İLETİŞİM bir ‘MESLEK’ değildir!..

Hafta sonu Konya SMMM Odası seçimli genel kuruluna iletişimci ve gazeteci olarak katıldım. Biz bu yazıyı kalem aldığımız ve gazete baskıya verildiği saatlerde seçim sonuçları daha açıklanmamıştı. Beş adayın yarıştığı Konya SMMM Oda başkanlık seçimlerinin öncelikle seçilen başkan ve yönetim ekibine, Konya Meslek Odasına, Oda meslek mensuplarına, şehrimize ve ülkemize hayırlara vesile olmasını dilerim.

Konya SMMM odası seçimli genel kurulunda,  beş aday ve diğer şehirlerden gelen misafir oda başkanları, TÜRMOB başkanı, siyasiler ve milletvekili,  genel kurula hitaben yapmış oldukları konuşmalarında,  meslek ve meslektaşlarının haklarını savunmaları ve diğer meslek gruplarının sahip olduğu yasal haklar çerçevesindeki tatlı rekabete dayalı ifade ve serzenişlerine de şahit oldum. Yani, diğer meslek grupları şu şu yasal hakları alabilirken, bizim meslek neden alamıyor ve meslektaşlarımız için de bu hakların mücadelesini verelim,  TBMM ve diğer siyaset düzeyinde çalışma ve lobi faaliyetlerine hız verelim şeklinde, devam edip gitti! Öncelikle bir İletişim mensubu ve gazeteci olarak meslek oda başkan adayları ve tarafların bu ifadelerinden memnun oldum ve gurur duydum!  Bir İletişim Uzmanı ve çalışan Gazeteci olarak da İletişim mesleğinin neden meslek tanımının olmadığına da gerçekten çok üzüldüm!

Peki, Meslek nedir? Yasal olarak Meslek tanımı nedir?  Bir işin Meslek olabilmesi için yasal düzenleme gerekli midir? Yasal düzenleme olmadığı zaman bir iş meslek olur mu?  Meslek, kişinin yaşamını sürdürmesi ve geçimini sağlaması için yaptığı sürekli bir iştir.  Meslek para kazanmanın ötesinde, kapasiteyi kullanma ve kendini gerçekleştirme yoludur. Ancak yapılan her iş, yasalarca meslek olarak kabul edilemez!  Bir uğraşın ve işin meslek özelliği taşıması için, yasal düzenlemesi, belli bir eğitimi, kuralları, statüsü ve kullandığı belli araç ve gereçleri olmalıdır.

Bu durumda meslek, İnsanlara yararlı mal ve hizmet üretmek, karşılığında para kazanmak için yapılan, belli bir eğitimle kazanılan, sistemli bilgi ve becerilere dayalı, kuralları yasalarla belirlenmiş etkinlikler bütünüdür.  Meslek,  İnsana toplum içinde belli bir yer sağlar, kişiye sorumluluk ve mesleki olgunluk yükler. Meslek odaları ise üye meslektaşların mesleki yolda yaptıkları işleri kolaylaştırmak, mesleğin menfaatlerini korumak ve ihtiyaçlarını karşılamayı, aynı mesleği yapan meslektaşlar arasında iletişim ve yardımlaşmayı amaçlar. Türkiye’de tüm meslek gruplarının bir odası vardır. Yasalara ve kanunlara göre hareket eder ve ona göre davranır. Odalar, tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarıdır. Şehrimizde  KONESOB Esnaf odaları bünyesinde  her meslek mensubunu temsil eden  seksen üzerinde ve Türkiye genelinde ise  Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonuna (TESK  ) bağlı dört bine yakın meslek odası bulunmaktadır!.

Yazımızın başlığına dönelim ve İLETİŞİM bir meslek midir, değil midir?  Hadi oradan İletişim diye bir meslek mi olurmuş?! İletişim öğrenmek için dört yıllık fakülte okumaya ne gerek var, dediğinizi de duyar gibiyim!  İletişim diye bir meslek için yasal düzenleme mi olur?!  İletişim
diye bir meslek mi olur ve böyle bir meslek tabii ki de yok ise,  elbette ki yasal olarak Meslek tanımının da yapılmasına hiç gerek yoktur! Böyle bir mantıkta bulunan tüm etkili ve
yetkililere de şu soruyu sormak gerekir! Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı
Hükümet sistemi ile birlikte Cumhurbaşkanlığı bünyesinde ”İletişim Başkanlığı”
neden kurulmuştur?!  Hem de İletişim Başkanının eski bir İletişim Fakültesi Dekanı olduğu bir ülkede!

Türkiye’de yetmişi aşkın İletişim fakültesinin tanıtım yazısında; Ulusal ve uluslararası bilim dünyası tarafından kabul gören kuramsal ve uygulamalı araştırmalar gerçekleştirmek, geleceğin iletişimcilerinin yetişmesine elverişli bilimsel bir ortam sunmak! İletişim mesleği ve sektörün ihtiyaç duyduğu, nitelikli, etik ve toplumsal değerlere bağlı mezunlar vermek, küresel rekabet ortamında iletişim mesleği ve sektörünün gereksinimlerine uygun vasıfları taşıyan, bilgiye kolay erişebilen, üretebilen ve paylaşabilen, yerinde ve doğru karar alma becerisine sahip İletişimci bireyler yetiştirmek temel misyonu, diyor!

Dedik ya, Türkiye’de sayısı 70 ‘i aşkın İletişim Fakültesi ve her sene On bin dolayında işsizler kervanına katılan dört yıllık eğitimli iletişim Fakültesi Mezunu bulunmaktadır! Halen yeni İletişim Fakülteleri açılmaya da devam ediyor ve binlerce yeni İletişim Fakülteleri mezunları da iş piyasasına umutsuz, mesleksiz ve sahipsiz bir şekilde salınıyor! Peki, neden?! Türkiye’deki İletişim fakültelerinin varlığı kırk yılı aşmasına rağmen mesleki olarak herhangi bir bakanlık, kamu kurum ve kuruluşlarınca muhatap alınmamaktadır! Acaba neden?!

 Ülkemizdeki tüm diğer fakülteler, çeşitli bakanlıklar,  kamu kurum ve kuruluşları ile ilişkilendirilmesine, kamusal statü verilen meslek odaları çevresinde toplanmasına ve mesleki yasal çerçeveleri çizilmesine rağmen, kurulduğu günden bu yana İletişim Fakülteleri ve mezunları da adeta yok sayılmakta ve görmezden gelinmektedir!  Neden?! İletişim Fakültesi Mezunları kamu nezdinde muhatap bulamadığı ve mesleki yasal çerçevesi de çizilmediği için özel sektörde mesleki olarak tanınması mümkün olmamaktadır! Genel kanı ve uygulama olan, İletişim Fakültesi mezunlarının kurumlar ya da firmaların girişlerindeki bakımlı ve güzel giyimli bay veya bayan Halkla İlişkiler elemanları hiç değildir! Bu şekilde düşünüldüğü için zaten İmam Hatip lisesi ve İlahiyat eğitim almış kişiler tüm kamu kurumlarındaki İletişim birimlerine müdür veya koordinatör olarak atanmaktadır! Bu belirsizlik, İletişim Fakültesi Mezunlarının haksızlığa uğraması ve mağdur edilmesi anlamına gelmektedir! İletişim Fakültesi Mezunlarının karşı karşıya kaldığı muhatapsızdık, mesleki  yasal tanımsızlık, yaşadıkları  istihdam sorunları ve iş piyasasındaki itilmişliği, kakılmışlığı  öncelikle  mesleki yasal düzenlemelerin yapılamamış olmasından kaynaklanmaktadır, diye düşünüyorum!.

Şimdi diyeceksiniz ki; Bu kadar Üniversite rektörü, yönetim kademesi,  yetmiş kadar İletişim fakültesi dekanı ve  fakülte yönetimleri,  İletişim fakültelerindeki binlerce  iletişim eğitimi veren  öğretim üyesi neler yapmaktadır?! İletişim Fakültelerinden mezun etmekte oldukları öğrenciler için yasal olarak bir İLETİŞİM MESLEK tanımı yapılmalıdır, şeklinde bir dertleri ve lobi faaliyetleri var mıdır? Tabii ki hiç sanmıyorum!  Eğer İletişim Fakültelerinin bulunduğu üniversitelerdeki üniversite rektörü,  üniversite yönetimleri ve iletişim öğretim üyelerinin böyle bir dert ve gayeleri olsa isi, kırk yıl önce kurulan İletişim fakülteleri ve İletişim mezunları için şimdiye kadar yasal bir MESLEK tanımı olması gerekirdi, şeklinde düşünüyorum!  

Kuzey Kıbrıs’ı Yok mu Sayalım?!

Yüz yıl önce yedi düvel, kimi Hindu kimi, yamyam ve kimi de ne bela oldukları belli olmayan sömürge ülkelerinden derleme ve toplama orduları ile emperyalist ve hegemonya hedef, çıkar ve planları doğrultusunda Çanakkale boğazına dayandılar! Dün, Türk Milleti yedi düvele karşı yediden yetmişe tek bir yürek olmuştur!

Akıl, gönül ve yüreklerde sadece Çanakkale vardır ve Çanakkale geçilmeyecektir! 18 Mart 1915 tarihinde yedi düvel ve tüm Dünya Çanakkale’nin Geçilemez olduğunu idrak etmiştir! Bugünün yedi düveli de Akdeniz, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs açıklarına elli beş ülkenin iki yüz kadar savaş gemisi ile dayanmıştır!

