Türk Üçgeni -3- ( Müselles )

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Cumhuriyetin kurulmasından sonraki çok partili hayat ile birlikte,  küresel ve emperyalist güçlerin, içerideki kendi adamlarının kontrol ve denetiminde bulunuyordu! Yani devleti seçimlerle yönetmekte olduğunu zanneden  halk, bir şekilde uyutuluyordu! Devlet yönetimi tamamen küresel ve emperyalist güçlerin içerideki işbirlikçileri vasıtası ile yürütülüyordu! Nasıl olabilirdi! Ve bu süreç ne zamana kadar devam edebilirdi? 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması ile birlikte yazılarımızda da her daim vurgulamaya çalıştığımız, içeride sağlam ve sağlıklı bir şekilde kurulan Türk üçgenini hatırlatmaya çalışıyoruz! Yani, Türk Devleti ve Türk Milleti, iktidarı, ana muhalefeti ve muhalefeti ile birlikte Anadolu’daki bin yıllık bekası, bağımsızlık ve istiklali için  kolları sıvamıştır! Bu durum bazılarının konum, makam, mevki, iktidar ve parasal olarak da güç kaybı demektir! Yani devlet yönetiminde artık yoksunuz demektir! Artık bu devletin asil ve kendi evlatları tarafından yönetilecektir! Tabii ki yüz yıllardır devam eden kontrollü yönetim şeklini arzu eden tüm küresel güçler ve içerideki işbirlikçilerini de  çok büyük sıkıntıya sokmakta ve rahatsız etmektedir! Neden?
 
Müselles  ne demektir? Müselles kelime olarak; Arapça,  Selase kökünden gelmekte ve  üç, üçlü,  üçleştirilen, üç köşeli üçgen demektir. Müselles ayrıca, Taze iken, yani gaz kabarcıkları çıkmadan ve köpürmeden önce ısıtılıp, üç defa damıtılan, üçte ikisi uçup ve  üçte biri kalan üzüm suyu, olarak da kullanılmaktadır.
 
Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, İnsanın yaratılmasını; “And olsun biz insanı çamurdan, süzülmüş,  bir hülasadan yarattık. Sonra onu, Hz. Adem’in nesli olan,  insanı sarp ve metin bir karargahta, rahimde,  bir nutfe, zigot, yaptık. Sonra o nutfeyi alaka, yapışan şey, haline getirdik, derken o alakayı mudga, bir çiğnem et, yaptık, o bir çiğnem eti kemiklere çevirdik ve o kemiklere de et ve kaslar giydirdik. Sonra onu başka bir yaratılışla inşa ettik ve ruh verdik, can verdik, konuşma verdik ”  şeklinde izah etmektedir!
 
Geçtiğimiz yıl, Afrika temaslarını sürdüren Cumhurbaşkanımız Sayın  Recep Tayyip Erdoğan, Sudan Cumhurbaşkanı Ömer El-Beşir’den Kızıl deniz kıyısında oldukça kötü haldeki Sevakin Adası’nın iyileştirilmesi için Türk Devletine tahsis edilmesini istedi. El Beşir Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın isteğine olumlu yanıt verdi ve Sevakin Adası 94 yıl sonra Türkiye’ye tahsis edildi. Basra Körfezinde yer alan Katar ve Hint Okyanusu kıyısındaki Somali’de askeri üs kuran T.S.K., ardından Sevakin adasıyla birlikte Kızıl deniz’i de içine alan bölgede ‘stratejik bir Türk üçgeni’  oluşmuştur. Kızıl deniz’in kapısı olarak bilinen Sevakin adası, Osmanlının Kızıl deniz ve Hicaz’a denizden gelecek tehlikelere karşı güvenliği sağladığı noktaydı. Sevakin Adası, ticari ve ekonomik öneminden dolayı ‘Afrika’ya açılan kapı’ olarak tanımlanmaktadır.
 
Peki, 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması ile birlikte Türk Devletinin Anadolu’da ve yirmi dört milyon kilometrekarelik gönül coğrafyasındaki bağları, bekası, varlığı ve istikbali için Türkiye Cumhuriyetinde kurulan ve şahlanan Yeni kapı  veya diğer bir ifade ile Cumhur ittifak ruhunu nasıl tanımlamalıyız? Bu ruh nedir? Sonsuz kudret sahibi yüce Allah, İnsan’ı topraktan yarattıktan sonra, biz ona ruhumuzdan üfledik ve can verdik buyurmaktadır! Peki, Türk Devletinin bekası, varlığı, istiklal ve bağımsızlığı için kurulan Yeni kapı veya Cumhur ittifakı ruhu nedir? Türk Üçgeni olarak tanımladığımız bu ruhu nasıl izah etmeliyiz? Türk üçgeni olarak ifade etmekte olduğumuz bu bedene can ve ruh veren kim veya kimlerdir? Tarihsel bir serüveni var mıdır? Türk Devlet tarihi iki bin üç yüz yıllık olduğuna göre tabii ki de olmalıdır!  Mademki, Dünya tarihinden Türkleri çıkardığımız vakit geriye insanlık tarihi adına hiçbir şey kalmayacağına göre! Hangi şartlar altında bu ruh zuhur etmektedir? Yoksa öylesine mi ortaya çıkmaktadır? Türk Devlet tarihindeki 16 devlet de öylesine mi kurulmuştur? Türk Devlet tarihindeki bu 16 devletin yıkılması ve kurulma aşamalarında mezkur ruh her zaman devrede midir? Türk Devlet ülküsü olan devleti ebed müddet mefkuresinin temeli de bu ruh mudur? Türk Devlet medeniyeti ve yönetiminin temek ilkeleri olan Adalet, Hakkaniyet ve Merhamet ideali de bu ruhtan mı kaynaklanmaktadır? Türk üçgeninin karşısında duran, yani alaka halindeki insanın düşük yapması veya ölü doğması için çalışmakta olan dahili ve harici güçler kimlerdir? Yeni kapı veya  Cumhur ittifak ruhu öylesine mi  doğmuş ve kurulmuştur?! 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde, 31 Mart vakıası olarak bildiğimiz tarihimizin kara ve karanlık günü yeniden yâd etmek isteyen küresel güçler ve işbirlikçiler kimlerdir? 31 Mart 2019 mahalli seçimlerinde, 31 Mart vakıası gibi bir çöküş bekleşenler, Türk Devletinin bekası için içeride oluşan ve şahlanan Yeni kapı veya Cumhur ittifak ruhunu öldürmek için çalışan tüm küresel güçler ve işbirlikçilere, bu asil millet tarafından mutlaka  bir Osmanlı tokadı vurulacaktır! Bizden hatırlatması!
 

Hamuş – Bişnev; SUS ve DİNLE!.

Günümüzdeki  sosyal ve siyasi gelişmeler ve olaylar hakkında insanoğlunun en büyük sıkıntısı bazı şeylerin arka planını  alenen görmesi gerektiğidir! İnsan denen varlık somut olarak görmediğine kesinlikle iman etmiyor! Gaibe iman etmenin yüceliği ve  büyüklüğe de buradan gelmektedir! İman başkaca nedir ki?

Sadece gördüğüne iman etmek hakiki manada iman olur mu?! Tüm peygamberlerin yaşadığı sıkıntı ve sorun zaten  bu değil midir?! Yeni bilgi ve yeni duruma alışmak ve kabullenmek tabii ki  insan için çok zor bir şeydir! Yeni bilgi geldiği zaman bazıları  konum ve makam olarak otomatikman gözden düşecek ve kaybedecektir! Yeni bilgiyi kabullenmek ise insan için çok ağır bir imtihandır!

Onun için  yeni bilgi ve yeni duruma insanoğlu her daim direnmiştir! Direndikçe de hata yapmıştır!  Çünkü direnmek imanı bir zaaftır! İnsanoğlu ne diyordu?! Hani bize bir mucize getirseydin?! Hani  senin yardımcın olarak bir melek neden yok?! Hadi bize  gökten bir yemek indir, sonra düşünelim?!

Yani İnsan denen varlık  Aklını hiç  kullanmıyor! Kendisine verilmiş ve yüklenmiş bulunan tüm basiret, feraset, fehim ve akıl denen melekeleri  kullanamıyor!

Hz. Peygamber; Müminin ferasetinden sakının derken, acaba ne demek istiyordu! Çevresindeki olaylara ve gelişmelere feraset zaviyesinden bakmak suretiyle hata ve zillete  düşmemiş oluyordu! Aksi halde  insanların büyük bir kısmı sürekli  ve hüsrandadır! Veya insanların çoğu zaten  ziyandadır, buyrulmaktadır! Neden?

İnsanoğlu çevresindeki tüm  gelişmeleri görebilmesi, akledebilmesi, okuyabilmesi, anlayabilmesi, anlamlandırabilmesi, yorumlayabilmesi ve  ona göre bir düşünce, bir duruş ve bir davranış sergileyebilmesi için öncelikli olarak biraz susmasını ve dinlemesini de bilmesi gerekir!

