Cennette Satılık Parsel!..

Bizim gibi muhafazakar ve din eksenli ülke ve toplumlarda, kalabalıklar, sürü ve yığınları ancak ve ancak iki  dürtü ile kontrol ve denetim altına alabilirsiniz! Seçim meydanlarında  bugünlerde çokça görmeye alışık olduğumuz gibi! Bir parti üyesi diyor ki, Şu partiye oy verirsen cennet garanti altındadır! Bir diğeri de, bu partiye oy vermezsen, cehennemde yanarsın, helak olursun! Şu partiye oy verirsen asgari ücret ve emeklilere de şu kadar zam! Bu nasıl bir şeydir, Allah’ım! Kişi demokratik tercihini kullanmak sureti ile sadece bir oy kullanacak! Bunun din ile, cennet ile ve öbür alem, cennet ve cehennem ile ne ilgisi olabilir ki?! Ne demiştik! Kişi ve toplumları iki dürtü ile denetim ve  kontrol altına alabilir, özellikle de yönlendirmeye tabi tutabilirsiniz! Ve bunlardan bir tanesi Maslow ihtiyaçlar hiyerarşisinin de birinci maddesi olan fiziksel ihtiyaçların tümü! Bir diğeri ise din eksenli konuşmalar, uyarılar, ihtarlar, ikazlar  ve  yönlendirmelerdir!
 
Toplumun büyük bir kısmı okumak, araştırmak ve sorgulamaktan da aciz olduğu için din konusunda, tabi  veya teslim oldukları bir alim, bir hoca veya bir akademisyen ne derse doğru sadece odur! Kalabalık ve yığınlar, bu konuda herhangi bir araştırma ve sorgulamaya girmeyi de düşünmezler! Ne de olsa bir alime ve bir hocaya teslimiyet çok kutsaldır! Neden diye soracak olursanız! Şu alim, şu hoca  veya  şu profesör böyle dedi şeklinde bir cevap ile karşılaşırsınız!  Peki, kardeşim senin bu hoca veya akademisyen bir yerlerin adamı olmasın?! Olabilir mi? Neden olmasın?! Tarih bunların canlı örnekleri ile dolu! Osmanlıyı parçalarken, Osmanlı hinterlandındaki imam, vaiz ve hocaları bir araştıralım ve bakalım, kimlermiş? Hangi dinden ve hangi nesepten, kimler ve hangi küresel güçler adına çalışıyorlarmış?!  Peki, kardeşim Allah sana akıl vermiş, o hoca ve akademisyene de aynı aklı vermiş! Allah’ın sana ve vermiş olduğu ve seni de sorumlu tuttuğu akıl çerçevesinde gönderdiği kitabı, Son Peygamberin hadisleri ve yaşantısını şöylece bir tefekkür ve tezekkür zaviyesinden bak, değerlendir ve  muhakeme yap,  doğru ve yanlış olduğuna da kendin karar ver! Sorumlu olan sensin! Hesap verecek olan ve sorguya çekilecek olan da sadece sensin! Hoca, alim veya akademisyen ile birlikte aynı anda sorguya çekilmeyeceksin! Hayır bu çok zahmetli ve sıkıntılı bir yol ve yöntem! Ben aklımı ve ruhumu bir hacıya, bir hocaya, bir alime ve bir  akademisyene kiraya verir ve teslim eder, başkasına karışmam diyorsan, başkaca yapacak bir şey de yoktur! Allah yine de sana biraz akıl,  biraz fikir, biraz feraset ve birazcık da  basiret versin, diyelim! 
 
Daha önceki yazılarımızda din konusu ve dini eğitim sistemimizdeki bir arıza ve sıkıtılar olduğundan dem vurmuştuk! Nasıl yani! Çocuk yaştaki gençlerimize din ve dini konular hakkında  neler öğretiyoruz? Şu kadar yardım edersen cennetten parsel, şu kadar zikir çekersen cennetten köşk, şu fakire yardım edersen cennetten villa, şeklinde devam eden bir Müslümanlık, dini ve İslami bir eğitim sistemi ve  algısı! Yani yardım etmediğin ve şu kadar da zikir çekmediğin  takdirde cennetten parsel yok! Peki bunlar doğru mudur? Tabii ki doğrudur ve haktır! Fakat mümin olmanın asli ve ön şartlarını da birazcık bilmek ve uygulamak gerekir! Nedir bunlar? İslam ve mümin olmanın öncelikle temel şartları,  öncelikle iyi bir insan olmak ve sonra da iman, amel ve ihlastır! Bunların her biri  birbirinin tamamlayan cüzüdür! İyi bir insan  ve İhlas olmadan yapılan amellerin hiçbir anlamı da olmayacaktır! İslam toplumu olarak geçinen İslam coğrafyasındaki toplumların haline kabaca bakar mısınız?! Kişi, insani ve imani noktada, özellikle de ihlas ve samimiyette sınıfta kalıyor, yapmış olduğu amel ve yardımlar ile cennettin yedinci katından köşkler satın aldığını veya alabileceğini zannediyor! Beyler! Yapmayın Allah aşkına! Ehlince malum olduğu üzere, Hz. Peygamber efendimiz bir hadisi şeriflerinde; İnsanlar helak oldu, ancak alimler kurtuldu! Alimler de helak oldu ancak, ilmiyle amel edenler kurtuldu! İlmiyle amel edenler de helak oldu, ancak ihlas sahibi olanlar kurtuldu! İhlas sahibi olanlar da büyük bir tehlike içindedirler,  buyurmaktadır! Nasıl yani dediğinizi de duyar gibiyim! Bu hadis insanın korku ve ümit dengesini muhafaza etmesine vesile olmaktadır.  İnsanın amellerine güvenmesine bir set çekmekte ve Allah’ın rızası ve inayeti olmadan hiç bir şeyin insanı kurtaramayacağını bildirmektedir. İman varsa Ümit vardır! İslam alemi ise sadece korku içindedir!Peki, neyin, nelerin ve ne korkusudur, bunlar? Dünyalık, makam, mevki, mal, mülk, para, kadın, güç ve iktidarlarını da  sadece kaybetme korkusu! 
 
Ak Saçlı ve Ak sakallı ihtiyar dostum, sohbetimize kenar köşede dinlemekte iken vakur bir şekilde ayağa kalktı ve müdahil oldu. Yunus ne güzel buyurmuş, dedi! Bir kez gönül yıktın ise, Bu kıldığın namaz değil! Yetmiş iki millet dahi, Elin yüzün yunmaz değil!. Eeeee!  Bu ne şimdi dediğinizi de duyar gibiyim! Bizler her gün beş vakit camiye gidiyoruz! Bizler her gün kuşluk, evvabin ve teheccüd namazlarını da kaçırmıyoruz! Fakir ve fukaraya da artıklarımızdan yardımlarımızı da yapıyoruz! Her yıl sürekli olarak umre ve hacca da gidiyoruz! Her yıl ramazan orucumuzu tutar ve nisap miktarındaki yardımlarımızı da aksatmadan veriyoruz! Her yıl ramazan ayında eş ve dostlarımızla birlikte otuz gün iftar ve sahuru da birlikte yapıyoruz! Bu iftar ve sahurlardaki artıkları da fakir ve fukaraya ulaştırıyoruz!  Zekatlarımızı da artık mal ve eskilerimizden ihtiyaç sahiplerini kırmak, incitmek, ezmek  ve dökmek suretiyle de veriyoruz! Daha ne olsun canım! Bu nasıl bir din, bir Müslümanlık ve bir Mümin olmak şartlarıdır! Müslüman ve Mümin olmayı biraz  zorlaştırıyorsunuz, dediğinizi de duyar gibiyim! Ne diyordu Yunus; Bir GÖNÜL KIRDIN ise KILDIĞIN NAMAZ değil! Yetmiş iki Millet, ELİN YÜZÜN YUMAZ değil! 
 

Peki, Suçlu Kim?!.

Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması ile birlikte,  Osmanlı hinterlandındaki yirmi dört milyon kilometre karelik barış, huzur ve sükun beldelerinde kan ve gözyaşı neredeyse yüz yıldır dinmemiştir! Neden?  Avrupalı müsteşrikler ve devlet adamları  bu bölgelerle ilgili her sohbetlerinde de sürekli olarak Osmanlının parçalanması bu bölgelere huzur getirmediğini vurgulamaktadır! Bu kadar dağınık, farklı kimlik ve dinlerdeki toplumlar nasıl barış ve huzuru temin ettiği noktasında ise samimi itiraflarda bulunmaktadır!  Peki, bu kan ve gözyaşı bu bölgelerde  ne zaman duracaktır?  Ya da durması için önce İnsan ve sonra da Müslüman olarak neler yapıyoruz? Bu yangına benzin mi döküyoruz?  Bu yangının  ana ham maddesi ise öncelikle insan ve  insanlık,  kültür, tarih ve medeniyettir! Tüm bu aksiyoloji bilinçli bir şekilde  neden yok edilmektedir! Yoksa var gücümüzle bu ateşi söndürmek için su taşımak suretiyle ellerimiz ve sırtımız parçalanıyor mu? Hangisi?! Bu konuda bir fikri, aksiyonu ve öngörüsü olan var mıdır? Şehirlerin ve ülkelerin yıkımına, milyonlarca insanın ölümüne ve sakat kalmasına, katledilen çocuklara ve kirletilen kadın ve namuslara, telef edilen hayvanlara ve ekinlere,  zarar verilen doğaya ve dünyaya, yok olan masumlara ve çiğnenen masumiyetlere ne demeliyiz? Nasıl ve ne ile izah etmeliyiz? Peki,  suçlu kim? Ben,  sen, o! Biz, siz ve onlar! Kimdir SUÇLU?! Tabii ki Aklını kullanmayan her kişi ve her Müslüman! Ya da  ne suçu, benim insan ve Müslüman olarak hiçbir suçum yok mu diyoruz! Mahşer günü görüşürüz; O zaman, suç ve Suçlunun kim olduğunu! Öyle değil mi?!
 
