Birlikte Konya’yız, Birlikte Türkiye’yiz

Başı Rahmet, ortası Mağfiret ve sonu cehennemden Azad olan mübarek Ramazan ayının son günlerini idrak etmekteyiz. 1000 aydan daha hayırlı bir gece olan ‘Kadir Gecesini’ de geride bıraktık. Rahmet ve mağfiret ayını uğurlamak üzereyiz.  Sonsuz Kudret Sahibi Allah bu ayı hayırlısı ile değerlendirdiği kullarından eylemesini ve Ramazan ayını da bizlerden razı olduğu kullarından olmamız dileklerimle…

Her Ramazan ayında geleneksel hale gelen, MÜSİAD Konya Şubesi, Konya Ticaret Odası, Konya Sanayi Odası, Konya Ticaret Borsası ve bu yıl organizasyona dâhil edilen Konya Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası tarafından  “Birlikte Konya’yız” sloganıyla Ankara’da düzenlenen Konyalılar İftar Buluşması programının 11’incisi gerçekleştirildi.  Programa Ankara’daki Konyalı bürokratlar, Konya Milletvekillerimiz ve Kalkınma Bakanı Lütfi Elvan onur konuğu olarak katıldılar. Programa emeği geçen bütün sivil toplum kuruluşlarımızın başkan,  yöneticilerine ve programın görünmeyen kahramanları olan tertip heyetindeki dostlarımıza da çok teşekkür ederim. Emeğinize ve yüreklerine sağlık… Allah emeklerinizi zayi etmesin…

Birlikte Konya’yız Konyalılar geleneksel iftar programında, MÜSİAD Konya Şube Başkanı Dr. Lütfi Şimşek, ” 11 Ayın sultanı Ramazan ayının son günlerinde İstanbul Atatürk Havalimanı’ndaki hain saldırıyla sarsıldık. Acımız çok büyük… Yastayız… Ülkemizin istikrarını ve huzurunu bozmak isteyenler masumları katletmektedir. Türkiye’nin büyümesini ve gelişmesini asla ve asla durdurulamayacaklar. Terör eylemlerine karşı hiçbir zaman korkmayacağız ve yılmayacağız. Dosta düşmana karşı dimdik ayakta olduğumuzu gösterelim, Konya olarak ‘bir olduğumuzu, iri olduğumuzu, diri olduğumuzu’ ilan edelim. Her köşesi aziz şehitlerimizin kanı ile yoğrulan vatanımızın ‘ne bölünmesine, ne parçalanmasına ne de geleceğiyle oynanmasına’ asla izin vermeyeceğiz’’ ifadelerine vurgu yaptı.

Birlikte Konya’yız Konyalılar geleneksel İftar programında, Kalkınma Bakanı Lütfi Elvan da “Göklerin kapılarının açık olduğu bu mübarek Ramazan gününde Konyalı hemşerilerimle birlikte olmaktan dolayı mutluluk duyuyorum. Birlikte Konya’yız. Mübarek Ramazan ayında gözü dönüş caniler birliğimizi ve huzurumuzu hedef aldılar. Bu aziz millet, bu aziz devlet böyle saldırılara asla boyun eğecek değildir. Bu saldırılar bizim daha çok kenetlenmemizi sağlıyor. Bu örgütlerin ‘ne dili, ne dini, ne de ırkı’ var. Her an her yerde ortaya çıkabilirler. Bunlara karşı başarılı olmak için topyekûn mücadele şart. Ama birini ayırıp o iyi diğeri kötü demek doğru bir yaklaşım değildir. Bizim için terör terördür. Terörist teröristtir.  Biz birlikte Konya’yız birlikte Konya olmadan birlikte Türkiye olamayız” ifadelerine yer verdi.

Birlikte Konya’yız Konyalılar geleneksel İftar programında, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Konya Milletvekili Ahmet Sorgun, Konya Ticaret Borsası Başkanı Hüseyin Çevik Bey de birer konuşma yaptılar. MÜSİAD Konya Şube Başkanı Lütfi Şimşek ve Kalkınma Bakanımız Lütfi Elvan Bey katılımcıların nezdinde bütün Konyalılara ve Türkiye’ye mesajlarında vurguladıkları gibi  ‘ Bir olalım, İri olalım Diri olalım ve Kenetlenelim’ ifadelerine yer verdiler. 100 yıl önce bu ülkeyi aynı senaryolarla bölenler, tekrar 100 yıl önceki yarım kalan planlarını devreye sokmak için değişik planlama ve oyun içerisindeler. Artık savaşlar doğrudan olmuyor. Taşeron örgütler ve içerideki bizden görünümlü adamları üzerinden yürütülüyor.  Ülke ve bölge halkları olarak daha fazla ‘Uyanık’ olmamız gereken bir dönemden geçiyoruz.  Birlik ve beraberlik içinde olmamız gereken, bütün ülke ve bölge halkları olarak ‘Kenetlenmeye’ ihtiyacımız olan bir dönemdeyiz. Büyük devletler ve bölgemiz üzerinde hesabı olanların planları ve saldırılarından vazgeçecekleri beklemek hayal olur.  Büyük devletlere karşı ancak ve ancak geliştirebileceğimiz karşı ‘stratejiler’ ile cevap verebiliriz. Bölgemizde çok büyük bir oyun ve satranç oynanmaktadır. Adamlar ‘Asya bölgesini’ yani bulunduğumuz bölgeyi ‘ satranç tahtası’ olarak yıllar önceden tanımlamışlar. Bölgenin anahtarı ve kapısı konumunda bulunan ülkemize karşı saldırılar ve caydırma operasyonları devam edecektir. Oynanan bu oyunun ne tekrarı var, ne de dönüşü… Farklılıklarımızı değil, birlik ve beraberlik üzerine planlamalar ve stratejiler geliştirmemiz gereken bir dönemdeyiz.  Milletin birlik ve beraberliği adına, bir satır yazı yazan, konuşma yapan, program tertip eden herkese Teşekkür ederim. Rahmet ayının son günlerinde, Kadir gecesinin ertesinde ve yaklaşmakta olan Ramazan Bayramı vesilesi ile Sonsuz Kudret sahibi Allah, Kutsal kitabımız vesilesi ile sürekli olarak bizlere ikaz ettiği  ‘ Uyanık olmak, bir olmak, birlik ve beraber olmak’  ifadelerindeki ferasetimizi, idrakimizi ve basiretimizi arttırması dileklerimle. 

