21 Mayıs; Türkiye için;  Yeni bir Milattır!

Ülkemizde ki 16 Nisan Anayasa değişiklik referandum sürecini, sonuçlarını, içerde ve dışımızdaki bazıları hala hazmedemediler. Bir ülkenin iç işleri olan bir Anayasa değişikliği birilerini neden rahatsız etmektedir? Bir ülke kendi geleceği adına yüce meclisten bir kararı geçiriyor ve milletine gidiyor. Ne var bunda? Kimi ve kimleri ne ilgilendiriyor? Sorun bunlar değil tabii ki… Dert ve hedefleri başka…   Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu tarihten itibaren,  devletin ve milletin ali menfaatleri için alacağı veya almayı düşündüğü her bir karar anında bu gün bağırmakta olan güçlerin temsilcilerinin veya işbirlikçilerinin bilgilerine arz ediliyor, onay verirlerse, lütfederlerse daha sonra da kamuoyunun bilgilerine sunuluyordu. Tabii o günler çok gerilerde kaldı, yani köprünün altından çok sular aktı. Yeter artık! Yeter! Söz de karar da bu asil milletin artık! Bu gün yaşamakta olduğumuz tüm sorunlar ve sıkıntılar kabullenemedikleri bu Yeni durumun sancılarıdır. Başka bir şey değil! Bizler anlayamasak da! 100 senede önce de anlayamamıştık! Ta ki Devlet ve millet olarak parça parça edilene kadar!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti;  Gezi süreci ile başlayan, 17 / 25 Aralık krizi ve 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması, operasyonu ile içerideki işbirlikçiler maharetiyle bu asil devlet, millet ve ülkemiz tamamen küresel sisteme teslim edilmeye çalışılmıştır. Devlet ve millet olarak çok büyük bir sıkıntı ve sorulardan kurtulduk; Ne kadar şükretsek azdır.  Arap baharı ile başlayan Afrika’nın kuzeyindeki idarelerin ve sınırlarında ki değişim rüzgârı, Ortadoğu, Kafkaslar ve bölgemizdeki girişiminin bir benzerini de biz bu karanlık hain gecede Devlet ve Millet olarak yaşamıştık.

16 Nisan, Anayasa değişiklik sonuçları ile Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan kurucu ve lideri olduğu partisine üyelik müracaatını yaptılar. 21 Mayıs tarihindeki AK Parti olağanüstü kongresinde de partisinin başına Genel Başkan olarak geçecektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu tarihten itibaren yürütmede yaşamakta olduğu çift başlılık vb. krizleri de artık bertaraf edebilecektir. Siyasi irade ve istikrar ile birlikte ülkemiz ve bölgemizde,  ekonomik ve toplumsal istikrar ve kalkınma da birlikte gelecektir.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan,  21 Mayıs tarihindeki Olağanüstü AK Parti kongresindeki Genel Başkanlık akabinde; Öncelikli, İvedi ve Acil olarak,  tüm genel merkez, tüm il – ilçe teşkilat kademeleri ve belediyedeki etkili ve yetkili makamları işgal eden küresel taşeronlar ve işbirlikçilerden temizlenmesi hızlanacaktır. Bu temizlik operasyonunun tam kapsamlı bir şekilde yapılamadığı ve ağır aksak yürümekte olduğu da kamuoyu tarafından sürekli olarak rahatsızlığı da dillendirilmektedir. Bunun canlı örneğini de 16 Nisan tarihindeki sonuçlarda çok net olarak görmekteyiz; AK Parti teşkilatlarındaki AKP’liler ve kriptoların varlıkları ve yaptıkları çalışmalarını.. 

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan; 21 Mayıs,  AK Parti olağanüstü kongresinden sonra ki diğer bir operasyon ve değişikliği de, halen Başbakan olarak devam etmekte olan Sayın Binali Yıldırım ile istişareleri sonunda, Bakanlar Kurulunda yapabileceği kanaatini taşımaktayım. Dünya ve bölgemiz, 100 yıl önce olduğu gibi emperyalist hedefler doğrultusunda, yeniden bir bölüşüm ve paylaşım için dizayn edilirken, dostumuz ve müttefikimiz olarak kabul ettiğimiz devletlerin; Kapımızdaki vesayet savaşçılarına verdikleri destekler de dikkate alındığında ve sınırlarımızdaki hareketliliklerin de zirveye tırmandığı bir dönemde, yakın çalışma arkadaşlarının,  Güçlü Yürütme Sistemi kapsamında, bakanlık ve etkili makamlara gelebileceklerini de düşünüyorum. Bu asil devletin ve milletin bir dakikasını artık boşa geçirmeye asla tahammülü kalmamıştır; 1990’lı yıllarda izin verdiğimiz ‘ Çevik Güç ‘ ile başımıza örülen çoraplar ve sınırlarımıza neyin – nelerin kurulmaya çalışıldığı da dikkate alınırsa… Küresel sistem ve onların vesayet savaşçılarına karşı, Devlet ve Milet olarak; Verilmesi gereken çok ciddi kararlar ve cevaplar, artık anında ve çok hızlı bir şekilde verilmelidir.  Tüm bu yapılan girişimler, değişiklikler ve çalışmaların, ülkemiz ve bölgemizdeki küresel sistemin planlarına ve üzerimize gelmekte olan büyük sorunlara karşılık; Bir öngörü, bir uzgörü ve tedbirler noktasında ki hazırlıklar olduğu kanaatindeyim.

Yeni  ‘Mimar Sinanlar’ Geliyor!

Mimar Sinan Kadim medeniyetimizin mimari aktörlerinden birisidir. Mimar Sinan’ın eserlerinin teknik  özellikleri günümüz mühendisleri tarafından tam ve net olarak çözümlenememiştir. Bu ülkenin kalkınması ve düzenli mimari, modern ve yaşanabilir kentler inşa edebilmek için yeni Mimar Sinanlara ihtiyacımız vardır. Kopyala yapıştır mantalitesi ve tekniği ile mimari, yapı ve kentleşme sektöründe bir yerlere gelemeyiz. Yaşanabilir şehirler kuramayız. Dünya ile rekabet edemeyiz. Bu asil millet ve devlet kendi öz mimarisine dönmek zorundadır. Bunun öncüleri de bizim tarihimizin tozlu saylarında örnekleri ile doludur. Sadece biraz merak, biraz araştırma – geliştirme ve üniversitelerimizde bu konuda öncülük yapmak gerekmektedir.

Mimar Sinan’ın bir esere başlarken veya daha sonraki süreçlerde yaşadıklarına kabaca bir bakmak gerekir diye düşünüyorum. Mimar Sinan’ın eseri olan Şehzadebaşı Cami’nin 1990’lı yıllarda devam eden restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir inşaat mühendisi, restorasyon sırasında yaşadıkları bir olayı şöyle anlatır;  Cami bahçesini çevreleyen havale duvarında bulunan kapıların üzerindeki kemerleri oluşturan taşlarda yer yer çürümeler vardı. Restorasyon programında bu kemerlerin yenilenmesi de yer alıyordu. Biz inşaat fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşaat edildiğini öğrenmiştik fakat taş kemer inşası ile ilgili pratiğimiz yoktu. Kalıbı yaptık. Sökmeye kemerin kilit taşından başladık. Taşı yerinden çıkardığımızda hayretle iki taşın birleşme noktasında olan silindirik bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık.  Şişenin içinde dürülmüş beyaz bir kâğıt vardı. Şişeyi açıp kâğıda baktık. Osmanlıca bir şeyler yazıyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafından yazılmıştı. Şunları söylüyordu; Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında bu taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum.