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, biz insanlara konuşmak için bir ağız ve  dinlemek  için de iki kulak verdik, şeklinde ikazlarda bulunulmaktadır! Neden?!

Hz. Mevlana der ki; Şekil ve suret aşıkları, “Bal bulurum!” ümidiyle ayran çanağına düşen sinek gibi şekle, surete, görünüşe kapılmışlardır! Tüm bunların bugün yaşadıklarımızla ve özellikle de siyasi gelişmelerle ne alakası var dediğinize duyar gibiyim! Ak saçlı ihtiyar dostum; Hamuş ve Bişnev, dedi ve  gözlerden kayboldu..

Hamuş!.. Dedi Mevlana kendisine Hamuş!…  Yani Sus!… Sustuğu yerde açıldı kapılar, önüne serildi ışıltılı kelimeler, kalbi duygular… Hamuş dedi sustu Mevlana… Sustu ve kapandı karanlıklara… Karanlıklara Şems doğdu sonra. Baktı, gördü. Adına Aşk dedi… Candan özge candan öte olana… Yaprakta tohumu, damlada okyanusu gördü sonra…

Hamuş demiştim ben de kendime. Sözün bittiği yerde, noktanın konduğu yerde susturmuştum bütün kelimelerimi. Anlatmak yormuştu nazenin bedenimi… Anlaşılamamak ise en çok yüreğimi. Sustuğu yerde anlaşılmaktı belli ki bütün derdi…

Hamuş demiştim ben de kendime. Dün’ü dünde bırakmak adına…”şimdi yeni şeyler söylemek lazım”dı. Aşk! Demiştim sonra Aşk!… Aranan bulunmuştu… Beklenen gelmişti… Aşk vardı ve ötesi çoktan unutulmuştu!…

Hamuş demiştim ben de kendime. Sana da Şems diyecektim belki… Kör kuyulara atılmasaydın bütün karanlığına rağmen görecektin güneşi… Kapattın gözlerini, kestin attın son yanında yeşeren düşlerini… Şems olmak kolay mıydı canı canana teslim etmeden?  Kendinden geçmeden aydınlanır mıydı kör karanlıklar, açılır mıydı kilit vurulmuş kapılar…

Hamuş demiştim ben de kendime. Sonra “ne olursan ol yine gel” demiştim. Önce kendine sonra kendindekine. Kendini bilmekti marifet, kendini bulmaktı meziyet… Dev aynasında değil, boy aynasında seyretmekti asıl kendini keyfiyet…

Sonra “Bişnev!” dedi Mevlana… “Dinle!..”  Sonra “dinle!” demiştim ben de!… Dinle!… Hamuş ol ve dinle!.. Kendin ol dinle!… Tövbe et dinle!… Affet dinle!… Ama dinle!… İlle de dinle!…

Sath-ı müdafaada meşruiyet aramak senin neyine!… Dinle!.. Hataya bedel, günaha kefaret biçmek senin neyine!… Dinle!..Yenilen hakkı hukuku arşına endazeye, kiloya, grama, grata vurmak senin neyine!… Dinle!.. Cüceler dev, ayaklar baş olmuşsa cüceyle boy, devle güç yarışına girmek senin neyine!…

Dinle!.. Akıllar uçmuş, fikirler gitmiş, duygular yerle yeksan olmuşsa, namus, edep haya, en çok da namustan, edepten, hayadan, akıldan fikirden yoksunların eline düşmüşse konuşmak senin neyine!

Sus ve dinle!..  Hamuş (sus) ve Bişnev (dinle).. Yangın yerine bak!.. Ateşten, külden, kordan ne var elinde!.. Pervane değilsen yaklaşma sakın ateşe!… Can’ı Canan’a teslime hazır değilsen “ben Aşk’ım” deme kimseye…

Dinle!.. Biz dile, söze bakmayız. Gönle, hale bakarız, Edep bilenler başkadır, Canı ruhu yanmış aşıklar başka. Aşk şeriatı bütün dinlerden ayrıdır. Aşıkların şeriatı da Allah’tır, mezhebi de.

Eli boş varılmaz varılan yere, boş gelmedim Ya Rab, ben suç getirdim!
Dağlar çekemezken o ağır yükü, sırtımda iki büklüm pek güç getirdim…

BEKA ve İSTİKRAR da Neymiş!.

31 Mart mahalli seçimlerine doğru gün sayarken,  Cumhur İttifakının paydaşları olan, Cumhurbaşkanımız ve AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan,  MHP Lideri Devlet Bahçeli ve bu iki parti üyelerinin sahada yapmış oldukları her hitaplarında bir  Varlık, Yokluk, Beka ve İstikrar vurgusuna şahit olmaktayız! Peki Neden? Türk Devleti ve Türk Milleti olarak Anadolu’da daha Bekamızı halledemedik mi? 15 Temmuz hain darbe kalkışmasından sonra Var olmak ve Beka işini çözemedik mi? Her seçim döneminde bir Beka ve İstikrardır gidiyor!. Ne istikrar ve ne beka imiş arkadaş, şeklindeki dostlarımızın serzeniş ve sitem dolu konuşmalarına şahit olmaktayız; Ekonomi sıkıntıda, Piyasada işler bozuk, Evimize ekmek götüremiyoruz gibi.. Devlet ve Vatanın olmadığı zaman ise hiçbir şey senin olmayacak ve hiçbir şeyi de evine götüremeyeceksin! Ne diyorsun?!  Peki, nedir bu Beka ve İstikrar? Beka, devamlılık, evvelki hal üzere kalma, sonsuzluk, kalıcılık, ölmezlik, daim ve sabit olma hali! Devletin bekası ve devletin varlığı ile doğrudan alakalı ve egemenliğin en hassas çizgilerini belirlemek için kullanılan bir terimdir. Sosyal ve kültürel yozlaşma, çevresel kirlenme, ahlaki çöküntü gibi konular asla devletin bekasına zarar vermesi beklenmeyen olaylar olarak algılanmaktadır. İstikrar ise; Arapça karar kökünden gelmekte ve kararlı olma, olduğu yerde durma, durmak, karar kılmak ve karar manalarına gelir!

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasında,  içerideki kullanışlı aparatları,  yani tipleri bizden fakat çipleri ve formatları kendi ellerindeki bizden görünümler üzerinden Batı cephesinden gelen küresel ve emperyalist güçler,  boş durmamaktadır! Neden? Dünyanın yeni  sıklet merkezi Türkiye olduğu için olabilir mi? Türk Devletini yanına alan bir küresel güç, önümüzdeki yüz yılda dünyanın yeni hegemonyal gücü olacağı artık netleşmiştir! Türk Devleti ve Türk Milletini işgal etmeyi veya olmadığı takdirde ise kontrol edilebilir, denetlenebilir ya da söz dinleyen bir duruma gelmesi için bu defa da doğu cephemizden gelmek için her yol denenmektedir! Nereden çıkardın şimdi bu hayal ürünü şeyleri dediğinizi de duyar gibiyim!  Nasıl bir cevap vermek gerekir diye kara kara düşünürken, Ak saçlı ihtiyar dostum bir Hızır gibi yetişti ve şunları ilave etti! AK Parti’nin yerel seçimlerden başarısızlıkla çıkması durumunda hemen harekete geçmek ya da yaşanacak bir olağanüstülükte seçenek olarak hazır bulunmak için parti içinde ya da yeni bir partide bir arada durmak gerekir şeklinde,  açıklamalarda bulunan eski bir siyasetçi ve devlet adamının sözleri ile bana ve dostuma cevaplarını sıralamıştı! Ak saçlı ihtiyar dostumun cevapları karşısında, diğer dostum ve ben neredeyse küçük dilimizi yutacak gibi olmuştuk! Çünkü hiç beklemediğimiz ve gözlerden kaçırmış olduğumuz, çok büyük hedefler içeren eski bir siyasetçinin beyanatını bizlere hatırlatıverdi!

Geçtiğimiz günlerde, AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, MHP Lideri ile yapmış oldukları görüşmenin akabinde, daha önceden açıklamış oldukları, 31 Mart yerel seçimlerine,  49 ilde ayrı ayrı seçime girme planlarından vazgeçtiklerini ve Cumhur İttifakı tek bir  aday ile bu illerde de seçime girileceğinin kararını kamuoyu ile paylaştılar! Öncelikle ülkemize ve tüm illere hayırlara vesile olmasını dilerim. Bu kararın açıklanması ile birlikte bu illerdeki adaylar ve çevresindeki eş ve dostlarından sitem ve serzeniş dolu konuşmalara da şahit olduk! Nasıl yani derseniz! Bu illerdeki adayların büyük bir çoğunluğu seçim döneminde yapacakları  tüm çalışmalar ve harcamalar için kredi çektiklerini ve çevresindeki eş ve dostlarına da borçlandıklarını sözlerine ekledi! Bu kararın tabanda çok büyük sıkıntılara sebebiyet verebileceğini ve hatta yanlış bir uygulama olduğuna dair ifadelerde bulundu! Tabii ki bu adayların yerine kendimizi de koymak suretiyle bir  insan olarak cevap verememiştim!  Zor dönemlerde Hızır gibi yetişen Ak saçlı ihtiyar dostum, devlet denilen kurum veya belediyeler başkan olunca bu arkadaşların borcuna kefil mi olmuştur! Böyle bir şey nasıl düşünülebilir, nasıl olabilir ve nasıl ifade edilebilir! Bu nasıl bir aymazlıktır! Hem yeni Türkiye, güçlü ve bağısız bir Türkiye’den dem vuracaksınız, hem de eski Türkiye’de olduğu gibi devletin soyulmasına, başkan ve çalışma ekibi  eliyle de hırsızlık yapılmasına göz yumacaksınız ve tüm bunlara da fırsat vereceksiniz, öyle mi, dedi! Doğrusu ne söyleyeceğimizi de bilemedik! Tabii ki doğru ve haklı söze hacı emmin ne desin der, eskiler!

