Anlayışlı, ferasetli, idrak ve iz’an sahibi kişi, konuşmanın başında ne söylenmek istediğini anlar, lafı ve sözü fazla uzattırmaz! Böyle kişilere uzun açıklama yapmak gereksizdir! Sözün tümü söylenmeden ne demek istendiğini anlamayan kişi, ya anlayışsız ya da ahmaktır! Tüm kelime ve cümleyi söylemeden ne anlama geldiğini anlamayan kişi, duyarsız veya aptaldır! Eskilerin ifadesi ile sözün fazlası, sadece, ahmak ya da aptala söylenirmiş!
Hz. Mevlana; Bir cümle, yeter sözden anlayana, destan yazsan fark etmez, laftan ve sözden anlamayana, diyor! Hz. Ali (ra); Söz ilaç gibidir; Azı yaşatır ve çoğu da öldürür, buyurmaktadır!
Şimdi bunları neden yazıyorsun! Bugün tüm yaşadıklarımız ve gündem ile ne alakası var, dediğinizi duyar gibiyim! Bu çerçeveden tarihte yaşanmış bir hikâyeyi okumayı, anlamayı, anlamlandırmayı, yorumlamayı ve günümüze matuf neler ifade ettiği ve ne gibi dersler çıkarılması gerektiğini, takdir ve yorumlarınıza bırakıyorum!
Sultan 2. Mahmut, bir gün kılık kıyafetini değiştirip çarşı pazar dolaşmaya başlar. Dolanırken bir kahvehaneye girmiş. Herkes bir şeyler istiyor, ” Tıkandı Baba çay getir ”, ” Tıkandı Baba oralet getir ” diye! Bu durum Sultan Mahmut’un dikkatini çekmiş, neden bu adama Tıkandı diyorlar, acaba diye düşünmeye başlamış!
Sultan Mahmut, bir çay istemiş, Baba çayı getirmiş! Sultan, Baba, sana niye Tıkandı Baba derler, anlatır mısın, merak ettim, demiş! Tıkandı Baba, boş ver evlat, uzun mesele, demiş! Sultan ısrar etmiş, baba da oturmuş sandalyeye başlamış anlatmaya! Bir gece rüyamda bir sürü insan gördüm ve her birinin de bir çeşmesi vardı ve hepsi de akıyordu! Benimki de akıyordu ama az akıyordu! Benimki de onlarınki kadar aksın, diye içimden geçirdim! Bir çomak aldım ve oluğa çomağı sokup açmaya çalıştım! Ben uğraşırken çomak oluğun içinde kırıldı ve akan su damlamaya başladı! Bu sefer içimden, Onların ki kadar akmasa da olur, yeter ki eskisi kadar aksın, dedim ve biraz daha uğraşırken oluk tamamen tıkandı ve hiç akmamaya başladı! Ben yine açmak için uğraşırken oradaki insanlar; Tıkandı baba, tıkandı. Uğraşma artık, dedi. O gün bu gün adım “Tıkandı Baba” ya çıktı ve hangi işe elimi attıysam hep elimde kaldı, olmadı. Şimdide burada çaycılık yapıp geçinmeye çalışıyoruz!
Tıkandı Baba’nın anlattıklarına çok üzülmüş Sultan Mahmut; Çayını içmiş, kolay gelsin diye dışarıya çıkmış! Sultan Mahmut adamlarına; Her gün bu adama bir tepsi baklava getirin, her dilimin altına da bir tane altın koyun, diye emir vermiş! Padişahın adamları baş üstüne deyip hemen işe koyulmuşlar!
Ertesi gün baklavayı, tıkandı Baba’ya getirmişler! Tıkandı Baba baklavayı almış, bakmış baklava nefis! Uzun zamandır tatlı da yememiştik! Şöyle ağız tadıyla bir güzel yiyelim, diye içinden söylenmiş! Baklavayı almış evin yolunu tutmuş! Yolda giderken, Ben en iyisi bu baklavayı satıp evin ihtiyaçlarını gidereyim, demiş ve işlek bir yol kenarına geçip başlamış bağırmaya; ” Taze baklava, güzel baklava.. ”
Oradan geçen bir Yahudi baklavaları beğenmiş! Biraz pazarlık yapıp üç aşağı beş yukarı anlaşmışlar ve Baba baklavayı satmış, elde ettiği para ile evin ihtiyaçlarının bir kısmını karşılamış! Yahudi baklavayı alıp evine gitmiş! Bir dilim baklava almış yerken ağzına bir şey gelmiş! Bir bakmış ki altın! Şaşırmış, diğer dilim diğer dilim derken bir bakmış her dilimin altında altın!
Ertesi akşam, Yahudi acaba yine gelir mi diye aynı yerde başlamış beklemeye! Sultanın adamları ertesi akşam yine bir tepsi baklavayı getirmişler! Tıkandı Baba yine baklavayı satıp evin diğer ihtiyaçlarını karşılamak için aynı yere gitmiş! Yahudi hiçbir şey olmamış gibi; – Baba baklava güzeldi! Biraz indirim yaparsan her akşam senden alırım, demiş!
Tıkandı baba da; – Peki, demiş ve anlaşmışlar! Tıkandı babaya her akşam baklavalar gelmiş ve Yahudi de her akşam tıkandı baba’dan baklavaları satın almış!
Aradan bir ay geçince Sultan Mahmut; ” bizim Tıkandı Baba’ya bir bakalım ”, deyip Baba’nın yanına gitmiş! Bu sefer padişah kıyafetleri ile içeri girmiş! Girmiş girmesine ama birde ne görsün, tıkandı baba eskisi gibi darmadağın! Sultan; Tıkandı Baba, sana baklavalar gelmedi mi, demiş!
– Geldi sultanım! – Peki, ne yaptın sen o kadar baklavayı? – Sultanım baklavaları satıp evin ihtiyaçlarını giderdim, sağ olasınız, duacınızım!
– Sultan şöyle bir tebessüm etmiş! – Anlaşıldı Tıkandı baba anlaşıldı, hadi benle gel, deyip almış ve devletin hazine odasına götürmüş!
– Baba şuradan küreği al ve hazinenin içine daldır küreğine ne kadar gelirse hepsi senindir, demiş! Tıkandı baba o heyecanla küreği tersten hazinenin içine bir daldırıp çıkarmış ama bir tane altın küreğin ucunda düştü düşecek!
Sultan demiş; – Baba senin buradan da nasibin yok! Sen bizim şu askerlerle beraber git, onlar sana ne yapacağını anlatırlar demiş ve askerlerden birini çağırmış! Alın bu adamı Üsküdar’ın en güzel yerine götürün ve bir tane taş beğensin! O taşı ne kadar uzağa atarsa o mesafe arasını ona verin, demiş! Padişahın adamları “peki” deyip babayı alıp Üsküdar’a götürmüşler!
– Baba hele şuradan bir taş beğen bakalım, demişler! – Baba, niçin, demiş! – Askerler, Hele sen bir beğen bakalım demişler! Baba şu yamuk, bu küçük, derken kocaman bir kayayı beğenip almış eline; – Ne olacak şimdi, demiş!
– Baba, sen bu taşı atacaksın ne kadar uzağa giderse o mesafe arasını padişahımız sana bağışladı demiş! Baba, taşı kaldırmış tam atacakken taş elinden kayıp başına düşmüş! Adamcağız oracıkta ölmüş! Askerler bu durumu Padişaha haber vermişler!
İşte o zaman; Sultan Mahmut, o meşhur sözünü söylemiş; Vermeyince Mabud, neylesin, Sultan Mahmut!..