Birlikte Yaşama Kültürü!.

İnsanoğlu için  ilk  insan Adem peygamber ile  birlikte yaşam başladı diyebiliriz! Ve insanlık için  birlikte yaşamanın birçok nedenleri de bulunmaktadır! Antropologların belirlediği göre insanlar birlikte yaşamaya zorunlu olmuştur. İnsan insanın kurdu mu yoksa insan insanın kardeşi midir? Hangisi?! Bizim kültürümüzde insan insanın kurdu değil, kardeşidir! Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, insan insanın kurdu olmadığını, faklı dil, kültür ve inançlardan geldiğimiz doğru, ama hepimiz insanız, bizi birbirimizden uzaklaştıran kültürümüz, dilimiz ve inancımız değil, bizi birbirimizden uzaklaştıran ve ayıran bizi birbirimize yabancı kılan ön yargılarımızdır, diyor! İnsanların birbirine muhtaç olmasından dolayı birbirinden kopup gidemeyecektir. Günümüzde, etnik ve  mezhebi konularda sorunlar bulunmaktadır ve dinler birbirleriyle çatışmıyor, aslında mezhepler, cemaatler, tarikatlar, hizipler, güçler, iktidar  ve çıkarlar çatışıyor, desek yanlış olmaz! Haçlı seferleri dinler arası bir çatışma mı yoksa emperyalist hedefler için mi yapılmıştır?!  Birleşmiş Milletler UNESCO verilerine göre dünyada 300 etnisite bulunmaktadır! Bu 300 etnisitenin 100’ü çatışmaya ramak vaziyette olduğuna göre sorun,  bunları birlikte nasıl yaşatırız ve bir arada nasıl tutarız, dünya ve insanlık için bu birliktelikten faydalı şeyler nasıl üretebiliriz, şeklinde olmalıdır diye düşünüyorum!
 
Geçtiğimiz günlerde, İngiltere’nin başkenti Londra’da, ‘Birlikte Yaşamak  Kültürü’ temalı bir konferans tertip edildi. Konferansa dünyanın her bir köşesinden ve Türkiye’den de katılımcılar vardı. Toplantıya Türkiye’den katılımcıların konuşmalarına kabaca baktığımızda ise tablo aynen şu şekildedir! Türkiye Katolik Ruhani Reisler Kurulu Basın Sözcüsü Rinaldo Marmara, Türkiye  çok kültürlülüğün merkezi ve bu anlamda da Avrupa Birliğinin  öncüsüdür. Çok kültürlülüğün Bizans döneminde başladığını ve İstanbul’un Osmanlı tarafından fethedilmesinden sonra da sürmüştür. Osmanlı İmparatorluğunda farklı milletlerin bir arada yaşadığını, kendi kültürlerini ve  hatta hukuklarını korumuştur. Bugün de Türkiye’de 3,5 milyondan fazla Suriyeli var ve  diğer Avrupa ülkeleri bir, iki bin mülteci gelince duvarlar örüyor, fakat Türkiye milyonları kabul ediyor. Demek ki gelenekleriyle Osmanlı İmparatorluğu bugün de devam etmektedir. AB’ye de seslenen, ders vermek gibi olmasın ama Osmanlı İmparatorluğunu yani Türkiyeyi örnek almaları gerekiyor. Kurtuba Vakfı Yöneticisi Enes el-Tikriti; Dünyanın gidişatı içinde birlikte yaşamanın çok önemli bir mesele haline gelmiştir. Birlikte yaşama sadece birbirimizin varlığına tahammül etmek değil, aynı zamanda dünyanın son derece kutuplaştığı ve bölündüğü bir zamanda ortak bir şey inşa etmektir. UID Başkanı Bülent Bilgi; Birlikte yaşama kültürünün ne kadar önemli olduğunu göstermek gerekir. Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğundan itibaren bunu gerçekleştirmiştir, şeklinde ifade ve vurgularının, son günlerde yaşamakta olduğumuz bireysel ve toplu olaylar zinciri çerçevesinde insanlık adına çok önemli ve manidar olduğunu da düşünüyorum.  

Peki, birlikte yaşamak nedir? Birlikte yaşamanın temel kural ve kaideleri nelerdir? Bu kurallar ihmal ve ihlal edildiği zaman toplumlarda neler olmaktadır? Birlikte Yaşama kültürü, farklı kültürel kimlikleri olan değişik grupların bir topluluk içinde varlıklarını sürdürülebilmelerini, şeklinde ifade edebiliriz! Her kültür, kendi içinde diğerleriyle eşit ölçüde değerlidir. Bu nedenle herkes birbirini hiçbir sınır koymaksızın karşılıklı kabul edip tanımalıdır. Birlikte yaşamak aile, topluluk, ulus ve  siyasi parti birlikteliklerinde olduğu gibi, farklı ortamlarda da olabilir. Birlikte yaşamak bütün bu topluluklarda kurallar manzumesine ihtiyaç gösterir. Herkesin fikirlerini ifade etmesine olanak sağlamak birlikte yaşamak için temeldir. Ailede, okulda, mahallede, arkadaşlar arsında ve toplumda birlikte yaşamak açısından farklılıklara saygı, başkalarının fikirlerini ifade etmelerine fırsat tanıma, diyalog ve etkili iletişimin önemli rolü vardır. Eğitim de karşılıklı ön yargıların törpülenmesine katkı sağlar. İnsanlar kendilerini ifade edemedikleri sürece birlikte yaşam çabalarının sağlıklı bir şekilde oluşturulması mümkün olmaz. Birlikte yaşamanın olanaklı kılınması için kültürel alanda kişilerin kendi dilleri, kendi dinleri, kendi kültürleri ile toplumda var olmalarının önündeki çok yönlü engellerin kaldırılması, her alanda ayrımcılığa son verilmesi gerekir. Birlikte yaşamayı kolaylaştıran ve  mümkün kılan ögelerin başında, ortak fikirler, ortak hedefler, idealler ve kültürel  uyum gelir. Bu ögeler deki farklılıklar çoğaldıkça birlikte yaşama kurallarına daha çok ihtiyaç duyulmaktadır. Kurallar sayesinde farklılıkların meydana getirdiği çatışmalar en aza indirgenebilmekte, farklılıklar içinde ortak ögeler ve benzeşmeler yakalayabilmekte, birlikte yaşamanın uyum içinde olması sağlanabilmektedir. Bu toprakların yetiştirdiği Yunus Emre mısralarında; ‘Gelin tanış olalım, işi kolay tutalım, sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz’ diyor!
 
Sonsuz Kudret Sahibi Yücel Allah Kutsal Kitabımızda, öncelikle ve özellikle iman edenler ve daha sonra da tüm insanlara hitaben; “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır” şeklinde uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır!
 
 
 
 
 
 
 

Yeni Zelanda, Türkler ve Yeni Dünya Düzeni!.

Yeni Zelanda’daki cami saldırganı silahının üzerine yazdıkları ve aracında dinlediği Sırpça marşlar, Bosna’daki Boşnak katliamları ve Türklere yönelik nefret sözcükleri! Ayasofya’nın  minarelerini yıkmak, İstanbul’u kurtarıp tekrar Konstantinopolis yapmak ve Beşiktaş’a  Beyoğlu’na gelmeyin öldürürüm zırvaları! Endülüs ve 2. Viyana Kuşatmasından söz etmesi,  hem de bu vahşetin 15 Mart tarihinde gerçekleşmesi ve Haçlı Seferleri hatırlatması! Hepsi sıradan, öylesine ve tesadüfü mesajlar mıdır?! Ya da deli saçması deyip geçmeli miyiz?! Saldırıda ölenlere Allah’tan rahmet ve yaralılara da acil şifalar dilerim! Bu ifadelerin tamamı Osmanlı, İslam ve özellikle de Türkler ve Türkiye’ye yönelik ideolojik ve küresel bir hedeftir! Bu operasyonun arkasında ne kadar büyük bir akıl, plan ve hesabın olduğu da aşikardır!  Adamlar bizim tarihimizi, tarihçi geçinenler akademisyenlerimizden daha iyi biliyor, desek yanlış olmaz! Hem de birileri bu topraklardaki gerçekleri ve asil tarihimizi de unutturmaya çalışmasına rağmen!  Yeni Zelanda nere; Türkiye nere! Yeni Zelanda halkının Türk milleti ile ne sorunu olabilir ki?! Yüz yıl önce Çanakkale’ye Anzak olarak neden ve niçin geldiklerini dahi bilmiyorlardı! Mesele Yeni Zelanda ve Türkiye arasındaki uzaklık ya da yakınlık değildir!  Tüm mesele, Küresel ve emperyalist güçlerin denetim ve kontrolünden çıkmakta olan muhataplarına, yani buradaki asıl hedef Türk Devleti ve Türk Milletine, karşı doğrudan veremedikleri mesajlarını uşaklar, piyonlar ve kuklalar üzerinden vermeleridir! Peki Türk devleti ve Türk milleti olarak mesajı aldık mı?! Cevabımız olacak mıdır? Eski Türk devletini karşılarında bekleşenler, Yeni Türk devleti olarak mesajlar alınmış ve günü geldiğinde cevapları da anladıkları dilden, Adalet, Hakkaniyet ve kadim medeniyet ideal ve ülkümüz çerçevesinde verilecektir, diye düşünüyorum!