Mimar Sinan’ın bir başka ve kendisinin de ustalık eseri diyebileceğimiz iki çok önemli eseri; Mihrimah Sultan’ın adını taşıyan camiler; Üsküdar Mihrimah Camisi (İskele Camisi); Üsküdar iskelesinin karşısındadır. 1547’de Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Caminin kubbesi üç yandan yarım kubbe üstüne oturtulmuştur. Mimar Sinan bu tekniği ilk defa Mihrimah Cami’sinde denemiştir. Avlunun ortasında güzel bir şadırvan vardır. Caminin işlemeli mermer mimberi de güzelliği ile tanınmıştır. Edirnekapı Mihrimah Camisi; Edirnekapı Camisi diye de anılır. Şehrin en yüksek yerlerinden birinde bulunan bu cami 1562–1565 yıllarında yapılmıştır. Kubbe yüksekliği 37 metre olan bu cami Mimar Sinan’ın sanatında yeni bir merhale sayılır.  Mihrimah Sultan Kanuni sultan Süleyman’ın kızıdır ve Mimar Sinan aşk derecesinde çok sevmektedir ve 21 Mart,  Mihrimah Sultan’ın doğum günüdür.  Bu tarihte;  Edirnekapı camiinin tek minaresi ardından tepsi gibi kıpkırmızı ‘GÜNEŞ ‘ batarken, Üsküdar’daki camiinin ardından ise  ‘ AY ‘ doğmaktadır!

Mesleki dernek ve kuruluşlar, üye ve katılımcılarının kişisel bilgi ve becerilerin daha etkin kullanımı, bireylerin bir araya gelerek birbirlerinden güç ve destek almak, sinerji oluşturmak için kurulurlar.  Bireyi,  Topluma ve geleceğe daha iyi hazırlamak adına  “Mimar Sinan Mühendis ve Mimarlar  Derneği” kurulmuştur.  Derneğin diğer kardeş derneklere bakışı ise bir alternatif değil “hayırda yarışan” bir rakip olarak görmesidir.  Derneğin  aynı kulvardaki oluşumlardan farkı ‘mimarlık, mühendislik, kentleşme, teknoloji ve hayat standartlarına’  ilişkin konulara derinlikli, kritik – analitik, felsefi ve entelektüel bakış açısıyla yaklaşmasıdır. Modern toplumlarda takım çalışması ve örgütlü toplum yapısını oluşturabilmiş olan milletler birçok bakımdan diğer milletlere üstünlük sağlamıştır. Nitelikli bir mühendislik kültürüne sahip üyeleri ile 2007 yılında yola çıkan Mimar Sinan  Mühendis ve Mimarlar Derneği;  Şehrimizde ve 79 ilde temsilciliği bulunmaktadır.

Mimar Sinan  Mühendis ve Mimarlar Derneği bünyesindeki  ‘Mühendishane ’de’  Yeni yetişecek günümüz Mimar Sinanlarına; Mimar Sinan Ekolünde Bir Mühendis,  Fütüvvet geleneği ve Kadim medeniyet tasavvuruna sahip olunmasını..   Dünyada olup bitenleri kritik –  analitik süzgeçten geçirerek değerlendirebilme kabiliyetine haiz olmasını..  Aslına ve nesline karşı kendini sorumlu hisseden, çağın gerektirdiği entelektüel bilgiye sahip ve sosyal yönünün  güçlü olmasını..  Teknoloji ile barışık ve girişimci düşünceye, Sağlıklı, kaliteli hayata ve çalışma prensibine sahip.. İş süreçlerini ve stratejilerini bilen,  Kişisel kariyer planını yapmış, yaşanabilir kentler ve toplumlar inşa edebilmek için iş hayatına hazır,  mesleğinin erbabı  Yeni Mühendis ve  Mimar Sinanlar yetiştirmek için çalışmalar ve projeler geliştirmektedir.

‘Çiçek İhraç’  Eden Konya!

Ülkemizdeki kesme çiçek üretimine kabaca bir baktığımızda, Dünya üretim ve pazarlamasının çok gerilerde olduğunu görmekteyiz. Dünya genelinde kesme çiçek ihracatı, 8  – 10 milyar dolar civarındadır. Bu rakamın % 70’lik bir kısmını ise Avrupa ülkeleri tarafından karşılanmaktadır.  Geri kalan % 30’luk kısmını ise dünya devletleri arasında paylaşılmaktadır. Ülkemizin bu oranda ki payı ise çok aşağılardadır. Son yıllarda kesme çiçek sektörüne ülkesini seven ve risk alan bazı iş adamlarımız tarafından yatırımlar yapılmaktadır. Bu yatırımcı iş adamlarımızı ne kadar tebrik etsek azdır. Yatırım ve ticaret bir risk alma işidir. Bu riski alabilen bu ülke ve millet sevdalısı iş adamlarımıza teşekkürlerimi sunarım.

2011 verileri ile Dünya Çiçek üretimi yapan devletlere kabaca bir baktığımızda; Asya;  Asya ülkeleri Dünya kesme çiçek üretim alanlarının % 64’üne sahip olup; en önemli üreticileri Çin ve Hindistan’dır. Çin, dünya kesme çiçek üretim alanlarının % 54’üne sahiptir; tek başına dünya üretiminin % 11’ini karşılamaktadır.   Avrupa;  Avrupa Birliği, dünya üzerinde hektar (ha) başına verimliliğin en fazla olduğu bölgedir. Avrupa Birliği ülkeleri, dünya kesme çiçek üretim alanlarının % 11’ine sahip olup; dünya üretim değeri içerisinde  % 38’lik bir paya sahiptir. En önemli üretici ülkeler; Hollanda, İtalya, Almanya, Birleşik Krallık ve İspanya’dır. Orta Amerika; Meksika, Kolombiya, Ekvator; Güney Amerika’da ise Brezilya önemli üretici ülkelerdir. Bu ülkelerin iklim şartlarının elverişli olması, arazi ve işçilik maliyetlerinin düşük olması gibi üretim avantajları bulunmaktadır. Afrika; Ülkelerinde ekonominin tarıma dayalı olması, uygun iklim koşulları ve ucuz işçilik gibi avantajlar süs bitkileri üretiminin gelişmesine neden olmuştur. Afrika’da; Kenya, Tanzanya, Zimbabve, Uganda, Zambia, Etiyopya gibi ülkeler önemli üreticilerdir. Üretim alanları profesyonel şirketler tarafından işletilmekte olup, yabancı yatırımcıların sahip olduğu büyük ölçekli fidanlıklardan oluşmaktadır. Bu tarlaların yöneticileri genellikle İngiltere, Hollanda, Almanya veya İsrail’den gelen yöneticilerdir.

