Dünyadaki Müesses Nizam bir bir Yıkılırken!

Geçtiğimiz günlerde, Dünyanın merakla beklediği ABD seçim sonuçları açıklandı.  Seçim sonuçları, her ne kadar tüm tahmin, anket ve kamuoyu yoklamalarının aksi şeklinde sonuçlansa da.  Seçim sürecinde, küresel sermaye ve müesses nizamın temsilcileri tarafından sürekli olarak bayan aday Clinton’un kazanacağına yönelik bir algı yönetimini de hep birlikte izledik.  ABD seçim sonuçları, ABD içindeki ve dünya üzerindeki tüm müesses nizam temsilcileri ve destekçilerinin,  tüm kurulu düzen işbirlikçilerinin, dünya üzerindeki küresel sermaye operasyonlarının sonunun geldiğinin bir göstergesidir.  Küresel sermaye ve müesses nizamın; Dünya halkları üzerinde yapmış oldukları tüm zulümler, tüm darbeler ve tüm işgaller,  tüm vesayet ve vekâlet savaşlarının son bulması, dünyanın ve dünya halklarının selameti ve huzurun gelmesi adına, tekrar ve bir daha sorgulamanın şimdi zamanındır, diye düşünüyorum.

Dünya üzerinde, tüm devletlerde, halkların hiçbir zaman farkına varamadığı, algılayamadığı,  çözümleyemediği, kurulu düzen olarak adlandırdığımız ‘müesses nizam’ vardır. Kurulu düzenin tüm devletlerde savunucuları ve destekçileri de sürekli olmuştur. Kurulu düzenin devam etmesi, bu düzeni savunan ve destekleyen zümrenin hep bir varlık ve yokluk meselesi olmuştur. Kurulu düzenin değişimi veya eleştirisine yönelik küçük bir hareket, söz, davranış ve yazıya kesinlikle tahammülleri yoktur.  Kurulu düzenin devamı için girişimde bulunamayacakları hiçbir olay ve operasyon yoktur.  Düzenlerinin devamı için her türlü saldırı, vesayet ve vekâlet savaşları, müdahale için hazır kıta beklerler.

Müesses Nizam, kurulu düzen, sosyal ve siyaset bilimcilerin,  otuz yıl kadar önce, sosyal ve siyasi literatüre yerleştirdikleri bir kavram. Müesses nizam ile burada  “derin devlet” değildir kastedilen. Müesses Nizam; ‘bir ülkenin doğal sahibi ve yöneticisi ve ülkenin doğal koruyucusu olduğunu düşünen, ona göre de tutum ve davranış sergileyen; Asker dâhil, sivil dâhil, bürokrat dâhil,  iş adamı dâhil, basın dâhil, STK’lar dâhil, yargı dâhil, ‘yüksek elitin tamamı’ kastedilmektedir. Ve bu düzenin en büyük destekçisi,  en önemli parçası, elemanı, ayağı, Askerlerdir.  Ülkemizin her on yılda bir darbelerle karşı karşıya kalmamız tamamen tesadüf değildir? Her on yılda bir kurulu düzen dışına çıkmaya yeltenen siyaset kurumu ve devletin, hizaya sokulması,  rayına oturtulması ve balans ayarlarının yapılması sebepsiz değildir.  Her on yılda bir ülkemizde, küresel güçler ve küresel sermayenin içimizdeki işbirlikçileri ve taşeronları olan müesses nizam temsilcileri, denetimleri ve kontrolleri dışına çıkmaması için yapılan, darbe ve müdahaleler de mesnetsiz değildir.

Ülkemiz, 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminde,  müesses nizamın dış destekçileri olan küresel sermaye ve küresel güçlere hizmet eden, içimizdeki tüm işbirlikçiler, taşeronlar ve tüm kesimlerin bir araya gelmesi ile kurulu düzen temsilcileri ve destekçilerine tamamen teslim edilmek, bu asil milleti ve devleti resmen işgali hedeflenmiştir.  Acaba neden?  Ülkemizde neler olmaktadır?  Kural dışı ne gibi gelişmeler yaşanmaktadır? Türkiye 100 yıllardır kontrol ve denetimleri altında iken son dönemlerde neler olmaktadır? Ellerinden kayıp gitmekte midir? Tüm çaba buna yönelik midir? Bu asil milleti ve ülkesi, kimler ve neden, küresel güçler ve küresel sermayenin hangi planlarını ve oyunlarını bozmakta olduğu için bu hain girişimler ile karşı karşıya kalmaktadır? Türkiye’de neler olmaktadır, kimlerin oyununu bozmaktadır?  Küresel güçler, küresel sermaye ve onun içerideki işbirlikçileri konumundaki müesses nizamın temsilcilerini, ülkemizdeki hangi gelişmeler ve neler korkutmaktadır? Korkulu rüyalar görmelerinin sebebi hikmetleri nelerdir? Bizler ülke ve bölge halkları olarak bu gelişmeleri hiçbir zaman ne algılayabildik ne de çözümleyemedik. Dünyadaki bütün darbeler, işgaller,  göçler ve katliamlar tamamen müesses nizamın temsilcileri tarafından üst aklın planlamaları ve taktiklerinin eseridir. Küresel güçler ve sermayenin yerel temsilcileri olan müesses nizam savunucularının varlık ve yokluk meselesidir; dünya üzerindekii tüm darbeler, işgaller, vekâlet ve vesayet savaşları…

DEVLET; Her gün 18 Yaşındadır!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti; kurulduğu günden itibaren, ülkesinde ve bölgesinde, tarihinden gelen devlet ve medeniyet tecrübesinin vermiş olduğu güç ve itibar ile büyük devlet ve bölgesinin süper gücü olmasının önüne sürekli olarak geçilmiştir. Acaba neden? Kimlerin işine gelmemektedir? Kimlerin ülkemiz ve bölgemizdeki paylaşımları ve varlıklarının bitmesine sebebiyet vereceğiz ki?  Büyük planlar çerçevesinde; İçeride olmadık bahaneler ve kavgalar üretilmiştir.  Her otuz yılda bir içeride ve bölgemizde adı değişen sürekli bir terör ve vesayet örgütleri türetilmiştir. İçeride ve bölgede yaşayan halklar bunu hiçbir zaman anlayamadık.  Anlamamızı ve algılamamızı da istemediler.  Çünkü Emperyalistlerin ve taşeronların; varlık sebebi bunu gerektirmektedir. Bu gün yaşadıklarımızı da anlamakta çok zorlanıyoruz. Türkiye Devleti; İsveç değildir, Danimarka hiç değildir… Tarihin, sosyolojinin, kültürün ve inancının yüklemiş olduğu büyük sorumlulukları vardır. Bu asil milletin,  sorumluluklarının bilincine ve farkına varması, yani uykudan uyanması sürekli olarak engellenmiştir. Anlayan varsa beri gelsin? Hem içeriden, hem de dışarıdan bu plan çerçevesinde bu topraklarda hain, taşeron ve işbirlikçi bulmakta hiç bir zaman zorlanmadılar. Bölgemizde ve ülkemizde meydana gelen tüm operasyonları ve girişimleri bunun içindir.