18 Mart Çanakkale zaferlerinin yıl dönümü öncesi  Yeni Zelanda canisinin yayınladığı yazının To Turks, dikkat edelim To Muslims değil,  yani Türkler diye başlıyor! Acaba neden? Türkler ile böyle bir caninin ne gibi derdi olabilir ki?! Yoksa cani ve arkasındaki küresel güçler tarafından, Müslümanların güçlü ve kontrol edilemeyen tek temsilcisinin Türk Devleti ve Türk Milleti olduğunun da alenen kabulü müdür!  Bu saldırı, Çanakkale’nin kinidir ve tek dertleri bin yıldır vatan edindiğimiz Anadolu’dan Türk Milletini atmak olduğunun da işaret ve göstergeleridir!  Peki, buna güçleri yetebilir mi? Başarabilirler mi? Elbette hayır! İçeride yüz yıl önceki küresel oyun ve büyük hesaplara bugün de alet olmadığımız takdirde! İçeride tüm farklılıklarımızla birlikle bir, beraber, iri, diri ve hep birlikte Türkiye olduğumuz şuuruna erebilirsek; tabii ki!. 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması akabinde,  devlet ve millet olarak Yeni Kapı ruhu ile ortaya çıkan ve şahlanan, daha sonraki süreçte de Cumhur İttifakı olarak vücut bulan,  parçalamaya ve koparmaya da güçlerinin yetmediği, birlikteliği de her daim koruyabilirsek, kesinlikle başaramazlar!

Yeni Zelanda’daki saldırının mesajları ve sloganları İslam Dünyasından ziyade Türk Devleti ve Türkiye’nin kadim medeniyet ülküsü ve ideallerinin hedef alındığını, ifade etmiştik! Peki, nedir bu kadim medeniyet ideal ve ülküsü?  Yirmi dört milyon kilometrekarelik bölgeye sadece bir Selam ün Aleyküm ile kurulmakta olan bağlar ve tüm gönül coğrafyamızı da yeniden hatırlamaktır! Peki, uluslararası güçlerin derdi nedir?  Bugün, yeni kurulmakta olan yenidünya düzeni Türk Devleti olmadan kesinlikle kurulamaz! Ya da, yeni kurulmakta olan yenidünya düzeni, Türk Devletinin bulunduğu taraf kesinlikle bu savaşın doğal  galibi sayılacağı için olabilir mi?! Neden olmasın? Terörist öyle pervasız ki; mesajını Facebook ve diğer sosyal medya ağları üzerinden hem de 70 sayfalık bir bildiri ile önceden duyuruyor! Tabii dünyayı her an gözetleyen ve dinleyen tüm küresel istihbarat örgütlerinin de haberi olmuyor! İnandınız mı?! Peki,  bu saldırıyı planlayan üst aklın başkaca hedefleri nedir, diye baktığımızda! Müslümanlarla Hristiyanları, Avrupalılar ile Türk ve Batı Asyalıları, Rusya’daki  Müslümanlar ile Ortodoksları, Çin’deki Uygurlarla yönetimi ve Türkiye’deki dindarlar ile laikleri karşı karşıya getirmeyi hedeflemektedir! Gerisi zaten çorap söküğü gibi gelecektir! Tam da istedikleri ortam oluşacağı için! Peki, bu oyuna gelecek miyiz?! Feraset ve Basiret sahibi mümin bu tuzağa düşecek midir?! Türk Devletinin bölgesinde bağımsız politikalar izlemesi ve yürütmesi, Türkiye’nin kararlı ve güçlü duruşu, kontrol ve denetimlerinden çıkmakta olması, küresel ve emperyalist güçler ve kuklalarını da sadece kudurtmaktadır!  

Peki,  bu saldırı ile birlikte, dünya milletlerine tüm insani değerler, medeniyet rehberi ve önderi bir devlet ve millet olarak yapmamız gerekenler nedir diye kabaca baktığımızda, karşımıza çıkan tablo şöyledir! Dünya çapında Türk algısına karşı açılan topyekun ideolojik saldırılara karşı ideolojik bir savunma ve kadim medeniyet tezleri acilen ortaya konmalıdır!.  İdeolojik, psikolojik ve algı savaşlarını kazanmadan,  ne ekonomik, ne siyasi ve ne de askeri bir zafer kazanmak mümkündür! İslam Dünyası ve özellikle de yüzyıllardır İslam’ın temsilcisi konumundaki Türk Milleti açık saldırı altındadır ve buna karşı nasıl bir duruş ve mukabele etmek lazımdır!  Tarihte, Batıya ve Doğuya, mazlum milletler ve insanlığa sadece huzur, umut,  adalet, hakkaniyet temsilcisi ve güvenlik sağlamış, bugün de bunları başarabilecek tek millet ve tek devlet, dünyaya yeniden insani ve adil bir düzen getirebilecek, kadim medeniyet düşüncesini de yeniden Türk Devleti ve Türk milleti olarak ortaya koymadan barış ve huzur   gelmeyecektir, diye düşünüyorum! Milli şairimiz  Mehmet Akif Çanakkale Şehitleri şiirinde şöyle diyor;   

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?  En kesif orduların yükleniyor dördü beşi!
…   
                                    
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvam-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer! 
….
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk; Sade bir hadise var ortada: VAHŞETLER DENK!  
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer; 

Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,  Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!     
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!  Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhidi… Bedrin aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?  “Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.

Sen ki, son ehli salibin kırarak savletini,  Şarkın en sevgili sultanı Selahaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran… Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;  Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın; 
Sen ki, asara gömülsen taşacaksın… Heyhat, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat…  
Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber, Sana agu-şunu açmış duruyor Peygamber!.

 

Müslüman, Güzel, Ahlak Sahibi Olmalıdır!.

Ülkemiz ve dünya genelindeki  İslam alemi ve Müslüman kişilerin durumu ve haline bakıp ya da özenip, İslami tercih eden ve daha sonra da Müslüman olan bir gayri Müslim kişinin olduğunu hiç zannetmiyorum! Peki neden? Böyle bir durum, bizlerdeki Müslüman algısı ve yaşantımızdaki sorunun da göstergeleri olarak karşımıza çıkmaktadır! Yoksa Müslüman olmayı ya da Müslümanlığı ticari bir meta haline mi indirgedik! Allah korusun! Siyasi kaygılarımıza mı alet ettik! Ya da makam, mevki, para, güç, iktidar, ihale ve rant için Müslümanlık alır ve  satar hale mi geldik?! Allah affetsin! Böyle bir durum, Müslüman kişilerdeki ahlakın çözülme ve çürümeye doğru gitmekte olduğuna da işaret etmektedir! Allah  akı, fikir, izan, basiret ve feraset versin! Nasıl olabilir? Müslüman kişilerle ticaret yapmak dahi güven kavramının örselenmesine sebebiyet vermektedir! Tüm kamu kurumlarındaki üst düzey amirinden en aşağıdaki çalışanına kadar herkes çok kallavi Müslüman olduğunu iddia ederken, yaşantımız, çalışma şeklimiz ve davranışlarımıza bunun aksetmediğine de şahit olmaktayız! Neden? Bazı dost sohbetlerimizde, ısrarla ifade etmekte olduğum, günümüz Müslümanları olarak din taciri olduk, yani din alır ve din satar hale geldik, sözlerime alınan ve kırılan dostlarımız da bulunmaktadır! Ya da siyasal İslam’ın bizleri getirdiği son nokta burası mıdır?! Ya da Siyasal İslam’ın artık bittiği yerde miyiz?! Peki, yanlış olduğunu kim iddia edebilir?!  Geçtiğimiz yıllarda Türkiye’de yapılan bir anket ve araştırma da, Dindar olmak, ahlaklı olmayı gerektirir mi, sorusuna verilen cevapların yüzde 70’i hayır gerektirmez, şeklinde olmuştur!  Böyle bir soruya yüzde doksan dokuzu Müslüman olduğu iddia edilen bir ülkede, hayır efendim, bir insan, dindar ve Müslüman olduğunu iddia ediyorsa mutlaka ve kesinlikle ahlaklı olmalıdır, şeklinde olması beklenirdi! Oysa günümüz insanı, dindar fakat ahlaklı olmayabilir, diye düşünülmektedir!. Müslüman bireyin en temel ve bariz özelliği güvenilir ve güzel ahlaklı olmasıdır. Ne buyurdunuz?!
 
