Kuzey Kıbrıs Barış ve Özgürlük Bayramı!

Türk Silahlı Kuvvetlerinin ( TSK ) 20 Temmuz 1974 tarihinde, Rumların, Kıbrıslı Türklere karşı uyguladıkları baskı ve zulme son vermek, Ada’ya barış getirmek amacıyla düzenlediği Kıbrıs Barış Harekatı’nın üzerinden 49 yıl geçmiştir!

20 Temmuz, Kıbrıs Türkleri için var oluş mücadelesinin önemli günlerinden biridir!

1974 harekâtına giden sürecin ilk adımları 1950’li yıllarda atılmıştır! Rumlar, Yunanistan’a katılmak için faaliyetlere girişmiş! Türkiye, Ada’da iki toplumlu Kıbrıs Devleti’nin kurulması için harekete geçmiş!

Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin yürüttüğü görüşmeler sonucunda, 1959 yılında, Türk ve Rum halklarının ortak yönetecekleri bir Kıbrıs Devleti’nin kurulması kabul edilmiştir!

Varılan mutabakata göre Türkiye, Yunanistan ve İngiltere garantör ülke olacaktır! Kıbrıs’ta anayasal düzeni bozmaya yönelik herhangi bir girişimde, söz konusu üç devlete müdahale yetkisi verilmiştir!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, harekâtın Zürih ve Londra Antlaşması’nın 4. maddesine istinaden gerçekleştirdiğini savunmaktadır! Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi, bu harekâtı işgal olarak değerlendirmektedir!

20 Temmuz 1974 tarihinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 353 sayılı kararında, Uluslararası güvenlik ve barış için ciddi tehlikeye yol açan ve bölge üzerinde olağanüstü infiale müsait bir ortam oluştuğundan Birleşmiş Milletler ciddi bir endişe duymaktaymış! Yabancı askeri müdahaleye derhal son verilmeli, diyerek harekâta karşı olduğunu belirtmiş ve ateşkese çağırmıştır!

Kıbrıs’ın coğrafi, stratejik, enerji kaynakları, enerji nakil hatları ve 65 ülkenin birlikte kalkınma hamlesi olan ‘Bir Yol ve Kuşak projesi’ zaviyesinden konumunu kabaca incelemeye çalışalım!

Doğu Akdeniz’in en büyük, Akdeniz’in ise üçüncü büyük adası Kıbrıs; Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır, Yunanistan ve Libya’nın ortasındadır. Kıbrıs, Avrupa haritasında gösterilmesine rağmen coğrafi olarak Orta Doğu’da kabul edilmektedir.

Asya, Afrika ve Avrupa’nın merkezi bir konumundadır! Kıbrıs adasının konumu Anadolu ve Ortadoğu arasında bir durak noktası gibidir. Osmanlı Devleti’nin de adayı fetih nedeni bu gerekçeler olmuş, geçen gemilere korsanların verdiği zararlar üzerine Kıbrıs II. Selim döneminde 1571 tarihinde fethedilmiştir.

Adanın merkezi konumundan ötürü İngiltere başta sömürge yollarının güvenliğini sağlamak amacıyla Kırım Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu ile yaptığı bir antlaşma ile 1878’den itibaren geçici olarak Kıbrıs’ın yönetimini devir almıştır. İngiltere bugün, Güney Kıbrıs Rum kesimi bölgesini adeta bir askeri uçak gemisi ve askeri üs olarak görmekte ve kullanmaktadır!

Kıbrıs, tarih boyunca Orta Doğuya açılmak isteyen küresel güçler ve emperyalist devletler için, vazgeçilmez stratejik, askeri ve ticari bir üs olarak görülmüştür. Kıbrıs, etrafını saran bölgelere “bölgesel ve stratejik güç” olma yolunda bir açılım sağlamaktadır!

Kıbrıs; Coğrafi konumu göz önüne alınarak, İskenderun Körfezi’ne doğru uzanan ‘bir uçak gemisine’ benzetilen, her dönemde stratejik önem ve özelliğini korumaktadır.

Adayı elinde bulunduran bir güç, her zaman Türkiye’den Mısır’a, Lübnan’dan, İran’a kadar olan tüm bölgeyi kontrol etmektedir! Bugün için Kıbrıs adeta dünya hegemonya güç savaşı ve bilek güreşine sahne olmaktadır, diyebiliriz! Hatta Kıbrıs, dünya hegomanya güçleri için bir Varlık ve Yokluk meselesi, konumuna gelmiştir!

Türkiye; Lozan antlaşması ile Kıbrıs’ta İngiliz yönetimini kabul ettikten sonra Kıbrıs ile ilgili herhangi bir politika üretememiştir. Bu dönemde Kıbrıs’ı adeta yok saymış, siyasiler, Türk Devletinin Kıbrıs sorunu diye bir sorunumuzun olmadığını söyleyerek, “Kıbrıs meselesi diye bir mesele yoktur” demiştir.

Büyük önder Atatürk; Kıbrıs, stratejik olarak ve Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından çok büyük bir önem taşımaktadır. Adadaki Türk varlığının korunması, Türkiye açısından hayati öneme sahiptir; Kıbrıs kaybedilirse, Türkiye nefes alamaz hale gelecektir, şeklinde konuya yaklaşmıştır!

Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet gelenek, kültür ve hafızası canlı bir şekilde, Türk Devleti ebed müddet devam ülkü ve vizyonu çerçevesinde, varlık ve birliğine yönelik, içeride ve sınırlardaki tüm tehdit ve sorunlara karşı Beka zaviyesinden çok daha dikkatli ve teyakkuz halinde olmaya devam edecektir!

Kamu Kurumlarında; TASARRUF TEDBİRLERİ!

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek; Geçtiğimiz günlerde, Kamu kurumlarına ‘tasarruf’ genelgesi göndermiş! Genelgede; taşıt edinimi ve kiralanması, bina yapımı, bakımı ve onarımı işleri, temsil, tören, ağırlama ve tanıtım giderleri gibi alanlarda ‘kısıtlama’ vurgusu yapılmış!

Eskilerin ifadesi ile! Atı alan Üsküdar’ı geçmiş! Ya da Bor’un pazarı geçmiş..! Fakat yine de GEÇ de olsa iyi bir gelişme olduğunu not edelim!

Mezkur çerçevede, bir gazeteci olarak, KAMU ve KAMUOYU adına, bir kaç sorumuz olacak!
Kamu Kurumlarında, TASAARUF Tedbirleri ya da HARCAMA Kısıtlaması çerçevesinde; Kamu kurumlarında, hiçbir iş yapmayan, işe dahi gelmeyen, bankamatik memurlarını İLAN ya da İFŞA etsek ve MAAŞ ödemesini durdursak, ya da İŞTEN ÇIKARSAK, nasıl olur?!

Özellikle Belediyelerde ki YEDEK personel durumuna neler demeli?! Norm kadro bir belediyede BİN personel ise BİN personel de YEDEK alındığı!

Tasarruf Tedbirleri ve Harcama Kısıtlaması kapsamında; DEVLET Üniversitelerinde, gençler, ülkesi için yetişsin faydalı olsun derken, DERSE dahi girmeyen ya da okula – fakülteye dahi gelmeyen ve ARKASI KALIN Torpil ile üniversitede öğretim görevlisi veya öğretim üyesi DOÇ. ya da PROF. olmuş, tüm AKADEMİSYENLERE MAAŞ ödemesini, durdurabilir miyiz?!

Devlet Üniversitelerinde, Doç. ve Prof. düzeyinde; Bölüm Başkanı ve Fakülte Yönetimine, derslere girmesek ve odamızda otursak, şeklinde teklifte bulunan AKADEMİSYENLER olduğunu da, hatırlatmak isterim!