Biz mezkur yukarıdaki cümleleri sohbetimizde devam eder ve kara kara düşünürken, Ak Saçlı ve Ak sakallı ihtiyar dostum, çok celalli bir şekilde içeriye girdi ve mevzumuza dahil oldu!  Her bireyin kendisi ve mensubu olduğu her ne grup var ise onun üstün, âli, yüce ve seçkin olduğunu iddia eder ve meşgul olur, diğerine de yaşama hakkı tanımaz ise tabii ki sonuç böyle olacaktır! Başkaca ne bekliyordunuz dedi ve gözlerden kayboldu! Günümüzde, her kişi, mezhebi ve meşrebi, partisi ve derneği, tarikatı ve cemaati, etnik kimlik ve siyasi farklılıkları, bireysel ve mensubiyet menfaatleri,  yıkıcı ve bölücü, ayrılıkçı ve bozguncu hizip ve grup üstünlüğünden dem vurmaktadır! Neden? Nasıl olabilir? Hani üstünlük sadece takvanızladır buyuruyordu, Yüce Allah! Takva da ne imiş! Mal, mülk, makam, mevki, ırk, para, güç, iktidar ve mensubiyet üstünlüğü dururken! Nereden çıkarıyorsunuz, takvayı, mı diyoruz?!  Bu devirde takva mı olurmuş?! Tabii ki tüm bu üstünlük iddiaları bir süre sonra içeride sosyal patlama, sosyal kriz ve iç savaşa da sebebiyet verecektir! Tam da emperyalistler ve küresel güçlerin arzu ettiği şekilde! Adamlar istiyordu bir göz, içerideki ahmak ve aptal sürüsü de vermiş oldu iki göz! Tüm bu farklılıkları zenginlik kabul etmek suretiyle kaynaşmak, birleşmek, bir olmak, diri olmak  ve güçlü olmak yerine, kavga, inat ve savaş sebebi sayan, birbirlerini katleden ve yok eden insan görünümlü müsveddelere ne denir ki?  Bir ülkedeki  ötekileşmek, tekfirleşmek ve radikalleşmeyi de fırsat bilen dış güçler tabii ki bu ülkeler ve milletlerin üstüne çullanacak ve abanacaktır! Aynı çakal sürüsünde olduğu gibi! Canlı canlı ve bağırta bağırta bu ülkeler, bu devletler ve bu milletler aynı çakal sürüsünde olduğu gibi parçalanacaktır! El insaf ve El vicdan dediğinizi de duyar gibiyim! Kimden ne yardımı ve ne insafı bekliyorsunuz! Sen kendine acımaz ve düşünmez isen, elin gavuru ve elin adamı, düşman  seni ne için düşünsün?! Ne bekliyorduk!
 
Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, Öncelikle ve özellikle İman ehli müminlere ve Müslüman olduğunu da iddia eden bizlere, kutsal kitabımız Kuranı Kerim Rum suresi 32. Ayeti kerimesinde;  O kimselerden ki, dinlerini parçaladılar ve fırka fırka oldular,  onlardan her taife, kendi yanlarında olan ile sevinicidirler. Evet!. Siz ey Müminler!  O kimselerden, Olmayınız ki onlar dinlerini bir fıtrat dini olan tevhit dinini parçaladılar,  birçok batıl dinlere, mezheplere tabi oldular, birbirinin aleyhinde bulunup durdular ve fırka fırka oldular,  birbirinden farklı gruplara ayrıldılar, birbirinin aleyhinde çalışmaya başladılar. Onlardan her taife kendi yanlarında olan ile kendi inançlarıyla, batıl dinleriyle sevindiler,  onlar, kendilerinin sadık, doğru bir dine bağlandıklarını zannederek mutlu bir şekilde yaşamak isteyen kimselerdir. Halbuki onlar ileride ne müthiş azaplara ve felaketlere, uğrayacaklar da ondan hiç haberleri yok, buyurmaktadır! 
 
Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah,  yine kutsal kitabımız Kuran Kerim Yunus suresinin 100. Ayetinde; Hiçbir şahıs için Allah Teala’nın izni olmaksızın iman etmek mümkün değildir. Ve murdarlığı, akıllıca düşünmez kimselerin üzerine kılar. Evet!. Hiçbir şahıs için Allah Teâlâ’nın izni ve iradesi, takdiri olmaksızın hiçbir vakit iman etmesi mümkün değildir. Yani hiç bir kimse, kabiliyeti olmayan bir şahsı zoru zoruna hakiki bir şekilde iman şerefine kavuşturmuş olamaz. Ancak Cenabı Hak, iradesini, ihtiyarını güzelce kullanan hangi bir kulunu imana muvaffak kılar. Ve O Hikmet Sahibi Yüce Yaratıcı, murdarlığı, azabı ve hakarete sebep olan herhangi bir zelilliği akıllıca düşünmez, Cenabı-ı Hakkın kendisine verdiği aklı, fikri ve irade kuvvetini güzelce kullanmayarak,  ihtiyarını küfür ve isyan yönüne sarf eden kimselerin üzerine kılar! Onları hidayetten mahrum bırakır ve onları ebedi azaplara uğratır, layık oldukları cezalara kavuşturur. İşte bu imtihan aleminin gereği budur, ikaz ve uyarılarda bulunmaktadır!
 

Bu Şehir Yeni Mevlanaları Neden Yetiştiremez?!.

Dost meclislerindeki sohbetler biraz ilerleyince ne olacak bu Konya’nın hali! Veya ne olacak bu Konyalının hali pür melali! Bu şehirden adam olmaz! Bu şehrin insanları neden bu haldedir! Bu şehrin insanları İslam ve Müslümanlık kisvesi altında  neden her şeyi yapıyor! Birey olarak neden biraz samimi ve içten olamıyoruz?! Neye güveniyoruz? Yoksa kurtuluş vesikası olarak izin belgemiz mi vardır?! Olabilir mi böyle bir şey?! Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, Müslüman olduk deyince hemen kurtuluvereceğinizi mi sanıyorsunuz,  buyurmasına rağmen, öyle mi?!  Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, daha yeni Müslüman olduk dediniz, İman daha kalbinize ve gönlünüze tam olarak yerleşmeden, ne oluyor ve kim oluyorsunuz,  ikaz ve uyarılara rağmen, öyle mi?!  Acaba Din, İslam, Müslüman ve Mümin  algımızda bir sorun mu vardır! İslam ve Müslümanlığı sadece şekil ve gösterişe indirgediğimiz için olabilir mi? Ya da İslam ve Müslümanlık sadece şekil ve gösterişten mi ibarettir? Tabii ki hayır! Ya da İslami eğitimi üstünkörü mü veriyoruz! Bir yerde eksiklerimiz ve hatalarımız bulunmaktadır! Fakat nerede ve nasıl, bilemiyorum! 
 
İnsani ilişkilerde  muhafazakar kimlik sergileyen şehirlerde sürekli sorun yaşıyoruz! Neden? İki kişi sohbet ederken çok güzel, fakat biri sohbet meclisinden  ayrılınca arkasından çekiştirmeler ve olmayacak ifadeleri kullanmaya başlıyoruz! Neden? Makam, mevki, para, güç, iktidar ve kadın işe girince hemen değişiveriyoruz! Yani dünyalıklar Müslümanı bozdu mu?! Ya da dünyalık nimetler Müslüman kişiyi değiştirmeli ve dönüştürmeli midir?! Mümin  birey böyle mi olmalıdır?! Neden? Yoksa öbür âlem inancımız ve algımızda bir  sorun ve sıkıntı mı vardır?  Müslüman olmak günah işleme özgürlüğü mü vermektedir? Anlamıyorum!  Olabilir mi böyle bir şey?! Tabii ki olmaz! Ya da  günah işledikten sonra, tövbe  eder, kurtuluruz şeklinde mi düşünüyoruz?! Kırılan bir cam bardak tamir edildikten sonra da  aynı eskisi gibi kırılmamış ve sağlam hükümde midir? Olabilir mi?!  Biraz samimiyet! Biraz dürüstlük! Biraz insaniyet! Çok mu zor! Aslında çok da zor değil! Fakat birey olarak kendi içimizde şahsiyet sahibi ve öz güvenli, dürüst ve samimi olamadığımız için insani ilişkiler  ve iletişimi  oldukça da zorlaştırıyoruz! Neden?
 