İslam, Müslüman ve Mümin olmanın temel şartı, ahlak ve özellikle de güzel ahlak sahibi birey olmaktır!   Peki, Ahlak ve güzel ahlak nedir? Ahlak, insanın kendisi dahil, varlık ve insanlarla ilişkilerinde nasıl davranması, ya da davranmaması gerektiğini gösteren değer yargıları bütünüdür. Ahlak, bir toplumda genel olarak uyulması beklenilen kurallar ve yapılması gereken görevlerin tümüdür. Güzel ahlak ise, bireysel ve toplumsal olarak takdir edilen davranışların bütünüdür.  Herkes ahlak sahibidir ve ahlaklı olunmaz, sadece “güzel ahlaklı” olunur ve ahlaksız olunmaz “kötü ahlaklı” olunur. İslamiyet de zaten güzel ahlak dinidir. Sonsuz Kudret Sahibi yüce Allah Kutsal Kitabımız Kuranı Kerimde, İman ehlini güzel ahlaklı olmaya davet etmektedir.  Onlar ki; bollukta ve darlıkta mallarını Allah yolunda sarf ederler, kızdıkları zaman öfkelerini yener ve insanları affederler. Allah ise iyilik yapanları sever. Ve onlar çirkin bir iş yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı zikredip günahlarının bağışlanmasını isterler. Zaten Allah’tan başka günahları kim bağışlayabilir. Hem onlar işledikleri günahlarında bile bile ısrar etmeyen kimselerdir, buyurmaktadır!

Ahlak ve güzel ahlaklı Müslüman ve iman ehli birey olmanın  gayesi, her daim ilahi kameralarla gözetim altında olduğu idrak ve şuurunu kazanmak ve bireyi de insan-ı kamil seviyesine ulaştırmaktır!. Bu bakımdan ahlak ve güzel ahlak,  din ve imanın ayrılmaz bir parçası, hatta onun ruhu ve özü olarak da ifade edebiliriz. Nitekim alemlere rahmet olarak gönderilen hidayet rehberi Peygamber Efendimiz (s.a.s); Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim, buyurmaktadır. Güzel Ahlakı tamamlamak için gönderildiğini ifade eden peygamberin ümmeti ne durumdadır?! Ahlak ve özellikle de güzel Ahlakı dünyalıklar için berhava ettik! Yine sevgili Peygamberimiz; Müminlerin iman zaviyesinden en mükemmeli, ahlak bakımından en güzel olanıdır. Kıyamet günü müminin mizanında güzel ahlaktan daha ağır bir haslet yoktur, buyurarak,  güzel ahlakın  önemini vurgulamıştır. Müslüman, dilinden ve elinden diğer insan ve Müslümanların emin olduğu ve zarar görmediği kimsedir, buyurur.

Sohbetimiz, İslam, Müslüman ve Mümin bireyin özellikleri ve güzel ahlaklı insan nasıl olmalı, Türk demenin dünya insanlığındaki karşılığının da İslam ile eş değer olduğu bir dönemde ve Türk’ün Adalet, Hakkaniyet ve mazlum milletlerin de hamisi olduğu şeklinde devam ederken, Ak Saçlı ve Aksakallı ihtiyar dostum, yaşanmış bir hikayeyi bizlere ibret ve ders alabilmek noktasından aktardı ve hızla  gözlerden kayboldu! Mısır ve Arapların övüncü Muhammed Ali Rişvan başarılarını çok insanın bilmediği Mısırlı bir judo sporcusudur! 1984 yılındaki Los Angeles olimpiyatlarında judoda altın madalyayı hak ettiği halde gümüş madalya kazanmıştır!  Peki neden? Şöyle; son maçta Japon rakibiyle karşılaşmış, Japon rakibinin sol ayağındaki ten donlarında yırtılma olmuş ve bu yüzden Sol tarafı çok zayıftır! Müsabaka da Mısırlı judo sporcunun antrenörü ısrarla rakibinin sol bacağına saldırması için bağırıyordur! Fakat Mısırlı sporcu hiç aldırmaz ve böyle bir çabaya da girmez ve yenilir, maçın sonunda da Gümüş madalya kazanır! Bu durumu daha sonra ki bir röportajda soran gazetecilere; Benim dinim yaralıya vurmayı yasaklar! Eğer o durumdayken sol bacağına yüklenseydim sakat kalabilirdi ve madalya için bunu ona yapamazdım, diyor! Onun bu tavrı ayakta alkışlanmış ve UNESCO tarafından dünyanın en güzel ahlak sahibi sporcusu ödülüne layık görülmüştür! Daha sonra Japon’lar Mısırlı sporcuyu bir kral gibi ülkelerinde karşılamış ve ağırlamışlar! İstatistiklere göre Mısırlı sporcunun bu tavrından etkilenip ve İslami inceleyip, dünyada elli binden fazla kişi Müslüman olmuştur! Hatta bunlardan biri Japon Riko Hanım ona âşık olmuş, evlenmiş ve halen İskenderiye’de yaşamaktadır! Ne diyorsunuz?! Bizim Müslümanlığımıza, yaşantımıza, sözlerimize ve yapmakta olduğumuz tüm işlerimize özenen ve imrenen var mıdır, yok mudur?! İslam’ı tercih etmesine mi ya da nefret etmesine mi sebebiyet vermekteyiz?! Hangisi?!.
 

ÖLÜM; İnsana, Ne Uzak, Ne de Yakın!.

Üç günlük dünya hayatı,  yani dün, bugün ve yarın için, neredeyse birbirimizi yemekle, paçalarımızdan çekiştirmekle ve olmadık  eziyet, zulüm ve hareketlerle meşgul olmaktayız! Peki neden? Hem de siyasetin çok alevli olduğu şu yerel seçim öncesinde? Peki değer mi? Bir makam ve mevkie  gelebilmek, iktidar, para ve güç sahibi olabilmek  için bu kadar fırıldak olmaya değer mi?! Makam ve Mevkie değer katabilecekseniz ne ala! Peki, Makam ve mevkiden değer almak ve dünyalık da bir şeyler toplamak için mi talep ediyoruz! Bu kadar fırıldaklıktan sonra gelinen makamlarda ebediyen kalınabilir mi? Var mıdır böyle bir şey?! Kalan olmuş mu mudur?! Ya da  gelmek için çokça istenilen  makam ve mevki sadece vatandaşa hizmet etmek ve işlerini kolaylaştırmak için midir?  Yoksa  bu makamlar, vatandaşa tepeden bakmak, işlerini daha da zorlaştırmak ve eziyet etmek için midir? Bilemiyorum! Nasıl olsa bir gün hesabı sorulacaktır! Sen kabul etsen de,  etmesen de! İman etsen ve  İnkar etsen de, mutlaka hesabı görülecek ve sorulacaktır!  İnsanoğlu kendisinin başı boş bırakılıvereceğini mi sanıyor ki!? Hayvanlar ya da diğer tüm canlılar gibi! Öyle mi?!
 
Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, Kuranı Kerimde tüm insanlığa ve özelliklede müminlere hitaben; Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir. (Ali İmran, 3/185)  O, hanginizin daha güzel amel işleyeceğini, yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratandır, buyrulmaktadır! (Mülk, 67/2) Son Peygamber Hz Muhammed (s.a.s) efendimiz de; Lezzetleri yok eden ölümü çokça anınız, buyurmaktadır! Acaba neden?!
 
Ölüm hakkındaki  bazı yazı ve sözlere kabaca baktığımızda insan için  ibret ve ders alabilecek nasihatlerle doludur! Zengin – fakir, işçi – patron, amir – memur, güzel – çirkin, sağlam – özürlü, yönetici – tebaa farkını son demde eşitleyen tek vakıadır, Ölüm! İnsanların makam, mevki, rütbe ve statülerine göre değil, iman, ihlas, amel ve samimiyetine göre VİP muamelesine tabi tutulduğu seyahatin başlangıcıdır, Ölüm! Çivi çakmak için geldiğimizi sandığımız dünyaya, pamuk ipliğiyle bağlı olduğumuzun idrakine varmaktır, Ölüm!  Hayat sandığımız sanal gerçeklikten, hakikat alemine uyanmaktır, Ölüm!  Çevreye beğendirmek için bin bir zahmetle süslenen bedenin, ruhun gidişiyle birlikte dayanılmaz kokuşmaya başlamadan, toprağın derinliğine terk edilmektir, Ölüm! 14 milyar senelik kainat ömrüne kıyasla, bir saliselik zaman dilimine tekabül etmeyen hayatın nihayete ermesidir, Ölüm! Kıyamet ne zaman kopacak, yarın  ne yapacağım, yazlık, kışlık evi nereye yapayım, taksitler  ne zaman bitecek, çocuğum sınavda nereyi kazanacak gibi tela şenin, bir anda anlamını yitirmesidir, Ölüm! Başlangıcı belli lakin bitiş saatini bilmediğimiz bir sınavda, kağıt kalemi bırakın, komutuna muhatap olmakla, daha çok zamanım var zannediyordum, mahcubiyetiyle bütünlemesiz bir sınavdan çakmaktır, Ölüm!. Keşke şöyle yapsaydım, türü pişmanlıkların çokça yaşanıp, hiçbir fayda sağlamadığı geri dönüşümsüz bir hesaplaşmayla randevulaşmadır, Ölüm! Hayatı boyunca hep dört ayak üzerine düşmüş zalimin hüsranı, garip gurebanın umutla beklediği ilahi adalete kavuşmasıdır, Ölüm! Siz Dünyayla ebediyen vedalaşmışken, birilerinin yakınlarınıza, hayat devam ediyor, tesellisinde bulunuyor olmasını, hiçbir zaman duyamayacağınız için gönül koymamaktır, Ölüm. Son nefeste neler yaşanır, ruh bedenden nasıl ayrılır gibi, merak celbeden soruları hiçbir tecrübe sahibinden öğrenmeden provasız bir şekilde Azrail’le yüzleşmektir, Ölüm! Sevgili peygamberimiz, günde yirmi kez ölümü hatırlayan kişi şehitlerle beraber haşır olunacaktır, buyurmuş! Öyle ya, günde yirmi kez ölümü hatırlayan kişi hangi kötülüğü yapabilir ki! Hasetmiş, kıskançlıkmış, iftiraymış, hırsmış, kin gütmekmiş, çalmaymış, mal biriktirmek ve  kul hakkı yemekmiş; hangi kötü haslete imza atabilir ki! Tabii ki hiç birisine! Öyle iken üç günlük dünyada,  bu kadar kötülük ve  zulüm, nasıl ve neden oluyor?!
 