Peki, Fakülte – Üniversite ve YÖK yönetimi, mezkur akademisyenlere; Neden, UYARI dahi vermez veya SORUŞTURMA açmaz ya da görevden alamaz!

YÖK verilerine göre; 2022 – 2023 eğitim – öğretim döneminde, 184 bin 566 AKADEMİSYEN olduğu ifade edilmektedir!

Tasarruf Tedbirleri mi demiştiniz?! Mart Ayı rakamlarına göre; Türkiye’de 115 bin kamu aracı ( MAKAM ARACI ) bulunmaktadır! Bunların Makam şoförü, yakıt, bakımı vs. masraflarını da, bir kenara not edelim!

Bu rakam yani Makam Aracı sayısı; Fransa’da 65 bin ve İtalya’da ise 29 bin, civarındadır!
Bu ülkenin en büyük sorunu, Fildişi kulede oturan ve vatandaşın vergileriyle de Ballı maaş alan fakat vatandaşın ne yiyip ve ne içtiğinden bihaber bir GÜRÜH’UN bulunmasıdır!

Peki, halen Kullanılmakta olan Tarihi KAMU Binalarını KEYFİ olarak TADİLAT yapmak – son model LÜKS İTHAL MAKAM ARAÇLARINI almak ve diğer Keyfi HARCAMALAR için BÜTÇE DENGESİ ve YETKİSİ var mıdır!

Ne hikmetse, Bütçe DENGESİ ve ETKİSİ, sadece Vatandaş olunca birilerinin AKLINA geliyor! NEDEN Acaba?!

Kamu Kurumlarında ki; AMİR – MÜDÜR – BÖLGE MÜDÜRÜ – GENEL MÜDÜR ve özellikle de Üniversite Rektörlerinde ki; KEYFİ HARCAMA Yetkisini bir kaç yıllığına iptal edilsin!

Vatandaş KEMER sıka sıka ne KEMERİ ve ne de hali – mecali kalmıştır!

Mademki; BÜTÇE Yetkisi ve DENGESİNDEN Dem vuruyoruz, sadece Vatandaş değil herkes ELİNİ TAŞIN altına koymalı ve birlikte bu KEMER sıkılmalıdır!

Neymiş Efendim! Vatandaşa gelince, HARCA HARCA bitmez!

Ey Türk Genci! 15 Temmuz HAİN Geceyi Asla Unutma!

Bu Aziz Vatan; 15 Temmuz ihanet kalkışmasının olduğu gece, daha önce yaşanmış, darbe ve muhtıralardan farklı olarak, küresel ve emperyalist güçlere, içimizdeki işbirlikçiler mahareti ile tamamen teslim edilmek istenmiştir! Bir nevi İŞGAL!

15 Temmuz ihanet kalkışmasının olduğu gece; küresel güçler ve işbirlikçilerin hesap edemedikleri, Türk Devleti ebed müddet devam ülküsü çerçevesinde, Türk Devletinin bekası ve Türk Milletinin birliği adına, Tük Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet kodlarının neşv-ü nema bulmasıdır!

Aksi halde Türk Milleti için süreç bölgemizde parça parça olan ülkelerden hiçbir farkı olmayacaktı!

Türk Devleti, 15 Temmuz ihanet kalkışmasından sonraki süreçte, Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet yönetim kodlarının gereği, Devletin en kılcal yerlerine kadar sızmış, tipi bizden fakat çipleri de küresel güçlerin elinde olanları, bir bir temizlemiştir!

Bu süreçte ve halen, bazı ülkelerden gelen ‘Endişeliyiz’ açıklamalarını da bir kenara not etmek ve unutmamak gerektiğini düşünüyorum!

Türk Devlet tarihi; mezkur ihanet geceleri ve kahramanlık dönemleri ile doludur! Peki neden? Bu ihanetleri yapanlar kimdir? Soyu, nesebi ve cibilliyetleri nedir? Bu kişiler nereden ve nasıl gelmiştir? İçimize ve özellikle devlet yönetimine nasıl ve ne şekilde yerleştirilmiştir?

Türk Devleti ebet – müddet hedefi ve ideali olan asil Türk milletini, boş bırakmayacaklar! Türkler, kendi haline bırakılamayacak, bir millettir! Neden acaba?

Tarih, hain – hainler ve ihaneti, asla unutmaz! Tarih; hain – hainler ve ihanet edenleri lanetle anacaktır! Kahramanlarını da; şahadet, takdir, övgü, rahmet ve minnetle hatırlayacaktır!

Tarih; her bireyi layık olduğu şekilde anacaktır! Allah, bu aziz millete ihanet konumunda bulundurmasın! Allah, bu asil milletin övgüsüne layık olabilenlerden eylemesini dilerim!

Bugün 15 Temmuz! Tüm Türkiye’de, yurt dışındaki elçilik ve konsolosluklarda, 15 Temmuz 2016 tarihindeki; hain ve karanlık gecede, yaşadıklarımız ve kahramanlıklarını yad etiğimiz; ‘Demokrasi ve Milli Birlik Buluşma Günü’ olarak idrak edilmektedir!

Allah; bu topraklar için Şahadet şerbeti içen tüm Şehitlerimize rahmet, Gazilerimize şifalar, Yakınlarına da sabrı cemil ihsan eylesin!

Milli şairimizin, Allah bu asil millete bir daha İstiklal marşı yazdırmasın ifadelerinde müşahhas olduğu gibi Allah bu millete bir daha böyle ihanet dolu karanlık gün ve geceleri yaşatmasın!

Tüm Dünya ve özellikle de Türk milleti üzerinde hesabı olan küresel güçler ve taşeron işbirlikçiler, idrak etmelidir ki; Türk milletine boyunduruk vurulamaz! Türk milletine gem vurulamaz! Türk milleti, istiklal ve istikbaline âşıktır!

Her Türk Genci; Dünya’da yeni bir düzen kurulurken, bölgemizde dizayn süreci devam ederken, sınırlarımız boyunca kukla devletçikler için terör örgütlerine verilen destek ve yüz yıl sonra yeniden bir paylaşım noktasında bulunurken; 15 Temmuz ihanet kalkışmasını; daha dikkatli bir şekilde tefekkür ve tezekkür etmesi gerektiğini düşünüyorum!

İLETİŞİM Kurmak; bir gün herkese ve her KURUMA lazım olacak!

Toplum içinde veya ailede, bir kişi ben iletişim kurmuyorum diyemez! Kişi, İletişim kurmuyorum dediğinde, beden dili ile farkında olmadan iletişim kurmaktadır!

İnsan ve Kurumlar; çevresi ve paydaşları ile iletişim kurmadan varlığını devam ettiremez! Bir yerde Kurumsal bir durumdan söz ediyorsak, paydaşlar ve bağlıları olan insan toplulukları olacaktır.

İnsanın olduğu her yerde İletişim mutlaka olacaktır! İletişimi, bizim medeniyetimiz ve kültürümüz, insan insanın zehrini alır, şeklinde ifade etmektedir!

Bireyin iç huzura ermesi, mutlu ve huzurlu bir topluma erişebilmek için bireyin yakın çevresi ile kurmuş olduğu sağlıklı iletişim çok önemlidir.

Aksi halde, Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, insanlığı toplum halinde değil, yalnız başına dağlarda yaşamasını murat ederdi.

Hz. Allah; İnsanlığı, tanışıp bilişsinler diye farklı kavimler halinde yarattık buyuruyor! Tanışıp ve bilişmek, iletişim değil midir? Modern dünyada insanlar, tanışıp bilişmekten kaçmaktadır! Neden acaba?

Kurumlar, üyeleri ve paydaşlarına yönelik olarak kurumdaki gelişmeler, başarı ve başarısızlıklar hakkında iletişim kurmadan haberdar olunamaz! Hem de iletişim kanallarının her gün arttığı günümüzde!