Konya’da huzurda olmaktan çok mutluyum

Geçtiğimiz günlerde Konya Valisi olarak atanan Yakub Canbolat beye,  sanayici dostlarımız, HCV Makine Genel Müdürü Kerim Altınkaya ve Hacıbali Metal Genel Müdürü Mustafa İbalı ile birlikte hayırlı olsun ziyaretimiz oldu. Sayın Valimize öncelikle Hz. Pirin diyarı ‘Huzur, Sevgi ve Muhabbet Şehrine’  Hoş geldiniz ve Başarı dileklerimizi sunuyorum.  Sayın Valimize ziyarette, Hz. Pirin ‘ Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol’ sözlerinin yazılı olduğu bir levha takdimimiz de oldu. Ziyaret vesilesi ile Sayın Valimize bizlere çok değerli vakitlerini ayırdığı ve hoş sohbetleri için de ayrıyeten Teşekkür ederim.

Sayın Valimiz ile sohbet devam ederken tanışma faslına geçtiğimizde; ’’ 1969 Alaca (Çorum) doğumlu olduğunu,  ilk ve orta eğitimimi Alaca’da tamamladım.  1987 yılında  Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümünü kazandım ve 1991 yılında mezun oldum.  1992 yılında Konya Valiliği Kaymakam Adayı olarak Mülki İdare Amirliği mesleğine başladığını ve 1995 yılında kura çekerek Durağan (Sinop) Kaymakamlığına atandım.  Sırasıyla, Durağan (Sinop) (1995–1998), Yedisu (Bingöl) (1998–2000), Cumayeri (Düzce) (2000–2003), Kâhta (Adıyaman) Kaymakamlığı (2003–2005), Yozgat Vali Yardımcılığı (İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği) (2005–2007), Söğüt (Bilecik) Kaymakamlığı (2007–2009) görevlerinde bulundum. 2009–2014 yılları arasında İçişleri Bakanlığı Eğitim Dairesi Başkanlığı görevini yürüttüm. Bakanlar Kurulunun 21.05.2014 tarih ve 6366 sayılı kararı ile ilk valilik görev yerim olan Hakkâri Valiliği görevine atandım. Evli ve iki çocuk babası olduğunu’’ sözlerine ekledi.

Sayın Vali;  ‘’Hakkâri valiliği görevimizde bölge şartlarından kaynaklı olarak çok zor ve meşakkatli bir mesai harcadıklarını, bölgede görev yapmakta olan bütün devlet memurlarımız ve vatandaşlarımız açısından çok sıkıntılı bir dönemden geçmekte olduğumuzu… Bu ülke bir ve beraber olduğu müddetçe ‘ Çanakkale Ruhunu’ sergilemeye devam ettikçe, birilerinin bütün planlarının ve taşeron örgütler üzerinden yürütmekte oldukları savaşın akamete uğramak zorunda olduğunu’’… Konya Valiliği görev yerimiz ‘’ Bizim açımızdan bölge ile kıyaslandığı takdirde başka bir savaşın tam ortasına düşmüş durumdayız. Bu ülke güçlü olmak zorundadır. Her manası ile güçlü olmak… Buradaki görevimizde de bu ülkeye hizmetin bir borç olduğu şuuru ve bilinci ile ‘ ekonomik, sosyal ve kültürel’ çalışmalara hız vermek ve çok daha fazla çalışmak zorundayız’’ şeklinde konuştu.

Sayın Vali ile sohbetimizde; ‘’  Konya’da olmaktan daha doğrusu ‘Huzur’da olmaktan çok farklı bir mutluluk duyduklarını… Konya kendine has özellikleri olan bir şehrimiz… Konya; Ensar ruhu çerçevesinde beldeye gelen 72 bin muhacire kapılarını açmış bir şehrimiz… Özellikle Suriye’den gelen muhacirlere ve diğer bölgelerden gelen mazlum ve Müslümanlara kapısını ve gönlünü açmış olmasından, ekmeğini, aşını, evini paylaşmasından kaynaklı memnuniyetimi ve teşekkürlerimi ifade etmek isterim. Çünkü Konya;   ‘ Belde-i Muhayyere’ ismine mazhar olmuş;  “Peygamberimiz Hazret-i Muhammed (s.a.s)  Mekke’den Medine’ye hicret etmeden önce kendisine hicret edebileceği üç şehir ismi verilmiş ve bu şehirlerden birine hicret edebileceği bildirilmişti. Bu şehirlere de “Belde-i Muhayyere” denilmiştir. Bunlar, Medine (Yesrip), Şam ve Diyar-ı Rum’da (Rum memleketinde) Konya… Huzur ve Belde-i Muhayyere de bulunmaktan, bu beldeye ve sakinlerine de hadim olmaktan ayrı bir mutluluk ve huzur duyduklarını’’  vurguladı.

Sayın Valimize, Huzur’da, Sevgi ve Muhabbet Şehrinde, Belde-i Muhayyere ’ye, Konya’mızın ve ülkemizin acil ihtiyacı olan sosyal, ekonomik, kültürel, eğitim alanlarında Hayırlı ve Kalıcı hizmetlerde bulunması dileklerimiz.

Konya’dan Bambaşka bir Vali geçti…

Geçtiğimiz günlerde, Konya Valiliğinden Merkez valiliğine alınan Muammer Erol Bey’in valilik binası önünden Konya protokolü ve Konyalılarla hüzünlü ve bir o kadar da mutluluk ve gurur dolu vedası gerçekleşti. Sayın valimiz ile birlikte kendilerine Ankara’ya kadar olan veda ve uğurlama yolculuğuna eşlik etmek bizlere de nasip oldu.  Sayın Valimiz ile Konya’ya gelmeden önceki ve şu anda ayrılırken bu şehir ve şehirde yaşayanlarla ilgili olarak duyguları, düşünceleri ve genel kanaatleri hakkında yolculuğumuz ve Ankara ziyaretlerimiz esnasında duygulu ve bir o kadar da samimi sohbetlerimiz oldu. Kendilerine,  bizlere bu yolculuğa eşlik etmek,  yolculuk ve ziyaretlerimiz esnasında ki samimi sohbetleri için çok teşekkür ederim. Bugün köşe yazımda, sayın valimizin önce bir insan ve sonra bir vali olarak bizlerde ve kamuoyundaki izlenimlerimi aktarmaya çalışacağım.

Sayın Muammer Erol valimizde,  şehrimize bu güne kadar gelmiş geçmiş bütün valilerde olan veya olmayan, kendilerini diğerlerinden farklı kılan ne idi? Konyalı kendilerini neden bu kadar çok sevdi? Neden kendilerini bu kadar bağrına bastı?  Konya tarihinde bir yönetici veya bir vali görev yaptığı şehirden ayrılırken vatandaştan ‘ helallik ‘ istediği vaki midir? Bu hassasiyet dahi sayın valimizin bulunduğu makamların gelip geçiciliğine olan imanı ve inancının göstergesidir diye düşünüyorum. Bu ülke Muammer Erol tipindeki yöneticilerini kaybetmekle ne kazanır veya ne kaybeder? Daha nice sorular ve sorular… Bu vb. sorulara bugün köşemizde kabaca cevaplamaya çalışacağım.

