Referandumda Neden Evet?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu tarihten itibaren, dünya ölçeğinde ve bölgesinde güçlü bir devlet olmaması,  gelişmesi ve kalkınmasının önüne geçilebilmesi adına, ülke yönetimindeki tüm erklerin birbiri ile çatışma ve kavga etmesi öngörülmüştü. Kuvvetler ayrılığı olarak tanımlanan sistem aslında, tüm erkler ve kuvvetlerin birbirleri ile bu milletin kalkınmaması ve bir daha dünya ölçeğinde küresel sisteme rakip olamaması için sürekli engellemeler olarak da tanımlanmıştı. Bir İmparatorluk bakiyesi olarak kurulan bu devlete, 1. Dünya Savaşının galip devletleri tarafından bakiyesi olduğu İmparatorluğun tüm borçlarını ödemesi dayatılırken,  sosyal – kültürel – tarihi ve dini bağlarının olduğu, kendi vatandaşları bulunduğu devlet ve milletlerle irtibat kurması, ticaret dahi yapmasına küresel sistem izin vermemişti. Ne zaman ki tarihi ve kültürel bağlarımızı hatırlayama başladık, kültürel miraslarımızı gün yüzüne çıkarmak için girişimlerde bulunduk; Küresel güçler hemen bağırmaya ve kendi kurmuş oldukları terör örgütleri üzerinden bizlere mesajlar vermeye başladılar. Adama sormazlar mı? 10 bin km. ötelerden senin ne işin var buralarda diye?

Bu ülkede iktidar olduğunu zanneden ve seçimle işbaşına gelen hiçbir siyasi iktidar muktedir olamadı. Bakiyesi olduğu İmparatorluk 600 yıllık iktidarında 36 padişah ile yönetilirken, 90 yıllık bir Devlet, Parlamenter sistemde 65. Başbakan ile yönetilmektedir.  Bu şekilde mi kalıcı yatırımlar yapacaksınız? Bu yönetim şekli ile mi dünya ile rekabet edebileceksiniz? Sadece, 12 Mart 1971 – 12 Eylül 1980 tarihleri arasında 9 Hükümet görmüş bir millet ve devletiz. Her on yılda bir meydana gelen darbeler, muhtıralar, e-muhtıralar ve post-modern darbeler de bu işlerin cabasıdır.  Bir ülkede, ekonomik istikrar ve kalkınmanın olabilmesi için mutlaka siyasi istikrarın olması gerekir. 1960 – 1983 ve 1993 – 2002 yılları arasındaki siyasi istikrarsızlığı hatırlayanlarımız vardır. Ekonomik olarak çekilen sıkıntıları, her gece yatarken sabah nasıl bir siyasi ve ekonomik gündeme uyanacağımız noktasındaki hafakanlarımızı tekrar etmek suretiyle canımızın sıkılmasını istemem. Bu ülkede Siyaset; Muktedir olmak için girişimlerde bulunduğu dönemlerde ise askeri vesayet önünü kesmek için her türlü girişimlerde bulunmaktan hiçbir zaman çekinmedi. Seçimle işbaşına gelen, iktidar olup fakat muktedir olamayan siyaset, bürokratik oligarşinin de engellemelerinin yıllarca önüne geçememiştir. Devlet ve Millet olarak, dünya ile rekabet edebilmek ve gelişmiş ülkeler sınıfında olabilmek, Bölgesel ve Küresel GÜÇ adına, yönetim sistemimizden kaynaklı olan; Zincirlerimizden, yüklerimizden, engellerimizden kurtulmanın şimdi tam zamanıdır, diye düşünüyorum.

yeni-yazi.jpg

AK Parti Genel Merkez Teşkilatı, Referandumda, Güçlü bir Yürütme ve Cumhur Başkanlığı sistemi için yapılacak olan Anayasa değişikliğinde ‘Neden Evet’ demeliyiz sorularına 7 ana başlık altında cevaplar verdi.  Bu başlıklara, zikretmeye çalıştığımız, ülkemizdeki askeri vesayet ve bürokratik oligarşi engellemeleri, ülkemizin zincirlerinden kurtulması, devlete bir gücün sahip olması kavgalarının bittiği, gelişmiş – kalkınmış bir dünya ülkesi olabilmesi adına atılacak adımlar ve yapılması planlanan güçlü yürütme değişiklikleri çerçevesinde kabaca incelemeye çalışacağım.

İSTİKRAR için; Yeni sistemle kalıcı istikrara kurumsal garanti verilecek. Son 15 yılda ülkede istikrar sağlandı ama bu kalıcı değil, bu partiye ve kişiye bağlı bir istikrardı. Yeni sistemle İstikrar bunu garanti altına alınıyor. ETKİLİ İDARE için; Vatandaş hızlı işleyen bir idareye, bürokrasiye ‘evet’ diyecek. Daha az bürokrasi, daha hızlı büyümeye ‘evet’ diyecek. Kararnamelerle, yatırımlar vb. yönetimsel sorunlar hızlı düzenleme imkânı olacak. VESAYETE SON VERMEK için; Vesayet mantığının tasfiye süreci tamamlanacak. Meclis’in doğrudan belirlenmesi ile milli irade güç kazanacak. Cumhur Başkanlığı milletin makamı olarak tescillenmiş olacak. Güçlü yasama, güçlü icraat devreye girecek. Askeri ve bürokratik vesayete son vermek hedeflenmektedir. REFAH için; Ekonomide olduğu gibi güvenlik politikalarına da hız katacak. Terörle mücadele, huzura güç verecek. Kurumsal yenilenmeyle bu sürece katkıda bulunacak. Refah seviyesi yükselecek. GÜÇLÜ MECLİS için; Meclisimizin ve milletvekillerimizin güç kazandığı bir sistem olacak. Yasama yetkisi artık TBMM’de olacak. Hükümet tasarı gönderemeyecek. Kanunlarla ilgili her şey Meclisin kontrolünde olacak. Meclis ilk defa HSKY’ya üye seçecek. Hem Cumhurbaşkanı hem de Meclis’e seçimleri yenileme imkânı verilecek.  BİRLİK ve HUZUR için; Birlik ve huzur pekişecek. Seçimi kazanmak için yüzde 50’nin oyu gerekiyor. Merkez siyaset güçlenecek. Devlet değil milletin merkezi güçlenecek. Siyasetçiler kendilerini farklı kesimlere açılmak zorunda hissedecek. Siyasette uzlaşma, diyalog kültürü gelişecek.  GÜÇLÜ TÜRKİYE için; Sadece içerde değil, dışarıda da TÜRKİYE’YE GÜÇ KATACAK. Devlet ve millet olarak Fırtınalı bir dönemden geçiyoruz. Bölgemizde sınırların yeniden masaya koyulduğu bir dönemden geçiyoruz. Bu fırtınalı dönemden en az hasarla çıkmamız için güçlü bir devlet ve Yürütmeye sahip olmamız gerekiyor.

Nisan ayında yapılması muhtemel olarak görünen, Güçlü bir Yürütme ve Cumhur Başkanlığı sistemi için yapılacak olan, Anayasa değişikliği referandum sürecinin ve referandum sonuçlarının şimdiden, bölgemize, ülkemize ve milletimize Hayırlı olmasını dilerim.

yeni-yazi1.jpg

Gülmesini Bilmeyen ‘Başkan’ Olmasın!