Kurumsal aidiyet kültürünün oluşması ve gelişmesi, sağlıklı iletişim ile ancak sağlanabilir. Kurumsal kültür ve kurumsal felsefe, kurumsal aidiyetin oluşması, gelişmesi ve olgunlaşması, iletişim ile varılabilecek hedeflerdir!

Bir kurum paydaşları ile sağlıklı bir iletişimi yok saydığı veya hafife aldığı durumlarda, dedikodu ortalığı kaplayacaktır. Bir kere zuhur eden dedikodunun önü alınamaz!

Doğa boşluğu da kabul etmeyeceğine göre! Dedikoduyu yönetemediğiniz durumlarda ise sonuçlar daha da kötü olacaktır! Kriz yönetilemez hale gelir ve kurumsal yapıya zarar verebilir!

İletişim kurmuyorum diyen bir kurumsal yapı, dedikodudan başını kaldıramaz! Doğa boşluğu kabul etmeyeceğine göre! Şuyu Vukuundan beter işler işe uğraşmak zorunda kalır! Kurumsal yapı kendi asıl işlerine vakit bulamaz!

İletişim kurmuyorum demek, arabaya binmiyorum ve trafiğe çıkmıyorum, demekten bir farkı var mıdır?! Trafiğe çıkarsınız ve kaza da olabilir! İletişimde kuracaksınız ve iletişim krizleri de olacaktır! Hayat böyle bir şey! Mesele ÇÖZÜM için göstermiş olduğunuz çaba – gayret ve niyetinizdir!

Trafik kazası olduğunda ve yaralılar ve ölenler olduğunda yok mu sayıyorsunuz?! İletişim krizleri de olacak ve çıkıp, açık – şeffaf bir şekilde konuşacaksınız! Bu kadar basit!

Her kurumun dostları ve sevenleri olduğu gibi rakipleri ve düşmanları olacaktır. Doğanın kuralı böyle değil midir? Kurumsal yapılar için farklı kesimlerden kara propaganda ve algı yönetimleri olacaktır!

Rekabet olmadan, gerçek doğruya erişmek nasıl olacaktır? Böyle zamanlarda, kurumsal yönetimin, duruşu ve sağlıklı iletişim kanallarından gelen bilgiler doğruyu görmesini kolaylaştıracaktır!

Hiçbir şey tek olarak yaratılmamıştır. Zıddı olmayan hiçbir şey var ve kaim olamayacağına göre! Her şey zıddı ile ancak görünür ve bilinebilir!

Kurumsal yapı, kurum kültürü doğrultusunda iletişimi kendisi veya doğrudan kurum tarafından atanmış bir sözcüsü yapmadığı takdirde, kurumsal sözcü olduğunu ve olabileceğini vehmeden ve sorunlu tipler, doğrudan kendilerini sözcü olarak atayabilir! Böyle bir durumda Kurum zarar görmeye devam edecektir!

Kalabalık paydaşı olan bir Kurumsal yapı, konuşmuyorum, paydaş ve rakiplerim ile iletişim kurmuyorum demek gibi bir lüksü kesinlikle olamaz! Çıkıp konuşmalı, açık ve şeffaf bir şekilde iletişim kurmalıdır!

Binlerle ifade edeceğimiz çalışanı ve paydaşı olan bir kurumsal yapıdaki iletişim biriminin yöneticiliğine alanında eğitimi ve uzmanlığı olmayan kişileri getirirseniz öncelikle bilime ve kurumsal yapıya, saygısızlık etmiş olursunuz!

Bilime ve özellikle de araştırma ve geliştirmeye önem vermesi gereken eğitim kurumları, bilim ve uzmanlığa saygı duymadığı takdirde, toplumun diğer kesimleri neden ve nasıl saygı duyacaktır?

On bin saat kuramı gereğince, on bin defa videodan kalp veya beyin ameliyatı izlediğini söyleyen bir kişi, artık uzman oldum ve mezkur ameliyatları yapabilirim, derse ne yapacaksınız?!

Nasıl ki ayağınız kırıldığı veya çıktığında, mahallenizdeki kırık veya çıkık işlerinden anlayan bir amcaya gitmiyorsak! İletişim de eğitim ve uzmanlık isteyen bir meslek dalıdır!

Bilime ve uzmanlığa, bilim merkezi olan kurumsal yapılar, saygı göstermez ve toplumu inandıramaz olursa, toplum ve başkaları neden saygı göstersin ki?!

Kurumsal İTİBARI Yönetmekten Başka!

Kurum ve Markalar için Kurumsal Yönetim ve Kurumsal İletişim departmanı yöneticilerinin, Marka Yönetimi ve Marka İtibarını korumak ve yönetmekten başkaca, önemli bir işleri olamaz! Nasıl yani dediğini duyar gibiyim!

İletişim, diğer meslek dalları gibi eğitim sistematiği ve uzmanlık isteyen bir meslek ve bilim dalıdır. Dünyada; Bilim ve meslek olarak tanımlandığı için Lisans eğitim kurumları açılmıştır. Lisans eğitimleri akabinde, bu alanda uzmanlaşmak ve derinleşmek için yüksek lisans ve doktora yapar.

Her mesleğin kendine göre incelikleri olduğu gibi İletişim mesleğinin de, incelikleri ve uzmanlık alanları, vardır.

Herkes her işi yapamaz; her işi yaparım – ne iş olsa yaparım, abi formatındaki kişilerin olduğu gibi!

Herkes her işi yapamaz; Hele bir de uzmanlık isteyen iletişim gibi bir alanı yapmamalıdır! Meslek ve bilim onuru, saygınlığı adına!

Kişiler, Sağlıkla ilgili bir sorunu veya sıkıntısı olduğunda, nasıl işin uzmanı arıyor ve gidiyorsa! Kalp ile ilgili bir sıkıntıda, fizik tedavi doktoru aramadığı gibi!

Kurumlar, İletişim sorunları ve iletişim krizlerinde uzmana gitmediği ve uzmanı ile çalışmadığı takdirde, sonuçlarına katlanmak zorundadır! Hayatın her anında krizler vardır.

Krizleri yok sayamayız! İletişim krizlerini de, görmezden gelinemez ve yok sayılamaz! Trafikte bir kaza olduğunda nasıl çözüm aranıyorsa, iletişim kazaları ve krizlerinde de çareler aramak gerekir!

Aksi halde kurumsal algı, kurumsal itibar, kurumsal marka ve kurumsal makam zarar görebilir. Kurumsal yapılar için kurumsal itibarı yönetmek çok önemlidir.

Kurumsal yönetim ve yöneticilerin, Kurumsal itibarı yönetmekten başka ne gibi mühim işleri olabilir ki?! Binalar satın alınabilir ve İnşa edilebilir! Fakat yerle yeksan olan Kurumsal ve Marka İtibarını, yeniden satın alamaz ve inşa edemezsiniz!

Kurumsal ve Marka itibarı, kurumlar için vazgeçilemez bir fonksiyondur!

İletişim; Ortak simgeler yoluyla sosyal paydaşlar asarında bir anlam yayma ve oluşturma etkinliğidir. Her şey iletişim halindedir.

Birileri iletişimi, sadece, EMİR ve TALİMAT VERMEK – SORGULAMAK olarak algılamaya devam etse de! Böyle bir iletişim ortamında, doğal olarak İLETİŞİM KRİZLERİ zuhur edecektir! Kaza geliyorum demez! İletişim krizleri hiç demez!

Kurumsal İletişim; Kurumların stratejik iş hedefleri doğrultusunda tüm iletişim süreçlerinin bütünleşik bir şekilde yönetilmesidir!