Sayın valimiz,  tevazuu ve alçak gönüllü olmanın zirvesinde olmasından kaynaklı ve Hz. Pir’in sürekli olarak vurguladığı ve valimizin öncelikle ve özellikle bir kul, bir insan ve sonra bir vali olarak yaşamayı kendilerine düstur edindiği ‘Tevazu ve Alçak Gönüllülükte Toprak Gibi Ol‘  kaidesini ve yaşantısını görmekteyiz. Tevazu; makam, servet, şöhret gibi gelip geçici şeylere gereğinden fazla önem vermemek, bunları insanlara hizmet ve yardım etmek için bir vasıta saymaktır. Mütevazı insan, hayatın türlü aşamalarını düşünerek kendi acizliğini unutmaz. Bütün hareketlerinde aklını kullanır. Basit duygularına esir olmaz. Sık sık kendini kontrol ederek hatalarını bulmaya ve bunları düzeltmeye çalışır. İnsandaki benlik duygusu, irade ve aklın kontrolünden kurtularak azgınlaşırsa, büyüklük hastalığı başlar. Tevazu da ise irade ve akıl vardır. Mütevazı insan düşünerek ve şuuruyla, bencil arzularını, isteklerini yener, kendinde bir takım meziyetler ve üstünlükler hayal etmez. Devlet makamlarında görmeye alışık olduğumuz ve özellikle eski Türkiye kalıntısı, Üstat merhum Necip Fazıl’ın ‘Zindandan Mehmet’e Mektup’ şiirinde vurguladığı  ‘Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat…’ formatındaki yöneticilerle bugünlere geldi. Vatandaşına yabancı ve bir o kadar da tekebbüründen yanlarına varılamayan, selam ve kelam ermekten vatandaşın imtina ettiği bir devlet idare sistemi ile Yeni Türkiye’yi kurmamız mümkün değildir. Hz. Pir’in çok önem atfettiği ve sürekli olarak vurguladığı; ‘Bir insanda kibir ve hırs söz söylerken soğan gibi kokar’ ifadelerinde olduğu gibi. Vatandaş kibir ve hırsı uzaklardan kokan yöneticileri elbette ki sevmez, bağrına basmaz ve ondan sürekli olarak uzaklaşır. Tarih ve toplum bu vb. yöneticileri hatırlamadığı gibi hiçbir zaman da hayırla yâd etmez, etmeyecektir de…  

Türkiye yoluna, Eski Türkiye olarak mı yoksa Yeni Türkiye olarak mı devam edecek? Öncelikle ve özellikle sorgulamamız ve cevaplandırmamız gereken sorular bunlar diye düşünüyorum. Eski Türkiye olarak devam edecekse zaten Sayın valimiz formatındaki kişilerle ve yöneticilerle çalışamaz, yoluna devam edemez. Eski Türkiye’de vatandaşın bir devlet veya valilik makamına ulaşmasını,  meramını anlatmasını boş verin, kapıdan içeri girmesine dahi izin verilmezdi. Tekebbüründen yanına varılamayan idareci ve yöneticilerle bugünlere kadar geldi. Vatandaş kendisinden olan ve kendisi gibi olan yöneticileri her zaman bağrına ve gönlüne basmıştır. Tarih bunların örnekleri ile doludur. Sayın valimiz yukarıda zikretmeye çalıştığımız özellikler ve meziyetlerin vücut bulmuş örneklerindendir. Yeni Türkiye’de sayın valimize çok önemli ve etkili görevler verileceğini de buradan aktarmak isterim. Yolunuz, bahtınız açık olsun, yüreği ve gönlü  ‘insan ve vatan ‘ sevdalı güzel insan.  Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah; Sayın valimiz formatında ki keyfiyet sahibi insanlarımızın ve yöneticilerimizin sayısını arttırması dileklerimle…

Millet olarak; Fetih ve Milli şuura erebilmek…

İstanbul’un fethinin 563. Yılını kutladığımız şu günlerde, Fethin, fetih bilincinin, milli bilinç ve şuurun oluşması ve içselleştirilmesi adına hayırlara vesile olmasını diliyorum. Bu vb. günleri hatırlayan, hatırlatan ve bizlerin de uyanması adına emeği geçen bütün idarecilerimize teşekkür ederim.  Geçtiğimiz günlerde de Kut’ül Amare zaferinin 101. Yılını idrak etmiştik. Kut’ül Amare ne ola ki? Neden bu millete unutturulması için o kadar gayret sarf ettiler ki? Hem de içeride taşeronları vasıtası ile… Bu asil millette milli bilinç ve şuur oluşmaması adına bu kadar gayretin sebebi ne olabilir ki? Milli bilinç ve şuurun oluşması demek, bölgenin tamamen kendi ayakları üzerinde durması demektir. Bölgeye karşı dışarıdan gelebilecek he türlü müdahalelere geçit vermemesi demektir.

Bu ülke ve vatandaşlarına 100 yılardır bilinçli ve kasıtlı olarak, bu kutlu ve milli bilince katkı sağlaması gereken gün ve geceler,  hep unutturulmaya çalışıldı. Acaba neden? Bir milletin geçmişinde yaşanmış milli zaferler ve kutlu günler neden unutturulmaya ve tarih sayfalarından silinmeye çalışılır ki? Anlayan varsa beri gelsin… Aslında tarihimizi bilmediğimiz ve tarih kitaplarımızı biz ve bizden olanlar ‘ milli şuura ermiş’ tarihçilerimiz tarafından yazılmadığı için olabilir mi? Çanakkale zaferlerinde, arka planda, zafere ulaşılmaması için her türlü yol ve yönteme başvuran komutanlar Alman generalleri değil miydi? Bunları hangimiz hatırlayabiliriz ki?  Okutmadılar ki? Sarıkamış destanı diye bizlere yutturulmaya çalışılan ve 100 binlerce askerimizin şehit düştüğü olayların arka planındaki emir komuta zincirinde bulunan ve talimatları veren Alman generalleri neden bizlere anlatılmaz ki? Birileri buradan vatandaştan neyi gizlemeye çalışırlar ki? Bu ülke Kurtuluş savaşlarını verdiği günlerden itibaren ve Cumhuriyetin ilanı ile iç işlerimize yerleşen ve yerleştirilen yabancı idareciler neden açıklanamaz ki? Aynı sistemin yani, 100 yıllardır devam eden ve sadece yabancılara çalışan sistemin devamı için her yol denenmektedir. Bizlerin uyuması ve uyanmaması adına her yol mubah görülmektedir.  Cumhuriyetin ilanı ile devlet kademesine yerleşen yabancı kadrolar veya sadece yabancılara çalışan bizden görünen yabancı içimizdeki taşeronlar… Merkez bankamız daha yeni yeni milli olmaya başlamadı mı? Ekonomik sistemimiz, bütün devlet ihaleleri bu adamlar vasıtası ile dışarıdaki ağababalarına yönlendirilmedi mi? Cumhuriyetin kurulmasından bu güne, içerideki taşeronları vasıtası ile bu asil milletin cebinden trilyonlarca doları faiz vb. adı altında götürmediler mi? Bu kolay kazançları kesilenler içerideki taşeronları vasıtası ile tekrar kaos çıkartmak için her türlü yola başvurmaktadır. Ekonomik, siyasi ve terör adı altında olmak üzere…