Türkiye; Ticari anlamda kesme çiçek üretimi,  1940’lı yıllarda İstanbul ve çevresinde başlamıştır. Türkiye süs bitkileri ihracatındaki ana ürün grupları canlı bitkiler, iç ve dış mekân bitkileri,  fideler, fidanlar ve kesme çiçekler, çiçek soğanları, yosunlar ve ağaç dallarıdır. Türkiye’den süs bitkileri ihracatı 20 yıl önce başlamış ve her yıl düzenli gelişim göstermektedir. Türk çiçekleri dünya üzerinde 55’ten fazla ülkeye ihraç edilmektedir. Sektörün sadece ihracat kısmında 25 bin kişi istihdam edilmekte olup, sektördeki dolaylı istihdam ise yaklaşık 300 bin kişidir.

Kesme çiçek ve soğanlı grupta,  Konya genelindeki üretime kabaca bir baktığımızda; Asya Lale firması ön plana çıkmaktadır. Firma;  Konya – Adana yolu 50. km üzerinde İsmil kasabasında 8 bin dekar alan üzerinde, kesme ve soğanlı çiçek yetiştiriciliği için alt yapı oluşturmuştur.  İlk yıl dört farklı çeşit ve renkte üretim yapan şirket,  Çumra Çatal Hüyük ve İsmil kasabasında 2 bin dekar alanda, farklı tür ve çeşitlerde soğanlı, yumrulu ve çiçek üretimi yapmaktadır. Firma;  yıllık 50 milyon / adet lale soğanı üretim kapasitesi ile Türkiye’nin en büyük soğanlı çiçekler üretim alanı ve miktarına sahiptir.

Konya, kesme çiçek ve lale soğanı üretiminde Türkiye’de yeni yeni zikredilmeye başlanmıştır. Bu konuda Asya Lale firmasını ne kadar tebrik etsek azdır; Yapmış olduğu yatırım ve almış olduğu riskler göz ününe alındığında… Firma; Ortadoğu ve Asya bölgesine, kesme ve soğanlı çiçek ihracatında dünya devleri olan Avrupalı firmaların ciddi rakibi olarak öne çıkmaktadır. Kesme çiçek ve soğanlı grubun Avrupa devleri olan ülkeler ve firmalar, şehrimizdeki bu yatırımcı kuruluşu,  mezkûr bölgelerdeki rekabetçi gücü çerçevesinde, çok yakından ve sıkı bir şekilde takip etmekteler.  Asya Lale,  İsmil bölgesinde 2 bin dekar arazide üretim yaptığı LALE ve diğer çiçek tarlalarına; Şehir içi, şehir dışı ve yabancı ülkelerden yılda ortalama 60 – 70 bin arasında bir ziyaretçi akınına da uğramaktadır. Firma sezonunda, 250 çalışanı ile istihdama da katkı sağlamaktadır.

Konya Sanayi;  Otomotiv yan sanayi ve tarım makinaları ihracatı yapmaktan, Çiçek ihraç eden bir şehir neden olmasın ki? Yerel yönetimler ve merkezi hükümetin çiçek sektörüne yatırım yapan iş adamlarımıza, yatırım yaptıkları bölgelerde ki alt yapı – üst yapı destekleri, teşvikler ve yasal konularda destek olunması gerekir mi?  Yerel yöneticilerimiz tarafından reklam ve diğer çalışmalarında ki ‘ Çiçek gibi Konya ‘  ifadeleri, bir kaç yıl sonra  ‘Çiçek İhraç eden Konya’ neden olmasın ki?

 

Bu Satrançta; OYUNCU mu? Yoksa…

Dünyanı yöneten emperyalist devletler ve onların finansörü konumunda ki küresel sitem; Türkiye’mizi de anahtar olarak tanımladıkları Avrasya bölgesini, Ortadoğu’dan başlayan ve Asya ve Orta Asya bölgesine kadar olan Dünyanın en büyük enerji deposu,  en büyük kara ve nüfus parçası,  dünyanın güç savaşında satranç tahtası olarak tanımlamışlardır. Bu satranç tahtasına hâkim olan devlet veya sistem, dünyanın hegemonyal olarak da üstünlüğünü elinde tutmaya ve sürdürmeye de devam eder.  Afganistan ve Irak işgalleri; Bölgemizde ve ülkemizde halen devam etmekte olan asimetrik savaş olarak da ifade ettiğimiz vesayet ve vekâlet savaşları, küresel sistemin tanımladıkları bu satranç tahtasına hâkimiyet kurma girişimlerinin sergilenmesinden başkaca bir şey değildir.

Dünyadaki tüm  olaylar, beş yüz yıl boyunca, bölgesel egemenlik için birbirleriyle dövüşen, küresel iktidar peşindeki Avrasyalı güçler ve halklar tarafından belirlenmiştir. Dünya nüfusunun yaklaşık % 75’i Avrasya’da yaşamaktadır. Hem ekonomik girişimler,  hem de yeraltı zenginlikleri bakımından dünyanın fiziksel zenginliklerinin de büyük bir oranı bu bölgededir.  Avrasya, dünya GSMH ’sının  % 60’ına ve bilinen enerji kaynaklarının dörtte üçüne sahiptir. Avrasya’nın gücü ABD’ninkini gölgede bırakmasına rağmen, Avrasya’da siyasi bütünlük oluşturulamaması nedeniyle, Amerika bu boşluktan yararlanmaktadır. Günümüzde Avrasyalı olmayan bir güç, Avrasya’da öncüdür ve Amerika’nın küresel önceliği doğrudan doğruya Avrasya kıt’asındaki hâkimiyetini ne kadar süreyle ve nasıl bir etkiyle sürdürüleceğine bağlıdır.

Avrasya aynı zamanda dünyanın siyasal olarak en iddialı ve dinamik devletlerinin bulunduğu yerdir. Amerika Birleşik Devletlerinden sonra dünyanın en büyük altı ekonomisi ve en büyük altı silah alıcısı da Avrasya’da bulunmaktadır. Dünyanın biri hariç resmi olarak bilinen tüm nükleer güçleri ve de gizli nükleer güçlerinin tümü Avrasya’da bulunmaktadır. Bölgesel hegemonya ve küresel etki heveslisi olan, dünyanın en kalabalık nüfuslu iki devleti de Avrasyalıdır. Amerikan önceliğinin bütün potansiyel siyasi ve ekonomik meydan okuyucuları Avrasyalıdır. Avrasya üzerinde birden fazla oyuncunun hâkimiyet kurmasından kaynaklı ‘Büyük Satranç Tahtasına’ benzetilmiştir. Fransa, Almanya, Rusya, Çin ve Hindistan büyük ve etkin oyunculardır. İngiltere, Japonya ve Endonezya çok önemli ülkeler olmakla birlikte,  büyük ve etkin bir oyuncu değildir. Ukrayna, Azerbaycan, Güney Kore, Türkiye ve İran kritik olarak önemli jeopolitik mihver rolünü oynarken..  Türkiye ve İran’ın her ikisi de bir ölçüde, sınırlı kapasiteleri dâhilinde aynı zamanda jeostratejik olarak da bu satranç oyununda çok etkindirler.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve millet olarak 2013 yılından bu tarafa yaşadıklarımıza kabaca bir bakar mısınız?  Devletimizin kurulduğu tarihten itibaren,  denetim ve kontrollerinden her çıkışımızda,  sürekli olarak dejavu formatında, aynı şeyleri yaşıyor,  fakat anlamakta, anlamlandırmakta ve aksiyon geliştirmekte gecikiyor veya ıskalıyorduk.  Gezi olayları ile başlayan süreç, küresel sistem ve işbirlikçiler vasıtasıyla 15 Temmuz tarihindeki hain işgal ve teslim operasyonu ile noktalanmak istenmişti. Tüm bu hedefler gerçekleşmeyince de bu asil milletin fertleri arasına fitne ve iç savaş çıkarmak için her türlü girişimde bulunmaktan da geri durmadılar ve durmayacaklar. Bizler Avrasya bölgesinin devlet ve halkları olarak BİR ve BERABER oluncaya kadar. 

