Sodom ve Gomore; Satılık Ruhlar!..

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonra, ekonomik yönden bazı kesimler zarara uğradıklarını iddia etmektedir!. Özellikle de Corona virüs sürecinin başlaması ile bazı iş yerlerinin kısmen açık,  bazılarının da  tamamen kapanması ile, yine bazı kesimlerden yandık, battık, bittik ve ölüyoruz nidalarına şahit olmaktayız!. Neden acaba?!  PEKİ, İSTİKLAL VE İSTİKBAL  İÇİN SAVAŞA – CEPHEYE GİDER MİSİNİZ?! Ne savaşı, ne cephesi dediklerini de duyarsınız?!

Beyler!. 2002 tarihinden bu günlere, yığdığınız  mallar ve şişkin banka hesaplarınızdan birazını kaybetseniz ne olur?! CORONA sonrası; YENİ BİR DÜZEN, SİSTEM ve DENGE ADINA, DÜNYA BİR SAVAŞ ARENASINDA ve BU SAVAŞ TÜRKİYE’DE OLMAKTADIR! TÜRKİYE, DÜNYA MEYDAN MUHAREBESİNİN TAM MERKEZİNDEDİR!. TÜRK DEVLETİ, DÜŞER İSE TÜM UMUTLAR DÜŞECEK ve  BİTECEKTİR!. Sen, hala anlamadın mı?! Ya da oyun ve oynaş mı zannediyorsun, tüm bu yaşanılanları!

Yoksa dün; Ey Musa! Onlar orada bulundukları sürece biz oraya asla girmeyeceğiz!. SEN ve RABBİN GİDİN SAVAŞIN; BİZ BURADA OTURACAĞIZ, dedikleri gibi, BU SAVAŞ BİZİM  SAVAŞIMIZ DEĞİL mi, diyorsunuz?! Peki, bu savaş, kimin savaşıdır?!

Yakup Kadri Karaosmanoğlu,  Sodom ve Gomore adlı romanında, Kurtuluş Savaşı sırasında yaşanan  çıkar ilişkileri, insanların para,  mal, makam, mevki hırsı ve şaşaalı bir  hayat yaşamak amacıyla, ne gibi  hallere düşebileceklerini anlatmaktadır!.

Roman; Özellikle çıkarları uğruna milliyet ve mensubiyet duygularını yitiren, her türlü maddi ve  manevi değerleri ayaklar altına alan kimlik ve kişilikleri,  ruh halleri  ve düştükleri durumları deşifre edebilmesi ile önem kazanmaktadır!.

Roman; İşgal yıllarında bazıları vatan ve millet  için şehit olmaya cepheye giderken, bazıları da arzu ettikleri bir hayat ve dünyalık uğruna, namus ve  haysiyet, milli ve manevi değerlerini işgalcilere yaranabilmek ve onlarla birlikte bir hayat yaşamak için peşkeş çekmektedir!.

Roman; Batılılaşma ve Tanzimat ile başlayan batılılar gibi bir hayat  yaşama arzusunun geldiği noktayı anlatır!. Çıkarcı, hain, satılık ruhlar  ve özenti tipler bir yandan vatanları ve bağımsızlık için savaşanlardan nefret ederken, diğer yandan da işgalcilere şirin görüşebilmek için her türlü ahlaksızlık ve onursuzluk  yapmakta beis görmemiştir!.

Roman; Mezkur tiplere göre İngiltere yenilmez bir ilahtır, dünyanın bütün işleri, dünya milletlerinin alınyazısı onun vereceği karar ve hükümlere bağlıdır!.. Nasıl olur da, bir avuç Anadolu Türk’ü heybetli kudrete rağmen başarıya ulaşacağına ihtimal verebilir?  Mezkûr tipler, Türk’ten başka her milletin gücüne inanır ve Türkiye’ye ait meselelerin mutlaka başkaları tarafından halledilebileceği fikrindedir!

Yazarın romana isim verdiği Sodom ve Gomore’nin  tarihteki yeri, önemi, konusu ve kaynağına kabaca bakalım!. Hz. Lut peygamber, sapkın Sodom ve Gomore halkını, Hz İbrahim’in dinine davet eder! Fakat mucizeler göstermesine rağmen çok az kişi  iman etmiştir!. Lût kavmi de peygamberlerini yalancılıkla suçlamıştır!

Kardeşleri, Hz. Lût onlara; Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Bilin ki ben, size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim!. Artık, Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin! Bunun için sizden karşılık beklemiyorum!. Benim ecrimi vermek yalnız âlemlerin rabbine aittir. Rabbinizin sizler için yarattığı eşlerinizi bırakıp da insanlar arasından erkeklerle mi beraber oluyorsunuz? Doğrusu siz haddini aşan bir kavimsiniz, dedi!. ( Şuara 161 – 164 )

Hz. Lut,  orada bir kadın ile evlenir ve iki kızı dünyaya gelir!.  İki kızını doğru yola sevk etmeyi başarır fakat  karısını  ikna edip doğru yola getirmeyi başaramaz!. Sodom ve Gomore halkı,  Hz Lut’a inanmadığı gibi ona isyan etmiş ve Hz Lut’u, şehirden atmaya kalkmıştır!  Hz Lut’un eşi de sapkınlıklarını sürdüren Sodom ve Gomore  halkından yana tavır almaktadır!. Tüm çabaları sonuçsuz kalınca ve gördüğü eziyetlerden sonra Hz Lut; Rabbim! Beni ve ailemi, bunların yapmakta olduklarının vebalinden kurtar, diye dua eder! ( Şuara – 169 )

Nihayet onları güneşin doğma vaktinde korkunç gürültü yakalayıverdi!. Hemen şehirlerinin üstünü – altına geçirdik ve üzerlerine de çamurdan pişmiş taş yağdırdık!. Elbette bunda keskin anlayışlı ve  iman ehli  için ibret alametleri vardır, buyurmaktadır!. ( Hicr 73 – 74 – 75)

2021 takvim yılının tüm insanlığa; Sağlık ve Huzur getirmesini dilerim!.

Türk Devleti Her Duruma Hazırdır!.

Corona sonrası dünyada, sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasi değişimlerin olacağını her daim vurgulamaya çalışıyoruz!. 1. ve 2. Dünya savaşlarında nasıl bir yıkım ve insani ölümlerin olduğunu da unutmayalım!. Dünya’da bir savaş olmadan yeni bir denge ve sistem kurulamayacağını da not etmek gerekir!. Corona, yeni denge ve yeni dünya sistematiğin işaret fişeği ya da yeni dünya düzeni adına  anlaşma masasıdır!. Ne yazık ki  daha masa kurulamamıştır!. Corona virüs belasının  son günlerde  mutasyona uğradığına  şahit oluyoruz!.

Corona sonrası, dünyada soğuk savaş benzeri fakat çok kutuplu bir sistem ve dengenin  kurulması gerektiğini ifade ediyoruz!. Fakat içeride ve dışarıda eski alışkanlıkları ile dünya yönetimine talip olanlar, kaos peşinde, zorluk ve sorunlar çıkarmaktadır!. Ya da eski sistem ve dengeden kaynaklı emperyalist şartların değişim göstermesinden olabilir mi?! Veya birilerinin  sömürge adına ulusal çıkarları zarar görüyor olmasın?! Neden olmasın?!  

Yüz yıl önce, küresel güçler ve emperyalist devletlerin hasta adam dedikleri Osmanlı İmparatorluğu, yedi düvele karşı yedi bölgede bağımsızlık savaşı vermesine  rağmen, içeriden ve dışarıdan ayak oyunları ve sosyal mühendislik operasyonları ile parça parça ettiler!. Her bir parçaya da  kolayca  sömürebilmek adına siyaseten kukla idarecilerini yerleştirdiler!.