Küreselleşme ile birlikte artan rekabet, pazarlama iletişimi, itibar yönetimi, algı yönetimi, kriz iletişimi, halkla ilişkiler ve iç iletişim gibi iletişimin çeşitli alanları arasındaki sınırların kaybolması sebebiyet vermektedir!

Kurumsal iletişim, bir yönetim destek fonksiyonu olmaktan çıkarak, iş stratejilerinin oluşturulmasında etkin rol oynayan stratejik bir kurumsal fonksiyon haline dönüşmektedir.

Kurumsal İletişim başlığı altında görülebilen diğer İletişim fonksiyonları; Kurumsal İtibar Yönetimi, Lider / CEO İletişimi, Kriz yönetimi, Gündem Yönetimi, İç İletişim, Kurumsal Sponsorluklar, Etkinlik Yönetimi, Medya İlişkileri, KSS (Kurumsal Sosyal Sorumluluk), Kurumsal Algı Yönetimi, Kurumsal Kimlik, Pazarlama İletişimi, Spor-Sanat Faaliyetleri Yönetimi vb.

Kurumsal itibar; Bir kurumun görünen yüzü ile ilgili tüm materyallerin, sosyal paydaşlar üzerinde bıraktığı izlenimlerin toplamıdır!

Kurumsal itibar; bir kurumun muhatap olduğu kişi ve kurumlar tarafından gördüğü ve sahip olduğu değerdir. Diğer bir ifade ile sosyal paydaşlar arasındaki güvendir.

Kurumsal itibar; bir kurumun hissedarları, müşterileri, çalışanları, sosyal kurumlar ve kamuoyunda oluşan algılar ve güvenin toplamıdır.

Bina veya diğer maddi varlık ve imkanlarınız kadar değil, İTİBARINIZ kadar var olabilirsiniz!

Kurumsal itibar; bir kurumun en önemli ve değerli varlığıdır! İyi bir kurumsal itibarın faydaları; 1-) Müşterilerini daha kolay etkiler. 2 -) Marka sadakatini artırır. 3 -) Kolay ve ucuz kredi bulur. 4 -) Rekabet avantajları sağlar. 5 -) Tedarikçiler daha kolay elde tutulur. 6 -) Kurumsal yapı daha etkin hale gelir. 7 -) Eğitim kurumları için daha fazla ve kolay bir şekilde tercih edilmesini sağlar. 8 -) Kaliteli eleman bulması kolaylaşır. 9 -) Sosyal paydaşlar üzerinde tam bir GÜVEN tesis eder!

Tez – AntiTez ve Sentez!

Hegel felsefesi veya diyalektiğine göre her şey üç aşamalı bir gelişme sonucu gerçekleşir; ‘ Tez – Antitez ve Sentez ’ sürecidir!

Varlık kavramı üzerinden düşünürsek, Varlık (tez), karşıtı Yokluk (antitez) buradaki çatışma uzlaştırıcı bir kavrama götürür, Oluş (sentez) sonucuna ulaşırız.

Çiçek; tez, çiçeğin yok olması; antitez ve meyve; sentez! Çiçek, meyvenin ortaya çıkmasına yol açar, ama meyvenin ortaya çıkması için çiçeğin yok olması gerekmektedir.

İnsanın yaratılışı ve yaratılışın gayesi de İyi İnsan olmak, Rızayı ilahi, Kamil insan olmak ve Cennete erişmektir! İnsanın bu hedeflere erişmesine engel olmak için de Şeytanı yaratmıştır; Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah! Şeytan; İnsanın Sıratı müstakimi üzerine oturmuştur, Allah’ın izniyle!

Dünya ve insanlık, zıtlar olmadan yaşanamaz bir durum arz eder. Hayat, zıtlar olmadan yaşanmaya kalksa, sadece yeknesak ve sıradan bir durumda olur! İnsanoğlu da bu durumdan çok sıkılır ve çekilmez bir durumda bulunur.

İnsanın yaratılması akabinde sıratı müstakim üzerine şeytanın oturması zıtlığı ifade etmektedir. Şeytan; tam da müminin doğru yolu üzerinde durmaktadır! Doğru yoldan çıkarmak ve saptırmak için!

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah; Sadece ihlâslı ve samimi kullarımı bu yoldan ayıramayacak ve koparamayacaksın, emrinde müşahhas olduğuna göre!

Zıtlar, tezat veya öteki ne demektir? Zıtlar neyi ifade etmektedir? Zıtlar olmadan hayatı, nasıl sıradan olabilir? Nitelik ve durum itibariyle birbirine aykırı ve birbirlerinin karşısındaki kavram ve olguları ifade eder. Kâinat ve yaşam döngüsü zıtların birlikteliği üzerine kuruludur!

Dünya ve insanlığın tüm kurgusu zıtlıklar üzerinedir! Zıtlıkların yanı sıra, zıt olan unsurlar, bir birlerini tamamlamaktadır. Bir erkek ve bir kadın olmak üzere dünyaya gönderilen, Hz. Âdem ve Havva en başta birbirlerini tamamlayan iki insandır. Sonrasında, Habil ve Kabil, iyilik ve kötülüğü sembolize etmektedir!

Karanlık ve aydınlık, gündüz ve gece, ak ve kara gibi pek çok zıt kavramlar, kendi aralarında zıt ve bir birlerini tamamlar!

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah; Kur’an-ı Kerimde, “Biz her şeyi çift yarattık” ayeti ve “Her şey zıddıyla bilinir ve kaimdir” gerçeğini, ifade etmektedir.

Zıtlar ve zıtlıklar olmasaydı, yeknesak ve sıradan bir hayat olur. Hayat, insanoğlu için bazen iyi, bazen kötü, bazen hasta, bazen sağlıklı, bazen mutlu, bazen mutsuz, bazen hüzünlü, bazen sevinçli olduğu durumların toplamı veya kümülâtifi diye tanımlanabilir!

Güzelliğin kıymetini ancak çirkinlikle anlayabiliriz. Sağlığın kıymeti de hastalık, yaşamanın değerini de ancak ölüm ile anlaşılabilir. Bu öylesine vazgeçilmez duruma gelmiştir; İnsanların sürekli barış halinde yaşayamayacağı gerçeğiyle toplumlar kendilerine suni düşmanlar icat etmişler.

Her şeyin zıddıyla kaim olması, her şeyin zıddıyla bilinmesi, varlıkların da zıddıyla bilinmesini anlamak mümkün görünmektedir.

Karşıt olan şeyler bir araya gelir ve uzlaşmaz olanlardan daha güzel bir uyum doğar! Her şey ve özellikle de her düzen bir çatışma sonucunda meydana gelmektedir!

Zıtlar ve tezat dediğimiz kavramlar, sosyal olaylar, siyasi düşünce ve ideolojilere, ülkemizde kabaca bir baktığımızda karşımıza neler çıkmaktadır? Bizim gibi ülkelerde siyasi düşünce ve ideolojiler yıllardan beridir, neden kavga ettirilmektedir?

Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ve özellikle de çok partili hayata geçilmesi akabinde, bu ülkedeki siyasi düşünceler, ideolojiler ve bunların taraftarları sürekli olarak kavga halinde olmaktadır! Neden?

Bu ülkede; Devlet, Millet, Ana muhalefet ve Muhalefet; Devletin bekası ve Milletin birliği adına, bir ve beraber mi, hareket etmektedir? Neden olmasın?!

Siyasi partiler, ideolojiler, liderler ve bunların müntesipleri kalabalıklar, bu ülkede sadece ve sadece kavga etmeleri üzerine formatlanmıştır! Kavga ve Kaastan birilerinin beslenmesi için gerek ve yeter şarttır!

Yoksa Zıtlar ve kavga mı bekliyorduk? Yoksa Zıtlar ve tezatların birlikteliğinden, birlikte hareket etmesinden kaynaklı, büyük idealler çerçevesinde, mükemmel bir DENGE ve DÜZENİ mi?