Bizler olan bitenleri sadece iç siyaset malzemesi ve kavgası olarak addetmeye devam etmekteyiz. 100 yıllardır böyle olduğu gibi…  17 – 25 Aralık, Gezi kalkışmaları, 7 Haziran seçim sonucunda biraz daha gayret diye bir araya gelmeleri ve 1 Kasım seçim sonucu ile sukutu hayale uğramaları… Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu üzerinden ülke içinde kaos meydana getirmeye çalışanların, heveslerinin kursaklarında kalması gibi… Herkesin bir hesabı elbette ki vardır. En büyük hesabı ve planı olan Hz. Allah bu asil millet ile beraberdir.  İçerideki siyasi ve ekonomik kavgaların arkasındaki dış güçleri ve içerideki taşeronları bizler hiçbir zaman göremedik ve görünmezler. Gördüğümüz an zaten bu ülke ve bölgesi adına tarih yeniden yazılmaya başlayacak demektir. Gördüğümüz ve uyandığımız an bölgede biz ve bizden olanlardan başka hiç kimse kalmayacaktır. Bütün kavgaların, kaosların sebebi hikmeti.. Bizler anlayamasak da… Ülke ve bölge halkları olarak uyanık olmanın şimdi tam zamanı… Ülke ve bölge halkları olarak bölgeyi yüz yıllardır karıştıranlara ve emperyalistlere karşı dik durmanın şimdi tam zamanı… Ülke ve bölge halkları olarak bölgemize dışarıdan müdahalelere karşı bir ve beraber olmanın şimdi tam zamanıdır. Bu olayların bir tekrarı olmayacak. Ya şimdi, ya da tarih sahnesinden tamamen silinmek demektir.

Ey Oğul! İNSANI Yaşat ki, DEVLET Yaşasın!

Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarında yaşamış bir İslam ilahiyatçısı – din bilgini, Ahi şeyhi, Osman Gazi’nin kayınpederi ve hocası, Orhan Gazi’nin dedesi bir anlamda da sonradan imparatorluk olacak Osmanlı Devleti’nin fikir babası olan Şeyh Edebali’nin Osmanlı devletinin idareci noktasında bulunanlara ve bugün bizlere yönelik olan ikazları ve nasihatlerine bir göz atalım.

Devlet idaresinde bulunan idarecilerimize, bulundukları koltukların hizmet makamı olduğunu unutmamalarını, sürekli olarak hatırlamalarını;  ‘ Benlik – Ego- Kibir’ noktasında nelere dikkat etmemiz gerektiğini, bu kötü hasletlerden nasıl soyutlanmamız ve korunmamız gerektiğini!

Özellikle de devlet idaresindeki müşavere – danışmanlık müessesinin önemine binaen,  günümüzde yaşamakta olduğumuz süreçler doğrultusunda,  geçmişte yaşanan tecrübeler ışığında, bu nasihatleri, uyarılarını bir kez daha anlamayı ve anlamlandırmayı ümit ederek Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’tan bu manada tefekkür deryasına dalabilenlerden eylemesini dilerim.

Ey Oğul! Beysin, bundan sonra öfke bize; uysallık sana. Güceniklik bize; gönül alma sana. Suçlamak bize; katlanmak sana. Acizlik, yanılgı bize; hoş görmek sana. Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana. Kem göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana.

Ey Oğul! Bundan sonra bölmek bize; bütünlemek sana. Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana.

Ey Oğul! İnsanlar vardır şafak vaktinde doğar, gün batarken ölürler. Unutma ki, dünya sandığın kadar büyük değildir. Dünyayı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüzdür. Bu yolda nazarımızı sonsuzluğa dikip; büyük yürümek ve büyük ölmek gerek. Bu yolda hırs, diken; benlik ve kibir, engeldir oğul.

Sakın ha kendine takılmayasın ve kendinde boğulmayasın. Teklik sadece Allah’a mahsustur, tek başına karara durup hoyrat dünyanın dayanılmaz ağırlığını kaldırmayasın. İşlerini ehil kişilerle, ehil kişilere danışarak tutasın. Danışırsan yol alırsın, danışmazsan yolda takılıp kalırsın oğul.

Oğul! Güçlüsün, akıllısın, söz sahibisin; ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen, sabah rüzgârında savrulup gidersin. Bir dem gelir bir tekmeyle dünyaları yıkacak olursun. Bir dem gelir yerdeki karıncaya mağlup olursun.  Güç hayvanda bile mevcut. Akıl sadece anahtar. Anahtara takılmayasın. Asıl olan anahtarın açacağı kapılardır. Kapıların ardında hazineler, kapıların ardında sır vardır. Sırlar ki, ebedî muştuları koynunda barındırır; sonsuza kavuşturur. Aklını kullanıp dünyadayken Cennet’in kapılarını aralayasın oğul.  Öfken ve benliğin bir olup aklını yener!  Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın. Azminden dönmeyesin. Çıktığın yolu, taşıyacağın yükü iyi bil. Her işin gereğini vaktinde yap. Öfke ateş, öfke afet, öfke şeytandır oğul. İnsanoğlu dağları devirir; ama öfkesine mağlup olabilir. Öfkeyle savaşı daima taze tutmak gerekir. Sabırsız olmaz oğul. Sabırsız menzile varılmaz. Kaf Dağı’na sabırsız ulaşılmaz. Vazifen çetin, yükün ağırdır oğul. Hizmette önde, ücrette geride olasın. Vazifenin en ağırına talip olmaktan kaçınmayasın. Vazifenin ağırlığı Yaradan’ın kullarına ihsanıdır.

Oğul, açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma, gördüğünü söyleme, bildiğini bilme, sözünü unutma, sözü söz olsun diye söyleme. Bizler nefreti eritmek için, muhabbetin asaletini dünyaya yeniden hâkim kılmak için çıktık yola. Bu yolda utanacak bir şeyimiz yoktur. Muhabbet yolunun gizlisi saklısı yoktur oğul. Ama altının değerini sarraf bilir; sözünü muhatabına göre ayarlayasın. Cahilin karşısında altınlarını çamura atmayasın.