Yüz yıl önceki dünyanın emperyalist devlet ve küresel güçleri bugün de karşılarında emir ve komuta bekleşen bir Türk Devleti ve yöneticilerini hayal etmektedir!. Her bir sömürge ve kukla devletçik başına siyaseten yerleştirdikleri işbirlikçiler gibi!. 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonra Türk Devleti tüm prangalarını kırmış ve uyutulan dev, artık ayağa kalkmıştır!. Türk Devleti, etki ve ilgi alanı  yirmi dört milyon kilometre karelik gönül coğrafyası ile bağlarını bir bir kurmaktadır!. Tabii ki böyle bir gelişme küresel güçler, emperyalist devletler ve içerideki işbirlikçilerin uykularını da kaçırmaktadır!. Neden acaba?!

Son günlerde ABD, AB ve Avrupalı bazı devletlerden Türk Devletine karşı yaptırım veya başkaca girişimlere şahit olmaktayız!. Neden acaba?! Türk Devleti ne yapıyor ki?! Türk Devleti  hangi ülkenin topraklarına göz dikmiştir?! Türk Devleti hiçbir şey yapmıyor! Türk Devleti, varlık ve bekası adına bağımsızlık mücadelesi vermektedir!. Türk Devleti sadece ülkesi ve bölgesinin haklarını korumak ve savunmaktadır! Türk Devleti beş bin yıllık tarihi devlet kodları ve  medeniyet mefkuresi çerçevesinde; Adalet dağıtan, Hakikat ehli ve mazlum milletlerin  hamiliğini yapmaktadır!. Türk Devleti yüz yıl önce olduğu gibi bölgenin yeniden  yağmalanması ve parçalanmasına asla izin vermeyecektir!. Buna matuf  bir dünya savaşı dahil tüm stratejik ve taktik planları ve hazırlıklarını da yapmıştır!. Bizden hatırlatması!.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan; İçeride ve dışarıda yılların alışkanlıklarını değiştirmek kolay değildir!.  Terör örgütlerini kullanmaktan darbe girişimlerine, siyasi ve ekonomik tuzaklardan yaptırımlara kadar her yöntemi kullanarak ülkemizin önünü kesmeye çalıştılar, başarılı olamadılar!. Türkiye’nin egemenlik haklarını kullanmaktan asla tereddüt göstermeyeceğini kabul ettirmekte kararlıyız!. Bizimle eşit şartlarda oturup konuşmaya hazır olan herkese kapımız da gönlümüz de açıktır!.  Tehditle, dayatmayla, riyakarlıkla, ayak oyunlarıyla ülkemize diz çöktürme gayreti içinde olanlara söylüyorum; sizleri hayal kırıklığına uğratmaya devam edeceğiz!  Bu yolda en büyük güç kaynağımız milletimizin birlik, beraberlik ve kardeşliğidir!. Kısır hesapların ürünü siyaset ve toplum mühendisliklerinin ülkemize her bakımdan ağır maliyetleri oldu. Türkiye’nin böyle bir cenderenin içine sokulmasına milletimiz izin vermeyecektir!. Tek umutları Türkiye’nin tökezlemesi, Türk milletinin sıkıntıya girmesi olan bu kifayetsiz muhterisleri artık biz de milletimiz de çok iyi tanıyor, ifade vurgularının arkasında, beş bin yıllık  Kadim Türk Devlet hafızası, geleneği ve Türk Devlet Aklının  yönlendirme ve emarelerine şahit olmaktayız!.

Her Şey ASLINA RÜCU Eder!..

Dost sohbetlerinin genel konusu  ve  sosyal, ekonomik,  iletişim ve  teknolojideki gelişmeler karşısında,  insan denilen varlığın nasıl bir değişim ve dönüşüm geçirmekte olduğuna şahitlik ediyoruz!. Yani dün birlikte olduğumuz ve bazı değerleri paylaştığımız  insanı tanıyamaz hale geliyoruz!. Neden acaba?! İnsan denilen varlık, çeşitli sebeplerle gerçek karakter ve kişisel özelliklerini belirli süre saklamayı ve gizlemeyi  başarabilir!. Fakat sebepler ortadan kalktığında ya da uygun bir ortam oluştuğunda, kişinin gerçek karakteri, cibilliyeti ve asli  özellikleri  mutlaka  ortaya çıkacaktır!.

Devrin birinde, bir  padişah, taht varisi olsun diye,  bir erkek çocuk istiyormuş!. Bir gün, sultan yine hamile kalmış!  Padişaha bildirmişler; Padişah,  divan toplantısını bırakmış ve doğru sultanın yanına gitmiş!. Önce sevindiğini söylemiş, ardından; Eğer bu da kız olursa, kızınla birlikte seni surlardan denize atarım, demiş!.

Aradan aylar geçmiş! Padişah sefere çıkmış!  Bu arada sultan hastalanmış ve ay parçası gibi bir kız evlat dünyaya getirmiş!  Cariyeleri bir telaştır almış, hiç biri sultanın kız doğurduğunu söylemeye cesaret edemiyormuş!. O esnada sarayın yakınından geçen bir Çingen kafilesinin beyi saraya uğramış,  fakat  telaştan kimse onunla ilgilenmek istememiş!. Telaşı fark eden Çingen beyi, bir cariyeye yaklaşıp,  neler olduğunu sormuş!. Cariye kızcağız da anlatıvermiş, olup biteni!. Çingen beyinin gönlü, sarayın cömert sultanının kızıyla birlikte surlardan atılacak olmasına razı olmamış ve cariyeye demiş ki: Beni sultana çıkar, sorunu çözeyim!

Cariye, Çingen beyini sultana çıkarmış!. Çingen beyi odadan herkes çıkarsa sorunu nasıl çözeceğini sultana anlatacağını söylemiş!. Sultanı kurtarmaya kararlı Çingen beyi, herkes çıkınca sultana demiş ki; Bizim yeni bir oğlumuz oldu, kervanda hanımın kucağındadır!  Dilerseniz kimseye söylemeden çocukları değiştirelim!. Bu fikir sultanın canını yaksa da, bilhassa bebeğinin canını kurtarmak için kabul etmiş ve çocuklar değiştirilmiş!. Ardından padişaha ulak gönderilmiş ve bir erkek çocuğunun olduğu haber verilmiş! Padişah, sevinçten seferi yarıda bırakıp geri dönmüş! Sarayda kırk bir gün kutlamalar yapılmış!.

Gel zaman git zaman çocuk biraz büyüğünce, ülkenin en iyi müderris ve lalalarından eğitim almaya başlamış!. Ne de olsa geleceğin padişahı, herkes üstüne titriyormuş!. Çocuk yedi sekiz yaşlarında, ava çıkarılmaya başlanmış!. Bir gün padişah ava giderken oğlunu da almış yanına fakat onu lalaya teslim etmiş!. Dalmışlar ormana!. Çalılık bir yerden geçiyorlarmış;  çocuk, şehzade lalaya demiş ki; Lalam, şu çalılardan ne güzel süpürge yapılır!  Lala, içinden;  sarayda büyüyen çocuk, çalıdan süpürge yapıldığını nerden öğrendi acaba,  diye düşünüp, Hasbunallah çekmiş!.

Biraz daha gitmişler, otlakta serbest kalmış eşeklerin yanından geçiyorlarmış!.  Çocuk şehzade lalaya; Lalam, şu eşeklerin kuyruklarındaki kıllardan ne güzel elek yapılır, demiş!  Lala iyice şaşırmış, ama sarayda büyüyen bir çocuğun bunları nerden öğrendiğine dair bir açıklama bulamamış!. Bir süre sonra çok güzel ince fidanlı servilikten geçiyorlarmış!. Çocuk, lalaya demiş ki; Lalam, şu ince servi çubuklarından ne güzel sepet örülür! Lala iyice afallayıp kalmış fakat kimseye de bahsedememiş, zira çocuk küçüklüğünden beri onun yanında eğitim görüyormuş!. Hiç bu tür deneyimler yaşamamış bir çocuğun bunları söylemesi onu ürpertmiş!.