Avrasya bölgesini Büyük Satranç tahtası olarak tanımlayan, dünyanın küresel oyuncu devletleri ve küresel emperyalist sistem, bizleri de bu oyunda,  belki sınırlı kapasiteleri ile şöyle veya böyle etkin olabilecek bir devlet ve millet olarak yer vermişlerdi. Ne zaman ki Devlet olarak Avrasya satranç tahtasında yenilebilecek bir taş değil de,  bir oyuncu olarak kendimizi konumlandırmaya başladık; Başımıza gelmedik bela ve musibetler kalmadı. Millet olarak da bu konuyu hiçbir zaman çözümleyemedik. Tüm bu gelişmeler ve cereyan eden olaylar zincirinin sıradan ve olağan şeyler olduğunu zannediyorduk Fakat yaşadıklarımız olağanüstü ve insan havsalasının anlamakta, algılamakta ve yorumlamakta zorluklar yaşadığımız anlar oluyordu. Tüm mesele budur. Son günlerde ve tüm zamanlarda, ülkemizde cereyan eden olaylara bir de bu pencereden bakabilirsek yarınlarımızı kaybetmeyiz; 100 yıl önce kaybettiğimiz gibi… Yarınlarımızı devlet ve millet olarak bölgemizde parça parça ettikleri devletler ve milletler haline gelmekten ve getirilmesine müsaade etmekten kurtarabiliriz.  Türkiye Devleti ve Millet olarak; Kadim Medeniyet ve Devlet geleneğimizle;  Orta doğu ve Avrasya bölgesi ile olan Coğrafi, tarihi, kültürel ve dini bağlarımızla, küresel sitemin Satranç tahtası olarak tanımladıkları AVRASYA bölgesinin YENİLEBİLECEK herhangi bir taşı değil,  gerçek ve asil bir OYUNCUSU olmak zorundayız.  Bütün mesele bundan ibarettir…

Dünya ve Bölgemiz, Yeniden,  Dizayn Edilirken!

16 Nisan Anayasa Değişikliği, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi halk oylaması tüm Türkiye genelinde çok büyük bir olay vb. vuku bulmadan,  sorunsuz bir şekilde tamamlandı.  Millet olarak ne kadar şükretsek azdır. Demokrasi şöleni olarak ifade edilen seçim ve halk oylamasına böyle yüksek bir katılımın olması da çok sevindirici bir durumdur.   Ülke genelinde vatandaşlarımızda oluşan demokrasi bilincinin yüksekliğini de ortaya koymaktadır. Bu süreçte görev yapan tüm emniyet teşkilatımız ve diğer kamu görevlilerine de teşekkürü bir borç bilirim.

Dünyamız neredeyse her 100 yılda bir kaos ve savaşlar ile karşı karşıya kalmaktadır.  Acaba neden? Dünya halkları da hiçbir zaman bu durumu çözümleyemedi? Dünya haklarının suni olarak meydana gelen bu paylaşım ve bölüşüm savaşların arka planını da anlaması ve anlamlandırması da küresel sistemin hiçbir zaman işine gelmedi.  Dünya halklarının uyanması ve dünyada dönen bu arka planları kavraması küresel sistemin hayat damarlarının kesilmesi demektir. Küresel sistem bu durumu çok iyi bildiği için de dünya yığınlarını algı yönetimleri ile hep uyutulmaya devam etmiştir.

Dünyamızda son 200 yılı kabaca bir baktığımızda bölüşüm, paylaşım savaşlarını tamamen bizim coğrafyamızda cereyan etmektedir.  Tüm bunlar nasıl oluyor? Tesadüfî olabilir mi? Yoksa büyük bir güç, başkaca bir üst akıl tüm bunları planlamakta ve bizler bölge halkları olarak da oyunculuk yapmaya,  figüran olmaya devam mı ediyoruz?  Gerçekten de bölgemizde çok büyük oyunlar ve planlar hazırlanmakta ve sergilenmektedir.  Peki, ne zamana kadar?  Bu gidişe ne zaman dur diyebileceğiz? Tüm bu oyunları sadece ve sadece seyretmeye ve bizlere de senaryodaki görevimizi oynatmaya devam edilmesine müsaade edecek miyiz?

16 Nisan Anayasa değişikliği, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi referandumun sonuçları ve sonrasındaki gelişmelere,  yukarıda zikretmeye çalıştığım olaylar zincirinin zaviyeden bakabilmek gerektiğini düşünüyorum.  Dünyanın enerji deposu konumunda olan bölgemiz ve bu bölgenin de anahtarı durumundaki ülkemiz yeniden bir kez daha şekillenirken, dizayn edilirken,  tüm küresel emperyalistlere karşı, ülke ve devlet yönetimi olarak bir ön alma, bir öngörü hazırlığı mı yapılmaktadır? Bilmiyorum, bilemiyorum, fakat  sadece bir vatandaş olarak  sorguluyorum..

Akdeniz havzası ve çevresinde, rezervi tespit edilmiş bilmem şu kadar trilyon dolarlık petrol ve enerjinin bekçiliği ve paylaşımı için Akdeniz sularında bekleşmekte olan yüzlerce savaş gemisi, bölge halklarının menfaati ve bizleri de çok sevdikleri için durmuyor herhalde?  Küresel sistem planlarını ve oyunlarını en az 100 yıllık olarak hazırlamaktadır. Bizler içeride birbirimizle uğraşırken, küresel oyuncular bizim topraklarımızda, bizim hinterlandımızda, bölge halkların anasın ak sütü gibi helal olan yer altı ve yerüstü kaynaklarını hiç etmenin derdindeler.  Bu kısır çekişmelerin ve kavgaların kime faydası olacaktır. 100 yıllardır enerjimizi sürekli olarak içeride tüketmedik mi?  Hala mı akıllanmayacağız? Hala mı oyuna gelmeye devam edeceğiz?  16 Nisan Anayasa değişiklik referandum bitmiştir. Sonuçlar ülkemiz ve bölgemiz için hayırlara vesile olmasını dilerim. Artık kavga ve niza zamanı değildir. Zaman; Millet ve bölge halkları olarak bir ve beraber olmanın tam zamandır. 100 yıl önce olduğu gibi parça parça etmek için kapımızda beklemekte olan küresel emperyalistler ve onların uşakları olan vesayet  – vekalet savaşçılarına fırsat vermeyelim..  Bu asil millet ve bölge halklarının artık ayağa kalma zamanıdır;  Millet ve bölge olarak; Sürünme ve Sömürülme devri artık bitmiştir… 

AK Parti Teşkilatlarına Rağmen mi?

