Medeni(!) Avrupa Soykırım Diyormuş!

Medeni! Avrupa devletleri ve ABD, uzun yıllardan beridir, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tepesinde, demoklesin kılıcı gibi salladıkları bir Ermeni soykırım iddialarını duymayanımız kalmamıştır! Her yıl Nisan ayı yaklaşmaya başladığında,  Medeni!  Avrupa ülkelerini bir telaş alır ve bizden bu iddialarını da çok yüce! Meclislerinde kabul edeceklermiş gibi yapmakla, neler kopardıklarını ve nelerden vazgeçtiklerimizi de elbette ki bilemiyoruz! Tarih tabii ki bunları da yazacaktır! Bu konuda devlet olarak yurt dışında yapmış olduğumuz PR çalışmaları için devletin kasasından yine bu medeni! Avrupa’nın çok önemli! ve çok başarılı! İletişim şirketlerine ödenen rakamları da zikretmiyoruz!  Aman Allah’ım neydi o günler! Devlet ve millet olarak neredeyse kabus dolu günler geçiriyorduk! Ha kabul edildi, ha kabul edilecek, şeklinde! Çok Şükür!

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan,  Başbakanlığı döneminde, medeni! Avrupa’nın soykırım iddiaları ile ilgili olarak tüm devletler arşivlerimizi açalım ve arşivler ne diyorsa tüm devletler buna uymak ve kabul etmek zorunda kalmalıdır, ne buyurdunuz, sayın çok medeni! Avrupalılar, dedi ve biraz rahatladık, oh be dünya varmış demeye başladık! Çünkü asil Trük milleti tarihinin hiçbir anında katliam ve soykırım yoktur, olmamıştır ve olamaz!  Bu aziz devlet ve asil Türk milleti,  iki bin yıllık devlet geleneğinde, Hak arayana Hakkını vermiş, fakat devletine baş kaldıranlara da gereken cezayı vermekten hiçbir zaman çekinmemiştir! Bunlar farklı şeylerdir! Hak aramak başka bir şey, devlete isyan etmek ve baş kaldırmak başkaca bir şey! Dünya üzerinde yaşayan tüm mazlum milletler, asil Türk milletini, Adalet dağıtan, Hakkaniyetin temsilcisi ve mazlumların da hamisi olmakla nam salmıştır! Gerisi boş lakırdı ve kuru laf kalabalığından öteye de gidemez!

Dünya üzerinde başka milletlere ve özellikle de asil Türk milletine soykırım iddialarını yapıştırmaya çalışan çok medeni! Avrupalıların tarihine kabaca bir bakalım! 1600’lü yılların başlarındaki otuz yıl savaşları ve aynı yüzyılın sonunda dokuz yıl savaşlarında, sokaklarından oluk oluk insan kanı akıtmışlar ve insani kayıpların sayısı da belli değildir! Birinci Dünya savaşında kocaman bir imparatorluğun hüküm sürdüğü bölgelerdeki yer altı ve yer üstü zengin kaynaklara erişebilmek için verilen insani kayıplar otuz milyonun üzerindedir! Peki, ikinci Dünya savaşına ne demeli! Buradaki insani kayıplar yetmiş beş milyonun üzerindedir! Yakın tarihteki, Vietnam, Afganistan, Irak, Libya, sayamadığımız yerler ve son olarak da yedi yıldır Suriye’deki insani kayıplara sessiz ve seyirci kalan çok medeni! Avrupa devletlerin haline ve pişkinliklerine de bir bakar mısınız? Soykırımmış! Sen önce dön kendine bir bak! Aynaya bir bak! İğneyi kendine, çuvaldızı da başkasına!

Dünyaya insanlık ve medeniyet dersi vermeye çalışanların, 1992 yılında Dağlık Karabağ bölgesindeki katliamlara neden seyirci kalmışlardır?  BirLEŞmiş Milletler de bu katliam için ne bir öneri ne de bir görüşme yapılmıştır! Neden? Ölenler TÜRK ve MÜSLÜMAN olduğu için olabilir mi? Peki Dağlık Karabağ bölgesinde o karanlık gecede neler olmuştur?!  Dağlık Karabağ’ın hakim konumdaki ve önemli bir mevki olan Hocalı kasabası, Ermeni kuvvetleri için stratejik bir askeri hedef olarak seçilmiş ve bu tepeden kasaba aylarca top ateşine tutulmuş, kasaba Ermeni kuvvetlerince abluka altına alınmış ve etrafıyla da bağlantısı kesilmişti! Ermeni kuvvetleri 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan karanlık gece Hocalı kasabasında, büyük bir oranda çocuk, kadın ve yaşlıların bulunduğu 613 Azeri Türkü saldırıların yapıldığı alanda katletmiş ve bunlardan 56 kişi de çok vahşi bir şekilde işkenceyle öldürülmüştür! 155 kişiden çeyrek asırdan beri haber alınamıyor! 1275  kişi rehin alınmış ve 487 kişi ise soykırım sonucu özürlü durumuna düşmüştür! Rahmeti Rahmana kavuşanlara Allah Rahmet eylesin… Hocalıda yaşanan bu katliama  izleyici ve neredeyse de onaylayan konumunda kalan BirLEŞmiş Milletler    Avrupa’nın göbeğindeki Bosna’da  Temmuz 1995 tarihinde aşırı Sırp milliyetçilerin dokuz bine yakın Bosnalı Müslümanı kurşuna dizerek soykırım yapmalarına da yine seyirci konumunda kalmışlar, tüm bunlara ve başka bölgelerdeki katliam ve soykırımlara da sebebiyet vermişlerdir!

Asil Türk milletinin iki bin yıllık devlet geleneğinde hiçbir ırka ve mensubiyete karşı yukarıdaki mezkur vahşice olaylar gibi bir kara lekesi olmamıştır! Peki, medeni! Avrupa’nın bu konuları kaşımak ve gündeme taşımaktaki derdi nedir? Türkler; iki bin yıllık devlet geleneği, altı yüz yıldan fazla da imparatorluk dönemlerinde, sadece insanlık, sadece Adalet,  sadece Hakkaniyet götüren ve bu değerlerin temsilcisi, mazlum milletlerin de hamisi olmuştur. Mazlum milletlerin de sadece dualarına talip olmuştur. Böyle bir ecdadın torunlarının yeniden aynı ruh ve asillikle tarih sahnesinde yerini almasının vermiş olduğu telaşı ve korkularından başkaca bir şey değildir, tüm bu gelişmeler! Korkuları ve telaşlarının hiçbir faydası da olmayacaktır! Bu asil Türk milleti kaldığı yerden yeniden tarih sahnesinde YERİNİ alacaktır!  Türk burada ırkçı bir yaklaşım ve ifade olmadığını da sürekli olarak hatırlatıyoruz! Türk bir düşünce, bir yaşayış, bir sorumluluk, bir temsiliyet, bir medeniyet ve kültür demektir!

Milli Ahlak ve BEKA!

Son günlerde,  Türkiye genelinde, burada ifade etmekten haya ettiğim, yaşanmış olayları da tekrardan yazmakla bir daha günaha girmemek ve satırlarımızı da kirletmemek adına, sosyal ve bireysel gelişmeler yaşanmaktadır.  Neler oluyor bizlere! Bu türedi kişiliği bozuk insanlar nereden gelmiştir?  Bunların, Soyu ve cibilliyeti nedir, neresidir?! Asil Türk milletin tarihinde görmediğimiz ve duymadığımız iğrençliklere şahit olmaktayız!  Türk demek; tüm dünya insanlığı ve özellikle de mazlum milletler nezdinde,  Ahlak, Adalet ve Hakkaniyet demektir! Türk kavramı burada ırkçı bir yaklaşım değildir! Türk kelimesi ile burada bir duruşu, bir yaşayışı ve bir fikri temsil etmektedir!  Bu iğrençlikleri görmezden gelelim demek değildir, tabii ki, ifade etmek istediğimiz!  