Akşama doğru herkeste bir yorgunluk olmuş, padişah uygun bir yerde dinlenmek istediğini söylemiş!. Vezir ileride bir Çingen otağı olduğunu ve orada güvenli şekilde dinlenebileceklerini söylemiş!. Padişah da uygun görmüş ve Çingen otağına varmışlar!. Padişahı, oğlunu ve önemli adamlarını otağın en güzel çadırına almışlar!.  Padişah, su istemiş, otağın Çingen beyinden!. O da hemen getirilmesini istemiş!. Suyu bir kız çocuğu getirmiş; endamlı güzel ve zarif bir kızmış!.  Suyu padişaha uzatmış;  Padişah yorgunluk ve susuzluktan tam suyu kafaya dikecekmiş, bir de ne görsün; Kasedeki suyun içinde bir saman parçası!. Çok öfkelenmiş içinden fakat misafirlikte olduğu için belli de edememiş!  Saman çöpü boğazına gitmesin diye suyu yavaş yavaş içmiş!. Misafir,  neticede padişah, dayanamamış ve suyu getiren kıza bakarak:  Evladım, her halinden belli ki, çok akıllı, çok zarif ve temiz bir kızsın! Bardak temiz, su da temiz!. Her şey güzel fakat bu kadar güzelliği bir saman çöpüyle yok ettin, kasenin içindeki saman çöpünü nasıl göremezsin!

Kız, sakin şekilde padişahı dinledikten sonra demiş ki; Haşmetli padişahım, siz buraya gelirken gördüm ki;  avdan geliyordunuz ve çok yorgundunuz!. Bizim de suyumuz soğuktur!. Yorgun iken soğuk suyu hızlıca içerseniz, ciğerlerinize zarar verir!. Bundan dolayı bir saman çöpünü yıkadım ve kasenin içine attım ki, yavaş yavaş içesiniz!. Padişah, duydukları karşısında hayrete düşmüş ve kendini tutamayıp padişahlık kibriyle şöyle demiş: Bir Çingen çadırında bu kadar akıllı bir kız nasıl olur, bu ancak padişah kızlarında olacak bir akıldır!  Çingen beyi ve kızı bu aşağılamayı çaresiz boyun büküp sineye çekmişler!.

Derken lala söze girmiş; Padişahım, bu gün ben de şehzademizden ona yakışmayacak davranışlar gördüm,  demiş!  Padişah da neler olduğunu anlatmasını istemiş! Lala, şehzadenin yolda çalılar, eşekler ve servi çubuklarını gördüğünde söylediklerini anlatmış ve eklemiş;  Sarayda büyüyen şehzademiz, Çingen işlerini nerden öğrenmiş hayret ettim!.

Herkes şaşırıp kalmış! Çingen beyi de dayanamayıp;   padişahım bir hayretlik olay da ben anlatayım,  diye söz istemiş, destur almış ve başlar anlatmaya! Yıllar önce bir sarayın önünden geçiyorduk, sarayda bir telaş olduğunu gördük! …  O gün sultanın bize verdiği kız çocuğu size su getiren o akıllı kızdır ve sizin kızınızdır, sizin şehzade de bizim o gün sultana bıraktığımız oğlumuzdur!

Şaşkınlıktan yüzler kızarır, padişah ne yapacağını, ne diyeceğini şaşırır! Ortamın gerildiğini gören tecrübeli veziriazam, sözlerle yumuşatmaya çalışır:  Efendim ben huylunun huyundan vazgeçmeyeceği anlamına gelen; her şey aslına döner,  demiş ve devam etmiş veziriazam!  Gördüğünüz gibi ey insanlar, padişahımızın kızı Çingen çadırında büyüse de aklı ve huyunu,  zarafet ve hikmetle kullanıyor! Çingen beyinin oğlu da, saraydaki muhteşem eğitimlerden geçse de aklı ve huyunu süpürge, elek ve sepetle meşgul ediyor!

Eskiler ne güzel ifade buyurmuş! Asıl azmaz bal kokmaz, kokarsa yağ kokar çünkü aslı ayrandır!. Kişinin dostu; aklının kılavuzudur!. Herkes, kendi ayarı ve aklına göre dost edinir!. Kendi cinsinden olmayanla sohbet etmek, adeta mezara girmektir! Temizler, temizler içindir, ayeti kerimesinde olduğu gibi Alemde her şey, bir şeyi cezp eder!. Cehennem ehli olanlar, cehennem ehli olanları, nura mensup olanlar da ancak nura mensup olanları cezp eder!

Hz. Mevlana; Her kuş kendi cinsiyle uçar, buyurmaktadır!  Kumruyla karga beraber uçmaz!. Güvercinle kumru beraber uçmaz!. Serçe bıldırcınla beraber uçmaz!. Hepsi kendi cinsiyle uçar!. Bazı kuşları da görürsün farklı cinstir fakat bir arada dururlar!. Onlar da sakat kuşlardır!. Kiminin kanadı kırık, kiminin gözü kör, sakat oldukları için bir arada duruyorlar!.

Güvenlik ve Ulusal Güvenlik -2-

Ulusal güvenlik, bir ülke ve millet için olmaz ise olmazlar arasındadır!. Aksi halde, bir devlet ve millet varlığını sürdüremez!.   

Farkında  olmadan manda konumuna düşecektir!. Peki, güvenlik sadece jeo-politik ve jeo- stratejik, askeri ya da sınırları korumaktan ibaret midir?!. Tabii ki hayır!.

Güvenlik, dijital bir dünyada ve insanların da sanal olduğu bir ortamda,  her şeyi emniyet altına alabilmektir!.  

Ulusal güvenlik; Ekonomik, askeri, politik, sosyal ve teknolojik unsurların tamamını kapsamaktadır!. Geleneksel güvenlik anlayışına göre ulusal güvenlik ‘bir devletin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığını korumak olarak tanımlanmaktadır!.

Devletler her türlü tehdide karşı ülkeleri, toprak bütünlüğü ve ulusal güvenliğini korumak için strateji ve taktik geliştirmek zorundadır!

Güvenliğin askeri yönü, ulusal güvenliğin tek unsuru olmamakla birlikte, önemli bir bileşenidir!. Güvenliğin askeri yönünün yanı sıra, diplomasi yönü ile toplum ve çevre, enerji ve doğal kaynaklar, ekonomi ve siber yönleri de bulunmaktadır!

Ulusal güvenlik unsurlarını, haddimizi aşmadan ve konunun detaylarını da işin uzmanı ve ehline bırakmak sureti ile kabaca izah etmeye çalışalım!.

Askeri güvenlik; Bir ulusun kendisini savunma ve askeri bir saldırıyı caydırma kabiliyetini ifade eder!. Bir devletin düşman davranış veya tesirlerden etkilenmemesini sağlayan koruyucu önlemlerin oluşturulması ve sürdürülmesinden kaynaklanan bir durumdur!

Siyasi güvenlik;  Güvenliğin politik boyutu ulusal güvenliğin önemli bir bileşeni ve toplumsal düzenin istikrarı ile ilgilidir!. Ulus-devletler ve uluslar, politik öneme sahip uluslar üstü grup, azınlık ve dini örgütler, devlet sistemleri ile sistem referans nesneleri tanımlanır! Ya da şöyle ifade eldim!. Küresel güçler ve emperyalist devletler,  çıkarları çerçevesindeki ülkelerde, siyasi parti, basın ve sivil toplum kuruluşlarını neden finanse etmektedir?!

Ekonomik güvenlik; Bir ülkenin refahı ve ekonomik sisteminin işleyişini tehlikeye atabilecek potansiyele sahip, ekonomisine yönelmiş tehditlerle ilgilidir!. Ekonomik güvenliğe ilişkin tehditler, dış güçlerin diğer ülke ekonomisi ve ekonomik egemenlik gücünü zafiyete uğratmak ve aynı zamanda kendi dış politika veya ekonomik amaçlarına ulaşmak amacıyla, ekonomik yöntemler kullanılmak suretiyle oluşturdukları tehditleri içermektedir!. Ekonomik araçlar, ülkelerin ekonomik ve dış politikalarını etkilemede kullanılma imkânları artmıştır!.   Ekonomik güvensizlik ise diğer devletlerin ekonomik araçlar üzerinden etkisine açık durumda bulunmaktır!.