Türkiye Cumhuriyeti Devletine ve Millet olarak bizlere; tarihin, kültürün, sosyolojinin, coğrafyanın ve inancının yüklediği sorumluluklarının farkına varmaması ve 100 yıllık uykudan uyanmaması için son dönemdeki, gelişmelere kabaca bir bakalım. Gezi kalkışması, 7 Şubat MİT krizi,  17 / 25 Aralık operasyonları, aradaki saymakta zorlanacağımız çok değişik ekonomik, sosyal, kültürel girişimler, saldırılar ve en son olarak da 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi. Bu olanlar gerçekten plansız ve öylesine olan gelişmeler, saldırılar ve operasyonlar mıdır? Spontane gelişen olaylar zinciri midir? Yoksa bunların geri planında çok büyük bir akıl, strateji ve taktikler var mıdır?  Yaşadığımız coğrafyanın acaba farkında olmadan zekâtını mı ödüyoruz? Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah; her bölgeye, her kara parçasına, bölgede yaşamakta olan halkın geçim vb. göre yer altı ve yer üstü kaynakları bahşetmiştir; Yeryüzünde yaşayan tüm İnsanlar birbirleri ile tanışıp, bilişmeleri adına… Büyük bir güç tarafından, işgal ve talan edilmesi için değil tabii ki… Günümüzde, bölgemizde ve dünyamızda yaşanan tüm savaşlar, özellikle de vesayet ve vekâlet savaşları, katliamlar, tamamen bu yer altı ve yer üstü kaynaklarını, güçlünün daha rahat yaşaması adına, güçlüler ve onların taşeronları, vesayet örgütleri tarafından yapılmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti her gün 18 yaşındadır. Devletine ve milletine ihanet edenleri, bu asil millet ve devlet hiçbir zaman unutmayacak ve affetmeyecektir. Tarih, devletine hainlik edenleri de tozlu sayfalarında hep yazacaktır.  Türkler, millet olarak tarihte 16 devlet kurmuş asil bir millettir. Bir millet tarihinde neden 16 devleti kurar ve yıkar ki? Herhalde keyfi olarak değildir? Mutlaka bir sebebi hikmetleri vardır; Devletinden maaş alan hainleri, devletin silahını, uçağını, mermisini yine devletine ve milletine doğrultanları, devletinin ve milletinin aleyhinde çalışan, ihanet peşinde koşanları, taşeron ve işbirlikçilere,  bu asil millet ve devletin devamı ve sürekliliği adına, kudretli yüzüne hep göstermiştir. Devletin devamlılığı ve milletinin selameti adına yapacaktır tüm bunları… Günü ve zamanı geldiğinde mutlaka cezasını kesecektir. Devlet aklı, her şeyi ama her şeyi kaydeder. Devlet aklı, kayıtların günü ve saati gelinceye kadar bekler. Devlet aklı, bekler… Devlet aklı, ihanet peşinde olanların, taşeron ve işbirlikçilerinin özüne dönmesini,  devleti ve milletinden af dilemesini, hatasından bizar olmasını sadece bekler…  Devlet aklı, vakti saati geldiğinde, bıçak kemiğe dayandığında, kesilmesi gereken tüm uzuvlarını kesmekten,  bünyesine zarar veren kanser mesabesindeki tüm pisliklerini de atmaktan asla vazgeçmez… Tarih aklı da hainleri hiçbir zaman affetmeyecektir. Bu asil milletin tarihinde de sürekli olarak hainler olmuştur. Günümüzde de olacaktır, olmaya da devam edecektir. Devlet aklı olarak, her gün 18 yaşında, zıpkın gibi bir devletin çevikliği, atikliği ile hainleri ve ihanet peşinde olanları, devletinin bekası adına bertaraf edecektir. Varlık ve devamlılık sebebi sadece bunu gerektirmektedir. Aksi halde tarihin tozlu sayfalarında 17. Devlet olarak yerini alacaktır. Devlet olarak; Varlık ve yokluk meselesidir; Her gün 18 yaşında olması… 

Emperyalistler ve İşbirlikçileri; Safları Sıkılaştırırken!

15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminde başarılı olamayan; Emperyalistler, taşeronları ve içimizdeki taşeronları, yeni senaryolar ve planlar üzerinden tekrar gelmekteler. Gelecekler… Gelmeden, bu bölgeyi karıştırmadan yapamazlar… Çünkü bu Asil ülke ve bölgesi onlar için çok değerli ve önemli… Bu ülke ve bölgeye hâkim olmak, kanton devletler kurmak için sürekli olarak gelmeye devam edecekler. Ne zamana kadar gelmeye devam edecekler? Ülkemizde ve bölgemizde birlik ve beraberliği tam olarak algılayacakları ve görecekleri ana kadar… Ülke ve bölge halkları olarak parçalı ve kavgalı olmamız, emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin işine yaramaktadır. Taşeronları ve işbirlikçileri üzerinden de bu parçalı durumu körüklemek ve derinleştirmek adına sürekli olarak çalışmaktalar. Taşeronların ve işbirlikçilerinin sadece görev tanımı budur. Onlar başka bir plan ve projeleri olamaz. Mümkün değil. Bu kişilerin ve örgütlerin kuruluş ve ortaya çıkma sebepleri sadece budur…  Ellerine verilen notta ve pusulada yazılı olanları sadece uygulamakla görevliler. Vekâlet ve vesayet savaşları üzerinden, bölge halkları arasında fitne ve fesat meydana getirmek için de gelmeye devam edecekler. Taşeronlar vasıtası ile bölge halkları arasında meydana gelebilecek her türlü fitne, ağababaları ve emperyalistlerin işine yaramaktadır; Çünkü buradan beslenmekteler

15 Temmuz hain darbe ve işgal gecesi, daha sonraki süreçte, Yenikapı ile şahlanan ve taçlanan, birlik ve beraberlik, özellikle de yeniden canlanan ve dirilen Çanakkale ve Kurtuluş savaşı ruhu,  birilerine çok büyük sıkıntılar vermektedir. Meydana gelen bu birliktelik ruhuna darbe vurmak için her türlü plan ve fitneler devreye konulmaktadır. Yenikapı ile şahlanan ve taçlanan hep birlikte Türkiye oluşumuz, ülkemiz ve bölgemiz üzerinde hesabı olanlara, özellikle de Ortadoğu, Avrasya, Hazar enerji ve petrol havzasını kontrol ve hegemonyaları altına almak isteyen emperyalistlerin uykularının kaçmasına sebebiyet vermiştir. Sınırlarımızdaki yüz binlerce asker ve AK Denizdeki yüzlerce savaş gemisi binlerce kilometre ötelerden herhalde gezinti için gelmemiştir? Ülkemizde ve bölgemizde oluşabilecek en küçük bir sarsıntı ve sallantıda müdahale etmek için midir?

Ülkemizde ve bölgemizde oluşabilecek en küçük bir birlik ve beraberlik girişimlerine hemen müdahale etmek için her türlü yolu ve yöntemi denemekten geri duramazlar. Ve durmadılar… Yenikapı ile şahlanan birlikteliğe ilk müdahaleyi CHP’ne yaptılar. Arkasından kullanılabilecek tür ve formatta bulunan tüm basın kuruluşları ve tüm STK’lar devreye konulacaktır. Çünkü bu ülkeyi ve bölgeyi dışarıdan orduları ile gelerek işgal etmeleri ve yönetmeleri mümkün değil. Mutlaka içeriden taşeron ve işbirlikçiler bulmak ve üretmek zorundalar. Tarihimizin tozlu sayfaları bunun örnekleri ile doludur. Başka bir yol ve yöntem beklemek safdillik olur. Keçecizâde Fuat Paşa’nın İngiliz elçisine; ‘Osmanlı Devletini; siz dışarıdan, biz içeriden yıkmaya çalıştığımız halde, bu devleti yıkamadık’  siyasi literatüre geçen ifadelerinde olduğu gibi…

15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminde başarılı olamayan;  emperyalistler, taşeronları ve işbirlikçileri, elbette ki boş durmayacaklar. Hedeflerine ulaşmak adına her türlü plan ve oyunu devreye koyacaklar. Daha önceki yazılarımızda da sürekli olarak vurgulamaya çalıştığımız, ekonomi üzerinden gelecekler; Başka çarelerinin ve yöntemlerinin kalmadığının; Farkındalar ve görmekteler… Halen bankalar üzerinden Kobileri sıkıştırmaya çalışıyorlar. Bu ülkenin ve Anadolu’nun ekonomik olarak temel dinamiği ve lokomotifi olan Kobileri sıkıntıya sokmak adına, bankacılık ve finans sistemi üzerinden yapılabilecek olan her türlü operasyonu çekmekteler. Devlet olarak bunlara asla izin vermemeliyiz, diye düşünüyorum. Bu ülke ve asil millet gerçekten güçlüdür; Bunun örnekleri, daha önce Balkanlar’dan gelen, Irak’tan gelen ve şimdi de Suriye’den gelen vatandaşlarımıza, insanlarımıza kucaklarını ve gönüllerini açtıklarında görüldüğü gibi.  Ensar ruhu halen bu asil milletin gönül dünyasında devam etmektedir. Bu ruhu ve duruşu yıkamadıkları için Başaramayacaklar; Fakat gelmeye de devam edecekler.  Devlet olarak, Anadolu’nun ekonomik olarak dinamiği ve lokomotifi olan KOBİ’lerimizi Bankacılık ve Finans sisteminin oyuncağı haline getirmemeliyiz. Devlet olarak alınması gerekli her türlü tedbir, yönetmelik ve uyarılar yapılmalıdır.