Cahit Sıtkı Tarancı bir şiirinde, insanın ölüm karşısındaki çaresizliğini şu dizelerle dile getirir; Neylersin ölüm herkesin başında, Uyudun uyanamadın olacak. Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında, Bir namazlık saltanatın olacak, Taht misali o musalla taşında! 
 
Hazret-i Mevlana (ks) ölümü de şöyle ifade eder: Ölüm gününde tabutum götürülürken, bende, bu dünyanın dert ve gamı var sanma! Dünyadan ayrıldığıma üzülüyorum zannetme! Sakın ola ki, öldüğüm için bana ağlama! Yazık oldu, yazık oldu! deme! Eğer ben yaşarken nefse uyup şeytanın tuzağına düşersem, işte hayıflanmanın sırası o zamandır! Cenazemi görüp de; Ayrılık, ayrılık! deme! Bilesin ki o vakit, benim ayrılık vaktim değil, Rakibimle buluşma, vaktidir! Beni toprağın kucağına verdikleri zaman sakın; Veda, veda! deme! Çünkü mezar, öteki alemin, cennetler mekanının perdesidir! Mezar, insana hapishane gibi, zindan gibi görünse de, orası aslında vuslata susamış ruhların kurtulduğu yerdir! Hangi tohum toprağa atıldı ve  ekildi de tekrar bitmedi,  vakti gelince topraktan filizlenmedi? Niçin insan tohumu hakkında yanlış bir zanna düşersin?, buyurmaktadır!.
 
Şair, bir gönül ehlinin dünyadaki huzur hayatının kabir aleminde de devam edeceğini ne güzel ifade eder: Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde, Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter. Ve serin serviler altında kalan kabrinde, Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter!  Bir başka Şair de ne güzel ifade etmiş: Ölüm bize ne uzak bize ne yakın, ölüm! Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm! Ne mutlu ölmeden önce ölüp, hayatın sürprizi olmaktan çıkaranlara!…
 

At, Geyik ve Avcı!..

Türk siyasi hayatını kabaca incelediğimizde, bir siyasi partinin kurulma aşamasında mutlaka bir dış güç veya kürsel güçlerin etkisi, desteği ve  hatta finansal yardımlarını görebiliriz! Çünkü siyasi bir parti kurmak ve ülke genelinde de teşkilatlanmak  çok olay bir iş değildir! Siyaset yapmayı planlayanların zaten finansal durumu buna da fırsat vermeyecektir! Böyle bir yatırıma destek olması gereken, içeriden  bir veya birkaç iş adamı, ya da  dışarıdan   küresel  bir finans  kurumunun  aranması ve hatta bulunması gerekir! Siyasi partilerin kurulma aşaması veya  Türkiye’deki siyasi partilerin tarihlerini kabaca incelediğimizde yazdıklarımızın aynısı ile vaki olduğu da görülecektir! Şimdi bunları neden yazıyorsun?  Günümüzle ne alakası var, hem de çok önemli bir yerel seçim öncesi  dediğinizi de duyar gibiyim!

Ak Saçlı ve Ak Sakallı ihtiyar dostum, ülkemizdeki siyasi partilerin kurulması, teşkilatlanması, iktidar olması,  kapanması ve yerel seçimlerin hemen akabinde ülkemizdeki siyasi  parti serüvenine birkaç adet  daha siyasi partinin dahil olma hazırlıklarının olduğuna dair sohbetimizin akabinde,  veciz sözleri ve ders niteliğindeki hikayesini çok dikkatli ve özenle anlattıktan sonra gözlerden kayboldu!  Bir geyik ile bir at, aynı çayırda otluyorlarmış. Ancak Geyik bir yandan keskin dişleri, diğer yandan güçlü boynuzlarını kullanarak otlaktaki her şeyi yeyip bitirmeye başlamış! At bu duruma çok kızmış, öcünü almak için gitmiş bir avcı bulmuş: “Kurtar beni şu Geyikten!” demiş. Avcı: “Peki, kurtarayım, kurtarayım ama ben o işi tek başıma başaramam ki! Gel, senin ağzına bir gem vurayım, üstüne bineyim, sen de yardım et!” demiş. At o kadar öfkeliymiş ki hiç düşünmeden razı olmuş. Avcı atın üstüne binmiş, geyiğe birlikte saldırmışlar. Sonuçta geyiği öldürmüşler. Ardından At, Avcıya “Artık çıkar şu gemi, işimiz bitti demiş!” Ancak Avcı “Dur bakalım, o kadar acele etme!” diyerek,  Atı eve götürüp, ahıra bağlamış! At, artık Avcının kölesi olmuş. “At, Geyik ve Avcı” hikayesinde olduğu gibi “düşman veya rakiplerinizden kurtulayım ya da intikam alayım derken At’ın yazgısına düşmeyin, derim!

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması akabinde, Türk Siyasi hayatımızdaki, devlet, millet, iktidar, ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte şahlanan  milli birlik ve  beraberlik ruhuna şahit olmaktayız! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması  bu birlik, beraberlik  ve dirlik ruhu ile  ancak bertaraf edilmiştir! Yeni Kapı ruhunda perçinlenen bu birliktelik, 16 Nisan Anayasa değişiklik referandumundaki Cumhur İttifak ile  tecessüm etmiş ve yeniden bir kez daha şahlanmıştır! 24 Haziran seçimlerinde de  Cumhur İttifak ruhunun emarelerini görmüştük! Bugün 31 Mart yerel seçimlerinde de Cumhur İttifakının karşısında Millet İttifakını görmekteyiz! Tabii ki başkaca ittifakları da duyuyor ve şahit oluyoruz! Siyaset sahnesine ne zaman çıkacaklarına dair söylentiler ise 31 Mart seçim sonuçlarındaki Cumhur İttifakını alacağı oylara göre şekilleneceği de siyasi kulislerde  ifade edilmektedir! Peki, 31 Mart seçim sonuçlarını  ve Cumhur İttifakının alacağı oyları neden bekliyorsunuz? Toplumda bir karşılığınız var  ve karşılığın da sandıklara yansıyacağına olan inancınız da tam ise hemen şimdi,  bugün  siyaset arenasına çıkmalısınız? Neden zaman kaybedeceksiniz? Ne buyurdunuz?!

Küresel ve emperyalist güçler, yüz yıl önce olduğu gibi ya da yüz yıl önce yarım kalan büyük oyun ve paylaşım hesaplarını  bugün yeniden sahneye sürmeye çalıştıkları bir dönemde, içeride birbirimizle cebelleşmenin veya enerjimizi birbirimize karşı tüketmenin,  harcamanın bu topraklar ve Anadolu’ya ne faydası olacaktır? Ak Deniz ve Doğu Akdeniz bölgesindeki enerji  kaynakları ve güzergahının paylaşımları için her an üçüncü  Dünya savaşı için bir kıvılcımının beklendiği ve en az kırk ülkenin  de yüz adet savaş gemisin bu bölgede olduğu bir dönemde, yeni bir siyasi parti kurmanın ya da iktidardan kurtulma hesap ve oyunları kimin ya da kimlerin işine yarayacaktır?! Tabii ki Aziz Türk Devleti ve Asil Türk Milletinin değil! Dünya üzerindeki güç dengelerinin Batıdan Doğuya kaydığı bir dönemde, batmakta ve lime lime dökülmekte olan Batı trenine binmeye çalışmayı ve  küresel güç destekli bir yapılaşmayı ve oluşumu da  nasıl açıklayacağız?! At ve Geyik hikayesinde olduğu gibi Geyikten kurtulmaya çalışırken, ağzına Gem takılıp, ahıra bağlanan ve özgürlüğü de elinden alınan at gibi  birilerinin köleliği ve esirliğe mi talip olmaya çalışıyoruz! Ne diyorsunuz?