Çevre güvenliği; Bir ulusun ulusal güvenliğini tehdit eden çevresel konularla ilgilidir!. Ya da şöyle diyelim!. Amazon  Ormanları ve Kongo Cumhuriyetinde  yetmiş bin noktada  aynı anda çıkan yangınları nasıl izah etmeliyiz?!. Tüm çevresel olaylar, hem küresel ve hem de bölgesel olmak üzere, uluslar üstü meseleler,  ulusal güvenliği etkileyecektir!. Küresel ısınmaya bağlı iklim değişikliği, ormansızlaşma ve bio-çeşitlilik kaybı gibi küresel çevre sorunları bunlara dâhildir.

Kaynakların güvenliği; Su, enerji kaynakları, toprak ve mineralleri sayabiliriz! Bir ulusun kendi sanayi ve ekonomik gücünü geliştirmesi için yeterli doğal kaynakların varlığı önemlidir!. Uluslar güç, müzakere ve ticaret yoluyla gerekli kaynakları elde ederek enerji ve doğal kaynak güvenliğini sağlamaya çalışmaktadır.

Siber güvenlik; Son yıllarda siber güvenlik, önemli bir ulusal güvenlik meselesi olarak görülmeye başlanmıştır! Gelişen teknoloji, iletişim ve elektronik bilgi sistemleri, herhangi bir devletin ulusal güvenliğini sağlamak için hayati öneme sahiptir!. Siber alemde, devletlerin  nasıl bir savaş verdiği, işinde ve gücünde olan vatandaşlar tarafından  anlaşılması ve idrak edilmesi elbette ki çok zordur!.

Peki, ceplerimizde taşıdığımız süper akıllı cep telefonlarına neler demeli?!  Ya da, piyasada satılmakta olan ve bir  evi kendisinin  süpürdüğü iddia edilen, yeni nesil akıllı süpürgeler, sadece bir süpürgeden ibaret  midir?!.

Yoksa girdiği ya da temizlik yaptığı zannedilen  ev hakkında, merkeze veri – data aktaran bir verici midir?! Hadi canım dediğinizi de duyar gibiyim!.

Yerli ve milli olmayan teknoloji ve veri aktarma kabiliyeti olan tüm  ürünler, ulusal ve milli güvenlik zaviyesinden ithalatı  yasaklanmalıdır!

Ya da mezkur ürünler, devletin kontrol ve denetiminde, tamamen yerli ve milli imkanlar çerçevesinde,  ulusal ve milli güvenlik zaviyesinden yerli ve milli olarak üretilmelidir!.

Güvenlik ve Ulusal Güvenlik -1-

Güvenlik, insanın doğumundan itibaren geçirdiği, bireysel ve toplumsal evrede kullanılan bir terimdir!. Büyük ölçüde bir yaşamsal zorunluluk olarak değerlendirilmektedir!.

Canın güvenliği, çocuğun güvenliği, neslin güvenliği, namusun güvenliği,  malın güvenliği, ailenin güvenliği, binanın güvenliği, şirketin güvenliği ve  devletin güvenliği türünden ele alındığında, bireysel ve toplumsal yaşamın her alanında ciddi bir güvenlik ihtiyacı ve  arayışı ortaya çıkmaktadır!.

Güvenlik ihtiyacı; İnsanoğlu için fiziksel ihtiyaçların hemen akabinde gelmektedir!.

Güvenlik ile ilgili, birey ve devletler için tam güvenlik,  hiçbir tehdit veya tehlikenin olmaması durumuna işaret etse de pratikte böyle bir şey mümkün değildir!.

Zira tehdit ve tehlikelerle dolu, bireysel ve ulusal çıkarların çatıştığı bir dünyada, tam güvenlikten bahsetmek hayalci bir yaklaşımdır!. Bu nedenle güvenliğe ilişkin tanımlar tam ile hiç arasında yapılmaktadır!.

Uluslararası ilişkiler disiplini içinde önemli bir yere sahip olan ulusal güç, güvenlik anlayışının temeli sayılmaktadır!.

Güç ve güvenlik!. Güç ve tehditler! Güç ve kazanım veya kaybedişler!. Güç, güvenlik, varlık ve beka! Geleneksel güvenlik anlayışına göre ulusal güç ve ulusal güvenlik iç içe geçmiş, birbirinden ayrı düşünülemeyen kavramlardır!  

Ulusal güvenlik;  kabaca, devletlerin varlık ve bekasına yönelik tehditlerden uzak kalma olarak tanımlanmaktadır!.

Ulusal güvenlik, bir devlet için yarar sağlayan dâhili ve harici her unsur, devlet açısından iyi, güvenliğini  de tehlike altına sokacak her türlü unsur ise kötü  ve tehdit olarak nitelendirilmektedir!.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, beş bin yıllık devlet geleneği ve Anadolu’nun fethi ile birlikte, kuruluşundan bu günlere kadar, kaderi, bulunduğu coğrafya tarafından çizilmiştir!. Coğrafyanın bir kader olduğunu da her daim vurguluyoruz!.  Neden acaba?!

Türkiye; Avrupa ve Asya’yı birbirine bağlayan, boğazlara ve denizlere hâkim, çevresinde birçok medeniyeti barındıran, stratejik önemi yüksek fakat zor bir coğrafyanın getirdiği tehditler ve güçlükleri her daim yaşamış ve halen de yaşamaktadır!.  Peki, neden?! Hiçbir dönem son yıllarda yaşadıklarımız kadar zor, çetin ve ağır olmamıştır! Neden acaba?!

Günümüzde, iç ve dış tehditlerin birlikte yükselişe geçtiği ve birçok yeni tehdit algısının  zuhur ettiği bir süreci tekrar tekrar  yaşamaktayız!. Dünyada yeniden bir düzen,  sistematik ve  yeni bir denge kurulmakta olduğu için olabilir mi?! Teslim mi olacağız!. Duracak mıyız?! Tabii ki hayır!. Turan ve Kızıl elma hedeflerine  emin adımlarla yürümeye devam edeceğiz!.

Türk Devleti ve Türk milletinin iç ve dış tehditlerin birbirine geçtiği, yeni bir ulusal güvenlik stratejisinin uygulamaya geçilmesi gerektiği, Devlet Aklı denetiminde, 15 Temmuz hain darbe ve işgal gecesi ortaya konmuştur!

Devlet, Milleti ile yeniden, tarihte olduğu gibi et ve tırnak olmalı,  barışmalı ve  kucaklaşmalı, dahili ve harici tüm tehditler bir bir devlet ve sosyal sistemden ayıklanmalıdır!. Aksi halde kızıl elma  yolculuğunu  yapamazsınız!. Aksi halde hedeflerinize varamazsınız!.  

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin karar alıcı konumu ve devlet mekanizması, 15 Temmuz hain işgal gecesinden itibaren,  yeniden inşa edilirken, ulusal güvenlik ve ulusal güvenlik örgütlenmesi de yeniden hem inşa ve hem de  ihya edilmektedir!. 

Türk devlet aklının neleri tehdit gördüğü ve bu tehditler ile mücadele konusunda alınacak önlemler, yeni kurulan ve halen kurulmakta olan  teşkilatlar ile yeniden planlamaktadır!.

Dünya’nın Yeni Dengesi ve Asya’nın Yükselişi!..

Dünya  sistematiği,  denge üzerine bina edilmiştir!. Dengenin  olmadığı ya da kurulamadığı dönemlerde, her daim kaos veya akabinde bir dünya  savaşı meydana gelmiştir!. Bugünlerde, bir dünya savaşı neden konuşulur olmaktadır!. Sovyetler Birliğinin dağılması ve  Almanya’nın  birleşmesinden günümüze,  dünyada yeni bir düzen ve denge kurulamamıştır!. Yeni denge, tek veya iki kutuplu olamaz, eski imparatorluk bakiyesi devletler yok sayılamaz ve çok kutuplu olmak zorundadır!.