Gün, Ülke ve bölge halkları olarak; bir olmak, birlik olmak, beraberlik olmak ve kardeş olmak günündeyiz. Küfür ve küfrün taşeronları olan içimizdeki işbirlikçiler, tek millet olduğunu tarihin her döneminde gösterdiği gibi bu günde sergilemektedir.  Bölge halkları olarak, 100 yıl önce bölgemizde sergilenen parçalama ve bölme girişimleri değişik tür ve formatta halen devam etmektedir. Emperyalistler; Vesayet ve vekâlet savaşları ile taşeron ve işbirlikçileri üzerinden gelmekteler. Birlik ve beraberliğin,  devlet olmanın ve devletinizi sürekli kılmanın önemine binaen; Ebu Müslim Horasani;  “Size düşman olanlara yaranmaya çalışır ve dostlarınızdan uzaklaşırsanız, onlar size dost olmaz; fakat siz dostlarınızı kendinizden uzaklaştırırsınız;  İşte o zaman düşmanlarınızın avucuna düşersiniz. Onlar, zarar vermeyeceklerinden emin oldukları için dostlarını kendilerinden uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşman dost olmadı. Fakat uzaklaştırılan dost düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu” ifadelerinde buyurdukları gibi. 

Dere Geçerken ‘’Tabii ki AT’’ Değiştirilmez!

15 Temmuz,  hain darbe ve işgal girişimi sonrası, parti teşkilatları, kamu personeli ve terörün finansmanı noktasındaki iş adamlarına yönelik tasfiyeler ve operasyonlar, kamuoyundan çok takdir görmese ve beğenilmese de, devlet aklı,  devlet yönetimi ve sürekliliği çerçevesinde, olması gerektiği kadarı ile devam etmektedir.  Darbenin taraftarı ve finansmanı noktasında bulunan siyasilere, özellikle de AK Parti teşkilatlarına yönelik olan tasfiyeler yeterli olmadığı şeklinde hayıflanmalar yok da değil.  Terörün taraftarı ve finansmanı noktasında sadece üç beş memur, üç beş taşeron çalışan ve üç beş alt düzey iş adamları mı var?  Kamu kurumlarındaki üst düzey yöneticiler ve onları destekleyen, onları bulundukları makamlara taşıyan siyasiler ve parti teşkilat mensupları neredeler? Bir yapıya yönelik, 40 yıl zaman zarfında, sızma şeklinde yerleştikleri kurumlardan ve devlet kademesinden,  toptancı mantığı ile elbette ki tek bir operasyon ile temizleyemezsiniz. Devlet aklı ve yönetim şekli böyle bir girişime ve operasyona da asla izin vermez. Her şeyin zamanı, saati ve sırası vardır…

15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi sonrasında, siyasi parti teşkilatları, özellikle de AK Parti teşkilatlarında, hain darbe ve işgal girişimi taraftarlarının bulunduğu, hatta darbeye darbe dahi demeyen bireylerin varlığından bahsedilmektedir.  Bu vb. düşünce ve kanaatte bulunan tüm parti üyesi ve teşkilat mensuplarının; Tasfiye edilmesi gerekmekte midir? Elbette ki ülkenin selameti, birliği ve normalleşmesi adına, acilen ve ivedilikle tasfiye edilmelidir. Sayın Cumhurbaşkanımızın, 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimine yönelik;’’ Her kim ki, 15 Temmuz’a âmâsız, fakatsız darbe diyebiliyorsa ve lanetleyemiyorsa, o da darbe girişiminin bir parçasıdır, en azından gönüllü bir destekçisidir. Böyle bir yanlışın içine düşenler şehitlerimize ve gazilerimize, milletimizin tamamına hesap vermekten kurtulamayacaktır.

Dere geçerken at değiştirilmez. Allah, Allah!  Neden değiştirilmez ki?  Normal şartlar altında, yapılabilecek işler ve alınabilecek tüm kararlar, kervan devam ederken, işler normal rutininde seyrederken, neden değişikliğe gidilmez ki? Sakıncaları neler olabilir ki? Anlamakta ve algılamakta zorlandığımız ne ve neler olabilir ki? Atalarımız yılların vermiş olduğu acı tecrübeler ışığında neden böyle bir sözü kullanmak zorunluluğu hissetmişlerdir? Burada ifade edilmek istenen ana fikir şöyledir diye düşünüyorum; Yürütmekte olduğumuz bir işin,  bir ortaklığın veya bir projenin, tam ortasındayken, yaptığımız işi sıkıntıya düşürecek, akamete sebebiyet verebilecek, bir metot, bir araç, bir birey ve bir yöntem değişimlerinden uzak durmalıyız. Aksini yaparsak işi, projeyi tamamlayamadan zarar görebilir. Bu tip faaliyetler için uygun bir zaman ve zemin kollanmalı, değişimler tam zamanında ve zemininde yapılmalıdır. Acele ile karar vermek başarıyı engelleyebilir.  Aksi halde başımıza olumsuz durumlar ve sonuçlar gelebilir. Böyle bir hareket, düşmanlarınızı, rakiplerinizi, özellikle de kurumunuz ve ülkeniz üzerinde hesabı olan tüm emperyalistleri ve taşeronlarını, çok memnun edecektir. Olan olduktan sonra; ‘bad-el harab-ül basra – Basra Harap olduktan sonra’  çareler ve taktikler düşünmek ve üretmek faydasızdır. Her şey, her karar zamanına, zeminine ve gereğine göre yapılmalıdır, diye düşünüyorum.

Emperyalistler, taşeronları ve içerideki işbirlikçileri; Bölgemize ve ülkemize yönelik,  100 yıllık beklemekte ve bekletilmekte olan, parçalama ve bölme operasyonlarının olduğu bir dönemde, içeride, evin içinde olan sorunlarla ve bireylerle meşgul olamazsınız. Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte ülke olarak büyüme ve gelişme stratejileri geliştirmemek adına, hep içeride, kendi kurmuş oldukları taşeron örgütlerle, bu ülkeyi ve milleti oyaladılar,  enerjisini tükettiler. Dün adı ‘ Hoybun’ olan çetenin –  örgütün adı, bugün karşımıza PKK olarak çıkmaktadır.  Daha nice eski örgütler, bugün karşımıza başka başka isimler altında çıkmaktadır. Bizler bunu millet olarak hiçbir zaman anlayamadık ve çözümleyemedik. Yarın bir başka taşeron, vesayet ve vekâlet örgütü ile karşımıza tekraren çıkacaklar. Ülkemizin ve bölgemizin sakin olmasını beklemek de safdillik olur. Ne zaman ki ‘Bir ve Beraber’ olduğumuzu anlayıncaya kadar…

Evde yangın varken, evin tavanındaki ‘Fareler’ ile meşgul olamazsınız. Öncelik ve aciliyet,  evdeki yangını söndürmektir. 63 ülkenin askerleri, bölgemizdeki paylaşım savaşı için kapımıza dayandığı bir zaman diliminde ve savaş gemilerinin Ak Denizde cirit attığı bir dönemde, AK Parti milletvekilleri,  teşkilat üyeleri ve diğer devlet kademelerindeki tasfiyelerle uğraşmak, büyük planı ve projeyi görememektir.  Enerjimizi 100 yıllardır olduğu gibi yine içeriye çevirmek ve bitirme planlamaları…  Bu yönde alacağınız her karar, bu plana, üst aklın stratejilerine sadece hizmet edecektir.  Eskilerin çok güzel ‘ Dere geçerken tabii ki at değiştirilmez’ ifadelerinde olduğu gibi. Dereyi geçelim, sükûnete erelim, ülke ve bölge olarak, normalleşelim… Elbette ki almamız gereken, ülkenin refahı, selameti, birliği, dirliği ve normalleşmesi adına, tüm kararlar ve atılması gereken her türlü adımlar atılacaktır. Devlet kademesi ve parti teşkilatlarında tasfiye edilmesi gereken tüm hain noktasında bulunan herkes,  bir bir alınacak ve tasfiye edilecektir, şeklinde düşünüyorum. 