Toplumumuzda geçmişten ve gelenekten gelen, asık ve poker suratlı olmanın, hala bir güç ve otorite olarak kabul edilmektedir. Nasıl bir güç ve otorite ise? Nasıl bir yönetim ve yöneticilikse? Anlamakta hep zorlanmışımdır.  Günümüzde kamuya açık toplantılarda sürekli olarak şahit olduğumuz, yönetici veya başkan olarak tanımladığımız, topluma mal olmuş bireylerin, kişilerin gülmekle, gülümsemekle çok şey kaybedeceklerine olan inançlarına da müşahit olmaktayız. Gülmekle veya gülümsemekle, bulunduğu makamdan, başkanlığından, yöneticiliğinden kaynaklı olan bazı güçleri, otoritelerini ve değerlerinin gideceğine dair bir vehimle de karşı karşıya bulunuyoruz. Gülmesini bilen, Yumuşak huylu yöneticileri bazen yüksek makamlara yakıştıramadığımız dönemlerde olmuştur.

gulmek1.jpg

Dünyamızdaki teknolojik, sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik vb. gelişmeler yönetim şeklini ve biçimlerini de değişmeye zorlamıştır.  Geleneksel Yönetici, başkan veya müdür olarak tanımladığımız yönetim şeklinin;  Çevresini güden bir mantaliteye sahip, onlara karşı otoriter davrandığını.. Çalışanlarına daima bir korku aşıladığını ve sürekli olarak sadece de ben dediğini görürüz.  Suç  ve hataların  zuhur ettiği zamanlarda çevresini suçladığını ve başarılardan kaynaklı ödüllendirmelerin de kendilerine ait olduğunu..  Emredici bir dil ve üslubu tercih ettiğine de şahit olmaktayız. Modern yönetici, başkan, müdür, liderlik tipi yöneticilikte ise, Çevresine karşı yol gösterici bir zihniyete sahip,  iyi kalpli olduğunu, onları iş yapma noktasında şevk uyandırdığına şahit oluyoruz. Sürekli olarak biz dilini kullandığına, hatalar konusunda ise nasıl çözülebileceğine, çözüm yolu ve yöntemi aradığına, çevresindeki insanların da gelişmesine ve yetişmesine yardımcı olduğunu… Birlikte çalıştığı insanlarında övgüye layık olduğu inancını ve davranışlarını görmekteyiz.

gulmek2.jpg

Hz. Peygamber, yumuşak huylu, gülmesini ve tebessüm etmesini bilmeyen bir kişi olsa idi çevresinde kimler kalabilirdi? Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, Hz. Peygamber efendimize hitaben, onun şahsında ise biz kullarına; ‘Eğer sen katı kalpli, huysuz, asık suratlı, gülmesini, tebessüm etmesini bilmeyen ve yumuşak kalpli olmasaydın, muhakkak ki senin etrafında kimseleri bulamazdın, çevrende kimseler kalmazdı.’  Bu ikaz ve uyarılar çerçevesinde,  bazı makamlarda bulunan; adı ister başkan, ister yönetici, ister lider olarak isimlendirelim, neden gülmediğimiz, gülemediğimiz noktasında, gülmenin, gülümsemenin ve tebessüm etmenin kendimize, işimize, topluma, çevremize ve ülkemize verimlilik artışı noktasındaki faydaları hakkında, yaşanmış tecrübeler ışığında vücut bulmuş bazı sözleri paylaşmak istiyorum.

* Gülmek, hayatı karşına alabilmektir. Durum ne olursa olsun, dudaklarından gülümseme eksik olmasın. *  Güzel bir gülüş, karanlık bir eve giren güneş ışığına benzer. * Gülmek, tebessüm etmek kana en hızlı karışan ilaçtır. İnsan mutluluktan gülmezmiş; güldüğü için Mutlu olurmuş! * Gülmek, yan etkileri olmayan yatıştırıcı bir ilaçtır. * Hayat bir ayna gibidir. Gülümserseniz o da size gülümser. * Gülmek, iki insan arasındaki en kısa mesafedir. İnsanlar için en güzel hediye, hiçbir masrafa ihtiyaç göstermeyen tatlı bir gülümseyiştir. * Gülümsemek;  sizin logonuz,  sizin karakteriniz, sizin kartvizitiniz, hayatınızdaki insanlara nasıl bir duygu yaşattığınız ise sizin MARKANIZDIR.  * Gülümsemenin, parasal değeri yoktur. Satın alınmaz, ödünç verilmez, dilenilmez, çalınmaz ama verilmedikçe de hiç alınmaz.   * Gülmek için Mutlu olmayı beklemeyiniz, belki gülmeden ölebilirsiniz.Herkesin sizi sevmesini istiyorsanız, gülümseyiniz. * Gülmesini bilen insanlar; Dünya meselelerine karşı sağduyulu, sakin kafalı, sağlam düşünceli ve kültürlü bir gözle bakabilmelerine imkân veren sihirli anahtarı ellerine geçirmiş olurlar.

Bir Çin atasözü der ki: Gülmesini bilmeyen, dükkân açmasın. İki komşu olan, biri balcı ile diğeri turşucu olan dükkân sahibinin hikâyesini herkes bilir. Balcı da çeşit çeşit ballar var ama müşterisi yoktur. Turşucu ise basit bir turşu satar ama müşteriye malı zor yetişir. Balcı bu işe şaşar ve bilge bir adama gider, durumunu anlatır. Adam gerçekten bilgedir ve der ki: Sen dükkânında bal satıyorsun ama yüzün sirke satıyor. Komşun turşu satıyor ama gülümsemesini biliyor, yüzü bal satıyor. Gülümsemek ve tebessüm etmenin hayatımızda sürekli olabilmesi dileklerimle… 

Durun! Ne yapıyoruz?

Anadolu, dünyanın kavşak noktasıdır. Anadolu, Avrasya ve Hazar enerji havzalarına ulaşabilmenin merkezidir. Anadolu, Ortadoğu petrol ve enerji hatlarının tam merkezindedir. Anadolu Mezopotamya’nın merkezi ve anavatanıdır. Anadolu tarihi İpekyolu güzergâhının da merkezidir. Anadolu tüm kadim medeniyetlerin ve kültürlerin de neşv-ü nema bulduğu yerdir. Anadolu kara parçasının özellikleri saymakla bitmez. Anadolu kara parçasına da tüm küresel güçler ve taşeronları da sahip olmak için her türlü girişimlerde bulunurlar.   Küresel sistem, dünyanın enerji ve petrol merkezlerinin vanası konumunda bulunan Anadolu topraklarını denetim ve kontrollerine alabilmek için her türlü vesayet ve vekâlet odaklarını kullanmaktan da vazgeçmezler. Küresel sistem yüz yıllardır devam ettirdiği emperyalist sömürü düzenini ve ülkelerindeki refahın aynen sürmesi için yine bu bölgede olmak, yine bu bölgeleri karıştırmak ve yine buralarda kaos çıkarmak zorundadır.

Türkiye Cumhuriyeti Devletini yöneten siyasi kadrolar, küresel sistem ve taşeronlarının yönetim, kontrol ve denetimleri dışına çıkmaya başladığı dönemlerde sürekli olarak askeri darbeler ve muhtıralarla bu ülkenin ilerlemesi, kalkınması engellenmiştir. Ülkemizde sosyal patlamalar ve ekonomik krizler üreterek de hedeflerine kolayca ulaşmışlardır.  12 Eylül 1980 tarihinde; Her gün meydana gelen patlamalar ve ölümler karşısındaki bir soruya, askeri müdahale komutanı, darbe ortamının olgunlaşmasını bekledik, ifadelerinde olduğu gibi…  15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminde de aynı hedefi görmekteyiz. Güzel Anadolu diyarı ülkemizde milletimizin arasında iç savaş ve fitne çıkarmayı hedeflemişler;  Planları tutmamıştır. Plan yapanların en büyüğü olan Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah planlarını bozmuş ve hedeflerine ulaşamamışlardır.