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan; Zeytin Dalı Harekatı, Fırat Kalkanı ve Afrin Operasyonları ile güney bölgemizde kurulmaya çalışılan devletçik benzeri  koridorları bir bir parçaladık! Türk Devleti ve Türk Milleti olarak, Akdeniz Kalkanı stratejileri ile de Doğu Akdeniz’de küresel ve emperyalist güçler tarafından sahneye konmakta olan Doğu Akdeniz cambazlıklarına da esaslı  bir Osmanlı tokadı atıyoruz!  Akdeniz, Doğu Akdeniz, Kara deniz, Ege ve tüm Osmanlı hinterlandı  gönül coğrafyamızda, Türk Devleti ve Türk Milletinin  onay vermediği ve rızasının olmadığı hiç bir projenin oldu bittiye getirilmesine asla izin verilmeyeceğini de, kararlı bir şekilde ifade etmektedir! Anlayana tabii ki!

Recep, Şaban ve Ramazan aylarının habercisi  Regaib Kandilimizi ve Üç Ayların tüm İslam alemi ve insanlığa huzur, barış ve selamet getirmesini ve birey olarak da İdrak, Arınma ve Mağfirete vesile olmasını da Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’tan niyaz ederim. Allah’ım! Recep ve Şaban ayını bize mübarek kıl ve bizi Ramazan ayına ulaştır! AMİN..

Cennette Satılık Parsel!..

Bizim gibi muhafazakar ve din eksenli ülke ve toplumlarda, kalabalıklar, sürü ve yığınları ancak ve ancak iki  dürtü ile kontrol ve denetim altına alabilirsiniz! Seçim meydanlarında  bugünlerde çokça görmeye alışık olduğumuz gibi! Bir parti üyesi diyor ki, Şu partiye oy verirsen cennet garanti altındadır! Bir diğeri de, bu partiye oy vermezsen, cehennemde yanarsın, helak olursun! Şu partiye oy verirsen asgari ücret ve emeklilere de şu kadar zam! Bu nasıl bir şeydir, Allah’ım! Kişi demokratik tercihini kullanmak sureti ile sadece bir oy kullanacak! Bunun din ile, cennet ile ve öbür alem, cennet ve cehennem ile ne ilgisi olabilir ki?! Ne demiştik! Kişi ve toplumları iki dürtü ile denetim ve  kontrol altına alabilir, özellikle de yönlendirmeye tabi tutabilirsiniz! Ve bunlardan bir tanesi Maslow ihtiyaçlar hiyerarşisinin de birinci maddesi olan fiziksel ihtiyaçların tümü! Bir diğeri ise din eksenli konuşmalar, uyarılar, ihtarlar, ikazlar  ve  yönlendirmelerdir!
 
Toplumun büyük bir kısmı okumak, araştırmak ve sorgulamaktan da aciz olduğu için din konusunda, tabi  veya teslim oldukları bir alim, bir hoca veya bir akademisyen ne derse doğru sadece odur! Kalabalık ve yığınlar, bu konuda herhangi bir araştırma ve sorgulamaya girmeyi de düşünmezler! Ne de olsa bir alime ve bir hocaya teslimiyet çok kutsaldır! Neden diye soracak olursanız! Şu alim, şu hoca  veya  şu profesör böyle dedi şeklinde bir cevap ile karşılaşırsınız!  Peki, kardeşim senin bu hoca veya akademisyen bir yerlerin adamı olmasın?! Olabilir mi? Neden olmasın?! Tarih bunların canlı örnekleri ile dolu! Osmanlıyı parçalarken, Osmanlı hinterlandındaki imam, vaiz ve hocaları bir araştıralım ve bakalım, kimlermiş? Hangi dinden ve hangi nesepten, kimler ve hangi küresel güçler adına çalışıyorlarmış?!  Peki, kardeşim Allah sana akıl vermiş, o hoca ve akademisyene de aynı aklı vermiş! Allah’ın sana ve vermiş olduğu ve seni de sorumlu tuttuğu akıl çerçevesinde gönderdiği kitabı, Son Peygamberin hadisleri ve yaşantısını şöylece bir tefekkür ve tezekkür zaviyesinden bak, değerlendir ve  muhakeme yap,  doğru ve yanlış olduğuna da kendin karar ver! Sorumlu olan sensin! Hesap verecek olan ve sorguya çekilecek olan da sadece sensin! Hoca, alim veya akademisyen ile birlikte aynı anda sorguya çekilmeyeceksin! Hayır bu çok zahmetli ve sıkıntılı bir yol ve yöntem! Ben aklımı ve ruhumu bir hacıya, bir hocaya, bir alime ve bir  akademisyene kiraya verir ve teslim eder, başkasına karışmam diyorsan, başkaca yapacak bir şey de yoktur! Allah yine de sana biraz akıl,  biraz fikir, biraz feraset ve birazcık da  basiret versin, diyelim! 
 
Daha önceki yazılarımızda din konusu ve dini eğitim sistemimizdeki bir arıza ve sıkıtılar olduğundan dem vurmuştuk! Nasıl yani! Çocuk yaştaki gençlerimize din ve dini konular hakkında  neler öğretiyoruz? Şu kadar yardım edersen cennetten parsel, şu kadar zikir çekersen cennetten köşk, şu fakire yardım edersen cennetten villa, şeklinde devam eden bir Müslümanlık, dini ve İslami bir eğitim sistemi ve  algısı! Yani yardım etmediğin ve şu kadar da zikir çekmediğin  takdirde cennetten parsel yok! Peki bunlar doğru mudur? Tabii ki doğrudur ve haktır! Fakat mümin olmanın asli ve ön şartlarını da birazcık bilmek ve uygulamak gerekir! Nedir bunlar? İslam ve mümin olmanın öncelikle temel şartları,  öncelikle iyi bir insan olmak ve sonra da iman, amel ve ihlastır! Bunların her biri  birbirinin tamamlayan cüzüdür! İyi bir insan  ve İhlas olmadan yapılan amellerin hiçbir anlamı da olmayacaktır! İslam toplumu olarak geçinen İslam coğrafyasındaki toplumların haline kabaca bakar mısınız?! Kişi, insani ve imani noktada, özellikle de ihlas ve samimiyette sınıfta kalıyor, yapmış olduğu amel ve yardımlar ile cennettin yedinci katından köşkler satın aldığını veya alabileceğini zannediyor! Beyler! Yapmayın Allah aşkına! Ehlince malum olduğu üzere, Hz. Peygamber efendimiz bir hadisi şeriflerinde; İnsanlar helak oldu, ancak alimler kurtuldu! Alimler de helak oldu ancak, ilmiyle amel edenler kurtuldu! İlmiyle amel edenler de helak oldu, ancak ihlas sahibi olanlar kurtuldu! İhlas sahibi olanlar da büyük bir tehlike içindedirler,  buyurmaktadır! Nasıl yani dediğinizi de duyar gibiyim! Bu hadis insanın korku ve ümit dengesini muhafaza etmesine vesile olmaktadır.  İnsanın amellerine güvenmesine bir set çekmekte ve Allah’ın rızası ve inayeti olmadan hiç bir şeyin insanı kurtaramayacağını bildirmektedir. İman varsa Ümit vardır! İslam alemi ise sadece korku içindedir!Peki, neyin, nelerin ve ne korkusudur, bunlar? Dünyalık, makam, mevki, mal, mülk, para, kadın, güç ve iktidarlarını da  sadece kaybetme korkusu! 
 
Ak Saçlı ve Ak sakallı ihtiyar dostum, sohbetimize kenar köşede dinlemekte iken vakur bir şekilde ayağa kalktı ve müdahil oldu. Yunus ne güzel buyurmuş, dedi! Bir kez gönül yıktın ise, Bu kıldığın namaz değil! Yetmiş iki millet dahi, Elin yüzün yunmaz değil!. Eeeee!  Bu ne şimdi dediğinizi de duyar gibiyim! Bizler her gün beş vakit camiye gidiyoruz! Bizler her gün kuşluk, evvabin ve teheccüd namazlarını da kaçırmıyoruz! Fakir ve fukaraya da artıklarımızdan yardımlarımızı da yapıyoruz! Her yıl sürekli olarak umre ve hacca da gidiyoruz! Her yıl ramazan orucumuzu tutar ve nisap miktarındaki yardımlarımızı da aksatmadan veriyoruz! Her yıl ramazan ayında eş ve dostlarımızla birlikte otuz gün iftar ve sahuru da birlikte yapıyoruz! Bu iftar ve sahurlardaki artıkları da fakir ve fukaraya ulaştırıyoruz!  Zekatlarımızı da artık mal ve eskilerimizden ihtiyaç sahiplerini kırmak, incitmek, ezmek  ve dökmek suretiyle de veriyoruz! Daha ne olsun canım! Bu nasıl bir din, bir Müslümanlık ve bir Mümin olmak şartlarıdır! Müslüman ve Mümin olmayı biraz  zorlaştırıyorsunuz, dediğinizi de duyar gibiyim! Ne diyordu Yunus; Bir GÖNÜL KIRDIN ise KILDIĞIN NAMAZ değil! Yetmiş iki Millet, ELİN YÜZÜN YUMAZ değil! 
 