16 Nisan, Anayasa değişikliği halk oylaması vatandaşlarımızın yoğun bir katılımı ile gerçekleşti.  Demokrasinin gereği, tüm vatandaşlarımızın sandığa gitmesi ve demokratik tercihlerini de sandıkta yansıtmalarıdır. 16 Nisan tarihinde yapılan halk oylamasında vatandaşlarımız büyük bir olgunlukla ve özgür bir şekilde demokrasinin gereğini yapmışlardır.  16 Nisan tarihinde ki demokrasi şölenine katılan ve katılamayan 80 milyonun her bir ferdini kucaklar, teşekkürlerimi ve tebriklerimi sunarım.

16 Nisan, Anayasa değişikliği referandum sonuçları, bize şunu da göstermektedir ki bu asil millet kendisini ayrıştıran, hakaret dilini kullanan bir söylem ve yöntemi de kabul etmiyor. Bizim medeniyetimizin göstergeleri de buna asla izin vermiyor. Referandum meydanlarındaki retorik bu asil milletin birliği ve ülke bütünlüğüne de çok büyük zararlar vermektedir. Siyasiler, teşkilatlar ve bireyler olarak tüm 80 milyon,   meydanlardaki retoriği ve söylemleri acilen uzaklaşılmalı ve terk edilmelidir; Milli Birlik, beraberlik ve Yenikapı ruhu adına…  

16 Nisan,  Anayasa değişiklik referandum sonuçları,  tüm AK Parti teşkilatlarına da kendilerini fert fert check etmeleri için bir fırsat vesilesi olmalıdır. 7 Haziran seçimlerine giderken teşkilatlarda karşılaşılan bir rehavet olmuş mudur?  Neden ve nasıl bu sonuçlar hâsıl oldu? Nerelerde hata yapıldı?  Teşkilatlar olarak hatalarımız nelerdir, nasıl böyle bir sonuç ile karşılaştık?  Bu ülkeye sevdalı ve AK partiye gönül vermiş vatanperver bireyleri küstürmüş olabilir miyiz? Bilemeden, farkında olamadan, gönlü ve kalbi kırılan, bu davaya ve ülkesine sevdalı,  insanlarımız var mıdır vb. sorular, sorular ve daha nice sorular…

16 Nisan, Anayasa değişiklik referandum sonuçları ve daha sonra TBMM’den çıkacak olan uyum yasalarının akabinde AK Parti teşkilatlarındaki AKP’liler ve kriptolar acil ve ivedilikle temizlenmelidir. AK Parti teşkilatlarında sadece ve sadece rant için bulunan, ihale için gelen, makam – mevki için koşanlar çok hızlı bir şekilde ayıklanmalıdır. AK Parti teşkilatları, bu ülkeye sevdalı, vatanı – milleti için her daim koşabilecek,  meccanen çalışabilecek bireylerin önünü kesen, partiye gelmelerine dahi engel olan kriptolar ve AKP’lilerden mümkün olduğu kadar acil bir şekilde korunmalıdır. AK Parti teşkilatları, 16 Nisan Anayasa değişiklik referandumda 50’den fazla ilimizde meydan toplantıları yapan, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan kadar bu Anayasa değişiklik ve Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine inanmamış, koşturmamış ve çalışmamıştır.

16 Nisan, Anayasa değişiklik referandum sonuçları göstermektedir ki bu asil millet Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı samimiyeti, hasbiliği ve dik duruşundan dolayı çok sevmektedir; Ama gerçekten de çok sevmektedir. AK Parti teşkilatları da bu sermayeyi sadece tüketmektedir. 16 Nisan Anayasa değişiklik referandum sonuçları ile bu asil millet 15 Temmuz gecesi tüm vatandaşlarımızı meydanlara davette olduğu gibi bir ve beraber olmak istemektedir; Tüm küresel plan ve oyunlara rağmen.  16 Nisan’da 80 milyon; Bu ülkeyi ve bu asil milleti parçalamaya, tüm farklıkların arasına fitne sokmaya ve iç savaş çıkarmak isteyen tüm güçlere de mesajını net olarak vermiştir; Sadece bir ve beraber olarak.

16 Nisan Anayasa değişiklik referandum sonuçlarını 80 milyonun her bir ferdi tekrar tekrar okunmalı, anlamalı ve anlamlandırmalıyız; 15 Temmuz kalkışmasını yaşamış ve daha önceden de vuku bulan kardeşi kardeşe vurduran aynı silahlı günleri,  darbeleri ve muhtıraları bir daha yaşamamak adına…  Aklımızı başımıza almamız, feraset ve basiretle bu ülkenin bütünlüğüne ve bu asil milletinde birliğine, beraberliğine halel getirmek isteyen tüm şer odaklarına karşı daha fazla uyanık olmak, daha fazla birlik olmak, daha fazla kardeş olmak ve daha fazlası ile 80 milyon olarak hep birlikte TÜRKİYE  olabilmek dileklerimle…

 

Bu ÜLKE Hepimizin!

16 Nisan tarihinde yapılacak olan, Cumhurbaşkanlığı hükumet ve yürütme sistemi, Anayasa değişiklik referandum oylamasına saatler kaldı. AK Parti ve MHP teşkilatlarının,  mahalle temsilcilerinden genel başkanına kadar tüm parti mensuplarının bu süreçteki çalışmalarından dolayı tebriklerimi sunarım.  Anayasa değişiklik referandum sürecinde; eşinden,  işinden,  çocuklarından ve mesaisinden zaman ayırmak suretiyle kapı kapı dolaşmakla çalışmalara katılan tüm teşkilat mensuplarına da teşekkürlerimi sunarım.  Parti teşkilatları ve sivil toplum kuruluşlarında mesai harcamak ve çalışabilmek, sadece ve sadece bir gönül işidir.

Demokrasi; Vatandaşların yönetim sisteminde rol aldığı bir hükumet ve yönetim şeklidir. Vatandaşlar doğrudan ya da temsilciler vasıtasıyla hükumet ve yönetimde yer alabilirler. Vatandaşların egemenliği temeline dayanan yönetim biçimine demokratik yönetim olarak ifade edilir. Demokrasi; Vatandaşların kendi kendisini yönetmesi sistemine dayanan bir yönetim şeklidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhuriyet yönetim sistemi ile birlikte demokrasiyi benimsemiş bir demokratik, sosyal bir hukuk devletidir.  Demokrasi de vatandaş kendini yönetecek kişileri belli bir süre için seçer.

16 Nisan tarihinde vatandaşlarımız tarafından oylanacak olan Anayasa değişikliği ile güçlü bir yürütme, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişin önü açılacaktır. Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduğu tarihten itibaren vesayetçi sistem ve kısa süreli koalisyonlardan çok çektiği için istikrar ve kalkınmasını da tam olarak sağlayamamıştır. Aynı dönemdeki benzer devletler dünyanın ekonomik olarak güçlü devletleri arasında yerini almaktadır. Tabii ki bunu da siyasi ve ekonomik istikrar, güçlü hükümet sistemleri ile realize edebilmişlerdir. 300 yıllık ABD’nin tarihinde 45.  Başkan yeni seçilip işbaşına geçmesine rağmen, 90 yıllık Cumhuriyet tarihimizde 65. Hükümet ile yönetilmeye çalışılmaktadır.