Büyük Satranç Tahtası; Avrasya

15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi sonrası, ülkemiz ve bölgemizde çok güzel gelişmeler yaşıyoruz. Darbenin akabinde TSK’de asker ve general kalmadı, hiçbir şey yapamaz diyenlere inat; Fırat Kalkanı harekâtını çok başarılı bir şekilde yürüttü. Bölgemizde Türkiye olarak biz de varız… Bölgemizde yapılacak olan herhangi bir olay veya operasyon, bizim bilgimiz ve onayımız olmadan, yürütülmesi ve sonuç alınması artık imkânsız gibi gözüküyor. Türkiye olarak artık zincirlerimizden kurtuluyoruz. Ayaklarımızdaki prangaları tek tek söküp atıyoruz.  Ülke ve bölge olarak, yürümemize, koşmamıza engel olan sırtımızdaki kamburları bir bir atıyoruz. Yüklerimizden kurtulurken elbette ki yıllardır bu ülkenin sırtındakiler rahatsız olacak. Kendilerini bu ülke ve millet adına vazgeçilmez olarak addedenlere, hadlerini bildirmenin tam şimdi zamanıdır. Sızlanmalar elbette ki artacak. Elbette ki içeride ve dışarıda gürültüler koparacaklar… Boş durmalarını beklemek safdillik olur. Çünkü iktidarları ve Türkiye ellerinden kayıp gidiyor.

İkinci Dünya savaşı sonrası dünya iki küresel bloğa ayrılmıştır. NATO etrafında ve VARŞOVA paktı çerçevesinde kümelenen ulus devletçikler. Dünya ulus devletleri bu iki grup arasında sürekli olarak gidip gelmişlerdir. Tabii ki küresel oyuncuların verdikleri izin kadar… Bir tarafta ABD’nin liderliği ve diğer tarafta ise SSCB’nin iktidarı şeklinde… Amerika, kendine küresel bir rakip çıkmaması adına, tüm Avrupa’yı da kontrolü altına almaya çalışmış ve Avrupa Birliğinin kurulmasına, hatta gelişmesine ve büyümesine izin vermiştir. AB birliği üyelerinden küresel güç olma ihtimali olan Fransa; içerideki patlamalar ve terör operasyonları ile yola getirilmeye çalışılmıştır. Dünya küresel güç dengesindeki iddialarından vazgeçinceye kadar, içeride sürekli olarak terör vb. meşgul edilmiştir. Bu küresel Dünya küresel güç dengesi, 1990 yılında iki Almanya’nın birleşmesi ve 1991 yılında da Sovyetler birliğinin dağılması ile Dünya süper küresel güç dengesi tamamen ABD lehine doğru kaymıştır. Dünya ulus devletleri, özellikle de Asya bölgesinin ekonomik liderleri konumundaki bölgesel güçleri,  bu gidişe bir dur demek adına, yeni ticari bloklar ve ekonomik birlikler kurmak için çalışmalara başlamışlardır. Dünyanın siyasi ve ekonomik hegemonyasının tek süper küresel güç ile devam etmesi mümkün değildir.  Asya bölgesinin ekonomik ve enerji gücü bölgesel devletleri tarafından,  önce Şanghay beşlisi olarak daha sonra da ‘Şanghay İşbirliği Örgütü ve Avrasya Ekonomik Birliği’ bu çerçevede kurulan ekonomik ve ticari güç birlikleridir. Öncü olan, risk alan ve destek olan tüm devletleri, vizyon ve öngörüsü olan tüm liderlerini tebrik ederim.

ABD Stratejistleri ve öngörü uzmanları 1990’lı yıllarda dünyamızda meydana gelen gelişmeler çerçevesinde ABD’nin dünya küresel güç dengesi, hegemonyasının sürekliliği ve devamlılığını sağlamak adına bazı stratejiler,  taktikler ve önerilerde bulunmuşlardır. Bunlardan en önemlisi ve en dikkat çekeni de ‘Büyük Satranç Tahtası; Avrasya’ bölgesini kontrol ve denetimleri altına almak şeklinde.  ABD’nin Afganistan’ı ve Irak’ı çeşitli bahanelerle işgal etmesine bu pencere ve zaviyeden baktığımızda, Avrasya bölgesine yönelik hegemonya çerçevesindeki gelişmeleri anlamak daha net olacaktır. Avrasya bölgesi dünyanın ekonomik ve enerji merkez üssü olmaya namzettir. ABD ve Avrupa’nın yıllık enerji ihtiyacının %50’si bu bölgeden karşılanmaktadır.  Avrasya bölgesini de Büyük Satranç tahtası olarak tanımlamışlardır. Satranç tahtasında her bir bölgesel güçlü devleti tamamen ‘piyon’ formatına çekme çalışmalarını gözlemliyoruz. Bu oyunda; ne bir atın,  ne bir filin, ne bir kalenin ve ne de bir vezirin varlığına ve gelişmesine tahammülleri vardır. Onun için de bölgesel güç ve ileride güçlü devlet olabilecek konumdaki; atlar, filler, kaleler ve vezirler parçalanmalı, bölünmeli, kontrol edilebilir, yönetilebilir ve yenilebilir, satrançta olduğu gibi ‘piyon’ formatına acilen getirilmelidir.  Ülkemiz ve bölgemizdeki; bütün çabalar, çatışmalar, vekâlet ve vesayet savaşları bu hedefe matuftur.

Fırat Kalkanı operasyonu, tartışmakta olduğumuz Musul harekâtı ve daha başka gelişmeler, 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminde başarılı olamayan emperyalist güçler ve içerideki taşeronlarını,  çok sıkıntıya sokmakta ve rahatsız etmektedir. Rusya ve Asya bölgesinin ekonomik bölgesel güçleri ile olan yakınlaşmalar ve ekonomik anlaşmalar, sınırlarımızda kanton devlet kurma peşinde olan emperyalist güçlere çok büyük sıkıntılar yaşatmaktadır. 26 yıl sonra ülkemizde, Cumhurbaşkanlığı himayesinde gerçekleştirilen, 23. Dünya Enerji zirvesinde, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, ülkemizi, bölgemizi ve dünyanın enerji üssü konumundaki Avrasya kara parçasını ‘büyük satranç tahtası’ olarak gören tüm liderlere, tüm küresel ve bölgesel oyunculara ve tüm stratejistlere ‘ Şah ‘ mı çekmiştir,  yoksa ‘Rok’ mu yapmıştır. Türkiye ve bölge halkları olarak, bölge dışı güçler tarafından bölgemizde sergilenen oyunu izlemeye, sonradan oyuna dâhil olan, seyirci ve figüran konumundan,  oyunun en büyük başrol oyuncusu formatına oturan Türkiye ve Liderinden Gurur duymaya devam edelim.

Atlantikçi Siyasi Güvercinler Sahnede!

