AK Parti Teşkilatlarına Rağmen mi?

16 Nisan, Anayasa değişikliği halk oylaması vatandaşlarımızın yoğun bir katılımı ile gerçekleşti.  Demokrasinin gereği, tüm vatandaşlarımızın sandığa gitmesi ve demokratik tercihlerini de sandıkta yansıtmalarıdır. 16 Nisan tarihinde yapılan halk oylamasında vatandaşlarımız büyük bir olgunlukla ve özgür bir şekilde demokrasinin gereğini yapmışlardır.  16 Nisan tarihinde ki demokrasi şölenine katılan ve katılamayan 80 milyonun her bir ferdini kucaklar, teşekkürlerimi ve tebriklerimi sunarım.

16 Nisan, Anayasa değişikliği referandum sonuçları, bize şunu da göstermektedir ki bu asil millet kendisini ayrıştıran, hakaret dilini kullanan bir söylem ve yöntemi de kabul etmiyor. Bizim medeniyetimizin göstergeleri de buna asla izin vermiyor. Referandum meydanlarındaki retorik bu asil milletin birliği ve ülke bütünlüğüne de çok büyük zararlar vermektedir. Siyasiler, teşkilatlar ve bireyler olarak tüm 80 milyon,   meydanlardaki retoriği ve söylemleri acilen uzaklaşılmalı ve terk edilmelidir; Milli Birlik, beraberlik ve Yenikapı ruhu adına…  

16 Nisan,  Anayasa değişiklik referandum sonuçları,  tüm AK Parti teşkilatlarına da kendilerini fert fert check etmeleri için bir fırsat vesilesi olmalıdır. 7 Haziran seçimlerine giderken teşkilatlarda karşılaşılan bir rehavet olmuş mudur?  Neden ve nasıl bu sonuçlar hâsıl oldu? Nerelerde hata yapıldı?  Teşkilatlar olarak hatalarımız nelerdir, nasıl böyle bir sonuç ile karşılaştık?  Bu ülkeye sevdalı ve AK partiye gönül vermiş vatanperver bireyleri küstürmüş olabilir miyiz? Bilemeden, farkında olamadan, gönlü ve kalbi kırılan, bu davaya ve ülkesine sevdalı,  insanlarımız var mıdır vb. sorular, sorular ve daha nice sorular…

16 Nisan, Anayasa değişiklik referandum sonuçları ve daha sonra TBMM’den çıkacak olan uyum yasalarının akabinde AK Parti teşkilatlarındaki AKP’liler ve kriptolar acil ve ivedilikle temizlenmelidir. AK Parti teşkilatlarında sadece ve sadece rant için bulunan, ihale için gelen, makam – mevki için koşanlar çok hızlı bir şekilde ayıklanmalıdır. AK Parti teşkilatları, bu ülkeye sevdalı, vatanı – milleti için her daim koşabilecek,  meccanen çalışabilecek bireylerin önünü kesen, partiye gelmelerine dahi engel olan kriptolar ve AKP’lilerden mümkün olduğu kadar acil bir şekilde korunmalıdır. AK Parti teşkilatları, 16 Nisan Anayasa değişiklik referandumda 50’den fazla ilimizde meydan toplantıları yapan, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan kadar bu Anayasa değişiklik ve Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine inanmamış, koşturmamış ve çalışmamıştır.

16 Nisan, Anayasa değişiklik referandum sonuçları göstermektedir ki bu asil millet Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı samimiyeti, hasbiliği ve dik duruşundan dolayı çok sevmektedir; Ama gerçekten de çok sevmektedir. AK Parti teşkilatları da bu sermayeyi sadece tüketmektedir. 16 Nisan Anayasa değişiklik referandum sonuçları ile bu asil millet 15 Temmuz gecesi tüm vatandaşlarımızı meydanlara davette olduğu gibi bir ve beraber olmak istemektedir; Tüm küresel plan ve oyunlara rağmen.  16 Nisan’da 80 milyon; Bu ülkeyi ve bu asil milleti parçalamaya, tüm farklıkların arasına fitne sokmaya ve iç savaş çıkarmak isteyen tüm güçlere de mesajını net olarak vermiştir; Sadece bir ve beraber olarak.