Sohbet bu şekilde uzayıp giderken Ak Saçlı ve Ak Sakallı ihtiyar dostum içeriye girdi ve sohbete hemen dahil oluverdi! Sekiz yüz yıl önce bu şehre çok uzak diyarlardan, Hz. Mevlana, Hz. Şems, Yunus ve Muhittin-i Arabi neden gelmiştir? Dönemin sultanı tarafından  hem de sarayın içinde konaklamak kayıt ve şartı ile, özel olarak neden davet edilmiştir? Yoksa bulundukları beldelerde çok sıkıntı ve sorun yaşadıkları için ahir ömürlerinde dünyalık olarak birazcık rahat etsinler diye mi davet edilmişlerdir? Neden olmasın?! Ya da insani, İslami ve Türk İslam kültürü değerlerinin  tüm Anadolu’da yerleşmesi, yeşermesi  ve kök salması için Sultan tarafından özel olarak seçilmiş bir görev için mi getirilmişlerdir? Tabii ki çok özel ve kutlu bir görev için gelmişlerdir! Belde-i muhayyere olan bu topraklarda,  insani ve İslami sorunlar, özellikle de tolumda meydana gelen ve yayılmaya başlamış olan, toplumları da birbirine bağlayan ve yapıştırıcı bir kuvvet konumundaki GÜVEN müessesini yeniden tesis etmek için gelmişlerdir! Güven müessesesi olmadan sağlıklı bir toplumu nasıl  inşa edebileceksiniz?! Elbette ki bunu da İslami an be an  yaşamak suretiyle göstermişlerdir! Hz. Peygamber efendimizin canlı ve yaşayan  bir Kuran olarak uyguladığı ve tüm insanlara da örnek olarak gösterdiği gibi! Başarılı olabilmişler midir? Tabii ki başarılı olmuş ve dünya imparatorluğunu da kuracak ve altı yüz yıl dünya hakimiyetini sürdürecek olan Osmanlı İmparatorluğu ve sonrasındaki Türkiye Cumhuriyeti Devletinin  temellerini ve nüveleri  de bu dönemlerde atılmış ve perçinlenmiştir! Tabii ki idrak edebilene! Tabii ki görmek ve anlamak isteyen akıl, göz  ve gönüllere!
 
Dost meclisindeki sohbetimiz aynı minval üzere, yani bu şehirden adam  olmaz, bu şehrin insanlarından hiçbir şey olmaz, şeklinde devam ederken, bir ara kaybolan Ak Saçlı ve Ak Sakallı  ihtiyar dostum içeri girdi ve veciz ifadelerinden bir kaçını daha söyledi ve hızlı bir şekilde gözlerden kayboldu! Ak Saçlı ihtiyar dostum, sekiz yüz yıl önce, bu şehrin her bir sokağında medreseler ve  eğitim kurumları, uzay ve astronomi eğitimi veren en az dört adet üniversite ve akademisinin olduğu beldeye bugün için bir bakar mısınız? Bu şehir sekiz yüz yıldır neden bir Şems, bir Yunus ve bir Mevlana yetiştiremedi? Ya da yetişmekte olan bu nitelikteki değerlerini neden öğütmeye ve harcamaya çalışır? Öğütmek ve harcamak için her yolu deneyen kim veya kimlerdir? Kimin adamları ve nereye, kime ve  neden hizmet etmekte ve çalışmaktalar? Dertleri nedir? Hedefleri ve planları nedir? Daha önceki yazılarımızda vurguladığımız gibi, beyler, bir Rum diyarında yaşamakta olduğumuzu yeniden ve bir kez daha hatırlatmak isterim!
 

Dünya Sistematiği ve Yerel Seçimler!.

Dünyadaki kurulu ve yüz yıllık devam eden sistematik düzen,  küresel ve emperyalist güçler,  her yüz yılda,  dünyamızda yeni bir düzen kurmak için genellikle karşılıklı olarak anlaşma yolunu tercih eder! Tabii ki bu anlaşma bazen çok sıkıntılı ve zor olmaktadır! Anlaşma dediğimiz zaten güçler arasındaki paylaşımda bazı şeylerden sadece vazgeçmek demektir!  Anlaşmanın olmadığı dönemler ise dünyamız ve dünya halkları için açlık, yokluk, sıkıntı, göçler, ölümler ve kan demektir!  Birinci ve İkinci dünya savaşları neden çıkıvermiştir? Peki, dünyadaki tüm yaşananları ve özellikle de ülkemizdeki gelişmeleri bugün için nasıl okumalıyız? Okuyabilirsek neler olur? Okuyamadığımız ve stratejik taktik geliştiremediğimiz zaman ise neler olur? Yüz yıl önce aynı büyük bir hesap ve plan ile gelenleri okuyamadığımız, öngöremediğimiz ve taktik strateji de geliştiremediğimiz için kocaman bir imparatorluğun lime lime edilmesine ve milyonlarca insanımızın da ölümlerine sadece seyirci kaldık!
 
Küresel ve emperyalist güçler, dünya hegemonyal konumları ve özellikle de finansal karlarını ziyadeleştirmek için her dönem dünyanın stratejik bölgelerinde bazı olayları planlı bir şekilde çıkarmak için neredeyse birbirleri ile yarışır veya bilek güreşine girerler! Mezkur bilek güreşinde dünya halklarından ne kadarının ölümlerine sebebiyet verdikleri ise önemli değildir! Tek bir gaye ve hedefleri vardır; Emperyalist ve sömürü düzeninin her hangi bir inkıtaya sebebiyet vermeksizin devam etmesi! Aksi halde dünyamızı yakar, yıkar, altı üstüne getirir ve kan gülüne çevirmekten de çekinmezler! Dünya tarihi bunların canlı örnekleri ile doludur! Tarihçilerin okullarda bizlere okutmadığı ve anlatmadıklarını bakmayınız! Tarihi hikaye olarak okutursanız böyle olur! Fakat ders almak, ibret almak, bugünleri okuyabilmek ve bugün yaşananların tarihte de aynen yaşanmış olduklarını görebilmek için okutursanız daha etkili ve faydalı olacaktır!
 
Dünyamızdaki tüm bu gelişmeler, olaylar, patlamalar ve küresel güçler arasındaki bilek güreşinde, ülkemizdeki mahalli seçimlerin hiç bir önemi yok mudur?  Küresel güçler arasındaki bilek güreşi ile ülkemizdeki mahalli seçimlerin ne bağlantısı olabilir, dediğinizi de duyar gibiyim! 31 Mart 2019 mahalli seçimleri öylesine bir seçim midir? Türk Devleti, Türk milleti ve yirmi dört milyon kilometre karelik Türk dünyası ve gönül coğrafyası ile hiçbir ilgi ve alakası da mı yoktur? Ne diyorsunuz? Aman canım sende ne olacakmış! Sadece bir belediye başkanı seçeceğiz! Amma da abartıyorsunuz! Gerçekten de öyle midir?  
 
Daha dün diyeceğimiz yakın bir zaman diliminde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemizde, sözde öz yönetim ilan edenler, çeşitli ilçelerimizde hendekler kazmıştı! Peki, bu hendekleri kimler ve neden kazmıştı?  Hendekleri neden kazdıklarını ve neden bombalı tuzaklar kurduklarını da, savunmamız için ve Devletin uygulamaları halkın güvenliğini tehdit ediyor ve zarar veriyor, halkımızı devlete karşı korumak zorundayız,   şeklinde açıklamalarda bulunmuştu! Neymiş efendim! Adamlar, Halkı Devletten koruyorlarmış! Kimi kimden kurtarıyorsunuz?  Siz kimsiniz? Devlet kim? Halk kim? Vatandaş kim?  Siz neyi, kimden,  kim adına, nasıl ve neden koruyorsunuz?
 
Bugün, 31 Mart mahalli seçimleri için şu veya bu isimler ve başkan adayları üzerinden vatandaş  bazında veya partili zaviyesinden verilen kavgalar ve küskünlükler neyin işaretidir? Yok efendim, belediye  meclis listelerine bakar mısınız? Bazı isimler üzerinden kopan fırtınaya neler demeli? Beyler dünyada yeni bir sistem kurulurken, siz içeride eliniz armut  toplamalı ve düşünceleriniz de sukut mu etmeli! Yoksa tüm bunlara yönelik olarak öngörülerinizi ve tüm tedbirlerinizi de almak zorunda mısınız? Ya da siz de devletin tüm kurum ve kuruluşları ile birlikte yeni  sistem  için dizayn etmeli misiniz?
 
