorum?!  
 
 

Haşlanmış Kurbağa Sendromu!.

Birey ve toplum,  çevresindeki tüm gelişmeleri  okuması, algılaması ve bunlara yönelik bir  tepki vermesi bazen çok zorlaşır! Peki neden? İnsan çevresinde yaklaşmakta ve  gelişmekte olan sıkıntılı  ve özellikle de birey ve toplumun bulunduğu  rahatlık durumuna yönelik tehlike ve tehditler için karşılık ve tepki veremez bir hale gelir! Neden?  Şimdi bunları neden yazıyorsun? Bu yazdıklarının bugün yaşamakta olduğumuz sosyal,  siyasal ve ekonomik gündem ile ne alakası var dediğinizi de duyar gibiyim! Ben de aynen sizler gibi düşünüyorum! Kel alaka bir durum,  yani!.
 
Türkiye gibi aktif, canlı ve hareketli bir millet ve toplum için yapısal bir değişim ve dönüşüm çok kolay değildir! Yani tarihte on altı devlet yıkmış ve kurmuş bir millete yapısal bir değişimi kolay bir şekilde dikte ve  izah edemezsiniz! Geçmişte yaşadığımız  darbe ve muhtıralar örneğinde olduğu gibi! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, devletin tüm kurum ve kuruluşları kadim devlet aklının kontrolüne geçmiştir! Peki, mezkur  devletteki siyasal ve yapısal değişim nasıl olacak  veya  olmalıdır? Ya da kadim devlet aklının ve iki bin üç yıllık kadim Türk devlet geleneğinin kontrol ve denetimindeki  siyasal ve yapısal bir değişimi nasıl yapmalı ve yürütmelisiniz?  Artık yeni bir Türk devleti kuramayacağımıza göre! Son Türk Devleti, Türkiye Cumhuriyeti  Devleti de olduğuna göre! Ve  Türkiye Cumhuriyeti Devleti ebed müddet devam  ülküsü çerçevesinde sonsuza kadar yaşayacağına  göre!  Kadim Türk Devlet aklı,  herhangi bir  sosyal ve siyasi krize sebebiyet vermeden,  ya yeni bir yol açmalı ya da yeni bir yol bulmalıdır! Ne buyurdunuz?!
 
Peki, bireysel, toplumsal, sosyal, siyasal ve yapısal  bir değişimi çok büyük bir arbede, krize  ve sosyal soruna sebebiyet vermeden nasıl yapmalısınız? Bu durumu haşlanmış kurbağa sendromu  şeklinde ifade edebiliriz! Yani,  tüm enerjisini, şartlara adapte olmak için kullanıp, kritik an geldiğinde kendisini kurtaracak bir şeyi kalmayan  kurbağa ile ilgili bir durumdur! İçine hapsolduğunu sandığımız bir durumda hissettiğimiz duygusal yorgunluğu ifade eder! Bu  duruma yorgunluk yüzünden yanana kadar  mevcut duruma katlanmaya devam ederiz!  Zihinsel ve duygusal olarak tükenene kadar sürekli kötüye giden kısır bir döngüde kalmamıza neden olur! Bu hikayede, su sıcaklığının ısıtılma hızı, dakikada 0,02 °C’den daha yavaş olursa, kurbağa bu artışı fark etmez! Ve sonunda su kaynar hale gelince yavaş yavaş ölür! Aslında kurbağa ölmekte olduğunun da  farkında değildir! Fakat su  çok hızlı ısıtılırsa kurbağa atlayıp  kurtulacak ve kaçacaktır! 
 