Hafta sonu, Hakkâri ilimizde meydana gelen patlamada şehit olan asker ve sivil vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar, yakınlarına sabırlar ve milletimize de baş sağlığı dileklerimi sunarım. 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi ile başarılı olamayan emperyalistler ve ülkemizdeki işbirlikçileri, taşeronları, çok değişik senaryolar üzerinden hedeflerine ulaşmak adına gelmeye çalışıyorlar.  Gelmeye de devam edecekler… Pes etmeyecekler… Darbe ile başarılı olamayanlar taşeronlar ve işbirlikçiler, akabinde iç savaş bezirgânlarının bütün plan ve organizeleri de berhava olmuştur. Yenikapı’da oluşan birlik, beraberlik, kardeşlik ve hep birlikte Türkiye duruşumuz, ülkemiz ve bölgemiz üzerinde hesabı olanlara, çok büyük sıkıntılar ve krizler yaşatmaktadır. Darbe girişiminden sonra, Ülkemiz adına, birileri tarafından eksen kayması vb. saldırıları da gözlemliyoruz. Neler oluyor ki? Birilerini, ülkemizi idare edenler tarafından yapılan bazı girişimler, neden rahatsız etmektedir? Hala bu ülke, birilerinin kuyruğuna ve kontrolüne takılmak zorunda mıdır? Kendi ülkesi ve bölgesi adına, stratejiler ve taktikler geliştirmesi kadar doğal ne olabilir ki? Kimler neden rahatsızlık duymaktadır? Daha nice benzeri sorular…

Türkiye, jeopolitik ve jeostratejik konumu gereği; hem Avrupa,  hem de bir Asya ülkesidir. Türkiye; Avrupa ve Asya’nın tam ortasında bir köprü ülkedir. Kendi stratejik konumu gereği her iki taraf ile de dostluk, ekonomik, siyasi ve ticaretini geliştirmesi kadar doğal hiçbir şey olamaz. Ülkelerle olan dostluklar ve ilişkilerin tamamen karşılıklı çıkarlar üzerine kurulu olduğu bir dünyada yaşadığımızı da buradan hatırlatmak isterim.  Günümüzde, Dünyanın siyasi, ekonomik, ticari ve enerji merkez üssünün tamamen Asya bölgesine kaymakta olduğunu da unutmamamız gerektiğini düşünüyorum. Avrasya bölgesi, ekonomik olarak dünyanın çekim merkezidir. Avrasya bölgesi, dünyanın enerji deposudur. Avrasya bölgesi dünya nüfusunun 3/2’nin yaşadığı bir kara parçasıdır. Avrasya bölgesinin kilit ve kalbi noktasında ki ülkesi de Türkiye’dir.  Ülkemiz ve bölgemizde olan bütün kavgalara,  vesayet ve vekâlet savaşlarına, gürültülere bir de bu zaviyeden bakmayı, bakabilmeyi tavsiye ederim. Vekâlet savaşlarının en fazla olduğu bölge bizim yaşadığımız topraklardır. Bunlar tesadüfi olabilir mi? Neden bizimle ve bölgemizle uğraşmaktalar?

Geçtiğimiz günlerde, ANAP eski genel başkanı ve eski Başbakan Mesut Yılmaz, bir gazeteye verdiği röportajında; ‘’Rahmetli Özal, Anavatan Partisi’ni kurduğumuzda genel merkezin açılışında deftere ‘Size göstereceğim en önemli hedef AB üyeliğidir. Bizi bu yoldan vazgeçirmek için çok tertipler yapacaklar ama bundan asla vazgeçmeyin. Vasiyetim budur’ diye yazmıştı. Biz bu hedeften hiç vazgeçmemeliyiz. AB benim için Türkiye’yi demokrasiye dönüştürmenin yoludur. Biz 2023’te AB düzeyine çıkalım, onlar bizi referandumda kabul etmeyip rahmetli Erbakan’ı haklı çıkarsınlar. Demokratik bir İslam ülkesini sırf dininden dolayı AB’ye kabul etmemiş olsunlar. Kendi çok kültürlü medeniyet prensipleriyle ters düşsünler. Bunu başaracak Tayyip Erdoğan Türkiye’nin De Gaulle’ü gibi olur. Ama Tayyip Bey öbür yola girerse neler olacağını düşünmek bile istemiyorum’’ ifadelerini vurguladı.

ANAP Eski Genel Başkanı ve eski Başbakan ne demek istiyor acaba? Anlayan varsa beri gelsin? 2002 yılından itibaren ülkesi ve bölgesi adına görünmeyen, konuşmayan, riskler almayan bir siyasi bu gün neden ortaya çıkar ki? Neden ABD ve Avrupa ülkelerinde sempozyum düzenler ki? Adama sormazlar mı ‘Günaydın’ nerelerdeydin şimdiye kadar diye? Bir yerlerden işaret mi aldı ki? Türkiye elimizden kayıyor,  kontrolümüzden çıkıyor, aman ha acele müdahale edin şeklinde… Türkiye ve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Birliği sürecinden başka yola dönerse; ‘ kötü şeyler olur, neler olacağını, olabileceğini düşünmek ifade etmek istemiyorum’ vb. aba altında cümleler, salvolar… Türkiye, demokratik ve bağımsız bir ülke olarak, devletinin ve milletinin menfaatleri ve bekası doğrultusunda her türlü ülke ve birlik ile anlaşmalar imzalayabilir. Bunda başka ülkeler veya birlikler adına sakınca neler olabilir ki? AB, batarken, biterken can simidi olarak bizi mi görmektedir? Batarken yanında bizi de mi batırmak istemektedir? Zikretmeye çalıştığımız, dünyanın çekim merkezi ve enerji üssü konumundaki Asya bölgesinde meydana gelen birlikte olmamız kimleri rahatsız etmektedir? Dünyanın, siyasi, ekonomik, ticari ve enerji üs dengesi ve merkezi Avrasya’da bulunmamız Türkiye’nin varlık meselesidir, diye düşünüyorum.. 

Haçlı Seferleri Halen Devam Ediyor!

Haçlı Seferleri ya da Haçlı Akınları, 1096–1272 yılları arasında, Avrupalı Katolik Hristiyanların, Papa’nın talebi ve çeşitli vaatleri üzerine, genellikle Müslümanların elindeki verimli Orta Doğu topraklarını (Kutsal Topraklar) üzerinde askeri,  siyasi ve ekonomik kontrol kurmak için düzenledikleri akınlar bütünüdür. Tekrar okumakta ve algılamaya çalışmakta fayda olduğunu mülahaza ediyorum; Haçlı Seferleri;  Müslümanların ellerindeki ‘Verimli Ortadoğu Toprakları’  üzerinde ‘’ askeri,  siyasi ve ekonomik kontrol kurmak ‘’ için düzenlenen akınlardır. Peki, 1272 yılından sonra bu Haçlı akınları durmuş mudur? Halen günümüzde de devam etmekte midir? Müslümanlar olarak bir defa ‘ sokulduğumuz ve ısırıldığımız’ yerden bir daha ısırılmamak ve sokulmamak adına neler yapmalıyız?  Müslüman elbette ki ‘ Uyanık’ olmak zorundadır…

Hz. Peygamber, müşriklerle savaşırken,  Hendek ve Uhud gazalarında olduğu gibi, bizler de Haçlı seferlerinin halen devam etmekte olduğu idraki ile zamana, zemine ve şartlara göre stratejiler ve taktikler geliştirmek mecburiyetlerimiz vardır.  Uyanık ve ferasetli olmak zorundayız. Dünya üzerinde yaşayan 2,5 milyar Türk ve Müslüman mazlum milletlerin umudu ve hayali bu asil Anadolu’nun üzerindedir. Bu asil Anadolu milleti olarak bizlerin, 2,5 milyar Türk ve Müslüman kitlenin doğal olarak da liderliği uhdesindedir. Kabul etsek de, etmesek de… Haçlı zihniyeti bizlere bu gözle bakmaya ve karşı saldırılara devam ettiği müddetçe… Günümüzde, ülkemize yönelik olarak halen devam etmekte olan; Siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel Haçlı seferleri ve saldırılarına; Dünya 5’ten büyüktür diyen, Dünya’da bulunan yer altı ve yer üstü kaynakları noktasında kıtlık bulunmadığını, sadece bir ‘Paylaşım’ ve ‘Adaletsizlik’ sorunu olduğunu vurgulayan, Müslüman ve Türk dünyası için doğal bir Liderlik konumunda bulunan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın zaviyesinden bakabilmeyi, olayları da çok iyi analiz ve idrak etmeliyiz, diye düşünüyorum.  Aksi halde, devlet ve millet olarak, kaybederiz. Aksi halde, devlet ve millet olarak, yok oluruz. Aksi halde, ülkesi ve milleti üzerinde siyasi, askeri ve ekonomik kontrol kurmak isteyen, örtülü Haçlı zihniyetinin,  kulu,  kölesi ve esiri oluruz.