Yiğit olan kördür, kötülüğü görmez. Sağırdır, kem sözü işitmez. Dilsizdir, her ağzına geleni demez. Bildiğini de her yerde ayaklar altına sermez. Yunus gibidir o; yüreği muhabbete, gönül ibresi hakikate ayarlıdır. O bir defa söz verdi mi, onu namusu bilir.  Sevildiğin yere sıkça gidip gelme, muhabbetin kalkar, itibarın kalmaz. Düşmanını çoğaltma, haklı olduğunda kavgadan korkma! Bilesin ki; atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler! Her şeyin ortası makbuldür, sevginin de. Sevdiğini gereğinden fazla sevmeyesin. Sevgini de, sadece yüreğinin eline vermeyesin. En çetin imtihan sevgiyle olanıdır. “Kişi ne kadar bahadır olsa da, muhabbete tuş olur” diyen atanın sözünü aklından çıkarmayasın. Böyle imtihan olmamak, istikbalde neslinden utanmamak için gecelerin bağrında, seherlerin aydınlığında duaya durasın. Senin ideallerin ve geleceğe dair hedeflerin var oğul! Gönül adamı ömrünü boşa harcamaz, yüreğini ucuza satmaz, edep tacını başından almaz. Gönül erinin her zaman yüzü yerde, gönlü göktedir. Haklı olduğunda kavga vermesini bilir. Kavgayı sadece bileğiyle değil, ilmiyle ve yüreğiyle yapmasını bilir. İyiliğe kötülük, şer kişinin kârı, İyiliğe iyilik her kişinin kârı, Kötülüğe iyilik, er kişinin kârıymış oğul.

Ey Oğul! Üç kişiye acı: Cahillerin içindeki âlime… Zengin iken fakir düşene… Hatırlı iken itibarını kaybedene… Şunu da unutma! İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın. Osman! Sen bizim rüyamız, sen bizim devamız, sen bizim duamızsın oğul. Daima başın dik, alnın ak, gönlün pak olsun. Ey Oğul! Zümrüt-ü Anka’nı iyi seç ki, Kaf Dağı sana yakın olsun. Yolun ebediyete kadar açık olsun. Ey Oğul! Yolun uzun, işin çetin, yükün ağır. Allah-û Teâlâ (cc) yardımcın olsun.

Şer bildiklerimizde Hayır vardır!

Türkiye vb. ülkelerde gündem çok kolay ve hızlı değişir. Normal bir vatandaşın bu gündeme yetişmesi ve takip edebilmesi bazen çok zor ve hatta imkânsız derecededir. Olaylar meydana gelir,  bizler sadece sonuçlarını görebiliriz. Vuku bulan olayların süreçlerini, detaylarını ve hatta ileriye yönelik olan etkilerini çok sonradan görebiliriz. 1990 yılara kabaca bir göz gezdirdiğimizde ne demek istediğim çok kolay bir şekilde anlaşılacaktır. Ülkemiz ve bölge üzerinde hesabı olanlar, içerideki taşeronları vasıtası ile oluşturulan gündemi yakalamakta çok zorlanıyorduk. Acaba neden? Neler meydana geliyordu ve bizler anlayamıyorduk? Vatandaşın anlamakta zorlanabileceği ne olabilirdi ki? Evet, gündem çok hızlı ve yoğundu… Bölge ve ülkemiz üzerinde hesabı olanlar tekrar ve çok güçlü olarak gelmeye devam ediyorlardı. Ülke içinde bir lider, ne yapmak istediklerini çok iyi bildiği ve öngördüğü için sadece cevap veriyordu… Daha önceki yıllarda olanları ve olayları ne görebiliyorduk, ne de cevap verebiliyorduk. Cevap verebilecek olan bütün kişiler,  kanallar ve kurumlarımız işgal altında bulunuyordu. Bir yüzyılları daha heba etmenin anlamı yok diye düşünüyorum. Bölge hakları adına bazı kararları almamız ve cesaretimizi toplamamızın vakti çoktan geldi ve geçti… Ülkemiz ve bölgemizde meydana gelen ve yetişmekte zorlandığımız gündeme yönelik olarak ‘ LAO TZU’ öyküsünü ve  ‘Hızır (as) ve Musa (as) kıssalarını, okumayı, anlamayı, anlamlandırmayı ve olaylara bir de bu zaviyeden bakmayı düşünüyor ve öneriyorum. Bugün köşe yazımda sizlere sadece iki öyküyü anlatmak ve buradan ne gibi notlar ve dersler çıkarabileceğimize tekrar tekrar tefekkür edelim diye düşünüyorum.

Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatle tamamlamış:
“Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. Meydana gelen olayların hangisinin talih, hangisinin
şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor. Acele karar vermeyin. Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”

Hızır ve Musa aleyhi selamın hikâyesi;
Bir gün Hızır (as) ile Hz. Musa yolda giderken Hızır (as) Hz. Musa’ya:
-Artık seninle burada ayrılıyoruz. Çünkü sen benim yaptıklarıma dayanamazsın, demiş. Hz. Musa ise hayır ben seninle gelmek istiyorum. Söz veriyorum yaptıkların hakkında sana hiçbir şey sormayacağım, demiş. Böylelikle yola çıkmışlar. Biraz gittikten sonra karşılarına bir gemi çıkmış. Bu gemi yoksullara aitmiş. Hızır (as) bu gemide bir delik açmış. Hz. Musa bunu görünce “sen ne yapıyorsun, şimdi bu insanlar nasıl gidecekler, bunu neden yaptın?” demiş. Hızır (as.) ise “hani bana bir şey sormayacaktın. Tamam, buraya kadar artık seninle ayrılıyoruz” demiş. Hz Musa bunu duyunca “tamam bir daha ağzımı açmayacağım.” demiş. Tekrar yola koyulmuşlar. Yolda giderlerken Hızır (as) bir çocuğu öldürmüş. Musa (as.) iyice hiddetlenmiş ve “sen ne yapıyorsun, o daha çok küçük, onu neden öldürdün.” demiş. Hızır (as.) yine “hani bir şey sormayacaktın, artık bu kadar yeter, seninle yollarımız burada ayrılıyor.” demiş. Hz. Musa tekrar özür dileyerek bir daha yapmayacağını söylemiş. Tekrar yola koyulmuşlar. Ve sonunda bir köye varmışlar. O köydeki kadınlardan su ve yiyecek bir şey istemişler. Fakat kadınlar Hızır (as.) ile Hz. Musa’yı kovmuşlar. Buna rağmen Hızır (as.) köyün tam çıkışındaki yıkılmak üzere olan bir duvarı onarmış. Hz. Musa bunu görünce tekrar bağırmaya başlamış. Ve Hızır (as.) :
-Tamam, bu kadar yeter sana her şeyi anlatacağım ve seninle ayrılacağız. Gemiyi delmemim sebebi ileride sağlam gemileri ele geçiren korsan gemisi vardı. Gemiyi deldim ki o korsanlar gemiyi sağlam diye ele geçirmesinler. Çocuğu öldürmemin sebebi o çocuk büyüyünce inkârcı, kâfir bir çocuk olacaktı ve ailesine eziyetler edecekti. Bundan dolayı küçük yaşta öldürdüm ki büyüyünce böyle olmasın. Gelelim duvarı onarmama… O duvarın altında iki yetim çocuğa bırakılan miras var. Bu duvar zamanla yıkılacak ve artık o arsayı ekin ekmek için kullanacaklar. Bu yüzden onardım ki çocuklar büyüyene kadar idare etsin, çocuklar büyüyünce mallarını alsınlar.