Milli şairimiz Mehmet Akif Çanakkale destanı şiirindeki dizelerinde;

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

….

Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvam-ı beşer,

Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer.

….

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;

Sade bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.

Peki, dün, yüz yıl önce Çanakkale’ye dayanan yedi düvel, bugün neler yapmaktadır? Boş mu durmaktadır? Tabii ki hayır! Dünün yedi düveli,  bugünün de Küresel ve emperyalist güçleri, yüz yıl öncesinden daha büyük iştah kabartan bölgemiz ve sınırlarımızdaki çıkarları için Akdeniz ve Doğu Akdeniz’e askeri yığınak yapmakta ve yüzlerce savaş gemisini de buralarda avlanmak için yüzdürmektedir!

Dedik ya; dünyanın en kaliteli balık(!) ve balinaları(!) Kıbrıs açıkları ve Doğu Akdeniz’de bulunuyor!  Tamam, anladık;  Tüm bunlar olurken Türk Devleti, neler yapmaktadır? Eli ve Aklı armut mu toplamaktadır! Tüm bu gelişmeleri güvertesinden sadece izlemekte midir? Ya da Türk Devleti ebed müddet devam ilke ve ülküsü,  Türk  Devletinin  bekası ve Türk  Milletinin de   birliği adına  herhangi bir stratejisi var mıdır?!

Kadim Türk Devlet Aklı tarihte bu kadar Türk Devletini neden yıkmış ve bir yenisini de  neden kurmuştur?! Yeni, bir Türk Devleti de artık kurulamayacağına göre! Ve son Türk Devleti de Türkiye Cumhuriyeti olduğuna göre! Tabii ki Kadim Türk Devlet Aklının derin bir stratejisi ve taktikleri de mutlaka olacaktır, diyorum!

Akdeniz’de on binlerce kilometre ötelerden elli beş ülkenin iki yüz kadar tam donanımlı savaş gemisi ile balina(!) avlanmak için gelen küresel ve emperyalist güçlere karşı; Türk Silahlı Kuvvetleri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile müşterek olarak icra ettiği Şehit Teğmen Caner Gönyeli Arama Kurtarma Davet Tatbikatı – 2019’nı başlatmıştır! Tatbikat ile Türkiye ve KKTC arama kurtarma teşkilatlarının karşılıklı uyumunu ve işlerliğini denemek, birlikte arama kurtarma harekâtı icra edebilme yeteneklerini geliştirmeyi amaçlamaktadır. Deniz Kuvvetleri, ihtiyaç duyulması halinde tatbikat faaliyetlerini, Akdeniz Kalkanı Harekâtı kapsamında bölgede harekât icra eden ve Kıbrıs çevresinde faaliyetlerine devam eden Fatih sondaj platformu ile Barbaros Hayrettin Paşa araştırma gemisine refakat eden fırkateyn, korvet, hücumbotlar ve deniz karakol uçakları ile destekleyecektir!

Doğu Akdeniz’de suların hayli ısınmasıyla birlikte Kıbrıs Türk Gücü, adada ve Doğu Akdeniz’deki varlığıyla büyük bir gövde gösterisi yapacak, Türkiye’nin bölgedeki hakları ve menfaatlerinin korunmasında göreve her an hazır olunduğu bir kez daha küresel ve emperyalist güçlere resmen hem ilan edecek hem de vurgulamaktadır!.

Kıbrıs; Türkiye için Akdeniz’de bir UÇAK GEMİSİ ve AVRASYA’YI AFRİKA’YA ve ORTA DOĞU’YU AVRUPA’YA bağlamaktadır! Akdeniz ve Kıbrıs beş yüz yıl önce Haçlı orduları tarafından geçilemediği gibi bugün de geçilemeyecek ve yine bir Türk gölü olarak kalacaktır!  Peki, Kıbrıs hangi tarihte ve hangi savaş sonucunda Türklerin hâkimiyetine geçmiştir? Kabaca incelemeye çalışalım! 27 Eylül 1538 tarihinde Barbaros Hayrettin Paşa komutasındaki Osmanlı donanması, Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanmasını Adriyatik Denizi’ndeki Preveze Kalesi önünde yendiği Deniz Savaşıdır!

Preveze Deniz Savaşı,  sonunda Akdeniz’deki askeri üstünlük Osmanlı İmparatorluğuna geçmiş! Preveze Deniz Zaferinden sonra Akdeniz,  bir Türk gölü haline de gelmiştir! Avrupa krallarının desteğindeki deniz korsanlığının önüne geçilip, deniz seyahati, ticareti ve sahildeki tüm halkın emniyet ve huzuru sağlanmıştır! Kuzey Afrika’daki İslâm devletleri, Avrupa devletlerinin tecavüzlerinden korunmuş, denizden hac yolu emniyet altına alınarak, hacılar, korsan taarruzundan emin olarak hac yapmaya başlamıştır!.

Milli şairimiz Mehmet Akif Çanakkale Destanı şiirinin son dizelerinde ise şunları ifade etmektedir;

…..

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler

Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;

Bu göğüslerse Huda’nın ebedî ser haddi;

“O benim sun’-i bediim, onu çiğnetme” dedi.

….

Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…

O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar,

Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilâl uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhidi…

Bedri’n aslanları ancak, bu kadar şanlı idi!.

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.

….

Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,

Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber!.

Siyasal Durumdan BİHABER Olmak!.

Türkiye gibi ülkelerde siyaset kurumu, iktidara taşınan siyasal parti ve lider, iktidara gelirken dünyanın ve özellikle de ülkenin içinde bulunduğu sosyal, siyasal ve ekonomik konjonktürel süreç çok önemlidir! Her konjonktür kendi siyasal düşünceyi ve partiyi iktidara taşımaktadır!

Aksi halde şu anda ülkemizdeki aktif halde bulunan yüze yakın siyasal partinden her birinin iktidar olması ya da iktidara alternatif olması beklenirdi! Türkiye’deki irili ufaklı bir o kadar
siyasal parti ve siyasetçi, sistem gereği sadece tanımlı görevlerini yapmaktadır! Yani devletine ve milletine dolaylı olarak hizmet etmektedir! Bazen bilinçli olarak bazen de farkında olmadan!

Kadim Türk Devlet Aklı ve Türk Devlet yönetim geleneği, dünyanın ve ülkenin içinde bulunduğu ve geçmekte olan çok ağır şartları da dikkate almak sureti ile Devletin bekası ve Milletin birliği, Türk Devleti ebed müddet devam ilke ve ülküsü çerçevesindeki bir siyasal partiyi, bir lideri ve siyasal kadroyu iktidara taşımaktadır, şeklinde düşünüyorum! Yani bu ülkedeki tüm siyasal süreç ve gelişmeler öylesine, sıradan ve spontane değildir! Arkasında çok büyük bir Kadim Türk Devlet Aklı, geleneği ve hafızası vardır!

Çok derinlemesine girmeden, siyasal hayatımıza kabaca bir bakalım! 1946 yılında çok partili hayata geçilmesi ile birlikte, CHP içinden yeni bir siyasal kadro çıkarılmakta, iktidara taşınmakta ve on yıl gibi bir süre bu ülkeye hizmet etmektedir! Akabinde 1960 askeri darbesi ile inkıtaa uğratılması ise bu ülkenin dünya sahnesine lider olarak bir daha çıkmaması için küresel ve emperyalist güçler tarafından duraklatma operasyonu! 1960 ve 1970 yılları arasındaki kaotik döneme hiç girmiyorum!

Türk Devleti, 1970 yılında on yıl önceki darbenin yaralarını daha sarmadan bir başka askeri muhtıra ile karşı karşıya kalmıştır! Neden ve neler oluyordu? 1970 ve 1980 arasındaki siyasi, ekonomik ve sosyal kaotik dönemi hatırlamak dahi istemiyorum! 1980’lerin sonlarına doğru yeni bir askeri darbe daha! 1960 ve 1980 arasında siyaset kurumuna üç askeri darbe! Ne ala memleket! İkinci Dünya savaşına katılmamış bir ülke, ikinci dünya savaşında neredeyse yerle yeksan olmuş ülkelerden ekonomik ve kalkınma olarak çok daha gerilere düşmüştür! Neden? 1983 ve 1993 arasında yeniden bir kalkınma ve şahlanış dönemi!

Akabinde ise 2002 yılına kadar yeniden siyasi, sosyal, ekonomik kriz ve kaotik dönem! Aman Allah’ım neydi o günler;  Her gün yeni bir faili meçhul ile uyanıyorduk! 2002 yılında AK Parti iktidarları ile sosyal, ekonomik ve siyasal olarak istikrarlı yeni bir dönem başlamıştır! Ülkede
olmaz ve yapılamaz denilen işler başarılmıştır! Bugün yeni bir siyasal ve ekonomik kriz yani yeni bir konjonktürel durum ile karşı karşıya bulunuyoruz! Yani siyasal olarak yeni bir dönemi ve yeni bir siyasal değişimi işaret eder gibi!