Hristiyanların, mukaddes Toprak ve HAÇ yeri olarak adlandırdıkları Kudüs ve civarının, 1071’den itibaren, Müslüman Türk İmparatorluğu, Selçukluların eline geçmiştir. Bölge, sanki Hristiyanların, HAÇ vazifelerini yapmasına kapatılmış olarak gösterilmeye çalışması çabaları,  Avrupalı Devletlerin,  Müslüman halka ve devletlerine karşı tutum almalarına sebebiyet vermiştir.  Asya ile temasta bulunan Avrupalı gemicilerin, tüccarların ve iş adamlarının Müslüman dünyasında gördükleri zenginlik, refah, medeniyet ve toprak zenginlikleri,  kendi ülkelerindekilere kıyasla methetmeleri, o dönemlerde yoksul ve perişan bir şekilde yaşayan Avrupa halkını, Müslüman dünyasına karşı,  din düşmanlığına bir de hırs ve tamahı da eklemiştir. Dönemim dini lideri Papa Ürben’in karşı tutum ve davranışları, Avrupa halkını, Müslüman halka karşı kışkırtma şeklinde olmuştur. Söylemlerinde Müslüman halkla ilgili yanlış bilgiler vererek din düşmanlığını arttıran Papa,  Hristiyanlara kendi aralarında birleşin çağrılarında bulunarak, Müslümanlara karşı harp etmenin ‘Kutsal bir görev’ olduğunu her fırsatta dile getirmiştir.  Bu sebeplerle başlayan haçlı seferleri, 1096 yılından 1272 yılına kadar sekiz sefer halinde devam etmiştir. Her yerde İslamiyet’in koruyucusu olarak kendilerini görevlendirmiş Türklerin kahramanlıkları karşısında, Avrupalılar istedikleri başarıya bir türlü ulaşamamışlardır.  Haçlı seferleri 8.’den sonra durmuş mudur? Halen örtülü bir şekilde devam etmekte midir? Günümüzde; Askeri, siyasi ve ekonomik olarak saldırılarına devam ediyorlar mı?  Kurmuş oldukları taşeron örgütler bu saldırıların başka bir versiyonu mudur? Ve daha nice sorular, sorular…

Anadolu coğrafyası ve özellikle de Türkiye olarak ne zaman ki bir kalkınma ve bölgesinde doğal bir liderlik hareketi meydana gelse, hemen emperyalistler ve içerideki işbirlikçileri, taşeronları üzerinden bir engelleme, bir darbe, bir saldırı ile karşı karşıya kalmaktadır. Anadolu olarak bizler bunu 31 Mart Vakasından itibaren ne anlayabildik, ne de algılayabildik… Anlayabilseydik, 1960 darbesi, 1970 darbesi, 1980 darbesi,  5 Nisan 1994 ekonomik krizi, 28 Şubat post-modern darbesi, 1998 ve 2001 dünya ekonomik krizlerine karşı bir duruş ve taktikler geliştirebilirdik. Gezi kalkışması ile bu ülkeye 100 milyar dolar, 17–25 Aralık operasyonları ile de 120 milyar dolar zarar verdiler. Batmamızı beklediler… Batmayınca da,  İşbirlikçileri ve taşeronları üzerinden, 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi ile bu ülkeyi tamamen bitirmeye, yok etmeye ve işgal etmeye çalıştılar. Fakat asil Anadolu milletinin ferasetini, azmini ve cesametini hesap edemediler. Akabinde; Kendi kurmuş oldukları taşeron örgütlerle de halen gelmeye devam ediyorlar.  Gelecekler…  Dedelerinin 1000 yıl önce geldiklerinde elleri boş olarak döndükleri gibi torunları, işbirlikçileri ve taşeronları da bom boş olarak dönmeye mahkûmlar… Sadece biraz zarar verebilirler… Sadece canımızı acıtabilirler… Biz, İçeride sadece; Bir, Beraber, İri, Diri, Kardeş, hep birlikte Türkiye ve Yenikapı’da oluşan ruhu korumaya devam edelim…  İçerideki taşeronları ile 15 Temmuz da başaramadıklarını, bankacılık sistemi ve değerlendirme kuruluşları üzerinden ekonomik olarak başarmaya çalışıyorlar. Hani Haçlı seferleri bitmişti… Hani Haçlı seferleri tarihte kalmıştı. Adamların bu bölge üzerindeki askeri, ekonomik ve siyasi hedef ve planları halen devam etmektedir. Bizler, bu coğrafyanın sakinleri olarak bunu tam ve net olarak anlayamasak ve idrak edemesek de…

Yeni kapı RUHUNA darbe hazırlıkları mı?

15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi, bu ülkenin tapusunu ve yönetimini,  içimizden ve bizden görünümlüler vasıtası ile bir başka ülkeye teslim etme hareketidir.  Toplum olarak bu girişimi sonraki süreçte tam ve net olarak algılayamasak da…  Bu asil millet bu harekete gereken cevabını o gece meydanlara inerek vermiştir. 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminde başarılı olamayan dış güçler ve içerideki taşeronları, boş durmuyorlar.  Türkiye ve bölge üzerinde hesabı olan tüm emperyalistler, içerideki taşeronlarını tekrar meydanlara indirmeye, içeride bir kaos ortamı için tüm çalışmalarını hızlandırdılar. Bizler net olarak göremesek ve idrak edemesek de…

15 Temmuz hain darbe işgal girişimi sonrası, toplumun tüm katmanları ve ülkemizde oluşan birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhu,  ülkemiz ve bölgemiz üzerinde emelleri olan emperyalist güçleri ve onların içimizdeki işbirlikçilerini çok rahatsız etmişe benziyor. 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminde, hiçbir korkuya, kaygıya ve bana ne olur endişelere mahal vermeksizin, tankların önüne yatan, mermilere canını siper eden ve meydanları dolduran bu asil millet,  bu asil ve dik duruşu anlaşılan çok rahatsızlık vermiş. Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Devleti, milleti, muhalefeti ve tüm farklılıkları ile şahlanan Yenikapı ruhu ise birilerinin uykularının kaçmasına sebebiyet vermiş…  Ne umuyorlardı da ne olmuştu? Neler olmasını beklemişlerdi?  Yenikapı’da şahlanan;  ‘ Birlik, beraberlik, kardeşlik ve hep birlikte Türkiye ruhu’ Ülkemiz ve milletimiz üzerinde hesabı olanların planladıkları gibi gitmeyen bir şeyler olmakta ve hesapları tersine dönmekteydi. Hemen devreye girmeleri gerekiyordu; Başka bir planlarını, bekletilmekte olan B, C, D veya her ne planları varsa devreye sokmaları gereken…

15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi sonrası kamu kurumlarından devletine ihanet edenlere yönelik olan el çektirmeler ve özellikle de terörün finansmanı noktasındaki iş adamlarına yapılan operasyonların yetersizliğinden dem vurmuştuk. Kamu kurumları ve iş dünyasındaki kriptolar üzerinden kendilerini koruma, kollama ve kendilerinden olanlara, bir perdeleme ve cambaza bak oyunları olduğunu da vurgulamıştık. Bu süreçte masum insanlarımızın da canı yanmıştır. Toplumda bir kaos ortamı oluşması için her türlü girişimde bulunmuşlardır. Toplumda devletine karşı olan güveni zedelemeye ve yıkmaya yönelik girişimler de halen devam etmektedir. Karşımızda dünyanın en süper istihbarat örgütleri tarafından eğitilmiş, yetiştirilmiş ve bu ülkenin kalbine yerleştirilmiş bir kadro ile karşı karşıya olduğumuzu da sürekli olarak ifade etmeye çalışıyoruz. Bu kadrolar ile normal dönemdeki bir çalışma ve operasyonlar yapamayız. Çok farklı ve değişik taktikler üzerinden gitmemiz gerektiğini de düşünüyorum. Savaş durumunda ve savaş meydanında olduğu gibi…