Ya karar verip zamana ve mekâna sahip olacağız… Ya da yine bir karar verip yüzyıl önce olduğu gibi kaos ve kıtlıklarla boğuşacağız… Karar bizim…  Ülke ve bölge olarak kaybedecek hiçbir vaktimiz kalmadı. Varlık ve yokluk meselesi olduğumuzu anlayabilmek adına… Sonsuz Kudret sahibi olan Allah yüce kitabımızda buyurduğu gibi; ‘’ “Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır.  ALLAH bilir siz bilemezsiniz… Bakara / 216

Bu Topraklar Özüne mi dönüyor?

Bölge üzerinde hesabı bulunan emperyalist ülkeler, Türkiye’nin bölgesinde herhangi bir ülke ile meydana gelebilecek her türlü birlikteliğin önünü kesmek için olabilecek bütün operasyonlara girişirler. Bölgemizdeki ve ülkemiz içerisindeki kaos ve kavgaların tek bir sebebi bulunmaktadır; Bölge ülkeleri ve liderleri bir araya gelemedikleri için dışarıdan sürekli olarak müdahaleler olmaktadır.  Bölge ülkeleri ve liderlerinin bir araya gelmesi demek; bölge üzerinde hesabı olanların bütün hesaplarının berhava olması demektir. Bölgenin lideri konumundaki ve liderliğe namzet ülkeleri sürekli olarak, bölge üzerindeki hesabı olan emperyalist ülkeler ve taşeronları vasıtası ile terör vb. konularla oyalanmaya, karıştırılmaya devam edilmektedir. Ülkemizdeki terör belasının 40 yıldır neden bitmediğinin veya bitirilmediğinin tek bir açıklaması vardır; Bu ülkenin enerjisinin bu vb. olaylarla tüketmeye yönelik çalışmalar.

Geçtiğimiz günlerde, İslam İşbirliği Teşkilatının 13. Toplantısı İstanbul’da gerçekleştirildi. Toplantı akabinde ise teşkilatın başkanlığına Türkiye Devleti ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan seçildi.  Cumhurbaşkanımız İran lideri ile yaptığı görüşmelerde;  ‘“Türkiye ve İran, küresel ve bölgesel düzeyde önemli ülkeler. Dolayısıyla hâlihazırda bölgemizi sarsan terörizm ve mezhepçilik sorunları ile bunlara bağlı olarak ortaya çıkan insani krizlerin üstesinden gelinmesi için birlikte çalışmamız gerekiyor. Ülkelerimizin, Suriye ve Irak başta olmak üzere bölgemizde akan kanın ve yaşanan krizlerin durdurulması için gereken çalışmalara öncülük etmesi şart.  Bölgenin selameti adına aramızdaki siyasi diyaloğu güçlendirmek suretiyle görüş ayrılıklarını asgariye indirmeyi, müşterekleri azamiye çıkarmayı sağlamamız her şeyden önce ülkelerimizin lehinedir. Bu şekilde davrandığımızda, bölgemizdeki sorunlara dışarıdan değil, yine bu bölge içinden çözümler geliştirilmesini özellikle sağlamamız halinde bir an önce netice alacağımıza inanıyorum. Bölgenin iki önemli ülkesi olarak bu konuda bizlere çok önemli bir sorumluluk düştüğünün farkındayız’ ifadelerinde bulundu.

İslam İşbirliği Teşkilatı toplantısında Sayın Cumhurbaşkanımız bütün üye ülkelerin çok değerli liderlerine; ‘ Gelin Bir ve Beraber olalım, bölgemizdeki akan kanın durması için güç birliği yapalım. Bölgenin sorunlarını, dışarıdan müdahalelerle değil, bölge devletleri çözmek için gayret etsin. Bölgenin selameti ve mazlum milletlerin refahı adına bu girişimi yapmamız gerekmektedir. Bir 100 yılı daha kaybetmeye bölge halklarının mecali kalmamıştır.  Aksi halde çok geç olabilir’ şeklindeki konuşmalarında sürekli olarak vurgu yaptı.

Avrupa’nın çok medeni ve özgür ülkelerinde, İslam İşbirliği Teşkilatı toplantı öncesinde ve toplantının akabinde,  Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik olarak yapılan hakarete varan sözler ve konuşmaları basından hep birlikte sadece izlemekle yetiniyoruz. Acaba neden yapıyorlar? Bunlar durduk yerde mi oluyor? Adamlar bir ülkenin Cumhurbaşkanına devletin resmi kanallarından acaba neden saldırırlar ki? Anlayan varsa beri gelsin… 100 sene önce aynı olaylar devam ederken dedelerimiz ve o dönemin çok aydınları süreci anlayamadığı için koskocaman bir imparatorluğun parçalanmasını,  bu bölge insanları sadece seyretmekle kaldı.  Tek dertleri bölgeyi 100 yıllardır sömürenlere birisi çıkıyor diyor ki; Hop ne yapıyorsunuz? Durun bakalım… Yeter artık diyor… Bundan rahatsızlık duyan, bölgeyi sömürenlerin borazancıları, içeriden ve dışarıdan, her yerden bağırmaya başlıyorlar. Bölge halklarının ve liderlerinin uyanmasına yönelik olarak girişimlerde bulunduğu için… Vay sen misin bunları yapan… 

Konya SMMM Odası Seçimleri

Konya SMMM ( Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası  ) Odası seçimleri Mayıs ayının ikinci haftasında seçimli genel kurulu ile yapılacaktır.  2008 yılında yürürlüğe giren kanuna göre Oda başkanlık seçimleri 3 yılda bir yapılmaktadır. Aynı yasanın diğer bir maddesine göre Odalarda üst üste iki seçim döneminde iki defa Yönetim Kurulu başkanlığına seçilmiş olanlar, aradan iki seçim dönemi geçmedikçe Yönetim Kurulu üyeliğine seçilemezler. Şimdiden seçimlerin Konya SMMM odasının çok değerli üyelerine, iş âlemine ve şehrimize hayırlı olmasını diliyorum.