Sorulması gereken soru şudur! Kurbağayı ne öldürmüştür? Ya da kurbağa neden ölmüştür? Kaynayan su mu, yoksa doğru zamanda dışarı atlamaya karar veremeyişi mi? Hangisi?  Eğer kurbağayı  50 °C sıcaklığında bir suya batırsaydık, kendini kurtarmak için hemen dışarı atlardı. Ancak sıcaklığın kademeli olarak yükselmesine katlanabildiği süre boyunca dışarı çıkabileceğini ve çıkması gerektiğini fark edememiştir. Bizi iyi hissettiğimize inandıran sessiz kötü gidiş ve duygusal kötüye gidiş, yavaş olduğunda fark edilmez. Bir değişiklik çok yavaş gerçekleşirse, farkına varmayız ve herhangi bir tepki ya da direnişe neden olmaz,   durumun farkına varmamız ve ihtiyaçlarımıza uyacak şekilde yanıt vermeye hazırlanmamız da engellenmiş olur!
 
Dolayısıyla,  birey ve toplum olarak, aklımızı, fikrimizi, ferasetimizi ve gözlerimizi açık tutmalı,  ne istediğimizi  de anlamak için bilinçli bir çaba göstermek gereklidir. Algılarımızı bozan şeyleri kontrol altına almanın tek yolu budur. Bu yüzden haşlanmış kurbağa sendromu hep aklımızda olmalıdır!. Böylece  çevremizdeki tüm gelişmeleri zamanında fark ettiğimiz takdirde,  derin bir sıkıntıya düşmekten kaçınabiliriz. 1950′ li yılların  son günlerindeki, sokak hareketlenmeleri ve 27 Mayıs 1960 darbesi!.  1960′ lı yılların son demlerindeki  sokak, öğrenci hareketlenmeleri ve  12 Mart 1970 muhtırası!. 1970′ li yılların sonlarındaki sokak ve öğrenci hareketlenmeler, ölümler, yaralanmalar ve  sonrasında yaşadığımız 12 Eylül 1980  askeri darbesi!. Peki, 1990′ lı yıllarda  yaşadığımız sosyal, siyasi, ekonomik ve faili meçhul cinayetleri nasıl izah etmeliyiz?!  1990′ lı yılların son demlerindeki 28 Şubat post-modern darbesini nasıl izah etmeliyiz?! 2007 yılındaki  genel kurmay e-muhtırasına ne dersiniz? Daha sayamadığımız bir o kadar darbe ve muhtıra! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, kadim Türk  devlet aklının ve iki bin üç yıllık kadim Türk devlet geleneğinin, devletimizin  tüm kurum ve kuruluşlarına hakim olmaya,  kontrol ve denetimi  de tamamen eline  almaya başladığı  bir dönem olarak tarihin tozlu sayfalarında yerini alacaktır! 16 Nisan  Anayasa değişiklik referandumu ve Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi ile birlikte  bu topraklarda bir daha darbe ve muhtıra  benzeri şeyler yaşamayacağımıza göre!  Bugün, Kadim Türk devlet aklı ve Türk devlet geleneğinin denetim ve kontrolündeki,  2023- 2053 ve 2071 hedef ve  vizyonu çerçevesindeki, sosyal ve siyasal değişim ve dönüşümlere şahit olmaktayız, şeklinde düşünüyorum! Aksi halde, Kadim Türk Devlet aklı ve Kadim devlet geleneğinin kontrol ve denetimi  dışındaki tüm  sosyal ve  siyasal hareketlenmeler, değişim, ekonomik kriz ve başkaca sonuçlara gebedir! 

Tecrübe ve Bilgi Sahibi Olmadan Yeni Bilgiyi Reddetmek!..