  • Peki, şimdi bunları neden yazıyorsun? Bu durumu nasıl okumalıyız? Bu durum bizlere ve ülkeye neleri öngörmektedir? Peki, Durum nedir? Durumsal farkındalık nedir? Durumsal farkındalık,  kişinin etrafındaki olayları, tehlikeli durumları ve potansiyel tehditlerin farkında olması ve bir yetenekten çok bir zihniyettir! Bir akıl yürütme süreci, bu sürecin ana unsurları, algılama, bilgi toplama ve sezgilerine güvenmektir!  Türkiye gibi ülkelerde siyaset kurumundaki gelişmelere sürekli olarak şaşırıyor ve sürprizler yaşıyoruz! Pek, neden?!  

Yaşadığımız hayatta çevrenizde olup bitenleri ve özellikle de siyaset kurumundaki değişim ve gelişmelerin ne kadar farkındayız? Vizyon, politika, strateji ve taktik geliştirebiliyor muyuz?  
Bir bilinmezden diğerine doğru sürekli bir devinim içindeyiz! Neden? “Nasıl göremedim ve nasıl fark edemedim” diye sorguluyoruz kendimizi!  Neden?

Oysa hayatımızda ve özellikle de siyaset kurumundaki her olay gelişini haber veriyor ve “Dikkat” sinyal ve işaretleri de yanıp sönüyor! Gören gözlerle bakabildiğimizde, önümüzdeki sahne netleşiyor ve anlama, anlamlandırma, yorumlama ve algılama süreçleri de artık başlamış oluyor! Fakat çoğunlukla çevremizdeki tüm gelişmeleri, olayları ve olguları göremiyor ve fark edemiyoruz! Eğer bunlardan habersiz bir konumda bulunuyorsak, hayatımız durgun bir sudaki saman çöpü gibi çevresel etkilere tabi ve sürüklenip gidiyoruz demektir!

Ramazan ayının son günlerine doğru, bu şehrin yetiştirmiş olduğu siyasi birey, şehrimizde kendisini seven bir dostluk grubu tarafından tertip edilen iftar programına katıldı! Programda eski siyasetçi ve iş dünyasından davetliler de bulunuyordu! Programa katılan siyasi birey,  burada ve daha önceki konuşmalarında; ”Yeni bir Hal ve Yeni bir Vizyon ihtiyacı var” ifadeleri çerçevesinde, ülkemizde ve şehirde yeni bir siyasal parti mi kuruluyor iddiaları ve dedikodusu da yayılmaya başlamış oldu!

  • 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreç ile başlayan Anayasa değişikliği ve Cumhurbaşkanlığı Hükumet sistemi ile birlikte böyle bir girişim ve çalışmaların akamete uğrayacağını düşünüyorum!
  • Türk Devleti ve Kadim Türk Devlet Aklı, eski Türk Devleti değildir! Sistem kendisini tamamen korumaya almıştır! Sistem daha önceden kendisini güçler ayrılığının vermiş olduğu açıklardan kaynaklı olarak yeni bir siyasi açılım, girişim ve oluşumlara imkan verebiliyordu!

Fakat Cumhurbaşkanlığı Hükumet sistemi tamamen güçlerin birlikteliği ve iki partili bir siyasal sistemi ve daha güçlü bir hükumet etme modelini dayatmaktadır! Bu ve benzeri girişim ve çalışmalar, 2002 yılının son demlerinde DSP iktidarı koalisyon ortaklarını da erken seçim ile tarihe gömen, o dönemde kurulmaya çalışılan ve bir tanesi de hayata geçen siyasal parti gibi Türk Devlet Aklınca kendilerine tanımlanan görevlerini sadece yapar ve siyasal tarihimizin tozlu raflardaki yerini alacaktır, diyorum!  

Kadim Türk Devlet Aklı ve Lideri, ” oyun kurucu, oyun ve tezgah bozucu ve  aynı zamanda da dönüştürücü, yapıcı, onarıcı ve çözüm bulucu ”  özellikleri ile Türk Devleti ebed müddet devam ilkesi çerçevesinde her daim canlı ve diri bir şekilde ayaktadır, şeklinde düşünüyorum!

Ramazan, Tefekkür ve Paylaşma Ayıdır!.

Ramazan ve Kuran ayı,  başı rahmet, ortası mağfiret ve sonu da iman ehli için cehennem azabından kurtuluştur! Tüm inanan ve Müminler olarak, Rahmet, Mağfiret ve Cehennem azabından kurtulanlardan olabilmek dileklerimle! Müminler olarak böyle iman eder ve böylece de amel ederiz!  Ramazan ayı Kuran, tefekkür ve paylaşma ayıdır!   Yani hayatımızın her anında Kuran ile yaşamayı ve Kur’ani bir Tefekkür halinde olmamızı da gerektirir! Aksi halde dünya hayatı insan için sadece bir yarıştan ibarettir; Mal biriktirme, yığma ve sayma yarışı!  Ramazan ve Kuran ayında, Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah; tutmuş olduğumuz oruçları,  kılmış olduğumuz teravihleri, Kur’an tilavetlerini, tüm ibadetleri, sadaka ve fitrelerimizi kabul eylesin. Yüce Allah; Ramazan ayının manevi havasından ziyadesi ile istifade ettiği kullarından olmayı cümlemize nasip eylesin. 

Peki, Ramazan nedir? Ramazan, Müslümanlar arasında paylaşmanın, sevginin, huzurun, birlik ve beraberliğin tesisine imkân vermesidir. Dünyada yaşanan kaos, insanların umutlarını tüketmektedir! Şiddet, terör, ülkelerin işgali, insanoğlunun acımasızlığı, sosyal dengenin alt üst olması, maddi değerlerin ön plana çıkması ve hazzın en üstte oturması, insanların geleceğe dair umudunu bitiriyor!  Ramazan sadece bir oruç zamanı değildir! Ramazan sadece aç kalmak da değildir! Ramazan, sadece ibadet mevsimi de değildir. Ramazan, aslında kendimize dönme, kendimizi ve çevremizi fark etme, Yüce Allah’ın lütfü ve inayeti karşısında insanın aciz olduğunun farkında olmaktır!

Peki, Ramazan Tefekkür ayıdır dedik! Nedir tefekkür? Tefekkür kulun, Hayret makamında olması demektir!  Kulun bilmediği yahut aklının kavrayamadığı ilâhî sır ve hikmetler karşısında şaşırıp kalması ve manen istiğrak haline bürünmesidir. İbret nazarıyla baktığımızda; insanın yaratılış safhaları, vücudumuzdaki muhteşem sistemler; çevremizdeki bitkiler, hayvanlar, yeryüzü, gökyüzü, atmosfer, bunlarla temin edilen, son derece hassas çevre dengesi! Güneş, Ay, galaksiler, trilyonlarca yıldızın idrak sınırlarımızı zorlayan mesafeleri, hacim ve sirkülasyonu! Bütün bir kâinat, onları yoktan var eden Yüce Allah’ın sonsuz hikmet, ilim, kudret ve azametini haykıran eserler ve deliller, yani fiilî ayetleri an be an tefekkür halinde olabilmektir!

Ramazan ayının çok önemli bir özelliği, dostlar ve kurumlar arasında ki iftar ve sahur ikramlarıdır. Aynı gün birden fazla iftar ve sahur davetlerinin olması ve dostların birbirlerine nazlandıklarına da şahit olmaktayız. Yılın 365 günü,  Allah rızası için, paylaşım, yardım, hediyeleşmek  ve ikramlarda bulunan tüm kişi ve kurumlarımızı tebrik ederim!  Mübarek Ramazan ayında,  sadece ALLAH RIZASINI kazanmak yarışına katılan kişi ve kurumlarımızın yapmış oldukları tüm ikram ve yardımları da Allah dergâhı izzetinde kabul eylesin!

Ramazan son günleri cehennemden kurtuluş ve Cennet Beratını da alanlardan olabilmek ümidiyle! Bugün Arefe!  Bayramdan önce ki güne verilen mübarek bir isimdir. Bu gün özellikle Bayram günü, eş ve dost ziyaretlerinde yapılacak olan ikramlar için alışverişler yapılır! Bu günün en büyük özelliği, çocuklar ve gençlerimiz için manidar olan ve unutulmaya da yüz tutmakta ki;  gelenek haline gelmiş bulunan, Kabir ziyaretleridir. Ahrete intikal etmiş olan, Anne, baba ve tüm akraba-ü taallukatımız için Dualar edilir! Sonsuz Kudret Sahibi Allah’a, Ramazan ve Kuran ayı hürmetine, günahlarımızın AF ve Mağfiret olanlardan olabilmek için yalvarılır, yakarılır ve nazlanılır! Dünya hayatının geçici olduğu, her yaşayan gibi bizlerin de bu fani hayatı bir gün terk edeceği tefekkürü ile bireysel olarak dersler çıkarılmaya çalışılır. İnsan için Dünya hayatındaki her şey ama her şey sadece bir uyanma, bir akletme,  bir tefekkür ve bir tezekkür vesilesi olduğunu da unutmamak gerekir!.

Bu Ramazan ve her Ramazanı,  son Ramazan ve Kuran ayımız olduğunu idrak edebilmeyi!.  Ramazan ayını her bir manası ile de huzur ve huşu içinde idrak ettiği, rahmetinden ve bereketinden ziyadesi ile müstefit olduğu kullarından eylemesini Yüce Allah’tan dilerim. Daha nice Ramazan ve Kuran aylarına da Sağlıklı bir şekilde erişebilmeyi nasip eylemesini! Ramazan Bayramımız Mübarek olsun!. Hayırlı, Bereketli, Sağlıklı ve sevdiklerimizle birlikte Huzurlu ve Mutlu Bayramlar geçirmeyi, Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’tan dilerim.