Dünya, artık  eski dünya değildir!. Dünya devletleri de eski konum ve durumda değildir!. Tarih, kültür, coğrafya ve sosyal etkileri olan  tüm devletler, dünya sistematiğinde  artık ben de varım demektedir!. İkinci dünya savaşı akabinde kurulan soğuk savaş benzeri  bir düzen otuz yıldır mezkur sebeplerden  kurulamamaktadır!.

Dünya sistematiğinde, Soğuk Savaşın bitimine kadar, dengenin devamlılığı adına,  iki  blok karşımıza çıkmaktadır!. Atlantik İttifakı ve Asya ya da Asya / Pasifik İttifakı olarak!.  Dünyada ki üretim, finans, nüfus, askeri, ekonomik güç ve teknolojik üstünlük artık Asya bölgesine kaymıştır! Asya bölgesini tanımaya çalışalım!.

Batıya yakın, bir asırdır batının kapısında bekleyen,  fakat  aslen bir Asya /Avrupa ülkesi olan Türk Devleti nerede konuşlanacaktır!. Tabii ki; 2023 – 2053 ve 2071 vizyonu çerçevesinde,  milli hedef ve ulusal çıkarları, neyi ve nerede durmayı gerekli görüyorsa, orada başat aktör ve kurucu olarak konum alacaktır!.

Asya / Pasifik,  Pasifik Okyanusu veya yakınını kapsaya bölgedir!. Bölge, Doğu Asya, Güney Asya, Güneydoğu Asya ve Okyanusya’nın çoğunu içermektedir!.  Bu terim 1980’lerin sonundan itibaren ticaret, finans ve siyasette popüler hale gelmiştir!.

Pasifik İttifakı; Kolombiya, Meksika, Peru ve Şili’den oluşan bir gümrük birliğidir. Yüksek iş potansiyeli ile, dünyanın sekizinci büyük ekonomisini oluşturuyor!. Pasifik Okyanusuna kıyısı olan  dört  ülke tarafından 28 Nisan 2011’de kurulan ittifak, yasal süreçlerin tamamlanmasının ardından 6 Haziran 2012’de faaliyete başlamıştır! İttifaka üye ülkeler kendi aralarında 2012 – 2017 yılları arasında 240 milyar dolara yakın bir tutarla gerçekleştirdikleri 3 bin 741 yatırım ile 819 bin kişiye iş imkânı sağlamıştır!

Asya / Pasifik bölgesinde 15 ülkenin, geçtiğimiz günlerde,  dünyanın en büyük serbest ticaret anlaşmasına imza atması dikkatleri bölgeye çekmiştir! Anlaşma, Güneydoğu Asya Ülkeler Birliği (ASEAN) Liderler Zirvesi kapsamında organize edilen, Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (RCEP) görüşmesinde sağlanan uzlaşı sonucu gerçekleşmiştir! RCEP bünyesinde, ASEAN üyeleri; Endonezya, Filipinler, Malezya, Singapur, Tayland, Vietnam, Laos, Brunei, Myanmar, Kamboçya yanında ASEAN’ın diyalog ortakları; Çin, Japonya, Güney Kore, Yeni Zelanda ve Avustralya bulunuyor!

ASEAN üyeleri,  yaklaşık 2 milyar 250 milyon nüfus ve dünya gayrisafi hâsılasının 1 / 3’üne sahip, bölgeyi kapsayan bu anlaşma ve anlaşmaya konu ülkeler, Çin, Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Endonezya G20 ülkeleri arasında yer alıyor!  Türkiye’nin de aralarında bulunduğu  52 gözlemci ülke bulunmaktadır!.

Asya / Pasifik bölgesi, yirmi yıldır gerçekleştirdiği kayda değer değişimle dünyanın jeopolitik merkezine son dönemde oturmayı başarmıştır!. Bu değişim, küresel ölçekte güç dengelerini yeniden biçimlendirmektedir!. Küresel düzlemde 21. yüzyılın belirleyici teması Asya’nın Yükselişi olacağı açıkça görülmektedir!. Bu bağlamda bölgedeki siyasi, askeri ve ekonomik gelişmeler küresel ölçekte etkisi de olmaktadır!.

Asya / Pasifik bölgesinin siyasi ve ekonomik önemine binaen, bölgeye açılım politikaları uygulamaya koyan Türk Devleti, ihracat pazarlarının çeşitlendirilmesi, ülkemize doğrudan yabancı yatırım çekilmesi ve siyasi pozisyonları uluslararası alanda destek sağlanması amaçlarına yönelik, Güneydoğu Asya ülkeleri ve bölgenin güçlü örgütü  ASEAN ile ilişkilerin geliştirilmesine önem atfetmektedir!.

Türk Devleti;  tarih, kültür, coğrafya aklı tüm etki ve ilgi alanı gönül coğrafyasına, TİKA ve benzeri kurumlar aracılığı ile yapılan kalkınma yardımları, Asya / Pasifik bölgesindeki görünürlüğe büyük katkı sağlamaktadır. TİKA ve benzeri kurumlar,  bölgenin sosyal ve ekonomik gelişimine katkıda bulunmak için çalışmaları artarak  devam etmektedir!.

Kadim Türk Devlet Aklı nezaretinde ki Türkiye, çok boyutlu ve pro-aktif dış politika çerçevesinde ilişkilerini geliştirmeye, Asya / Pasifik bölgesi ve sayısız farklılıklar barındıran coğrafyaya ilişkin, uygulanabilir ve kendi içinde bütünlüğe sahip, ülkemizin imkan ve yeteneklerinin yanı sıra, dinamik bir dönüşümden geçmekte olan bölgenin gerçekleri  göz önünde tutularak, re-aktif değil fakat aksiyoner bir politika  ile belirlenmektedir!.

Hz. Mevlana ve Dokuz Rakamı!.

7 / 17 Aralık tarihleri,  Konya  ve özellikle de Hz. Mevlana dostları için özel bir anlam ve önemi vardır!. Fakat tüm dünya insanlığını tehdit eden pandemi nedeniyle bu yıl ki; Hz. Mevlana’nın 747. Vuslat yıl dönümü etkinlikleri izleyicisiz kutlanacaktır!.

İnsan denen varlık için  hayat ve ölüm gerçeği böyledir!. İnsan denen varlık, bir varmış, bakmışsın  bir de yoktur!. Tüm mesele, gök kubbede HOŞ bir SEDA bırakabilmektir!. Ölüm ve kavuşma!. Ölüm ve vuslat!. Ölüm, aşk ehli için  yok oluş değildir!. Sonsuz sevgiliye kavuşmaktır!. Ölüm ile sadece beden yok olur!.  Hz. Mevlana’da; Ölüm;   Sonsuz Sevgiliye Vuslattır!.

Öncelikle, İhsan Vakti temalı anma programına emeği geçen tüm il kültür müdürlük personeline teşekkür ederim! Konya Valisi Sayın Vahdettin Özkan, 7 Aralık tarihinde ki, Hz. Mevlana’nın 747. ‘İhsan Vakti’ temalı, Vuslat yıldönümü etkinliklerinde, DOKUZ maddelik;  anlam, mana ve içerik olarak çok güzel bir açılış konuşması icra etmiştir!. Hz. Mevlana’nın hayat felsefesi ve öğretilerinde, dokuz rakamı ve katlarının çok büyük bir  anlam ve esrarı bulunmaktadır!. Okumak ve anlamak, tefekkür ve tezekkür edebilmek ümidiyle!.

1- İnsanlığın ümide çokça ihtiyaç duyduğu, sıhhat ve afiyet derdine düştüğü pandeminin şu günlerinde bizlere gerçek emniyet ve sıhhatin, Hakk’a itimat ve inkıyat ile elde edilebileceğini sekiz asır öncesinden belirten Hazret-i Mevlâna’nın manevi huzurundayız!.