12-eylul.jpg

15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimleri, askeri vesayet ve bürokratik oligarşinin olmadığı bir Türkiye ümidiyle,  güçlü bir yürütmenin olduğu Cumhur Başkanlığı sistemi için bir Anayasa değişiklik referandumunu Nisan ayında gerçekleştireceğiz. Vatandaşlarımız bu referandumda oylarını Evet veya Hayır olarak kullanmak suretiyle bir sistem değişikliği için tercihlerini yapacaklardır. Vatandaşlarımız arasında şimdiden referandumda kullanacakları oylarının rengini açıklayanları da sosyal medyada görmekteyiz. Demokrasi farklı düşünmek değil midir? Demokrasi biraz da hoşgörü değil midir? Referandumda kullanılacak oylarının rengini açıklayan vatandaşlarımızı vatan haini, terör destekçisi vb. ilan ederek kimin veya kimlerin ekmeğine yağ sürmüş olmaktayız? Biraz sakin olalım. Biraz aklıselim düşünelim. Dün bu ülkede; Sağ – Sol kavgaları ile binlerce gencimizi kırdırdıklarını ne çabuk unutuverdik?  Yakın zamanda ise Türk – Kürt, Sünni – Alevi, Laik – Anti laik vb. kavga çıkartmak isteyenleri ne zaman unuttuk? Bu gün de  ‘Evet – Hayır‘ çizgisinde bu ülkeyi kamplara ayırmak kimlerin işine yarayacaktır? Küresel sistem ve içimizdeki işbirlikçileri, 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimde, bu ülkeyi tamamen teslim için ulaşamadıkları hedeflerine.. Ekonomik kriz bahane edilerek vasıl olamadıkları planlarına.. Döviz kurundaki oynamaları vasıtası ile elde edemedikleri sosyal patlama,  iç savaş ve fitneye; Bu asil milleti, Evet – Hayır kamplaşmaları ile farkında olmadan, dolaylı yollardan destek olduğumuzun farkında mıyız? Tüm bu planları yapan güçlere ve kaos çığırtkanlarına, Millet olarak en güzel cevabı Yenikapı’da verdiğimizi ne çabuk unutuverdik?

yenikapi.jpg

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, biz kullarına sürekli olarak; ‘ Bu giriş nereye…  Çok az düşünüyorsunuz… Hiç akletmez misiniz? Hiç düşünmez misiniz? Aklınızı kullanmaz mısınız? Hala aklınızı başınıza almayacak mısınız? Hala akıl edip düşünmez misiniz?’ vb. ikaz ve uyarıları, aynı hataların tekrar edilmemesi, insan olarak hatalarımızdan dersler almamızı ve basiret- feraset sahibi olabilmemiz için sürekli olarak tembihlerde bulunmaktadır.

Marka Üniversite Olmak mı?

Üniversiteler bulundukları bölgelerde ve şehirlerde, sosyal, kültürel ve ekonomik olarak,  gelişimine ve kalkınmasına öncülük eden kurumlardır. Şehrimizde halen eğitimlerine devam etmekte olan 2’si devlet, 2’si de Vakıf olmak üzere 4 adet üniversitemiz bulunmaktadır.

Üniversiteler kuruldukları tarihten itibaren, yetiştirmiş oldukları değerler, ülkeye olan maddi ve manevi katkıları noktasında ki birikimleri, kurumsal kimlikleri ve iletişimcileriyle belli bir marka değeri, itibarı ve algısına sahip kurumlardır. Selçuk Üniversitesi; Bugün bünyesinde, 21 fakülte, 6 enstitü, 6 yüksek okul, 22 meslek yüksek okulu, 1 devlet konservatuvarı bulunan,  5.000’e yakın eğitim ve bir o kadar da idari kadrosu 70.000’i aşkın öğrencisi ve her yıl 20.000 mezunu olan Türkiye’nin en büyük eğitim kuruları arasında yer almaktadır.

Selçuk Üniversitesinin 41. kuruluş yıl dönümü törenlerinde Üniversite Rektörü Prof. Dr. Mustafa Şahin, “Üniversitemizin 50.  Kuruluş yılında ‘Dünya’da marka üniversite’ olacağından,  ‘öncü ve yenilikçi üniversite’ amacına erişeceğinden şüpheniz olmasın”  ifadelerine yapmış oldukları vurgu çerçevesinde, bu kurumdan mezun bir İletişim Uzmanı ve Gazeteci olarak birkaç kelam etmek istiyorum.

Son günlerde, Selçuk Üniversitesi hakkında, basın yayın organlarında ve sosyal medyada bazı haberler, ifadeler ve yorumlara şahit olmaktayız. Kurum yönetimi, bu haber ve yazıları görmezden gelme lüksü var mıdır?  Kurumsal İletişim bunu mu gerektirmektedir? Kurum hakkında yapılan tüm haberler, ifadeler ve yorumlara, özellikle de sosyal medyada isim değiştirilmesi konusuna, kurumsal iletişim ve kurumun başında sorumlu bulunan rektör marka kimliği, marka algısı marka değeri ve marka itibarını korumak adına bir cevap vermek durumunda mıdır?

selcuk-universitesi1.jpg

Marka ismi, kurumların en kutsal denecek kadar değerli bir varlığıdır. Kurumlar, marka isimlerini herkesin bilmesini, insanların bu marka ismine olumlu özellikler atfetmesini isterler. Kurumlar; Yeni bir vaatle, yeni bir pazarlara ve yeni müşterilere hitap etmek için, isimlerini değiştirebilirler. Bazen de iki kurum birleşip yeni bir yapı oluştururlar ve bu yeni oluşuma yeni bir isim verebilirler. Bazı kurumlar, yeni bir ülkeye giderken, söz konusu ülkenin değerlerine ters düşen isimlerini değiştirmeyi tercih edebilirler. Bazen de hukuki zorunluluklar nedeniyle kurumlar, isimlerini değiştirmek zorunda kalır. Markaya yeni bir isim vermek, yeniden yapılanma demektir. Ancak bir markayı yeniden yaratmak; sadece isim,  sadece tabela, sadece renk ve sadece logo vb. değiştirmekle olmaz. Eğer bir kurum, yeni ismi ve yeni logosuyla aynı işleri, aynı anlayışla yapmaya devam edecekse, hiç bir şekilde başarılı olamaz. Çünkü sadece isim, sadece tabela, sadece renk ve sadece logo değiştirerek yeni bir marka yaratmak mümkün değildir.  Kurumsal iletişim, kurumun mesajlarının oluşturulmasına, vizyonu, misyonu, marka itibarını, değerler ve kurum kültürünün birleştirilmesine yardımcı olur. Kurumun mesajları, aktiviteleri ve uygulamaları hakkında tüm paydaşlar (çalışanlar, öğrenciler, şehirde yaşayanlar, mezunlar ve aileler )  ile iletişim sağlanmasına da destek verir. Kurumsal iletişim, kurumun tüm iletişimlerini stratejik olarak en iyi şekilde sonuçlanmasını sağlayan birim anlamına da gelir. 

selcuk-un.2.jpg

Selçuk Üniversitesi 42 yıllık geçmişi ile şehrimizde bulunan eğitim kurumları içinde en köklü olanı ve kurumsallaşmış bir yapıya sahiptir. Bünyesinden çıkarmış olduğu tüm eğitim kurumlarına da sürekli olarak ağabeylik yapmış ve lojistik destek sağlamıştır. Üniversite eğitim kurumlarında 1. Dönem eğitim sürecinin sonuna geldik. Selçuk Üniversitesinde okuyan öğrencilerimizin suçu nedir ki notlarını göremedikleri için ( derslerden geçtikleri veya bütünlemeye kaldıklarını)  birkaç hafta daha dönemi geç bitirebilecekler. Yoksa 42 yıllık kurumda bilişim alt yapı sorunları mı vardır? Selçuk Üniversitesinde okuyan öğrencilerimiz, bilişim alt yapısından kaynaklı, bilişim alt yapısı yani server (sunucu)  Ege Üniversitesinden kullanılmakta olduğu için, hocalarımızın sisteme girdikleri notlarını en erken 4/5 gün sonra görebilmektedir. Bütünleme sınav tarihleri de bu yüzden fakülte yönetimleri tarafından bir hafta ertelenmek zorunda kalmıştır.

