Suriyelileri Toptan Gönderelim!

Küresel Sistem,  Dünya üzerinde ve özellikle de Orta Doğu bölgesinde ki 100 yıllık plan ve hesapları, hiçbir değişikliğe uğramaksızın devam etmektedir.  Bu planlarda sadece küçük değişiklikler ve ertelemeler olabilir. Fakat Küresel sistem bu planlarından hiçbir zaman vazgeçmediler.  100 yıllık planları çerçevesinde önce Tunus’ta meydana gelen Arap Baharı olayları ile liderler ve iktidarlar düşmeye, küresel sitemin arzu ettiği şekilde değişimler olmaya başlamıştı.  Küresel sistem, Tunus, Libya, Yemen ve Mısır da istedikleri değişimleri çok kolay bir şekilde yaptılar. Mısır biraz sıkıntılı olsa da yine de değişim kanlı bir darbe ile hedefine ulaştırıldı.   Mısır kanlı darbesini hatırlamayan dostlarımız için kabaca bir bilgi verelim.. Seçimle işbaşına gelen bir liderin tutuklanmasının akabinde, destekçilerinin meydanlarda demokrasi nöbeti tutmasına dahi tahammül edemeyen ve izin veremeyen darbe yönetimi,  meydanlarda bekleyen kendi vatandaşlarına, tanklar ve uçaksavarlarla mermi yağdırmaktan ve öldürmekten hiç çekinmediler..  Küresel sistemden aldıkları talimat bu yönde olduğu için..   Çünkü Küresel sistem ve işbirlikçilerinin tek bir hedefi ve ideali vardı; Bu bölgede,  100 yıllık plan dâhilinde ki devletlerin liderleri, idareleri ve sınırları mutlaka değişmeliydi.

Ne zaman ki Küresel sistemin 100 yıllık plan ve hesapları Suriye’ye geldi dayandı,  bir el Arap baharına bu bölgede dur dedi.  Arap Baharı,  bahar olmaktan çıkmış bölge devletleri ve halkları için kış, hatta dondurucu soğuklar esmeye başlamıştı..  Bir güç; Artık devam edemezsiniz, Buraya kadar!  Yeter, demek zorunda kaldılar!   Buraya kadar olan plan ve hesaplarına,  yüz binlerce masum insanın canından ve vatanından olmasına seyirci kalan, dünyanın ve bölgenin diğer güçleri, sıranın kendilerine doğru gelmekte olduğunun farkına varınca, Suriye’deki değişime,  yeter ve dur demek zorunda kaldılar. Yarın çok geç olabilirdi. Bu gün müdahale edilmesi gerekiyordu!

Suriye’deki gelişmeler,  Küresel sistemin plan ve talepleri doğrultusunda ilerlemeyince, Dünyanın her bir bölgesinden paralı askerlerin bu ülkeye taşınması suretiyle,  iç karışıklıklar ve iç çatışmalar kendini göstermeye başladı. Dünya küresel ve bölgesel güçleri, birbirleri ile karşı karşıya gelmekten çekindikleri için kendi kurmuş oldukları terör örgütleri üzerinden bir başka vatan toprağı olan Suriye’de kendi güçlerini denemeye başladılar. Bu örgütler mi?  DAEŞ olur, PKK olur, YPG olur, olur, YPJ olur, isimler hiç fark etmezdi yani!  Yeter ki kullanışlı olsunlar ve küresel sistemin emir ve talimatları doğrultusunda hedeflenen ülkelerde ki planlanan iç çatışmalar ve karışıklıkları meydana getirebilsinler ve bu örgütlerin konuşlandırıldığı ülke ve bölgeler sadece Dış müdahale için ortamı hazır hale gelebilsin!

 2011 yılında Suriye’deki bu olaylar ve çatışmalar nüksetmeye başlayınca; Dini,  Canı, Malı, Aklı, Namusu ve Nesil emniyetinin güvence de olmadığını düşünen Suriyeli vatandaşlarımız ülkemize akın etmeye başladılar.  Dünya üzerinde her bir mazlum milletin ve vatandaşın ülkesinde meydana gelebilecek her bir iç çatışmalar ve karışıklıklardan sonra,  güvenli bir yurt ve emin bir liman olarak gidebileceği Dünya üzerinde ki tek ülke sürekli olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milleti olmuştur. Dünya mazlum milletlerin bu asil millete ve devletimize olan güven duygusu ile ne kadar övünç duysak azdır, diye düşünüyorum.  

Suriyeli vatandaşlarımızın ülkemize ve şehrimize gelmesi ile birlikte sanayide ve diğer iş alanlarında istihdam edecek personel bulmakta zorluk çeken iş adamlarımız için de bir can simidi olmuştur.  Ülkesinde ki iç karışıklıklardan bizlere sığınan, bu insanların büyük bir kısmı zaten nitelikli iş gücüdür.  Konya göçmen bürosuna resmi olarak kayıtlı halen 130 bin, diğer şehirlerden de günlük göçler halinde olmak üzere toplam da 200 bin Suriyeli vatandaşımız ile birlikte bu şehirde yaşamaktayız.  Şikâyeti olan var mıdır? Sıkıntı yaşayanımız var mıdır? Olabilir ve olacaktır da! Olması kadar doğal bir şey de yoktur.  200 bin insanın içinde iyileri de kötüleri de tabii ki olacaktır. İstihbarat örgütleri ile irtibat halinde olan ve art niyetlerle gelenler de olabilir mi? Elbette ki olabilir! Toptancı mantığında bir yaklaşım tarzı doğru olmasa gerekir.  Bu vatandaşlarımızın hepsine kötü demek de doğru da değildir. İşinde gücünde olanları da ayrı tutmak gerekir. Şehrimizde halen tekstil sektöründe çalışan büyük bir iş gücü tamamen Suriyeli göçmen vatandaşlarımızdan oluşmaktadır. Devletimiz, Suriyeli vatandaşlarımızı toplumun her bir bölgesine ve şehirlere yayılması noktasında bir eksiklik ve hataları olmuş mudur?  Olmuştur. Şehirlerin belirli bir bölgelerine yerleştirilmeleri, denetim ve kontrolleri yapılabilir miydi? Yapılabilirdi.  Bu zikrettiğimiz şartlar yapılmadığı ve oluşmadığına göre, medeni bir insan gibi birlikte yaşamanın şartlarını ve kurallarını geliştirmek gerektiğinin, kanaatindeyim.

Suriye’deki iç çatışmalar ve karışıklıklardan dolayı güvenli bir liman ve emin bir millet olarak bizlere sığınan vatandaşlarımıza karşı son günlerde yapılanlara ne demelidir? Bu nasıl bir insanlıktır? Size sığınan insana zulmetmek! Ne farkımız kalır elin conisinden o zaman! Dün Irak ve Bosna’da neler yaşadıklarını ne çabuk unutuverdik?  Suriyelinin, Iraklının, Bosnalının veya Dünyanın bir başka bölgesindeki Mazlumların sığınabileceği güvenli bir liman Türkiye ve milletimizi, böyle bir sıkıntılı durum karşısında hangi devlet ve millet kucak açacaktır? Aklımızı başımıza alalım! Küresel sistem ve ülkemizdeki yabancı istihbarat örgütlerinin provokasyonları sonucu suç işleyen ve suça karışan göçmenler yüzünden, temiz bir duygu ve niyetlerle,  sadece canını ve namusunu korumak adına bizlere sığınan mazlumların da günahını almayalım? Farkında olmadan,  bu ülke ve millet, Anadolu diyarında rahat ve huzurlu bir şekilde yaşamanın zekâtını veriyordur, tüm Dünya Mazlum milletleri adına, Bilemiyorum…

Yarın, Çok Geç Olabilir!