MHP Lideri Devlet Bahçeli, partisinin kuruluşunun 50. yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen kutlama programında yapmış olduğu konuşmalarında;  Karanlık gecelere ışık olmak için 50 yıldır mücadele ettik; 50 yıl dirayettir, onurdur, ömürdür, akıldır, sabırdır ve mağduriyettir. 50 yıl vatan sevgisinin kefili ve millet sevgisine karşılık beklemedik. Çünkü bir ülkünün peşinde olanlar tefeci değildir ve biz karşılıksız sevdik. Milleti sınıfları ayıranlara, zümrelere bölenlere, tavır aldık ve cephe açtık. Tarihimizle kavgalı, milletimizle mesafeli, değerlerimizle arası açık sözde aydınlar, sözde siyaset mühendisleri ve çürük demokrasi havarileri için elbette ne söylense beyhudedir. Onlar Türkiye’nin kuyusunu kazmakla meşgul olan köksüzlerdir, onlar değişim çığlığı atarken aslında teslimiyet ve yabancılaşmayı, kelime ve kavram oyunlarıyla öven ve temenni eden ihanet lobisidir, şeklindeki konuşmaları ve vurgularının, 31 Mart mahalli seçim öncesinde, Anadolu topraklarındaki ihanet şebekeleri ve teslimiyetçi zihniyetlere karşı,  yeniden  Türk Devleti ve Türk Milletinin Anadolu’da bin yıl daha Varlık, Beka ve İstikrarı için  yeniden bir  kez daha akletmek ve tefekkür etmek gerektiğini düşünüyorum!.

Siyaset Kurumu Arınırken!.

Siyaset ve siyasetin içindekiler toplumun aynası ve bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır! Eğer bir toplumda sorun, arıza veya  sıkıntı olduğu zaman, siyaset kurumunda da aksaklık ve yanlışlıkları gözlemekteyiz! Ya da bazen tam tersi olmaktadır! Neden? 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması akabinde toplumda meydana gelen ve şahlanan,  Yerli ve Milli Birlik – Beraberlik ve tam Bağımsızlık  duygusu, siyaset kurumuna da aynen aksetmiştir! Dost meclislerindeki sohbetlerde siyaset kurumunun  kirlendiğinden  sürekli olarak serzeniş ve sitem dolu sohbetlere şahit oluyoruz! Neden? Siyaset kurumu neden kirlenmiştir?! Peki, siyaset kurumundaki kirlenmeyi nasıl temizleyeceğiz? Bu kirlerden nasıl arınacağız? Arınmalı mıyız? Ya da, arınabilir miyiz?! Yoksa böylece gelmiş aynen böyle de devam etmeli midir?
 
Kirlenme kavram olarak aslında bir Gönül ve Kalb  hadisesidir. İnsan, ancak kalben kirlendiği zaman bir kirlenme duygusu içine girer. Elimiz kirlenir, yıkarız, bir daha bir daha yıkarız ve temizlik duygusuna ulaşırız. Elbisemiz kirlenir, ayağımıza çamur bulaşır, başımızdan aşağıya çamur yağar, bunların hepsinden kurtuluş için sadece su ve sabun yeterlidir. Peki, gönül – kalb kiri böyle midir? Gönül – Kalbe zamanla kir kümelenmeleri oluşur! Hz. Mevlana; Göz günah işlemişse, onu su ile yıkayamazsınız! Onun kirini giderecek olan ancak göz yaşıdır, buyurmaktadır!   Kutsal Kitabımız Kuranı Kerimde, Arınan kurtulmuştur, diyor! Nasıl arınmalıyız? Arınmanın Yolu ve yöntemi nedir? Zaten, Kuran Kerim yine bizlere, İnsan ve toplumlarının  kıyameti de yoğun kirlenmenin akabinde geldiği noktasında, ikaz ve uyarılarda bulunmaktadır! Tüm insanlık fert fert; Akledelim, Tefekkür ve Tezekkür edelim diye! Peki siyaset kurumu ve siyasetçiler kirlendiği zaman neler yapmalıyız?
 
Cumhurbaşkanımız ve AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Aday belirleme sürecinde yaşananlar geçmişte kalmıştır! Eğer benim istediğim olursa ‘Eyvallah’, olmazsa ‘Yallah’ derseniz, kusura bakmayın, bu AK Partili olmak değildir! Onlar hep gölgelediler, hep lekelediler ve onlarla da yol yürüyemedik. Onlar yol ve dava arkadaşı olmadılar, yolda bıraktılar! Yola çıktık, milletvekili oldular, belediye başkanı oldular ve  bakan oldular! Trenden inenler bir daha zaten bu trene binemediler ve binemeyecekler. Sadakatin asıl olduğunu bilmeyenler trenden düştükleri yerde kalırlar. Artık enerjimizi milletimizin gönlünü kazanmaya vermemiz gerekiyor. Ehliyet ve liyakatte arananlar bellidir. Dava adamlığı  da zaten bunu gerektirir. MHP Lideri Devlet Bahçeli de; MHP, 4 Mayıs 2018 tarihinde imza altına alınan Cumhur İttifak Protokolü’ne sadık ve bağlıdır. Bu ittifak sıradan bir birliktelik ve siyasi dürtülere teslim olmuş bir yapı, küçük hesaplara tamah eden kaygan ve kaypak bir ortaklık değildir. Cumhur İttifakının saygınlığını zedeleyecek her türlü söz ve davranıştan kaçınılacaktır. Partimizi karalamaya, siyasi tutumunu sulandırmaya ve adaylarımızı yıpratmaya kasten teşebbüs edenler hakkında adli ve hukuki müracaatlar hızlı şekilde gerçekleştirilecektir, ifadelerinin 31 Mart yerel seçimleri ve daha sonraki süreçte yol arkadaşları ve siyaset adamlarının, bölgemiz, ülkemiz ve dünya da kurulmakta olan yeni dünya sistematiği zaviyesinden çok dikkati calip olduğunu düşünüyorum!
 
Yazımızın başlığına tekrar dönecek olursak! Siyaset kurumunun da  bir arınmaya ve temizlenmeye ihtiyacı olduğunu sürekli olarak ifade ediyoruz! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması akabinde, tüm devlet kurum ve kuruluşlarındaki ‘tipi bizden fakat çipleri de küresel ve emperyalist güçlerin elinde bulunanlar’ bir bir tespit edilmekte ve bu kurumlardan gönderilmekte, yani Devlet temizlik operasyonlarına devam etmektedir! Yeterli midir? Bir anda bu işler biter mi? Köklü bir temizlik yapılabilir mi? Tabii ki hayır! Yazılarımızda zaman zaman ifade etiğimiz gibi, Türk Devlet yönetim sistemi ve Devlet Aklı her gün 18 yaşında ki cevvaliyet ve 70 yaşındaki akıl, erdem, irade ve tecrübeye sahiptir! Devleti yönetmeye talip olan, İktidar, ama muhalefet ve muhalefet partilerinde de, 31 Mart mahalli seçimindeki adayların açıklanması ile birlikte, kendilerini aziz devlet ve asil milletin  sahibi olduğunu zanneden  aklı evvel tipler siyaset kurumu ve gemisini terk etmektedir! Neden? Doku uyuşmazlığı mı olmaktadır! Ya da değişen ve değişmekte olan  siyaset kurumundaki yapı bu tipleri kabul etmemekte midir? Eskilerin güzel bir deyişi; Efradını Cami, Ağyarını mani, ifadelerin de olduğu gibi! Bu ifadenin anlamı; Bir şeyin tam ve mükemmel olabilmesi için gerekli, faydalı ve kullanışlı  olan en ufak unsurları içine alması ve barındırması! Bünyesine ve kendisine de gereksiz ve  zararlı  olan en ufak unsurları ise dışarıda bırakması anlamında kullanılan bir sözdür. Alınmaması gerekenleri dışarıda bırakan, alınması gerekli olan her şeyi  ise içine alan, tam ve eksiksiz, anlamındadır.
 