Peki, Suçlu Kim?!.

Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması ile birlikte,  Osmanlı hinterlandındaki yirmi dört milyon kilometre karelik barış, huzur ve sükun beldelerinde kan ve gözyaşı neredeyse yüz yıldır dinmemiştir! Neden?  Avrupalı müsteşrikler ve devlet adamları  bu bölgelerle ilgili her sohbetlerinde de sürekli olarak Osmanlının parçalanması bu bölgelere huzur getirmediğini vurgulamaktadır! Bu kadar dağınık, farklı kimlik ve dinlerdeki toplumlar nasıl barış ve huzuru temin ettiği noktasında ise samimi itiraflarda bulunmaktadır!  Peki, bu kan ve gözyaşı bu bölgelerde  ne zaman duracaktır?  Ya da durması için önce İnsan ve sonra da Müslüman olarak neler yapıyoruz? Bu yangına benzin mi döküyoruz?  Bu yangının  ana ham maddesi ise öncelikle insan ve  insanlık,  kültür, tarih ve medeniyettir! Tüm bu aksiyoloji bilinçli bir şekilde  neden yok edilmektedir! Yoksa var gücümüzle bu ateşi söndürmek için su taşımak suretiyle ellerimiz ve sırtımız parçalanıyor mu? Hangisi?! Bu konuda bir fikri, aksiyonu ve öngörüsü olan var mıdır? Şehirlerin ve ülkelerin yıkımına, milyonlarca insanın ölümüne ve sakat kalmasına, katledilen çocuklara ve kirletilen kadın ve namuslara, telef edilen hayvanlara ve ekinlere,  zarar verilen doğaya ve dünyaya, yok olan masumlara ve çiğnenen masumiyetlere ne demeliyiz? Nasıl ve ne ile izah etmeliyiz? Peki,  suçlu kim? Ben,  sen, o! Biz, siz ve onlar! Kimdir SUÇLU?! Tabii ki Aklını kullanmayan her kişi ve her Müslüman! Ya da  ne suçu, benim insan ve Müslüman olarak hiçbir suçum yok mu diyoruz! Mahşer günü görüşürüz; O zaman, suç ve Suçlunun kim olduğunu! Öyle değil mi?!
 
Biz mezkur yukarıdaki cümleleri sohbetimizde devam eder ve kara kara düşünürken, Ak Saçlı ve Ak sakallı ihtiyar dostum, çok celalli bir şekilde içeriye girdi ve mevzumuza dahil oldu!  Her bireyin kendisi ve mensubu olduğu her ne grup var ise onun üstün, âli, yüce ve seçkin olduğunu iddia eder ve meşgul olur, diğerine de yaşama hakkı tanımaz ise tabii ki sonuç böyle olacaktır! Başkaca ne bekliyordunuz dedi ve gözlerden kayboldu! Günümüzde, her kişi, mezhebi ve meşrebi, partisi ve derneği, tarikatı ve cemaati, etnik kimlik ve siyasi farklılıkları, bireysel ve mensubiyet menfaatleri,  yıkıcı ve bölücü, ayrılıkçı ve bozguncu hizip ve grup üstünlüğünden dem vurmaktadır! Neden? Nasıl olabilir? Hani üstünlük sadece takvanızladır buyuruyordu, Yüce Allah! Takva da ne imiş! Mal, mülk, makam, mevki, ırk, para, güç, iktidar ve mensubiyet üstünlüğü dururken! Nereden çıkarıyorsunuz, takvayı, mı diyoruz?!  Bu devirde takva mı olurmuş?! Tabii ki tüm bu üstünlük iddiaları bir süre sonra içeride sosyal patlama, sosyal kriz ve iç savaşa da sebebiyet verecektir! Tam da emperyalistler ve küresel güçlerin arzu ettiği şekilde! Adamlar istiyordu bir göz, içerideki ahmak ve aptal sürüsü de vermiş oldu iki göz! Tüm bu farklılıkları zenginlik kabul etmek suretiyle kaynaşmak, birleşmek, bir olmak, diri olmak  ve güçlü olmak yerine, kavga, inat ve savaş sebebi sayan, birbirlerini katleden ve yok eden insan görünümlü müsveddelere ne denir ki?  Bir ülkedeki  ötekileşmek, tekfirleşmek ve radikalleşmeyi de fırsat bilen dış güçler tabii ki bu ülkeler ve milletlerin üstüne çullanacak ve abanacaktır! Aynı çakal sürüsünde olduğu gibi! Canlı canlı ve bağırta bağırta bu ülkeler, bu devletler ve bu milletler aynı çakal sürüsünde olduğu gibi parçalanacaktır! El insaf ve El vicdan dediğinizi de duyar gibiyim! Kimden ne yardımı ve ne insafı bekliyorsunuz! Sen kendine acımaz ve düşünmez isen, elin gavuru ve elin adamı, düşman  seni ne için düşünsün?! Ne bekliyorduk!
 
Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, Öncelikle ve özellikle İman ehli müminlere ve Müslüman olduğunu da iddia eden bizlere, kutsal kitabımız Kuranı Kerim Rum suresi 32. Ayeti kerimesinde;  O kimselerden ki, dinlerini parçaladılar ve fırka fırka oldular,  onlardan her taife, kendi yanlarında olan ile sevinicidirler. Evet!. Siz ey Müminler!  O kimselerden, Olmayınız ki onlar dinlerini bir fıtrat dini olan tevhit dinini parçaladılar,  birçok batıl dinlere, mezheplere tabi oldular, birbirinin aleyhinde bulunup durdular ve fırka fırka oldular,  birbirinden farklı gruplara ayrıldılar, birbirinin aleyhinde çalışmaya başladılar. Onlardan her taife kendi yanlarında olan ile kendi inançlarıyla, batıl dinleriyle sevindiler,  onlar, kendilerinin sadık, doğru bir dine bağlandıklarını zannederek mutlu bir şekilde yaşamak isteyen kimselerdir. Halbuki onlar ileride ne müthiş azaplara ve felaketlere, uğrayacaklar da ondan hiç haberleri yok, buyurmaktadır! 
 
Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah,  yine kutsal kitabımız Kuran Kerim Yunus suresinin 100. Ayetinde; Hiçbir şahıs için Allah Teala’nın izni olmaksızın iman etmek mümkün değildir. Ve murdarlığı, akıllıca düşünmez kimselerin üzerine kılar. Evet!. Hiçbir şahıs için Allah Teâlâ’nın izni ve iradesi, takdiri olmaksızın hiçbir vakit iman etmesi mümkün değildir. Yani hiç bir kimse, kabiliyeti olmayan bir şahsı zoru zoruna hakiki bir şekilde iman şerefine kavuşturmuş olamaz. Ancak Cenabı Hak, iradesini, ihtiyarını güzelce kullanan hangi bir kulunu imana muvaffak kılar. Ve O Hikmet Sahibi Yüce Yaratıcı, murdarlığı, azabı ve hakarete sebep olan herhangi bir zelilliği akıllıca düşünmez, Cenabı-ı Hakkın kendisine verdiği aklı, fikri ve irade kuvvetini güzelce kullanmayarak,  ihtiyarını küfür ve isyan yönüne sarf eden kimselerin üzerine kılar! Onları hidayetten mahrum bırakır ve onları ebedi azaplara uğratır, layık oldukları cezalara kavuşturur. İşte bu imtihan aleminin gereği budur, ikaz ve uyarılarda bulunmaktadır!
 

Bu Şehir Yeni Mevlanaları Neden Yetiştiremez?!.

Dost meclislerindeki sohbetler biraz ilerleyince ne olacak bu Konya’nın hali! Veya ne olacak bu Konyalının hali pür melali! Bu şehirden adam olmaz! Bu şehrin insanları neden bu haldedir! Bu şehrin insanları İslam ve Müslümanlık kisvesi altında  neden her şeyi yapıyor! Birey olarak neden biraz samimi ve içten olamıyoruz?! Neye güveniyoruz? Yoksa kurtuluş vesikası olarak izin belgemiz mi vardır?! Olabilir mi böyle bir şey?! Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, Müslüman olduk deyince hemen kurtuluvereceğinizi mi sanıyorsunuz,  buyurmasına rağmen, öyle mi?!  Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, daha yeni Müslüman olduk dediniz, İman daha kalbinize ve gönlünüze tam olarak yerleşmeden, ne oluyor ve kim oluyorsunuz,  ikaz ve uyarılara rağmen, öyle mi?!  Acaba Din, İslam, Müslüman ve Mümin  algımızda bir sorun mu vardır! İslam ve Müslümanlığı sadece şekil ve gösterişe indirgediğimiz için olabilir mi? Ya da İslam ve Müslümanlık sadece şekil ve gösterişten mi ibarettir? Tabii ki hayır! Ya da İslami eğitimi üstünkörü mü veriyoruz! Bir yerde eksiklerimiz ve hatalarımız bulunmaktadır! Fakat nerede ve nasıl, bilemiyorum! 
 