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah; Kasten veya gaflet halinde işlemiş olduğunuz hata, isyan ve günahlarınızı tekrardan bir birlerinize anlatmakla, yeniden bir daha günaha girmeyiniz,  uyarı ve ikazı mucibine, sadece dikkat etmeye çalışıyoruz!  Yaşanmakta olan tüm bu olaylara karşılık,  yasal ve adli tüm cezai müeyyideler konulmalı ve tekrardan yaşanmaması, meyilli olan tüm zafiyet içindeki kişilik bozukluğu olanlara da ibretlik olması ve bir daha zuhur etmemesi için ne gerekiyorsa da yapılmalıdır! Aksi halde Millet olarak, Milli BEKAMIZ – ATİMİZ sıkıntıya girecektir! Birileri de zaten böyle bir ANI beklemektedir! Anadolu toprakları üzerinde hesabı olanlar, öncelikli olarak bu asil milletin ahlakını bozmaya çalışmaktadır!  Allah’ım içimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri de HELAK eder misin?!

Peki, Milli Ahlak ve Milli Ruh nedir? Milli Ahlak ile milli bekamız arasında nasıl bir bağ ve bağlantı vardır?  Milli ruh ne zaman ortaya çıkar? Milli Ahlak, bir toplulukta yaşayan fertlerin ve grupların hayatını düzene koyan,  yaygın ve genel kabul görmüş, davranış, düşünce ve kurallar bütünüdür!  Kendimize özgü örf ve adetlerimiz, ahlak ve terbiye anlayışımız, bizi diğer milletlerden ayıran özelliklerdir. Bu özelliklere uygun hareket etmek ise milli birlik ve beraberliğimizi korur! Hiçbir millet aynen diğer bir milletin taklitçisi olamaz ve olmamalıdır!  Milli terbiye ve milli eğitim de milli ahlakı oluşturmak ve kazandırmak için yapılan milli bir seferberlik faaliyetleri demektir!

Milli Ahlakı kabaca ifade etmeye çalıştıktan sonra, milli ruh nedir ve ne zaman ortaya çıkar? Milli Ruh, Bir milletin beka sorunu ile karşı karşıya kaldığı zor ve sıkıntılı, an ve durumlarda, milletin ortak tavır alması şeklinde ifade edebiliriz. Türk milletinin iki bin yıllık tarihi böyle gün ve zamanlarla doludur!  En yakın tarihimizden Çanakkale ve Kurtuluş savaşı dönemlerinde ecdadımızın yedi düvele karşı ve yedi bölgede, istiklal ve bekası için sergilemiş olduğu, şahlanan milli ruh diyebiliriz! 15 Temmuz hain ve karanlık gecede,  tankların önüne yatan, mermilere göğüs geren ve savaş uçaklarını da düşürebilmek için yüksek binaların tepesine çıkıp buradan onlara da taş ve sopa ile el sallayan insanımızın sergilediklerini milli ruhun tecessüm etmiş halidir diyebiliriz! Yenikapı’da perçinlenen Birlik ve Beraberliktir!  Bu durumu, dünya üzerindeki bazı milletler anlayamaz, idrak edemez ve yorumlayamaz! Çünkü bu asil millet, istiklal ve istikbaline âşıktır! Hiçbir millet bu asil millete zincir vuramamış ve vuramayacaktır!

Rahmetli Başbakan ve Cumhurbaşkanlarımızdan Turgut Özal zamanında gerçekleşmiş; Japonya eğitim uzmanları, ülkemizin eğitim sistemini incelemiş, Sayın Özal ve bürokratlarımızın da hazır bulunduğu bir ortamda, raporlarını sunmuş ve sonuç olarak; Sizin eğitim sisteminizde ‘’Milli Ruh’’ YOK, demişlerdir! Turgut Özal’ın Nasıl, sorusu üzerine, Japonlar; Biz Japonya’da okula başlayacak çocuklarımıza, öncelikle milli ruh şoklaması yaparız! Onları önce toplu halde hızlı trenlere bindirir, dev fabrikalarımızı, teknoloji merkezlerimizi gezdirir ve ülkemizin gücünü gösteririz! Sonra da bu yavrularımızı, Hiroşima ve Nagazagi’ye götürür, orada atom bombası atılan ve yıllardır ot dahi bitmeyen alanları gösterir; Eğer sizler,  bilinçlenmez ve az önce gördüğünüz teknolojiye sahip olmak için çok çalışmazsanız sonunuz böyle olur! Bizim Bürokratlarımızdan biri atılır; Ama bizim Hiroşima’mız yok ki, şeklinde cevap verir!  Japon uzmanın bizim bürokratlarımıza cevabı tokat gibidir; Sizin Çanakkale’niz On Hiroşima eder, şeklindedir!

Merhum Milli şairimiz Mehmet Akif, dizeleri ve yazılarında ahlak ve beka konusundaki sözleri çok manidar ve calibi dikkate değerdir.

Ahlakın izmihlali en müthiş bir izmihlal;

Ne millet kurtulur, zira ne milliyet, ne istiklal.  

Oyuncak sanmayın! Ahlak-i milli, ruh-i millidir.

Yani milli ruh demek, milli ahlak demektir!  

Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır; Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır. Milli bekanın geleceği ise milli ahlakın ve milli ruhun varlığıyla temellenmiştir. Nitekim bir milletin bireylerinde ahlak ve ruh yoksa beka ve ati de yoktur!

ABD ve Bölgemizde Hegel Duruşu!

ABD, 2. Dünya savaşından sonraki soğuk savaş dönemi ve Sovyetler Birliğinin dağılması akabinde, dünya ve bölgemizdeki küresel, emperyalist ve hegemonyal duruşunu da korumak adına son dönemde çok değişik senaryolar ve girişimlerde bulunmaktadır. Nedir bu girişimler? ABD neden yapmaktadır tüm bunları?  Öncelikli olarak, bölgemizde 11 Eylül saldırısından, bu konu çok su götürür de,  sonraki süreçte Irak ve Afganistan’ı doğrudan işgal etmeye kalkışması! Daha sonraki süreçte yine Orta doğu, Ön Asya ve Afrika’daki hegemonyal konumunu sağlamak için kurmaya başladığı terör örgütleri ve bu terör örgütlerinin karşısına da yine bunlarla savaşması için bir başka isim altındaki başka diğer terör örgütlerini kurması,  desteklemesi, silah, para vermesi ve büyütmesi! Dünyanın küresel bir gücü tüm bunları neden yapar? Elbette ki bir hesabı ve kitabı bulunmaktadır, bölgemizdeki enerji havzalarını ve güzergahı kontrol edebilmek adına!

Amerika Birleşik Devletleri,  başta  Afganistan, Irak ve Suriye  olmak üzere Orta doğuya neden gelmiştir? Bölgemizde başlaması muhtemel olan mezhep savaşını önlemek için mi?  İran ve Suriye’ye demokrasiyi getirmek için mi?  Afganistan ve Irak’a getirdiği demokrasi gibi! Türkiye’ye yönelik terör tehditlerini önlemek için mi? Bölgemizdeki PKK, PYD, YPG, YPJ, DEAŞ, El Kaide ve El Nusra terör örgütlerini de bitirmek için mi?  Tüm bu sorular ve bunun gibi daha yüzlerce sorularımızın cevabı tabii ki Hayır! ABD, on bin kilometre ötelerden dünyadaki ve özellikle de bölgemizdeki hegemonyal konum ve duruşunu koruyabilmek adına gelmektedir! Adama sorarlar, başka işin gücün mü yok diye! Bu hareketleri ile kendi bölgemizdeki ‘Varlık ve Yokluk’ konumunu sağlamak meselesidir!