16 Nisan tarihinde oylanacak olan Anayasa değişiklik referandum günü vatandaşlarımız demokratik hakları olan oylarını, tercihlerini yapacaklardır. Vatandaşlarımızın bir kısmı tabii ki ‘Evet’ diyecek, diğer bir kısmı da elbette ki ‘Hayır’ olarak tercihlerini kullanacaklardır. 1000 yıllardır aynı topraklarda birlikte yaşadığımız bu asil milletin evlatlarını oylarından, tercihlerinden dolayı, dışlamak veya düşman – hain ilan etmek,   bu ülke ve bölge mazlum milletlere hiçbir fayda sağlamayacaktır. Sadece bu asil millet, ülkemiz ve bölgemiz üzerinde hesabı olanların ekmeğine sadece yağ sürecek, sadece işlerini, planları ve oyunlarını kolaylaştıracaktır.

27 Mayıs darbesi ile başlayan, 68 olayları, 12 Mart muhtırası, 12 Eylül öncesi yaşananları ve bu milletin evlatları arasına fitne sokma ve iç savaş provalarını saymakla bitiremeyiz. 2013 tarihinden itibaren de bu süreç ve hesaplar artarak devam etmiş ve hızlanmıştır. Gezi olayları, 17 /25 Aralık, sayamadığımız diğer iç ve dış operasyonlar, son olarak 15 Temmuz hain darbe ve işgal denemesiyle de bu asil milletin öz evlatları arasında bir fitne ve bir iç savaş denemesi yapılmaya çalışılmıştır. Feraseti güçlü olan asil milletimiz tüm bu oyunları görmüş ve gereken cevapları tüm meydanlarda, tüm mecralarda vermekten hiçbir zaman çekinmemiştir.

16 Nisan Anayasa değişiklik referandum sürecinde demokratik haklarını kullanacak olan vatandaşlarımız arasında hain, düşman vb. nitelemeler ile ‘Yenikapı’da’ oluşan, birlik – beraberlik ve kardeşlik ruhu zedelenmeye,  yıpratılmaya çalışılmaktadır. Yenikapı’daki bu asil milletin güçlü birlik ve beraberliğinden korkanlar başkaca bir operasyon ile hedeflerine ulaşmaya mı çalışmaktalar? 1000 yıllardır bu topraklarda beraber yaşamakta olduğumuz tüm farklılıklarımızla, bu asil milletin evlatları tekrar birbirlerine kırdırılmaya mı çalışılmaktadır? Vatandaşlarımızın demokratik oylarına ve tercihlerine sadece saygı duymak gerekir.  Aksini düşünmek dahi bu ülke üzerinde hesabı olanlara yönelik bir destek ve faydadan başka bir işe yaramayacaktır. Yeni kapıdaki bu güçlü birliktelik ruhu, bu millet, bu ülke ve bu bölgede hesabı olan içerideki tüm işbirlikçiler ve tüm küresel sistemin, sadece işlerini ve hesabını zorlaştırmaktadır. Biraz daha dikkat… Biraz daha feraset… Biraz daha uyanık olmak… Biraz daha millet olarak bir birimize kenetlenebilmek dileklerimle…

SÜ’nün 42. Kuruluş Yılı!

Geçtiğimiz günlerde, Selçuk Üniversitesinin 42. Kuruluş yılı etkinlikleri töreni, Konya protokolü ve akademisyen hocalarımızın katılımları ile kutlandı. SÜ rektörü Prof. Dr. Mustafa Şahin hocamın şahsında, bu güzide kurumda çalışan tüm yöneticiler,  tüm akademisyenler,  tüm idari personel ve tüm öğrencilerimizi tebrik eder, başarılar dilerim. Ben de mezkûr, köklü ve devasa bir yükseköğrenim kurumunun mensubu ve mezunu olmakla ne kadar iftihar etsem azdır.

Selçuk Üniversitesi, 11 Nisan 1975’te yürürlüğe giren, 1873 Sayılı Kanunla öngörülmüş ve bu kanuna istinaden kurulmuştur. 1976 – 1977 eğitim – öğretim yılında, Fen Fakültesi ve Edebiyat Fakültesi olmak üzere 2 fakülte, 7 bölüm, 327 öğrenci ve 2 kadrolu öğretim üyesi ile faaliyete geçen Selçuk Üniversitesi, 1982 yılına kadar, kayda değer bir gelişme gösterememiştir. Selçuk Üniversitesi için atılım yılı 1982’den sonra olmuştur.  Bu dönemde kısa süre de olsa rektörlük görevinde bulunan, rahmetli Erol Güngör hocamızı da rahmetle anmak gerekir.  Selçuk Üniversitesi; Bu gün itibari ile bünyesinde 21 fakülte, 6 enstitü, 6 yüksekokul, 22 meslek yüksekokulu, 1 devlet konservatuarı, 3 binin üzerinde akademisyeni, 5 bin idari personeli ve 90.000’i aşkın öğrencisi ile Türkiye’nin en büyük yükseköğrenim kuruları arasında yer almaktadır.

SÜ 42. kuruluş yılı etkinlikleri kutlama töreni için Kurumsal İletişim biriminde bulunan dostlarımız, basından seçme arkadaşlarımız ile iletişimi geçmeyi kendilerine uygun görmüşler. Demek ki böyle bir etkinliği, yerel ve ulusal basında, haber değeri olarak çok fazla önemli görmemişler? Diğer basın kuruluşları ve yöneticilerine de sadece toplu bir mail veya davetiye göndermeyi kendilerine münasip görmüşler. Kurumsal İletişim departman çalışanları, hem de yüksek öğrenim kurumunun, basın kuruluşları arasında seçim yapmamalıdır. Böyle bir etkinlik için mümkün olduğu kadar tüm basın kuruluşları ile birebir iletişime geçmek en doğru olan İletişim yöntemidir.  Bir vakıf veya derneğimiz, küçük bir etkinlik yapmayı planladığı zaman, şehrimizde bulunan tüm basın kuruluşlarında çalışan dostlarımız arasından seçim yapmaksızın tümü ile acaba neden iletişim kurarlar ki? Yapılan etkinliğe verdikleri değer ve önemden dolayı olsa gerekir. Selçuk Üniversitesinin Kurumsal İletişim departmanında çalışan dostlarımız 42. kuruluş yılı gibi bir etkinliği acaba hafife mi almışlardır? Basın kuruluşları ile iletişime geçmeyen, geçemeyen bir Kurumsal İletişimin, Kurumsal İtibar ve iletişim başarısından söz edilebilir mi? İletişimin temeli; Açıklık,  şeffaflık ve güven olduğunu, Kurumsal İletişim departmanında çalışan dostlarımız farkında değiller midir? İletişimin bir diğer özelliği de farkındalık yaratmak değil midir? SÜ’nün 42.  kuruluş yılı etkinliklerini, yerel ve ulusal basında, böyle bir iletişim yönetimi ile mi farkındalık oluşturacaksınız?