15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminin ertesinde tüm kamu kurumları, tüm iş dünyasında ve tüm teşkilatlarda bir aymazlık, bir vurdumduymazlık gözlemliyoruz. Yaşanan durumun vahametini herhalde millet olarak tam idrak edemedik. Teşkilatlar;  Halen benim adamımı şu işe, şu kadroya yerleştirme derdindeler… Teşkilatlar; Benim adamım şu ihaleyi kazanmalı, almalı vb. kaygılar peşindeler. Darbe ve işgal başarılı olsaydı, hangi devlette, hangi ihale ve hangi adamınızı bir yerlere yerleştirecektiniz?  Sadece biraz bunu tefekkür etmeye çalışalım…

Emperyalistler ve işbirlikçilerinin; Osmanlı’yı parçalamak ve ülkesindeki yer altı, yerüstü kaynaklarına ulaşabilmek adına 100 yıllık, 200 yıllık planlar yapmakta olduklarını biliyoruz. Bu sil millet ve bölgesi üzerinde hesabı olanlar, bir girişimleri ile geri çekileceklerini mi zannediyoruz?  Tekrar tekrar gelecekler… Bizim birliğimizi ve dirliğimiz deneyecekler… Bu birlik ve beraberlik ruhuna zarar veremeyeceklerini görecekleri gün ve ana kadar… Bu ülkede, emperyalistler ve içerideki taşeronları;  70’li, 80’li ve 90’lı yıllarda olduğu gibi Sağ-Sol, Alevi-Sünni, Türk- Kürt, Laik- Anti laik vb. bir kaos planları ve o günlere özlem duyan bir kadro ile karşı karşıyayız…  İnadına Birlik… İnadına Beraberlik… İnadına Dirlik… İnadına İrilik… İnadına Kardeşlik ve İnadına hep birlikte Türkiye olmaya devam etmeliyiz. Başka çaremiz yok… Başka bir yolumuz yok… Başka bir Devletimiz yok… Başka gidecek bir yerimiz yok… Bunu bizler anlayıncaya ve idrak edinceye kadar; Gelecekler, gelmeye ve de test etmeye devam edecekler…

İsmi ile Müsemma bir DEVLET Adamı; BAHÇELİ!

Geçtiğimiz günlerde; Dostlarım; MHP Konya Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi Hüseyin Korkmaz, MHP Selçuklu Belediyesi Meclis Üyesi Hüsnü Öztürk ve sanayici Mustafa İbalı ile MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’ye bir nezaket ziyaretinde bulunduk.

Ziyarette; 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimine karşı, MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’nin ‘ DİK ve VAKUR ‘ duruşları, Küresel OYUN BOZAN duruşları, Devleti ve Milletinin yanında bulunmaları hasebiyle bir Teşekkür plaketi takdimimiz oldu.

MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’yi ziyaretimizde, 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi, daha sonraki süreçte ülkemizde yaşadıklarımızla ilgili olarak sohbet etmek imkânımız oldu.

Sohbetimizde, MHP Lideri Sayın Bahçeli, 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimine yönelik olarak; ’’15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi, yeni bir istila denemesi, yeni bir kıyım ve yıkım hamlesidir. Mondros Mütarekesi ile çerçevesi çizilen ve Sevr’de ülkemize dayatılan imha planları bu gün yeniden gün yüzüne çıkarılmıştır.  Zalimler, hainler, emperyalizmin uşakları, işbirlikçileri ve maşaları bu defa karşımıza Türk askeri kılığına girerek, milletin ve devletin silahını, yine devletine ve milletine çevirdiler. Milletin imkânlarını kullanarak, yine milletimize ve devletimize öldürücü bir darbe vurmak istediler. 15 Temmuz, 627 yıl önce Kosova’da mağlup olanların, 15 Temmuz, 620 yıl önce Niğbolu’da ezilenlerin, 15 Temmuz, 572 yıl önce Varna’da, 563 yıl önce İstanbul’da, 490 yıl önce Mohaç’ta döktükleri kanda boğulduklarını sandığımız emperyalistlerin taşeronları ve işbirlikçileri üzerinden yeniden bir kalkışmasıdır’’ ifadelerine vurgu yaptı.

MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli, Yenikapı’da şahlanan birlik ve beraberlik ruhunun önemine binaen; ‘’ 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimine karşılık, Yenikapı’da şahlanan birlik ve beraberlik ruhunun devam ettirilmesi gerektiğini; Türkiye olarak, ayrımız ve gayrımız yoktur. Müştereklerimiz farklılıklarımızdan daha fazladır.  Birlik ve beraberliğimizi kararlı bir şekilde korumalıyız. Kutuplaşma ve cepheleşmelere kesinlikle izin vermemeliyiz. Mazlum milletlerin umudu bizimle beraberdir.  Yenikapı’da bu topraklarda yaşayan tüm farklılıklarımız ile birlikte şahlanan; vatanım, bayrağım, milletim, demokrasim, şehitlerim, kardeşliğim ve mukaddesatım, duruşu ve ruhu devam ettirilmelidir.  Bu duruş ve ruh devam ettiği müddetçe hiçbir hain bu asil millete yaklaşamaz, ihaneti dahi aklından geçiremez’’ şeklinde konuştu.

MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli, 15 Temmuz hain darbe işgal girişiminde bulunan kamu personeli ve terörün finansmanı noktasındaki iş adamlarına yönelik olarak yapılan operasyonlar ve görevden el çektirmeler hakkında; ‘’ Yurtta sulh konseyi kimlerdir. Acilen ve ivedilikle tespit edilmelidir.  Yurtta sulh konseyinin tepe yöneticileri kimlerden oluşmaktadır. Piramidin üst kısmı dururken, taban ile uğraşılmaktadır. Taban çok geniş ve muğlaktır. Piramidin tepesine ulaşmak ve aşağıya doğru inmek daha kolaydır. Üzüm salkımında olduğu gibi, salkımın ucunu, dalını koparırsanız aşağıya doğru inmeniz daha kolay ve zahmetsiz olacaktır. Kamu kurumlarındaki yöneticiler, özellikle kripto idareciler üzerinden devletimiz meşgul edilmektedir. Devletimiz normal ve rutin işlerini yapamaz hale getirilmeye çalışılmaktadır. Bu süreçte masum insanlarımızın da canı yanmaktadır. Daha dikkatli ve adaletli olunması gerekir’’ şeklinde uyarılar ve ikazlarda bulundu.

MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli, TSK’miz başkanlığında yürütülmekte olan, Fırat Kalkanı ve Cerablus operasyonlarına istinadan;’’ Fırat Kalkanı tam zamanında ve yerinde bir harekâttır. ABD ve emperyalist ülkelerin Suriye sınırımızda bir PKK devleti kurma girişimleri halen devam etmektedir. Sınırımızda yeni bir kukla devletin kurumasına asla izin verilmemelidir. Türkiye olarak, hiçbir ülkenin toprağında gözümüz de yoktur. Suriye ile olan 900 km’lik sınırımızda, emperyalistler, müttefik görünümlü düşmanlarımız ve kurmuş oldukları terör örgütleri üzerinden operasyon yapılmasına kesinlikle izin verilmeyecektir. Türkiye olarak, sadece sınırımızda bir oldubittiye karşı aksiyoner durumdayız. Artık ülke olarak re-aksiyoner konumdan aksiyoner ve pro-aktif konumdayız. Ülkemiz ve bölgemiz şartları, ülkemizin birliği ve dirliği adına nelerin yapılmasını gerektiriyorsa onlar kesinlikle yapılacaktır’’ ifadelerine vurgu yaptı.

MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli’ye bizlere çok değerli vakitlerini ayırdıkları, 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimine karşı ‘dik’ duruşları, Küresel OYUN BOZAN AKLI, ülkemizin ve bölgemizin hain darbe sonrası süreçteki yaşadıklarımıza istinaden vakur duruşları ve sohbetleri için çok teşekkür ederim.

MHP Lideri Sayın Devlet beyi, devletinin ve milletinin yanında, adı gibi ‘ DEVLET’  olarak ismi ile müsemma olduğunu, vurgulamak isterim!

Neler olması gerekiyor!