ABD’nin bölgemiz ve özellikle de Orta doğudaki bizlere göre çok yanlış politikasının arka planına Hegel diyalektiği çerçevesinden kabaca bir bakalım! Hegel felsefesi veya diyalektiği nedir? Hegel’e göre her şey üç aşamalı bir gelişme sonucu gerçekleşir. Bu gelişme ‘Tez – Antitez ve Sentez’ sürecidir! Örneğin; Varlık kavramı üzerinde düşünürsek, Varlık (tez), hemen karşıtı Yokluk (antitez) buradaki çatışma uzlaştırıcı bir kavrama götürür, Oluş (sentez) sonucuna ulaşırız. Çiçek (tez), çiçeğin yok olması (antitez), meyve (sentez)!  Çiçek, meyvenin ortaya çıkmasına yol açar, ama meyvenin ortaya çıkması için çiçeğin yok olması gerekmektedir. İnsanın yaratılışı ve yaratılmanın gayesinin de İyi İnsan olmak, Rızayı ilahi ve Cennete erişmektir! İnsanın bu hedeflere erişmesine engel olmak için de Şeytanı yaratmıştır, Sonsuz Kudret sahibi yüce Allah! Şeytan, İnsanın Sıratı müstakimi üzerine oturmuştur, Allah’ın izniyle!

Hegel felsefesi ve diyalektiği çerçevesinde, ABD’nin özellikle bölgemizdeki terör örgütlerini kurması bir tezidir. Yine bu tezin karşılığında, kendi kurmuş olduğu bu terör örgütlerini yok etmesi ve bir birleri ile de savaşması için diğer bir terör örgütünü karşısına kurması ise anti tezidir. Peki, ABD tüm bunları neden yapmaktadır? ABD bu kadar stres ve masrafa ne için girmektedir? Bu kadar plan ve zahmetin tez ve antitez, karşılığında beklediği, planladığı Sentezi nedir, neyi ve neleri hedeflemektedir?

Peki, ABD, Orta doğu, Ön Asya, Afrika ve özellikle de 911 kilometrelik sınırımız olan Suriye’ye neden gelmiştir? Kendi kara parçası üzerinde yapamadığı modern silahlı eğlencesi olan safariyi bu bölgede yapak için mi gelmiştir?  Kurmuş olduğu tez ve anti tezlerinin karşılığındaki Sentezi nedir?  Yoksa başkaca çok büyük bir plan ve hesap doğrultusunda mı on bin kilometre ötelerden buralara kadar zahmet buyurup da gelmiştir?! Bölge insanlarının kara kaşları ve ela gözlerine de aşık olduğu için mi buradadır?!  Yoksa Türkiye’nin bölgemizdeki tarihsel ve kültürel etkinliğini kırmak!  Rusya’nın bölgede doğacak boşluğu doldurmasını engellemek!  İran’daki rejimi değiştirmek!  Suriye ve Irak’ı Üçe bölmek! Bölgede ABD’nin daha etkin olabilmesi için yılardır kapalı kapılar ardında ifade ettikleri Yirmi iki ülkenin sınırları ve yönetimlerini değiştirmek! Enerji havzalarını ABD ve Pentagon’a bağlamak!  Eski İpek yolu, 65 ülkenin birlikte kalkınma hamlesi olan yeni bir yol ve kuşak projesini kontrol edebilmek!  Irak, Suriye, Lübnan’da kendisine bağlı finans merkezleri kurmak!  Türkiye sınırındaki 1849 kilometrelik hattı, İran 560 –  Irak 378 ve Suriye 911 km,  kendi kontrolündeki bir koridor Kürt devletçiği ile aziz devletimizi ve asil milletimizi de çevrelemeyi planlamakta ve hesaplamaktadır!

ABD’nin bölgemizdeki terör örgütleri üzerinden kurmaya çalıştığı tüm bu tezleri, anti tezleri ve uzun vadedeki ulusal çıkarları çerçevesindeki sentezleri Türk Askeri müdahale edinceye kadar bir ömrü sürmüştür! Türk Ordusunun bölgeye inmesi ile birlikte ABD’nin tüm tezleri ve anti tezleri berhava olmuştur! ABD, tez ve anti tezleri çerçevesinde 1849 kilometrelik sınırlarımızda hedeflerine erişemeyeceğini anlayınca, idrak edince;  son günlerde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kapıların aşındırmaktadır, tüm üst düzey bürokrat, danışman kadrosu ve bakanları ile birlikte! Türkiye ve Türkler olmadan bölgemizde hiç bir hesap ve plan yapılamaz! Türkler, Dünya tarihinin olmaz ise olmaz milletlerinden birisidir! Türkleri Dünya tarihinden çıkarırsanız insanlık tarihi adına da hiçbir şey kalmayacaktır! Türk devletleri kurulduğu tarihten itibaren, Adalet ve Hakkaniyeti temsil ettiklerini tüm mazlum milletler tarafından tescil edilmektedir. Dünyanın küresel gücü ABD’de bunu anlayacak, idrak edecek ve ona göre de davranışlar sergileyecektir!

Her Koldan Geliyorlar… Neden?

Türkler, Anadoluyu yurt edindikleri bin yıldan bu yana, bulundukları ve gittikleri her yere,  insanlık adına, sadece Adalet ve Hakkaniyeti götürmüşlerdir.  Dünya üzerinde insani değerlerin temsilcisi olan bu asil milleti dışarıdan gelen saldırılar ile bölüp ve parçalara da ayıramayan küresel sistem içerideki işbirlikçileri mahareti ile bin yıldan bu yana Türklerin Yurt edindikleri ve altı yüz yıl mazlumların da hamiliğini yapan devletleri yıkılmıştır. Küresel sömürü çeteleri parçalanan bu imparatorluğun her bir parçasındaki halklara etmedikleri zulümler de kalmamıştır.  Sadece zulüm mü etmişlerdir? Bu bölgelerin yer altı ve yer üstü tüm zengin kaynaklarını da kendi ülkelerinin refahı ve zenginliği adına taşımışlardır! Tarihin tozlu sayfaları küresel sömürü çetelerinin tüm dünya halklarına yapmış oldukları bu zulümler ve sömürülerle doludur! Bizim medeniyetimiz, sadece ‘İmar’ etmek ve insanı da ‘Yaşatmak’ üzerinde bina edilmiştir!

Bağımsızlık ve istiklaline âşık olan bu asil millet; Türkler,   parçalanan imparatorluğun küllerinden yeni bir devlet kurmayı da başarmış, dünya üzerindeki ender halklardan bir tanesidir!  Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulması akabinde, küresel sistem, bin yıllardan beridir sosyal, kültürel, tarihi ve dini bağlarının olduğu tüm gönül coğrafyası ile irtibat kurmasına da asla izin vermemiştir. Neden ve bunu da nasıl başarmışlardır? İşbirlikçi yöneticiler her daim küresel sömürü çetelerine hizmet etmek için emre hazır bir konumda bekletilmiştir! Türkler, tarih sahnesine yeniden tarihi kodları ile ve tekrardan güçlü bir şekilde çıkmaması için her yol denenmiştir! Bu konuda başarılı olmalarının tek bir ön şartı vardır; İçeride yönetim kademesinde her zaman etkili ve yetkili konumlarda küresel sömürü çetelerinin hizmetçilerinin bulunması yeterli görülmüştür! Yoldan çıkmaya başladığı dönemlerde ise hiç çekinmeden doğrudan veya içerideki hizmetçilerinin müdahaleleri ile balans ayarları da yapılmıştır! Neden yapılmaktadır, bu darbe ve post modern darbeler? Bu asil millet, Türklerin Tarihi kodlarına tekrardan dönmemesi adına!   Bu asil millerin yüz yıllık Cumhuriyet tarihine kabaca bir baktığımızda, balans ayarlarının neden ve nasıl yapıldığı da çok net bir şekilde anlaşılacaktır!