Avrupa ülkeleri, Sanayileşme dönemine girdikleri 1800’lü yıllarda, çok büyük bir eksikliklerinin farkına varmışlardı. Sanayileşme girişimleri için kurdukları fabrika ve diğer alanlarda kullanılacak olan en büyük sorunları hammadde eksikliği ile karlı karşıya kaldılar. Hammadde kaynağının olduğu bölgelerde ise Osmanlı İmparatorluğu hâkim konumda bulunuyordu. Ne yapıp etmeli ve Osmanlı İmparatorluğu bir şekilde zayıflatılmalı, gerekirse parçalanmalı ve bu hammadde kaynaklarına ulaşmalarının önündeki en büyük engel bir şekilde ortadan kaldırılması gerekiyordu.   Osmanlı Payitahtında, 1839 tarihinde ki Tanzimat Fermanı öncesi, toplumda yaşanan tüm gerginlikler, sosyal olaylar ve kalkışmalar,  1876’ deki Islahat Fermanı,   1. ve 2. Meşrutiyet düzenlemeleri, Osmanlı idaresini zayıflatmak,  idareyi de kullanışlı hale getirebilmek adına ve bu hedeflere matuf olarak içeriyi kendi istekleri doğrultusunda tamamen bir tasarım ve bir dizayn girişimleridir.  Tüm bu planlı ve yavaş yavaş yapılan girişimler neticesinde, içerideki taşeron ve işbirlikçiler maharetiyle de Osmanlı İmparatorluğunun son Padişahı olan Abdülhamit Han bir şekilde hal edilmiş.. Milyonlarca masum insan canından olmuş, evlerini ve yurtlarını terk etmek zorunda kalmış..  Akabinde de 600 yıl Dünya’ya hükmetmiş olan kocaman bir devlet parça parça edilmiştir.  Kocaman bir İmparatorluğun parçalanması için girişimlerde bulunan tün bu taşeron ve işbirlikçiler ağababalarına olan hizmetlerinin karşılığını ne olarak almış olabilirler ki? Ağababaları neler vaat etmiş olabilir de böyle bir ihanetin içinde olmuşlardır? Bilemiyorum! Peki, Osmanlı bakiyesi olan,  tarihi, kültürel ve dini bağları gereği bölgenin abisi – hamisi konumundaki güzel ülkemiz Anadolu’da bu gün neler yaşanmaktadır?  200 yıl önce bu topraklarda yaşananlardan bir farkı var mıdır? Anadolu’da yaşayanlar olarak, tüm bu oyun ve ihanetlerden hiçbir zaman dersler almayacak mıyız? Küresel güçler uzun vadeli olarak planladıkları hedefler doğrultusunda,  içerideki işbirlikçiler vasıtasıyla, güzel ülkemiz ve bölgemizde, hiçbir sorun ve sıkıntı yaşamadan istedikleri gibi at koşturmaya devam mı etmelidir? Yoksa tüm bu yaşadıklarımıza bir DUR mu demeliyiz? Artık Yeter diyebilecek miyiz? Bu gün Yeter Artık demeyeceksek, bir daha ne zaman diyeceğiz? Bunun için bir daha fırsatımız olacak mıdır? Hiç sanmıyorum!

Daha dün sanayi imparatorluğunu kurmak adına bölgemizde ki kontrol ve hâkimiyet kurma girişimlerinde bulunan tüm küresel güçler,  bu gün de başka hesaplar peşindedir.  Aslında yaşananlar bir dejavudan mı ibarettir?  Sadece biz bölge halkları olarak anlamakta, algılamakta ve önlemler almakta mı gecikiyoruz? Tüm olanlar bunlardan mı ibarettir? Bu gün aynı güçler Dünya hâkimiyeti ve refahlarının devamı için en büyük eksikleri olan ‘Petrol ve Enerji’ kaynaklarına ulaşmak ve kontrol edebilmek adına 100 yıl önce ki girişimlerine aynen devam mı ediyorlar?  Bizler mi anlayamıyoruz? İçeride birbirimizle çekişmek ve günlük siyaset yapmaktan, Dünyayı ve bölgemizi okumaktan aciz bir durumda mıyız?   Bölgede güçlü ve büyük bir Türkiye tüm bu küresel güçlerin işlerine gelmemektedir.  Neden? Bölgedeki 100 yıllık planlarının devamına engel teşkil eden bir Türkiye ve Lideri bulunmaktadır.  Avrupa ülkelerine bakar mısınız?  Yok, efendim, Türkiye’de darbe olacakmış, ekonomik kriz çıkacakmış, mış mış mış! Dertleri ve işleri güçleri tamamen Türkiye ile uğraşmaktan ibaret! Acaba neden? Adamlara sormak gerekir. Başka bir işiniz gücünüz yok mu diye! Tabii ki yoktur! Tabii ki olamaz! Bu gidişle de olmayacak! Yaşamaları ve bu gün bulundukları konum ve güçlerinin devamı için bölgesinde zayıf bir Türkiye’nin olmasını arzu etmekteler.  Güçlü ve Büyük bir Türkiye tüm planlarını bozmaktadır; Tüm meselenin ve bu gün yaşadıklarımızın kabaca özeti budur!

Çok eski bir siyasetçinin şu ifadelerini küçükken duyduğumda hiç bir anlam verememiştim;  ‘’Evde Yangın varken, Ev yanıyorken, çatıdaki  – tavandaki fare ile uğraşılmaz!’’  Bizlere buradan bu güne matuf olarak neler ve ne gibi mesajlar anlatmaktadır? Türkiye Cumhuriyeti Devleti, içeride ki taşeron ve işbirlikçiler, dışarıdan da küresel sistem kurmuş oldukları terör örgütleri üzerinden yürütmekte oldukları kuşatma operasyonları devam ederken, içeride birbirimizle uğraşmanın – çekişmenin, günlük siyaset dedikodusu üretmenin, makam – mevki ve ihale – rant peşinde koşmanın kime ve kimlere ne gibi faydası olacaktır?  Küresel sitem zaten bugün de aynen bu yaşadıklarımızı arzu etmektedir. Her gün bir ilimiz ve ilçemizde yaşanan iç karışıklıklar neyin habercisi olabilir ki? Hani, bizlere bir fasık,  bir haber getirdiğinde,  araştırmadan, incelemeden, doğruluğuna kanaat getirmeden, bir kavme sataşırsanız, sonra da pişman olabilirsiniz, ilkesine uyacaktık!  Küresel sistem 100 yıllık planları çerçevesinde ki operasyonlarına durmaksızın devam ederken, bizlere içeriye bakın, boş verin bölgenizde yaşananları mı demek istiyor?  100 yıllardır hep iç sorunlarla uğraşmak ve boğuşmaktan,  bölgemizde dönen dolapları ne görebildik ne de bir çözüm üretebildik.  Gün,  BİR ve Beraber olmak günüdür. Gün,  Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında olduğu gibi Kenetlenmek günüdür. Gün, 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminin akabinde, tüm farklılıklarımızla Yenikapı’da olduğu gibi tüm Türkiye olarak Kardeş olmak günüdür. Yarın çok geç olabilir! Yarın bölgemizdeki parça parça edilen devlet ve milletler gibi bu günlerimizi özlem ve hasretle aramak zorunda kalabiliriz! Yarın belki de olmayabilir!

Anadolu’da Kavgalar Bitmeyecektir!