2- Öncelikle bu etkinlikleri hazırlayarak Hazret-i Mevlâna ve engin fikirlerinin insanlıkla buluşmasına vesile olan herkese şehrimiz adına teşekkür ediyorum!.

3- Hazret-i Mevlana, İnsanlığın en çok endişe ettiği ölümü; Şeb-i Arûs; Düğün ve Vuslat Gecesi olarak takdim etmektedir. Hazret-i Pir’in dilinde ölüm; ölümsüzlüğün kapısıdır!.

4- Gülerek karşıladığı ölümünün ardından Sekiz asır geçmesine rağmen, Mevlâna maneviyat ve marifetinin bugün de insanlığa söyleyeceği çok şey vardır!.

5- Bu yıl ki törenlerin mottosu  “İhsan Vakti”, Hazreti Mevlana’nın “İnsan yeter ki iyilik arasın. Onda kötü bir şey kalmaz” beyitinde ki ifade; ihlâs, ümit ve muhabbeti ihya ederek hayatımıza ışık tutmaktadır!

6- Bize her nefeste, iyi düşüncele ve iyi davranışlar içinde olmayı öğütleyen Hazret-i Mevlâna; bunu temin etmenin yolunu da gösteriyor: Sürekli iyilik arayışı içinde olmak ve bunu da ihsanla tahakkuk ettirmek!.

7- Eserlerindeki görüşleri ve anlatıları, Hazret-i Mevlâna’nın “ihsan”ı derinden işlediğini ve yaşadığını göstermektedir.  İnsanlığın zorlukları aşmaya çalıştığı şu süreçte en çok ihtiyaç duyduğumuz ihsandır, ihsan sahipleridir. Gerçek şu ki zor süreçlerden ancak birbirimize ihsanda bulunarak çıkabiliriz!.

8- Doğu’yu da Batı’yı da düşünceleri ve eserleriyle sarıp sarmalamış Hazret-i Mevlâna, bizim kültürümüz ve medeniyetimiz için vazgeçilmez bir değerdir. Bu değeri, anmak ve anlamak yolunda, ortaya konan her çaba ayrıca takdire şayandır!.

9- Bu vesile ile 747. Vuslat Yıldönümünde Hazret-i Mevlâna’yı bir kez daha rahmetle anıyor, etkinliklerin ülkemiz ve insanlık için hayırlara vesile olmasını niyaz ediyorum!.

Ney, yapı olarak dokuz deliktir! Ve insana yakın bir duruma sahiptir!. Kamışlıktan kopması, insanın olgunluğa erişmesiyle alakalıdır!. Neyi alır, kamışlıktan koparır, kollarını keser ve vücudunda delikler açarsınız! Yani insanı olgun hale getiren bir ney yapıcısı vardır;  O’ da Hakk’ın ta kendisidir!

Hz. Mevlana”nın felsefesinde ney, İnsan-ı Kâmil, yani belirli aşamalardan geçerek olgunlaşmış ve kemal’at makamına ermiş, insanın sembolüdür! Benzi sararmış, içi boşalmış, bağrı dağlanarak delik deşik edilmiş, geldiği yerin özlemiyle yanıp tutuşan, sinesinden çıkan feryat ve iniltileri ile tüm insanlığa sırlar fısıldayan dost, yaratılışın temeli olan aşktan bahseder!.

Mevleviler, kimseden bir şey istemez ve sadaka kabul etmez!  Ancak dileyen dergaha veya mensuplarına hediye verebilir!. Nezir veya niyaz denen bu bağışlar, Nezri Mevlana, yani dokuz veya dokuzun katları ( 9, 18, 27, 36, 45, 54, 63, 72, 81, 90, 99, 108, 117…) miktarınca olur! Bu katları ifade eden rakamların birbirleri ile toplam, çarpım veya çarpımlarının katları ile onların iç toplamlarının da her zaman 9 rakamını verdiği dikkate değerdir!.

Diğer yandan bütün sayılar, 0′ dan 9′ a kadar büyüyerek giden on temel sayıdan oluşur ki, Nezri Mevlana olan 9, bunların en büyüğüdür!. 18 rakamı aynı zamanda on sekiz bin alemi temsil eder! Hz. Peygamber efendimiz, 18 bin aleme rahmet peygamberi olarak gönderilmiştir!.  Sonsuz Rahman Sahibi Yüce Allah; biz kullarına;  anlamak, idrak etmek, yorumlamak ve anladıkları ile de amel etmeyi ve yaşamayı, insani kamil derecesine de erişebilmeyi  nasip eylesin!. Amin!..

Türkiye, Dünyanın, Merkez Ülkesidir!..

Dünya Sistem Teorisi; Merkez ve çevre olarak dünyayı ikiye böler, aralarındaki ilişkiye göre değişiklik gösteren yarı çevre bölge ve ülkeler de bulunur! Merkez, teknolojik gelişmelere öncülük ederken, çevre ülkeler,  merkeze olanak sağlar!. Yarı çevre ülkeler,  ‘merkeze göre çevre’ ya da ‘çevreye göre merkez’ ülkeler olarak ilerler!.

Türkiye gibi bazen çevre, çoğu zaman da yarı çevre ülkeler için durum tam bir tahterevalli konumu arz etmektedir! Türkiye gibi ülkelerin bir üst kategoriye çıkması üsttekilerin tabii ki  işine gelmemektedir! Neden acaba?! Türkiye, merkez  ülkeler arasından jeo-stratejik ve jeo-kültürel konumundan kaynaklı, konjonktürel avantaj elde edebilir ve sistemi de merkezde ki ülkeler aleyhine rahatsız edebilir, kaygısı olabilir mi?!. Neden olmasın?!  Küresel yapı, bu tahterevalliyi hiçbir zaman kontrolden çıkarmak istemiyor! Peki, kavga nereden kaynaklanıyormuş?!. Bu durum hiç mi değişmez? Böyle gelmiş böyle de devam edecek midir?! Elbette ki değişmez değildir! Krizler, kaosa yol açar ve yeni fırsatları da beraberinde getirir!.Küresel yapı açısından ölümcül olan, kaos değil, kaos’un yönetilebilir olmamasıdır!.

Dünya Sistem teorisine göre Türk Devleti uzun bir dönem çevre ülke olarak ifade edilirken,   15 Temmuz hain darbe kalkışması akabinde, Kadim Türk Devlet Aklının denetiminde, yerli – milli ve bağımsız politikalar üretmesi, yarı çevre veya merkeze aday merkez bir ülke olarak tanımlanıyor! Peki, Türk Devletinin çevre veya yarı çevre  ülke olması sonsuza kadar devam edecek midir?!  Tabii ki hayır!. Ya da artık merkezin bir numaralı oyuncusu ve aktörü olacaktır! Neden olmasın!. Tarih, coğrafya, kültür ve kadim medeniyet bunu gerektirmektedir!  Peki, bu günlerde, merkezde ki ülkeler ve içeride ki tüm işbirlikçi ekol temsilcilerinin, neden çok bağırmakta olduklarını, ipe sapa gelmez konular üzerinden algı  oluşturmakta ki,  kaygı ve sıkıntılarını da şimdi anladık mı?!

Çevre ve yarı çevre ülkelerin merkez ülkeler tarafından tamamen kontrol ve denetim altında olduğunu unutmayalım! Çevre ve yarı çevre ülkelerdeki sosyal, siyasi ve ekonomik krizlerin arka planında merkez ülkelerin ulusal çıkarları çerçevesinde, eli ve kolu bulunmaktadır! Peki, neden? Türk Devletinin yaşamış olduğu darbe ve diğer kalkışmaların arka planında merkez ülkelerin ulusal çıkar çatışmaları bulunmaktadır! Yani Türk Devleti çevre ülke konumundan merkez ülke olmaya aday her girişiminde,  merkez ülkeler tarafından içerideki kullanışlı aparatlar mahareti ile bir şekilde durdurulma veya engellenme girişim ve kalkışması ile karşı karşıya kalmaktadır! Elbette ki senaryo hiçbir zaman değişmez!. Sadece kullanışlı aktörlerini değiştirirler!.