Kuzey Kıbrıs; Türkiye’nin Ulusal Güvenliğidir!.

Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ve çok partili hayata geçilmesi ile birlikte Atatürk’ün 1931 yılında ifade buyurduğu ‘Yurtta Sulh ve Cihanda Sulh’ ifadeleri siyasiler tarafından yanlış anlaşıldığı ve uygulamaya alındığını  düşünüyorum!. Neden diye bir soru yöneltecek olursak!  Sınır komşularımız ile tüm sorunlarda olduğu gibi özellikle de Kıbrıs konusu gündeme geldiği her dönemde Türk Devleti olarak bizim öyle bir sorunumuz yoktur şeklinde konuya  ‘kör ve sağır’ yaklaşılmıştır!

Pek, bu yaklaşım ve bakış açısı bir sorunu çözmek için doğru bir taktik midir? Sorunları örtmek ve yok saymak ile bitiyor mu? Sorunlar yüz yıllardır yerinde durmakta ve daha da büyümek sureti ile kaşımıza dağ gibi çözülemez bir boyutta gelmektedir! Kıbrıs meselesi de Türk Devleti ve Türk Milleti için bu sorunlardan bir tanesidir, şeklinde düşünüyorum! 

Kıbrıs’ın  coğrafi, stratejik, enerji kaynakları, enerji nakil hatları ve 65 ülkenin birlikte kalkınma  hamlesi olan ‘Bir Yol ve Kuşak projesi’ zaviyesinden  konumunu kabaca incelemeye çalışalım!. Doğu Akdeniz’in en büyük, Akdeniz’in ise üçüncü büyük adası Kıbrıs; Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır, Yunanistan ve Libya’nın ortasındadır. Kıbrıs, Avrupa haritasında gösterilmesine rağmen coğrafi olarak Orta Doğu’da kabul edilmektedir.  

Bunun yanında Asya, Afrika ve Avrupa’nın merkezi bir konumundadır!  Kıbrıs adasının konumu Anadolu ve Ortadoğu arasında bir durak noktası gibidir. Osmanlı Devleti’nin de adayı fetih nedeni bu gerekçeler olmuş, geçen gemilere korsanların verdiği zararlar üzerine Kıbrıs II. Selim döneminde 1571 tarihinde fethedilmiştir. Adanın bu merkezi konumundan ötürü İngiltere başta sömürge yollarının güvenliğini sağlamak amacıyla Kırım Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu ile yaptığı bir antlaşma ile 1878’den itibaren geçici olarak Kıbrıs’ın yönetimini devir almıştır. İngiltere bugün, Güney Kıbrıs Rum kesimi bölgesini adeta bir askeri uçak gemisi ve askeri üs olarak görmekte ve kullanmaktadır!

Kıbrıs, tarih boyunca Orta Doğuya açılmak isteyen küresel güçler ve emperyalist devletler için, vazgeçilmez stratejik, askeri ve ticari bir üs olarak görülmüştür. Kıbrıs, etrafını saran bölgelere “bölgesel ve stratejik güç” olma yolunda bir açılım sağlamaktadır! Coğrafi konumu göz önüne alınarak, İskenderun Körfezi’ne doğru uzanan ‘bir uçak gemisine’ benzetilen, her dönemde stratejik önem ve özelliğini korumaktadır.

Adayı elinde bulunduran bir güç, her zaman Türkiye’den Mısır’a, Lübnan’dan, İran’a kadar olan tüm bölgeyi kontrol etmektedir! Bugün için Kıbrıs adeta dünya hegemonya güç savaşı ve bilek güreşine sahne olmaktadır, diyebiliriz! Hatta Kıbrıs, dünya hegomanya güçleri için bir Varlık ve Yokluk meselesi, konumuna gelmiştir!

Türkiye Lozan antlaşması ile Kıbrıs’ta İngiliz yönetimini kabul ettikten sonra Kıbrıs ile ilgili herhangi bir politika üretememiştir. Bu dönemde Kıbrıs’ı adeta yok saymış,  siyasiler, Türk Devletinin Kıbrıs sorunu diye bir sorunumuzun olmadığını söyleyerek, “Kıbrıs meselesi diye bir mesele yoktur” demiştir. Büyük önder Atatürk; Kıbrıs, stratejik olarak ve Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından çok büyük bir önem taşımaktadır. Adadaki Türk varlığının korunması, Türkiye açısından hayati öneme sahiptir;  Kıbrıs kaybedilirse, Türkiye nefes alamaz hale gelecektir, şeklinde konuya yaklaşmaktadır!  

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, Kadim Türk Devlet Aklı,  Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve geçtiğimiz günlerde başlayan Pençe harekatlarını neden yapmaktadır?  Türk Devleti bu askeri harekatlarda tamamen Türk yapımı, yerli ve milli,  silah, mermi ve kısa, orta menzilli füzeleri de kullanmaktadır! Bu harekatlar ile Türk Devleti ve Kadim Türk Devlet Aklı, sınırlarımız boyunca küresel ve emperyalist güçler tarafından kurulmaya çalışılan kukla devletçiklere asla izin vermeyeceğini gövde gösterisi ile resmen ilan etmektedir!

Peki, Mayıs ayının ilk haftalarında, Akdeniz ve Doğu Ak denize sınırı dahi olmayan ve en az iki yüz adet savaş gemilerinin bu denizlerde  balina avlamakta olduğu bir dönemde!.  Türk Devletini çevreleyen ve üç denizde başlayan, 131 gemi, 57 uçak ve 33 helikopter katılımı ile başlatılan ve başarılı bir şekilde sonuçlanan ‘Deniz Kurdu Tatbikatına’ neler demeli? Daha önceki yıllarda siyasilerin bölgeye ve sınır komşularımız ile olan sorunlardaki yaklaşımı olan devlet olarak böyle bir sorunumuz yoktur şeklinde yaklaşan bir Türk Devleti yönetimi artık yoktur!

Kadim Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet gelenek, kültür ve hafızası canlı ve dik bir şekilde, Türk Devleti ebed müddet devam ülkü ve vizyonu çerçevesinde, varlık ve birliğimize yönelik,  içeride ve sınırlarımızdaki tüm tehdit, sıkıntı ve sorunlara karşı Beka zaviyesinden çok daha dikkatli ve teyakkuz halinde olmaya devam edecektir, diyorum!

Devlet Herkes ile Görüşür!

ABD’nin Dış İşleri eski Bakanı, halen ABD’nin dış politikası ve ulusal güvenlik politikalarına yön veren kişi olarak tarihe geçen ünlü stratejist Henry Kissenger şöyle der;  ABD, iki sebeple çok güçlüdür! 

Ülkesindeki Vatan hainlerini bulur ve öldürür! Diğer ülkelerdeki vatan hainlerini de bulur, ABD’nin ulusal hedef,  çıkar ve planları doğrultusunda kullanır! Neymiş efendim! ABD kendi
ülkesindeki vatan hainlerini bulur ve öldürürmüş! Peki,  aynı adamlar, bir başka devlet,  kendi ülkesine ihanet eden hainler için aynısını yapmaya kalktığı zaman ise devreye demokrasi ve insan haklarını sokarlar!

Başka ülkelerdeki kendi ülkesine ihanet eden hainlerini de bulur ve kendi çıkarları için kullanırlarmış! Bu ifadeler bizim gibi bir ülke için hiç de yabancı değil! Çünkü bu topraklarda kendi ülkesine ihanet ve hainlik edenler zaviyesinden bolca bulunmaktadır! Her zaman ve her dönemde olduğu gibi!  

Ünlü strateji ustası Henry Kisseger’in mezkûr ifadeleri, Cennet mekân Abdülhamit han ve Şerif Hüseyin kıssasını hatırlattı! Sultan II. Abdülhamit Han,  çabuk dolduruşa gelebilen mizacından dolayı Şerif Hüseyin’e itimat etmez ve Şerif ailesinin diğer fertleri olan Haydar ve Cafer paşalarla birlikte İstanbul’da göz önünde, kontrol ve denetim altında tutardı.

Daha sonra hangi sebeplerle olduğu bilinmeden, Hüseyin “Mekke Şerifi” yapılır! Hüseyin, savaşın Osmanlı aleyhine döndüğü günlerde saf değiştirir! İngiliz casusu Lawrence’, Şerif Hüseyin’i,  “Halife” ve “Arabistan İmparatoru” ilân edeceği şeklindeki vaatleri, dolduruşu ve gazlarına kapılarak İngilizlere yanaşır! Kendisine para, silah, cephane ve erzak verilip Osmanlı’ya karşı ayaklanması sağlanır!

Şerif Hüseyin, Osmanlının parçalanmasına, tüm Arap yarım adasının Osmanlı hâkimiyetinden çıkmasına ve yüz yıllardır bölgenin kan gölüne dönmesine de sebebiyet vermiştir!  Şerif Hüseyin ömrünün son demlerinde sürgünde bulunduğu Kıbrıs’ta;  ‘Ahhh, ben ne yaptım, ahhh, ben ne yaptım? Yaptığımın cezasını çekiyorum. Niye Osmanlı’ya ihanet ettik?’ şeklinde nedamette bulunur! Çünkü İngilizler kendisine kuracakları Arap devletlerinin kralı ve Müslümanların halifesi olacağını vaat etmişlerdir!  Ne kadar süslü ve tanıdık, değil mi?!