Dünyadaki tüm küresel güçler ve emperyalistler, dünyamız için yeni bir düzen ve sistematik kurmayı planlarken, Türk Devleti bu plana yönelik içeride hazırlıklı ve öngörülü olmasın mı?  Tabii ki içerideki tüm kaleleri sağlama almak zorundasınız! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması akabinde, Yeni Kapı ve özellikle de kurumsallaşmış hali olan Cumhur İttifak ruhu ile içeride perçinlenmek istenen durum nedir? Yeni kapı ve Cumhur İttifak ruhunun görünen ve görünmeyen liderleri ve kahramanları kimlerdir? Bu ruh, Türk Devleti ebed müddet mefkuresi ve ruhunun aynen temsilcileri midir? Türk Milletinin dünya üzerindeki adalet, hakkaniyet ve merhamet ülküsünün de taşıyıcıları mıdır? Bilemiyoruz! Türk Devletinin olmadığı yeni bir dünya düzeni ve sistematiği bugün için artık kurulamaz! Türk Devleti ve Türk milletinin plana dahil olmadığı yeni bir dünya düzeni bugün için artık masa da kurulamaz! Bu masayı kurabileceklerini zanneden güçler kapımıza dayanmaktadır! Neden? Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başkenti son dönemde küresel güçlerin yol geçen hanına dönmüştür! Neden? Aksi halde istedikleri ve yüz yıllık eski hesapları ve planları da tıkır tıkır işletilebilirdi! Ne buyurdunuz?!

Türk Üçgeni -3- ( Müselles )

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Cumhuriyetin kurulmasından sonraki çok partili hayat ile birlikte,  küresel ve emperyalist güçlerin, içerideki kendi adamlarının kontrol ve denetiminde bulunuyordu! Yani devleti seçimlerle yönetmekte olduğunu zanneden  halk, bir şekilde uyutuluyordu! Devlet yönetimi tamamen küresel ve emperyalist güçlerin içerideki işbirlikçileri vasıtası ile yürütülüyordu! Nasıl olabilirdi! Ve bu süreç ne zamana kadar devam edebilirdi? 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması ile birlikte yazılarımızda da her daim vurgulamaya çalıştığımız, içeride sağlam ve sağlıklı bir şekilde kurulan Türk üçgenini hatırlatmaya çalışıyoruz! Yani, Türk Devleti ve Türk Milleti, iktidarı, ana muhalefeti ve muhalefeti ile birlikte Anadolu’daki bin yıllık bekası, bağımsızlık ve istiklali için  kolları sıvamıştır! Bu durum bazılarının konum, makam, mevki, iktidar ve parasal olarak da güç kaybı demektir! Yani devlet yönetiminde artık yoksunuz demektir! Artık bu devletin asil ve kendi evlatları tarafından yönetilecektir! Tabii ki yüz yıllardır devam eden kontrollü yönetim şeklini arzu eden tüm küresel güçler ve içerideki işbirlikçilerini de  çok büyük sıkıntıya sokmakta ve rahatsız etmektedir! Neden?
 
Müselles  ne demektir? Müselles kelime olarak; Arapça,  Selase kökünden gelmekte ve  üç, üçlü,  üçleştirilen, üç köşeli üçgen demektir. Müselles ayrıca, Taze iken, yani gaz kabarcıkları çıkmadan ve köpürmeden önce ısıtılıp, üç defa damıtılan, üçte ikisi uçup ve  üçte biri kalan üzüm suyu, olarak da kullanılmaktadır.
 
Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, İnsanın yaratılmasını; “And olsun biz insanı çamurdan, süzülmüş,  bir hülasadan yarattık. Sonra onu, Hz. Adem’in nesli olan,  insanı sarp ve metin bir karargahta, rahimde,  bir nutfe, zigot, yaptık. Sonra o nutfeyi alaka, yapışan şey, haline getirdik, derken o alakayı mudga, bir çiğnem et, yaptık, o bir çiğnem eti kemiklere çevirdik ve o kemiklere de et ve kaslar giydirdik. Sonra onu başka bir yaratılışla inşa ettik ve ruh verdik, can verdik, konuşma verdik ”  şeklinde izah etmektedir!
 
Geçtiğimiz yıl, Afrika temaslarını sürdüren Cumhurbaşkanımız Sayın  Recep Tayyip Erdoğan, Sudan Cumhurbaşkanı Ömer El-Beşir’den Kızıl deniz kıyısında oldukça kötü haldeki Sevakin Adası’nın iyileştirilmesi için Türk Devletine tahsis edilmesini istedi. El Beşir Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın isteğine olumlu yanıt verdi ve Sevakin Adası 94 yıl sonra Türkiye’ye tahsis edildi. Basra Körfezinde yer alan Katar ve Hint Okyanusu kıyısındaki Somali’de askeri üs kuran T.S.K., ardından Sevakin adasıyla birlikte Kızıl deniz’i de içine alan bölgede ‘stratejik bir Türk üçgeni’  oluşmuştur. Kızıl deniz’in kapısı olarak bilinen Sevakin adası, Osmanlının Kızıl deniz ve Hicaz’a denizden gelecek tehlikelere karşı güvenliği sağladığı noktaydı. Sevakin Adası, ticari ve ekonomik öneminden dolayı ‘Afrika’ya açılan kapı’ olarak tanımlanmaktadır.
 
Peki, 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması ile birlikte Türk Devletinin Anadolu’da ve yirmi dört milyon kilometrekarelik gönül coğrafyasındaki bağları, bekası, varlığı ve istikbali için Türkiye Cumhuriyetinde kurulan ve şahlanan Yeni kapı  veya diğer bir ifade ile Cumhur ittifak ruhunu nasıl tanımlamalıyız? Bu ruh nedir? Sonsuz kudret sahibi yüce Allah, İnsan’ı topraktan yarattıktan sonra, biz ona ruhumuzdan üfledik ve can verdik buyurmaktadır! Peki, Türk Devletinin bekası, varlığı, istiklal ve bağımsızlığı için kurulan Yeni kapı veya Cumhur ittifakı ruhu nedir? Türk Üçgeni olarak tanımladığımız bu ruhu nasıl izah etmeliyiz? Türk üçgeni olarak ifade etmekte olduğumuz bu bedene can ve ruh veren kim veya kimlerdir? Tarihsel bir serüveni var mıdır? Türk Devlet tarihi iki bin üç yüz yıllık olduğuna göre tabii ki de olmalıdır!  Mademki, Dünya tarihinden Türkleri çıkardığımız vakit geriye insanlık tarihi adına hiçbir şey kalmayacağına göre! Hangi şartlar altında bu ruh zuhur etmektedir? Yoksa öylesine mi ortaya çıkmaktadır? Türk Devlet tarihindeki 16 devlet de öylesine mi kurulmuştur? Türk Devlet tarihindeki bu 16 devletin yıkılması ve kurulma aşamalarında mezkur ruh her zaman devrede midir? Türk Devlet ülküsü olan devleti ebed müddet mefkuresinin temeli de bu ruh mudur? Türk Devlet medeniyeti ve yönetiminin temek ilkeleri olan Adalet, Hakkaniyet ve Merhamet ideali de bu ruhtan mı kaynaklanmaktadır? Türk üçgeninin karşısında duran, yani alaka halindeki insanın düşük yapması veya ölü doğması için çalışmakta olan dahili ve harici güçler kimlerdir? Yeni kapı veya  Cumhur ittifak ruhu öylesine mi  doğmuş ve kurulmuştur?! 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde, 31 Mart vakıası olarak bildiğimiz tarihimizin kara ve karanlık günü yeniden yâd etmek isteyen küresel güçler ve işbirlikçiler kimlerdir? 31 Mart 2019 mahalli seçimlerinde, 31 Mart vakıası gibi bir çöküş bekleşenler, Türk Devletinin bekası için içeride oluşan ve şahlanan Yeni kapı veya Cumhur ittifak ruhunu öldürmek için çalışan tüm küresel güçler ve işbirlikçilere, bu asil millet tarafından mutlaka  bir Osmanlı tokadı vurulacaktır! Bizden hatırlatması!
 

Hamuş – Bişnev; SUS ve DİNLE!.

Günümüzdeki  sosyal ve siyasi gelişmeler ve olaylar hakkında insanoğlunun en büyük sıkıntısı bazı şeylerin arka planını  alenen görmesi gerektiğidir! İnsan denen varlık somut olarak görmediğine kesinlikle iman etmiyor! Gaibe iman etmenin yüceliği ve  büyüklüğe de buradan gelmektedir! İman başkaca nedir ki?

Sadece gördüğüne iman etmek hakiki manada iman olur mu?! Tüm peygamberlerin yaşadığı sıkıntı ve sorun zaten  bu değil midir?! Yeni bilgi ve yeni duruma alışmak ve kabullenmek tabii ki  insan için çok zor bir şeydir! Yeni bilgi geldiği zaman bazıları  konum ve makam olarak otomatikman gözden düşecek ve kaybedecektir! Yeni bilgiyi kabullenmek ise insan için çok ağır bir imtihandır!