İnsani ilişkilerde  muhafazakar kimlik sergileyen şehirlerde sürekli sorun yaşıyoruz! Neden? İki kişi sohbet ederken çok güzel, fakat biri sohbet meclisinden  ayrılınca arkasından çekiştirmeler ve olmayacak ifadeleri kullanmaya başlıyoruz! Neden? Makam, mevki, para, güç, iktidar ve kadın işe girince hemen değişiveriyoruz! Yani dünyalıklar Müslümanı bozdu mu?! Ya da dünyalık nimetler Müslüman kişiyi değiştirmeli ve dönüştürmeli midir?! Mümin  birey böyle mi olmalıdır?! Neden? Yoksa öbür âlem inancımız ve algımızda bir  sorun ve sıkıntı mı vardır?  Müslüman olmak günah işleme özgürlüğü mü vermektedir? Anlamıyorum!  Olabilir mi böyle bir şey?! Tabii ki olmaz! Ya da  günah işledikten sonra, tövbe  eder, kurtuluruz şeklinde mi düşünüyoruz?! Kırılan bir cam bardak tamir edildikten sonra da  aynı eskisi gibi kırılmamış ve sağlam hükümde midir? Olabilir mi?!  Biraz samimiyet! Biraz dürüstlük! Biraz insaniyet! Çok mu zor! Aslında çok da zor değil! Fakat birey olarak kendi içimizde şahsiyet sahibi ve öz güvenli, dürüst ve samimi olamadığımız için insani ilişkiler  ve iletişimi  oldukça da zorlaştırıyoruz! Neden?
 
Sohbet bu şekilde uzayıp giderken Ak Saçlı ve Ak Sakallı ihtiyar dostum içeriye girdi ve sohbete hemen dahil oluverdi! Sekiz yüz yıl önce bu şehre çok uzak diyarlardan, Hz. Mevlana, Hz. Şems, Yunus ve Muhittin-i Arabi neden gelmiştir? Dönemin sultanı tarafından  hem de sarayın içinde konaklamak kayıt ve şartı ile, özel olarak neden davet edilmiştir? Yoksa bulundukları beldelerde çok sıkıntı ve sorun yaşadıkları için ahir ömürlerinde dünyalık olarak birazcık rahat etsinler diye mi davet edilmişlerdir? Neden olmasın?! Ya da insani, İslami ve Türk İslam kültürü değerlerinin  tüm Anadolu’da yerleşmesi, yeşermesi  ve kök salması için Sultan tarafından özel olarak seçilmiş bir görev için mi getirilmişlerdir? Tabii ki çok özel ve kutlu bir görev için gelmişlerdir! Belde-i muhayyere olan bu topraklarda,  insani ve İslami sorunlar, özellikle de tolumda meydana gelen ve yayılmaya başlamış olan, toplumları da birbirine bağlayan ve yapıştırıcı bir kuvvet konumundaki GÜVEN müessesini yeniden tesis etmek için gelmişlerdir! Güven müessesesi olmadan sağlıklı bir toplumu nasıl  inşa edebileceksiniz?! Elbette ki bunu da İslami an be an  yaşamak suretiyle göstermişlerdir! Hz. Peygamber efendimizin canlı ve yaşayan  bir Kuran olarak uyguladığı ve tüm insanlara da örnek olarak gösterdiği gibi! Başarılı olabilmişler midir? Tabii ki başarılı olmuş ve dünya imparatorluğunu da kuracak ve altı yüz yıl dünya hakimiyetini sürdürecek olan Osmanlı İmparatorluğu ve sonrasındaki Türkiye Cumhuriyeti Devletinin  temellerini ve nüveleri  de bu dönemlerde atılmış ve perçinlenmiştir! Tabii ki idrak edebilene! Tabii ki görmek ve anlamak isteyen akıl, göz  ve gönüllere!
 
Dost meclisindeki sohbetimiz aynı minval üzere, yani bu şehirden adam  olmaz, bu şehrin insanlarından hiçbir şey olmaz, şeklinde devam ederken, bir ara kaybolan Ak Saçlı ve Ak Sakallı  ihtiyar dostum içeri girdi ve veciz ifadelerinden bir kaçını daha söyledi ve hızlı bir şekilde gözlerden kayboldu! Ak Saçlı ihtiyar dostum, sekiz yüz yıl önce, bu şehrin her bir sokağında medreseler ve  eğitim kurumları, uzay ve astronomi eğitimi veren en az dört adet üniversite ve akademisinin olduğu beldeye bugün için bir bakar mısınız? Bu şehir sekiz yüz yıldır neden bir Şems, bir Yunus ve bir Mevlana yetiştiremedi? Ya da yetişmekte olan bu nitelikteki değerlerini neden öğütmeye ve harcamaya çalışır? Öğütmek ve harcamak için her yolu deneyen kim veya kimlerdir? Kimin adamları ve nereye, kime ve  neden hizmet etmekte ve çalışmaktalar? Dertleri nedir? Hedefleri ve planları nedir? Daha önceki yazılarımızda vurguladığımız gibi, beyler, bir Rum diyarında yaşamakta olduğumuzu yeniden ve bir kez daha hatırlatmak isterim!
 

Dünya Sistematiği ve Yerel Seçimler!.

Dünyadaki kurulu ve yüz yıllık devam eden sistematik düzen,  küresel ve emperyalist güçler,  her yüz yılda,  dünyamızda yeni bir düzen kurmak için genellikle karşılıklı olarak anlaşma yolunu tercih eder! Tabii ki bu anlaşma bazen çok sıkıntılı ve zor olmaktadır! Anlaşma dediğimiz zaten güçler arasındaki paylaşımda bazı şeylerden sadece vazgeçmek demektir!  Anlaşmanın olmadığı dönemler ise dünyamız ve dünya halkları için açlık, yokluk, sıkıntı, göçler, ölümler ve kan demektir!  Birinci ve İkinci dünya savaşları neden çıkıvermiştir? Peki, dünyadaki tüm yaşananları ve özellikle de ülkemizdeki gelişmeleri bugün için nasıl okumalıyız? Okuyabilirsek neler olur? Okuyamadığımız ve stratejik taktik geliştiremediğimiz zaman ise neler olur? Yüz yıl önce aynı büyük bir hesap ve plan ile gelenleri okuyamadığımız, öngöremediğimiz ve taktik strateji de geliştiremediğimiz için kocaman bir imparatorluğun lime lime edilmesine ve milyonlarca insanımızın da ölümlerine sadece seyirci kaldık!
 
Küresel ve emperyalist güçler, dünya hegemonyal konumları ve özellikle de finansal karlarını ziyadeleştirmek için her dönem dünyanın stratejik bölgelerinde bazı olayları planlı bir şekilde çıkarmak için neredeyse birbirleri ile yarışır veya bilek güreşine girerler! Mezkur bilek güreşinde dünya halklarından ne kadarının ölümlerine sebebiyet verdikleri ise önemli değildir! Tek bir gaye ve hedefleri vardır; Emperyalist ve sömürü düzeninin her hangi bir inkıtaya sebebiyet vermeksizin devam etmesi! Aksi halde dünyamızı yakar, yıkar, altı üstüne getirir ve kan gülüne çevirmekten de çekinmezler! Dünya tarihi bunların canlı örnekleri ile doludur! Tarihçilerin okullarda bizlere okutmadığı ve anlatmadıklarını bakmayınız! Tarihi hikaye olarak okutursanız böyle olur! Fakat ders almak, ibret almak, bugünleri okuyabilmek ve bugün yaşananların tarihte de aynen yaşanmış olduklarını görebilmek için okutursanız daha etkili ve faydalı olacaktır!
 
Dünyamızdaki tüm bu gelişmeler, olaylar, patlamalar ve küresel güçler arasındaki bilek güreşinde, ülkemizdeki mahalli seçimlerin hiç bir önemi yok mudur?  Küresel güçler arasındaki bilek güreşi ile ülkemizdeki mahalli seçimlerin ne bağlantısı olabilir, dediğinizi de duyar gibiyim! 31 Mart 2019 mahalli seçimleri öylesine bir seçim midir? Türk Devleti, Türk milleti ve yirmi dört milyon kilometre karelik Türk dünyası ve gönül coğrafyası ile hiçbir ilgi ve alakası da mı yoktur? Ne diyorsunuz? Aman canım sende ne olacakmış! Sadece bir belediye başkanı seçeceğiz! Amma da abartıyorsunuz! Gerçekten de öyle midir?  
 
Daha dün diyeceğimiz yakın bir zaman diliminde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemizde, sözde öz yönetim ilan edenler, çeşitli ilçelerimizde hendekler kazmıştı! Peki, bu hendekleri kimler ve neden kazmıştı?  Hendekleri neden kazdıklarını ve neden bombalı tuzaklar kurduklarını da, savunmamız için ve Devletin uygulamaları halkın güvenliğini tehdit ediyor ve zarar veriyor, halkımızı devlete karşı korumak zorundayız,   şeklinde açıklamalarda bulunmuştu! Neymiş efendim! Adamlar, Halkı Devletten koruyorlarmış! Kimi kimden kurtarıyorsunuz?  Siz kimsiniz? Devlet kim? Halk kim? Vatandaş kim?  Siz neyi, kimden,  kim adına, nasıl ve neden koruyorsunuz?
 