Peki, Devlet nedir? Devlet, belirli bir insan topluluğunun, belirli bir toprak parçası üzerinde egemenlik sağlamasıyla oluşan ve hukukî kişiliğe sahip devamlı bir teşkilât olarak tanımlanır.

Devlet herhangi bir örgüt değil, askeri, siyasi ve sosyal örgütlerin toplamının oluşturduğu bir teşkilattır. Devlet, ortaya çıktığı binlerce yıldan bu yana toplumda belirleyici bir otorite olmuştur.

Devlet olmak için;  Ülke denilen bir toprak parçasının olması, Toprak parçası üzerinde yaşayan bir insan topluluğunun olması, Toprak parçası üzerinde yaşayan insanların o toprak parçası üzerinde egemenliğinin olması.  Bu üç unsurun bir arada görülmediği toplumlar devlet sayılamaz;  Bölgemizdeki parça parça edilen ülke ve halklar gibi!

Devletin  olmadığı durumlarda neler ile karşılaşırız?! Devlet olmaz ise hayat nasıl şekillenir?  Devletin asli görevleri nelerdir, kabaca incelemeye çalışalım!   Devlet olmadığı zaman tam olarak kaos olur! İnsanlar düzenlenmeye, denetlenmeye ve yönetilmeye muhtaç olmuştur!

Devlet toplumsal bir varlıktır, Devleti toplumdan ve toplumu devletten ayrı düşünemeyiz; birbirlerini tamamlar! Devlet olmazsa bir arada yaşamak zorlaşır! Devlet ne için vardır? 

Devlet bireylerin organizasyonudur ve bireylerin de en önemli gereksinimi ’’güvenlik’’ yani mülkü ve canının korunmasıdır! Devlet kişiler arası güvenliği sağlar. İnsan doğumuyla korunaksız bir şekilde dünyaya gelir.  

İnsan yine yaşamda savunmasızlığı ile yer alır. Devletin, günümüzde asayiş, iç ve dış tehditlerden korunma, ekonomik yaptırım ve yükümlülükleri yerine getirme gibi birçok fonksiyonu vardır.  Genel anlamda devlet, vatandaşların refahı, huzuru ve güvenliği için vardır, diyebiliriz!   

Son günlerde, Devlet onunla oturur mu? Devlet bununla görüşür mü? Devletin şöyle ağırlığı olmalıdır! Yok, fendim, Devletin böyle ağırlığı olmalıdır!  Devlet dediğiniz kurumun bir duruşu olmalıdır, şeklinde uzayıp giden ifadeler ve tartışmalara şahit olmaktayız! Peki, neden?!

Beyler! Siyasetçi veya bir siyaset adamı ideolojik görüşü ve parti programı çerçevesinde karşıt bir ideolojik parti veya görüş ile oturmayabilir ve görüşmeyebilir! Normaldir! Adı üstünde siyaset ve siyasi görüş! Peki, Devlet dediğimiz kurum, böyle midir?  Şerif Hüseyin’i İstanbul’a göz önünde ve kontrol altında tutan öngörü ve  aklı nasıl okumalıyız?!

Daha sonra Şerif Hüseyin’i devletin kontrol ve denetiminden çıkaran, küresel güçlerin oyuncağı olmasına  ve Arap yarım adasının da parçalanmasına sebebiyet veren günlük ve kısa
vadeli   bakış açısına  neler  demeli?!  

Bugün, Akdeniz ve Doğu Akdeniz’de küresel ve emperyalist güçlerin yüzler ile ifade edebileceğimiz savaş gemilerinin balina avladığı bir dönemde! Hem de, yine aynı güçler
tarafından tüm sınırlarımız boyunca yüz yıl önce olduğu gibi kukla devletçikler kurmak için terör örgütlerine her türlü silah, lojistik ve eğitim desteklerini verdikleri bir dönemde! İçerideki siyaset ve iş dünyasına ise hiç değinmiyorum!

Devlet, Kadim Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet gelenek, kültür ve hafızası çerçevesinde, 2023 – 2053 ve 2071 vizyon ve ideali doğrultusunda, Türk Devletinin Devleti ebed müddet devam ülküsü zaviyesinden herkes ile oturur ve görüşür! Görüşmesinde de hiçbir sakınca olamaz ve olmamalıdır!

Aksi halde elin oğlu ve ABD’nin derin adamı Kissenger’ler gelir,  böyle adamları bulur, görüşür ve ulusal çıkarları çerçevesinde de sana karşı kullanır! Ne diyorsunuz?!

Para Nereye / Neden Kaçıyor?!.

İmamı Azam Ebu Hanife; Paranın nereden geldiğini öğrenmek isteyen, paranın nereye gittiğine ve nereye harcandığına baksın, buyurur!. Peki, ne demektir, paranın nereden geldiği ve nereye gittiği?! Birey ve Kul olarak tabii ki kazanç ve gelirlerimizin kaynağı, helal ve haramlık boyutunu sağlıklı bir şekilde değerlendirebilmek için kazanç ve gelirlerimiz olan paranın da nereye harcandığını sorgulamak gerekir? Bireysel huzur ve arınma için insanın bu sorgulama ve muhasebeyi yapması çok önemlidir! Peki, yapmadığımız takdirde neler olur? Tabii ki hiçbir şey olmaz! Bir hesap gününün olduğuna inanıyorsak!

Günümüzdeki insanlar, çok para kazanması ve çok da harcama yapmasına rağmen acaba neden mutsuz ve huzur, sükuna erişemiyor? Bugünün insanı, ya kendisi ile ya da çevresi ile sürekli olarak bir çatışma ve kavga halindedir! Neden acaba?! Kendisi ile barışık olmayan birey tabii ki çevresi ile de kavgalı olacaktır! Yani çok para kazanmak ve çok para harcamak ile huzur satın alınabilir mi? ! Veya şöyle sorabiliriz! A.V.M.lerde çok para ile huzur ve sükunet satılır mı?! Neden olmasın?! Belki bir tarihte o günleri de görebiliriz!

Peki, para ne demektir? Tarihçesi nedir? Parayı ilk kimler bulmuş ve kullanmıştır?! Milattan önce yedinci yüzyıla kadar insanlar ticarette değiş tokuş yaparlar ve değiş tokuş yaptıkları şeylerin arasında sığır, taş gibi taşınması zor olan şeyler de bulunuyordu! Lidyalılar milattan önce yedinci yüzyılda ticarette kullanılacak ve kolay taşınabilir bir değiş tokuş aracı olan parayı bulmuşlardır!

O zamanki paralara sikke adı verilmiştir. Para kelimesi, Türkçeye “parça, gümüş parçası” anlamındaki Farsça “pare”den geçmiştir. Bir toplumda değişim ve ödeme aracı olarak kullanılan, genel kabul gören, kendi dışındaki tüm ekonomik varlıkların değerini ölçmeye yarayan, devletçe bastırılan, üzerinde değeri yazılı olan kağıttan veya metalden ödeme aracına para denir. Para, statik değil, dinamik bir yapıya sahiptir. Para ile isteklerimizi gerçekleştirebilir ve ihtiyaçlarımızı da giderebiliriz!

Paranın bir değişim aracı olmasının yanında bazı para sahipleri ve devletler paranın bir başka yönünü daha sonraları keşfettiler! Peki, nedir? Para tarihin ilk başlarında bir değişim aracı olarak görülüyorken daha sonra bazı devletler ve küresel finans güçleri için, para aslında başkaca bir güç demektir! Çünkü para ile sadece ihtiyaç ve istekleri değil, insanları da satın alabilir, insanları köleleştirerek daha güçlü ve dünyaya korku veren devletler olabilirsiniz! Böylece para, güce ve iktidara erişmek ve ulaşmak için kullanılan bir araca dönüşmüştür!

Türkiye’de 1946 tarihindeki genel seçimler ile başlayan ekonomik kriz ve iktidar değişimleri de tamamen ekonomi ve paranın gücü ve manipülasyonu ile olmuştur! Dünyadaki kavganın sebebi de para ve paranın sağladığı hegemonya güç savaşı değil midir?! Bugün küresel güçler ve içerideki işbirlikçiler para ile üzerimize neden gelmektedir?! Dertleri ve hedefleri nedir?!

İmam Gazali asırlar önce kaleme aldığı şu satırlar çok dikkate değerdir! Paradan Para kazanmanın haram olmasının sebebi, onun insanları kazanç yollarından alıkoymasıdır. Parası olan şahıs sanayicilik, ticaret ve diğer para kazanma yollarının zorluğuna katlanmaya hiç yanaşmaz. Para sahipleri fabrika kurmaz ve ticaret yapmazsa işsizlik had safhaya ulaşır; insanların menfaatleri kesintiye uğrar.

Çünkü insanların yaşamlarının sorunsuz devamı için mesleklere, ticarete, sanayiye ve imara ihtiyaç vardır. Ne var ki sermaye ve paranın gücü bu uyarıları ciddiyetle ele alınmasına engel olmaktadır. Paranın bir mübadele aracı olarak kabul edilmesine rağmen paradan para kazanmanın daha çok itibar edilmesi 2007-2008 yılındaki ekonomik krize yol açmıştır!