42 yıllık bir eğitim kurumu böyle mi Dünya Üniversitesi olacak? 42 yıllık bir eğitim kurum böyle mi Dünya Üniversiteleri ile rekabet edebilecek, öncü ve yenilikçi olabilecek?  42 yıllık bir eğitim kurumu böyle mi marka olacak? 42 yıllık bir eğitim kurumu marka itibarını böyle mi koruyacak? 42 yıllık bir eğitim kurumu server (sunucu) alt yapısı kurabilecek finans kaynakları da mı yoktur? Kurumdan mezun bir iletişimci ve Gazeteci olarak,  halen eğitim görmekte olan öğrenciler ve aileleri adına sadece soruyorum.

Şimdi; Yeni Şeyler Söylemek ve Yapmak Zamanı!

Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve milletimizi,  15 Temmuz tarihinde, hain darbe,  işgal girişimi ile küresel sisteme tamamen teslim etmeye çalışan taşeronlar ve işbirlikçilerine şahit olduk. Anadolu toprakları,  vatanperver ve vatan hainlerine de daima şahitlik etmiştir. Tarih vatan hainlerini de vatanperver evlatlarını da sürekli yazmaya devam edecektir. 15 Temmuz,  hain darbe ve işgal girişiminde devlet ve millet olarak toptan kaybetmek üzere olan bizler şimdi neler yapmalıyız? 15 Temmuz, hain darbe ve işgal girişimi akabinde küresel sistemin planlarına karşılık şimdi neler üretmemiz gerekmektedir? 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi sonrası ekonomik ve sosyal olarak kriz üretmek isteyen tüm dâhili ve harici güçlere karşılık şimdi neden çok çalışmamız gerekmektedir?  15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimini yaşamış bir millet olarak şimdi neden yeni şeyler söylemek ve yeni eylemlerde bulunmamız gerekmektedir?  Daha nice zorular ve sorular…

mevlana1.jpg

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasında başarılı olamayan küresel sistem ve işbirlikçileri, akabinde güzel Anadolu diyarı ülkemizde iç savaş çığırtkanlıkları ve fitne çıkarmak için her türlü girişimlerde bulundular. Devlet, millet ve birey olarak tüm bu fitne ve operasyonlara karşı daha fazla bir, beraber ve iri olmamız gerektiğini de sürekli olarak vurgulamaya çalışıyoruz.  Konuşmalarımıza ve faaliyetlerimize de çok dikkat etmemiz gereken bir süreçten geçmekteyiz. Bu ülkede kimse etnik kimlikler ve dini hassasiyetlerimiz üzerinden bizim üzerimizde operasyon yapamayacağını anlamadır. Böyle bir girişim de dahi bulunamamalıdır.

15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminde başarılı olamayan tüm küresel sistem ve işbirlikçileri, son günlerde ekonomik saldırıya geçtiler. Döviz kurları üzerinden gelmeye başladılar. Bu ülkede yılalardır kazanan iş adamlarımız 15 Temmuz gecesi toptan kaybetmenin eşiğinden döndüğümüzün idrakinde olarak, ekonomik saldırılar ile bazı kazanımları kaybetmeyi de göze alabilmeliler. Küçük küçük kaybetmeye başladıkları anda hemen batıyoruz vb. nidalarına başladılar. Durun arkadaşlar! Dün tamamen batacaktık! Dün ülke olarak tamamen kaybedecektik! Bazı kazanımlarımızı küçük küçük kaybetmeyi göze alamaz isek yarın bu savaşı, bu saldırıları toptan millet olarak kaybedebiliriz. İş dünyası olarak daha Çok çalışacağız, daha Çok üreteceğiz, daha Çok ihracat yapacağız;  Fakat yine de bu devlete, bu ülkeye ve millete küsmeyeceğiz.

Anadolu diyarında güzel ülkemizin 1952 tarihinde NATO’ya girişi ile birlikte, küresel sistem bu ülkeyi çok kolay bir şekilde yönetebilmek ve kontrol edebilmek adına, içimizdeki taşeronları ve işbirlikçileri vasıtası ile her on yılda bir askeri ve siyasi operasyonlar yapmıştır. ABD’nin 300 yıllık siyasi tarihinde 45. Başkanı yeni seçilirken, 90 yıllık Türkiye Cumhuriyeti 65. Başbakan ile karşı karşıyadır. Neredeyse 1,5 yıla bir Başbakan, siyasi yönetim ve seçim düşmektedir. Böyle bir siyaset ve yönetim şekli ile kalkınma olabilir mi? Dünya ile rekabet mümkün müdür? Şimdi bu ülke, birlik, beraberlik, güçlü bir Türkiye ve dünya ile rekabet edebilir bir devlet olabilmek adına yeni bir kavşakta, yeni bir dönemeçte bulunmaktadır. TBMM’deki Anayasa değişiklik teklifi görüşmeleri akabinde Nisan ayı içinde Güçlü bir Yürütme ve Cumhur Başkanlığı sistemi için bir referandum ile karşı karşıyayız. Referandum sürecinin ve sonuçlarının, ülkemiz, bölgemiz ve mazlum milletlerin umudu olan bu asil millet için Hayırlara vesile olması dilerim.

Hz. Mevlana ne güzel buyurmuş;

Her gün bir yerden göçmek ne iyi,   Her gün bir yere konmak ne güzel.

Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş,  Dünle beraber gitti cancağazım;

Ne kadar söz ve fiil varsa düne ait,   Şimdi YENİ ŞEYLER SÖYLEMEK ve  YENİ ŞEYLER YAPMAK LAZIM.

Kriptoların Gizli Senaryoları!

15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi, devletimizin personeli, silahı ve uçağı ile hainler ve işbirlikçiler tarafından gerçekleştirilmeye çalışıldı. 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi sonrasında ise kamu kurumlarındaki hainlere yönelik olan işten el çektirmeler başladı. Terörün finansmanı konumundaki iş adamlarına yönelik olan kayyum atanması ve mal varlıklarına el konulma operasyonları da kamuoyunun beklediği derecede olmasa da devam ediyor. 15 Temmuz hain darbe ve işgal sonrası tutuklananların cezaevleri ve dışarıdaki yakınlarının yaşantılarında bir değişiklik olduğunu gören oldu mu? Hala çok büyük bir beklenti içerisinde değiller mi? Darbe girişiminin tersine döneceğine yönelik olan umutları, devletimizin ve milletimizin aleyhinde ki yurtiçi ve yurtdışı çalışmaları halen devam etmekte midir? Devlet ve millet olarak toptan kaybetmenin eşinden dönmedik mi? Devlet ve millet olarak, sınır komşularımız olan Irak ve Suriye haline getirilme çabalarını ne çabuk unutuverdik? Küçük bir gaflet halimizde bu asil devlete ve milletimize neler olabileceğini çok iyi idrak etmemiz gerekir diye düşünüyorum. Küresel sistem ve içimizdeki işbirlikçilerinin bu asil devlet ve milletimize karşı halen Gizli senaryolar peşinde olduklarını da buradan ifade etmek isterim.