 
 
 
 
 

”OCAK”LAR Sönmeden!..

Dünyamız bugün büyük bir  ekonomik savaş ile karşı karşıya bulunmaktadır! Türk Devleti, Türk milleti ve Türk işletmeleri olarak bu savaştan kaçabilir miyiz?!  Tabii ki hayır! Dünya ile ekonomik olarak entegre olduktan sonra tüm sınırlarımızı kapatacak mıyız! Böyle bir şey realitede mümkün olamayacağına göre!  Küresel ve emperyalist güçler ekonomik güç ile ancak var olabilir! Aksi halde YOKLAR! Ekonomik olarak dünyamızı  da sömürmek için her  yol ve yöntem  taktik olarak tercih edilmektedir! Yüz yıl önce Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamasını fırsat bilen  emperyalist güçler, Osmanlı hinterlandında bulunan yer altı  ve yer üstü tüm  zenginliklere çökmek için birinci dünya savaşını çıkarmaktan çekinmemiştir! Dün  de Afganistan, Irak ve  Libya sudan bahanelerle ekonomisine çökmek için işgal edilmiştir!  Günümüzde ise Suriye  aynı bahanelerle işgal etmek için zemin yoklanmaktadır! Peki, Venezuela’daki  sokak  hareketleri zincirine ne demeli? Halk neden sokaklarda bulunmaktadır?! Dünyanın en büyük petrol ve altın rezervine sahip ülke halkının durumuna bir bakar mısınız? Venezuela halkı, neredeyse günlük insani   acil ihtiyaçlarını  temin edemiyor! Neden?
 
Dünyamız ekonomik olarak yanarken, birey olarak neler yapıyoruz? Yerelde şehrin ekonomik olarak yükünü çeken birkaç firma hakkında ileri geri konuşmak ve bu değerlere zarar vermek için yapmakta olduğumuz hatalara ne denir ki?  Anlamakta zorlanıyorum? Kime faydası olacaktır? Şehrimizdeki sivil toplum kuruluşu başkan ve yöneticilerinin de firmalarımız  hakkında  yalan yanlış bilgilerle zarar vermek için dedi doku yapan kişiler hakkında kanuni işlem başlatacağız tehditleri işe yaramamıştır?! Peki böyle bir açıklamaya gerek var mıdır? İnsan olarak yaptıklarımızın farkında mıyız? Derdimiz nedir? Kime ve neye hizmet ediyoruz? İnsan ve özellikle de mümin olmanın gereği bu mudur? Vahşi doğa da ancak bunları görmekteyiz! İnsan insanın kurdu mudur?! Yoksa, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, Birilerinin dediği gibi insan insanın kurdu değildir. İnsan insanın ancak kardeşidir, ifadelerinde olduğu gibi!. Kurt olmadığımıza göre, Kardeşliğimizin gereğini yapalım! Böyle bir kriz ile kurumlarımız ümidimiz odur ki, aslına ve özüne dönmesine sebebiyet verecektir! Yani, banka kredisi ile büyümekten, ehliyetsiz ve liyakatsiz yakınları  ile çalışmaktan vazgeçerler! Ne diyorsunuz?!
 
Konya özelinde, bazı kişilerin, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde, firmalarımız hakkında, ileri geri  battı, batıyor, çok borcu varmış ve her gün  işçi çıkarıyormuş şeklindeki konuşmalarının haklılık payı var diyebilir miyiz?  Tabii ki Hayır! Hedefinde  karşıdakine sadece zarar vermenin neresinde haklılık payı olacaktır! Bu kurumlardaki yöneticiler dün ve bugün hata yapmış mıdır? Halen de yapmakta mıdır? Bu hatalar sehven mi, yoksa ihanet çerçevesinde midir? Bilemiyoruz! Ahbap çavuş ilişkileri çerçevesinde kerameti kendinden menkul, egosu şişkin, ehliyetsiz ve liyakatsiz eş, dost ve akrabalar  bu kurumlarda istihdam edilmiş midir?  Halen de istihdam etmeye devam ediliyor mudur? Tabii ki etmişlerdir! Bu kriz ile birlikte sorumluluk makamında oturmakta olan yöneticiler, ders almışlardır?! Öyle bir beklenti içindeyiz! Hayat Müslüman ve Mümin birey için imtihandan ibaret değil midir? Bu firmalardaki yöneticiler hata yapmakta iken bizlerin bu şehrin değerlerini  söylentilerimiz ile  yakıp yıkmalı ve yok mu etmeliyiz? Bizler de imtihan olmuyor muyuz? Çalışan bireyler birkaç aydır maaş alamıyor diye konuşmalarımız ile verdiğimiz  zararın farkında mıyız? Merhum istiklal  marşı şairimizin  çok güzel ifade ettiği gibi; Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son OCAK! Ocakları söndürmekte olduğumuzun farkında mıyız!  Yanlış yönetimden kaynaklı kurumlar ve firmalarımız sıkıntıya girebilir! Peki, maaş alamayan  bu çalışanlara, eş dost, akraba, komşu,  toplum ve aileler olarak neler yapıyoruz! Bir tekme de biz mi vuruyoruz! Küresel ve emperyalist güçler, ekonomi savaş ile, bu topraklardaki  OCAKLARIMIZI ve  AİLE kurumumuzu  hedef almaktadır! Gerisi zaten çorap söküğü gibi gelecektir! Aman uyanık olalım! Dönüşü olmayan bir yola girebiliriz! Bu topraklarda bizi biz yapan  ancak AİLE kurumu, AİLE Değerleri ve AİLE Bağlarımızdır! Aksi halde Anadolu’da barınamayız! Aksi halde Anadoluyu bize Dar ederler! Aksi halde yüz yıl önce olduğu gibi Anadoluyu KAN gölüne çevirirler!
 
Söz, boş  konuşmak ve dedi doku yapmak hakkında büyüklerimiz ne güzel ikazlarda ve uyarılarda bulunmuşlar! Tabi ki anlayana! Tabii ki idrak edene! Tabi ki hayatının her safhasında yaşayabilen İnsan ve Mümin bireylere!   Hz. Pir Mevlana;  Ben dersin gece gündüz namazla meşgulüm, namaz kılıp duran bir adamım ben, iyi amma a kardeş, sözlerin namaza ait değil ki! Adam olmayanlarla sakın görüşme; yüce bir ersen, başın yücelerdeyse padişahlarla düş kalk!  İnsan elbisesine bürünmüşsün, en güzel, en iyi bir şekle, bir mazhariyete sahipsin, iş böyleyken ne diye tutar da kendini tava gibi karartırsın? Ey padişahlarla düşen kalkan, oturup duran; emrine tâbi, buyruğunu bekler, bunca Arap atları yedeğindeyken ne diye tutar da EŞEĞE binersin, buyurmaktadır!

Sadi Şirazi; Mergaz’lı bir divane, öyle bir söz söyledi ki hayretten dudağını ısırırsın! İnsanların ardından gıybete başlasaydım, işe ilkin annemle başlardım. Zira akıl ve irfan sahibi insanlar, sevabın anaya bağışlanmasının daha hayırlı olduğunu bilirler. Ey güzel huylu dostum! Kaybolan arkadaşın şu iki emaneti, arkadaşlarına haramdır! Biri, bıraktığı malı haksızca yemek, diğeri, ardından gıybet etmek! Yanındayken başkalarını çekiştiren alçak herifin, başkalarının yanındayken seni iyi anacağını sanıyorsan aldanıyorsun! Dünyayla değil de sırf kendisiyle meşgul olan kimse, bence alemin en akıllı kişisidir, şeklinde uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır!  
 
Yusuf Has Hacip de, Başın selametini istiyorsan,  dilini tut, ağzından yakışıksız söz çıkarma! Söz bilerek söylenirse Bilgi sayılır, bilgisizin sözü ise Başını Yer! Söz söylemek faydasız değildir, fakat çok sözden de fayda görmedim! Sen de sözü sırasında ve az söyle!  Lüzumsuz söz yanan ATEŞ  gibidir, onu ağzından çıkarmamalısın,  sonra kendin yanarsın! Dilin söylediği İYİ söz ise AKARSU gibidir, nereye akarsa orada ÇİÇEKLER açar, buyurmaktadır!  

Cumhur, İttifak ve Beka!.