Bugün, 31 Mart mahalli seçimleri için şu veya bu isimler ve başkan adayları üzerinden vatandaş  bazında veya partili zaviyesinden verilen kavgalar ve küskünlükler neyin işaretidir? Yok efendim, belediye  meclis listelerine bakar mısınız? Bazı isimler üzerinden kopan fırtınaya neler demeli? Beyler dünyada yeni bir sistem kurulurken, siz içeride eliniz armut  toplamalı ve düşünceleriniz de sukut mu etmeli! Yoksa tüm bunlara yönelik olarak öngörülerinizi ve tüm tedbirlerinizi de almak zorunda mısınız? Ya da siz de devletin tüm kurum ve kuruluşları ile birlikte yeni  sistem  için dizayn etmeli misiniz?
 
Dünyadaki tüm küresel güçler ve emperyalistler, dünyamız için yeni bir düzen ve sistematik kurmayı planlarken, Türk Devleti bu plana yönelik içeride hazırlıklı ve öngörülü olmasın mı?  Tabii ki içerideki tüm kaleleri sağlama almak zorundasınız! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması akabinde, Yeni Kapı ve özellikle de kurumsallaşmış hali olan Cumhur İttifak ruhu ile içeride perçinlenmek istenen durum nedir? Yeni kapı ve Cumhur İttifak ruhunun görünen ve görünmeyen liderleri ve kahramanları kimlerdir? Bu ruh, Türk Devleti ebed müddet mefkuresi ve ruhunun aynen temsilcileri midir? Türk Milletinin dünya üzerindeki adalet, hakkaniyet ve merhamet ülküsünün de taşıyıcıları mıdır? Bilemiyoruz! Türk Devletinin olmadığı yeni bir dünya düzeni ve sistematiği bugün için artık kurulamaz! Türk Devleti ve Türk milletinin plana dahil olmadığı yeni bir dünya düzeni bugün için artık masa da kurulamaz! Bu masayı kurabileceklerini zanneden güçler kapımıza dayanmaktadır! Neden? Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başkenti son dönemde küresel güçlerin yol geçen hanına dönmüştür! Neden? Aksi halde istedikleri ve yüz yıllık eski hesapları ve planları da tıkır tıkır işletilebilirdi! Ne buyurdunuz?!

Türk Üçgeni -3- ( Müselles )

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Cumhuriyetin kurulmasından sonraki çok partili hayat ile birlikte,  küresel ve emperyalist güçlerin, içerideki kendi adamlarının kontrol ve denetiminde bulunuyordu! Yani devleti seçimlerle yönetmekte olduğunu zanneden  halk, bir şekilde uyutuluyordu! Devlet yönetimi tamamen küresel ve emperyalist güçlerin içerideki işbirlikçileri vasıtası ile yürütülüyordu! Nasıl olabilirdi! Ve bu süreç ne zamana kadar devam edebilirdi? 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması ile birlikte yazılarımızda da her daim vurgulamaya çalıştığımız, içeride sağlam ve sağlıklı bir şekilde kurulan Türk üçgenini hatırlatmaya çalışıyoruz! Yani, Türk Devleti ve Türk Milleti, iktidarı, ana muhalefeti ve muhalefeti ile birlikte Anadolu’daki bin yıllık bekası, bağımsızlık ve istiklali için  kolları sıvamıştır! Bu durum bazılarının konum, makam, mevki, iktidar ve parasal olarak da güç kaybı demektir! Yani devlet yönetiminde artık yoksunuz demektir! Artık bu devletin asil ve kendi evlatları tarafından yönetilecektir! Tabii ki yüz yıllardır devam eden kontrollü yönetim şeklini arzu eden tüm küresel güçler ve içerideki işbirlikçilerini de  çok büyük sıkıntıya sokmakta ve rahatsız etmektedir! Neden?
 
Müselles  ne demektir? Müselles kelime olarak; Arapça,  Selase kökünden gelmekte ve  üç, üçlü,  üçleştirilen, üç köşeli üçgen demektir. Müselles ayrıca, Taze iken, yani gaz kabarcıkları çıkmadan ve köpürmeden önce ısıtılıp, üç defa damıtılan, üçte ikisi uçup ve  üçte biri kalan üzüm suyu, olarak da kullanılmaktadır.
 
Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, İnsanın yaratılmasını; “And olsun biz insanı çamurdan, süzülmüş,  bir hülasadan yarattık. Sonra onu, Hz. Adem’in nesli olan,  insanı sarp ve metin bir karargahta, rahimde,  bir nutfe, zigot, yaptık. Sonra o nutfeyi alaka, yapışan şey, haline getirdik, derken o alakayı mudga, bir çiğnem et, yaptık, o bir çiğnem eti kemiklere çevirdik ve o kemiklere de et ve kaslar giydirdik. Sonra onu başka bir yaratılışla inşa ettik ve ruh verdik, can verdik, konuşma verdik ”  şeklinde izah etmektedir!
 
Geçtiğimiz yıl, Afrika temaslarını sürdüren Cumhurbaşkanımız Sayın  Recep Tayyip Erdoğan, Sudan Cumhurbaşkanı Ömer El-Beşir’den Kızıl deniz kıyısında oldukça kötü haldeki Sevakin Adası’nın iyileştirilmesi için Türk Devletine tahsis edilmesini istedi. El Beşir Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın isteğine olumlu yanıt verdi ve Sevakin Adası 94 yıl sonra Türkiye’ye tahsis edildi. Basra Körfezinde yer alan Katar ve Hint Okyanusu kıyısındaki Somali’de askeri üs kuran T.S.K., ardından Sevakin adasıyla birlikte Kızıl deniz’i de içine alan bölgede ‘stratejik bir Türk üçgeni’  oluşmuştur. Kızıl deniz’in kapısı olarak bilinen Sevakin adası, Osmanlının Kızıl deniz ve Hicaz’a denizden gelecek tehlikelere karşı güvenliği sağladığı noktaydı. Sevakin Adası, ticari ve ekonomik öneminden dolayı ‘Afrika’ya açılan kapı’ olarak tanımlanmaktadır.
 
Peki, 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması ile birlikte Türk Devletinin Anadolu’da ve yirmi dört milyon kilometrekarelik gönül coğrafyasındaki bağları, bekası, varlığı ve istikbali için Türkiye Cumhuriyetinde kurulan ve şahlanan Yeni kapı  veya diğer bir ifade ile Cumhur ittifak ruhunu nasıl tanımlamalıyız? Bu ruh nedir? Sonsuz kudret sahibi yüce Allah, İnsan’ı topraktan yarattıktan sonra, biz ona ruhumuzdan üfledik ve can verdik buyurmaktadır! Peki, Türk Devletinin bekası, varlığı, istiklal ve bağımsızlığı için kurulan Yeni kapı veya Cumhur ittifakı ruhu nedir? Türk Üçgeni olarak tanımladığımız bu ruhu nasıl izah etmeliyiz? Türk üçgeni olarak ifade etmekte olduğumuz bu bedene can ve ruh veren kim veya kimlerdir? Tarihsel bir serüveni var mıdır? Türk Devlet tarihi iki bin üç yüz yıllık olduğuna göre tabii ki de olmalıdır!  Mademki, Dünya tarihinden Türkleri çıkardığımız vakit geriye insanlık tarihi adına hiçbir şey kalmayacağına göre! Hangi şartlar altında bu ruh zuhur etmektedir? Yoksa öylesine mi ortaya çıkmaktadır? Türk Devlet tarihindeki 16 devlet de öylesine mi kurulmuştur? Türk Devlet tarihindeki bu 16 devletin yıkılması ve kurulma aşamalarında mezkur ruh her zaman devrede midir? Türk Devlet ülküsü olan devleti ebed müddet mefkuresinin temeli de bu ruh mudur? Türk Devlet medeniyeti ve yönetiminin temek ilkeleri olan Adalet, Hakkaniyet ve Merhamet ideali de bu ruhtan mı kaynaklanmaktadır? Türk üçgeninin karşısında duran, yani alaka halindeki insanın düşük yapması veya ölü doğması için çalışmakta olan dahili ve harici güçler kimlerdir? Yeni kapı veya  Cumhur ittifak ruhu öylesine mi  doğmuş ve kurulmuştur?! 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde, 31 Mart vakıası olarak bildiğimiz tarihimizin kara ve karanlık günü yeniden yâd etmek isteyen küresel güçler ve işbirlikçiler kimlerdir? 31 Mart 2019 mahalli seçimlerinde, 31 Mart vakıası gibi bir çöküş bekleşenler, Türk Devletinin bekası için içeride oluşan ve şahlanan Yeni kapı veya Cumhur ittifak ruhunu öldürmek için çalışan tüm küresel güçler ve işbirlikçilere, bu asil millet tarafından mutlaka  bir Osmanlı tokadı vurulacaktır! Bizden hatırlatması!