Serbest Muhasebeci ve malî müşavirlik mesleğinin konusu; Gerçek ve tüzelkişilere ait teşebbüs ve işletmelerin;  genel kabul görmüş muhasebe prensipleri ve ilgili mevzuat hükümleri gereğince, defterlerini tutmak, bilanço kâr-zarar tablosu ve beyannameleri ile diğer belgelerini düzenlemek ve benzeri işleri yapmak.  Muhasebe sistemlerini kurmak, geliştirmek, işletmecilik, muhasebe, finans, malî mevzuat ve bunların uygulamaları ile ilgili işlerini düzenlemek veya bu konularda müşavirlik yapmak.  Yukarıda yazılı konularda, belgelerine dayanılarak, inceleme, tahlil, denetim yapmak, malî tablo ve beyannamelerle ilgili konularda yazılı görüş vermek, rapor ve benzerlerini düzenlemek, tahkim, bilirkişilik ve benzeri işleri yapmak. Mezkûr işleri; bir işyerine bağlı olmaksızın yapanlara serbest muhasebeci ve malî müşavir denir.

Konya SMMM odası 1989 yılında Muhasebe ve Mali Müşavirlik mesleğinin yürürlüğe girmesi ve kurumsallaşma çalışmaları sonucunda meslek odası olarak faaliyetlerine başlamıştır.  Bu tarihten itibaren de oda üyeleri kendi aralarında oluşturmuş oldukları ‘Meslekte Birlik Grubu ‘ olarak oda başkanlık seçimlerine girmektedir.  Oda başkanlık seçimlerinde birlik haricinde başka adaylar çıkmasına rağmen birliğin gücü ile seçim sonuçlarında bir değişiklik olmamıştır. Meslekte Birlik Grubu başkanlık yarışında bu başarıyı sürekli olarak tekrarlamıştır. Bu yıl Mayıs ayında yapılacak olan oda başkanlık seçimi için ‘ Meslekte Birlik Grubu’nun adayı olarak Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavir Seyit Faruk Özselek beyi aday göstermişlerdir.

Seyit Faruk Özselek; Meslek hayatına, 1988 yılında kendisi de Mali Müşavir olan ağabeyi Ali İhsan Özselek’in yanında başladı. 1991 yılından beri Serbest olarak Mali Müşavirlik mesleğini icra etmektedir. Mesleki birlik ve beraberlik hedefleri doğrultusunda daha iyi hizmet amacıyla 1990 yılında kurulan ve ilkelerinden bugüne kadar taviz vermeyen Konya Meslekte Birlik Grubu ve bu büyük ailenin bir üyesidir. Muhasebe Gençler Spor Kulübü yönetiminde aldığı çeşitli görevler, Odanın Tesmer Yönetim Kurulunda Sekreterlik, Disiplin Kurulu Üyeliği ve Disiplin Kurulu Başkanlığı ve son olarak da 2010 yılından beri Oda Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulundu. Geleceği yönetmek geçmişin sağlam temelleri üzerine olur ilkesiyle 28 yıllık meslek hayatında sürekli öğrenmeyi, araştırmayı ve tecrübe edinmeyi kendime görev edindi. Hem mesleki hayatında hem de bulunduğu bütün görevlerde değerli meslektaşlarının duayenlerinden yeni bilgiler öğrenme ve uygulama odaklı oldu.

Konya SMMM Odası seçimlerinin şimdiden, şehrimize, iş dünyasına, değerli oda üyelerine, Konya Meslekte Birlik Grubunun çok değerli yöneticilerine ve üyelerine, birlik grubunun adayı olan Seyit Faruk Özselek beye hayırlı olmasını dilerim.

Kuklacıları görmemiz gerekiyor!

Dünyayı yöneten güçler, emperyalist hedefleri doğrultusunda, dünyanın her bir bölgesinde, planlar, oyunlar ve senaryolar hazırlar. Bölge insanları da bunları sadece izlemekle yetinirler.  Oyunun akışını ve yönünü değiştirecek türde müdahale etmeleri de istenmez. Sadece izleyici platformunda olmaları gerekmektedir. Bölge insanlarının bir ve beraber hareket etmeleri de senaryonun kurallarına aykırı bir durumdur. Bu da çok kusurlu davranışlardan – hareketlerden sayılır. Senaryoyu ve oyunu planlayanlar açısından çok sinir bozucu bir durumdur.  Planlar o zaman hedefine ulaşamaz…  Oyunu, senaryoyu planlayanlar – hazırlayanlar bu durumda çok kızar ve o bölgede ortalığı toz duman götürür.  Dünyayı yöneten veya sömüren güçler tarafından hazırlan bu duruma bütün dünya devletleri harfiyen uymak zorundadır. Uymayanlar bir şekilde cezalandırılır…  Ülkeleri işgal edilir…  Kaynakları sömürülür… Vatandaşları yerlerinden ve yurtlarından edilir…  Dünya insanlığı da bu durumu bir film gibi sadece izler… Sıranın kendisine gelmesini bekler gibi… 

Kukla, insanları güldürür, inanılmaz işler yaparlar. Kuklalar, gülmez, konuşmaz, ağlamaz,  bağırmaz, acı çekmez ve duyguları yoktur. Ama biz onların, güldüğünü, konuştuğunu, ağladığını ve acı çektiğini zannederiz.  Eski zamanlarda kuklalar,  tahta kütükler yontularak yapılırdı.  Günümüzde ise kuklalar çok değişken… Bir örgüt, bir siyasetçi veya bir devlet de olabilir… Kuklacı onları istediği kılığa sokup iplerini çekerek istediği gibi oynatır. Biz ipleri göremeyiz ya da görmek istemeyiz. Kuklalar bazen kukla olduklarını unuturlar ve kendiliklerinden bir şeyler söylemeye ve yapmaya çalışırlar.  Kuklacıya kafa tutmaya çalışırlar fakat bu onların sonu demektir. Tarihin çöplükleri bağımsız hareket etmeye çalışan kukla paçavraları ile doludur.  Zamanı geldiğinde kuklacı,  yepyeni, çağdaş, post-modern, daha çekici ve sevimli kuklaları kullanım yerlerine göre hazırlayıp sahneye tekrar tekrar sürer. Kuklacılar, varlıklarını sürdürmek için kuklasız yapamaz.  Kuklalar asla ölmez ve ölemezler. Çünkü kuklaların canı ve ruhu yoktur.  Fakat biz öldüklerini zannederiz.

Ülkemizde son yıllarda meydana gelen olaylara kabaca bir baktığımızda; Oyuncular, renkler, aktörler, zemin ve coğrafya farklı da olsa KUKLACILAR hep aynı,  sadece kuklalar değişiyor.  Özellikle bölgemizde BEŞ KUKLACI DEVLET ‘in kuklaları ve piyonları hep olmuştur. Olacaktır ve olmaya da devam edecektir… Çünkü Türkiye ayağa kalkmaya başlar ise bölgede kuklalar ve kuklacılara meydan kalmayacak…  Dün;  Ülkemizde darbeleri planlayan kuklacılar, bazı partileri, medyayı, PKK’yı, ASALA’yı taşeron ve kukla olarak kullanmıştı. Bugünlerde ise PKK’dır, PYD’dir,  YPG’dir,  Boko Haram’dır, EL Kaide’dir, DAEŞ’tir, DHKP-C’dir. Kuklacılar senaristtir;  Kuklacıların siyasi partilerde de beyin adamları vardır, senaryoya uygun adamlar seçilir ve ona göre devreye konulurlar.