Konunun uzmanları da her daim; “Ekonomi güvenliği, Ulusal güvenliktir” şeklinde vurgu ve açıklamalarda bulunmaktadır! Türkiye’nin ilk 500 Büyük Sanayi Kuruluşu sonuçları her yıl açıklandığında listedeki firmaların reel üretim dışı gelir dediğimiz FAİZ gelirleri yani paradan para kazanılması her daim ön sıralardadır! Acaba neden?!

Paranın bireysel ve kul olarak kaynağı ve nerelere harcandığı boyutunu kabaca değerlendirdikten sonra, bir de sanayici ve iş adamlarımız zaviyesinden bakmak gerektiğini düşünüyorum!

AK Parti iktidarları döneminde servetlerine pardon paralarına daha çok para ekleyenler bugün neler yapmaktadır? Ya da sorumuzu şu şekilde soralım! Türkiye ekonomisi ve paraya yön veren küresel sermayenin temsilcisi TÜSİAD ve onun da Anadolu’daki bayisi konumunda olan TOBB neler yapmaktadır? Her gün TÜSİAD ve TOBB üyesi devasa büyüklükteki bir iş adamının fabrikasını kapattığını ve paraları ile birlikte vatandaşlık aldığı bir başka ülkeye sığındığını pardon gittiğini duymaktayız!

Arkadaşlar! Sizler o götürmekte olduğunuz paraları nerede, nasıl ve ne zaman kazandınız? Bu ülkede ve bu ülke insanından kazandığınıza göre! Neden bu ülkeye yatırım yapmıyor, bu ülkenin kalkınması için risk almıyor ve bir başka ülkeye bu paralarınızı kaçırıyor pardon götürüyorsunuz?! Neden acaba?!

Peki, sorumuzu yeniden bir kez daha şöyle soralım! Gemiyi önce FARELER terk mi ediyor?! Farelerin terk ettiği gemiler batar mı?! Onlar geminin en küçük noktasına kadar her yerini bilir! Gemi neye dayanır? Onlar bilir! Delik nerede açıldı? Onlar bilir!. Kaç kuvvette rüzgâra kirişler dayanır? Onlar bilir!. Dalgaların şiddetine gemi dayanır mı? Onlar bilir!. Kaptan bu durumu kurtarabilir mi? Onlar bilir!. Gemide stres ne zaman yükselir? Onlar bilir!. Gemideki her şeyi ilk önce onlar duyar! Peki, birlikte yola çıktığı, birlikte yol aldığı ve birlikte de çok paralar kazandığı kişinin zor duruma düşeceğini anladığı anda onun yanından ilk önce hayırsız, satılık, işbirlikçi, kaypak ve nankör olanlar mı uzaklaşmaktadır?! Bugünleri ifade eder gibi! Ne buyurdunuz?!

Peki, tüm bunlar oluyorken, Türk Devleti ve Türk Milleti adına olumsuz olarak gördüğümüz ve değerlendirdiğimiz tüm bu gelişmelere yönelik olarak, Kadim Türk Devlet Aklı neler yapmaktadır? Gemiyi fareler terk edebilir! Normaldir! Adı üstünde Fare! Fareler Gemi hakkında her şeyi de bilebilir! Fakat Kaptan ve Gemi sahiplerinin neler düşündüğünü de herhalde bilebilmesi mümkün değildir! Zaten, Geminin asıl ve asil sahipleri olan Türk Milleti buradadır! Hiçbir yere ve hiçbir zaman da gitmedi!

Kadim Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet Gelenek, Kültür ve Hafızası Anadolu’da bin yıldır canlı, onurlu ve dik bir şekilde ayaktadır! Yüz yıl önce aynı sorun ve sıkıntılar ile bu asil millet boğuşurken, Kurtuluş ve Bağımsızlık mücadelesi fitilini yakmak için Bandırma Vapuru ile Atatürk’ü Samsun’a çıkaran Kadim Türk Devlet Aklı, elbette ki bugün için de yeni bir çözüm, yeni bir taktik, yeni bir strateji üretmekte ve ya yeni bir yol bulacak, ya da yeni bir yol mutlaka açacaktır, şeklinde düşünüyorum!. Aksi halde Ya Beka, ya da BELA!. Ya Olacağız, Ya da Öleceğiz!.

Kapımızda Yeni bir Sykes – Picot!.

Türk Milleti Birinci Dünya Savaşı sonrasında kötüleşen koşullar içinde kurtuluş çareleri ararken büyük lider Mustafa Kemal Atatürk Samsun’dan başlamak sureti ile Anadolu halkı ile birlikte  “Kurtuluş” mücadelesi yolunu açmıştır!

Peki, 19 Mayıs ruhu nedir diye bir soru ile karşılaşacak olursak! 19 Mayıs ruhu; Türk Milletinin var ve yok olmak arasında yüz yüze kaldığı, çok büyük sıkıntıları bertaraf edebileceğinin göstergesidir!

Dünyadaki ezilmiş ve işgale uğramış milletlerin umudu! Zulme, eziyete, işgal ve istilaya başkaldırışın simgesi! İstiklal, istikbal, bağımsızlık ve özgürlüğe duyulan inancın gücü ve asla vazgeçilmezliğidir! Teslimiyetin ve mandacılığın reddi,  Türk milletinin şahlanışıdır!

Türk Milletinin, tarihten alınan ilham, geçmişe bağlılığın ve geleceğe olan umut, inanç ve sorumluluğunun doruk noktası ve milli onurun dirilişi! Türk Milletinin yeniden küllerinden doğuşunun başlangıcı ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasının da müjdecisidir.

Türk Milleti, 19 Mayıs 1919 Kurtuluş ve Bağımsızlık mücadele sürecine gelirken Birinci Dünya Savaşı şartlarında, Birleşik Krallık, Fransa ve Rusya arasında Sykes Picot anlaşması imzalanır!.

Birinci Dünya Savaşı sırasında, 16 Mayıs 1916 tarihinde İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve Türkiye’nin Orta Doğu topraklarının paylaşılmasını öngören gizli bir antlaşmadır. Sykes Picot’un uygulanmasını engelleyen şey ise Rusya’daki Bolşevik Devriminin başarıya ulaşması olmuştur.

25 Ekim 1917’de Rusya’da iktidarın Lenin önderliğindeki Bolşeviklerin eline geçmesiyle sonuçlanmasından yaklaşık bir ay sonra Sovyetler Birliği Dışişleri Halk Komiseri olan Lev Troçki, Sykes Picot Antlaşmasını İzvestiya Gazetesi’nde yayınlatarak, Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasına ilişkin bu gizli belgeyi tüm dünyaya duyurmuştur.

Peki, günümüze geldiğimizde neler olmaktadır? Bugün yaşadıklarımızın, yüz yıl öncekinden bir farkı var mıdır? Küresel ve emperyalist güçler bugün yine bir Sykes-Picot peşinde midir? Bugün Sykes- Picot anlaşması hangi bölgeler için planlanmaktadır? Bugün yeni bir Sykes – Picot anlaşması olmadığı için bölgemizdeki kaos artmakta mıdır?

Akdeniz, Doğu Akdeniz, Ege ve Kara denizdeki küresel ve emperyalist savaş gemileri neler yapmaktadır?  Sınırlarımızdaki terör örgütlerine verilmekte olan lojistik ve eğitim desteklerine neler demeli ve nasıl izah etmeliyiz?!  Küresel güçler, bölgemiz ve sınırlarımızda paylaşım adına yeniden anlaşabilmek için bilek güreşi mi girişmektedir? 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve hinterlandının önemi, bölgesindeki yer altı ve yer üstü zenginlikleri kadar, tarihi İpek yolu ve bugün Bir Yol ve Kuşak projesinden kaynaklanmaktadır!

Peki, nedir bu tarihi İpek yolu ve bugünün 65 ülkenin birlikte kalkınma Bir Yol ve Kuşak projesi? Neden çok önemlidir? Küresel ve emperyalist güçler tarihi İpek yolu güzergâhındaki hem tüm zenginliklere, hem de birlikte kalkınma kuşak projesine çökmeyi, engel olmayı ya da tamamen kontrol altına almayı mı hedeflemektedir? Neden olmasın?  Küresel güçlerin Beka meselesi de burası mıdır?!

İpek Yolu, medeniyetler arasında tarih boyunca bir ticaret güzergâhı olmasının yanında, farklı kültürlerin, dinlerin, dillerin, fikirlerin, birikimlerin, bilgilerini ve uygulamalarının aktarıldığı, tüccarların, gezginlerin, âlimlerin ve din adamlarının takip ettiği tarihi kervan yolu olarak görev yapmıştır. Çin’den başlayarak Anadolu ve Akdeniz aracılığıyla Avrupa’ya kadar uzanan ve dünyaca ünlü ticaret yoludur.

Orta Çağda, ticaret kervanları, bugünün Çin’in Xian kentinden hareket ederek Özbekistan’ın Kaşgar kentine, burada ikiye ayrılan yollardan ilkini izleyerek Afganistan ovalarından Hazar Denizi’ne, diğeri ile de Karakurum Dağları’nı aşarak İran üzerinden Anadolu’ya ulaşıyor!