Onun için  yeni bilgi ve yeni duruma insanoğlu her daim direnmiştir! Direndikçe de hata yapmıştır!  Çünkü direnmek imanı bir zaaftır! İnsanoğlu ne diyordu?! Hani bize bir mucize getirseydin?! Hani  senin yardımcın olarak bir melek neden yok?! Hadi bize  gökten bir yemek indir, sonra düşünelim?!

Yani İnsan denen varlık  Aklını hiç  kullanmıyor! Kendisine verilmiş ve yüklenmiş bulunan tüm basiret, feraset, fehim ve akıl denen melekeleri  kullanamıyor!

Hz. Peygamber; Müminin ferasetinden sakının derken, acaba ne demek istiyordu! Çevresindeki olaylara ve gelişmelere feraset zaviyesinden bakmak suretiyle hata ve zillete  düşmemiş oluyordu! Aksi halde  insanların büyük bir kısmı sürekli  ve hüsrandadır! Veya insanların çoğu zaten  ziyandadır, buyrulmaktadır! Neden?

İnsanoğlu çevresindeki tüm  gelişmeleri görebilmesi, akledebilmesi, okuyabilmesi, anlayabilmesi, anlamlandırabilmesi, yorumlayabilmesi ve  ona göre bir düşünce, bir duruş ve bir davranış sergileyebilmesi için öncelikli olarak biraz susmasını ve dinlemesini de bilmesi gerekir!

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, biz insanlara konuşmak için bir ağız ve  dinlemek  için de iki kulak verdik, şeklinde ikazlarda bulunulmaktadır! Neden?!

Hz. Mevlana der ki; Şekil ve suret aşıkları, “Bal bulurum!” ümidiyle ayran çanağına düşen sinek gibi şekle, surete, görünüşe kapılmışlardır! Tüm bunların bugün yaşadıklarımızla ve özellikle de siyasi gelişmelerle ne alakası var dediğinize duyar gibiyim! Ak saçlı ihtiyar dostum; Hamuş ve Bişnev, dedi ve  gözlerden kayboldu..

Hamuş!.. Dedi Mevlana kendisine Hamuş!…  Yani Sus!… Sustuğu yerde açıldı kapılar, önüne serildi ışıltılı kelimeler, kalbi duygular… Hamuş dedi sustu Mevlana… Sustu ve kapandı karanlıklara… Karanlıklara Şems doğdu sonra. Baktı, gördü. Adına Aşk dedi… Candan özge candan öte olana… Yaprakta tohumu, damlada okyanusu gördü sonra…

Hamuş demiştim ben de kendime. Sözün bittiği yerde, noktanın konduğu yerde susturmuştum bütün kelimelerimi. Anlatmak yormuştu nazenin bedenimi… Anlaşılamamak ise en çok yüreğimi. Sustuğu yerde anlaşılmaktı belli ki bütün derdi…

Hamuş demiştim ben de kendime. Dün’ü dünde bırakmak adına…”şimdi yeni şeyler söylemek lazım”dı. Aşk! Demiştim sonra Aşk!… Aranan bulunmuştu… Beklenen gelmişti… Aşk vardı ve ötesi çoktan unutulmuştu!…

Hamuş demiştim ben de kendime. Sana da Şems diyecektim belki… Kör kuyulara atılmasaydın bütün karanlığına rağmen görecektin güneşi… Kapattın gözlerini, kestin attın son yanında yeşeren düşlerini… Şems olmak kolay mıydı canı canana teslim etmeden?  Kendinden geçmeden aydınlanır mıydı kör karanlıklar, açılır mıydı kilit vurulmuş kapılar…

Hamuş demiştim ben de kendime. Sonra “ne olursan ol yine gel” demiştim. Önce kendine sonra kendindekine. Kendini bilmekti marifet, kendini bulmaktı meziyet… Dev aynasında değil, boy aynasında seyretmekti asıl kendini keyfiyet…

Sonra “Bişnev!” dedi Mevlana… “Dinle!..”  Sonra “dinle!” demiştim ben de!… Dinle!… Hamuş ol ve dinle!.. Kendin ol dinle!… Tövbe et dinle!… Affet dinle!… Ama dinle!… İlle de dinle!…

Sath-ı müdafaada meşruiyet aramak senin neyine!… Dinle!.. Hataya bedel, günaha kefaret biçmek senin neyine!… Dinle!..Yenilen hakkı hukuku arşına endazeye, kiloya, grama, grata vurmak senin neyine!… Dinle!.. Cüceler dev, ayaklar baş olmuşsa cüceyle boy, devle güç yarışına girmek senin neyine!…

Dinle!.. Akıllar uçmuş, fikirler gitmiş, duygular yerle yeksan olmuşsa, namus, edep haya, en çok da namustan, edepten, hayadan, akıldan fikirden yoksunların eline düşmüşse konuşmak senin neyine!

Sus ve dinle!..  Hamuş (sus) ve Bişnev (dinle).. Yangın yerine bak!.. Ateşten, külden, kordan ne var elinde!.. Pervane değilsen yaklaşma sakın ateşe!… Can’ı Canan’a teslime hazır değilsen “ben Aşk’ım” deme kimseye…

Dinle!.. Biz dile, söze bakmayız. Gönle, hale bakarız, Edep bilenler başkadır, Canı ruhu yanmış aşıklar başka. Aşk şeriatı bütün dinlerden ayrıdır. Aşıkların şeriatı da Allah’tır, mezhebi de.

Eli boş varılmaz varılan yere, boş gelmedim Ya Rab, ben suç getirdim!
Dağlar çekemezken o ağır yükü, sırtımda iki büklüm pek güç getirdim…

BEKA ve İSTİKRAR da Neymiş!.

31 Mart mahalli seçimlerine doğru gün sayarken,  Cumhur İttifakının paydaşları olan, Cumhurbaşkanımız ve AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan,  MHP Lideri Devlet Bahçeli ve bu iki parti üyelerinin sahada yapmış oldukları her hitaplarında bir  Varlık, Yokluk, Beka ve İstikrar vurgusuna şahit olmaktayız! Peki Neden? Türk Devleti ve Türk Milleti olarak Anadolu’da daha Bekamızı halledemedik mi? 15 Temmuz hain darbe kalkışmasından sonra Var olmak ve Beka işini çözemedik mi? Her seçim döneminde bir Beka ve İstikrardır gidiyor!. Ne istikrar ve ne beka imiş arkadaş, şeklindeki dostlarımızın serzeniş ve sitem dolu konuşmalarına şahit olmaktayız; Ekonomi sıkıntıda, Piyasada işler bozuk, Evimize ekmek götüremiyoruz gibi.. Devlet ve Vatanın olmadığı zaman ise hiçbir şey senin olmayacak ve hiçbir şeyi de evine götüremeyeceksin! Ne diyorsun?!  Peki, nedir bu Beka ve İstikrar? Beka, devamlılık, evvelki hal üzere kalma, sonsuzluk, kalıcılık, ölmezlik, daim ve sabit olma hali! Devletin bekası ve devletin varlığı ile doğrudan alakalı ve egemenliğin en hassas çizgilerini belirlemek için kullanılan bir terimdir. Sosyal ve kültürel yozlaşma, çevresel kirlenme, ahlaki çöküntü gibi konular asla devletin bekasına zarar vermesi beklenmeyen olaylar olarak algılanmaktadır. İstikrar ise; Arapça karar kökünden gelmekte ve kararlı olma, olduğu yerde durma, durmak, karar kılmak ve karar manalarına gelir!

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasında,  içerideki kullanışlı aparatları,  yani tipleri bizden fakat çipleri ve formatları kendi ellerindeki bizden görünümler üzerinden Batı cephesinden gelen küresel ve emperyalist güçler,  boş durmamaktadır! Neden? Dünyanın yeni  sıklet merkezi Türkiye olduğu için olabilir mi? Türk Devletini yanına alan bir küresel güç, önümüzdeki yüz yılda dünyanın yeni hegemonyal gücü olacağı artık netleşmiştir! Türk Devleti ve Türk Milletini işgal etmeyi veya olmadığı takdirde ise kontrol edilebilir, denetlenebilir ya da söz dinleyen bir duruma gelmesi için bu defa da doğu cephemizden gelmek için her yol denenmektedir! Nereden çıkardın şimdi bu hayal ürünü şeyleri dediğinizi de duyar gibiyim!  Nasıl bir cevap vermek gerekir diye kara kara düşünürken, Ak saçlı ihtiyar dostum bir Hızır gibi yetişti ve şunları ilave etti! AK Parti’nin yerel seçimlerden başarısızlıkla çıkması durumunda hemen harekete geçmek ya da yaşanacak bir olağanüstülükte seçenek olarak hazır bulunmak için parti içinde ya da yeni bir partide bir arada durmak gerekir şeklinde,  açıklamalarda bulunan eski bir siyasetçi ve devlet adamının sözleri ile bana ve dostuma cevaplarını sıralamıştı! Ak saçlı ihtiyar dostumun cevapları karşısında, diğer dostum ve ben neredeyse küçük dilimizi yutacak gibi olmuştuk! Çünkü hiç beklemediğimiz ve gözlerden kaçırmış olduğumuz, çok büyük hedefler içeren eski bir siyasetçinin beyanatını bizlere hatırlatıverdi!