iha_20130425_296339.jpg

Kamusal senaryo, hâkim olan ile tabi olanları tanımlayarak, taraflar arası göreli mutabakat ve diyalog koşullarını,  aralarındaki ilişkileri belirleyen, sosyal – politik – gündelik pratiklerin işleyişine yönelik bir alan oluşturan kavrama denir.  Gizli Senaryo; hâkim olanlarla tâbi olanların oynadıkları kamusal roller ile sahne arkasında takındıkları alaycı ve intikamcı bir eda ile tâbi grupların direnişlerini, kılık değiştirmiş biçimlerde, kamusal senaryoya sokmak için kullandıkları stratejileri, bu grupların görünüşteki sessizliklerini, içinde yaşadıkları tahakküm sistemini doğal karşılayıp onaylıyormuş gibi görünmelerinin tamamına verilen bir kavramdır.  Kamusal senaryodaki rol bölüşümü aslında örtük bir savaş cephesidir. Taraflar ani akınlarla karşı tarafın kararlılığını ve ondan neler elde edebileceklerini denedikleri ve belli mevziler kazanır;  Dedikodu, söylenti, hırsızlık, şakalar, karnavallar, halk masalları ve şarkılar gibi. Bu taktiklerin ve stratejilerin tüm kanallarıdır.  Gizli senaryo, pratik direnişin bir ikamesi değil, zorunlu bir koşuludur.

tumblr_inline_mp5vg487uf1qz4rgp.jpg

15 Temmuz hain darbe ve işgal sonrası taşeronlar ve işbirlikçilere yönelik, kamu kurumlarında işten el çektirme ve iş âleminde ki terörün finansmanına karşı yürütülen kayyum atanması süreçlerinin ağır aksak da olsa devam etmekte olduğunu görüyor ve biliyoruz.  Kamu kurumlarındaki işbirlikçiler ve hainlere yönelik olarak yapılan operasyonların, yine kamu kurumlarında etkili ve yetkili makamlarda ki ‘kripto’ abiler vasıtası ile bu sürecin akamete uğratılmaya veya devletimizin çalışamaz hale getirilmekte olduğunu,  devletimizin hainler ve ihanetler noktasında sonuca ve hedefe ulaşılamayacak işlerle meşgul edilmesini sadece müşahede ediyoruz.  15 Temmuz tarihinden sonra tüm kamu kurumlarında çalışmaya devam eden hainler, taşeronlar, işbirlikçiler; kamusal senaryoya, mutlak itaat ve teslimiyet halinde olduklarını,  fakat arka planda da gizli senaryolarını uygulamaya devam ettiklerini gözlemekteyiz.  Kamu kurumlarındaki kriptoların devletimize ve milletimize yönelik yeni bir darbe, direniş ve operasyon peşinde olduklarına da şahit olmaktayız.  Rus elçisinin öldürülmesi akabinde, tüm kamu kurumlarında çalışanlara yönelik yeniden bir güvenlik soruşturması başlatıldı. Devletimizi yanlışa sevk etmeye çalışan kriptoların kendi adamlarına karşı sürekli olarak bir perdeleme ve cambaza bak taktikleri ile masum insanların canlarını yaktıklarını ve sahipsiz Anadolu evlatlarını şikâyet ve devletimizi de sürekli bir meşgul etme girişimlerine şahit olmaktayız. Kamusal senaryoya itaat halinde bulunan kamu kurumlarındaki kriptoların mutlak temizlenebilmesi adına; aynı hatalar tekrar edilmez, diye ümit ediyorum.  Tüm yetkili konumda bulunanlar tarafından devletimize ve milletimize karşı kriptoların ‘kamusal senaryo’ oynanmasına ve  ‘gizli senaryolarını‘ da filme almalarına, gişe oynatmalarına müsaade edilmemeli diye düşünüyorum.

senaryo_yontmen.jpg

Bir Etiyopya atasözü der ki; ‘Akıllı köylü, büyük efendinin karşısında yerlere kadar eğilir; fakat sessizce yeller.’ Tüm hainler, tüm işbirlikçiler ve tüm taşeronlar hala başkaca operasyonlar ve senaryolar peşinde olduklarını görmekteyiz. Cezaevinde tutuklu bulunanların pişmanlık vs. emarelerinin olmadığını da şahit olmaktayız. Tutuklu olanlardan itirafçı olanlara karşı da daha dikkatli olunması gerekir.  Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan; ‘İtirafçı diyerek ortaya çıkanlar, gayet iyi aldatmacayı oynuyorlar. En tehlikeli olan da budur. Çünkü bunların bir kısmıyla benim zamanında başa baş görüşmelerim olmuştur. Şimdi itirafçı olarak söyledikleriyle Başbakan olduğum zaman bana söylediklerine baktığım zaman tamamen aykırı ifadeler. Bu oyuna asla gelmemek gerekiyor” ifadelerine vurgularını da gizli senaryoları çerçevesinde çok önemsiyorum. Anadolu topraklarında yaşayan bizlerin gidebileceği başka bir devletimiz yok, başka bir Türkiye’miz yok, başka bir Vatan toprağımız yok, başka bir bayrağımız yok. Bunların idrakinde ve uyanık olabilmek ümidiyle…

Her Seçiş, Bir Vazgeçiştir!

TBMM Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanan,  Anayasanın 18 maddesinin değişikliğe gidilmesi noktasında uzlaşmaya varılan ve TBMM Genel Kuruldaki görüşmeleri de tamamlanmış oldu. TBMM Genel kuruldaki görüşmeler çerçevesinde, vatandaşlarımız tarafından tasvip edilmeyen görüntülere de şahit olduk. TBMM Genel kuruldaki kavga vb. görüntülerin toplumun kılcal noktalarına nasıl sirayet edebileceğini de düşünmek gerekir. Türkiye ve bölge devletleri olarak İstiklal savaşı verdiğimiz bir dönemde içerideki kavga vb. görüntüler kimsenin işine yaramayacaktır; Sadece bu ülke ve bölge üzerinde hesabı bulunan küresel sistemin işini kolaylaştıracaktır. Daha fazla uyanık, inadına birlik ve inadına beraberlik halinde olmamız gereken bir dönemde… TBMM’deki birinci tur ve ikinci tur görüşmelerin sonucunda Anayasa değişiklik teklifi maddeleri Nisan ayının ilk haftasında vatandaşlarımızın oyuna yani halk oylamasına gidilecektir.

images-003.jpg

Referandum;  Uygulamada belli konuların dâhil olduğu önerilerin halkoyuna sunulmasıdır. Anayasa değişiklikleri veya diğer kanun değişikliklerinin oylanması meclis tarafından hazırlanan tasarının, halk tarafından kabule sunulmasıdır. Referandumlar genellikle kabul ve ret manasına gelen iki seçenek ile oylamaya sunulur.  Anayasamızın 79. Maddesi, Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların halkoyuna sunulması, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, işlemlerinin genel yönetim ve denetimi de milletvekili seçimlerinde uygulanan hükümlere göre olur, şeklinde eklenen değişiklik metni, referandum kurallarını genel seçim usulleriyle birleştirmiştir.