Bugün, bazı kavramları kabaca izah edelim! Millet olarak okumayan ve araştırmayan bir duruma geldik!  Bundan dolayı da çok kolay bir şekilde bir o yana bir bu yana savruluyoruz! Varlık, duruş, karakter ve konumu sağlam olan  bireyi kim, nasıl ve ne şekilde yerinden oynatabilir?! Tabii ki hiçbir şey! Küresel ve emperyalist güçler tarafından yığınlar çok kolay bir şekilde sokak hareketleri ile yönlendirilmektedir. Neden? Dün, Irak, Mısır, Libya, Suriye ve başkaca bölgelerde olduğu gibi! Bugün de Avrupa ve Venezuela’da  yaşananlar gibi! Küresel ve emperyalist akıl, hedefleri ve ulusal çıkarları doğrultusunda her türlü büyük  plan, hesap  ve yüz yıllık oyunu oynamaktan çekinmeyecektir! Dünyanın yönetim sistematiği ve kuralı budur! Anlamadığımız ve taktik strateji geliştiremediğimiz için sorun yaşamaktayız! Millet olarak, okumadığımız için bilim, teknik, sanat ve insanlık  adına hiçbir şey üretemiyoruz! Sadece tüketen bir konuma getirildik! Neden ve niçin?!  İlim Çin’de de olsa, öğrenin, diyen bir dine mensup  ve Peygamberine inanan, Müslüman olduğunu da iddia eden bizlerin haline bakar mısınız! Okumak, araştırmak ve akletmekten ziyade, dedikodu, söylem  ve söylentilerle  ömrümüzü tüketiyoruz! İslam’ın ilk emri de hani oku, diyordu! Kim okuyor?’ Kim araştırıyor?!  Kim yazıyor ve neyi, neden okuyoruz?! Okuduğunu ve  araştırdığını da iddia ve zanneden akademisyen gruba ne demeli, bilemiyorum! Bazı akademisyenler kim ve ne adına, neden ve niçin  yazıyor?  Bilgisi olan var mıdır?!  Vatan, Millet, Sakarya  ve Kızıl Elma  dediğinizi de duyar gibiyim!
 
İbrahim, İbranice, baba anlamına gelen “eb” ve cumhur demek olan “reham” kelimelerinden meydana gelmiştir.  Arapça bir kelime olan cumhur sözlükte, herhangi bir şeyin en büyük kısmı, bir topluluğun çoğunluğu, önde gelenleri,  anlamına gelir. Ebu-l cumhur ise; Cumhurun Babası demektir!  Hz. Peygamber efendimizin Atası Hz. İbrahim aleyhisselamdır! Hz. İbrahim  peygamberin bir diğer vasfı da Halilurrahman olmasıdır! Halil, isminin anlamı ise, hükümdar çocuğu, kaya, demir,  sert demir, dost, sadık, samimi, samimi dost ve  buradaki anlamı ile Allah’ın dostu, şeklinde ifade edebiliriz! Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah Kuranı Kerimde; Gerçekten Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim ve İmran soyunu alemler üzerine seçkin kıldı.(3/33) Ey Kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Oysa, Tevrat ve İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz? (3/65 ) İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan, fakat o, Allah’ı bir tanıyan, dosdoğru bir  Mümin ve Müslümandı, asla müşriklerden de değildi. (3/67) Doğrusu onların İbrahim’e en yakın olanı, ona uyanlar, Peygamberler ve iman edenlerdir. Allah da müminlerin dostudur.( 3/68) De ki: Rabbım, beni doğru yola iletti. Dosdoğru dine, Allah’ı birleyen İbrahim’in dinine. O, ortak koşanlardan değildi (6/161 ) İşte bugün sizin dininizi kemale erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak da İslamı seçtim.( 5/3 ), buyurmaktadır!
 
Cumhur; Çoğunluk, ekseriyet, umumi anlamlarına gelen bir terimdir. Genellikle İslam bilginlerinin büyük bir çoğunluğu ve genel temayülü yansıtmak için, cumhuru ulema terimi kullanılır. Cumhur; halk, topluluk, kalabalık, halk topluluğu,  heyet, takım,  aynı kararı veya hükmü kabul edenler, demektir. Cumhur; Edebiyatta ise Mevlevi ve Bektaşi dergahları dışındaki tekkelerde, tekke de bulunan herkesin iştirak ederek söylediği, topluca okunan ilahilere, makamla veya topluca okunması için yazılmış, dini ve tasavvufi konulu manzumlar denmektedir. Bu yönü ile Cumhur, Dini Tasavvufi Halk Şiirinin nazım türlerinden de  biridir. 
 
Millet;  Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında din, dil, tarih, duygu, ülkü, kültür, örf, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu ve benzer özellikleri olan topluluk, demektir.  Osmanlı döneminde millet sözcüğü,  bir ırkın mensupları için değil bir dinin mensupları için kullanılırdı. İslam milletinden veya Hristiyan milletinden gibi! Yani, bir Türk ile bir Kürt Müslüman olmaları nedeni ile aynı milletten oluyordu! Dolayısıyla Millet dini bir terimdir. Her dinden olanları bir arada yaşatıp onları idare etmektir.  Cumhur ise o milleti yöneten ulus ve otoritedir. Yani Cumhur, seçilmiş ve yöneten konumundaki  bir ulustur,  bir ırktır!
 
İttifak; Devlet ve  milletlerin, çıkarlarını korumak amacıyla bir araya gelmek demektir! Kavram olarak; anlaşma, uyuşma, bağlaşma, şeklinde de ifade edebiliriz! Uyuşma, birlikte hareket etmek üzere anlaşmak ve  sözleşmek!  Birlikte hareket etmek üzere anlaşmak, bağlaşmak, anlaşma, bağlaşım, birleşmek, birlik ve oy birliği, olarak da izah edebiliriz!
 
Beka, Devamlılık, evvelki hal üzere kalma, sonsuzluk, kalıcılık, ölmezlik, daim ve sabit olma hali! Devletin bekası ve devletin varlığı ile doğrudan alakalı ve egemenliğin en hassas çizgilerini belirlemek için kullanılan bir terimdir. Sosyal ve kültürel yozlaşma, çevresel kirlenme, ahlaki çöküntü gibi konular asla devletin bekasına zarar vermesi beklenmeyen olaylar olarak algılanmaktadır.
 
MHP Lideri Devlet Bahçeli; Yeni 15 Temmuzların yaşanmaması için ön almak zorundayız; bizim meselemiz vatan, millet ve  mili bekadır! Hiçbir başarıya çiçeklerle bezenmiş yollardan gidilmeyecektir! Dava adamı, inanç ve iman adamıdır! Türkiye’nin aciliyet gerektiren sorunları vardır ve doğru siyasetin yapılması da tarihi önemdedir! Halkın yanında olmak doğru tutumdur; çıkarlarımızın akıntısına kapılmadık; Asla taviz vermeyeceğiz, asla vazgeçmeyeceğiz! 31 Mart mahalli seçimleri Türk Devleti ve Türk Milleti için  hayati önem taşımaktadır! Türkiye’nin önünü kesmek isteyenler hazırlık yapıyor! 31 Mart yerel seçimlerinde, Cumhur İttifakı Türkiye’ye tuzak kuranları şaşkına çevirecektir! 31 Mart 2019’da düşman sevindirmeyin ve gevşeklik göstermeyin; Beka uğruna her fedakarlığı yapacağımızı da aklınızdan çıkarmayın! Başaramazsak gök girsin kızıl çıksın, çalışacağız ve ant olsun başaracağız! Zaman milliyetçi ülkücü hareketindir ve zemin ise tüm Türkiyedir! Emperyalist iştah kabarmış, güney sınırlarımızda tehlikeli bir kumar oynanmaktadır, vurgu ve ifadelerinin Cumhur ve İttifak, Millet ve Yönetim, Varlık ve Yokluk, Beka ve Milli, İstikrar ve Seçim kavramları çerçevesinde, yeniden bir  kez daha, fert fert  tefekkür ve tezekkür edilmesi gerektiği kanaatindeyim! 

MESA – ARAP NATO’SU!

Dünyamız her doğan yeni güne büyük bir kavga ve kaos ile uyanmaktadır! Neden? Bugün,  Dünya küresel güçleri ve emperyalist devletler paylaşım masasında artık anlaşma sağlayamamaktadır!  Tabii ki bu durum da dünyamız için kara ve karanlık günlere sebebiyet vermektedir! Venezuela ve Avrupa’daki sarı yeleklilerde olduğu gibi! Daha sayamadığımız dünyanın başka bölgelerinde de cereyan eden ve can yakan  gelişmeler gibi! Birinci ve ikinci dünya savaşları akabinde anlaşan egemen devlet ve küresel güçler bugün neden kavga etmektedir? Neyi bölüşemiyorlar? Yoksa dünya üzerinde kurulmuş olan  birinci ve ikinci dünya savaşları akabinde ki paylaşım sistematiği artık yürütülemiyor mudur? Dünyamız yeni bir sistematiğin eşiğinde midir? Bu iki güçten birisi tasfiye mi edilecektir?! Neden olmasın?!  Dünyamızın huzur ve selameti adına doğru olan böylesi midir? Bilemiyoruz! Yeni masa neden kurulamamaktadır? Kim veya kimler bu masayı dağıtmaktadır?! Neden ve niçin? Küresel güçler ve emperyalist devletler neyin kavgasını vermektedir?  Onlar da  yüz yıllık veya üç yüz yıllık kendi konum ve duruşları adına varlık ve beka savaşı mı veriyor?! Bölge hakları bu kavganın neresinde bulunmaktadır? Bölge halkları bu kavgadan haberdar mıdır? Yoksa bölge halkları günlük iaşe, ekmek kavgası, tele vole, papa razzi ve dünyalıklar ile meşgul mü edilmektedir? Ne buyurdunuz?!