Geçtiğimiz günlerde, AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, MHP Lideri ile yapmış oldukları görüşmenin akabinde, daha önceden açıklamış oldukları, 31 Mart yerel seçimlerine,  49 ilde ayrı ayrı seçime girme planlarından vazgeçtiklerini ve Cumhur İttifakı tek bir  aday ile bu illerde de seçime girileceğinin kararını kamuoyu ile paylaştılar! Öncelikle ülkemize ve tüm illere hayırlara vesile olmasını dilerim. Bu kararın açıklanması ile birlikte bu illerdeki adaylar ve çevresindeki eş ve dostlarından sitem ve serzeniş dolu konuşmalara da şahit olduk! Nasıl yani derseniz! Bu illerdeki adayların büyük bir çoğunluğu seçim döneminde yapacakları  tüm çalışmalar ve harcamalar için kredi çektiklerini ve çevresindeki eş ve dostlarına da borçlandıklarını sözlerine ekledi! Bu kararın tabanda çok büyük sıkıntılara sebebiyet verebileceğini ve hatta yanlış bir uygulama olduğuna dair ifadelerde bulundu! Tabii ki bu adayların yerine kendimizi de koymak suretiyle bir  insan olarak cevap verememiştim!  Zor dönemlerde Hızır gibi yetişen Ak saçlı ihtiyar dostum, devlet denilen kurum veya belediyeler başkan olunca bu arkadaşların borcuna kefil mi olmuştur! Böyle bir şey nasıl düşünülebilir, nasıl olabilir ve nasıl ifade edilebilir! Bu nasıl bir aymazlıktır! Hem yeni Türkiye, güçlü ve bağısız bir Türkiye’den dem vuracaksınız, hem de eski Türkiye’de olduğu gibi devletin soyulmasına, başkan ve çalışma ekibi  eliyle de hırsızlık yapılmasına göz yumacaksınız ve tüm bunlara da fırsat vereceksiniz, öyle mi, dedi! Doğrusu ne söyleyeceğimizi de bilemedik! Tabii ki doğru ve haklı söze hacı emmin ne desin der, eskiler!

MHP Lideri Devlet Bahçeli, partisinin kuruluşunun 50. yıl dönümü dolayısıyla düzenlenen kutlama programında yapmış olduğu konuşmalarında;  Karanlık gecelere ışık olmak için 50 yıldır mücadele ettik; 50 yıl dirayettir, onurdur, ömürdür, akıldır, sabırdır ve mağduriyettir. 50 yıl vatan sevgisinin kefili ve millet sevgisine karşılık beklemedik. Çünkü bir ülkünün peşinde olanlar tefeci değildir ve biz karşılıksız sevdik. Milleti sınıfları ayıranlara, zümrelere bölenlere, tavır aldık ve cephe açtık. Tarihimizle kavgalı, milletimizle mesafeli, değerlerimizle arası açık sözde aydınlar, sözde siyaset mühendisleri ve çürük demokrasi havarileri için elbette ne söylense beyhudedir. Onlar Türkiye’nin kuyusunu kazmakla meşgul olan köksüzlerdir, onlar değişim çığlığı atarken aslında teslimiyet ve yabancılaşmayı, kelime ve kavram oyunlarıyla öven ve temenni eden ihanet lobisidir, şeklindeki konuşmaları ve vurgularının, 31 Mart mahalli seçim öncesinde, Anadolu topraklarındaki ihanet şebekeleri ve teslimiyetçi zihniyetlere karşı,  yeniden  Türk Devleti ve Türk Milletinin Anadolu’da bin yıl daha Varlık, Beka ve İstikrarı için  yeniden bir  kez daha akletmek ve tefekkür etmek gerektiğini düşünüyorum!.

Siyaset Kurumu Arınırken!.

Siyaset ve siyasetin içindekiler toplumun aynası ve bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır! Eğer bir toplumda sorun, arıza veya  sıkıntı olduğu zaman, siyaset kurumunda da aksaklık ve yanlışlıkları gözlemekteyiz! Ya da bazen tam tersi olmaktadır! Neden? 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması akabinde toplumda meydana gelen ve şahlanan,  Yerli ve Milli Birlik – Beraberlik ve tam Bağımsızlık  duygusu, siyaset kurumuna da aynen aksetmiştir! Dost meclislerindeki sohbetlerde siyaset kurumunun  kirlendiğinden  sürekli olarak serzeniş ve sitem dolu sohbetlere şahit oluyoruz! Neden? Siyaset kurumu neden kirlenmiştir?! Peki, siyaset kurumundaki kirlenmeyi nasıl temizleyeceğiz? Bu kirlerden nasıl arınacağız? Arınmalı mıyız? Ya da, arınabilir miyiz?! Yoksa böylece gelmiş aynen böyle de devam etmeli midir?
 
Kirlenme kavram olarak aslında bir Gönül ve Kalb  hadisesidir. İnsan, ancak kalben kirlendiği zaman bir kirlenme duygusu içine girer. Elimiz kirlenir, yıkarız, bir daha bir daha yıkarız ve temizlik duygusuna ulaşırız. Elbisemiz kirlenir, ayağımıza çamur bulaşır, başımızdan aşağıya çamur yağar, bunların hepsinden kurtuluş için sadece su ve sabun yeterlidir. Peki, gönül – kalb kiri böyle midir? Gönül – Kalbe zamanla kir kümelenmeleri oluşur! Hz. Mevlana; Göz günah işlemişse, onu su ile yıkayamazsınız! Onun kirini giderecek olan ancak göz yaşıdır, buyurmaktadır!   Kutsal Kitabımız Kuranı Kerimde, Arınan kurtulmuştur, diyor! Nasıl arınmalıyız? Arınmanın Yolu ve yöntemi nedir? Zaten, Kuran Kerim yine bizlere, İnsan ve toplumlarının  kıyameti de yoğun kirlenmenin akabinde geldiği noktasında, ikaz ve uyarılarda bulunmaktadır! Tüm insanlık fert fert; Akledelim, Tefekkür ve Tezekkür edelim diye! Peki siyaset kurumu ve siyasetçiler kirlendiği zaman neler yapmalıyız?
 
Cumhurbaşkanımız ve AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Aday belirleme sürecinde yaşananlar geçmişte kalmıştır! Eğer benim istediğim olursa ‘Eyvallah’, olmazsa ‘Yallah’ derseniz, kusura bakmayın, bu AK Partili olmak değildir! Onlar hep gölgelediler, hep lekelediler ve onlarla da yol yürüyemedik. Onlar yol ve dava arkadaşı olmadılar, yolda bıraktılar! Yola çıktık, milletvekili oldular, belediye başkanı oldular ve  bakan oldular! Trenden inenler bir daha zaten bu trene binemediler ve binemeyecekler. Sadakatin asıl olduğunu bilmeyenler trenden düştükleri yerde kalırlar. Artık enerjimizi milletimizin gönlünü kazanmaya vermemiz gerekiyor. Ehliyet ve liyakatte arananlar bellidir. Dava adamlığı  da zaten bunu gerektirir. MHP Lideri Devlet Bahçeli de; MHP, 4 Mayıs 2018 tarihinde imza altına alınan Cumhur İttifak Protokolü’ne sadık ve bağlıdır. Bu ittifak sıradan bir birliktelik ve siyasi dürtülere teslim olmuş bir yapı, küçük hesaplara tamah eden kaygan ve kaypak bir ortaklık değildir. Cumhur İttifakının saygınlığını zedeleyecek her türlü söz ve davranıştan kaçınılacaktır. Partimizi karalamaya, siyasi tutumunu sulandırmaya ve adaylarımızı yıpratmaya kasten teşebbüs edenler hakkında adli ve hukuki müracaatlar hızlı şekilde gerçekleştirilecektir, ifadelerinin 31 Mart yerel seçimleri ve daha sonraki süreçte yol arkadaşları ve siyaset adamlarının, bölgemiz, ülkemiz ve dünya da kurulmakta olan yeni dünya sistematiği zaviyesinden çok dikkati calip olduğunu düşünüyorum!
 