Dünya sistem teorisinden yola çıkarak, merkez, çevre ve yarı çevre ülkeler arasında ki;  ilişki, bağ, bağımlılık  veya bağlantıyı nasıl açıklamalıyız?! Çevre ve yarı çevre ülkelerdeki siyasi istikrarsızlıklar; dış müdahalelerden kaynaklı, tek bir ekonomik, siyasi ve kültürel yapıya sahip olmamalarından kaynaklanmaktadır! Çevre ülkelerde, devletin bekası ve milletin biriliği adına ekonomik, sosyal, siyasi ve kültürel tek bir yapı neden sağlanamıyor? Bağımlılık ilişkisi sürdükçe, çevre ülkelerin kalkınması, gelişmesi ve zenginleşmesi mümkün değildir!.  Çevre ülkelerin merkeze bağımlılıktan kurtulmasının yolu, merkez ülkeler ile olan ilişkilerini tamamen sonlandırmaktan geçmektedir!. Ve siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel alanda merkezden kopmanın gerçekleşmesi de elzemdir!  Peki, dünyadan soyutlanmış bir ülke varlığını devam ettirebilir mi? Tabii ki hayır!.

Türk Devleti, Türk Devlet Aklı ile birlikte merkez ülkeler zaviyesinden pandemi döneminde öngörülemez işler yapmaktadır! Tabii ki bu durum, hem merkez ülkelere ve hem de içeride ki işbirlikçilere büyük rahatsızlık vermektedir! Acaba bugün siyasetin ısınması ya da yeni siyasi aktörlerin siyaset arenasına sürülmesi öngörülemez yerli ve milli liderlerin devre dışı bırakılma veya öngörülebilir ve kontrol edilebilir işbirlikçi ekol temsilcisi siyasi liderler üretme ve iktidara taşıma girişimleri olabilir mi? Bilemiyoruz! Ya da neden olmasın! Peki, başarılı olabilirler mi?! Hiç sanmıyorum!

Türk Devleti tarihte olduğu gibi, Türk Devlet Aklı, Kadim Türk Devlet Kodları ve medeniyet mefkuresi gereği, bölgenin ve tüm insanlığın barış, huzur ve istikrarı adına, tam bir  merkez ülke  olarak yolculuğuna devam edecektir!.

Türk Devleti, Kadim Türk Devlet kodlarının gereği, yerli, milli ve bağımsız politikalar üretmekle, Türk Devletinin bekası ve Türk milletinin de birliği adına, Devleti ebed müddet devam ülküsü çerçevesinde; tarih, coğrafya ve kültür aklı, etki ve ilgi alanı tüm gönül coğrafyasının merkez ülkesi olarak; 2023 – 2053 ve 2071 vizyonu çerçevesinde ki kızıl elma hedeflerine doğru devam etmektedir! Beka ve İstikrar adına, başkaca bir seçimi ve tercihi de yoktur!

Siyaset Kurumu Isıtılıyor!.

Son günlerde siyasetin iyiden iyiye ısınmaya, ısıtılmaya ve hatta kaynama noktasına gelmekte olduğuna şahit oluyoruz! Neden acaba?!. Hazine – Maliye Bakanı ve TBMM eski Başkanının  istifaları  gerekçe olmasa gerekir!. Peki, neden?!. Erken genel seçim neden dillendirilmektedir?! Konjonktür erken genel seçimi işaret etmekte midir?! Birileri zaten konjonktüre göre hareket etmekte, durum  ve şekil almaktadır!. Yirmi yıl önce olduğu gibi bekledikleri konjonktür hazır mıdır?! Hiç sanmıyorum!. Türk Devleti yirmi yıl önceki devlet değildir!. 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışma sonrası, devlet,  her daim teyakkuz halindedir!. Yani, her  olay, her olgu ve her bir gelişmenin bizatihi içindedir; ya planlayan ya da yürütücü olarak!. Bunları da bir kenara not edin, derim!.

Neymiş efendim!.  Ülke, tıpkı bundan yirmi  yıl öncesinde olduğu gibi büyük bir değişim ve dönüşümün eşiğindeymiş!. Tarih tekerrür ediyormuş!. Yirmi yıl önce mevcut iktidar partisinin kurulduğu günlerde olduğu gibi devlet tıkanmış ve ekonomi de yönetilemez hale gelmişmiş!. Bak sen!. Herkes, devlet yönetir, dış ticaret  ve ekonomi uzmanı olmuş, haberimiz yok!.

Peki, şimdi soralım!. Ülke yönetilemez bir durum ve konumda olduğu için midir, Türk Devleti; Doğu Akdeniz, Akdeniz, Karadeniz, Libya, Suriye, Kafkaslar, Balkanlar ve Afrika’da operasyonlar yapmaktadır?! Türk Devleti, mezkur bölgelerde, hem kendi hakları ve hem de bölge halklarının hakları için mücadele vermektedir?! Yerli ve Milli Sismik gemiler, kimlerden izin almak sureti ile,  araştırma ve sondaj yapmaktadır!. Elbette ki tüm karar ve talimatlar, Kadim Türk Devlet Aklının eseridir!. Türk askeri her bir bölgede barış için resmen savaş vermektedir!.

Ekonomi  tıkandığı ve  Hazinesi de boşalmış bir durumda olduğunu iddia eden arkadaşlara!. Hazinesi boşalmış bir devlet, pandemi döneminde, vatandaş ve esnafa destek paketleri açıklamaktadır! Yapılan yardım ve destek beş yüz milyarı aşmıştır!. Devlet, vatandaşın tüm sıkıntılı günlerinde yanında olmaktadır! Bu Devletin mi ekonomisi iflas etmiştir?! Çok özendiğiniz Batılı ülkelerde, sadece  virüs testi için ne kadar ücret ödendiğini hatırlatalım!. Tedavi ücretlerinden kaynaklı, vatandaş cenazelerini dahi hastanelerden alamamaktadır!. Neden acaba?!

Neymiş efendim! Siyasetin ısınması ile birlikte, mevcut  iki ittifak haricinde başkaca ittifaklar kurulma aşamasında bulunuyormuş!. Nasıl yani?! Yerli ve milli mi?! Yoksa dış destekli mi?! El vicdan,  el insaf! Neden böyle diyorsunuz, şeklinde soran dostlara! Devlet ve milletini düşünen bir fert, iki ittifak harici başkaca ittifakları konuşamaz! Çünkü Cumhurbaşkanlığı hükümet yönetim sisteminin olmaz ise olmazı % 50+1 olduğunu unutmayalım!. Farz edelim ki, üçüncü veya başkaca ittifaklar kuruldu; iktidarı nasıl kuracak ve devleti de nasıl yöneteceksiniz! Sosyal, siyasi ve ekonomik istikrarı da nasıl temin edebileceksiniz?! Yoksa, eskiden olduğu gibi içeride; kaostan beslenen ve sosyal, siyasi ve ekonomik kaos dönemlerini özleyenler mi bulunmaktadır! Neden olmasın!

Peki, tüm bu gelişmeler çerçevesinde,  parti  mensubiyeti ve lider taassubu olmadan,  dert ve gayemiz, sadece ve sadece Türk devletinin bekası ve Türk milletinin de  barış ve huzuru, 2023 – 2053 ve 2071 hedeflerine matuf  bir projeksiyon çizelim!. Mevcut şartlar altında belki okuduklarınız doğru olabilir! Siyasette, iki artı iki hiçbir zaman dört etmediğini de hatırlatmakta fayda vardır!.  Bazen üç, bazen de beş veya  altı edebilir, unutmayasınız!.