15 Temmuz hain darbe, işgal ve taşeron, işbirlikçiler maharetiyle bu asil devlet ve vatanın küresel sisteme teslim edilme girişimlerinin seneyi devriyesindeyiz. Allah bu asil millet ve devlete böyle karanlık gün ve geceyi bir daha yaşatmasın.  Peki, 15 Temmuz tarihinde ne oldu? 15 Temmuz karanlık gece de neler yaşandı?  Devlet ve millet olarak bir daha böyle bir gün ve gecenin yaşanmaması için geçtiğimiz bir yıl zarfında ne gibi tedbir ve önlemler alabildik? Devlet yönetimi olarak alınan ve alınmaya çalışılan tedbirler yeterli midir? Bir daha bu asil devlet ve millet, böyle bir ihanet ve hainlik yaşanmaz, diyebilir miyiz? Bu topraklar, Anadolu! Bu topraklar, Dünyanın merkezi! Bu topraklar, Dünyadaki tüm medeniyetlerin beşiği ve merkezi!  Bu topraklar,  Dünya Enerjinin merkez dağıtım üssü ve tam kavşak noktası! Bu topraklar da çıkar, tüm Dünya savaşları! Bu topraklarda, vatanı için canını feda etmekten çekinmeyen vatanperver evlatları ve vatanına ihanet etmekten çekinmeyen hainleri de bolca görebiliriz. Devlet ve millet olarak buna göre yaşamalı ve dikkatli de olmalıyız.

Anadolu kara parçasına hâkim olmak isteyen küresel sistemin bölgemizde ki ve tezgâhları hiçbir zaman bitmeyecektir. Yaşaması ve varlığını devam ettirebilmesi için bu topraklara ihtiyacı vardır. Ancak ve ancak hayat damarları da bu kara parçasında bulunmaktadır.  100 yıl önce olduğu gibi bir plan ve senaryo işletilmeye çalışılmaktadır. Bölgede ki 22 devletin parçalanması için plan yapanlar hedeflerine adım adım ulaşmaktadır.  Suriye bu hedefleri için son kaledir. Suriye’de planlarına uygun bir şekilde tamamen parçalanırsa bölgedeki hâkimiyetleri de süreklilik kazanacaktır.  Suriye’nin bölünmesi ve parçalanmasına müdahil olmaya çalışan bir Türkiye bu güçleri elbette ki rahatsız etmektedir.  Suriye’nin bölünmesi ve parçalanması planlarında ki masada ve sahada olan bir Türkiye ve liderinden elbette ki sıkıntı duyacaklardır.  Tüm mesele budur.

CHP’li bir milletvekilinin devletin sırlarını ifşa etmekten dolayı,  TBMM’deki üyeliği düşürülüyor ve yargı da 25 yıl gibi bir ceza almasına hükmediyor.  Yargının bağımsızlığından dem vuranlar, yüksek yargının vermiş olduğu bir kararı hem sorguluyor, hem beğenmiyor,  hem de ‘  Hak ve Adalet’ aramak için yollara düşüyor. Ben hiçbir şey anlamadım! Bu ülkede ne zamandan beridir ‘ Hak ve Adalet’ yollarda, meydanlarda, sokaklarda aranır hale geldi ki?  Kendi ifadeleri ile Türkiye Cumhuriyeti devleti,  bir kabile devleti midir veya bir muz devleti midir? Mademki Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir hukuk devletidir! Hak ve Adaleti nerelerde aramamız gerektiği de bellidir. Tüm vatandaşlarımız yargının vermiş olduğu kararları beğenmez ve yollara düşerse ne yapacağız?  Hedeflenen, böyle bir ortam mıdır?  Hedeflenen, Anadolu diyarında da Suriye ve Irak benzeri bir ortam için zemin mi hazırlanmaktadır? Hedeflenen, bir kaos ve bir iç karışıklık mıdır? Bilemiyorum, sadece soruyorum.

Ana muhalefet partisi liderinin başlatmış olduğu ve güya adı da ‘ Hak ve Adalet’ olan bir yürüyüşü,  nasıl Firavun ve Musa (as.)  dönemi ve hadisesi ile kıyaslayabilirsiniz?   Hz. Peygamber efendimizin Taif’de yaşadıkları ile nasıl bir tutabilirsiniz? Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır? Kendinizi, nereye ve kim yerine konumlandırıyorsunuz? Daha dün kendini;  Peygamber ve mehdi olduğunu iddia edenlerden ne farkınız kaldı ve bu kişilere nasıl kızabiliyordunuz? Hani, sizler çok demokrat, çok medeni ve çok da akılcı olduğunuzu ve sadece de akıl ile hareket ettiğinizi iddia ediyordunuz? Biraz, insaf! Biraz, izan! Biraz, tefekkür! Biraz,  tezekkür! Biraz da Samimiyet,   lütfen!

Bölgemizde çok büyük bir oyun ve tezgâh devam ederken, küresel güçler de sınırlarımızda ki terör örgütlerine olan lojistik ve diğer desteklerini de alenen devam ettirmekte olduğu bir zaman diliminde,  Ana muhalefet partisi liderinin başlatmış olduğu ve 20 gündür devam eden; ‘ Hak ve Adalet’ yürüyüşü neyin nesidir? Küresel güçlerin sınırlarımızda kurmaya çalıştıkları terör devletini perdelemek için yapılan bir girişim midir?  Bu devlet ve millet, 100 yıl önce bir hata yaptı;  masum gibi görünen ve başlayan bir yürüyüşle, milyonlarca masum vatan evlatları canını ve kocaman bir imparatorluğun da parçalanması ile bedelini ödedi. Artık bu devlet ve millet böyle bir bedel bir daha asla ödemeyecektir.   Bedeli ne olursa olsun, tüm ihanet girişimleri ve kalkışmalarına karşı, devlet olmanın ‘Otoriter’  yüzü ve gücü ile gereken şekilde ve gerektiği oranda da cevabı verecektir. Artık böyle biline… Tüm içerideki işbirlikçiler, taşeronlar ve onların destekçileri olan ağababaları, küresel sistemde bunu aynen böyle bilmelidir.

2019 Seçimlerine Yönelik; Projeksiyon!

Geçmiş Ramazan Bayramınızı Tebrik ederim.  Bayram günleri,  dost ve akrabalar ile görüşmek ve dertleşmek için de bir fırsat günleridir.  Arefe günü,  Kabir ziyaretleri ile başlayan Bayram günlüğü, bizlere dünyanın geçiciliği de hatırlatmakta ve biraz da tefekkür etmemize vesile olmaktadır.  Bayram günleri süresince de yapılan eş – dost ve sıla-i rahim ziyaretleri, işlerin yoğunluğu ve normal günlüğün sıkıntılarından kurtulmak için de bizlere bir fırsat vermektedir.  Bayram günleri bizlere Hayata bir Mola vermeyi ve çevremizde cereyan etmekte olan olaylar zincirini de daha rahat bir şekilde algılamamız için de imkânlar vermektedir.

Bayram süresince, Sıla-i Rahim ziyaretleri için memleketlerine gidiş ve dönüş yolunda kaza geçiren ve bu kazalarda rahmeti rahmana kavuşan tüm vatandaşlarımıza Allah’tan Rahmet, yaralılara Acil Şifalar ve yakınlarına da Sabrı Cemil niyaz ederim.  Bayram günlerinde ve her daim bizleri üzüntüye gark eden Şehitlerimizi de buradan zikretmeden geçemeyeceğim. Bu Asil millet, devlet ve vatan savunmasında şehit olan, asker, polis, öğretmen ve sayamadığım tüm bu vatanın asil evlatlarına da Allah’tan RAHMET, yakınlarına Sabır ve tüm millerimizin de Başı sağ olsun dileklerimle. Allah bu millete böyle acılar bir daha yaşatmaması da ümit ederim.

Bayram sabahı, Sayın Cumhurbaşkanımızın küçük ve geçici bir rahatsızlık geçirdiğini de öğrenmiş olduk. Öncelikle Sayın Cumhurbaşkanımıza geçmiş olsun dileklerimi ve zati alilerine de sağlık, sıhhat ve afiyet temennilerimi buradan iletiyorum. Sayın Cumhurbaşkanımızın bayram sabahı geçirmiş oldukları bu geçici rahatsızlığı yine birileri fırsat bilerek; mal bulmuş mağribi hesabı ile artık kenara çekilseniz, sağlığınız da fırsat vermiyor, gençlerin önünü açsanız daha iyi olmaz mı gibi tartışmalara da şahit olduk. Dünyaya halen hâkimiyet kurmaya çalışan, güneş batmayan ülkenin lideri konumundaki Kraliçenin yaşını ve sağlık durumunu da bu arkadaşlara buradan sadece hatırlatmak gerektiğini de düşünüyorum. Türkiye, jeo- stratejik konumu, tarihi, kültürel ve dini bağları gereği; Dünyada ki herhangi bir ülke ve özellikle de Finlandiya veya Norveç olmadığımızı sadece birkaç saniye tefekkür ve tezekkür etmek gerektiğinin de kanaatindeyim.