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasının olduğu gece, devlet, ana muhalefet ve muhalefeti ile bir ve beraber olan bu asil milletin her bir ferdi çok büyük bir felaketin eşiğinden dönmüştür! Küresel sömürü çeteleri devletimizi ve asil milletini bu defa tamamen teslim almayı hesaplamıştır!  Yüz yıllardan beridir uyuttukları ve uyuşturdukları bu asil milleti, yeniden bir ve beraber olabileceği, tarihsel kodlarına da dönebileceğini hesap etmemişlerdir! Yani hesap hatası yapmışlardır, tüm küresel çeteler ve içimizdeki bizden görünümlü, tipi bizden olup da çipleri ağababalarının elinde olan,  işbirlikçiler!

15 Temmuz tarihinde hesap hatası yapan küresel çeteler ve işbirlikçiler, Yeni kapıda şahlanan, devlet, ana muhalefet, muhalefet ve bu asil milletin birlik ve beraberliği karşısında neredeyse kurdurmuşlardır! Devlet, millet, ana muhalefet ve muhalefet,  bin yıl yurt eylediğimiz bu topraklardaki varlık ve bekamız adına birlikte hareket etmeye başlamışlardır! Yeni Cumhuriyet kurulurken bu da hesapta yoktu! Yani bu ülkedeki tüm farklılıklar birbirleri ile sadece ve sadece kavga ve çatışmacı bir şekilde formatlanmıştı! Neler oluyordu? Biz bu Cumhuriyeti bu şekilde kurgulamamıştık, demeye başladılar; tüm küresel ve işbirlikçiler!

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasının akabinde, devlet kademesinin tüm birimlerinde yapılan işbirlikçi temizliği de küresel çeteyi sıkıntı ve endişelere gark etmiştir! Nasıl olabilirdi? Devletin aldığı her bir nefesten haberdar olanlar artık bırakın haber almayı, ne yapacağımızı dahi kestiremiyorlardı! Elbette ki bu durum içeriden ve dışarıdan birilerinin de hoşuna gitmeyecekti! Sınırlarımızda oluşturulmaya çalışılan kukla kanton veya koridor devletçiklere asla izin vermeyeceğini yüksek perdeden her bir siyaset adamlarımız dile getirmeye başlayınca, birilerinin de uykuları kaçmıştır!  Bu aziz Devleti kendilerine göre formatlayanların ellerinden kaymaktadır! Her gün her kafadan aykırı gibi görünen tüm seslerin gerekçesi ve sebebi hikmeti de sadece budur! Başkaca bir şey değildir!  Bu asil millet Türkler, bin yıllık tarihi kodlarına ve devlet geleneğine dönmeye başlamıştır! Tüm mesele bundan ibarettir!  Yüz yıl önce, yedi düvel ile yedi cephede bağımsızlık ve istiklali için savaşan ecdadın torunları, bugün tarihsel kodlarını hatırlamış ve aynı şekilde varlık ve bekası için bin yıllardır yurt edindikleri Anadolu topraklarında, yeniden küresel çeteler ve içimizdeki işbirlikçilere karşı ‘yerli ve milli’  olmak savaşını vermektedir! Bugün dışarıdan ve içeriden farklı ve aykırı sesler neden çıkmaktadır? Küresel çeteler, işbirlikçileri maharetiyle yönetip, sömürdükleri, aziz devlet ve asil millet ellerinden sadece kaymaktadır! Kavga budur! Sen ne zannediyordun! Türk Devleti,  rayına oturmaktadır! Türk Devleti,  bin yıllık tarihsel rotasına girmektedir!

Esnaf Odasından,  Ahilik Teşkilatına!

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde,  Tabipler Birliğinin Afrin – Zeytin Dalı operasyonu hakkındaki olumsuz açıklamaları akabinde, vermiş olduğu tepkiler, Oda ve Birliklere yönelik olan zorunlu üyelik ve üye aidatları hakkındaki beyanatları da kamuoyunda büyük bir karşılık bulmuştu. Özellikle de küçük esnaf ve sanatkar cephesinde! Meslek tanımı içindeki bir işi, bir mesleği icra edebilmek için tanımlı meslek odasına kayıt olmak ve zorunlu aidatlarını da düzenli olarak ödemek zorunluluğu da bulunmaktadır.  Diğer gerekli evraklar için ödenen ve ödenecek zorunlu ücretler de cabasıdır!  Meslek odası ve birlikler sadece aidat toplamak için mi kurulmuştur? Meslek odası ve birlikler,  üyeleri ve ülkeleri adına başkaca görevleri de bulunmakta mıdır?  Meslek odası ve birlikler ülkenin zor zamanlarında icra etmeleri gereken başka sosyal sorumluluk görevleri de var mıdır? Yoksa sadece ve sadece aidat toplamak ve bu oda ve birliklere gelen, seçilen başkanlar,  babaları ve dedelerinden kalan makamları ölünceye kadar işgal etmeleri mi gerekmektedir? Sadece soruyorum!

Selçuklu ve Osmanlı devletinin kurulması aşamasında ve diğer zamanlarda devletin ve toplumun nüvesini teşkil eden Ahilik teşkilatına kabaca bir bakalım! Ahilik teşkilatı, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’daki halkın,  sanat, ticaret, ekonomi gibi çeşitli meslek alanlarında ve ahlaki yönden yetiştiren, çalışma yaşamını ve iyi insan meziyetlerini esas alarak düzenleyen bir örgütlenme şeklidir. Günümüzün esnaf odalarına benzer bir işlevi olan Ahilik;  iyi ahlakın, doğruluğun, kardeşliğin, yardımseverliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyo – ekonomik düzendir. Ahilik felsefesi, temelleri 12. yüzyılda Kırşehir’de atılmış, daha sonra tüm Anadolu’ya yayılmış, izleri bugüne kadar süregelmiştir. Ahilik, aynı zamanda sosyal hayat kadar, ekonomik hayatı da yönlendiren günümüzde hala geçerliliğini koruyan, bugünün şartlarında bile birçok ülkede sağlanamamış adaletli, verimli ve son derece güzel bir sistemi Türk toplumuna kazandırmış bir kültür taşıyıcısıdır! Ahilik, tarihi ve sosyo – ekonomik zorunlulukların ortaya çıkardığı mesleki, dini, ahlaki bir Türk esnaf birliği kuruluşudur.

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Türk Tabipleri Birliği’ne ilişkin, “Bir defa onun başındaki ‘Türk’ ifadesi zaten Bakanlar Kurulu kararıdır, onun oradan hemen, süratle çıkarılması lazım. Sadece Tabipler Birliği değil, Türkiye Barolar Birliği ile ilgili de aynı şey” açıklamalarının ardından, söz konusu tüm oda ve birliklere zorunlu üyelik konusu gündeme gelmiştir.  İş dünyasındaki tüm kulislerin gündeminde de bu tasarı konuşulmaktadır. Birçok iş adamı odalara zorunlu üyeliğin kalkmasıyla hizmet kalitesinin yükseleceğini de ifade etmektedir.  Şirketler, hizmet aldığı için oda ve birliklere sadece bu işin ücretini ödemelidir. Böyle bir sistem sağlanırsa oda ve birliklerdeki hem işlemler hızlanır, hem de buralara üyeliğin değerinin de artacağına yönelik kanaatler kamuoyunda zikredilmektedir.