Türkiye’de, 1960 yılından bu yana 6 kez referandum yapıldı. Bu referandumların 5’inden ‘evet’ oyu çıkarken, yalnızca birinde vatandaşlarımız tarafından  ‘hayır’ oyu kullanıldı. Türkiye’de yapılan referandumların kronolojisi şöyledir; 9 Temmuz 1960; 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra hazırlanan 1961 Anayasası için yapıldı. Referanduma katılan seçmenlerin % 62’si ‘evet’, % 38’i ‘hayır’ oyu kullandı. Bu oylama sonucu Kurucu Meclis’in hazırladığı 1961 Anayasa kabul edildi. 7 Kasım 1982; 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra oluşturulan Danışma Meclisi tarafından hazırlanan Anayasa, bu referandumda % 91.37 oyla kabul edildi. Bu referandum sonucu Cumhurbaşkanlığı’na da askeri darbenin lideri Kenan Evren seçildi. 6 Eylül 1987; 1982 Anayasa’sının siyasi parti liderleri ve yöneticilerine getirilen 10 yıllık siyasi yasakların kaldırılması için yapıldı. Bu referandumda da yasaklar çok az farkla kaldırıldı. Referanduma katılan vatandaşlarımızın % 50,1 yasakların kaldırılması yönünde ‘evet’, % 49,9 ise yasakların devam etmesi yönünde ‘hayır’ oyu kullandı. 25 Eylül 1988; Yerel seçimlerin 1 yıl öne alınıp alınmaması yönünde yapıldı. Bu referandumda seçmenlerin % 65 ‘hayır’, % 35 ‘evet’ oyu kullandı. Böylece yerel seçimlerin bir yıl öne alınmasına ilişkin Anayasa değişikliği reddedilmiş oldu. 21 Ekim 2007; Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilip seçilmemesi yönünde yapılan referandumda, anayasa değişikliği % 69 ile kabul edildi. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine karşı çıkanların oranı ise % 31’de kaldı. Böylece, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin anayasa değişikliği kabul edildi. 12 Eylül 2010;  Anayasada 26 maddelik bir değişiklik içeren paket, TBMM tarafından kabul edildikten sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından referanduma sunuldu. Referandum sonucunda % 57.88 evet ve % 42.12 hayır oyu çıkarak anayasa değişiklikleri kabul edildi

TBMM Genel kurulda referanduma girilmesi noktasında uzlaşılan Anayasa değişiklik teklifinin de yukarıda zikretmeye çalıştığımız referandum sonuçları çerçevesinde evet olarak sonuçlanacağına inanmaktayım. Türkiye’de siyasi irade ilk defa iktidar ve muktedir olabilmek için bazı girişimlerde bulunmakta ve riskler almaktadır. Ülkemizde, siyasi irade, askeri vesayet ve bürokratik oligarşi baskısı ile hiçbir zaman rahat ve huzurlu olamamıştır.  Sürekli olarak darbeler ve muhtıralarla Demokles’in kılıcı siyasi iradenin tepelerinde bekletilmiştir. Her seçişin, bir şeylerden vazgeçiş olduğu bir dünyada yaşamakta olduğumuz da buradan hatırlatmak isterim. Referanduma gidilen Anayasa değişikliği ile ülkemizde vatandaşlarımız bir seçim yapacaklardır; Güçlü bir Yürütmenin mi yoksa vesayetlerin devamını mı?  Vatandaşlarımız bu referandum ile Askeri vesayet ve bürokratik oligarşinin devam ettiği bir Türkiye’de mi, yoksa hem iktidar ve hem de muktedir güçlü bir siyasi iradenin olduğu bir Türkiye’de mi yaşamak istediklerinin seçimini yapacaklardır? Vatandaşlarımız bu referandum ile 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimlerinin olmadığı, bu asil devleti ve milleti küresel sisteme teslim etmeye çalışan hainlerin, taşeronların ve işbirlikçilerinin bulunmadığı bir Türkiye’nin de seçimini yapacaklardır. Vatandaşlarımız bu referandum ile Türkiye’de Güçlü bir Yürütmenin olduğu; Hem bu ülkenin ve hem de bölgemizin barışı, selameti, huzuru, refahı ve kardeşliği için seçimlerinde ‘ EVET ‘ diyeceklerdir. Bütün mesele ve seçim budur.. 

Güçlü bir Yürütme; Cumhur Başkanlığı Süreci!

Geçtiğimiz hafta Anayasa Değişiklik paketi üzerindeki TBMM Genel kurulda yapılan 1.tur görüşmeleri tamamlanmış ve kritik eşik olarak kabul edilen 330 rakamının geçilerek değişiklik yapılması düşünülen maddelerin tamamı kabul edilmişti. Bu hafta ise Anayasa değişiklik teklifi üzerindeki 2.  tur görüşmeler de başlamış oldu.  Anayasa değişiklik teklifi hakkında TBMM Genel kurulda yapılan görüşmelerde toplum nezdinde tasvip edilmeyen davranışlara da şahit olduk. Demokrasinin gereği olarak kabul etmemiz gereken hoşgörü kavramı çerçevesinde tartışmalar yapılması suretiyle de bu görüşmeler ve değişiklik hakkında öneriler gerçekleştirilebilir. Toplumu çok fazla germenin hiç kimseye faydası yoktur ve olmayacağı kanaatindeyim. Anayasa değişiklik teklifi görüşmeler ve akabinde yapılması planlanan referandum sürecinin de hayırlara vesile olmasını dilerim.

cumhurbaskanligi-sarayi.jpg

Anayasa değişiklik teklifi maddelerine kabaca bir baktığımızda; 1.Madde; Bağımsız ve Tarafsız Yargı; Anayasanın ilgili maddesindeki yargı bağımsızlığı ilkesine tarafsızlık ilkesi de eklenerek yargının tarafsızlığına vurgu yapılıyor. 2.Madde; TBMM’deki Milletvekili sayısı 550’den 600’e çıkıyor. 3.Madde; Milletvekili seçilme yaşı 25’ten 18’e düşüyor. 4. Madde; Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimleri aynı gün, 5 yılda bir gerçekleşecektir.  5.Madde; TBMM yasa koyma, değiştirme ve kaldırma ile yetkilerine devam ediyor. 6.Madde; TBMM’nin Meclis araştırma, soruşturma, genel görüşme ve yazılı soru yetkileri devan ediyor. 7.Madde; Cumhurbaşkanı doğrudan 5 yıllığına halk tarafından seçilir. Bir kişi en fazla 2 defa seçilebilir. Son genel seçimlerde %5 oy almış partiler ile 100 bin seçmen, Cumhurbaşkanı adayı gösterebilir. 8.Madde; Cumhurbaşkanı; Devletin başıdır, Devlet başkanıdır. Yürütme yetkisi ondadır. Üst düzey kamu görevlilerini atar ve görevlerine son verir. Milli Güvenlik politikalarını belirler. Cumhurbaşkanı Kararnamesi çıkarabilir. 9. Madde; Cumhurbaşkanına yargı yolu açık olacak. Cumhurbaşkanı hakkında; TBMM üye tam sayısının 5’te 3’nün gizli oyuyla soruşturma açılmasına karar verilebilecek.  10.Madde; Cumhurbaşkanı Yardımcısı ya da Yardımcıları ile Bakanları Cumhurbaşkanı atayacak ve görevden alacaktır. Böylece hükümetin kurulamaması sorunu ortadan kalkacaktır.   11.Madde; Cumhurbaşkanı tek başına, TBMM ise üye tam sayısının 3/5 çoğunluğu ile seçimlerin yenilenmesi kararı verebilecektir. Böylece sistem tıkanıklığı durumunda tekrar milli iradeye başvurulacaktır. Her iki durumda da TBBM genel seçimi ile Cumhurbaşkanlığı seçimi birlikte yapılacaktır.  12.Madde; Cumhurbaşkanı ülkenin tamamında veya bir bölgesinde 6 ayı geçmemek üzere OHAL ilan edebilecek. Bu karar Meclisin onayına sunulacak. Meclis gerektiği takdirde OHAL süresini kısaltabilir, uzatabilir, OHAL’İ kaldırabilir. Cumhurbaşkanı OHAL döneminde OHAL için gerekli olan konularda Kararname çıkarabilir.  13.Madde; Askeri mahkemeler kaldırılıyor. Disiplin mahkemeleri dışında askeri mahkemeler kurulmayacak.  Ancak savaş halinde askerlerin görevleri ile ilgili suçlara ait davalara bakmakla görevli askeri mahkemeler kurulabilecektir.  14.Madde; Hâkimler ve Savcılar Yüksek kurulu ( HSK) üyelerini Cumhurbaşkanı ve TBMM seçecektir. HSK 13 üyeden oluşup s daire halinde çalışacaktır. Kurul başkanı olan Adalet Bakanı ile Müsteşarı tabi üye olacaktır. 4 üyeyi Cumhurbaşkanı, 7 üyeyi de TBMM belirleyecektir. Üyelerin görev süresi 4 yıl olacak ve görev süresi biten üye bir kez daha seçilebilecektir. 15.madde; Cumhurbaşkanı bütçe kanun ve teklifini mali yılbaşından en az 75 gün önce belirleyip Meclise sunacaktır. Bütçede son karar TBMM’nindir. 16.madde; Başbakanlık ve Bakanlar Kurulu kaldırılıyor, Yürütme yetkisi tamamen Cumhurbaşkanına ait oluyor. 17.madde; Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili genel seçimi 3 Kasım 2019’da birlikte yapılacaktır. 18.madde; Yürürlük ve halk oylaması konularını düzenliyor. Cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisi ile ilişiği kesilmeyecektir.