Bayram ziyaretlerinde ki eş dost sohbetlerinde konu tabii ki siyasete gelip dayanıyor. Ne olacak, bu ülkenin hali? Ne olacak, AK Partinin durumu? Ne olacak,  AK Parti teşkilatlarındaki değişiklikler? AK Parti,  teşkilatlarda ki AKP’liler ve kriptolardan kurtulabilir mi? AK Parti teşkilatlarındaki rahatsızlığı fırsat bilen birileri de herhangi bir yeni parti veya bir hareket başlatabilirler mi? Siyasi teşkilatlar homojen bir yapı mıdır ki rahatsızlık olmasını bekleyelim? Yeni bir parti veya hareket böyle bir dönemde başarılı olabilir mi? Bu yeni hareket veya partiye ümit bağlayan birileri var mıdır? Bu ülkenin şu anda devlet başkanı olarak yeni bir siyasi lidere gerçekten ihtiyacı var mıdır?

Dünya ve bölgemiz yeniden şekillenirken, haritalar yeniden çizilirken, bölgemizde 100 yıl önce olduğu gibi yeni bir ameliyat için hazırlıklar yapılırken;  Bölgemize yönelik tüm bu operasyonlar için strateji, taktik geliştiren ve bir duruş sergileyen Sayın Cumhurbaşkanımızın çevresinde birleşmek gerekmez mi?   Bölgemizde ki parça parça edilen devlet ve ülkelerden de mi dersler alınmaz?  Yeni bir hareket veya partiye bel bağlayan, kendi ikbal ve geleceklerini burada gören dostlarımız, en yakın bir seçimde  %60 -65 arası bir sonuç nasıl beklemekteler? Bu arkadaşlar, hesap yapmaktan da mı acizler, rakamları mı karıştırıyorlar?  Böyle bir hareket veya partinin başına geçmesi beklenen siyasi figürler, tüm siyasi hayatları ve AK Parti iktidarları döneminde, etkili ve yetkili makamlarda bulundukları sürece, bu ülke ve bölge için neler üretmişlerdir?  Mademki bu ülkeyi ve bu asil milleti çok seviyordunuz, tüm siyasi ve ekonomik yetilerini neden güç ellerinde bulunurken kullanmamışlardır? Yoksa bu günlere matuf hazırlıklar mı yapmışlardır? Tüm bu mezkûr gelişmeleri ve soruları, anlamakta gerçekten zorlandığım için sadece soruyorum…

Dünyanın süper güç ülkesinde,  Dünyayı ve özellikle de bölgemizi paylaşmak için ülkedeki iki güç arasında sadece yöntem kavgası olurken, bizim gibi ülkelerde bu stratejilere karşı bir duruş geliştiren, sergileyen ve özellikle de bu planlarını bozabilecek girişimlerde bulunan bir liderin etrafında sadece toplanmak ve desteklemek gerekir diye düşünüyorum. Bu bölgedeki her bir macera arayışları bölge halkları ve ülkeler için sürekli olarak hüsranla sonuçlanmıştır.  Bu ülke ve bölgenin selameti, huzuru ve birliği için farklı bir öneri, tez ve bir duruş geliştirmekten uzak durumda bulunanlar, nasıl bu ülkeyi yönetmeye talip olabilirler ki?  

Elveda Ya Şehri Ramazan!

Ramazan ayının gölgesi üzerimize düşmeye başladığı günlerde,  insanlarımız da, bu ramazan da havalar çok sıcak olacak;  orucumu nasıl tutacağım, günler nasıl geçecek, şekerim, tansiyonum var, ne yapsam ki ile başlayan sohbetleri çok duyarız.  Ramazan ayı girer ve bu tansiyonu, şekeri olan dostlarımız, Allah’ın izni ve yardımı ile de oruçlarını sağlıklı bir şekilde tutmaya çalışırlar. Niyet halis olunca tabii ki Allah da bir kolaylıklar sağlıyor. Ramazan ayında neredeyse üşüdük. Havalar tahmin edildiği şekilde Tunus sıcakları da gelmedi. Allah; tutmuş olduğumuz oruçlarımızı,  teravihlerimizi, Kur’an tilavetlerimizi, ibadetlerimi, sadakalarımızı ve fitrelerimizi dergâhı izzetinde Kabul eylesin. Allah; Daha nice Ramazan aylarına da sağlıklı bir şekilde erişebilmeyi de cümlemize nasip eylesin; Âmin!

Ramazan ayının çok önemli bir özelliği, dostlar ve kurumlar arasında ki iftar ve sahur ikramlarının da zirveye çıkmış olmasıdır. Aynı gün birden fazla iftar ve sahur davetlerinin çakışması ile de dostların birbirlerine karşı kırıldıklarına da şahit olmaktayız; Benim ikramıma neden katılamadın, gelemedin şeklinde! Ben de bu Ramazan ayında ki dost ve ihtiyaç sahiplerine olan  ikramdan kaynaklı sevaba nail olmak istemiştim.. Gönül birlikte olmak istemesine rağmen,  aynı güne kesişen davetlerin fazlalığından kaynaklı hepsine de katılmak tabii ki mümkün değildir. Yılın 360 günü yardım ve ikramlarda bulunan firma ve kurumalarımız bu mübarek ayda daha fazla bir ikramda bulunma ve hediyeleşmek için neredeyse birbirleri ile yarışır konumda olmalarıdır. Mübarek Ramazan ayında,  tamamen Allah’ın rızasını kazanma yarışına katılan kişi ve kurumlarımızın yapmış oldukları ikram ve yardımları da Allah kabul eylesin, mizanlarına hasenat olarak koysun; Âmin!

Ramazan ayının bir başka özelliği de sahur vaktine kadar açık olan cafe vb. mekânlardaki tadına doyum olmaz dost meclislerindeki sohbetlerdir. Bazılarımız bu durumdan rahatsız olsa da, bazen tatlı bir şekilde eleştirsek de, Ramazan ayının bir başka özelliği ve güzelliği de bu mekânlarda ki dostlar ile yapılan koyu ve sahura kadar uzayıp giden sohbetlerdir. Bu sohbetler de tabii ki bazen şehrin gündemi ile ilgili olurken,  bazen de şehrin siyaseti, bazen şehirdeki aksaklıklar ve çoğunlukla da Ramazan ayının özelliği olan iftar ve sahur ikramlarının bol, bereketli ve lezzetli olmasına ve teravihlerin nerede hızlı ve nasıl kılındığına kadar gelir dayanır. Dedik ya; Ramazan bolluğu, bereketi, nuru, feyzi,  teravihi, iftarı, sahuru, ikramları ve dost meclislerinde ki sohbetleri ile birlikte gelir…

Ramazan ayının son günlerini idrak ediyoruz; Yarın Arefe!  Bayramdan önce ki güne verilen mübarek bir isimdir. Bu gün de özellikle Bayram günü, eş dost ziyaretlerinde ki yapılacak olan ikramlar için alışverişler edilir ve evlerimizde de tatlı bir telaş vardır; Tatlılar, börekler vb. hazırlıklar için…  Bu günün en büyük özelliği, çocuklar ve gençlerimiz için de çok manidar gördüğüm tarafı, gelenek haline gelmiş bulunan, Kabir ziyaretleridir. Ahirete intikal etmiş olan, Anne, baba ve tüm akraba-ü taallukat için Dualar edilir, Sonsuz Kudret Sahibi olan Allah’tan bu gün hürmetine varsa günahlarının AF olunması için yalvarılır, yakarılır ve Dualar edilir.  Dünya hayatının geçici olduğu, bir gün her yaşayan fani gibi bizlerin de buralarda olacağı tefekkürü ile de bireysel olarak dersler çıkarılmaya çalışılır. Birey için, İnsan için;  Dünya’daki bulunan her şey bir uyanma, bir tefekkür ve bir tezekkür vesilesi olduğunu da buyurmaktadır, Hz. Allah.

Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah; Bu Ramazan ve her Ramazanı,  son Ramazan ayımız olarak bilmemizi, her bir manası ile de huzur ve huşu içinde idrak ettiği, nurundan ve feyzinden müstefit olduğu  kullarından eylemesini dilerim. Daha nice nice Ramazan aylarına da Sağlıklı bir şekilde erişebilmeyi de nasip eylesin. Ramazan Bayramımız Mübarek olsun. Hayırlı, Sağlıklı ve Huzurlu ve Mutlu bir  Bayram  dilerim.  ÂMİN!

 

Biri Savaş Suçu mu dedi?

Geçtiğimiz günlerde CHP’li bir milletvekilinin TBMM üyeliğinin düşürülmesine, akabinde de yüksek yargı tarafından Devlet sırlarını ifşa suçu işlemekten dolayı tutuklanmasına ve 25 yıl gibi bir cezaya da hükmetmiştir.  CHP Milletvekili ne yapmış olabilir de böyle bir akıbetle karşı karşıya kalmıştır? CHP Milletvekili seçilmeden önceki sivil hayatında ki mesleği gazetecilik olması münasebetiyle, meri kanunlarımıza göre de suç sayılan bir fiili işlediğine yüksek yargı hükmetmiştir. Tüm bu olanlar kanunlara ve nizama uygun mudur? Bunda bir şüphesi olan var mıdır? Olmadığına göre… Her bir kanun maddesini ithal ettiğimiz Devletlerde; Devlet Sırrı, Devlet güvenliği, Milletin varlığı ve Bütünlüğünü tehlikeye düşürebilecek tüm hareketler SUÇ sayılmaktadır. Devletin Dış ilişkilerine, Milli Savunmasına ve Milli Güvenliğine zarar verebilecek veya Anayasa ile kurulu düzeni veya dış ilişkileri açısından tehlike oluşturabilecek nitelik taşıyan bilgilerin tümü de Devlet sırrı sayılır. Kanunla sabit olan bir suç işlendiğine göre, ceza vermeyelim mi, diyorsunuz?  Suç ve cezanın tanımı da kanunlarımızda yazılı olduğuna göre… Bu kanunları uygulaması gereken yargı makamlarına işlerini yapmalarından dolayı da saygı duymak gerekir diye düşünüyorum. Adalet bir gün herkese lazım olacaktır.

CHP Milletvekilinin tutuklanmasının akabinde bir CHP’li milletvekili ve aynı zamanda grup başkanvekili, yargının vermiş olduğu bu karardan dolayı, Sayın Cumhurbaşkanımıza olmadık ifadelerle sataşmalar, saldırılar ve daha da ileriye giderek ‘savaş suçlusu‘ olarak ilan edeceklerini ve Lahey Adalet divanında savaş suçlarını işlemekten dolayı ceza alması için gerekenleri yapacaklarını vurguladı. Şimdi Bir CHP’li milletvekilinin kanunla sabit bir suçu işlemesinden kaynaklı tutuklanmasının Sayın Cumhurbaşkanımız ile ne alakası olabilir ki? Sayın Cumhurbaşkanımızı savaş suçlusu ilan etmek ne demektir? Devletin başı konumunda bulunan ve halk tarafından seçilmiş bir kişiye karşı isnat edilebilecek en büyük suçlardan bir tanesidir; Savaş suçlusu ilan etmek. Peki, Savaş suçu ne demektir?

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yetki alanına giren suçlar;  soykırım suçu, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçudur.   Savaş suçları; Savaş suçlarının siyasî bir çerçevede veya plânda ya da yaygın bir şekilde işlenmesi durumunda Uluslararası Ceza Mahkemesi yetkili olmaktadır. Uluslararası silahlı çatışma ile uluslararası olmayan çatışmalar sırasında işlenen suçlar bakımından bir ayrım yapılmaktadır. Uluslararası suçlar içinde savaş suçları çok eskiden beri tanımlanıp kabul edilen suç türleridir. Bunların büyük bir kısmı daha önce Lahey Düzenlemesi ve Cenevre Anlaşması’nda tanımlanmıştır. Bu Sözleşmelere göre, yaralılar, hastalar, kazazedeler, savaş esirleri ve siviller ile korunan mallardır. Bu kişi ve mallara karşı işlenen suçlar, savaş suçları kapsamında korunan kişilere karşı işlenen suç sayılır. Bunlar;   1 -Kasten adam öldürme.   2 -Gayri insanî muamele ve işkence. 3 -Biyolojik deneyler, insanların fizikî ve ruhî bütünlüğüne ağır bir saldırı veya büyük ızdırap verme şeklindeki kasıtlı fiiller.  4 -Askerî zorluklarla bağdaşmayacak şekilde malların yok edilmesi veya mülkiyetinin ortadan kaldırılması.  5 -Savaş esirini veya benzeri şekilde korunan kişiyi yabancı bir devletin askerlerine hizmet etmeye zorlamak ve kişiyi savaş esiri konumuna getirmek.  6 -Bir savaş esirini veya benzeri korunan kişiyi tarafsız ve usulüne uygun bir şekilde yargılama hakkından mahrum etmek.  7 -Yasadışı tutuklama, nakil veya tehcir olayları.  8 -Esirleri öldürme, fiilleridir.  Uluslararası hukuk kurallarına göre, uluslararası silahlı çatışmalara uygulanabilen kanun ve gelenek hukuku kurallarının ağır ihlâlleri de savaş suçları içinde yer alır. Bu ihlâller şu şekilde sıralanmıştır:  1 -Sivil halka karşı bilinçli saldırı.  2 -Korunan yer veya kişilere kötü muamele sayılabilecek bilinçli saldırılar.  3 -İnsancıl hizmetlerde veya BM Şartı’na uygun olarak barışı korumak ya da insanî yardım misyonu çerçevesinde kullanılan personele, yerleşim yerlerine, mallara, birimlere veya araçlara kasten saldırı, bombalama fiilleri.

Yukarıda savaş suçları yasasında sarih bir şekilde izah edildiğine göre Sayın Cumhurbaşkanımız bu suçlardan hangisini işlemiştir ki, CHP milletvekili böyle bir iddia ve isnatta bulunmaktadır? Savaş suçunun ne olduğunu bilmiyor mudur? Sayın Cumhurbaşkanımıza böyle bir isnat ve iddialar karşısında, tüm AK Parti teşkilatları ve diğer devlet ricali neler yamaktadır?  Bir açıklama yapan gördünüz mü? Veya başkaca bir aksiyon, reaksiyon gibi… Bu mücadeleyi Sayın Cumhurbaşkanımız sadece kendisi için mi vermektedir? 100 yıl önce aynı isnatlarla kocaman bir imparatorluğun parçalanmasına seyirci kalmıştık. Bu gün tekrar aynı şeylerin yaşanması için izlemeye devam mı edeceğiz?  Dün,  Bosna da yaşananları savaş suçu sayamayanlar karşımızda dururken…  Bosna’da savaş esirleri olan Bosnalıları BM askerleri tarafından Sırplara teslim etmek suretiyle ölümüne sebebiyet verenler, savaş suçu işlememiş olacaklar?   Dünyanın her bir bölgesinde kurmuş oldukları terör örgütlerine lojistik destek sağlayanlar, silah verenler ve binlerce insanın ölümüne sebep olanlar savaş suçu işlememiş olacaklar? Dün,   Irak’ta, Afganistan’da, Cezayir’de ve sayamadığımız daha birçok ülkede ve bu gün de Suriye’de yüzbinlerce insanın ölümüne ve milyonlarca insanın da evinden –  yurdundan olmasına sebebiyet verenler, savaş suçu işlememiş olacaklar? Ne yapmıştır, Sayın Cumhurbaşkanımız, sayın vekil? Sadece bu olanların yanlışlığını tüm Dünya’ya haykırmaktan ve vurgulamaktan başkaca…

AK Partili olmak bir Gurur abidesi midir?