SÜ 42. yılı kuruluş etkinliklerinde bulunan, protokol ve katılımcılara da kabaca bir bakmak gerekir diye düşünüyorum. 42 yıllık bir yükseköğrenim kurumundan mezun olmuş, bir yerlere gelmiş, bir devlet bakanı,  bir genel müdürü vb. yok mudur? Bu kişiler özel olarak davet edilmiş midir? Yoksa davet etmiş olmak için posta ile sadece bir davetiye göndermekle mi yetinilmiştir? Bünyesinde bu gün itibari ile 21 fakülte, 6 enstitü, 6 yüksekokul, 22 meslek yüksekokulu, 1 devlet konservatuarı olan bir eğitim kurumunun, sadece bu kurumların yönetici ve idari kadrolarının salonda bulunmaları ile dolu olması gerekirken, neredeyse boş denecek bir durumda bulunuyordu. Acaba, Kurumsal İletişim, bu kişilere de davetiye gönderirken basın kuruluşlarında olduğu gibi seçici davranmış olabilir mi? Bilemiyorum, sadece bir iletişimci ve gazeteci olarak soruyorum…

SÜ 42. yılı kuruluş etkinliklerinde, daha önceden planlandığı şekli ile 3 kişiye de plaket takdimi yapıldı. Böyle bir kurumun Kurumsal İletişim depatmanında çalışan dostlarımız acaba plaket verdikleri protokolün kim olduğunu da mı bilmiyorlar? Laf olsun diye mi bu plaketi hazırladınız? Plaket verdiğiniz davetli protokolün kim olduğundan da mı bizar ve bu işten uzaktasınız? Daha önceki yazılarımda da sürekli olarak vurgulamaya çalıştığım, Kurumsal İletişim, sadece ve sadece  ‘Kurumsal İtibarı’ yönetmektir. Kurumsal İletişim departmanı, Kurumun ve Makamın İTİBARINI Yönetmek ve korumaktan başkaca ÖNEMLİ ve ACİL acaba ne gibi  çok mühim işleri olabilir ki?

 

KOMÜT; Ben de Varım dedi!

Sivil toplum kuruluşları ya da sivil toplum örgütleri; Resmî kurumların dışında kalan ve resmi kurumlardan bağımsız olarak çalışan; Politik, sosyal, kültürel, ekonomik, hukukî ve çevresel amaçları doğrultusunda, lobi çalışmaları, ikna ve eylemlerde bulunan gönüllü kuruluşlardır. Üyelerini ve çalışanlarını gönüllülük usulüyle alan, kâr amacı gütmeyen, gelirlerini de bağışlar ve üyelik ödemeleri ile sağlayan sosyal kuruluşlardır. Sivil toplum örgütleri; Sendika, vakıf, dernek vb. adlar altında faaliyet gösterir. Vakıf ve dernekler topluma yararlı bir hizmet geliştirmek için kurulmuş yasal topluluklardır ve herkese yardım etmek için kurulmuşlardır.

Şehrimizde Konya Valiliği Dernekler masasına kayıtlı 2000’den fazla sivil toplum kuruluşu bulunmaktadır. Her biri kendi sahasında olumlu ve güzel çalışmalar yapmaktadır. Bu ülkeye ve milletimize faydalı olmak ve bir tuğla koymak için emek sarfeden tüm sivil toplum kuruluşlarına, başkan, yöneticilerine ve gönüllülerine de yapmış oldukları çalışmalar için tebrik eder, başarılar dilerim.

Konya İnşaat Müteahhitleri Derneği (KOMÜT),   2012 yılında gönüllü birkaç müteahhit arkadaş tarafından kurulmuştur. Bünyesinde halen 220 adet inşaat sektöründe iştigal etmekte olan müteahhit bulunmaktadır. Konya’mızda en küçüğünden en büyük konut üreticisine kadar 1000’e yakın müteahhit olduğu da sektörde bulunan dostlarımız tarafından ifade edilmektedir. Kentimizdeki müteahhitlerin büyük bir bölümünü çatısı altında bulundurmakla beraber, inşaat sektörü, 200 alt sektöre hitap eden ve yaklaşık 4 bin sektörel kalem malzemeyi kapsayan ülkemizin lokomotif sektörlerinin başında yer almaktadır. İnşaat Sektörü,  istihdama doğrudan çok fazla katkı sağlama yönüyle de ayrı bir öneme sahiptir. Konya Müteahhitler Birliği, sektörde faaliyet gösteren firmaları temsil, sektörle ilgili sorunlarını üst mercilere aktarmak ve çözüm üretme anlamında sektörümüze ciddi katkı sunan bir yapı oluşturmaktadır. KOMÜT (Konya Müteahhitler birliği) sektörde yaşanan sorunlara çözüm üretebilmek ve sektör temsilcilerini kaynaştırmak, yakınlaştırmak ve güç birliği amacıyla kurulmuştur. Aynı zamanda; KOMÜT, kamu ve sivil toplum kuruluşları ile dostluk çalışmaları ve bilgi paylaşımları noktasında da faaliyetlerde bulunmaktadır.

İnşaat sektöründe faaliyet göstermekte olan; Konut üreten, konut alım ve satışına aracılık eden, arsa üreten, yol – kanalizasyon işleri yapan ve zikretmeye çalıştığımız bu sektörlere tedarikçi konumunda bulunan,  firma yetkilisi olan dostlarla, sektörün sorunları hakkında kabaca bir sohbete daldığımızda ise şu sorunlarının olduğundan dem vurmaktalar. Sektörün en büyük sorunları arasında arsa üretimi en başta gelmektedir. Arsa üretimi noktasında kentsel dönüşüm çalışmaları da bu sorunların en başında yer almaktadır.  Kentsel dönüşüm çalışmaları ve arsa üretimi konusunda belediyelerimizin biraz yavaş davranmakta oldukları da ifade edilmektedir. Tüm bu işlemleri, yatırımları ve üretimleri yapan firmalar daha sonra da MEDAŞ ile sorunlar yaşamaktalar. Tüm bu soruların yanında, konut üretimi yapan ve satan firmalarımız ürettiklerini satarken KDV’si %1 iken, satın almakta oldukları tüm malzeme tedariklerinin KDV’sinin %18 olduğu da ayrı bir sorun ve bir gerçektir.

KOMÜT (Konya Müteahhitler Birliği) geçtiğimiz günlerde, dernek başkanlık devir teslim töreni gala programını gerçekleştirildi.  Gala programına, Konya protokolü, KOMÜT üyeleri ve sektörde ki diğer tedarikçi firma yetkililerinin yoğun bir katılımı vardı. Kurulduğu günden bu günlere kadar güzel çalışmalara imza atan tüm eski başkan ve yöneticilere de buradan teşekkürlerimi sunar, başarılar dilerim. KOMÜT (Konya Müteahhitler Birliği) yeni başkanı Şaban Topal ve yönetim kurulu üyelerini de yeni görevlerinde tebrik ederim. İnşaat sektörü ve sektördeki müteahhitlerin, tedarikçilerin yukarıda zikretmeye çalıştığımız sorunlarının çözüme kavuşturulması noktasında,  kamu kurumları ve yetkili mercilerde, yeni başkan ve yöneticilerine biraz daha fazla sorumluluk,  görev, lobi faaliyetleri ve çalışma yüklerinin artacağı kanaati ile Başarılar dilerim.