Anadolu, İpek Yolunun en önemli buluşma ve kavşak noktalarından birisidir! Türk tarihinde, Türk kültürünün temel unsurlarında İpek Yolu’nun önemi çok büyüktür. Türklerin yaşadığı geniş coğrafi bölgeleri bir birine bağlayan tek ulaşım yolu olan İpek Yolu, tüm Türk boylarını bir birine bağlarken, ticari ilişkilerini geliştirmiş, birlik ve beraberliklerini sağlamıştır!

Türklerin bu yola ne kadar önem verdikleri bir Özbek ata sözünde şöyle anlatılmaktadır. Kainatta iki büyük yol vardır: Gökyüzünde Samanyolu, yeryüzünde ise İpek Yolu, şeklindedir. Tüm bu özelliklerinden dolayı, tarihi İpek yolu tarihte olduğu gibi bugün de Bir Yol ve Kuşak projesinin sıklet merkezi, ana karargah ve kavşak noktası konumundaki Anadolu, bir üçüncü Dünya savaşının çıkmasına sebebiyet verebilecek stratejik konumda çok önemli bir yeri bulunmaktadır!

Peki, tüm bunlar içeride ve sınırlarımızda cereyan ederken, Kadim Türk Devlet Aklı ve tarihi Türk Devlet geleneği neler yamaktadır? 19 Mayıs 1919 tarihinde Atatürk’ün Samsun’a çıkması
ile başlayan bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesinde Kadim Türk Devlet aklı devrede midir?

Tüm bu işler Kadim Türk Devlet Aklının kontrol ve denetimi dışında mı olmuştur? Spontane ve öylesine gelişmeler midir? Atatürk’ü 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’a Bandırma vapuru ile çıkmasına ve Kurtuluş mücadelesinin başlamasında da  öncülük eden Kadim Türk Devlet Aklı!.

Peki, bugün de yüz yıl öncesinde olduğu gibi küresel ve emperyalist güçler yeni bir Sykes -Picot ile Anadolu ve hinterlandını da bölüşüm, paylaşım ve denetim için kapımıza dayanmış, savaş gemilerini denizlerimizde yüzdürür ve hain tüm plan ve hazırlıklarını yaparken,  Kadim Türk Devlet Aklı eli kolu bağlı beklemekte ve gelişmeleri de sadece izlemekte midir? Tüm bunlar için stratejik ve taktik planları var mıdır? Ya da, Türk Devletinin içerisinde ve sınırlarımızdaki tüm gelişmelere yönelik,  Kadim Türk Devlet Aklının hesap ve planları adım adım devreye alınmakta mıdır? Tabii ki neden olmasın!

Kadim Türk Devlet Aklı, Türk Devleti ebed müddet devam ülküsünün gereklerini yapacak ve yapmaktadır! Bugün Türk Devletindeki siyasi, sosyal ve ekonomik gelişmelere, Kadim Türk Devlet Aklı zaviyesinden bakabilirsek,  Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bekası ve devlet ebed müddet devam ülküsü adına çok daha sağlıklı ve isabetli kararlar verebileceğimizi de düşünüyorum!  

Allah; Sizi Yok Eder ve Başkalarını Getirir!.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulması ile birlikte muhafazakar camiadaki dini yaşantı konusunda bazı dönemlerde sıkıntılar olmuştur!. Peki, bu konudaki sıkıntılar neden olmuştur? Bu sıkıntılara sebebiyet verecek noktadaki muhafazakar camiadan kişiler olmuş mudur?

Devlet bekası gereği önlemler mi almıştır? Devlet dediğimiz kurum devleti ebed devam müddet ülküsü çerçevesinde hareket etmektedir! Din, bazı kişilerin elinde oyuncak haline mi gelmiştir?

Her köşe başında bir şeyh mi türemiştir? Şeyh uçmayıp müritleri de uçurduğuna göre! Mürit sayısını acilen artırmak gerekmektedir! Her köşe başında bugün olduğu gibi Allah ve peygamberi ile her dakika görüştüğünü iddia eden sapık ve meczuplar ordusu mu türemiştir! Her köşe başında Peygamber soyundan geldiğini iddia eden aklı evveller mi türemiştir? Her köşe başında din alıp din satan bezirgan sürüsü mü türemiştir?!

Peki, böyle bir ortamda devlet dediğimiz kurum, devletin ve milletin birliği ve bekası adına tabi ki kanun ve kurallarını devreye alacaktır! Devlet dediğimiz kurum ne için vardır?

Dönemin en büyük ve kalkınmış ülkesi olan Endülüs neden parçalanmıştır?! Endülüs’ten bugüne hiçbir emare dahi kalmamıştır! Neden? Bugün, bölgemizdeki Devletleri olmayan halkların haline de ibret alabilmek adına şöylece bir bakalım ve düşünelim, diyorum!

Türkiye Cumhuriyetinin kurulması akabinde ki süreçte devleti idare ettiği iddia edilen Beyaz Türkler ve kendilerini de sürekli olarak bu ülkenin Zencisi kabul eden muhafazakar bir camia! İki bin üç yüz yıldan beri dünya üzerinde kadim devlet geleneği olan Türk Milleti; 1071’de Malazgirt ile Anadolu’ya yerleşen, Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarını da birlikte veren evlatları nasıl birbirlerine karşı üstün ya da aşağı bir ırk olarak görebilir? Olabilir mi böyle bir şey?! Kabul edilebilir mi böyle bir durum?! Azim ile çalış, demokrasinin gereği olarak seçimlere gir ve kazan! Devlet idaresine de gel otur! Sana kim ne diyebilir ki?!

Muhafazakar camiadaki yanlış olan Allah ve din algısı zaten bu değil midir? Dünyada, çalışmadan ve gayret sarf etmeden her şeyi Allah’tan beklemek! Armut piş ağzıma düş durumu! Hani bir tarihler, Allah’tan iste, bize gökten yemekler indirsin, dedikleri gibi! Allah ne diyor; Ben çalışana veririm! Allah, dünyada iken sadece Müslüman ve mümine veririm diye bir garantisi var mıdır? Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah; Doğrusu insana dünyada çalışmasından başka bir karşılık yoktur, buyurmaktadır!

Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah; Müslümanlara emirleri ve ayetlerini dünyalıklar için satmamaları konusunda uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır. Şöyle ki Ve beraberinizdekini musaddık olarak indirdiğim Kurana iman edin, ona inanmayanların birincisi olmayın, benim ayetlerini bir kaç paraya değişmeyin ve benden sakının, artık benden, buyurmaktadır!  ( Bakara – 41 )

Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah; Eğer bir kişi ilahi hükmü yanlış, kendisinin veya başkasının hükmünü doğru kabul ederek, buna göre hüküm verirse bu kişi kafir, zalim ve fasıktır. Eğer bir kişi ilahi hükmün doğruluğunu kabul eder ve buna aykırı bir hüküm verirse İslam’ın dışına çıkmış olmazsa da imanına zulüm ve fıskı karıştırmış olur. Eğer bir kişi hayatın her alanında Allah’ın hükmünü inkar ve reddederse her bakımdan kafir, zalim ve fasık sayılacaktır. İlahi hükmü bazı noktalarda kabul eder, bazılarında reddederse iman ve İslam’ını küfür, zulüm ve fıskla karıştırmış olur, bu ayetler Yahudiler ve Hristiyanlar hakkında inmiş olmakla birlikte, bu hükümler bütün insanlar için geçerli genel kurallar niteliğinde olduğunu,  buyurmaktadır! ( Maide – 44 – 45 – 47 )

Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah, Müslümanlara yönelik olarak nasıl yaşamaları gerektiği, emirleri ve ayetlerini de dünyalıklar için satmamaları ve dinden dönmeleri durumunda ise yeni bir kavim getireceğini hatırlatmaktadır! Şöyle ki; Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki Allah öyle bir kavim getirecektir ki Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler; müminlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı vakarlıdırlar; Allah yolunda cihat ederler ve hiç kimsenin kınamasından korkmazlar. İşte bu Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah’ın lütfu geniştir; O, her şeyi bilir, buyurmaktadır!  ( Maide – 54 )

Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah,  Eğer, yine de yüz çevirirseniz, ben size ne ile gönderilmişsem, işte onu tebliğ ettim. Ayrıca Rabbim, sizin yerinize başka bir kavmi getirir de siz O’na zerrece zarar veremezsiniz. Hiç şüphesiz O, her şeyi koruyup gözetendir, buyurmaktadır!  ( Hud – 57 )

Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah,  Ey insanlar! Allah dilerse sizi yok eder ve başkalarını getirir. Allah, buna hakkıyla gücü yetendir,  şeklinde uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır! ( Nisa – 133 )

Peki, şimdi bunları neden yazıyorsun? 31 Mart mahalli seçim sonuçları ve yenilenecek olan İstanbul büyük şehir belediye başkanlık seçimlerinin mezkur yazdıkların ile ne alakası var, dediğinizi de duyar gibiyim!

Allah, ayetlerini birkaç paraya satmayın ve değişmeyin, şeklinde neden buyurmaktadır? Allah, insanlardan korkmayın, benden korkun ve az bir bedel karşılığında ayetlerini satmayın, uyarı ve ikazlarını neden yapmaktadır!

1984 yılındaki genel ve 1989 mahalli seçimleri, 2002 tarihinde AK Partinin genel seçimlerde başarılı çıkması ile birlikte muhafazakar camia devletin yerel ve merkezi yönetimde tepesine yerleşmiştir!