AK Parti teşkilatları bünyesinde bulunan sorunlu ı kişilikleri ve özellikle de AKP’liler ve kriptolardan kurtulmak için ciddi bir mesai yapmaktadır.  Yeterli midir, Sanmıyorum! AK Parti bünyesinde bulunan AKP’liler ve kriptolardan kurtulması gerekir mi? Tabii ki!  AK Parti bünyesinde ki bu arkadaşlar ile nöbet değişimi yapabilir mi? Bence çok zor! AK Parti teşkilatları,  AKP’liler ve kriptolar tarafından tamamen kuşatılmış bir durumda mıdır? Durum aynen böyledir!  Sayın Cumhurbaşkanımız ve AK Parti Genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti olağanüstü kongresinden bil itibaren sürekli olarak teşkilatlarda ki bir metal yorgunluktan, bir kan değişiminden ve gönüllere girmekten sürekli olarak dem vurmaktadır. Acaba neden? Kendilerinin gördüğü ve vatandaşlarımız tarafından gelen sağlıklı bilgiler çerçevesinde mi bu kanaate varmıştır? AK Parti teşkilatları, AKP’liler ve kriptolardan arınmadan bu değişim ve dönüşümleri yapabilir mi? Bence de çok zor!  Neden mi zor? Değişim, statükonun devamından yana olan kişiler ve yapılar tarafından sürekli olarak ertelenmeye ve engellenmeye çalışılır. Değişim bazılarının yok olması demek olduğu için de bu düzenin aynen devam etmesi için her türlü engelleme girişimi ve sabote etmekten de geri durmazlar.  Değişim, Ak Parti teşkilatlarında ki AKP’liler ve kriptolar için bir Varlık ve yokluk meselesidir.

Cumhurbaşkanımız ve AK Parti genel başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, TBMM’de AK Parti grubuna hitaben yapmış oldukları konuşmada; ‘’ 14 yılda hayata geçirdiğimiz hizmetlerimiz, cumhur ile cumhuriyeti buluşturduk. Milletimizin Ankara’ya bakışını da değiştirdik. Bu süreçte Ankara’da kendisini değiştirdi. Eksikler, hatalar, yanlışlar elbette var. Bunların düzeltilmesi için çalışmak başka bir şeydir. Yapılan güzel şeyleri görmezden gelmek başka bir şey.  Adaletli olacak her ikisini de birden yapacağız.  Milletimiz, devleti, başkenti ile öyle bir kaynaşmıştır ki 15 Temmuz’da olduğu gibi canını ortaya koymaktan çekinmemiştir. O gece tankların önüne kendini atan milletim ile iftihar ediyorum. Bombalardan yılmayan milletim ile iftihar ediyorum. Bu millet göğsünü siper etti ve tankların üzerine gitti. Bir tarafta imanlı aziz bir millet vardı, öbür tarafta imanını kaybetmiş bir saldırganlar çetesi vardı. 15 Temmuz bize şunu gösterdi ki Ankara Türkiye’nin İstiklal ve istikbal mücadelesini sadece yöneten değil gerektiğinde safların en önünde duracak dirayete, cesarete sahip bir şehirdir ‘’ vurgularının bölgemizde son günlerde,  aynı dine mensup olan devletler ve komşuları tarafından neredeyse yok edilmeye çalışılan Katar örneğine de bir gönderme ve bir nasihatler manzumesi olduğunu da düşünüyor ve çok manidar buluyorum.

Cumhurbaşkanımız ve AK Parti genel başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, TBMM’de AK Parti grubuna hitaben yapmış oldukları konuşmada; ’’ Benim sizlerden ricam şudur. AK Partili olmak gurur abidesi değildir. İktidar gücünü gururlanma sürecine katkıda bulunsun diye kullanmamalıyız. Tam aksine tevazu ehli olmak suretiyle, vatandaşlarımıza yaklaşmalıyız. Bunu yapmak durumundayız. Aksi takdirde Rabbimin bize verdiği bu nimeti süratle kaybederiz. Bu bakımdan tüm il, ilçe teşkilatlarımız kapı kapı, ana kademe, kadın kolları, gençlik kolları dolaşmak durumundayız.  2019 seçimlerine kadar kapısını çalmadık ev, sıkmadık el, tebessüm etmedik yüz bırakmayacak şekilde bir programla çalışmalarımızı sürdürmeliyiz.  Belediyeler için de bir şey söyleyeceğim. Belediyeler de hizmet gerektir ama yeterli değildir. Yeterli olan nedir, gönüllere girmektir. Eğer gönülleri alamıyorsak kaybederiz Onun için de ev ev dolaşacağız ve vatandaşımızla bu gönül birlikteliğini sağlayacağız ’’ ifadelerinde ki vurgularının AK Parti teşkilatları ve belediyelerde ki yöneticilerin kulaklarına birer küpe olacak nitelikte olduğunu da düşünüyorum.

AK Parti teşkilat mensubu olmak gerçekten bir gururu abidesi midir? Elbette ki! AK Parti teşkilatlarına sonradan dahil olan ve rant, komisyon, makam – mevki ve ihale için burada bulunan AKP’liler ve kriptolar için özellikle de. Bu kişiler bu düzenin değişmesini talep edebilirler mi? Mümkün değildir. Neden talep etsin ki? Kendi kendini ateşe atar mı? AK Parti genel merkez yeni yönetimi değişim ve dönüşüm adına büyük bir risk almalı, belediyeler ve teşkilatlarda ki metal yorgunluğuna duçar olanlar ile ihale, rant, komisyon, makam – mevki için gelenler ve teşkilatlardan güç alan gurur abidelerinden acilen ve ivedilikle arınmalıdır şeklinde düşünüyorum. Aksi halde ne mi olur? AK Parti ve Türkiye için 2019 çok zor ve sıkıntılı geçer! Aksi halde, Belediyeler ve AK Parti teşkilatlarında ki yapılması düşünülen değişim ve dönüşümün ertelenmesinin de hiçbir manası kalmayacaktır. Değişim tabii ki sancılı olur, katılıyorum… Değişimlere direnecek olan teşkilatlar mensupları da elbette ki olacaktır.  Bir kurumun hayatiyetinin Sürekliliği ve ülke adına yapılabilecek hizmetlerin kaygıları ile bazen değişim kaçınılmazdır, başka bir seçiminiz de kalmamıştır;  O gün bu gündür diye düşünüyorum.

Yeni Kerbela’lar Yaşanmasın!