Esnaf ve Sanatkar Odalar Birliği, 1964 yılında yürürlüğe konulan 507 sayılı kanun ve 21 Haziran 2005’de düzenlenen 5362 sayılı Kanun hükümleri doğrultusunda çalışmalarını yürütmektedir. Halen il ve ilçe düzeyinde kurulmuş;  3,098 meslek odası, il düzeyinde kurulmuş, 82 Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği ve merkezi Ankara’da olan 13 mesleki Federasyonu ve sayıları 2 milyonun üzerinde kayıtlı esnaf ve sanatkar üyesi bulunmaktadır. Esnaf ve sanatkar odası, genel olarak esnaf ve sanatkarların çalışmalarını mesleki yönden ve kamu yararına uygun olacak şekilde düzenlemek ve bu hususta gerekli görülecek her türlü tedbiri almak ve teşebbüste bulunmak!  Üyelerin mesleki eğitimlerini geliştirmek, esnaf ve sanatkarları yurt içinde ve uluslararası düzeyde temsil etmek gibi tanımlı görevleri de bulunmaktadır.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın oda ve birliklere yönelik olan zorunlu üyelik açıklamaları akabinde,   bu Oda ve Birlikler,  tarihimiz, kültürümüz ve kadim medeniyetimizin de nüvesini teşkil eden Ahilik teşkilatına benzer bir Yeni yapıya ve Esnaf teşkilatlanması şekline dönülebilir mi?  Esnaf ve sanatkarlarımızın kurmuş oldukları,  bu meslek odaları, bulundukları il ve ilçelerdeki, Ticaret odasının bünyesinde bir alt başkanlık veya müdürlük şeklindeki bir düzenleme ile yeniden Ahilik benzeri Yeni bir oluşuma, Yapıya dönüşebilir mi? Ahilik, Asil Türk milletinin ve kadim medeniyetimizin hem kurucu kodları, hem taşıyıcısı ve hem de nüvesini teşkil etmektedir.  Sadece bir esnaf birliği ve dayanışması olarak kabul edilen Ahilik teşkilatın dağılması, kapanması ile birlikte,  bu asil milletin sosyo – ekonomik,  sosyo – kültürel  ve tüm kadim medeniyetimizin taşıyıcı kodları da dağıtılmış ve yok sayılmıştır!

 

Bitki Koruma ve Zirai İlaç Takip Sistemi!

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Konya İL müdürlüğü uhdesindeki Bitki Koruma Ürünleri Takip Programı Eğitim ve Sektör Bilgilendirme Toplantısına,  Gıda Kontrol Genel Müdür Yardımcısı    Dr. Yunus Bayram,   Ziraat Mühendisleri ve Ziraat  Odası başkan ve yönetim kurulu üyeleri, İl müdürlük personeli,  bitki koruma ürünleri konusunda şehrimizde faaliyet gösteren beş yüze yakın firma temsilcisinin katılımlarının olduğu bir program düzenlenmiştir. Toplantıya emeği geçen, başta Konya Gıda Tarım İL Müdürü olmak üzere, Bitki Koruma şube müdürlüğü tüm personeli ve değerli katılımcılara da teşekkürlerimi sunar,  bilgilendirme toplantısının hedeflerine ulaşma noktasında büyük bir katkısının ve faydasının olacağına inancımı buradan tekrar etmeyi bir borç bilir ve başarılar dilerim.

Şehrimize yapılan bu toplantıdaki katılımcı tüm sektör temsilcilerine, Bakanlık tarafından bu yıl yürürlüğe giren, Bitki Koruma Ürünleri Takip Programı hakkında;   Ruhsatlandırma, etiketleme, ambalajlama, satış, ithalat, kontrol gibi konularda yaşanan problemler!  Uygulamaya konulan mevzuat ile birlikte gelen yenilikler ve değişiklikler!  Bitki koruma ürünlerinin üretici ve ithalatçıdan başlamak üzere toptancı – bayi ve üreticiye kadar olan süreçte takibinin sağlanması amacıyla hazırlanmış ve bu programın tanıtılması, uygulanması, programa veri girişlerinin nasıl yapılacağı!  Kare kod siteminin oluşturulması için tüm gereklilikler gibi konuları da kapsamaktadır.

Ülkemizde, zirai mücadele amacıyla kullanılan bitki koruma ürünlerinin ruhsatlandırılması, kontrolü, imali, ithali ve satışı ile ilgili iş ve işlemler, 5996 sayılı “Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu” ve buna bağlı olarak çıkarılan Mevzuat hükümlerine göre Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığımızca yürütülmektedir.  Türkiye genelinde Bakanlığa kayıtlı sekiz bin adet firma bulunmaktadır. Bu firmalardan Bin adedine konu ile daha önceden eğitim ve bilgilendirme programları da düzenlenmiştir.  Şehrimizde Gıda Tarım İl müdürlüğü sistemine kayıtlı 320 firma bayi olup, 288 adet perakende, 32’si toptancı bayi ve iki adet de üretici firma bulunmaktadır.

Gıda Tarım Bakanlığı, Gıda Güvenliğinin sağlanması, bitki ve bitkisel ürünlerde kalıntı probleminin önlenmesi için bitki koruma ürünlerinin üretim aşamasından piyasaya arzına ve son kullanıcıya kadar geçen tüm süreçlerin izlenebilmesi, bitki koruma ürünü satışının kontrol edilebilmesi ve böylece bitki koruma ürünlerinin tavsiye dışı kullanımının önlenmesi önem arz etmektedir.   Bu hedefler doğrultusunda, “Bitki Koruma Ürünleri Takip Programını” hazırlamıştır. 

Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığımızca hazırlanan, Bitki Koruma Ürünleri Takip Programı nedir,  neleri kapsamaktadır, sektöre ve halk sağlığına faydaları noktasında kabaca incelemeye çalıştığımızda!  Uygulamaya geçilmesi planlanan bu sistem ile sahte, taklit ve tağşiş edilmiş ürünlerin üretimini, satışını engelleyerek, halkımızın güvenli gıdaya ulaşmasını amaçlanmaktadır. Etiket üzerinde iki adet numara bulunacak; Birincisi açıkta görülebilen, diğeri ise etiket üzerinde başlangıçta kapalı olarak bulunan numaradır. Kapalı olan numara tüketicilerin satın aldıkları ürünlerin güvenilirliğini sorgulamaları için kullanılmaktadır. Bakanlık tarafından yönetilen ve kapsam dahilindeki ürünlerin sahteciliğinin önüne geçilmesini sağlayacak olan Ürün Takip ve Doğrulama Sistemi  etiketleri, üretim ve ambalajlama hatlarını da uygulanmaya başlanacaktır.

Bakanlık tarafından hazırlanan, Gıda Kontrol genel müdürlüğü ve şube müdürlüklerince denetim ve takibi sağlanacak olan, Ürün Takip ve Doğrulama Sisteminin; Öncelikli faydalarının başında, Tüketici ve Hasta güvenliği gelmektedir. Piyasaya giren tüm ürünlerin kontrolü ve denetimi ile kaçak, kalitesiz ve güvenilir olmayan ürünlerin tedavülden kaldırılması için çok önemli rol oynamaktadır. Hatalı, sahte veya bozulmuş ürünün tüketici veya hastaya ulaşmadan önce dolaşımdan kaldırılması hedeflenmektedir. Etkin bir denetim sonucunda yapılan kontroller sayesinde tüketicinin ve hastanın güvenliği sağlanacaktır. ÜTS sayesinde ürünün nereden temin edildiği ve ürün hakkında temel bilgilere erişim sağlanabilecektir. Tüketici veya hasta tarafından gelecek geri bildirimler ile sorunlar anlık olarak tespit edilebilecek ve sistem sayesinde Sağlık Bakanlığı ve ilgili kuruluşlar kısa ve uzun vadeli planlamaları kolaylıkla yapılabilecektir. Bu proje sağlık politikalarının belirlenmesinde de önemli bir rol oynayacaktır.  Ürünlerin ülke ekonomisine katkısı da ayrı ayrı ölçülebilmektedir.