Dünya üzerinde ki gelişmiş ve gelişmekte olan devletleri kabaca incelediğimizde güçlü bir Lider ve Güçlü bir Yürütme ile gelişim süreçlerinin gerçekleştiğine şahit olmaktayız. Dünya 21. Yüzyıla girerken çok değişik dengelerle karşı karşıyadır. Bu dengeler de özellikle bölgemizde güçlü bir lider ve güçlü bir yürütme ile hayatiyet ve süreklilik kazanabilecektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulurken devleti yönetmesi gereken tüm kurumlar kuvvetler ayrılığı fikri çerçevesinde olması düşünülürken tüm bu kuvvetler sürekli olarak bir çatışma ve birbirlerini engelleme ile bu günlere kadar geldik. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Millet olarak bir seçim yapmak durumundayız. Tüm kurumlarımız bu asil devlet ve milletin refahı ve gelişmesi için mi çalışacaktır? Yoksa kurumlar arası kavgalarımız devam mı edecektir? TBMM Genel kurulda görüşmeleri devam etmekte olan ve yukarıda zikretmeye çalıştığımız Anayasa Değişiklik teklifi ile daha güçlü bir Yürütme ile baş başa kalınacaktır.  Dünya üzerinde ve içerideki işbirlikçileri vasıtası ile ülkemizde ve bölgemizde son dönemlerde yaşadığımız tüm saldırılar ve yapılmakta olan tüm engelleme türündeki çalışmalar güçlü yürütmeye olan tahammülsüzlüktür.  Dünya üzerindeki tüm küresel güçler ve içerideki işbirlikçilerinin tüm saldırılarına ve engellemelerine rağmen; Anayasa Değişiklik teklifi TBMM genel kurulundan geçecektir. Referandum sürecinde de vatandaşlarımızdan da oldukça yüksek oranda bir destek göreceğini gözlemlemekteyiz. Şimdiden yapılası planlana değişiklikler ve güçlü bir Yürütme sürecinin ülkemiz, milletimiz ve bölgemiz için Hayırlara vesile olmasını dilerim.

Gayri Nizami; Asimetrik Savaş!

Bir önceki yazımızda, savaş nedir ve savaş türleri hakkında kabaca bilgiler vermeye çalıştık. Devlet ve millet olarak her gün yaşadığımız patlamalar, terör saldırıları ve döviz kuru üzerinden ekonomik kriz çıkarmak peşinde olan küresel sistem ve işbirlikçilerinin arka planının da bir savaş türü olduğundan dem vurduk. Bu savaşın adını koymak gerektiğinden,  düşman ve savaşın türüne uygun olan tedbirlerin neler ve nasıl olması hakkında birkaç cümle karalamaya çalışacağım.  Dünya üzerindeki terör örgütleri neden ve nasıl ortaya çıkmıştır? Bu terör örgütlerini kimler, neden ve nasıl desteklemektedir?  Küresel ve bölgesel güçler, potansiyel tehlike veya potansiyel güç olarak tanımladıkları devletlerde neden terör üzerinden asimetrik bir savaşa girişmekteler? Küresel ve bölgesel güçler,  Düzenli orduları ile neden savaşlara girişmekten kaçınıyorlar? Küresel sistem, dünya yer altı ve yerüstü kaynaklarını 100 yıl önceki gibi düzenli orduları ile sömüremeyeceği anladığı için mi terör örgütlerini desteklemekte ve kullanmaktadır? Küresel sistem düzenli ordu kayıplarının kendi kamuoylarında vereceği tahribatın önüne geçebilmek adına mı terör örgütlerini kullanmaktadır? Küresel sistem, dünyanın enerji ve petrol dağıtım merkezlerinin kavşak noktasında bulunan güzel Anadolu diyarı ülkemizi, kontrol ve denetim altına alabilmek adına mı terör örgütleri ve ekonomi üzerinden saldırıya geçmektedir? Daha nice benzer sorular…

Asimetrik Savaş ortamının çıkmasına hiç şüphe yok ki, çeşitli bölgesel anlaşmazlıklar, küresel gelişmeler, etnik gruplar, dinler ve mezhepler arası anlaşmazlıklar kaynaklık etmektedir.  Güçsüz olan askeri birliklerin veya terör örgütlerinin daha güçlü olan askeri birliklere karşı yürüttüğü gayrinizami harp unsurlarını da barındıran bir savaş yöntemidir. Asimetrik savaş, özellikle 11 Eylül sonrasında ortaya çıkan bir kavramdır. ABD, 2003 yılında, Afganistan ve Irak’ı işgal etmesinden sonra düzenli orduları ile mezkûr ülkelere büyük bir gösteriş ve sükse ile giriş yapmıştı. Fakat ABD bu ülkelerde her gün onlarca askerini kaybetmeye başlayınca, kendilerinin kurup yönetebileceği terör örgütleri üzerinden bu ülkeleri işgal etmeye, Ortadoğu ve Avrasya bölgesinde kaos çıkarmayı, yani asimetrik savaşa bu şekilde devam etme kararı aldı. Psikolojik Harp ve Harekât teknikleri, Asimetrik Savaş’ın uygulamalarında vazgeçilmez taktiklerden birisidir. Soğuk savaş döneminde başvurulan yöntemlerden birisi olan psikolojik harekât; her türlü propaganda, bilgi savaşı ve dolaylı örtülü hareketleri kapsamaktadır. Esas maksat, karşı tarafın özellikle halkın, kamuoyunun savaşma azim, metaneti ve iradesini kırmak ve zafer için gerekli moral güçlerden onu mahrum bırakmaktır. Halk desteği, güç dengesindeki asimetriyi etkileyen en önemli faktörlerden birisidir. Her gün ülkemize patlayan bombalar ve terör saldırıları ile de hedeflenen de zaten budur. Vatandaşlarımızın evlerinden çıkmamaları, işlerine gitmemeleri gibi bir korku, bir panik, bir endişe ve bir tedhişe sebebiyet vermeye çalışmaktır. Yakın tarihimizde Sudan iç savaşları, Yugoslavya iç savaşı, Keşmir sorunu ve Darfur olayları asimetrik savaşın en canlı örnekleri arasındadır.

ahmet-unver.jpg

Dünya emperyalistlerinin 100 yıllık yarım kalan, bölme ve parçalama planlarını devreye sokmak için kendi kurmuş oldukları terör örgütleri üzerinden,  vekâlet ve vesayet orduları ile bu asil devletimize ve milletimize karşı asimetrik bir savaş ilan etmiştir.  Türkiye Cumhuriyeti Devleti ülkesinde ve bölgesinde operasyon yapmaya çalışan tüm küresel sistem, küresel güçler ve işbirlikçilerine karşılık Türk Silahlı Kuvvetlerimizle ve Emniyet güçlerimizle ben buradayım demektedir… Yani Milli düzenli ordularımızla, Suriye sınırlarımızda Fırat Kalkanı ve diğer operasyonlarını başlatmıştır. Bu operasyonların devamı da gelecektir. Ne zamana kadar bu operasyonlar diye soranlara; Bölgemizde ve ülkemizde;  Huzur, Barış, Kardeşlik ve Adalet gelinceye kadar… Küresel sitem ve işbirlikçileri de bu birlik ve beraberlik ruhumuza idrak edinceye kadar… Birlik ve beraberlik halinde olduğumuzda hiçbir şey yapamayacaklarının da hepsi farkındalar… 