Yaşamakta olduğumuz, siyaset dünyasındaki zıtlar ve tezatların birlikte hareket etmelerinden kaynaklı, bir düzen ve bir sükun mevsimidir!

Bu gelişmeleri, Anlamayı ve anlamlandırmayı, idrak edebilmeyi ve yorumlayabilmeyi, partizan bir bakış açısından kurtulabilmeyi ve destekçisi olabilmeyi, dilerim!

Kurban ve Kurbiyet!

Bugün ”Arife” ve yarın ‘Kurban Bayramına’ erişeceğiz! Arife günü, Kabir ziyaretleri ile başlar ve tüm ahrete intikal eden; Anne – baba, eş – dost – akraba- ü taallukata dualar edilir, ibret alınmaya ve dersler çıkarılmaya çalışılır! Allah ahirete irtihal edenlere Rahmet eylesin!

Bir Kurban Bayramına daha sağlık ve sıhhat içinde kavuşturan, Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’a, ne kadar şükretsek azdır. Bayram vesilesi ile Sılayı Rahim için memleketlerine gidecek olan tüm vatandaşlarımıza hayırlı yolculuklar dilerim!

İnsan olmanın erdemli hali bulunduğumuz duruma, şükretme idraki içinde olabilmektir. Allah bizlere, bu şuur ve idraki, ziyadeleştirdiği kullarından eylesin.

Bir önceki Kurban Bayramında birlikte olduğumuz, güzellikleri birlikte paylaştığımız, sevdiklerimiz ve dostlarımız aramızda değil. Allah geçici alemden baki âleme göç eden tüm sevdiklerimize Rahmet eylesin.

Biz aciz kullarına, bu günler hürmetine, idrakimizi – şuurumuzu artırmasını, akıl – feraset ve basiret vermesini dilerim! İnsan olmak; kendisine ikram edilen, akıl nimetinin kadrini bilebilmektir! Aksi halde, hayvandan ne farkımız kalır!

Kurban; kelime olarak ‘ kurbiyet – yaklaşmak’ ve isim olarak ‘kendisiyle yaklaşılan’ anlamına gelir. Terim manası; Allah’a yaklaşmak için kurban niyetiyle belirli vakitte kesilen özel hayvanın adıdır.

Kurban kesmeyi Allah’a teslimiyet ve saygının bir sembolü olarak anlamak ve Allah’a yaklaşmaya bir vesile olarak görmek gerekir!

Sonsuz Hikmet Sahibi Yüce Allah, Hac suresi 37. ayette; Onların etleri de kanları da Allah’a asla ulaşmaz; fakat sizin takvanız O’na ulaşır. Onları size bu şekilde boyun eğdirir ki, sizi hidayete erdirdiği için Allah’ı yücelterek anarsınız. Güzel düşünüp güzel davrananlara müjde ver, buyurmaktadır!

Ayette ki kesin ifadesi ile kesilen hayvanların ne etleri ne de kanları Allah’a ulaşmaz, Allah’a ulaşacak olan kullarının sadece takvaları ve samimiyetidir.

Günümüz insanı, İnananlar nelere yaklaştığımızı, nereye doğru yol aldığımızı sorgulamak gerekir! Hayat her daim bireyin kendini muhasebe etmesini emrediyor! Hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekmemizi!

İyiliğe, güzelliğe, doğruluğa ve temiz olan her şeye bizleri yaklaştırmadıktan sonra, istediğimiz kadar hayvanı kurban edelim; Kime ve kimlere ne faydası olacaktır?

İki günü birbirine eşit olan ziyanda, diyor, Rahmet Peygamberi efendimiz! İnsan ve kul olarak her gün diğer günümüzden farklı, güzel işler yapacak ve kendimizi geliştireceğiz! Üç günlük Dünya malı – menfaati, makam – mevki için girmediğimiz kılık kalmıyor!

Peki, bu gidiş nereye böyle! Buna bir dur demeyecek miyiz? Birey olarak kendimize verilen aklı ne zaman kullanacağız? Verilen Aklı kullanmak için fırsatımız olmayabilir?

Allah; İmanın ve Mümin olmanın gereği, kesilen Kurbanları dergâhında Makbul eylesin!

Allah; Hz. Âdem’in iki oğlu; ‘Habil ve Kabil‘ kıssasındaki Kurbanı anlayabilenlerden olabilmeyi nasip eylesin!

Allah; Hz. Peygamber efendimizin ‘Ben, iki Kurbanlığın oğluyum’ buyurduğu kıssayı içselleştirebilenlerden olabilmeyi nasip eylesin!

Allah; Kendi rızası adına kesilen Kurbanlar hürmetine, ‘İç Huzuru yakalamış ve Kendini Aşma’ noktasına erebilenlerden olabilmeyi nasip eylesin!

Allah; Kendi rızasına muvafık olarak kesilen Kurban ve akan kanlar hürmetine, bölgemizde ve ülkemizde ki; akan kanı ve terörün durmasına vesile olmasını!

Allah; Kendisine kurbiyet – yaklaşmak adına kesilen Kurbanlar hürmetine, birliğimizi, beraberliğimizi ve Çanakkale ruhunda tecelli eden; ‘toplu vurdukça sineler, onu top bile sindiremez‘ mesabesine ulaştırmasını!

Allah; Rızasına muvafık kesilmiş olan tüm Kurbanlar hürmetine, Mazlum milletlere ‘Umut’ olma idealindeki; Asil Milletin idarecileri ve tüm bireylerine; ‘Feraset ve Basiret ‘ vermesini, dilerim!

HAYIRLI BAYRAMLAR! KURBAN BAYRAMINIZI TEBRİK ederim!

FARABİ’NİN DUASI…

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla başlıyorum!

1 -) Ey Zorunlu Varlık! Ey sebeplerin sebebi, ezeli ve ebedi olan Allah’ım!
Beni yanılgılardan korumanı, bana senin hoşnut olacağın eylemi emel yapmanı istiyorum!

2 -) Ey bütün Âlemlerin Rabbi olan Allah’ım! Bana bütün iyi hasletleri bahşet, işlerimde güzel neticeler ver, gayelerimde ve isteklerimde beni başarılı kıl! Evrende nehirlerin coşkun aktığı gibi akan yedi yıldızın sahibi, aydınlatıcısı Rab!

O yıldızlar, O’nun iyilikleriyle, bütün cevheri kuşatan iradesiyle işlerini yaparlar.
Zuhal, Utarit ve Müşteri gibi yıldızların bizzat kendilerinden bir şey beklemem, ben hayrı, her şeyi senden beklerim!

3 -) Allah’ım! Bana güzellik elbiseleri giydir, iyilik ve güzellikler ver Peygamberlerin kerametlerini ve zenginlerin saadetini, bilgelerin ilimlerini, muttakilerin mutlulukların ver!

4 -) Allah’ım! Beni mutsuzluk ve yokluk âleminden kurtar! Beni kötülüğe bulaşmamışlardan, sevgiyle bağlı olanlardan, dosdoğru kişiler ve şehitlerle birlikte gökte yaşayanlardan eyle!

Sen öyle yüce bir varlıksın ki, senden başka ilah yoktur! Varlıkların yegane sebebi, yerin ve göğün nuru Sensin. Allah’ım! Bana Fa’al Akıldan bir feyiz bahşet!

Ey ululuk ve iyilik sahibi Allah’ım! Ruhumu hikmet nuruyla süsle! Bağış olarak benim için taktir ettiğin nimeti – şükrünü, bana ilham et!