İnsanoğlu yıllardır yaşamakta ve yapmakta olduğu şeyleri bir anda terk edemiyor! Yani İnsan için  yeni bilgiyi ve yeni olguyu kabul etmek çok zor bir durumdur! Hz. Adem ile birlikte başlayan insanlık tarihi, her yeni gelen peygamberin getirmiş olduğu yeni bilgi ve olguyu   sürekli olarak reddetmiştir! Peki neden? Yeni  gelen durum ve bilgi, eskilerin yani güçlü ve iktidar sahiplerinin saygınlıklarının da yok olması demektir!  İnsan ve nefis için itibar ve saygınlık çok önemlidir! Aslında itiraz  yeni gelen bilgiye değildir!  İtiraz ve reddetme  itibar, saygınlık, konum ve güçlerinin yok olmasınadır! Hz. Muhammed s.a.s efendimize dönemin güç ve iktidar sahipleri ne demişlerdi;  Para istersen para, makam istersen makam ve kadın istersen kadın verelim! Fakat bizim şu anki  itibar, konum ve gücümüzü sallamakta olan bu yeni bilgileri yaymaktan vazgeç! İnsanlık tarihi devam ettiği sürece, her dönem yeni bilgi gelecek, güçlü ve iktidar sahiplerini şöylece bir silkeleyecektir!  Allah akıl sahiplerinin her daim tefekkür, tezekkür ve ibret halinde olmasını da talep etmektedir! Çünkü, Yüce Yaratıcı sonsuz ilmi ile yaratmış olduğu her şeyin ve her bilginin insanlık tarafından insanlığın faydası için yeniden keşfini talep etmektedir!
 
İnsanların bir bilgiyi otomatik yani refleks olarak hiçbir tecrübe veya gözleme tabi tutmadan reddetmeleri durumuna  Semmelweis refleksi,  denir.  Peki nedir  bu  Semmelweis refleksi? Bu terim ilk olarak, yazar Robert Anton Wilson tarafından, lohusa humması çalışmalarıyla ünlü Dr. Ignaz Semmelweis’in başına gelenlerden esinlenerek kullanılmıştır! Hikaye şöyledir:  Dr. Ignaz Semmelweis ( 1818 – 1865 ) Macar asıllı kadın hastalıkları doğum uzmanıdır. 1840’lı yıllarda Avusturya Viyana Hastanesinde çalışırken lohusa hummasına bağlı, bir çeşit enfeksiyon hastalığı,  anne ve çocuk ölüm sayısının beklenenden çok fazla olduğunu düşünüyor!  Hastanede hasta vizitelerinin belli bir sırası vardır ve uzman doktorlar doğum katına çıkmadan önce, tıp öğrencilerine de kadavra üzerinde ders anlatıyor!  Doktorlar el temizliğinden haberdar,  ancak el yıkamanın önemi bugünlerdeki kadar keşfedilmemiştir. Eldiven icat olmamış ve  antibiyotiklerin devri henüz başlamamıştır! Semmelweis, kadın ve çocuk ölümlerinin sebebi olarak, “küçük kadavra parçacıklarının sağlıklı insanlara bulaşması” olduğunu düşünüyordur!. 
 
Fransız kimyacı ve eczacı Antoine-Germain Labarraque, tekstil malzemelerini ağartmaya yarayan klorlu bir solüsyonun, şimdiki çamaşır suyunun atası, antiseptik özelliği olduğunu bulmuş ve doktorlara açık yaraların dezenfeksiyonunda bu solüsyonu kullanmalarını tavsiye etmiştir. Veba salgınında Fransa’nın başkenti Paris’in her yeri “klor” ile yıkandığı da duymuştur. Semmelweis, tüm doktorlardan, kadavra muayenesinden sonra ve her hastadan önce ellerini “Labarra quesolüsyonu”yla yıkamalarını istemiştir! Bu uygulama sonucunda beklediği olmuş ve  Ölüm oranı % 40’larden % 2’lere  kadar düşmüştür. Lohusa hummasına benzer şekilde, açık ve sulu yarası olanlarla farklı sebeplerden aynı koğuşta yatan hastaların da enfeksiyon kaptığını gözlemlemiştir. Açık yaralardaki küçük mikropların hava yoluyla taşındıklarını, düşünüyordur! Doğal olarak, tüm bu gözlem ve bulgularını tıp dünyasıyla paylaşmış; Ancak meslektaşları, bu ölümlerin “doktor hatası” ile gerçekleşmiş olabileceği ihtimalini de çok sert bir şekilde reddetmiştir!  Doktorların el yıkamalarının yeterli olduğu, özellikle “Viyanalı” doktorların temizliği göz önünde bulundurulduğunda söylediklerinin anlamsız olduğu, kadavradan hastalık geçemeyeceği, eğer söylediği doğruysa ölüm oranlarının çok daha fazla olması gerektiği ve benzeri anti tezler ortaya koydular. Semmelweis’in iddiaları abartılı, meslektaşları tarafından, gerçekdışı, yeterli kanıt barındırmayan ve hadsiz olarak değerlendirildi. Meslektaşları önemli yayın organları ve tıp akademilerine Semmelweis’i şikayet ettiler. Hatta bir akıl hastanesine yatmasına ve kangrenden ölmesine de vesile olmuşlardır!  
 