Geçtiğimiz günlerde Dünya bir sabah Katar krizi ile uyandı. Katar krizine müdahil olan ülkeler ve Ağababaları tarafından bu krizinin önceden hazırlanması ve servis edilme süreci de var mıydı? Dünya halkları hiçbir zaman bu gerçekleri zaten öğrenememişti. Küresel Sitem hazırlıklarını yapıyor ve kendi mahallemizde ki bizden bildiğimiz adamlar vasıtasıyla da servis ediyorlardı. Ne ala memleket! Bizler sadece küresel sistemin servis ettikleri kadar olaylar hakkında yorum ve kanaat sahibi olabiliyorduk. Zaten Küresel Sistemin istediği de bunlar değil mi? Birinci Dünya Savaşı döneminde Osmanlı İmparatorluğunu savaştan çok önceleri masada paylaşanlar daha sonra almayı planladıkları paylar noktasında kavgaya tutuşmaları sebebiyle böyle bir anlaşmayı da dünya halkları öylesine öğrenmiş oluyordu. Aslında bu gün yaşadıklarımızdan çok da farklı değildi. Katar krizi ile Küresel Sitem bir şeylerin üzerini örtüyor ve mahallemizin ülkeleri eliyle de adım adım hedefine doğru yol almakta idi. Yine Dünya halkları ve bölge devletleri buna seyirci mi olacaktı? Bu gün de Kerbela’da yaşananalar tekrar mı edecekti? Bir ve beraber hareket etmesi gereken aynı dine mensup olanlar kendi din kardeşlerini düşmana neredeyse teslim etmeye çalışıyorlardı. Anlamak gerçekten de çok zor gelişmelerdi. Artık dur demenin şimdi tam zamanı değil miydi? Tekrarı olmayabilir… Bu şartlarda sergilenecek olan Duruş,  bölge Devletleri için de sadece bir Varlık ve Yokluk meselesi olduğunu çok net bir şekilde idrak etmeleri gerekiyordu.

Tarihe kabaca şöyle bir baktığımızda, bir ve beraber hareket etmesi gerekenler sürekli olarak kendi aralarında arızalar çıkıyordu? Acaba neden? Aynı Dine inananlar nasıl oluyordu da birbirlerini düşmana satıyor ve birbirlerini yemek için de yarışa girebiliyorlardı? Kimler bu insanları ve devletleri hangi motivasyonla ve nasıl bu noktaya sürükleyebiliyorlardı?  Anlamak gerçekten de çok zor meselelerdi. Bir yerlerde kesinlikle bir yanlışlıklar manzumesi devam edip gidiyordu. Dünyanın sonuna kadar da böyle mi devam etmeliydi? İnsan kendisine verilen AKLI ne zaman kullanacaktı? Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah; Aklını kullanmayanları da REZİL edeceğini buyurmasına rağmen?  Öyle mi?

Hz. Peygamber Efendimizin ahirete irtihalinden sonra, ümmet arasında türlü fitneler baş göstermişti. Özellikle Hz. Ali’nin halifelik döneminde ümmet birbirleriyle birçok kez savaştı veya savaştırıldı. Hz. Ali’ye başkaldıran Muaviye, kendisinden sonraki halifenin oğlu Yezit olarak kabul edilmesini ölmeden önce garantilemişti. Yezit halife olunca, Hz. Peygamber’in getirdiği İslam inancını temelden değiştirmeye ve halka işkence etmeye devam etti. Bundan özellikle de Küfe halkı çok rahatsız olmuştu. Bu nedenle Hz. Hüseyin’e her gün yüzlerce mektup yazıp, kendilerini Yezit’ten kurtarmasını istediler. Küfe’den 18 bin mektubun Hz. Hüseyin’e ulaşması sonunda ailesi, dostları ile Küfe’ye doğru yola çıktı. Küfelilerin mektuplarından haber alan Yezit, önceden elçi olarak gönderilen Hz. Hüseyin’in amcaoğlu Müslim’i öldürtüp ve halka baskı uygulayarak Küfelilerin gözünü korkutmayı başardı. Böylece daha önceden Hz. Hüseyin’e biat edeceklerini belirten Küfeliler, korkularından saf değiştirip Yezide biat etmeyi kabul ettiler ve Yezidi’n ordusuna katıldılar. Hz. Hüseyin ve yakınları Muharrem ayının ilk günü Kerbela’da tutsak edildiler. Muharrem’in 10. günü Yezide biat etmeyi reddeden Hz. Hüseyin’e, karşı taraftan ok atılmasıyla çatışma başladı. Hz. Hüseyin’in oğulları, kardeşi, yeğenleri derken tüm yakınları tek tek şehit edildiler. Tüm sevdiklerinin gözü önünde can vermesine şahit olan Hz. Hüseyin, kılıç yarası aldıktan sonra Şimr isimli asker tarafından başı kes ilerek şehit edildi.

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah;  ‘Ey iman edenler, Kâfirlerle toplu halde rastladığınız vakit, yani sizden sayıca üstün olarak, sürü sürü saf tutmuş olarak harp düzeninde karşılaştığınız zaman onlara ARKANIZI ÇEVİRMEYİNİZ. Sizin kadar oldukları veya sizden daha az oldukları zamanlar şöyle dursun, sizden çok fazla oldukları zaman bile KIÇ DÖNÜP KAÇMAYINIZ. Siz de derhal saf tutup SAVAŞ DÜZENİ alınız. Ey iman edenler, bir DÜŞMAN topluluğu ile karşılaştığınız zaman SEBAT edin ve Allah’ı çokça zikredin ki, kurtuluşa eresiniz. Ayrıca Allah’a ve Resulü’ne itaat edin. Ve BİRBİRİNİZLE de DİDİŞMEYİN. Sonra içinize KORKU düşer ve KUVVETİNİZ elden gider. Sabırlı olun, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir’ buyurmasına rağmen,  İslam âlemi 100 yıllardır birbiri ile uğraşmaktan, didişmekten, güncel siyasetle meşgul olmaktan kendilerini alamamış ve BİRLİĞİNİ – DİRLİĞİNİ sağlayamamış,  Sinelerine KORKU düşmüş ve KUVVETLERİ de azalmıştır.

 

Siber Güvenlik Bakanlığı Kurulmalı!.

Geçtiğimiz günlerde Dünyanın en iyi korunan ülkesi olan İngiltere’nin Manchester şehrinde meydana gelen siber saldırıyı hatırlamayanımız yoktur. Dünyanın süper gücü konumunda bir ülkenin ve güvenlik olarak da üst düzeyde bulunan bir hava limanına siber saldırı meydana gelmişti. Neredeyse 24 saat uçuşlar yapılamamıştı. Vatandaşlar ve Dünya halkları olanları sadece hayretle izlemekteydi.  Neler oluyordu? Kimler böyle bir gücü karşı siber saldırıda bulunabiliyordu? Nasıl böyle bir girişimde ve siber saldırı için kalkışmada bulunuyorlardı? Anlamakta zorlanıyorduk. Sadece bir film izler gibi gelişmeleri izliyorduk…

Daha sonra birden Katar da anlayamadığımız gelişmeler olmaktaydı. Katar da bir siber saldırıya uğradığı iddia ediyordu. Aslında Katarın yaşamakta olduğu Türkiye olarak 15 Temmuz tarihinde yaşadığımız hain darbe ve işgal girişiminin Siber düzeyde gerçekleşmesi ve akabinde devam eden olaylar silsilesinden başkaca bir şey değildir.  Katar Resmi Haber Ajansı (QNA), 23 Mayıs gecesi Katar Emiri Şeyh Temim Al Sani’ye atfen “ABD’ye karşı ve İran’ı destekleyici” açıklamalar yayımladı ancak açıklamadan hemen sonra Katar resmi olarak QNA sitesinin siber saldırıya uğradığını duyurarak söz konusu açıklamaların dikkate alınmamasını talep etti.

Ancak Birleşik Arap Emirliklerinden yayın yapan Al Arabiya ve SKY News Arabia televizyon kanalları, resmi açıklamalara rağmen yayınlarına devam ederken, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır gibi ülkeler de Katar menşeli yayın yapan tüm yayın kuruluşlarına erişimi ülke içinde yasakladı.  Suudi Arabistan, BAE, Yemen, Mısır ve Bahreyn yaptıkları açıklamayla Katar ile tüm diplomatik ilişkilerini kestiklerini duyurdu. Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn, ülkelerinin hava sahasını Katar’a kapatarak, Katarlı diplomatların 48 saat içinde ülkelerinden ayrılmasını istedi.