1950’li tarihe geldiğimizde, CENTO diğer adıyla Merkezi Antlaşma Teşkilatı, Orta doğu’da güvenlik sağlamayı ve Sovyetlerin Orta doğu’ya nüfuz etmesini engellemeyi hedef alan bir siyasi birlik olarak kurulmuştur. Irak ve Türkiye arasında imzalanan CENTO’NUN başlangıcı olan Bağdat Paktı’na Pakistan, İran ve İngiltere de sonradan dahil olmuştur. 1958 yılında Irak’taki devim ile mevcut rejim yıkılmış ve Irak pakttan 1959 yılında ayrılmıştır. Irak’ta bu devrim neden yapılmıştır? Merkezi Bağdat’ta bulunan teşkilat, Irak’ın pakttan ayrılmasından sonra Ankara’ya taşınmıştır. Şah rejiminin çöküşü ile birlikte 12 Mart 1979’da Pakistan ve ardından bir gün sonra İran, teşkilattan ayrıldığını açıklamıştır. Şah rejimi neden çöktürülmüştür?!  İran ve Pakistan’ın teşkilattan ayrılmasının ardından, CENTO Daimi Komitesi Eylül 1979 tarihinde teşkilatı feshetmiştir!

Sovyetler Birliğinin 25 Aralık 1991 tarihinde dağılması ve Var-şova Paktının çökmesi karşısında, NATO’nun da tasfiyesi gerekmiştir!  Ancak ABD, NATO üzerinden hem batılı devletleri,  hem de Orta doğu, Asya ve Afrika  bölgesinde hegemonyasını sürdürmek istemektedir! Peki, tek kutuplu bir dünyada ne olmasını bekliyorduk! Almanya, İngiltere ve Fransa, Amerika’nın bu hegemonya planlarına karşı duruşu NATO ittifakının Orta doğu bölgesinde üstünlük sağlamasına da engel olmuştur! Orta doğu’da Türkiye ve İran gibi tarihi olan devletlerin etkinliğinin önlenmesi ve ortadan kaldırılması  hedef olarak belirlenmiş, bu doğrultuda Arap NATO’su, Middle East Strategic Alliance – MESA veya Orta Doğu Stratejik İttifakı,  Amerika’nın binlerce tır dolusu silahı bölgeye getirip, yün binle ifade edilen vekalet ordularına dağıtmasıyla gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Peki, ABD,  bu hareket ile bölgemizde başarılı olabilir mi? Karşılarında eski Türk devleti var mıdır? Türk devletinde iki bin yıllık Devlet ve Millet Aklı yeniden çok güçlü bir şekilde neşv-ü nema bulmakta mıdır? Eski Türkiyeyi özleyen güçler ne yapacakları şaşırmıştır! Çünkü eski Türkiye’de devletin her biriminde, tipi bizden fakat çipi onlardan olan, çok kullanışlı aparatları bulunuyordu! Artık Türk devletinin hiçbir yerinde yoklar; sorun da kürsel güçler ve emperyalist devletler zaviyesinden tam da burasıdır!

Geçmiş dönemde bölgemizin huzur ve selameti zaviyesinden başarılı olan CENTO deneyiminden yararlanılarak,  bugün yeni bir CENTO yapılanması, bölgenin yeniden barışı ve kalkınması için acil bir şekilde devreye sokulmalıdır! Böyle bir yapılanmanın ön koşulları, son gelişmelerle bölgemizde spontane olarak oluşmaktadır. Suriye’nin toprak bütünlüğü adına Türkiye, Rusya ve İran arasında As-tana ve  başka yerdeki  görüşmeler bunun bir göstergesidir! Orta doğu ve Asya bölgesindeki  komşu devletler, bölgenin huzur ve barışı için bir araya gelmek suretiyle kurulacak olan birliktelik veya hareket, emperyalist, hegemonya ve küresel güçlerin bu bölgeye girmesine ve at koşturmasına engel teşkil edecektir! Bam teli dediğimiz yer burasıdır! Küresel ve emperyalist güçler, bölge devletleri ve halklarının bir araya gelmemesi için etnik, dini, mezhebi ve her türlü farklılıklar üzerinden kavga ve kaos planlarını her daim canlı tutulmaktadır! Varlık sebepleri buna bağlıdır! Aksi halde YOKLAR! Yüz yıllardır da bu taktik ile bölgemizde başarıya ulaşmışlardır! Artık yeter! Bugün gelinen noktada,  ABD, İsrail’i korumak ve kollamak üzere,  İsrail’e komşu olan Güney Arap ülkelerini bir araya getiren Arap NATO’sunu kurmak için alt yapı çalışmaları yapmaktadır! Türk Devleti ve İran’ı karşısına alan ABD öncülüğündeki bir ARAP NATO’su hayata geçemez ve başarılı olamaz! Peki küresel güçler neler yapmaktadır?! Bu iki tarihsel kökleri ve devlet geleneği olan halkları kapıştırmak ve bölgemizin de kan gölüne dönmesi için her yolu denemektedir!

MHP Lideri Devlet Bahçeli; Suriye’nin kuzeyini kapsamına alan olaylara her gün yenisi eklenmektedir. Emperyalist iştah kabarmış, güney sınırlarımızda tehlikeli bir kumar oynanmaktadır. Terör örgütlerini Kürtlerle ilişkilendirmek vahim bir suçtur. İnanıyorum ki Kürt kardeşlerimiz Trump’ın tuzağına düşmeyecektir. Temennim 30 km’lik güvenli alan, hakimiyetimiz altında bulunmasıdır. ABD, YPG / PKK’yı himaye altına almak, bu terör örgütlerini Kürt kardeşlerimizin temsilcisi saymak adına karanlık bir kampanyayı tedavüle sokmuştur, vurgu ve ifadelerinin bölgemizde oynanan yüz yıllık büyük oyun ve  sinsi planı görmek, anlamak, anlamlandırmak ve taktik stratejiler geliştirebilmek, ülkemiz ve bölgemizin de huzur ve barışı adına çok manidar olduğunu düşünüyorum! 

Dünya Başarılı Üniversite Sıralaması!

Geçtiğimiz günlerde, dünyada ki tüm üniversiteleri  başarı sıralamasına göre değerlendiren  bir  kuruluş liste yayınladı. Listeye kabaca baktığımızda, şehrimizdeki üniversitelerden Selçuk Üniversitesini, Türkiye sıralamasındaki listede  başlarda göremiyoruz! Bununla idare edeceğiz artık! Yine de Selçuk Üniversitesi rektörü ve yöneticilerini tebrik eder, başarılar dilerim. Bir sonraki başarı sıralamasında ülkemiz ve şehrimizdeki üniversiteleri daha üst sıralarda görmeyi de ümit ederiz! Neden olmasın!  Türkiye’deki devlet ve vakıf üniversiteleri ilk 500 içinde neden yoklar? Üniversite rektör, yönetici ve akademisyenlerinin bu konuda bir kaygısı var mıdır?!  Değerlendirme kuruluşları tarafından her yıl yayınlanan üniversite başarı sıralaması,  2004 yılında ilk kez 3.000 üniversiteye yer verilmiş ve bu üniversiteler arasından, En İyi 400, liste oluşmuştur. Günümüzde bu liste dünya üzerindeki 12 bin üniversite arasından başarılı üniversite sıralama listesi olarak yayınlanmaktadır. Peki bu liste oluşturulurken hangi kriterler dikkate alınmaktadır?  
 
Üniversite değerlendirme kriterlerini her  kurum kendisi belirlemektedir. Değerlendirme kriterlerini genel itibari ile; Akademik itibar, Mezunların istihdam edilebilirliği, Fakülte – öğrenci oranı,  Fakülte başı atıf oranı,  Uluslararası Öğrenci Oranı, Uluslararası Akademik Kadro, şeklinde sıralayabiliriz! Bir başka değerlendirme kuruluşunun üniversite başarı sıralamasını yedi farklı kriteri dikkate almaktadır. Peki, nedir bunlar? Eğitimin kalitesi: Uluslararası ödül ya da madalya kazanmış mezunların sayısının üniversitenin mezun sayısına oranı. Mezunların İstihdam Edilmesi: Dünyadaki önemli firmaların CEO pozisyonlarında bulunan üniversite mezunlarının toplam mezun sayısına oranı. Öğretim Kadrosunun Kalitesi: Üniversite öğretim üyelerinden uluslararası ödül ya da madalya kazanmış olanların sayısı. Araştırma Sayısı: Araştırma yazılarının sayfa sayısı toplamı. Araştırmaların Kalitesi: Önde gelen bilimsel dergilerde yayınlanan makalelerin sayısı. Etki: Yüksek derecede etkili dergilerde yayınlanan makale sayısı. Referans Sayısı: Üniversite öğretim üyelerinin atıf yapılan makale sayısı.
 