Yazımızın başlığına tekrar dönecek olursak! Siyaset kurumunun da  bir arınmaya ve temizlenmeye ihtiyacı olduğunu sürekli olarak ifade ediyoruz! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması akabinde, tüm devlet kurum ve kuruluşlarındaki ‘tipi bizden fakat çipleri de küresel ve emperyalist güçlerin elinde bulunanlar’ bir bir tespit edilmekte ve bu kurumlardan gönderilmekte, yani Devlet temizlik operasyonlarına devam etmektedir! Yeterli midir? Bir anda bu işler biter mi? Köklü bir temizlik yapılabilir mi? Tabii ki hayır! Yazılarımızda zaman zaman ifade etiğimiz gibi, Türk Devlet yönetim sistemi ve Devlet Aklı her gün 18 yaşında ki cevvaliyet ve 70 yaşındaki akıl, erdem, irade ve tecrübeye sahiptir! Devleti yönetmeye talip olan, İktidar, ama muhalefet ve muhalefet partilerinde de, 31 Mart mahalli seçimindeki adayların açıklanması ile birlikte, kendilerini aziz devlet ve asil milletin  sahibi olduğunu zanneden  aklı evvel tipler siyaset kurumu ve gemisini terk etmektedir! Neden? Doku uyuşmazlığı mı olmaktadır! Ya da değişen ve değişmekte olan  siyaset kurumundaki yapı bu tipleri kabul etmemekte midir? Eskilerin güzel bir deyişi; Efradını Cami, Ağyarını mani, ifadelerin de olduğu gibi! Bu ifadenin anlamı; Bir şeyin tam ve mükemmel olabilmesi için gerekli, faydalı ve kullanışlı  olan en ufak unsurları içine alması ve barındırması! Bünyesine ve kendisine de gereksiz ve  zararlı  olan en ufak unsurları ise dışarıda bırakması anlamında kullanılan bir sözdür. Alınmaması gerekenleri dışarıda bırakan, alınması gerekli olan her şeyi  ise içine alan, tam ve eksiksiz, anlamındadır.
 
 
 
 
 
 

”OCAK”LAR Sönmeden!..

Dünyamız bugün büyük bir  ekonomik savaş ile karşı karşıya bulunmaktadır! Türk Devleti, Türk milleti ve Türk işletmeleri olarak bu savaştan kaçabilir miyiz?!  Tabii ki hayır! Dünya ile ekonomik olarak entegre olduktan sonra tüm sınırlarımızı kapatacak mıyız! Böyle bir şey realitede mümkün olamayacağına göre!  Küresel ve emperyalist güçler ekonomik güç ile ancak var olabilir! Aksi halde YOKLAR! Ekonomik olarak dünyamızı  da sömürmek için her  yol ve yöntem  taktik olarak tercih edilmektedir! Yüz yıl önce Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamasını fırsat bilen  emperyalist güçler, Osmanlı hinterlandında bulunan yer altı  ve yer üstü tüm  zenginliklere çökmek için birinci dünya savaşını çıkarmaktan çekinmemiştir! Dün  de Afganistan, Irak ve  Libya sudan bahanelerle ekonomisine çökmek için işgal edilmiştir!  Günümüzde ise Suriye  aynı bahanelerle işgal etmek için zemin yoklanmaktadır! Peki, Venezuela’daki  sokak  hareketleri zincirine ne demeli? Halk neden sokaklarda bulunmaktadır?! Dünyanın en büyük petrol ve altın rezervine sahip ülke halkının durumuna bir bakar mısınız? Venezuela halkı, neredeyse günlük insani   acil ihtiyaçlarını  temin edemiyor! Neden?
 
Dünyamız ekonomik olarak yanarken, birey olarak neler yapıyoruz? Yerelde şehrin ekonomik olarak yükünü çeken birkaç firma hakkında ileri geri konuşmak ve bu değerlere zarar vermek için yapmakta olduğumuz hatalara ne denir ki?  Anlamakta zorlanıyorum? Kime faydası olacaktır? Şehrimizdeki sivil toplum kuruluşu başkan ve yöneticilerinin de firmalarımız  hakkında  yalan yanlış bilgilerle zarar vermek için dedi doku yapan kişiler hakkında kanuni işlem başlatacağız tehditleri işe yaramamıştır?! Peki böyle bir açıklamaya gerek var mıdır? İnsan olarak yaptıklarımızın farkında mıyız? Derdimiz nedir? Kime ve neye hizmet ediyoruz? İnsan ve özellikle de mümin olmanın gereği bu mudur? Vahşi doğa da ancak bunları görmekteyiz! İnsan insanın kurdu mudur?! Yoksa, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın, Birilerinin dediği gibi insan insanın kurdu değildir. İnsan insanın ancak kardeşidir, ifadelerinde olduğu gibi!. Kurt olmadığımıza göre, Kardeşliğimizin gereğini yapalım! Böyle bir kriz ile kurumlarımız ümidimiz odur ki, aslına ve özüne dönmesine sebebiyet verecektir! Yani, banka kredisi ile büyümekten, ehliyetsiz ve liyakatsiz yakınları  ile çalışmaktan vazgeçerler! Ne diyorsunuz?!
 
Konya özelinde, bazı kişilerin, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde, firmalarımız hakkında, ileri geri  battı, batıyor, çok borcu varmış ve her gün  işçi çıkarıyormuş şeklindeki konuşmalarının haklılık payı var diyebilir miyiz?  Tabii ki Hayır! Hedefinde  karşıdakine sadece zarar vermenin neresinde haklılık payı olacaktır! Bu kurumlardaki yöneticiler dün ve bugün hata yapmış mıdır? Halen de yapmakta mıdır? Bu hatalar sehven mi, yoksa ihanet çerçevesinde midir? Bilemiyoruz! Ahbap çavuş ilişkileri çerçevesinde kerameti kendinden menkul, egosu şişkin, ehliyetsiz ve liyakatsiz eş, dost ve akrabalar  bu kurumlarda istihdam edilmiş midir?  Halen de istihdam etmeye devam ediliyor mudur? Tabii ki etmişlerdir! Bu kriz ile birlikte sorumluluk makamında oturmakta olan yöneticiler, ders almışlardır?! Öyle bir beklenti içindeyiz! Hayat Müslüman ve Mümin birey için imtihandan ibaret değil midir? Bu firmalardaki yöneticiler hata yapmakta iken bizlerin bu şehrin değerlerini  söylentilerimiz ile  yakıp yıkmalı ve yok mu etmeliyiz? Bizler de imtihan olmuyor muyuz? Çalışan bireyler birkaç aydır maaş alamıyor diye konuşmalarımız ile verdiğimiz  zararın farkında mıyız? Merhum istiklal  marşı şairimizin  çok güzel ifade ettiği gibi; Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak; Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son OCAK! Ocakları söndürmekte olduğumuzun farkında mıyız!  Yanlış yönetimden kaynaklı kurumlar ve firmalarımız sıkıntıya girebilir! Peki, maaş alamayan  bu çalışanlara, eş dost, akraba, komşu,  toplum ve aileler olarak neler yapıyoruz! Bir tekme de biz mi vuruyoruz! Küresel ve emperyalist güçler, ekonomi savaş ile, bu topraklardaki  OCAKLARIMIZI ve  AİLE kurumumuzu  hedef almaktadır! Gerisi zaten çorap söküğü gibi gelecektir! Aman uyanık olalım! Dönüşü olmayan bir yola girebiliriz! Bu topraklarda bizi biz yapan  ancak AİLE kurumu, AİLE Değerleri ve AİLE Bağlarımızdır! Aksi halde Anadolu’da barınamayız! Aksi halde Anadoluyu bize Dar ederler! Aksi halde yüz yıl önce olduğu gibi Anadoluyu KAN gölüne çevirirler!
 
Söz, boş  konuşmak ve dedi doku yapmak hakkında büyüklerimiz ne güzel ikazlarda ve uyarılarda bulunmuşlar! Tabi ki anlayana! Tabii ki idrak edene! Tabi ki hayatının her safhasında yaşayabilen İnsan ve Mümin bireylere!   Hz. Pir Mevlana;  Ben dersin gece gündüz namazla meşgulüm, namaz kılıp duran bir adamım ben, iyi amma a kardeş, sözlerin namaza ait değil ki! Adam olmayanlarla sakın görüşme; yüce bir ersen, başın yücelerdeyse padişahlarla düş kalk!  İnsan elbisesine bürünmüşsün, en güzel, en iyi bir şekle, bir mazhariyete sahipsin, iş böyleyken ne diye tutar da kendini tava gibi karartırsın? Ey padişahlarla düşen kalkan, oturup duran; emrine tâbi, buyruğunu bekler, bunca Arap atları yedeğindeyken ne diye tutar da EŞEĞE binersin, buyurmaktadır!

Sadi Şirazi; Mergaz’lı bir divane, öyle bir söz söyledi ki hayretten dudağını ısırırsın! İnsanların ardından gıybete başlasaydım, işe ilkin annemle başlardım. Zira akıl ve irfan sahibi insanlar, sevabın anaya bağışlanmasının daha hayırlı olduğunu bilirler. Ey güzel huylu dostum! Kaybolan arkadaşın şu iki emaneti, arkadaşlarına haramdır! Biri, bıraktığı malı haksızca yemek, diğeri, ardından gıybet etmek! Yanındayken başkalarını çekiştiren alçak herifin, başkalarının yanındayken seni iyi anacağını sanıyorsan aldanıyorsun! Dünyayla değil de sırf kendisiyle meşgul olan kimse, bence alemin en akıllı kişisidir, şeklinde uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır!  
 