Peki, muhafazakar camia, devlet idaresinde dini emirler ve Müslüman olmanın gereklerini yerine getirmiş midir? Muhafazakar olarak bildiklerimiz Devletin hazinesine el uzatmış mıdır? Devlet idaresinde, tüyü bitmemiş yetimin hakkına tecavüz etmiş midir? Devlet yönetiminde Allah’ın emri olan ehliyet, liyakat ve adalete önem vermiş midir? Devletin hazinesi eş, dost ve yandaşlara peşkeş çekilmiş midir?! Daha önceki dönemlerde beyaz Türkler olarak şikayette bulundukları kişilerden farklı bir yönetim şekli mi sergilemişlerdir? Tabii ki hayır!

Hatta beyaz Türkler dediklerinden daha da beterini yapmışlardır! Allah ne buyuruyor? Müslümanlara, ayetlerini üç beş kuruşa değişmeyin ve dünyalık için de satmayın, buyuruyor! Peki, akabinde ne diyor? Allah; böyle yapmanız ve yaşamanız durumunda ise sizin yerinize başka bir kavmi getirir de, siz, O’na zerrece zarar veremezsiniz!

Bu ümmet, diğer ümmetlerde olduğu gibi toplu olarak helak edilmeyeceğine göre! Verilen nimetlere karşı azgınlık eden ve kamu malına el uzatanlar, ehliyet, liyakat ve adaletle hükmetmeyen, azgınlık ve şükürsüzlük yapanlar için sizin yerinize bir başkasını getiririm demektedir! Burada sizin yerinize derken, ne ve nasıl bir okuma yapmalıyız?! Sonsuz hikmet ve kudret sahibi Yüce Allah, acaba bugünleri mi tarif etmekte ve işaret etmektedir?! Bilemiyorum!.

İnsanların TANRI veya PUTLARINA Dokunmayın; YANARSINIZ!..

İnsanlığın yaratılışı ile birlikte mutlak güç sahibi Yüce Allah’a şirk olarak insan denen varlık başkaca güçlere de tapınmaktadır! Allah korusun! Allah şaşırtmasın!  İnsan denen aciz varlığın bu tapınması bazen bir put karşısına geçmek sureti ile olduğu gibi! Bazen de içindeki arzu ve isteklerinin doğrultusunda hayatını sürdürmesi ve yaşaması şeklinde olmaktadır! Sonsuz Kudret sahibi yüce Allah, göndermiş olduğu her peygamber, bu duruma yönelik mücadele ve savaşlar vermiştir! Hz Musa aleyhi selam ile Firavun arasında geçen kıssada olduğu gibi! Firavun bir isim olduğuna ve Firavunluk makamı kibirli, suratsız, büyüklük taslayan ve kötü yürekli kimse olarak bir temsil durumudur! Sonsuz Rahmet Peygamberi Efendimiz ile dönemin güç, otorite ve para sahipleri arasında geçen mücadelelerde de olduğu gibi! Ne demişlerdi? Ne istersen verelim! İktidar mı istiyorsun, verelim! Kadın mı istiyorsun, kadınlarımız ve kızlarımız senin olsun! Para mı istiyorsun, tüm servetimiz senin olsun, demediler mi? Peygamber efendimizin cevabı ise; Bir Elime Güneşi bir elime de Ay’ı verseniz, Vallahi kutlu davamdan vazgeçmem, ifadelerinde olduğu gibi!

Dünya 2001 yılında 1990’lı yılların son demlerinden kalma çok büyük bir ekonomik kriz ile karşı karşıya kalmıştır! Türk Devleti ve Türk milleti de bu durumdan çok etkilenmiştir! ABD’de yaşanan 11 Eylül olayları ile ülkemiz ve bölgemiz üzerinde çok büyük kara bulutlar esmeye başlamıştır! 2001 ve 2002 yıllarındaki ekonomik olarak sıkıntıların artmaya, şirketler bazında da iflaslar birbirini izlemeye, faiz kuru, döviz ve dolar kurundaki hareketlilikler Türk Devletinde yeni bir iktidar değişimini de zorunlu kılmıştır! 3 Kasım 2002 tarihindeki erken genel seçimlerde yeni kurulmuş olan AK Parti çoğunluğu almak sureti ile iktidara gelmiştir! AK Partinin iktidara gelmesi ile birlikte ilk dönemde çok büyük bir ekonomik rahatlama meydana gelmiş! İnsanlar ev, araba, yazlık ve başkaca ihtiyaçlarını bir bir sıralamaya ve almaya başlamıştır! Ekonomideki rahatlıktan kaynaklı insanlar ihtiyacı olmayan eşyaları dahi almak durumuna gelmiştir! Peki,  neden? İleride bir gün lazım olabilir düşüncesi ile! Peki, insan   denen varlık bugün ihtiyacı olmayan eşyaları neden almak ister?! Konut sektöründeki balon büyüme ve AVM sektöründeki çılgınca alışverişler bunlar için bir örnek olarak sıralayabiliriz!

Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah;  Yaratmış olduğu insan denen varlığın acizliği ve eksilerini sonsuz ilmi ile bildiği için bu konuda uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır! Lât ve Uzza’yı ve diğer üçüncüsü Menat’ı gördünüz mü?Onlar,  gerçekte Sizin ve atalarınızın taktığı bir takım isimlerden başka bir şey değildir. Yine, Onlar, Zan ve nefislerinin arzularına tabi oluyorlar. (Necm; 19-20-23)  Demek ki put denilen şeyin insanın iç dünyasındaki heva, heves ve bir takım arzu, isim ve isteklerden başkaca bir şey değildir. İnsanlar, o isimlere dokundurtmuyor ve dokunan olduğu zaman da her türlü mücadeleyi veriyor, karşısına dikiliyor, savaş veriyor ve etrafında atomu parçalamaktan daha zor ön yargılar oluşturuyor. Peki, bugün itibari ile Lât, Uzza ve Menat’ın tahtadan, taştan veya başkaca cisimlerden yapılmış tasvir ve heykellerinin yerinde yeller esmektedir!  O halde bu isimler hala Kuran’da yer alıyor olmasının ve bizzat isimlerin anılmasının sebebi neler olabilir? Bugün için bizlere ne gibi mesajlar vermektedir? Mademki Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah;  Ne zaman akledeceksiniz ve çok az düşünüyorsunuz, şeklinde uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır!

Peki, İnsan denen varlığın içindeki arzu ve isteklerini ifade eden, Lat, Uzza ve Menat nedir? Kelime ve kavram olarak kabaca şöyle izah edebiliriz! Lât kelimesi etimolojik olarak ilah kelimesinin bozulmuş hali ve mutlak otoriteyi ifade ediyor. Eski çağlarda Aramice ve İbraniceye kadar uzanan Arapçanın kök dillerinde kişiyi içeriden yöneten şey, mutlak itaat ve otorite kaynağı anlamında kullanılmaktadır. Uzza kelimesi Kur’an’da kullanılan Aziz isminin daha değişik bir söyleniş şeklidir. Güç, kuvvet anlamına geliyor.  Uzza isminin bugünkü karşılığı iktidar, makam, mevki, güç ve kuvvet dediğimiz şeydir. Menat ise: bildiğiniz para, demektir. Çarlık Rusya’nın para birimi: Manat, bugün Azerbaycan ve Türkmenistan’ın para birimi de, Manat.

İnsan nefsinin istek ve arzuları otorite, güç ve parayı talep ediyor! İnsanlar ve yığınlar bunlara ulaşmak için gözleri başkaca bir şey görmüyor ve bir put gibi tapınç nesnesi haline getiriyor!. İnsanlar otoriteyi, gücü ve parayı kendilerinde toplamak ve biriktirmek istiyor!. Bunları elde etmek için de girmedikleri kılık, veremeyecekleri mücadele, savaş ve atmadıkları takla kalmıyor!. İnsanlar bunlar için savaşıyor, vuruşuyor ve kan döküp fesat çıkarabiliyor!

Şimdi tüm bunları neden yazıyorsun? Bugün yaşadığımız sosyal, ekonomik ve siyasi kriz ile tüm bunların ne alakası var dediğinizi de duyar gibiyim! Neymiş efendim! İnsan denen aciz varlık;  Otorite, güç ve para için mücadele eder, savaş verir ve atmadıkları taklalar kalmıyormuş! AK Parti iktidarları döneminde servetlerine servet ekleyenler, bugün ceplerine, pardon tanrılarına ve putlarına azıcık dokunmaya başlayınca bağırmaya başladılar mı?! Neymiş efendim! Döviz kuru uçuyormuş! Dolar ve Euro sürekli olarak yukarı doğru yükseliyormuş! Faiz oranları almış başını gitmiş! Dövizdeki bu hareketlilikler ve faiz oranları ile ticaret mi yapılırmış! Yukarıda neler ifade etmiştik! Sonsuz kudret sahibi Yüce Allah, İnsan denen varlık, Lat, Uzza ve Menat için mücadele eder ve savaş verir demiyor mudur?! Bugün de LAT, UZZA ve MENAT’A biraz dokununca olmadık isyan cümlelerini işitir olduk! İnsanların PUTLARINA pardon TANRILARINA asla DOKUNMAYIN; YANARSINIZ! Bugün olduğu gibi!.