Peki,  Türkiye’deki üniversitelerimizde sorun nerede? Neden üniversite başarı listelerinin  hep sonlarındayız? Neredeyse ilk 500’de üniversitemiz yok! Üniversite yönetimlerine sormalı, bu bir başarı mıdır? Bununla avunmalı mıyız! Yoksa, daha ne olsun  mu demeliyiz?! Araştırma ve geliştirmeye biraz daha önem vermeli miyiz?! Hem de, Konya Teknik Üniversite için yer tartışmaları yapmakta olduğumuz şu günlerde! Teknik Üniversite, Dutlu Kırı mevkisinde mi olsun! Yoksa, Birlik Parkı civarı veya Bey hekim hastanesinin üst kısmında,  yeni çevre yolundaki dağlarda mı olsun?!  Neden olmasın?! Gedavet rüzgarları eşliğinde bir eğitim! Çok da harika olur! Hani Üniversite – Sanayi işbirliğinden dem vuruyorduk! Beyler! Bilimsel araştırma ve geliştirmeyi konuşmuyoruz, dikkatinizi çekerim!  Biz neleri tartışıyoruz, elin oğlu nelerle uğraşıyor!  Elin oğlu Ay’a ayak bastığının Ellinci yılında MARS’A çıkmak için çalışmalar yürütmekte ve Uzay Komutanlığını da  kurmaktadır! Üniversite yönetimleri bilimsel araştırma, geliştirme ve bilimsel üretim için akademisyenleri teşvik mi ediyor, yoksa engel çıkarmak için her yolu denemekte midir? Ne buyurdunuz?!  Toplum, üniversiteye giren öğrencilere meslek okullarında öğretilebilecek asgari bilgilerin acil olarak verilmesini,   bir an önce hayata atılmasını ve iş sahibi olmasını mı beklemektedir!
 
Türkiye, OECD eğitim endeksinde sondan dördüncü sırada olması, ülkemizdeki üniversite mezunu genç işsizliğini de tetikliyor mu? Ülkemizde ne kadar üniversite mezunu genç  işsiz bulunmaktadır? Üniversite yöneticilerine sormak gerekir?  Mezunlarımızdan ne kadarı işsiz!  Hiç de umurlarında olduğunu sanmıyorum! Türkiye’den  başka ülkelerdeki üniversitelere ehliyet ve liyakat sahibi  akademisyen göçü, neden olmaktadır? Yetkililer, özellikle de üniversite rektör ve yönetimleri  bu konuda  önlem almak gibi bir  dertleri var mıdır? Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip  Erdoğan akademik yıl açılış töreninde, Türkiye’nin yarınları bugünlerinden çok daha güçlü olacak ve Türkiye’nin ilk 500 içerisine çok daha fazla üniversite ile gireceğini ifade ve ümit etmektedir! Peki üniversite yönetimleri bu konuda bir  gayret ve çalışma içinde midir? Hiç sanmıyorum! Günü gün etmek varken; nereden çıktı bu bilimsel çalışma, araştırma, geliştirme, üniversite – sanayi işbirliği   ve dünya üniversite başarı sıralaması!
 
Üniversitelerin varlık nedeni bilimle uğraşmak ve bilim öğrenmiş insanlar yetiştirmek, ülkesini de dünya ile rekabet edebilecek bir konuma getirmektir! Hiç kuşkusuz üniversitede okuyan herkes bilim insanı olamaz! Fakat üniversite bitirmiş kişilerin okudukları dalla ilgili bilimsel çerçeveyi bilmesi ve hayata  uyarlaması da beklenmelidir! Ülkemizde,  ne ortaöğretimde ne de yüksek öğretimde analitik düşünmeye ve çözümlemeye yönelik eğitim verilmektedir!  Benzer sorunlar üniversitelerdeki akademisyen  hocaların çoğu için de geçerlidir! Hoca dersi anlatıyor ve gidiyor! Tez, anti tez, sentez, analiz, analitik düşünme ve sorgulamak gibi işlerle uğraşmıyor, tabii ki öğrenciler de anlatılanları ezberliyor, sadece sınıf geçiyor ve yüksek bir lise  diploma sahibi oluyor!  Nasıl? Daha ne bekliyorduk?!  Üniversite öğretim üyelerinin çoğu kitap ve makale yazmamayı da tercih ediyor! Neden? Üniversite rektör ve yönetime  bir akademisyenin yakın olması akademik kadro, unvan alması ve diğer başkaca başarılar  için de yeterli görülmektedir! 

Teknik Üniversite üzerinden RANT devşirmek!

Bir önceki köşe yazımızda, Konya Teknik Üniversitesinde YER sorunu başlıklı bir yazı kaleme almıştık! Konuyu hatırlamayan ve yazımızı da okumamış olan dostlar için kabaca hatırlatma babından özetleyelim! Konya Teknik Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Babür Özçelik, üniversitenin  yer belirsizliği konsepti çerçevesinde, yeni bir kampus arazisi belirlemek için ilk olarak Organize Sanayi bölgesin ve ikinci olarak da Meram Dutlu Kırı mevkisinde bir yere  baktıklarını ifade etmiştir! Organize Sanayi bölgesindeki Özelleştirme İdaresi başkanlığından devir olunan  arazide su çıktığını ve zeminin de sağlam olmadığı yönündeki raporlar ve gerekçeler çerçevesinde başka bir yer için komisyon kurduklarını da ifade etmiştir! Ne diyelim! Kolay gelsin! Allah yar ve yardımcıları olsun! Tabii ki Niyet hayır ise akıbet de hayır olacaktır!

İki yıl önce,Teknik üniversitenin Konya ve Konya Sanayisinin acil ve ivedi ihtiyacı olduğunu vurgulayan bir yazı dizisi de kaleme almıştık! Selçuk Üniversitesi yönetimi de bu yönde çalışmalar yürütmüş ve Teknik Üniversitenin alt yapısını oluşturmak için Organize Sanayi bölgesinde sanayiye yakın bir arsayı Özelleştirme idaresinden bila bedel olarak şehrimize kazandırmıştır! Emeği geçenlere teşekkürü bir borç biliriz! Konya Teknik Üniversitenin kurulması ile birlikte Selçuk Üniversite bünyesindeki iki mühendislik fakültesi ve bir teknik meslek yüksek okulu Teknik üniversiteye de devir olmuştur. Konya Teknik Üniversite yönetimi, Organize Sanayi bölgesi ve Sanayi esnafına da yakın olmayan sosyal içerikli bir üniversite  mi tasavvur  etmektedir?! Hiç zannetmiyorum! Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi de teknik olarak hayal edilirken bugün nerelere gelmiştir! Şayet böyle bir yol izlenecek ise Selçuk üniversitesinden devir alınmış olan Mühendislik  fakülteleri ve Teknik Meslek Yüksek Okulu, Selçuk üniversitesine geri devir edilmek suretiyle, Teknik Üniversite yönetimi istedikleri ve planladıkları şekilde yoluna devam edebilir! Ne diyorsunuz?!

Günümüz artık Endüstri 4,0 konuşmakta olduğumuza göre, Sanayi, Teknik,  Teknik üniversite, Mühendislik, Teknik eleman, Organize sanayi, Yapay zekâ ve Robotlardan  dem vuruyoruz; Sanayi ve Sanayi devriminin gelişimini kabaca incelemeye çalışalım! Sanayi devrimi 1,0 su ve buhar gücünü kullanarak mekanik üretim sistemleri ile ortaya çıkmıştır!  İkinci sanayi devrimi 2,0 ile elektrik gücünün yardımı ile seri üretime geçmiştir! Üçüncü sanayi devrimi 3,0 ise dijital devrim, elektroniklerin kullanımı ve Bilgi Teknolojilerinin gelişmesiyle üretim daha da otomatikleşmiştir! Sürekli gelişen sanayi artık 4,0 yani dördüncü evrede! Peki, 4. Sanayi Devrimi nedir?  Türk Devleti, Organize Sanayileri, Teknik üniversiteler, Mühendislik Fakültedeki akademisyen ve yöneticileri Endüstri dördüncü evrenin neresindedir? Endüstri 4,0 bize kazandıracakları nelerdir? Konu hakkında bir beyanat duydunuz mu?!

Endüstri 4,0 Robotların üretimi tamamen devralması, yapay zekânın gelişimi, üç boyutlu yazıcılarla, üretimin fabrikalardan evlere inmesi, devasa miktarda ki bilgi yığınını veri analizleriyle ayıklanıp değerlendirilmesi ve daha birçok yenilik olarak  ifade edebiliriz!. Türkiye, dünyanın önde gelen sanayi ve üretim merkezlerinden biri olduğuna göre üretim merkezi yerine, inovasyon merkezi olarak, gelişen global pazarda kendine yer bulması gerekmektedir. 2. ve 3. Sanayi Devrimi arasında bir evrede bulunan Türkiye, On –  On beş yıl içinde tamamen Endüstri 4,0’a gireceğini düşündüğümüzde, gelişen teknolojiyi yakalayıp, dünya ile rekabet edebilecek konuma acilen geçmelidir. Bu anlamda Türk Devleti ve Teknik Üniversitelerdeki tüm akademisyen ve yetişmekte olan teknik elemanları, gelişen teknolojiye ayak uyduracak Endüstri 4,0 mühendislere çok acil olarak ihtiyacı vardır!