Türk Üçgeni; Kuvayi Milliye Ruhu!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti,, kurulduğu tarihten itibaren, küresel güçler ve  içimizdeki işbirlikçiler, devletin tüm   yönetim ve kontrol mekanizmasında etkin olduklarına şahit olmaktayız.  Türkiye Cumhuriyeti devleti, milleti ile bütünleşme ve kalkınma hamlelerine giriştiği dönemlerde ise mutlaka bir darbe veya muhtıra karşımıza çıkmaktadır! Türkler tarih sahnesine tekrardan büyük bir oyuncu olarak çıkmaması planlanıyordu! Türklerin tarih sahnesine yeniden çıkmaları,  tüm mazlum coğrafyada Adalet, Hakkaniyet ve Kadim medeniyet olarak karşılık buluyordu!  Bu kadim medeniyet,  kültürel ve gönül coğrafyasındaki bağlarının da koparılması gerekiyordu. Yaşadıklarımız tüm bunların haberciliğinden başkaca bir şey değildir!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milletini, geçmişte darbelerle durdurmayı ve yönetimde söz sahibi olmayı hedefleyen, küresel güçler ve işbirlikçiler, 15 Temmuz tarihinde,  bu ülkede inkıtalara, darbelere ve post modern darbeler tarihine,  bir son nokta koymayı da planlıyordu! Yani Türkiye ve Türkleri,  bu defa tamamen teslim almayı hesap etmişlerdi! Hesaplarında olmayan şey, bu milletin tarihinden gelen, bağımsızlık ve istiklaline olan aşkı ve bu aşkına erişebilmek için de her türlü sıkıntılara göğüs gerebilecek bir ruh ve yapıda olmasıdır! 15 Temmuz tarihinde,  bu devlet ve milletin küresel güçlere teslimiyetini  beceremeyenler, sınırlarımızda terör örgütleri üzerinden hain emellerine erişebilmek için halen bu saldırılarına ve planlarına da devam etmekteler! Duracaklar mı? Hayır?  Gelmeye ve artarak gelmeye de devam edecekler! Ne zamana kadar? Bu asil milletin, Birinci dünya savaşı akabinde ki anlaşma maddeleri dikkate alınarak, ülkenin her bir karesi de işgal edilmeye kalkışıldığında, bağımsızlık ve istiklalini elde etmek,  yeniden bir devlet kurmak için tüm vatandaşlarımızla birlikte ki seferberlik ve savunma ruhu olan;  Kuvayi Milliye ruhu canlanıp harekete geçene kadar!

Birinci dünya Savaşı yılları ve savaşın akabinde ki anlaşmanın bir maddesine kabaca bir bakalım.  1918 yılı sonlarına doğru ittifak devletlerinin savaşı kazanma umutları kalmamıştı. Almanya 3 Ekim 1918’de ateşkes önerisinde bulunmuştur! Yapılan görüşmeler sonunda Agamemnon zırhlısında, 30 Ekim 1918 günü Mondros ateşkes antlaşması imzalandı. 31 Ekim günü yürürlüğe giren ve 25 maddeden oluşan, 7. maddesi ile bir tehdit karşısında, Osmanlı topraklarındaki stratejik noktaları işgal etme hakkının İtilaf devletlerine verilmesiydi. Bu durum Osmanlı devletinin daha barış antlaşması bile beklenilmeden anlaşma devletlerince parçalanıp paylaşılacağının da bir göstergesi olmuştur. Türk devletini ve milletini, tarih sahnesinden silmeyi ve parçalamayı planladıkları  7. Madde;  İtilaf devletleri güvenliklerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkarsa, herhangi bir stratejik noktayı işgal edebileceklerdir.

Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra, İtilaf devletleri 7. Maddeye dayanarak yurdumuzu işgal etmeyi, Türk milletini ortadan kaldırmayı ve Türk vatanını paylaşmaya da kararlı olduklarını göstermişlerdir. Diğer yandan ateşkes hükümleri gereği, Osmanlı ordusu terhis edilmiş ve ülkede işgallere karşı koyacak düzenli askeri birlikler de kalmamıştır!  Türk vatanı işgal edilmiş, Türk milletinin can, mal ve namus güvenliği de kalmamıştır! Türk milletinin hayat ve hakimiyet hakları da yok sayılmış! Bunun üzerine savunmasız kalan Türk milleti her türlü imkansızlığa rağmen, bağımsızlık ve istiklali için harekete geçmiştir. Türkler bulundukları yerleri savunmak ve buraların da Türk yurdu olduğunu kanıtlamak amacıyla, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve Kuvayi Milliye birliklerini kurmuşlardır. Türk milletinin bağımsız yaşama isteğinin ve vatanseverlik duygusunun eseri olarak ortaya çıkan bu direniş azmine “Kuvayi Milliye Ruhu” adı verilmiştir. Milletimizin bağımsızlığını yeniden kazanmak için giriştiği silahlı mücadeleye de “Kuvayi Milliye Hareketi” olarak isimlendirilmektedir.

Dün yaşanmış olanların, bugün yaşadıklarımız ve halen de yaşananlardan bir farkı var mıdır? Sınırlarımızda küresel güçler tarafından kurulan ve desteklenen terör örgütleri neyin peşindeler?  Türk yurdu yüz sene önce olduğu gibi her bir koldan küresel taşeronlar tarafından saldırı halindedir!   Yedi düvel, vekalet orduları üzerinden,  yedi cepheden saldırıya geçmiştir. Türk milleti fert fert ne yapması gerekiyor sorusuna verilmesi gereken cevabı bir siyasi partimizin lideri sarih bir şekilde açıklamaktadır!  MHP Lideri Devlet Bahçeli’ye “Sizi siyasete sokan şey nedir” şeklinde soru yönelten bir gazeteciye; “Kuvayi Milliye Ruhu” demiştir. Kuvayi Milliye;  Devleti ve milleti yok etmeye, işgale ve parçalamaya yönelik bir saldırı sırasında mücadele için kurulmuştur. Biliyor musunuz? MHP Lideri Bahçeli;  Milletvekili olduğu tarihten itibaren, Devletten hiç maaş almıyor, hepsini de hayır kurumlarına bağışlamaktadır!

 

Millet Olmak ve Milli Birlik!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti,  Yedi düvelin dünya halklarından derleme, toplama, kim olduklarını bilmeyen, neden buralarda bulundukları ve ne için savaştıklarını da anlamayan orduları ile Osmanlı İmparatorluğunu bölmek ve parçalanmak için kapılarına dayandığı karanlık günlerde;  İstiklal ve bağımsızlığına âşık, tüm farklılıkları ile bir ve beraber olmuş, bu topraklarda yaşayan ve kendisini de Türk olarak kabul eden, Anadolu coğrafyasının her bir karesini de şehit kanları sulamış, asil bir milletin evlatları tarafından kurulmuştur.  Anadolu coğrafyası küresel güçlerin bin yıllardır hesap ve planlarının olduğu bir kara parçasıdır. Bu topraklarda bin yıllardır yaşamakta olan asil milletin evlatları da coğrafyadan kaynaklı bu zorluk ve sıkıntıların bilincinde ve idrakindedir. Millet olmak böyle bir idrake sahip olmayı ve tarihe serüveni de gerektirir. Millet olmak derleme ve toplama ortak kültürel bağları olmayan bireylerden meydana gelemez!  Millet olmanın çok ağır yükümlülükleri ve sorumlukları da vardır! Millet olmak başkaca bir anlam ve süreçleri de gerektirir! Türk milleti millet olabilmenin gerektirdiği tüm aşamalar ve kurallara da haizdir!