Türkiye olarak Siber saldırılar ve genel durum hakkında ki çalışmalara kabaca bir baktığımızda ise durum şöyledir. Bilişim teknolojilerinin vazgeçilmez hale geldiği son yıllarda konunun bir boyutu daha da öne çıkmaktadır;  Kullanılan sistemlerin güvenliği. Sürekli iletişim halinde olan bilgi sistemlerinin oluşturduğu ve siber ortam olarak adlandırılan altyapıların güvenliği ülkelerin ‘’ Politik, Askeri ve Stratejik ‘’ açıdan öncelikli olarak ele alması gereken unsurlar haline gelmiştir.

Ulusal siber güvenlik kapasitesinin arttırılmasına yönelik çalışmalar gerçekleştirmek amacıyla Ülkemizde kurulan Siber Güvenlik Enstitüsü (SGE) faaliyetleri 1997 yılında Bilişim Sistemleri Güvenliği (BSG) Birimi adı ile TÜBİTAK Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsü (UEKAE) altında başlamıştır. 2012 yılından bu yana ise TÜBİTAK BİLGEM bünyesinde ayrı bir enstitü olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. SGE; Siber güvenlik alanında araştırma ve geliştirme faaliyetleri yürütmekte; askeri kurumlara, kamu kurum ve kuruluşlarına ve özel sektöre çözüme yönelik projeler gerçekleştirmektedir.  Ağ Güvenliği Grubu, Güvenlik mimarilerinin tasarımı, sistemlerin güvenli kurulumu/ güvenlik testleri, risk analiz çalışmalarının gerçekleşmesi gibi alt başlıklar altında ele alınabilecek projelerle ülkemizin özellikle geleceği adına oldukça önemsenmesi gereken bilişim güvenliği alanında söz sahibi bir otorite konumuna gelmiştir. Siber Güvenlik Enstitüsü olası riskleri de önemseyerek ülke genelinde haberleşme, enerji, finans, su gibi kritik altyapıların bilişim sistemlerini analiz ederek muhtemel tehditleri ortaya koyan raporlar hazırlamaktadır.

Dünyanın süper gücü konumundaki İngiltere’de yaşanan siber saldırı ve akabinde birkaç gün sonra Katar’da meydana gelen Siber saldırılar bize de Devlet ve Millet olarak bazı şeyleri hatırlatmalıdır. Böyle bir girişim ve saldırılara karşı Devlet olarak tedbirlerimiz var mıdır? Olabilecek her türden siber saldırıya karşı savunma ve karşı saldırı sistemlerimiz kurulmuş mudur? Dünya Siber saldırılara halen maruz kalma ihtimali göz önünde bulundurulmak suretiyle ülkemizde bu alan için bir ‘ Siber Güvenlik Bakanlığı  ‘  kurulmalı mı, Sadece sesli olarak düşünüyor ve soruyorum.

AK Parti Fabrika Ayarlarına Dönebilir mi?

AK Parti teşkilatlarına yönelik, özellikle de 7 Haziran seçimleri öncesi ve sonrasında, bir metal yorgunluğu ve bir rehavet halinin de bulunduğunu sürekli olarak yazılarımızda ifade etmeye çalışıyoruz.  AK Parti teşkilatları gerçekten yorulmuş mudur? AK Parti teşkilatlarında bir rehavet durumu mevcut mudur? Daha nice benzer sorular… Yoksa AK Parti teşkilatlarında; Makam, mevki, para, ihale, rant, komisyon için gelenlerin fazlalığından kaynaklı teşkilat yönetimi bu tipteki kişiler kontrol ele mi geçirmişlerdir? AK Parti teşkilatları ile ilgili soruyu doğru ve net sorabilir,  teşhisi de tam net bir şekilde koyabilirsek alacağımız cevaplar, tedbirler ve çözüm önerileri de ona göre şekillenecektir.  Bir İletişimci ve Gazeteci kimliği gözlemlerimize dayanarak; AK Parti teşkilatları belki biraz yorulmuş olabilir,  belki rehavet de olabilir, fakat asıl mesele teşkilatlar, tamamen yukarıda mezkûr tipte ki kişiler, klikler ve gruplar, tarafından neredeyse işgal edilmiştir şeklinde,  düşünüyorum.

Sayın Cumhurbaşkanımız ve AK Partinin Yeni Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan,  geçtiğimiz günlerde TBMM’sinde AK Parti grubuna hitaben yapmış oldukları konuşmalarında; ‘’  İl, İlçe ve belde teşkilatlarımızın tamamını güncelleyeceğiz, yeniden gözden geçireceğiz. Ortada bir metal yorgunluğu var bunu aşmamız lazım. Çok daha gayretkeş ekiplerle 2019’a hazırlanmamız gerekiyor. İlgili birimlerimiz yoğun bir çalışma içerisinde,  bu çalışmaları yapması gerekiyor. Ciddi bir rakibimiz olmadığı için projeler konusunda kendimizle yarışıyoruz. Başarı çıtasını daha da yukarılara taşımalıyız. 16 Nisan’da kabul edilen Anayasa değişikliğiyle başarı çıtası yüzde 50 artı 1’e çıktı. 2011 ve 1 Kasım’da aldığımız tarihimizin en yüksek oy oranları bile artık yeterli değil. Her ikisinde de yüzde 50’nin üzerine çıkmadan arzu ettiğimiz gibi bir hizmet veremeyiz. Sandıkta yüzde 50’nin üzerine çıkmak için milletimizin her ferdini kucaklamalıyız. AK Parti kucaklayıcıdır. Hedefimiz 80 milyon vatandaşımızın tamamını kucaklamak ve gönlünü kazanmaktır. Suriye ve Irak’tan ülkemize gelen 3 milyon kardeşimiz için yaptıklarımızla kıllarını kıpırdatmayan ülkelere de insanlık dersi verdik.  AK Parti, açık söylemek lazım, devrimci bir partidir ‘’ ifadelerinde ki vurguların tüm Türkiye ve AK Parti teşkilatlarının kulaklarına küpe olacak nitelikte bir uyarı ve ikazlar bütünü olduğu kanaatindeyim.

AK Parti teşkilatları ile ilgili olarak vatandaşlarımız tarafından da sürekli serzenişleri almaktayız. Teşkilat yöneticileri ve belediye başkanlarına ulaşmakta ve hatta randevu dahi almakta zorluklar yaşandığı şeklinde… AK Parti Genel başkanı 80 milyonun her bir ferdini kucaklamaktan bahsederken, vatandaşından kaçan bir teşkilat ve belediye başkanları… Anlayan varsa beri gelsin… Demek ki vatandaşa ihtiyaçları yok…  Bu tipteki teşkilat ve belediye başkanları;  Sayın Genel başkanın çalışmasını, koşturmasını ve kendisinin vatandaşlarımız nezdinde ki kredisini sadece kullanıp, tüketmek gibi bir zihniyete sahip konumdadır.

AK Parti teşkilatları, 2002 ruhuna ve fabrika ayarlarına çok hızlı bir şekilde dönmelidir. AK Parti teşkilatlarına çöreklenmiş bulunan AKP’liler ve kriptolardan da acil ve ivedilikle kurtulmalıdır. AK Parti teşkilatları, fabrika ayarlarına dönmez veya dönemez ise ve içindeki AKP’lilerden de kurtulmaz, kurtulamaz ise ne mi olur? Sonuçlarına tüm teşkilatlar ve ülke olarak katlanırız; Siyaset çöplüğündeki partilerden sadece biri haline hızla dönerler. AK Parti teşkilatlarında AK Partinin hızla tarih olmasını talep eden teşkilat mensupları var mıdır? Bilemiyorum. Sadece soruyorum..  AK Parti genel başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tüm 80 milyonun kucaklanmasından ve gönüllerin alınasından bahsederken, teşkilat mensubu AKP’liler ve kriptolar tarafından, bu hatalar zincirinin ancak bilinçli bir şekilde yapılabileceği de düşünüyorum.