Peki, Semmelweis’in iddialarının tamamı doğru muydu? Tabii ki hayır!  Lohusa humması, sanıldığı gibi kadavra parçacıklarından bulaşmıyor; bu hastalığa, Streptococcuspyogenes denilen ve sağlıklı insanlarda yutak ve normal deride barınan bir bakteri sebep oluyor! Bu hastalık da doğumda hijyen koşulları yeterince yerine getirilmediği zamanlarda kolayca ortaya çıkıyor!  Semmelweis, lohusa hummasının sebebinde yanılmış ancak yaptığı önemli gözlemler ve uyguladığı akılcı yaptırım sayesinde doktorların hastadan hastaya geçerken “mikropsuz” ellerle müdahale yapmasını sağlamış ve böylece hastalığın ortaya çıkışına engel olmuştur! Tüm bu çalışmaları sayesinde Dr. Ignaz Semmelweis öldükten sonraki yıllarda “anaların kurtarıcısı”, bugün ise cerrahide “antisepsinin babası” olarak hak ettiği yeri almıştır!  
 
Anlaşılan o ki insanlık tarihinden bugüne insanoğlu yeni bilgileri kabullenmekte  normal olarak zorluk çıkarmakta ve sıkıntı yaşamaktadır. Tarihi gelişmeler bize gösteriyor ki insan geleneksel, kalıplaşmış ve yeniliğe kapalı yapısından kurtulmakta ciddi sıkıntılar yaşamakla birlikte, geleneksel yapısıyla topluma da ciddi sıkıntılar vermektedir! Günümüz siyaset kültürü ve değişimine direnen bu vb. yapılar, aslında bu gelenekselliğinin bilinç altında salt kendi menfaatleri, iktidarları, konum ve durumları,  çıkarları uğruna, bir milletin ve bir toplumun geleceğini tehlikeye sokmakta hiçbir kaygı taşımadıkları yakın tarihimizin tozlu sayfalarında, kendisini gerek ihtilal ve gerekse de muhtıralar şeklinde göstermektedir!  Bunun en yakın ve bariz örneğini 15 Temmuz tarihindeki hain darbe ve işgal kalkışmasında millet olarak yaşadık. İşte bugün yaşamakta olduğumuz, siyasi hadiselerin arka planında ve siyasetin perde arkasında duran güçlü ve elitlerin, Semmelweis Refleksi olarak adlandırılan  yeni bilgi ve yeni durumu reddetme ve duruşları yatmaktadır, şeklinde düşünüyorum!
 
Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, Öncelikle akıl sahibi  insanlara ve iman ehline hitaben;  Ve sizin için geceyi, gündüzü, güneşi ve  ayı hizmetinize verdi. Yıldızlar da onun emriyle hareket ederler. Muhakkak ki, bunda akıllıca düşünen bir kavim için elbette büyük alametler vardır. ( Nahl – 12 ) Ve sizin için yerde renkleri muhtelif olarak neler yaratmış ise şüphe yok onda da öğüt alacak bir kavim için elbette bir ibret vardır. ( Nahl – 13 ) Sonra meyvelerin hepsinden yede Allah’ın kolaylaştırdığı yollarına git.  İçlerinden renkleri muhtelif bir şerbet çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz ki, bunda düşünen bir kavim için elbette bir ibret vardır.  ( Nahl – 69 ) Görmediler mi? Gök ile yer arasında emre boyun eğdirilmiş olan kuşları. Onları Allah’tan başkası tutmuyor. Şüphe yok ki, bunda iman eden bir kavim için elbette ibretler vardır. İnsanlara gaflet ile yaşamak yakışır mı? ( Nahl -79 )  İşte onlar, onların zulümleri sebebiyle çökmüş olan evleri!. Şüphe yok ki, bunda anlayan kavim için elbette bir ibret vardır, buyurmaktadır. ( Neml – 52 )

 

Yine Yeniden bir Dünya Kurulurken!.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu tarih,  sonraki devlet yapılanması ve sanayileşme hamlelerinde bir el sürekli bizlere engel olmakta ve çelme  atmaktadır!  Peki neden? Yani tüm dünya insanlığına neredeyse iki bin yıllık dönemde Adalet, Hakkaniyet ve Medeniyet öğreten, uygulayan ve  mazlum milletlerin de hamisi konumundaki  asil Türk Milleti bir daha dünya sahnesine yeniden güçlü bir şekilde çıkmaması için her yol denenmektedir! Neden? Bu el dışarıdan olduğu gibi içerideki  kullanışlı işbirlikçiler mahareti ile de yürütülmektedir! Neden?  Cumhuriyetimizin kurulması akabinde ki dünyanın  küresel güç ve hegemonya kırılma  ve yapılanma anı yaşadığı dönemlerden geçtik ve geçiyoruz! Birinci ve ikinci Dünya savaşı bunlardan birisi ve bu dönemlerde  asil Türk Milleti tamamen uyutulmuş ve durdurulmuştur!  Neden? Bu dönemde, yirmi dört milyon kilometre karelik gönül coğrafyası ile bağlarımız tamamen koparılmaya çalışılmıştır!  Neden? 1960 ve 2002 yılları arasında da Türk Devleti ve Türk Milleti  her on yılda bir kırılma ve inkıtaa dönemlerini yaşadık! Neden?! Bugün de Türk Devleti ve Milleti olarak yeniden bir kırılma  ve bir yapılanma dönemi yaşamaktayız! Geçmiş yıllardaki kırılma dönemlerinde yeni bir Türk devletini kurmak sureti ile yolculuğuna devam eden Türk Milleti  artık bugün böyle bir yola başvuramayız! Türkiye Cumhuriyeti Devleti son  Türk Devleti olarak devleti ebed müddet  sonsuza kadar devam edecek ve etmek zorundadır!
 
Peki, dünyamız  yeniden kurgulanır ve yapılanırken, bölgemizde ateş çemberine dönmüş bir halde iken içeride neler yapmalıyız? İçeride seksen milyon neler yapıyoruz? Seksen milyon bin yıl önce kanlarımız ile suladığımız Anadolu’da yeniden daha güçlü bir şekilde bir ve beraber olmak zorundayız! Neden? Aksi halde buralarda barınamayız! Aksi halde geldiğimiz topraklar olan Orta Asya’ya bizleri göndermek için bekleşen tüm küresel güçler ve işbirlikçilere sadece fırsat vermiş oluruz!
 