Bana hakkı hak olarak göster ve ona uymanın yolunu ilham et! Bana batılı batıl olarak göster, beni batıla inanmaktan ve onu dinlemekten koru! Nefsimi ilk maddenin yapısından temizle! Şüphesiz ki sen, ilk nedensin!

Ey bütün varlıkların sebebi olan Hak, Bütün varlıkların feyzinden fışkırdığı kaynak. Kat kat göklerin Rabbi, onların ortasına kara ve denizleri yerleştiren Rab.

Sana sığınarak, bir günahkâr olarak, sana yalvarıyorum! Bu günahkâr ve ihmalkârın suçunu bağışla!
Ey evrenin Rabbi! Yüce katından bir feyiz ile Nefsimi, maddi ve manevi kirlerden temizle!

5 -) Ey yüce kişilerin, yıldızlar âleminin gökyüzündeki ruhların sahibi Allah’ım! Kuluna, şehevi şeylerin, aşağılık dünyanın sevgisi baskın geldi. Sen himayeni, beni hatalara düşmekten koruyucu kıl!

Benim için takvanı, her türlü aşırılığa karşı kalkan yap! Muhakkak sen her şeyin kuşatıcısısın.

6 -) Ey Allah’ım! Beni dört unsurun esaretinden kurtar ve beni geniş katına ve yüce huzuruna al!

7 -) Allah’ım! Bana vereceğin yeterliliği, gücü, topraksı cisimler ve varlıkla ilgili olan düşünceler arasındaki yerilmiş ilişkilerimi kesmem bir sebep kıl; hikmeti ve ruhumu ilahi alemler ve yüce ruhlarla birlikte olmaya vesile kıl.

8 -) Allah’ım! Benim ruhumu Cebrail vasıtasıyla aydınlat! Aklıma ve duyguma olgun hikmetle etki et! Fizik âleminin yerine, melekleri bana yoldaş eyle!

9 -) Allah’ım! Bana doğruyu ilham et! İmanımı takva ile pekiştir! Nefsimde dünya sevgisine karşı nefret uyandır!

10 -) Allah’ım! Benliğimi, geçici şehvetleri yıkmaya karşı güçlü kıl! Ruhumu kalıcı ruhlar yurduna ulaştır ve onu yüce cennetlerdeki değerli, şerefli varlıklar topluluğundan eyle!

11 -) Ey, hal ve söz diliyle konuşan varlıkların önünde olan Allah’ım seni tenzih ederim, şüphesiz ki Sen, o varlıklardan her birine hikmetinle lâyık olduğu şeyi verensin, o varlıklara, yokluğa nispetle varlığı bir nimet ve rahmet kılansın.

Öz olsun, ilinti olsun tüm varlıklar senin nimetlerine müstahaktırlar ve nimetlerinin güzelliklerine şükrediyorlar. Nitekim Sen; O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Ne var ki siz, onların tesbihini anlamazsınız, buyurmaktasın.

12 -) Allah’ım seni tenzih ederim, sen yücesin, tek olan Allah’sın, yegânesin, Sen; “ Birsin, teksin, doğurmayan, doğurulmayan ve kendine hiçbir şey denk olmayan ” eşsiz ve ihtiyaçsız Allah’sın!

13 -) Allah’ım kuşkusuz ki Sen, benim ruhumu dört unsurdan meydana gelen bir zindana hapsettin ve ruhumu parçalama işini, şehvetlerden oluşan birtakım yırtıcı hayvanlara havale ettin.

14 -) Allah’ım! Nefsimi (beni) ismetle yücelt! Sana yaraşan biçimde ona şefkat et! Senden gelen ve sana lâyık olan bir asaletle onu esirge! Gökteki yerine ulaştıracak bir tövbeyi ona lütfet! Kutsal makamına geri dönüşünü – ulaşmasını, çabuklaştır!

Nefsimin karanlıkları üzerine Fa’al Akıl güneşini doğdur! Cehalet ve sapkınlıkların karanlıklarını ondan uzaklaştır. Ruhumda bil-kuvve bulunanı güzellikleri aktif hale getir.

Ruhumu bilgisizliğin karanlıklarından çıkarıp, hikmetin aydınlığına ve aklın ışığına ilet. Nitekim sen; Allah inananların dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, diye buyurmaktasın.

15 -) Ey Allah’ım! Bilinmeyenlerin gerçek suretlerini ruhuma rüyada göster! Ruhumu karma karışık kabuslardan, rüyalarında iyilikleri ve doğru müjdeyi görmeye dönüştür! Ruhumu etkileyen duyuların ve kuruntuların kirlerinden temizle!

Ruhumdan fiziki alemin bulanıklığını uzaklaştır. Ruhumu, ruhlar alemindeki yüce makama konuk et! Nitekim Sen; Bana hidayeti nasip eden, bana her şeyde yeterli olan ve beni himaye eden en yüce varlıksın!

Hamd yalnızca Allah’a mahsustur. Allah’ın rahmeti ve selamı sonsuza dek kendisinden sonra hiçbir peygamber gelmeyecek olana Hz. Peygamber’e olsun. Amin!.

Türk Devletleri Teşkilatı’na bağlı Türk Üniversiteler Birliği Toplantısı!

Prof. Dr. Aziz Sancar; Türk Devletleri Teşkilatı’na bağlı Türk Üniversiteler Birliği’nin toplantısında yapmış olduğu konuşmayı; yeniden bir uyanışa ve nizam-ı alem ülküsü Türk Devlet ve medeniyet kodlarının yeniden neşv-ü nema bulması, özellikle akademik camianın araştırma – geliştirmeye önem vermeleri ve eli kalem tutanlara; Büyük ve Güçlü Türk Devleti – Türkiye Yüzyılı hedefleri zaviyesinden, yeniden tefekkür ve tezekkür edebilmeyi, yorumlayabilmeyi, dikkat ve ilgilerine sunarım!

Uzun zaman birbirinden ayrı düşmüş, Türklerin bir araya gelmeleri, güçlerini birleştirmeleri, kendilerinin ve dünyanın kalkınmasına ortak katkılar sunma imkanına ulaşmaları bizim hep gençlik hayalimiz olmuştur. O yüzden, bugün sizlerin Türk Dünyası’nın Medeniyet Başkenti Semerkant’da bir araya gelerek, milletimizin bilim ve eğitim sorunlarını, bu sorunlara ortak çözümleri ele almanız beni çok mutlu ediyor.

Ben Nobel Ödülü’nü aldığımda, sadece kendimi değil, sadece Türkiye Cumhuriyeti’ni değil, bütün Türk Dünyası’nı temsil ettiğimi hissediyordum, bunu biliyordum ve bununla büyük bir gurur duydum. Fakat, aynı zamanda içimde bir ezginlik vardı. Biz büyük medeniyetler yaratmış büyük bir Türk milletiyiz. Ya, ben niye Nobel kazanan ilk Türk olayım?

Biz tarihimizle övünüyoruz. Bize tarih kitaplarında biz Türklerin büyük medeniyetler yarattığını öğretirlerdi. Gerçeği söyleyim, ilkokulda, ortaokulda buna inanıyordum. Fakat, liseye, üniversiteye gittikten sonra buna şüphe ettim ve bu içimde bir tutku olarak kaldı. Yıllar sonra, Batılı yazarlardan çıkmış eserleri okudum ve anladım ki, gerçekten 750 ile 1250 yılları arasında Türk Dünyası bilim dünyasının merkeziydi. Gerçekten, biz büyük medeniyetler yaratmışız. Ama bir sürü nedenlerle ondan sonra bilim yapmayı bıraktık, Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri bizi geçti. Bunu çözmemiz lazım.