Yaşamakta Olduğumuz Savaş; Asimetrik Bir SAVAŞTIR!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu tarihten itibaren sürekli olarak, dışarıdan ve özellikle de içerideki taşeronları, işbirlikçileri vasıtası ile devlet yönetimine müdahaleler olmuştur. 1952 yılında NATO’ya girmemiz ile birlikte de yönetim kademelerinde ve devlet kadrosunda, özellikle de MİT, askeri ve emniyet istihbarat konumlarına dış güçler kendi adamlarını yerleştirmeye başladılar. Küresel sistem, İçerideki adamları vasıtası ile de denetim ve kontrolleri dışına çıkmaya başlayan devletimizi; 1960 askeri darbesi, 1971 muhtırası, 1980 askeri müdahalesini ve 28 Şubat post modern darbeleri ile balans ayarlarını yapmışlardır. İçerideki taşeronlar ve işbirlikçileri vasıtası ile de hedeflerine çok kolay bir şekilde ulaşmışlardır.  Bu asil millet ve devleti, 7 Şubat MİT krizi başlayan ve daha sonraki süreçlerde vatandaşlarımız arasında fitne ve iç savaş çıkarmak isteyenlerin organizesi ile Gezi Kalkışması, Kobanı olayları,  Doğu illerimizdeki Hendek kazma meseleleri ve son olarak da 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi ile karşı karşıya kaldık.  Tüm bu gelişmeler 100 yıllık süreçte ve yakın zamanda devleti içeriden kendi adamları vasıtası ile denetimleri altına almaya ve yönetmeye kalkan küresel sistem, küresel sermaye ve içerideki işbirlikçilerinin iktidarlarının sona ermesine karşı yapılan hamleler, girişimler ve karşı saldırılardır.  Bugün köşe yazımızda; Son 1,5 yılda;  siyasi, kültürel,  sosyal ve ekonomik olarak yaşadığımız tüm terör olayları ve saldırıların arka planını daha net bir şekilde görebilmek, algılayabilmek, devlet ve millet olarak,  teşhis ve tedbirlerimizi de bu savaşın türü ve şekline göre alabilmek adına…  Savaş nedir, savaş türleri, devlet ve millet olarak yaşadığımız tüm terör olayları, saldırılar, ekonomik kriz ve sosyal patlama çıkarmak istemelerinin sebebi hikmetleri hakkında, kabaca bilgiler vermeye çalışacağım. 

savas1.jpg

Birinci Nesil Savaş; Düzen Savaşları olarak isimlendirilen bu dönem; Savaşan taraflar, belirli harp düzenlerinde açık alanlarda karşı karşıya gelirler ve savaşçılar kılıç – kalkan, mızrak, ok vb. silahları kullanırlardı. Bu dönemin sonlarına doğru, tek atımlı piyade tüfekleri, tabancalar ve toplar savaş alanlarında görülmeye başlandı. Savaşan tarafların hedefi,  düşman tarafın savaş gücünü ortadan kaldırmak ve bunu başarana kadar veya taraflardan birisi savaşmaktan vaz geçene kadar devam ederdi. Her şeye rağmen,  bir – kaç günden fazla sürmezdi. İkinci Nesil Savaş; Birinci Dünya Savaşını içine alan ve mevzi savaşlarının hâkim olduğu, mevzilerden başlatılan piyade taarruzlarının hat şeklindeki topçu ateşleriyle desteklendiği, savaş alanlarına hareket getiren süvari birliklerinin ortaya çıktığı dönemdir.  Düşman tarafın ortadan kaldırılması, bu dönemde de savaşan tarafların en öncelikli hedefiydi. Bu dönemdeki savaşlar ve muharebeler oldukça uzun sürmekteydi.    Üçüncü Nesil Savaş;  Savaş alanındaki hareketin, karadaki süvari birliklerinin tekelinden çıkarak, manevranın denizden harp gemileri, havada uçaklar, karada tanklarla icra edildiği, nükleer silahlar dâhil üstün ateş gücünün kullanılmaya başlandığı bir dönemdir. Savaşan tarafların birbirlerinin savaşa devam azmini kırmak için düşman ülkelerin ekonomik ve sivil hedeflere saldırdığı, savaş alanının genişliğine ve derinliğine göre büyüdüğü bir dönemdir. Dördüncü Nesil Savaş; Savaşları sadece güçlü orduların kazanabileceğine olan inancın örselenmeye başlandığı bir dönemi işaret eder. Gerilla savaşı,  gayri – nizami savaş gibi terimler kullanılsa da, bunu en iyi tanımlayan ifade ‘asimetrik savaş’  kavramıdır. Burada,  savaşan tarafların her ikisinin de düzenli ordular olması gerektiği fikrine son vermiştir. Bu savaş şeklinin diğerlerine nazaran çok daha uzun zaman dilimine yayıldığı görülmektedir. Ancak, zayıf tarafın uluslararası politik desteğe veya güçlü bir devletin himayesine sahip olması gerekmektedir. Birçok durumda, güçlü ve zayıf tarafın terörizmi,  terör örgütlerini, vekâlet ve vesayet savaşını bir vasıta olarak kullandığı görülmektedir; PKK, PYD, DAİŞ, HAŞDİ ŞABİ, HUSİLER, YPJ, BOKO HARAM vb.

savas2.jpg

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasında başarılı olamayan küresel güçler ve işbirlikçileri, vekâlet – vesayet ve asimetrik savaşlar ile ülkemizde ve bölgemizde her gün saldırıya neden geçtiler? Bu saldırılarda her gün canlarımızı neden kaybediyoruz? Ekonomik olarak saldırmalarının sebebi hikmeti ne olabilir ki? Döviz kuru ekonominin kendi çarkları çerçevesinde mi, yoksa spekülatif hareketlerden mi yükseltilmektedir? Dünya’da ekonomik olarak batan ve batmaya meyyal olan devletlerin değerlendirme şirketleri tarafından puanlarında bir değişiklik yapılmazken, Türkiye’nin derecelendirme şirketleri tarafından sürekli olarak puanları neden düşürülmektedir?  Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, durduk yere mi Milli Seferberlik ilan etmiştir?  Sayın Cumhurbaşkanımız, tüm bu saldırılar ve yaşadıklarımızın bir İstiklal Savaşı ifadeleri öylesine mi söylenmiştir? Sayın Cumhurbaşkanımız, döviz kurunun yükselmesi ile bu yaşananların da bir Ekonomik Savaş ifadeleri boş laflar mıdır? 5 Nisan kararları ve 2001 krizlerinde yaşadığımız ve gördüğümüz; Döviz kurları, faiz oranları ve emtia fiyatlarının bir gecede aklın alamayacağı ve ekonominin kendi kurallarının dışında yükseltilmesi ve bu gün de Anadolu Kaplanları ve Ekonomimizin motor gücü konumundaki KOBİLERİMİZ Neden batırılmaya, Sosyal ve Ekonomik kriz çıkarılmaya çalışılmaktadır? Tüm bu sorular ve gelişmeler siyasetin ve ekonominin kendi çarkları çerçevesinde mi olmaktadır? Yoksa dışarıdan bir Güç ve işbirlikçileri eliyle devletimiz ve milletimize karşı  ‘Asimetrik bir Savaş‘ hali mi vardır? Daha nice benzer sorular ve sorular…