Şimdi soralım! Organize Sanayi bölgesinde bulunmayan bir Teknik Üniversite, Konya Sanayisinin ihtiyacı olan bilimsel alt yapı, Endüstri 4,0, Sanayi devrimi ve bilimsel birikimi sanayicinin ayağına nasıl götürecektir? Organize Sanayi bölgesinde olamayan bir Teknik Üniversite, kime, kimlere ve neye hizmet edecektir? Konya Teknik Üniversite yönetimi, YER konusunda, Meram  Dutlu Kırı ve Birlik Parkı civarındaki  bölgede arsa çalışmaları neden ve niçin yürütmektedir? Rektör hocayı bu konuda yanlış yönlendirmeye ve baskı altına almaya çalışan kim veya kimlerdir?! Neden ve Niçin?!  Sadece soruyum! Şayet, Organize Sanayi bölgesindeki Özelleştirme İdaresi tarafından verilen arsanın Zemin Etüdü sağlam değil ve su çıkmaktadır, milyon dolar değerindeki fabrikalar, ithal edilen devasa makineler ve yatırımlar, kamu binaları halen bu bölgeye neden ve hangi maksatla yapılmaktadır?! Çok zengin bir ülke olduğumuz için olabilir mi?! Yoksa Organize Sanayi bölgesindeki Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından Teknik Üniversitenin alt yapısı olması için tevdi edilen arsa üzerinde başkaca  bir tasarruf   ve başkaca  bir hedefe kurban edilmek mi istenmektedir?! Bilemiyoruz!  Burnumuza sanki derince bir yerden  RANT kokusu gelmektedir! NE buyurdunuz?!

Belediye Başkan Adayları Hayırlı Olsun!..

Yarın, Konya merkez ve taşra  ilçe belediye başkan adayları için büyük gün! 18 Ocak 2019 tarihi itibari ile 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde, AK Parti ve Cumhur İttifakının Konya 31 ilçe belediye başkan adayları, AK Parti Çanakkale Milletvekili ve TBMM AK Parti Grup Başkan vekili Bülent Turan tarafından yoğun katılım, sevinen ve üzülenlerin de bolca olduğu, coşkulu bir tören ile açıklanacak! Belediye başkan adayı olarak açıklanacak olan tüm dost ve ağabeylerimize şimdiden hayırlı olmasını dilerim. Allah, başkan adayı ve seçilmeleri halindeki tüm başkanlara bu asil millete hayırlı hizmetlerde bulunabilmeyi nasip eylesin! İnsan için mesele gök kubbede hoş bir seda bırakabilmektir!  Tabii ki İyi bir birey ve insan olana! Mal da yalan, Güç de yalan, İktidar ve  Mülk de yalan!  Hani bunun ilk sahibi; Gel biraz da sen oyalan! Kimler geldi, kimler geçti ve gitti! Bu makamları babalarından miras kaldığını zanneden bir o kadar  ekabir ve  egosu şişkin  başkan, gelip, geçti ve gitti! Tabii her fani gibi!

Geçtiğimiz günlerde, AK Parti İlçe belediye başkan adayları açıklanıyor başlıklı bir yazı kaleme almıştım.  Yazımızda, Konya merkezdeki üç ve 28 taşra ilçelerinde,  Üç veya Altı arasındaki belediye başkanlıklarının Cumhur İttifakı olarak açıklanabileceğini de yazımızda ifade etmiştik! Tabii ki bu yazımıza istinaden kırılan veya küsecek AK Partili dostlarımızın olabileceğini de vurgulamıştık! Şimdi üç veya altı arasında bir belediye başkanlığı neden Cumhur İttifakına verilsin,  böyle bir yargı, bir kanaat ve öngörüye nereden vardın şeklinde soru yönelten dostlarımızla birlikte bir  matematik yapalım! 2014 yerel seçimlerinde Konya genelinde AK Partinin toplam aldığı oy 774 bin! Peki, daha ortalarda Cumhur İttifakı yok ve 15 Temmuz hain darbe kalkışması olmamış,  Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Operasyonları yapılmamış, MHP‘nin bu seçimlerde Konya genelinde almış olduğu toplam oy 222 bin! Yani Konya genelinde AK Parti %64 ve MHP’de neredeyse %19 bir  oy  oranı almış! Şimdi siyaseti çok iyi bilen ve okuyan dostlarımıza soralım! Bu sonuçlara göre Cumhur İttifakına kaç adet  belediye başkanlığını vermeyi düşünüyorsunuz?! Sadece soruyorum! Ben söyleyeyim! Ereğli belediyesi eş değerinde en az  BEŞ  adet belediye başkanlığını! Çok dediğinizi de duyar gibiyim!  Tamam, peki o zaman! Ereğli biraz büyük! Ölçeği küçültelim!. Akören, Emirgazi ve Doğanhisar denginde SEKİZ adet belediye için  ne dersiniz?! Olmaz, olamaz dediğini de duyar gibiyim!  Ben de aynen sizin gibi düşünüyorum!…

Yine mezkûr tarihli yazımızda bir başka konuya daha değinmiştim! Nedir o konu? Konya Merkez ilçelerinden bir veya ikisine birden, aday adayı dahi olmamış, bir başkan adayı dışarıdan açıklanabilir, şeklinde bir ifade de bulunmuştum! Aynı kanaati, öngörü ve iddiamı halen de  sürdürmekteyim!  İtirazı olan arkadaşlara da açıklama sonrası bir daha istişare edelim ve görüşelim diyorum! Tabii ki bu ifadelerimize bazı dostlarımızın kırılması ve hatta böyle bir siyaset okuması mı olur,  böyle gazetecilik mi olur, bu nasıl  bir köşe yazarlığı,  nereden çıkarıyorsun böyle hayali  ve afaki sözleri şeklindeki serzeniş ve sözlü ikazlarına da şahit olduk!  Siyaseti bizlerden çok daha iyi bilen ve siyasetin içindeki dostlarımıza şimdi soralım! Siyasette yirmi dört saat uzun bir zaman mıdır? Tabii ki hem de çok uzun bir zaman dilimidir!  1999 mahalli seçimlerinde son ana kadar beklenen ve bilinen Konya Büyük Şehir Belediye Başkan adayı kimdi ve kim açıklandı?!  Tekrardan bir daha soralım! 2004 mahalli seçimlerinin canlı şahitlerine bir kez daha soralım! Son dakikaya kadar, 2004 mahalli seçimlerindeki Konya Büyük Şehir Belediye Başkan adayı kimdi ve kim açıklandı! Kulu makasında neler oldu?! Kulu makasında neler yaşandığının canlı şahitleri bir konuşabilseler!  Tekrar tekrar bir kez daha soralım! 2014 mahalli seçimlerinde, Meram Belediye Başkan adayı son dakikaya kadar kimdi,  son dakikada neler oldu ve kim açıklandı! Beyler! Yapmayın Allah aşkına! Siyaset yapıyorsunuz!  Siyasetin bir dünya parametresi, artıları, eksileri ve dengeleri vardır! Siyasette hiçbir zaman iki artı iki, dört etmez; bazen beş ve bazen de üç eder! Ne diyorsunuz?

Ak Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, TBMM  AK Parti Grup toplantısında; 31 Mart 2019 mahalli seçim hazırlıkları tüm hızıyla sürüyor. Belediye başkanlarımızdan yeniden aday olanlar ile ilk defa aday olan arkadaşlarımıza seçim yarışında başarılar diliyorum. Bu büyük hizmet bayrağını yeni arkadaşlarımıza devredecek arkadaşlara şehirlerimize yaptıkları katkı nedeniyle teşekkür ediyorum. Adayların açıklanma sürecinde parti içindeki yarış, bir demokrasi yarışıdır! Tüm teşkilatımız, açıklanan adaylarımızın etrafında kenetlenmeye davet ediyorum! Daha önce ifade ettiğim gibi, kendisi veya istediği biri aday olmadığı için partimize tavır alan kişi bizim gözümüzde hiçbir zaman AK Partili olmamış ve olamamış demektir! Bunların hepsini günü geldiğinde değerlendirmek için bir kenara koyuyoruz, kimse kusura bakmasın! Meselemiz sen ben kavgası değil, davaya ve ülkeye hizmet olduğu sürece görev herkese düşebilir ve düşüyor!. Önemli olan imtihan dönemlerini başarıyla geçebilmektir, ifadeleri ve vurgularının da yine bir seçim öncesi dönemde  dikkate değer ve manidar olduğunu da düşünüyorum.