15 Temmuz,  hain darbe ve işgal girişimi sonrası, ülkemizde;  ekonomik, sosyal ve kültürel olarak yaşanılanları hep birlikte izliyor ve gözlemliyoruz. Hain darbe ve işgal girişiminde başarılı olamayan emperyalist güçler,  içimizdeki taşeronları ve işbirlikçileri üzerinden, terör ve ekonomi üzerinden gelmekteler. Hain darbe ve işgal girişimine destek olan, BYLOCK programını kullanan, kamu kurum ve kuruluşlarındaki memurlar ve iş dünyasındaki finansörlerine yönelik olan operasyonlar da devam etmektedir. Memuriyetten el çektirme ve iş adamlarına yönelik olan operasyonlarda kripto hainler tarafından bir perdeleme ve cambaza bak girişimleri olduğunu da sürekli olarak vurgulamaya çalışıyoruz. Görevden el çektirilen, üst düzey üniversite hocaları, Kasım ayında geri dönüyoruz, gücünü ve özgüvenini halen nereden ve kimlerden alıyorlar? Kamu kurumlarında ve iş dünyasındaki kendilerinden olanları korumak ve kollamak adına, , siyaset ve iş dünyası tarafından korumasız olan masum bireyler, şikâyet mekanizması ve iftira kampanyalarına maruz kalmaktadır. Bu süreçte masum insanların da canı yanmaktadır.

Emperyalistler, dâhili ve harici tüm güçler,  sosyal olarak, fitne ve iç savaş senaryolarını devreye sokmak suretiyle, bu milletin birlik ve beraberliğine, Çanakkale ve Kurtuluş savaşındaki kardeşlik ruhuna da darbe vurmaya çalıştılar.  Cumhurbaşkanımızın liderliğinde, devleti, milleti, muhalefeti ve tüm farklılıklarını bu toprakların zenginliği kabul eden bu asil millet, Yenikapı’da şahlanan birlik ruhu ile bu girişimlerinin de cevaplarını almış oldular. Her gün bir canımızı ve ana kuzularımızı kaybediyoruz. Bu asil milletin; birlik, beraberlik, kardeşlik ve hep birlikte Türkiye ruhuna, bu saldırıları ile darbe vurmaya çalışıyorlar. Bu asil milletin bir defa ölürken, bin defa dirildiğini görmelerine ve şahit olmalarına rağmen… Taşeronları ve işbirlikçileri üzerinden; Saldırılarına devam edecekler… Gelmeye de devam edecekler… Canlarımızı yakacaklar… Ana kuzularımızı kaybetmeye devam edeceğiz… Bu asil millet, 100 yıllardır beklemekte ve bekletilmekte olan, mazlum milletlerin umudu ve lideri olmak davasından, şuurundan vazgeçene kadar… Kervan artık yola çıkmıştır… Bu yoldan ve davadan asla dönülmeyecektir. Başarılı olmaları, sonuca ulaşmaları mümkün değildir; Bizler; bölge halkları olarak,  BİR olmaya, BEBABER olmaya, İRİ olmaya ve DİRİ olmaya devam ettiğimiz müddetçe… 100 yıllardır bölge halkları; kanının, canının, namusunun ve vatanının çiğnenmesinden bıkmış, bezmiş ve ‘YETER Artık’ noktasına, emperyalistler ve taşeron örgütleri tarafından, getirilmiş ve gelmiştir. 

Emperyalistler, dâhili ve harici tüm güçler, Bankalar ve finans kurumları üzerinden ‘EKONOMİK’ KRİZ, KAOS ve SIKINTI çıkarmak, Esnaf ve tüccarlarımız, gerçekten çok sıkıntılı bir süreç ile karşı karşıya bırakmak durumundalar.  Esnaf ve tüccarımızı ‘ZOR’ durumda bırakmaya, Ekonomiyi, finans sektöründeki işbirlikçileri üzerinden  ‘KİLİTLEMEYE’ çalışıyorlar…  2016 yılı başından itibaren iflas ertelemelerde % 500’e varan bir artış olmuştur. Bu firmalar kimlere aittir? Bu firmalar hain darbe ve işgal girişimine destek olan finansör iş adamları olabilir mi? Firmaların içi planlı olarak çok önceden boşaltılmış mıdır? Konya Organize sanayi bölgesindeki hain darbe ve işgale destek olan finansör iş adamları, firmalarının içini boşaltma işleminden sonra kredilerle işlerini ne zamandan beri yürütmeye çalışmışlardır? OHAL kapsamından sonra, hesaplarına el konulmayan ve firmalarına kayyum atanmayan,  hain darbe ve işgal girişimine destek olan kripto finansör iş adamları, özellikle 2 – 3 ay sonra,  iflas ertelemelerle ekonomiyi ve ticareti tekrar krize ve kaosa sokma planları devam etmekte midir? Bir İletişimci olarak kamu adına sadece soruyorum?

Şehrimizdeki TİCARET, özellikle bazı SEKTÖRLER, (Ayakkabı, Tekstil, Metal vb.) 1 -2 yıl vadeli ÇEK ile dönmektedir.  Büsan vb. Sanayilerde  ÇEKLE TİCARET DURMA noktasına getirilebilir. Bankalar, birkaç gün gecikmeli ödenen kredi kartlarını kapatıyorlar ve teminat olarak dahi müşteri ‘çeklerini ‘ kabul etmiyorlar. Esnaf ve tüccarlarımızın bankalara olan kredi vb. borçlarına yönelik olarak, Devletimiz, BDDK ile görüşme ve anlaşmalar çerçevesinde, borç erteleme veya yeniden yapılandırma vb. çözümler getirilmelidir. Sayın Başbakanımız da konunun ehemmiyetine binaen geçtiğimiz günlerde, banka ve finans kurumlarının yöneticilerine yönelik olarak,  dikkat çeken uyarı ve ikazlarda bulunmuştur.

Emperyalistler, dâhili ve harici tüm güçler, taşeronlar ve işbirlikçilerinin tüm hesapları ve girişimlerine karşılık, günlük siyaset ve günlük dedikodulardan arınmış, soyutlanmış olarak,  şehrimiz ve ülkemiz adına, 2023, 2053 ve 2071 hedefleri doğrultusunda, neler olması, neler yapmamız noktasında,  fikir teatileri ve güç birliği yapmamız gerektiğini düşünüyorum. Devlet kademelerinde ve kamuoyundaki yolsuzluk vb. dedikodularla günümüzü, enerjimizi, değerlerimizi yitiriyor ve bitiriyoruz. Devlet yönetiminin evrensel kuralları ve değerleri olan; Adalet, Şeffaflık ve Hesap Verebilirlik, tüm kurumlarımız ve tüm bireyler için acilen cari hale getirilmelidir. Tüm kamu kurumları ve iş dünyası için zikretmeye çalıştığımız bu kurallar, vazgeçilemez ve değiştirilemez kanunlar manzumesi haline acilen ve ivedilikle getirilmelidir.  Eğitim sistemimizdeki aksaklıklar, insani ve kadim medeniyet değerlerimiz, yeniden okullarımızda, anaokullarından başlamak kayıt ve şartı ile en başa gelmelidir. Hata yapanın kim olursa olsun yanına kar kalmayacağı bir sistem, evrensel değerler ve nizam getirmeliyiz. 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminin, devletimizin tüm kurum ve kuruluşları ile yeniden yapılanması için bir Milat olduğunu yazılarımızda ifade etmeye çalışıyoruz. Hiçbir bireyin, kamu malına, el süremeyeceği, göz dikemeyeceği, talan edemeyeceği ve çalıp – çırpmayı, aklının ucundan dahi geçiremeyeceği bir düzen, bir sistem ve yapılanma ivedilikle getirmeliyiz. Aksi halde günlük dedikodularla, kim ne çalmış – ne götürmüş, kime usulsüz kredi ve ihale verilmiş, kim kimi kayırmış vb. ‘gıyl-ü gıyşla’ ülke ve şehir olarak, ömrümüzü ve değerlerimizi bitirmeye, yitirmeye ve yozlaşmaya devam ederiz. Bu dünyada hesap vermeyeceğini zanneden, hesaptan kaçan tüm bireyler olarak bizler, yarın Mahkeme-i Kübra’dan da kaçacağımızı mı zannediyoruz?