Türkiye Cumhuriyeti Devleti çok partili siyasi hayata geçmemiz ile birlikte küresel ve emperyalist güçler siyaset üzerinden bu devleti ve milleti dizayn etmeye çalıştılar! Bunun canlı örnekleri siyaset tarihimizin tozlu raflarında bolca bulunmaktadır! Siyasetteki her on yılda bir kırılmaları neden yaşadık! Herhalde oyun veya eğlence olsun diye yaşanmamıştır! Bir el sürekli olarak siyaset üzerinde etkili olabilmek için her yolu denemiştir! Neden?  15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, Devlet, Millet, Ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte  Türk Devletinin 2023, 2053 ve 2071 vizyonu çerçevesinde kadim Türk Devlet aklının kontrol ve denetimindeki bir Türk üçgeni kurulduğunu da sürekli olarak yazılarımızda vurgulamaya çalışıyoruz! Dünyada yeni bir düzen kurgulanır ve kurulurken, siz içeride eliniz armut mu toplayacaktır! Tabii ki hayır!  Elbette ki kadim Türk devlet aklı devreye girmiş ve dünyada kurulmakta olan bu yeni duruma yönelik tüm önlem, tedbir ve öngörülerini de bir bir devreye almaktadır! 31 Mart seçim sürecinde meydanlardaki yaşadıklarımız ve seçim sonuçlarına bir de bu zaviyeden bakabilmenin  horasan erlerinin Türk ve İslam yurdu yaptığı Anadolu toprakları ve Türk Milleti için daha etkili ve faydalı olacağını düşünüyorum!
 

Devlet, Vatan ve Millet sevgisini bu topraklarda sadece bir kişiye,  bir gruba veya bir siyasi partiye inhisar etmek çok yanlış bir durumdur! Bu topraklarda yaşayan seksen milyonun her bir ferdi dün olduğu gibi yeniden bugün de canını bu vatan için feda etmekten sakınmayacaktır! Dün, düşmanlardan bu  aziz vatanı kurtardık ve  düşmanları da bu topraklardan  kovalarken kimsenin etnik ve mezhebi  kimliğine bakmadık! Peki, bugün neler yapıyoruz?! Dün, tüm farklılıklarımızın çok büyük bir zenginlik olduğu idraki ile bu vatanı bir ve beraber savunduk! Bugün de aynısını yapmalıyız!  Başkaca bir tercihimiz ve seçeneğimiz  de yoktur! Tarihin  tüm arka sokaklarında, bir kesim  birilerini kötülüyor ve  bir grupta  yine o birilerini  kutsuyorsa, biliniz ki orada mutlaka Siyonizmin  tüm büyük hesap, büyük oyun, büyük bir plan ve ayak oyunları  vardır! Devlet adamı da beşerdir ve hata yapabilir!  İnsanoğlu hatadan münezzeh değildir! Devlet adamının  hatasız  olduğunu iddia etmek  ve kutsamaya kalkmak  ne garip bir  iştir! Bugün,  bu topraklarda bin yıldır birlikte yaşamakta olduğumuz seksen milyon aynı duygu ve düşüncelerle,  ateş çemberine dönem sınırlarımız ve dört etrafımızı çevreleyen denizlerdeki yangından kurtulamayız! Kimse aziz ve kutsal değildir! Kimse de hatasız ve günahsız değildir! Türk Devleti ebed müddet devam ülküsü, ideali ve 2023, 2053 ve 2071  vizyon ve hedefleri doğrultusunda çalışan ve emek sarf eden  bu vatanın her bir evladı  vatanperverdir! Gerisi laf-ü güzaftır! 

Türkler ve Maturidi İslam Anlayışı!..

Günümüzde bazı olaylar ve gelişmeler karşısında,  karşımızdaki kişiyi çok kolay bir şekilde dinden çıktığını ya da dinsizlikle itham etmekteyiz! Neden? İnsan ve Müslüman olarak bu vebali taşıyabilir miyiz?! İnsanların günahını gördük fakat tövbesine de mi ortak oluyoruz! Nereden  biliyoruz?! Karanlık gecede, kara taşın üstündeki kara karıncanın hareket ettiğini gören ve duyan Yüce Allah, tövbeleri de çokça kabul edendir!