Yusuf Has Hacip de, Başın selametini istiyorsan,  dilini tut, ağzından yakışıksız söz çıkarma! Söz bilerek söylenirse Bilgi sayılır, bilgisizin sözü ise Başını Yer! Söz söylemek faydasız değildir, fakat çok sözden de fayda görmedim! Sen de sözü sırasında ve az söyle!  Lüzumsuz söz yanan ATEŞ  gibidir, onu ağzından çıkarmamalısın,  sonra kendin yanarsın! Dilin söylediği İYİ söz ise AKARSU gibidir, nereye akarsa orada ÇİÇEKLER açar, buyurmaktadır!  

Cumhur, İttifak ve Beka!.

Bugün, bazı kavramları kabaca izah edelim! Millet olarak okumayan ve araştırmayan bir duruma geldik!  Bundan dolayı da çok kolay bir şekilde bir o yana bir bu yana savruluyoruz! Varlık, duruş, karakter ve konumu sağlam olan  bireyi kim, nasıl ve ne şekilde yerinden oynatabilir?! Tabii ki hiçbir şey! Küresel ve emperyalist güçler tarafından yığınlar çok kolay bir şekilde sokak hareketleri ile yönlendirilmektedir. Neden? Dün, Irak, Mısır, Libya, Suriye ve başkaca bölgelerde olduğu gibi! Bugün de Avrupa ve Venezuela’da  yaşananlar gibi! Küresel ve emperyalist akıl, hedefleri ve ulusal çıkarları doğrultusunda her türlü büyük  plan, hesap  ve yüz yıllık oyunu oynamaktan çekinmeyecektir! Dünyanın yönetim sistematiği ve kuralı budur! Anlamadığımız ve taktik strateji geliştiremediğimiz için sorun yaşamaktayız! Millet olarak, okumadığımız için bilim, teknik, sanat ve insanlık  adına hiçbir şey üretemiyoruz! Sadece tüketen bir konuma getirildik! Neden ve niçin?!  İlim Çin’de de olsa, öğrenin, diyen bir dine mensup  ve Peygamberine inanan, Müslüman olduğunu da iddia eden bizlerin haline bakar mısınız! Okumak, araştırmak ve akletmekten ziyade, dedikodu, söylem  ve söylentilerle  ömrümüzü tüketiyoruz! İslam’ın ilk emri de hani oku, diyordu! Kim okuyor?’ Kim araştırıyor?!  Kim yazıyor ve neyi, neden okuyoruz?! Okuduğunu ve  araştırdığını da iddia ve zanneden akademisyen gruba ne demeli, bilemiyorum! Bazı akademisyenler kim ve ne adına, neden ve niçin  yazıyor?  Bilgisi olan var mıdır?!  Vatan, Millet, Sakarya  ve Kızıl Elma  dediğinizi de duyar gibiyim!
 
İbrahim, İbranice, baba anlamına gelen “eb” ve cumhur demek olan “reham” kelimelerinden meydana gelmiştir.  Arapça bir kelime olan cumhur sözlükte, herhangi bir şeyin en büyük kısmı, bir topluluğun çoğunluğu, önde gelenleri,  anlamına gelir. Ebu-l cumhur ise; Cumhurun Babası demektir!  Hz. Peygamber efendimizin Atası Hz. İbrahim aleyhisselamdır! Hz. İbrahim  peygamberin bir diğer vasfı da Halilurrahman olmasıdır! Halil, isminin anlamı ise, hükümdar çocuğu, kaya, demir,  sert demir, dost, sadık, samimi, samimi dost ve  buradaki anlamı ile Allah’ın dostu, şeklinde ifade edebiliriz! Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah Kuranı Kerimde; Gerçekten Allah, Adem’i, Nuh’u, İbrahim ve İmran soyunu alemler üzerine seçkin kıldı.(3/33) Ey Kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Oysa, Tevrat ve İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz? (3/65 ) İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyan, fakat o, Allah’ı bir tanıyan, dosdoğru bir  Mümin ve Müslümandı, asla müşriklerden de değildi. (3/67) Doğrusu onların İbrahim’e en yakın olanı, ona uyanlar, Peygamberler ve iman edenlerdir. Allah da müminlerin dostudur.( 3/68) De ki: Rabbım, beni doğru yola iletti. Dosdoğru dine, Allah’ı birleyen İbrahim’in dinine. O, ortak koşanlardan değildi (6/161 ) İşte bugün sizin dininizi kemale erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamamladım. Sizin için din olarak da İslamı seçtim.( 5/3 ), buyurmaktadır!
 
Cumhur; Çoğunluk, ekseriyet, umumi anlamlarına gelen bir terimdir. Genellikle İslam bilginlerinin büyük bir çoğunluğu ve genel temayülü yansıtmak için, cumhuru ulema terimi kullanılır. Cumhur; halk, topluluk, kalabalık, halk topluluğu,  heyet, takım,  aynı kararı veya hükmü kabul edenler, demektir. Cumhur; Edebiyatta ise Mevlevi ve Bektaşi dergahları dışındaki tekkelerde, tekke de bulunan herkesin iştirak ederek söylediği, topluca okunan ilahilere, makamla veya topluca okunması için yazılmış, dini ve tasavvufi konulu manzumlar denmektedir. Bu yönü ile Cumhur, Dini Tasavvufi Halk Şiirinin nazım türlerinden de  biridir. 
 
Millet;  Çoğunlukla aynı topraklar üzerinde yaşayan, aralarında din, dil, tarih, duygu, ülkü, kültür, örf, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğu ve benzer özellikleri olan topluluk, demektir.  Osmanlı döneminde millet sözcüğü,  bir ırkın mensupları için değil bir dinin mensupları için kullanılırdı. İslam milletinden veya Hristiyan milletinden gibi! Yani, bir Türk ile bir Kürt Müslüman olmaları nedeni ile aynı milletten oluyordu! Dolayısıyla Millet dini bir terimdir. Her dinden olanları bir arada yaşatıp onları idare etmektir.  Cumhur ise o milleti yöneten ulus ve otoritedir. Yani Cumhur, seçilmiş ve yöneten konumundaki  bir ulustur,  bir ırktır!
 
İttifak; Devlet ve  milletlerin, çıkarlarını korumak amacıyla bir araya gelmek demektir! Kavram olarak; anlaşma, uyuşma, bağlaşma, şeklinde de ifade edebiliriz! Uyuşma, birlikte hareket etmek üzere anlaşmak ve  sözleşmek!  Birlikte hareket etmek üzere anlaşmak, bağlaşmak, anlaşma, bağlaşım, birleşmek, birlik ve oy birliği, olarak da izah edebiliriz!
 
Beka, Devamlılık, evvelki hal üzere kalma, sonsuzluk, kalıcılık, ölmezlik, daim ve sabit olma hali! Devletin bekası ve devletin varlığı ile doğrudan alakalı ve egemenliğin en hassas çizgilerini belirlemek için kullanılan bir terimdir. Sosyal ve kültürel yozlaşma, çevresel kirlenme, ahlaki çöküntü gibi konular asla devletin bekasına zarar vermesi beklenmeyen olaylar olarak algılanmaktadır.
 
MHP Lideri Devlet Bahçeli; Yeni 15 Temmuzların yaşanmaması için ön almak zorundayız; bizim meselemiz vatan, millet ve  mili bekadır! Hiçbir başarıya çiçeklerle bezenmiş yollardan gidilmeyecektir! Dava adamı, inanç ve iman adamıdır! Türkiye’nin aciliyet gerektiren sorunları vardır ve doğru siyasetin yapılması da tarihi önemdedir! Halkın yanında olmak doğru tutumdur; çıkarlarımızın akıntısına kapılmadık; Asla taviz vermeyeceğiz, asla vazgeçmeyeceğiz! 31 Mart mahalli seçimleri Türk Devleti ve Türk Milleti için  hayati önem taşımaktadır! Türkiye’nin önünü kesmek isteyenler hazırlık yapıyor! 31 Mart yerel seçimlerinde, Cumhur İttifakı Türkiye’ye tuzak kuranları şaşkına çevirecektir! 31 Mart 2019’da düşman sevindirmeyin ve gevşeklik göstermeyin; Beka uğruna her fedakarlığı yapacağımızı da aklınızdan çıkarmayın! Başaramazsak gök girsin kızıl çıksın, çalışacağız ve ant olsun başaracağız! Zaman milliyetçi ülkücü hareketindir ve zemin ise tüm Türkiyedir! Emperyalist iştah kabarmış, güney sınırlarımızda tehlikeli bir kumar oynanmaktadır, vurgu ve ifadelerinin Cumhur ve İttifak, Millet ve Yönetim, Varlık ve Yokluk, Beka ve Milli, İstikrar ve Seçim kavramları çerçevesinde, yeniden bir  kez daha, fert fert  tefekkür ve tezekkür edilmesi gerektiği kanaatindeyim!