Bölgesinde, kuklacılar tarafından planlanan bütün oyunlara ve kuklalara karşı, yıllardan beri reaktif durumdan,  proaktif hareket etmeye başlayan bir Türkiye bulunmaktadır.  Dünya beş ’ten büyüktür diyebilen bir Türkiye, emperyalist olarak bölge üzerinde hesabı olanları BEŞ KUKLACI Devleti çok rahatsız etmektedir.  Dünya beş ’ten büyüktür diyebilen bir Türkiye, içerideki ve dışarıdaki kuklaları vasıtasıyla kaosa sürüklenmek istenmektedir. Dünya beş ’ten büyüktür diyebilen bir Türkiye, bölgesinde emperyalist hareketlere izin vermemek adına, dostluk ve ticaret geliştirdiği her bir ülkeye müdahale etmek için bütün yollar denenmektedir. Dünya beş ’ten büyüktür diyebilen bir Türkiye, ülkesinin ve bölgesinin sükûnet ve selameti adına, kadim kültür ve medeniyet kodlarına dönmemesi için bütün kanalları ve yolları kesilmek istenmektedir. 

Türkiye devleti, milleti, bölgesi ve liderleri ile daha güçlü bir seda ile  ‘Dünya beş ’ten büyüktür’ diyebilmesi için bölgesindeki mazlum milletlerin umudu olduğunu unutmamalıdır ve bölge halkları ile BİR ve BERABER olmak, kuklacıları görmek ve bölgesinin selameti adına birlikte hareket etmek zorundadır, diye düşünüyorum.

Ocak’lar sönmeden mümkün değil!

Çanakkale Deniz savaşlarının 101. Yılını kutladığımız şu günlerde, bu Asil vatan için toprağa düşen bütün şehitlerimizi Allah’tan Rahmet niyaz ederim.  Bu vatanın öyle kolay elde edilmediğini gençlerimize anlatmakta sorunlar mı yaşıyoruz nedir? Hafta sonu İstanbul’da yine menfur bir patlama meydana geldi.  Patlama ve algı operasyonları ile bütün bir ülkenin vatandaşlarına ne gibi korkular salınmaya çalışılmaktadır? Kamuoyunda, Yok, efendim,  şu gün şu saatte şu yerde patlama olacak vb. dedi doku ve senaryolar dolaşmaktadır.   Bütün bu vb. algı operasyonları ile acaba ne yapılmak istenmektedir? Sokağa çıkmamak, işe gitmemek vb. hareketlerle zaten başarmış olmuyorlar mı? Kimin tekerine veya işlerine bu ülke taş koyaktadır ki üzerimize gelinmektedir?  Bu patlamalardan kimin, hangi ülkenin, hangi güçlü devletin veya taşeron örgütün ne gibi bir menfaati bulunmaktadır?  100 yıl önce,   bu ülkenin,  vatan ve milli birliğini hedefleyen, ‘kimi yamyam, kimi Hindu,  kimi bilmem ne bela’ olarak gelenler,  ne için geldiğini dahi bilemeden gönderilenler, bu gün de taşeronları üzerinden gelmeye devam etmektedir.  100 yıl önce ‘geldikleri gibi gidenler,  bu gün de yine gelecekler ve de gidecekler’  başka çareleri yok… Biz, ülke ve millet olarak, bir ve beraber olduğumuz müddetçe; Farklılıklarımızla daha zengin olduğumuzun farkında olduğumuz sürece, başaramayacaklar…

İstiklal Marşımızın yazarı Mehmet Akif merhum, ilk mısralarda ne güzel buyurduğu gibi;

Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.


Türk milletine cesaret vermek ve onda bulunan milli duyguları harekete geçirmek için şiirine ‘Korkma’ diye başlıyor. Bu ifade inananlar için çok büyük önem arz etmektedir. Hz. Peygamberin;  ‘ Hıra Mağarasında ‘ yol arkadaşı ile çok zor ve sıkıntılı bir anındaki ifadeleridir. Yol arkadaşına ve bizlere hitaben;  ‘Allah bizimle beraberdir’, ‘ Korkma, Üzülme, Hüzünlenme’ diye nida etmektedir.   Göklerde dalgalanan bayrağımızın hiçbir zaman inmeyeceğini, sonsuza dek bu topraklar üzerinde dalgalanacağını belirterek;  Türk Devletinin varlığını devam ettireceğine olan yüksek inancını asil milleti ile paylaşıyor. Türk milletinin en son ‘ocağının, ailesinin ve ferdinin’  ölmeden, bitirilmeden, yok olmadan,  bu ülkenin asla teslim alınamayacağını anlatarak; ocaklarımıza yani ailelerimize büyük önem atfetmektedir. Halk tarafından seçilen ilk Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan,  bütün konuşmalarında, sürekli olarak ailenin önemine ve aile birliğine yapmış olduğu vurguyu da burada hatırlatmak isterim.

Bu asil vatanı ve milleti, bölmek ve parçalamak adına, doğrudan gelemeyen bölgesel ve büyük devletler, taşeron örgütleri üzerinden gelmeye devam edecekler.  Ne zamana kadar?  Bilemiyorum… Bizler vazgeçene kadar gibi; Mazlum milletlere umut olmak idealindeki ülke olarak;  Bölge üzerindeki ve İslam âleminin 100 yıllık Batılı devletlerin emperyalist planlarına ve tekerlerine çomak sokmaktan vazgeçene kadar mı?  Bölgedeki planlarına yönelik olarak neler yaptığımız öngörülemediği için mi?  Kontrol edilebilen bir ülke olamadığımız için mi?  Ülke ve millet olarak Canımız biraz daha yanacak gibi… 100 yıl önce dedelerimiz bu asil vatan için aynı anda 10 farklı yerde savaşmadılar mı? Gücünü denemek adına ülkenin her tarafında saldırılar, kaoslar, savaşlar meydana getirmediler mi? Bu günden farkı nedir acaba?  Şöyle kabaca bir bakabilir miyiz?  Ülkenin bir yerinde hendekler, diğer bölgesinde patlamalar vb. Gelecekler, darbe vuracaklar ve tekrar geldikleri gibi gidecekler; Başka çareleri yok; Biz ülke olarak, millet olarak ‘ BİR, BERABER, DİRİ ve İRİ’ olmaya devam edersek…