Tahir Başkan’dan talebimdir! Konya – Bozkır – Akören Boğaz Yolunun Açılması!

2012 yılında yayınlanan ve 31 Mart 2014 yerel seçimlerinden sonra yürürlüğe giren 6360 sayılı Büyük Şehir yasası ile Konya Büyük şehir belediye başkanı Tahir Akyürek ve ekibinin çalışma bölgesi Konya il sınırlarının tamamı olarak belirlenmişti. Bu yasa ile nüfusu 2000’nin altındaki tüzel kişilikleri iptal edilen belediyeleri de bağlı olduğu ilçe belediyesinin mahallesi olarak tanımlanmıştı. Konya Büyük şehir belediyesine bağlı olarak çalışmalarına devam edecek metropol ilçelerle birlikte,  toplam da 31 adet ilçe belediyesi bulunuyordu.

16 Nisan Anayasa değişiklik referandum çalışmaları çerçevesinde; Konya Büyük şehir belediye başkanı Tahir Akyürek ve ekibi de bu süreçte çalışmalarına hız verdi. Her gün bir ilçemizde yatırımı devam eden veya tamamlanan işletmeler, vatandaşlarımızın yoğun katılımları ile hizmet açılışları yapılmaktadır. Daha önceki yazılarımızda vurgulamaya çalıştığımız, hizmet açılışları yapılan ve yatırımları devam etmekte olan tüm bu yatırımlar ve çalışmaları ilçe belediyelerimizin bir hizmet döneminde bitirmeleri ve hizmete açmalarının mümkün olmadığını da ifade etmiştim. Rakamlara tam vukuf olmamakla birlikte, Konya Büyük şehir belediyesi, ilçe belediyelerimize şu ana kadar toplamda 250 milyon TL’nin üzerindeki yatırımlarını tamamlamıştır. Emeği geçen tüm çalışma ekibi ve Konya büyük şehir belediye başkanımız Tahir Akyürek beyi tebrik eder, başarılar dilerim.

Ülkemizde en yaygın olan ulaşım kara yolu türüdür. Yük taşımacılığının % 70’i, yolcu taşımacılığının da %90’ı karayolu ile yapılmaktadır. Ulaşım; Kişi ve eşyanın ekonomik, hızlı ve güvenli bir şekilde bir yerden başka bir yere taşınarak yerlerinin değiştirilmesi şekline tanımlanmaktadır. Ulaşım ekonomik, toplumsal ve kültürel anlamda çok geniş bir etki alanlarına sahiptir. Bir ülkenin özellikle ekonomisinin ve sanayisinin gelişebilmesine direkt etki eden ulaşım sektörünün önemi tüm dünya tarafından kabul edilmektedir. Bugün gelişmiş ülkeler şehirler arası ve uluslararası ulaşımda kara yolları yerine, demir yolu ve hava yolunu tercih etmektedirler.  Ülkemizde, günümüzde,  ulaşım sektöründe çok ciddi sorunlar yaşandığı, çözülemeyen ulaşım problemleri ülke genelinde sanayinin ve ekonominin gelişmesini de olumsuz yönde etkilemektedir. Uluslararası ulaşım ve enerji koridorları üzerinde yer alan Türkiye’nin acilen ulaşım sistemini geliştirmesi de gerekmektedir.

2003 yılında, (TÜBİTAK) önderliğinde hazırlanan, 2023 Türkiye Ulaşım Vizyonunda; Kişi hakları ve refahından ödün vermeden, can güvenliğinin yüzde yüz sağlandığı, çağdaş teknolojiye, uluslararası hukuk ve kurallara uyumlu, çevrenin en üst düzeyde korunduğu bir ortamda, şehirler arası ulaşımın maksimum 1,5 saat, şehir içi ulaşımın da minimum 30 dakikada (yük taşımacılığında bu süreler iki katıdır) sağlanabilmesi, tespit edilmiş ve öngörülmüştür.

Konya – Bozkır arasında Akören üzerinden giden iki yol bulunmaktadır. Akören – Kara Hüyük – Alan – Avdan – Pınarcık – Yol Ören Mahalleleri üzerinden Bozkır’a giden yol. Akören – May (Kaya su) Akkise Mahalleleri üzerinden Bozkır – Ahırlı ve Yalıhüyük ilçelerimize giden diğer yol. Her iki yolda, inişli – çıkışlı – engebeli ve alternatif olarak planlanan ve çalışmalarının büyük bir kısmı bitirilen, diğer yola kıyasla da çok uzun bir yol.

Büyük bir kısım alt yapı çalışmaları ve toprak yol olarak da tamamlanan, vatandaşlarımız tarafından da halen kullanılmakta olan,  daha sonradan başka siyasi nedenlerle yatırım planları ertelenen; Akören Mavi boğaz mevkiinden Bozkır Bağ yurdu Mahallesi (Sofran Köyü) ve 4 ilçemizi ( Akören, Bozkır, Yalıhüyük ve Ahırlı ) daha kolay bir şekilde birbirine bağlayan alternatif bir başka yol. Akören ilçemizin Mavi Boğaz mevkiinden başlayan ve  zikredilen bu alternatif yol bitirildiği takdirde, diğer Bozkır’a ulaşan yolların bir cazibesi de kalmayacaktır;

Ulaşım, mesafe ve diğer avantajlarından dolayı.. Konya merkezde yerleşik olan bu bölge insanımız mezkur dört ilçemize de minimum 70 km. daha kısa mesafe ile kolay bir şekilde  ulaşım sağlamış olacaktır.. Akören ilçemizden başlayan ve Bozkır, Ahırlı, Yalıhüyük merkez ilçe ve mahallelerinde ki vatandaşlarımız açısından da çok verimli ve zahmetsiz bir yol olacaktır. Çıkmaz bir sokak konumunda olan Akören, Ahırlı ve Yalıhüyük ilçelerimizin de bu alternatif yol ile ulaşım açısından ve diğer yatırımlar için de gelişmesinin önü açılabilecektir.

Yukarıda zikretmeye çalıştığım, Konya Büyük şehir belediye başkanı Tahir Akyürek beyin son günlerde bölgeyi ziyaretlerinde de şahit olduğuna inandığım, alternatif olarak planlanan, Akören ilçesi Mavi Boğaz mevkii  – Bozkır arasındaki yolun acil ve ivedilikle hizmete açılması gerekmektedir.

Konya –  Akören arası 53 km’si asfalt olan ve Akören – Bozkır arası alternatif yol olarak planlanan, altyapısı bitmiş, sadece asfalt çalışması yapılması gereken 26 km’yi, Kara yollarının yatırım planlarında bulunmuyorsa, Konya Büyük şehir belediye başkanımız Tahir Akyürek’ten bir bölge insanı olarak tamamlanmasını ve bölge insanımızın hizmetine açılmasını talep ediyorum.

Akören, Bozkır, Ahırlı ve Yalıhüyük ilçelerimizi kolay bir şekilde birbirine bağlayan ve Antalya iline de açılan kapı olacak mezkûr alternatif yol için Tahir Akyürek başkanımdan ismi ile müsemma Büyük Şehir belediyemize yakışır bir şekilde hamilik ve abilik yapmasını, 6360 sayısı Büyük şehir yasası çerçevesinde, talep ediyorum.