Gerçekten de, biz Türklerin yaklaşık son 500 yılda bilime doğru dürüst katkı yapamadığımız ortadadır. Peki neden yapmadık? Bazı insanlar buna ‘zeki olmadığınız için’ yanıtını verir. Ancak bilim yapmak genetik veya zekâ meselesi değil, gelenek meselesidir. Yahudi kardeşlerimiz dünya nüfusunun yüzde 0.2’sini teşkil ediyor ve yüzde 20 bilim Nobellerini almışlardır. Onlar diğer insanlardan daha üstün zekâlı mı? Değiller. Onların kültüründe bilime, eğitime önem veriliyor. Dolayısıyla biz de bunu bir gelenek haline getirmeli ve çocuklarımıza erken yaşta aşılamalıyız. Bu konuda özellikle sosyal bilimcilerin çalışma yapmaları lazım.

Ben gittiğim Türk ülkelerinde teknolojiye önem verilmeye başladığını gördüm. Teknoloji önemli, fakat temel bilim olmadan teknoloji olmaz. Avrupa’dan, Amerika’dan makine alıp, ben teknoloji yapıyorum, ben patent aldım, bilmem ne adımla ne Türkiye yükselir, ne Türk Dünyası yükselir. Benim inancım bu. Dünyada eğer bir adımızı duyurmak istersek, eğer bir kuvvet olarak tanınmak istersek, eğer yabancılar tarafından yönetilmek istemiyorsak, biz bilim yapmalıyız ve bilimde kuvvetli olmalıyız ki, dünya bizi yaptığımız bilimle tanısın. Unutmamalıyız ki, biz çalıştığımız, ürettiğimiz sürece üstün olacağız. Yoksa, üstünlük genetik değildir. Bütün insanlar birbirine eşittir.

Kuşkusuz ki, Türk Dünyası’nda bilimsel geri kalmışlığın bir çok kurumsal ve sosyal nedenleri vardır. Maalesef ben bunların çözümünü iyi bilmiyorum. Fakat anladığım o ki, maddi yatırım yapmaktan öte bir bilim ortamı geliştirmek lazım. Uluğ Bey, İbn-i Sina, El-Biruni yoktan ortaya çıkmadılar, o zaman Türk Dünyası’nda bir bilim ortamı vardı, yüzlerce başarılı bilim insanı vardı ve bilime çok ilgi vardı, bilime önem veriliyordu. Aynı zamanda, Uluğ Bey, Uluğ Bey gibi Orta Asya Altın Çağı’ndaki diğer bilim adamları Türk Dünyası’nda bilim adamlarıyla ortak çalışarak bilim yapıyorlardı. Bunlara bugün de önem verirsek, Türk Dünyası’nda bilim ve toplum gelişir ve ilerler.

Türk Dünyası’nda bilimsel geri kalmışlığın nedenleri ve bunlara çözüm yollarının bulunması için hiç kuşkusuz ki, sosyal bilimcilerimizin ortak ve detaylı araştırmalarına ihtiyaç vardır. Fakat Türk Dünyası’nda bilimi geliştirmek için, dünyayla yarışmak için neler yapmamız gerektiğini naçizane kendi gözlemlerime dayanarak, burada özetlemek istiyorum.

1 -) Bilim, adaletin, özgür düşüncenin ve sorgulamanın olduğu ortamlarda yeşerir. Bunu unutmamak ve çocuklarımızı bu ruhla, bu alışkanlıkla büyütmemiz lazım, onlara bu ortamı sağlamamız lazım. Bilimde özgür düşünce çok önemli. Ben Türk Cumhuriyetlerine gittiğimde beni merasimle karşılıyorsunuz, bana büyük saygı gösteriyorsunuz. İnsan olarak, tabi, bu hoşuma gidiyor. Fakat, bunlar bilimde olmaz. Benim yanımda çalışan en başarılı bilim adamları, benim yetiştirdiğim en başarılı öğrenciler benimle münakaşa eden öğrenciler olmuştur. O bakımdan, özellikle genç çocuklarımıza özgür düşünmeyi ve yaşlıların, benim gibilerin söylediklerini sorgulamayı öğretmeliyiz.

2 -) Temel bilime öncelik vermeliyiz. Sosyal bilimcilerimiz kusura bakmasınlar, onlara büyük saygım var, fakat şunu söyeleyim, bizim temel bilimlere yatırım yapmamız lazım, temel bilim yapan çocuklarımızı desteklememiz lazım, onlara özgüven vermemiz lazım.

3 -) Kız ve erkek çocuklarımıza aynı eğitim fırsatı vermeliyiz. Bunun bütün Türk toplumlarında, özellikle de Türkiye Cumhuriyeti’nde bir sorun olduğunun farkındayım. Bunu çözemezsek, toplumumuzun yarısını oluşturan kadınlarımızın potansiyelinden kalkınma yolunda yararlanamayız, bu potansiyeli gerçekleştiren toplumlarla yarışamayız.

4 -) Çocuklarımıza çok erken yaşlarda deney yapmayı öğretmemiz lazım. Bilim, deney yapmakla öğrenilir, bunu unutmamak lazım. Ben Amerika’ya geldiğimde Türkiye eğitim ve teorik bilim açısından beni çok iyi yetiştirmişti. Fakat deney yapma konusunda eksikliklerim vardı. Bunu erken yaşlarda çocuklarımıza öğretmemiz lazım. Bu alışkanlık haline gelmeli, yaparak öğrenilmelidir. Sadece okumakla buna sahip olamazsınız.

5 -) Politika ve din bilime karıştırılıyor, bunları kesinlikle ayrı tutmak lazım. Politika ve din ile bilim kurumları amaç ve yöntem açısından önemli ölçüde birbirilerinden ayrışıyor. Bunları birbirine karıştırsanız bundan ilk önce bilim zarar görür, güvenilirliğini kaybeder, ilerleyemez, gelişemez.

6 -) Bilim adamlarını din ve politikanın dışında tutmak lazım. Din ve politika bilim adamlarının işine karışırsa, sonuç bilimin ortadan kalkması olur. Nitekim, buna ibretlik en iyi örnek olarak, Uluğ Bey’in Semarkant’da kurduğu Gözlemevinin akıbetini gösterebiliriz. Dini ve politik aşırılık, o zaman dünya çapında bir bilim merkezi haline gelmiş bu gözlemevinin tahrip olması ve oradaki bilim adamlarının dünyanın çeşitli yerlerine kaçıp gitmesiyle sonuçlandı. Bilim adamları da din ve inanç işlerine karışmasın. Çünkü toplumun büyük bir kısmını dışlar ve alçak görür algısı verir.

7 -) Bilim adamlarına liyakate dayalı imkan sağlanmalıdır. Onları tayin etmek, terfi etmek için tek kriter liyakat olmalıdır. Mesela, benim çalıştığım Amerika’da dün yaptığına bakmazlar. Ben Nobel’i aldığımdan sonra yayına gönderdiğim ilk makalem reddedildi. Amerika’da çalışacaksınız, durmadan çalışacaksınız ve bir şeyler bulacaksınız. Bunun ölçüsü budur. Ne bilim adamları dinler, ne de bilimsel faaliyetlere fon sağlayan Amerikan Sağlık Bakanlığı gibi kurumlar. O bakımdan, çalışmanıza devam etmeniz lazım. Devam etmezsek, desteklemezler, Nobel filan dinlemezler. Bilimle ilgili görevlere atamalarda da yine buna bakılır, dünyadan ve Amerika’dan en iyilerin bu görevlere getirilmesine çalışılıyor.


8 -) İnsanlar bilim yapmaya başladıktan sonra onlara özgürlük vereceksiniz, şunu yap, bunu yap demeyeceksiniz. Bilim adamı özgürlük ister. Onların bir şeye merakı olur ve onu takip eder ve o konuda ona özgürlük vermelisiniz. O, madem hayatını buna adamış, mutlaka insanlığa faydalı bir şeyler yapacaktır. Bir sözle, bilim adamına kendi bilimsel hedeflerini özgürce belirleme ve bunu gerçekleştirme imkanı sağlanmalıdır.