Bin yıllardır birlikte bu topraklarda et ve tırnak olarak yaşamakta olan insanlar, dini veya siyasi bir konudaki eylem veya görüşten kaynaklı olarak birbirlerini neden inkar, tekfir ve küfür yolunu tercih etmektedir? Bu anlayış bize nereden gelmiştir?

Yirmi dört milyon kilometrekarelik  gönül coğrafyasında Adalet ve Hakkaniyet, mazlumların hamisi  ve hoş görünün de temsilcisi bir milletin torunları olarak neden bu konuma geldik? Kim veya kimler bizleri buralara düşürdü? Hedefleri nedir?

Daha dün diyebileceğimiz yakın bir zaman diliminde, Dünya halklarına her türlü kültür, medeniyet ve insani değerleri öğreten ve yerleşmesine de sebep olan asil Türk milleti bugün ilim ve fen alanında herhangi bir gelişme sağlayamamakta ve Batının üretmiş olduğu  bilimin sadece kullanıcı ve tüketici konumunu da geçememektedir! Neden?

Şimdi tüm bunları neden yazıyorsun diye bir soru ile karşı karşıya kalabilirim! Yani Allah, Peygamber ve Kitap uğrunda bir seçim veya tercih konumunda değiliz! Allah şaşırtmasın!

Allah inanan kullarına her daim neden akletmiyorsunuz ve çok az düşünüyorsunuz şeklinde, ikaz ve uyarılarda bulunmaktadır! Neden? Aynı topraklarda birlikte yaşadığımız, bu vatanı da birlikte savunduğumuz, Çanakkale ve Kurtuluş savaşını da hep birlikte verdiğimiz insanların siyasi görüşleri tabii ki farklılık arz edecektir! Koyun veya Sığır  sürüsü müdür, bu asil millet! Olmadığına göre!

Selçuklular döneminde, Gazali ve diğer Farisi alimlerin etkisi ile birlikte,  Mutezile,  ve İsmailli ve diğer başkaca yeni mezhep ve görüşler zuhur etmeye başlamıştır! Neden? Kim veya hangi güçler buna öncülük etmiştir?! Bu mezhep ve görüşler çok küçük nüans ile birlikte birbirine çok benzemektedir! Bu mezhep ve görüşlerin temel ilkeleri; Büyük günah işleyen kimse iman ile küfür arasındadır!

Tüm bu gruplar siyasal bir topluluktur! İmamlık sıra ile soya geçer, başkasının yönetimi eline alması, yasaya ve inanca aykırıdır! İmamlar yanılmaz, yaptıkları da söyledikleri de doğrudur ve  tartışılmaz! İmamın tüm sözü Kuran’dır ve buyruğu tanrı buyruğudur, gibi..

Mâturîdî, böyle bir dönemde ve bu kadar ağır şartlar altında, kendisini ilme vermiş ve bütün Türk dünyasını etrafında toplayan ve kendi adıyla anılan itikadı bir mezhep kurmuştur! Türklerin  din ve İslam anlayışı, dini düşünce tarihi açısından da yeni bir çığır açmıştır! Çünkü  eserleriyle birlikte, akılcılık ve hoşgörü,  Türk İslam anlayışının  temel taşları olmuştur.

Maturidiliğin hakim olduğu kültür havzasında, bugün dahi eserleri Türk boyları arasında ezbere okunan Ahmet Ye-sevi, Hz. Mevlana, Hacı Bektaşi Veli  ve Yunus Emre gibi büyük Türk mutasavvıflarının yetişmesine, Türk boylarının Hanefi – Mâturîdî din ve İslam  anlayışı etrafında toplanmasına ve büyük Türk devletlerinin kurulmasına da zemin hazırlamıştır!.

Peki, Maturidiliğin temel ilke ve görüşleri nelerdir diye kabaca incelediğimizde! İnanç ilkeleri ve akaid ile ilgili en kapsamlı eseri Kitab üt-Tevhid’dir.  Bu esere göre dinin öğrenilmesinde başvurulacak vasıtalar biri nakil ve  diğeri de  akıldır.