Mevcut şartlar altında, Cumhur İttifakı; AK Parti, BBP ve MHP’den  teşkil etmektedir!. Son seçimlerdeki duruma göre, Millet İttifakını da; CHP, İYİ Parti, HDP, Saadet ve diğerleri şeklindedir!. Peki, AK Partiden ayrılan ve yeni kurulan GELECEK  ve DEVA Partisi, nerede konuşlanacaktır!.  Eski Başbakan ve Babacan’ı siyasete iten güç ve saikler aynı mıdır?! Hiç sanmıyorum!. Rahmetli Turgut Özal’ın kurduğu ANAP’ı, nereye koyuyorsunuz?! Yılların Demokrat Partisi ve Süleyman Soylu faktörü, çok önemlidir!. Rahmetli Bülent Ecevit’in partisi DSP ve oradan ayrılan Şişli eski belediye başkanı Mustafa Sarıgül’ün hareket veya partisini,  ne yapacaksınız?!. CHP’den Cumhurbaşkanı adayı ve şehir şehir gezmekte olan Muharrem İnce’yi, yok mu sayacaksınız?! 3 Kasım 2002 seçimlerinin baş aktörü Genç Parti ve genel başkanı Cem Uzan, nerede durmaktadır?! Yasal çerçeve düzenlenirse Cumhurbaşkanı adayıyım ifadelerini de, bir kenara not edelim! Refah Partisinden ayrılan, Has Parti ve eski genel başkanı Numan Kurtulmuş’u da, küçümsemeyin, derim!. Rahmetli Necmettin Erbakan’ın oğlunun genel başkanı olduğu Yeniden Refah Partisi, son günlerde çok hareketli!. Neden acaba?!

Şimdi; Mevcut şartlar, yeni  partiler, daha yeni yeni kurulacak partiler, başkaca parametreler ve denklemleri de eklemek sureti ile siyaseti, ittifak sistemini  ve erken genel seçimi, yeniden okumanızı tavsiye ederim!. Kadim Türk Devlet Aklı denetiminde ki Türk Devleti ebed müddet devam ülküsü ve  2023 hedefleri çerçevesinde, Devlet Aklı tanımlı görevlerinin gereği; mezkur partilerden bazıları bölen, bazıları parçalayan, bazıları da toplayan  ve  çarpan etkisi görevini yapacaktır!. Neden acaba?!. Türkiye gibi ülkelerde ki siyasette, yirmi dört saat çok uzun bir süredir! Türkiye’de siyaseti okumak ve anlayabilmek için; sadece söylenenlere değil, söylenmeyenlere odaklanmak gerekir!.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem!..

Son dönemde, Cumhurbaşkanlığı Hükümet  Yönetim Sistemine karşı, Parlamenter sisteme geri dönülmesi  ya da   Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçilmesi yönünde, hem siyasi arenada, hem kamuoyunda, konuşulmakta ve tartışmaya başlamış, hem de  önemli bir gündem maddesi konumuna gelmiştir!. Neden acaba?! Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme dönülmesi tartışması, önem ve etkisinin giderek artacağı da öngörülmektedir!. 

16 Nisan 2017 tarihinde ki Anayasa değişiklik referandum süreci ile başlayan, 24 Haziran 2018 tarihinde ki genel seçimlerde Cumhurbaşkanlığı seçimi ile pekişen ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan,  9 Temmuz 2018 tarihinde yeni sistemin ilk Cumhurbaşkanı olarak yemin etmesi ile birlikte, Cumhurbaşkanlığı Hükümet  Yönetim  Sistemi resmen yürürlüğe girmiştir!. Peki, daha yeni yürürlüğe girmiş bir sistem, tüm kurumları ile tam oturmadan, parlamenter sisteme geri dönmeyi veya yeni bir sistem arayış tartışmaları  neyin nesidir?!  

Türkiye’deki parlamenter sistem, belli oranda temsili demokrasi özellikleri taşıyan, askeri ve bürokratik vesayet içinde hareket eden, darbelere açık ve kırılgan bir konumda bulunuyordu!  Türkiye’de genel eğilime paralel olarak, 1924 – 1961 ve 1982 Anayasaları ile Cumhurbaşkanı, TBMM tarafından  seçilme ilkesi kabul edilmiş ancak 2007 tarihinde ki Anayasa değişikliği ile bu sistemden vazgeçilerek ve halk tarafından seçim yöntemi benimsenmiştir!.

Parlamenter sistem, hükümetin parlamentodan çıktığı ve var olabilmek için parlamentonun güvenine ihtiyaç duyduğu bir sistemdir! Hükümet, yasama organından çıkması ve bu organın parlamento çoğunluğunun desteği ile ayakta kalabilmesidir!. Parlamento çoğunluğu, hükümeti göreve başlarken veya görev sırasında düşürebilir!. Parlamenter hükümet sisteminde, hükümetin kollektif olması! Aynı kişilerin yürütme ve yasama organında görev yapması! Yürütmenin yasamayı fesih yetkisinin bulunması! Yürütme organının çift başlı ve devlet başkanının siyaseten sorumsuz olması gibi özellikleri bulunmaktadır!.

Son günlerde ki  Cumhurbaşkanlığı Hükümet  Yönetim ve  güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçilmesi gereklilik   tartışmaları,   Türkiye’de, 1945 – 2017 döneminde yürürlükte olan çok partili parlamenter sistem ve parlamenter sisteme geri dönüşü değil fakat güçlendirilmiş parlamenter sistem veya dünyada ki siyasi, sosyal ve ekonomik şartların zorlaması ile birlikte, pandemi sonrasında beklenen tüm değişikliklere binaen,  senato sistemine yeniden  geçilmesi gerekliliği söylem ve taleplerine şahit olmaktayız!. Peki, neden?!.

Peki, Senato nedir, kabaca izah etmeye çalışalım!. Senato, bazı ülkelerde yasama organının bir parçası olarak görev yapan bir kurumdur!. Senato, genellikle çift meclisli ülkelerde bulunur ve daha yüksek düzeyde olan meclise verilen isimdir! Senato  üyelerine Senatör denir!. Dünya tarihindeki ilk senato Roma’da M.Ö. 8. yüzyılda kurulmuş ve M.S. 6.yüzyıla kadar devam etmiştir!  

Senato sistemi; Osmanlı İmparatorluğunda karşımıza Divan-ı Hümayun olarak çıkmaktadır!. Osmanlı İmparatorluğu’nda 15. yüzyılın ortalarından 17. yüzyılın yarısına kadar en yüksek karar organıdır! İmparatorluğun yıkılışına kadar varlığını korusa da 17. yüzyıldan sonra önemini kaybetmiş ve 19. yüzyılda 2. Mahmut’un teşkilat reformu ile kabine sistemine geçilerek Divan-ı Hümayun sembolik hale gelmiştir!

Büyük Selçuklu ve Selçuklu devlet yönetiminde ise Senato sistemi, Divan-ı Ali / Divan-ı Saltanat olarak tebarüz etmiştir!. Selçuklu İmparatorluğunda Devlet işlerinin istişare edildiği ve görüşüldüğü divandır!. Sultandan sonra en yetkili kişi Vezir tarafından yönetilir!..

Senatonun işleyişine kabaca baktığımızda; 12  Eylül 1980 askeri ihtilal tarihine kadar, TBMM’de çıkarılan yasalar Cumhuriyet Senatosuna gelir, burada bir kez daha görüşülüp, tartışıldıktan ve  senato tarafından onaylandıktan sonra, Cumhurbaşkanına gönderilirdi!. Milletvekili olabilmek için ilköğretimi tamamlamış fakat senatör olabilmek için üniversite mezunu olmak gereklidir!.

Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde, 1876 yılında ki Anayasa ise Ayan Meclisi adı altında bir Senato kurulmuş ve 1920 yılına kadar çeşitli aralıklarla görevini sürdürmüştür! 1961 ve 1980 yılları arasında çift meclisli sistem yürürlükte ve TBMM, Millet Meclisi ve Cumhuriyet Senatosu olmak üzere iki meclisten oluşuyordu!. 1980 yılından sonra tekrar tek meclisli sisteme geri dönülmüş ve senato kurumu, on dokuz yıllık bir çalışma süresinden sonra ülkemizde yürürlükten kalkmıştır!