9 -) Bütün bunların dışında benim kanaatimce bir Türk Türk Dünyası’na bir vefa borcu, bir sevgisi olmadan iyi bir bilim adamı olmaz. Ben bilime bir derece olarak kendi sorularımı cevaplandırmak için girdim. Kendi bilmediklerimi öğrenmek için girdim. Fakat, bilim yaparken, özellikle dış bir ülkede bilim yaparken, aklımda bir şeyi daima tuttum, hiç unutmadım; ben burada yalnız kendimi değil, Türk Milleti’ni temsil ediyorum diye düşündüm. Ve o bana hem güç verdi, hem de sorumluluk kattı. Ben her yaptığımda bundan ben ne alırım, Türk Milleti ne alır diye düşündüm. Ve bu benim için bir güç kaynağı olmuştur.

Son olarak, Türk Üniversiteler Birliği, Türk Cumhuriyetleri üniversiteleri arasında öğrencilerin ve öğretim üyelerinin değişimini sağlamak ve Türk Dünyası’nda ortak öğretim alanı oluşturmak için çalışmalar yürütmektedir. Bunları iyi gelişmeler olarak görüyorum, Türk Dünyası’nda ortak bilimsel çalışmaları da kapsayacak şekilde daha da genişletilmesini arzu ediyorum ve Türk Cumhuriyetleri yöneticilerine bu faaliyetlere daha fazla bütçe ayırmalarını öneriyorum.

Tarihi Kilistra – Lystra ANTİK KENTİ İlgi Bekliyor!


Sonsuz Kudret ve Hikmet Sahibi Yüce Allah; Neml suresi 69. ayetinde; Resulüm; De ki: Yeryüzünde yürüyünüz de bakınız ki, günahkârların akıbeti nasıl olmuştur!

Rum suresi 42. ayetinde; Resulüm; De ki; Yeryüzünde gezip dolaşın da bakınız ki, bundan evvelkilerin akıbeti nasıl olmuştur? Onların ekserisi müşrik kimseler idi!

Ankebut Suresi 20. ayetinde; Resulüm; De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın ve Allah’ın ilk yaratılışı nasıl başlatıp devam ettirdiğini görün. Allah, daha sonra ikinci hayatı da işte böyle gerçekleştirecektir; Allah her şeye kadirdir, buyurmaktadır!

Dini amaçlı seyahatler, en eski ve en yaygın nedenlerden biridir. Türbeler, tapınaklar, kiliseler, dini yerler ve törenler her zaman bir çekicilik unsuru olmuştur! Günümüzde, dini ya da inanç turizmi olarak bilinen ve ziyaretçi çeken tarihi destinasyon konumları bulunmaktadır.

Bu destinasyonlardan üç önemli din ( İslamiyet, Hristiyanlık ve Musevilik ) için dini zenginlikleri bünyesinde bulunduran ülkelerden bir tanesi Türkiye’dir. Bu anlamda inanç turizmine yönelik akademik çalışmalar önem arz etmektedir.

Mezkur çerçevede, Konya şehir merkezine yakın bir konumda bulunan, Kilistra – Lystra Antik kent hakkındaki genel bilgilere ve turizm zaviyesinden durumuna kabaca bakalım!

Kilistra Antik Kenti; Konya’nın 45 kilometre güney batısında, Meram ilçesine bağlı Hatunsaray ( Lystra ) Beldesi Gökyurt Köyü içerisindedir.

Helenistik ve Roma dönemlerinde yoğun yerleşime sahne olan ve Erken Hristiyanlık Döneminde hızla büyüyen Kilistra ( MS VI.-XIII. yüzyıl ) zamanla Kapadokya benzeri bir mimarî dokuya kavuşmuştur.

Kilistra Antik Kenti; tarihî Kral Yolu ( Via Sebaste ) üzerinde yer alır. Stratejik öneme sahip olan Lystra, Roma İmparatorluğu’nun güney uçlarında İmparator Augustus tarafından askerî koloni yapılan beş merkezden biridir. Aynı dönemde Anadolu’yu gezen ( MS 49-56 ) Aziz Paulus ve Barnabas’ın yeni vaz’ettikleri dine Lystra halkının çoğunluğu katılmıştır.

Haberci Paulus’un Barnabas ile geldiği ilk gezisinde, Konya’da yaptığı ilk vaazında konuşma yaptığı sinegogun karşısındaki evin penceresinde kendisini dinleyen güzel Theakla; kutsal yola kendisini adaması, bu uğurda Romalılardan işkence görmesi, ölüme mahkûm edilmesi nedeniyle kutsanmış ve Azize makamına erişmiştir.

Azîze Theakla’nın yanı sıra Lystra’da ( Hatunsaray ) hayatını kurtaran, onu tedavi eden Musevî ailenin çocuğu Timoteos, Paulus’un en seçkin yardımcıları arasına katılmıştır. Efes Piskoposu da seçilen Timoteus; Paulus gönderdiği mektuplarda “çömezim” diye hitap ettiği ifade edilmektedir.

Kilistra; Aziz Paulus’un yaşamında önemli bir yer olması ve mimari açıdan kiliseler, şapeller, manastırlar, gözcü kuleleri, sığınaklar, antik yollar, mahalleler, seramik atölyeleri gibi değerli örnekleriyle ön plana çıkmaktadır.

Kilistra; Bölgesinde fazlaca kilise varlığı söz konusudur. O dönemden kalma mimari yapıların birçoğu kaya oyma yapılardır. Bu yapıların içerisinde kiliseler, şapeller, yaşam alanları mevcut ve tarih anlamında da oldukça önemli olarak gördüğümüz bir noktadır. İnanç turizmi anlamında önemli bir destinasyon merkezidir!

Kilistra; Konya çevresinde günümüzden yaklaşık 11 ile 3 milyon yıl arasında olmuşmuş volkanik kayaların olduğu bölgedir.

Kilistra, ana kilisenin olduğu bölgedeki kayalar volkanik özelliktedir! Patladıktan sonra kaynaklanmış olan tüfler! Bunlar kolayca oyulabildikleri, işlenebildikleri için bölge seçilmiştir. Kapadokya bölgesinde ki Peribacalarına benzetilmektedir!

Kapadokya bölgesi, özellikle de, Yer Altı şehirleri ve aynı oluşumda meydana gelen Ihlara Vadisi, yerli ve yabancı turizm ya da İnanç turizmi alanında gözde destinasyon merkezleri arasındadır! Yerli ve yabancı, binlerce ziyaretçi gelmektedir!

Peki, aynı oluşuma benzer bir konumda bulunan Kilistra ya da Lystra, şehrin ileri gelenleri tarafından nenden yok sayılmakta ya da görmezden gelinmektedir?

Bölge neredeyse harabe bir konumdadır! Tarih, Yerel halkın umurunda değildir! Bölge koruma altına alınmalı! Bölgeye girişler, Kapadokya bölgesinde ki destinasyon merkezlerinde olduğu gibi ücretli olabilir! Tanıtım bilgileri asılabilir!

Yani bölge ve tarih, tamamen HARABE bir duruma gelmeden veya YOK olmadan, Şehrin ileri gelen; ETKİLİ ve YETKİLİLERDEN ya da PROTOKOLÜ tarafından, turizme kazandırabilmek ve İBRET alabilmek adına, İLGİ ve ALAKA beklemektedir!

Kilistra – Lystra Hatunsaray / Meram / Konya
Kilistra – Lystra Hatunsaray / Meram / Konya
Kilistra – Lystra Hatunsaray / Meram / Konya
Kilistra – Lystra Hatunsaray / Meram / Konya