Millet nedir? Millet kimlere denir? Bir araya gelmiş her bir insan topluluğunu millet olarak kabul edebilir miyiz? Millet kavramını kabaca incelemeye çalışalım; Ortak bir kültür çerçevesinde bütünleşmiş ve tarih bilincine sahip en büyük insan topluluğudur. İnsanlar, benzer özellikleri nedeniyle ortak sosyal, siyasi ve iktisadi işleyişler içinde uzun tarihi süreçler boyunca birlikte yaşamayı tercih etmekte ve aktarılan miras sonucu millet olgusu ortaya çıkmaktadır. Milleti meydana getiren en önemli unsur, tarihi bir süreç içinde kültür veya birlikte yaşama şeklinde ortaya çıkan ortak bir iradenin varlığıdır. Burada söz konusu edilen ortak kültür, birlikte yaşama iradesi ve ortak tarih gibi unsurlar, esasen karşılıklı bir etkileşim içinde bulunmayı da gerektirmektedir.

Millet olabilmenin yeter ve gerek şartları nedir diye şöyle bir baktığımızda, karşımıza bazı kural ve kaideler çıkmaktadır. Bir topluluğun ‘millet / ulus’ olarak adlandırılabilmesi için;  Toplulukta ortak bir dilin konuşulması!  Topluluğun tarihsel geçmişe sahip olması!  Şimdi bir arada yaşayan bu topluluğun, gelecek için de bir arada yaşama inancında olması! Topluluktaki bireylerin birlik ve beraberlik içinde, ortak duyguları paylaşması! Toplulukta kültürel ortaklık bulunması gibi bazı kural, kaide ve yazılı olmayan gerek şartları da bulunmaktadır.

Millet kavramını kabaca  değerlendirdikten sonra, milli birlik ve beraberlik ne demektir?  Bir toplulukta milli birlik oluşmadığı takdirde nelerle karşılaşabilecektir? Milli Birlik; bir Milletin bütün olması, bu bütünlük içinde ayırıcı ve bölücü unsurlara asla yer verilmemesi demektir! Bir milletinin en değerli varlığı budur! Bu varlığını kaybeden milletler payidar olamazlar!  Bir milletin yaşaması, yücelmesi, gelişmesi, kalkınması söz konusu ettiğimiz bu milli birliğe bağlıdır. Bir millet, Milli birliğini sağladığı, koruduğu ve geliştirdiği ölçüde sonsuza kadar devam edecektir.  Aksi halde tarih sahnesinde silinecek,  Dünya coğrafyasındaki milletler çöplüğü ve tarihin tozlu sayfalarında yerini alacaktır!

Üzerinde yaşamakta olduğumuz, Anadolu coğrafyasının çetin, zorlu ve bir o kadar da ağır bedeli ve sonuçları olduğunu ifade etmeye çalışmıştık.  Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve bu asil milletin her bir ferdi yaşadığı coğrafyadan kaynaklı bu sorumluluklarının idraki ve bedelinin de bilincine sahiptir!   Türk milletinin küresel güçler ve taşeronları tarafından hedefte olması tesadüfî olabilir mi?  Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve asil milletimizin içeriden ve dışarıdan ihanet kuşatması, saldırıları yeni değildir ve halen sınırlarımızda yaşamakta olduğumuz kuşatma, çevreleme operasyonları ile de son olmayacaktır!

15 Temmuz tarihinde millet olarak yaşadığımız, öncelikle bir darbe teşebbüsü, yedi düvel ile tarihi bir hesaplaşma ve işbirlikçileri tarafından ağababalarına bu mübarek toprakların kontrol ve denetiminin de hediye olarak takdim edilmeye çalışıldığı, insanlık tarihi açısından da tarifi olmayan bir ihanet kalkışmasıdır! Devlet ve millet olarak, Milli bir mutabakatın ve Milli birliğin varlığının elzem ve şart olduğu günlerde bulunuyoruz!  Seksen milyon olarak, Bir birimize düşersek, ya bizi bu vatandan söküp atacaklar, ya da bu topraklara bizi gömüp üzerimizden hedeflerine erişecekler! Hangisi! Karar bizimdir! Karar, seksen milyon bu asil milletin her bir ferdine aittir!  Çünkü Millet olarak gidecek başka bir kara parçamız, yerimiz, sığınacak başka bir yurdumuz yoktur! Millet olarak bin yıllardır yaşamakta olduğumuz Anadolu coğrafyasında birlikte yaşayacağız. Milli kimlik ve milli birliğimizi kaybedersek; Bu sınırlar dâhilinde devletimizin ve milletimizin bugünkü haliyle yaşaması da zorlaşmaktadır!

Yedi düvel,  vekalet orduları üzerinden kumpas kuruyor ve toptan olarak üzerimize gelmektedir! Gelsinler! Geldikleri gibi de giderler, gidecekler de!   Yüz sene önce gelip ve gitmek zorunda kaldıkları gibi! Yeter ki; Seksen milyonun her bir ferdi ile saflarımızı sıkılaştıralım,  bir ve beraber olalım, iri olalım, diri olalım, kardeş olalım ve hep birlikte Türkiye olalım!  Öleceksek de bin yıllardır yaşadığımız ve her bir karesini şehit kanları ile suladığımız Anadolu toprakların da,  ADAM gibi ÖLMEYİ göze alalım!

 

TÜRKİYE Tarihi Kodlarına Dönerken!

Türkler, Dünya insanlık tarihinin olmaz ise olmazlarındandır!  Türkler, 2150 yıllık devlet tecrübesi ile dünya devletleri ve milletlerine de örneklik ve önderlik teşkil etmişlerdir.  Türkler,  devlet tecrübesi ile gittikleri her yere sadece ‘Adaleti ve Hakkaniyeti’ götürmüşler, bu değerlerin de tüm insanlık için e tüm temsilcisi ve taşıyıcısı olmuşlardır.  Dünya tarihi de Türklerin bu değerlerdeki örneklik ve nişaneleri ile doludur. Dünya tarihinden Türkleri çıkarırsanız geriye de zaten hiçbir şey kalmayacaktır!

Türkiye Cumhuriyetinin kurulması akabinde,  küresel güçler ve içerideki işbirlikçileri maharetiyle, devlet yönetiminin her bir kademesinde söz sahibi olmuşlardır.  Devlet, milleti ile bütünleşmeye ve kalkınma hamlelerini geliştirmeye başladığı dönemlerde ise bir darbe veya muhtıra ile küresel güçler bu hamleleri durdurmak veya engellemenin yollarını aramışlar, her on yılda bir başarmaları ile de inkıtalar, duraksamalar gündeme gelmiştir.  Neden? Dünya’da söz sahibi ve güçlü bir Türkler ve Türkiye kurulmasın! Dünyaya yeniden, Adalet ve Hakkaniyet dağıtmasın! Mazlum milletlere de önderlik ve rehberlik edemesin!

15 Temmuz hain darbe ve işgal gecesi, küresel güçlere, bu asil milleti ve devletini tamamen teslim etmeyi planlayan işbirlikçiler, hiç hesap etmedikleri yani ‘vatandaşlarımızın İman GÜCÜ’ ile karşı karşıya kaldılar.  1071 Malazgirt, 1453 İstanbul’un fethi, Kurtuluş savaşı ve Çanakkale’deki  ‘Milli Birlik ruh’ yeniden temayüz etmişti! Yüz yıllardır işbirlikçiler maharetiyle yönettikleri devleti, 15 Temmuz tarihinde tamamen teslim almayı hesaplamışlardı! 15 Temmuz tarihinden bu günlere, devlet kademesinin her bir kılcalında ki küresel güçlerin eli ve ayağı konumunda bulunan içimizdeki işbirlikçiler, tespit edilmiş ve görevlerine de son verilmiştir.  Devlet milleti ile buluşuyor, zıtlar kavgaları bir kenara bırakıyor, bütünleşiyor ve Türkiye artık güçleniyordu! Çünkü bu devlet kurulurken,  zıtlar arasında sadece çatışma ve kavgalar hesap edilmişti! Devlet ve Millet birlikteliği hesap ve planlarında hiçbir zaman da görünmüyordu! Korktukları ve uykularının kaçmasına da sebebiyet veren  içerideki bu birlikteliktir!