Nakil’den maksat Kur’an ve Sünnet’tir. Matüridî, İslam’ın evrenselliğine zarar vermeyecek biçimde, itici olmaktan çok kucaklayıcı bir yaklaşımla dini anlatır. Bu sebeple Matüridî, dinin özünü ilgilendirmeyen görüş farklılıklarını hoş görür, onların sahiplerini dinden çıkmış olarak görmez!

Akıl, bilgi kaynaklarından biri  ve insana verilmiş ilahi bir emanettir! İnsanlar akılları sayesinde güzellik ve çirkinlikleri tanır, kendi üstünlüklerini de onun sayesinde anlar! Kulun kusur işlemesi aklını kullanmayışı yüzündendir! Allah’ın emirleri aklı olana ve aklını kullanan insanlara hitabendir!

Allah’ın emirlerini anlayacak akıl seviyesine sahip olmayanlar, ilahi emirlerin dışında kalır ve sorumlu olmazlar! İnancın ana ilkelerini ilgilendirmeyen ve esasa müteallik olmayan,  eylem ve ibadet farklılıklarını hoşgörü ile karşılar, kelime-i şehadet getiren ve Kıble’ye yönelen herkesi mümin olarak değerlendirir! Ancak Allah-u Teala Kuran’da, sadece Allah’a ulaşmak isteyenleri de Hak Mümin ve  bu insanların da tevhidi oluşturan takva sahipleri olduğunu,  cennete  de gireceğini  açık bir dille anlatmıştır! Açık bir yalanlama ve  inkarda  bulunmadıkları sürece insanların ibadet ve işlerine karışılmaması gerektiğini savunur! Yani, Matüridi inanç sistematiğinde dinde zorlama yoktur, yaklaşımını esas alır!

Türk kültür havzasında ortaya çıkan ve Türklerin geneli tarafından benimsenen Maturidiliğe,  asil Türk Milleti  mezkur kaideler çerçevesinde daha büyük önem atfetmiştir. Bunun yanı sıra Hanefilik ve Mâturîdîlik Türk dünyası açısından etle kemik gibidir. Her Mâturîdî Hanefî, her Hanefi de Maturididir!

Selçuklu ve  Osmanlının ilk döneminde Türk denilince Mâturîdî ve Hanefi olarak anlaşılıyordu. Ancak Osmanlı döneminde Gazâlî’nin sufilikle ilgili eserleri ve Cumhuriyet döneminde de, bazı grup, kişi, görüş ve eserler, Türkler arasında Hanefi – Mâturîdî kimliğinin zayıflamasında etkili olmuştur. Peki neden? Hatta İlmihal kitapları veya din görevlileri için hazırlanan el kitaplarında “fıkıhta mezhebimiz Hanefilik, itikatta Mâturîdîlik ” şeklinde bir kimlik oluşturulmaya çalışılmıştır.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuyla birlikte, Selçukludan devir alınan geleneğin etkisi, yerli  ve milli  Türk devlet anlayışının sonucu olarak Mâturîdî din ve İslam anlayışı  daha fazla ilgi görmeye başlamasına rağmen, sonraki süreçte, İmamlar yanılmaz, yaptıkları da, söyledikleri doğrudur ve  tartışılmaz,  imamın tüm sözü Kuran’dır ve emirleri de tanrı buyruğudur, görüş ve akımları ön plana çıkmaya başlamıştır! Neden?

Kim veya kimler bu konuda öncülük etmektedir?! Büyük oyun, büyük plan ve büyük hesaplar nelerdir?! Yeni dönem ile birlikte, Türk dünyasında ve özellikle de Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırlarında, Türk Devlet aklı ve kadim devlet geleneğimiz çerçevesinde, 2023 – 2053 ve 2071 vizyon ve hedefleri doğrultusunda,  Maturidi İslam anlayışının tamamen yerleşeceği ve gelişeceği kanaatindeyim!