15 Temmuz tarihinden önce,  1200 kilometrelik sınırlarımızda, terör örgütleri önderliğinde kukla devletçikler kurmayı hesap eden küresel güçler, önce Fırat Kalkanı ve bu günlerde Zeytin Dalı operasyonları ile bertaraf edilmektedir. Daha önceleri bu asil millet ve devletinin aldığı her bir nefesten anında haberdar olan küresel güçler, içimizdeki işbirlikçilerin temizlenmesi akabinde şaşırıp kalmışlardır.  Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ne yapacağını bilemeyen ve içeriden de bilgi alamayan küresel güçler,  sesleri çok çıkmakta ve çok bağırmaktalar!  Neden?

Türkiye Cumhuriyeti Devletine, devletin ve milletinin savunması için bir adet mermiyi dahi çok gören güçler, terör örgütlerine tır dolusu modern silahları vermekten hiçbir zaman çekinmemişlerdir! Bu aziz devlet,  her bir savunma silahlarını da artık kendisi geliştirmekte, üretmekte ve sınırlarımızdaki vekalet – vesayet terör örgütlerine karşı da bekası ve birliği adına kullanmaktadır.  Bölgemizde,  Türkiye olmadan bir plan ve hesap yapılamaz!  Bölgemizde, Türkiye’nin izni olmadan bir harita çizimi de olamaz! Bölgemizde, Türkiye olmadan,  yeni kurulmakta olan Dünya düzeni de gerçekleştirilemez! Bu gerçeği, anlamak ve görmek istemeyen tüm küresel güçler ve işbirlikçilerine bir kez daha buradan duyuralım!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ana muhalefeti, muhalefeti ve milleti ile birlikte,  15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasın akabinde, Yeni kapı ruhunda şahlanan devletimizin bekası ve milletimizin birliği adına,  bir ve beraber hareket etmektedir. Küresel güçler ve içimizdeki işbirlikçilerin anlamadığı ve algılayamadığı konu tam da burasıdır! Önceki yıllarda bu güçlerin ve zıtların kavgasından nemalananlar, devletimizi işbirlikçileri eliyle yönetenler,  ne yapacaklarını da bilememektedir!  Zıtların birlikteliğinin gücü veya diğer bir ifade ile devlet, millet, ana muhalefet ve muhalefetin bu asil milletin birliği ve devletimizin bekası adına, içeride şahlanan Türk üçgeni şaşırtmaktadır, korkutmaktadır tüm bu küresel güçler ve içimizdeki işbirlikçileri!

Toplu Vurdukça Sineler!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti,  1200 kilometrelik güney sınır bölgesinden gelebilecek her türlü silahlı tehdide karşılık, geçtiğimiz yıl Fırat Kalkanı ve bu günlerde de Zeytin Dalı operasyonunu başlatmıştır. Türkiye bu operasyonları neden yapıyor? Bir ülke askerlerini savaşa neden gönderir?  Güney sınır bölgesinden silahlı bir terör tehdidi ve yine bu bölgelerde, küresel güçler tarafından kullanışlı,  koridor ve kukla devletçikler kuma girişimlerine de DUR demek için bu harekatı başlatmıştır.  Yani devletimizin bekası, milletimizin birliğine ve bölgemizin de huzuruna yönelik bir tehdidi sadece bertaraf etme girişimleridir.

Türk milleti bir asırdan beridir savaş yüzü görmemiştir. Allah bu millete tabii ki savaşlar yaşatmasın ve göstermesin! Fakat bir milletin milli birlik ruhuna, milli bilince, tam ve kâmil manada kavuşabilmesi için böyle gün ve olaylar mutlaka yaşanmalıdır! Böyle günler millet olarak test edilme tarihleridir!  Bir milletin varlığı ve bekası adına,  birlik ve kenetlenme günleridir! Savaşları tasvip ettiğimiz, onayladığımız da anlaşılmasın! Bu asil milletin tek hedefi ülkesi ve bölgesinde sadece ve sadece birlik ve huzur içinde yaşamaktır. Bu asil Milet yeryüzünde hükümdar olduğu tüm bölgelere sadece Adaleti, barışı ve huzuru götürmüştür. Dünya tarihi bunların canlı örnekleri ile doludur. Bu asil millet ve devletinin hiç bir millet ve devletin bir karış toprağında kesinlikle gözü yoktur!

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin geçtiğimiz yıl yapmış olduğu Fırat Kalkanı ve şimdi başlattığı Zeytin Dalı Harekâtının Suriye devleti ve milletin zaviyesinden hedeflerine kabaca bir baktığımızda, karşımıza şu ilkeleri görmekteyiz! Suriye’nin egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne tüm dünya devletleri tarafından bağlılık ve saygı!  Suriye topraklarının herhangi bir parçasının pazarlık konusu yapılmaması! Suriye’nin hiç bir devlet ve terör örgütü tarafından iç işlerine müdahale edilmemesi! Suriye, BM sözleşmesi çerçevesinde dünyadaki ve bölgedeki rolüne yeniden kavuşması!  Suriye halkının demokratik süreçler ve seçimler yoluyla kendi geleceğini belirleme ve hiçbir dış müdahale olmaksızın kendi siyasi, ekonomik ve toplumsal düzenini tayin etme hakkına sahip olması!  Suriye’de Devletin ulusal birliği, toplumsal uzlaşmayı, sürdürülebilir ve dengeli kalkınmayı özerk makamların adil temsiliyle birlikte gerçekleştirmeye bağlı olduğu! Suriye halkına, ulusal kimliğe ve ülkenin tarihsel mirasına saygı, yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele, gelecek nesiller için ulusal mirasın ve çevrenin korunması, ilkeleri, idealleri ve hedeflerini şahit olmaktayız.

Afrin Zeytin dalı operasyonu hakkında,  kamuoyunda cılız da olsa aykırı ifade, sözlere ve paylaşımlara da şahit olmaktayız.  Türkiye gibi ülkelerde hain ve devletine ihanet edebilecek bireyleri çok kolay bir şekilde bulur ve üretebilirsiniz.  Neden ve nasıl olabilir? Bir kişi devletine ve milletine nasıl ihanet noktasında bulunabilir? 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi ve daha önceki darbeler dışarıdan birileri tarafından olmadığını, içimizdeki tipleri bizden, fakat çipleri dışarıda olanlar maharetiyle icra edildiğini de hepimiz biliyor ve hatırlıyoruz, değil mi? Herhangi bir Avrupa ülkesinde devleti ve milletine ihanet edeni çok zor bulabilirsiniz. Anadolu ve bu topraklar, Dünyanın kavşak ve merkez konumunda olmasından kaynaklı olarak elbette ki bir bedeli olacaktır. Bu asil millet yüz yıllardan beridir bu bedeli ödemektedir. Bu topaklarda yaşayan her bir Türk evladı bunun bilincinde ve idrakindedir! Devlet, Millet ve Milli bilinçte olmayan üç beş aklı evvelin bu konulardaki safsata paylaşımları da muhatabımız değildir. Dünyanın en asil milleti olan Türkler, ülkesinin ve bölgesinin selameti ve huzuru adına girişmiş olduğu bu askeri operasyonlara, top yekûn olarak,  80 milyon olarak bir bütün halinde her bir fert olarak askeri ve devletinin yanındadır.

Merhum, Milli şairimizin dizelerinde; Milli Birlik, Milli Ruh, Milli Bilinç, Milli Birlik, Zor ve sıkıntılı dönemlerde şahlanan Milli Mutabakatı, en güzel bir şekilde ifade ettiği gibi; Girmeden tefrika bir millete düşman giremez!  Toplu vurdukça yürekler, Sineler, ONU TOP SİNDİREMEZ!