16 Nisan Anayasa değişiklik referandum sonuçlarını 80 milyonun her bir ferdi tekrar tekrar okunmalı, anlamalı ve anlamlandırmalıyız; 15 Temmuz kalkışmasını yaşamış ve daha önceden de vuku bulan kardeşi kardeşe vurduran aynı silahlı günleri,  darbeleri ve muhtıraları bir daha yaşamamak adına…  Aklımızı başımıza almamız, feraset ve basiretle bu ülkenin bütünlüğüne ve bu asil milletinde birliğine, beraberliğine halel getirmek isteyen tüm şer odaklarına karşı daha fazla uyanık olmak, daha fazla birlik olmak, daha fazla kardeş olmak ve daha fazlası ile 80 milyon olarak hep birlikte TÜRKİYE  olabilmek dileklerimle…

 

Bu ÜLKE Hepimizin!

16 Nisan tarihinde yapılacak olan, Cumhurbaşkanlığı hükumet ve yürütme sistemi, Anayasa değişiklik referandum oylamasına saatler kaldı. AK Parti ve MHP teşkilatlarının,  mahalle temsilcilerinden genel başkanına kadar tüm parti mensuplarının bu süreçteki çalışmalarından dolayı tebriklerimi sunarım.  Anayasa değişiklik referandum sürecinde; eşinden,  işinden,  çocuklarından ve mesaisinden zaman ayırmak suretiyle kapı kapı dolaşmakla çalışmalara katılan tüm teşkilat mensuplarına da teşekkürlerimi sunarım.  Parti teşkilatları ve sivil toplum kuruluşlarında mesai harcamak ve çalışabilmek, sadece ve sadece bir gönül işidir.

Demokrasi; Vatandaşların yönetim sisteminde rol aldığı bir hükumet ve yönetim şeklidir. Vatandaşlar doğrudan ya da temsilciler vasıtasıyla hükumet ve yönetimde yer alabilirler. Vatandaşların egemenliği temeline dayanan yönetim biçimine demokratik yönetim olarak ifade edilir. Demokrasi; Vatandaşların kendi kendisini yönetmesi sistemine dayanan bir yönetim şeklidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhuriyet yönetim sistemi ile birlikte demokrasiyi benimsemiş bir demokratik, sosyal bir hukuk devletidir.  Demokrasi de vatandaş kendini yönetecek kişileri belli bir süre için seçer.

16 Nisan tarihinde vatandaşlarımız tarafından oylanacak olan Anayasa değişikliği ile güçlü bir yürütme, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişin önü açılacaktır. Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduğu tarihten itibaren vesayetçi sistem ve kısa süreli koalisyonlardan çok çektiği için istikrar ve kalkınmasını da tam olarak sağlayamamıştır. Aynı dönemdeki benzer devletler dünyanın ekonomik olarak güçlü devletleri arasında yerini almaktadır. Tabii ki bunu da siyasi ve ekonomik istikrar, güçlü hükümet sistemleri ile realize edebilmişlerdir. 300 yıllık ABD’nin tarihinde 45.  Başkan yeni seçilip işbaşına geçmesine rağmen, 90 yıllık Cumhuriyet tarihimizde 65. Hükümet ile yönetilmeye çalışılmaktadır.

16 Nisan tarihinde oylanacak olan Anayasa değişiklik referandum günü vatandaşlarımız demokratik hakları olan oylarını, tercihlerini yapacaklardır. Vatandaşlarımızın bir kısmı tabii ki ‘Evet’ diyecek, diğer bir kısmı da elbette ki ‘Hayır’ olarak tercihlerini kullanacaklardır. 1000 yıllardır aynı topraklarda birlikte yaşadığımız bu asil milletin evlatlarını oylarından, tercihlerinden dolayı, dışlamak veya düşman – hain ilan etmek,   bu ülke ve bölge mazlum milletlere hiçbir fayda sağlamayacaktır. Sadece bu asil millet, ülkemiz ve bölgemiz üzerinde hesabı olanların ekmeğine sadece yağ sürecek, sadece işlerini, planları ve oyunlarını kolaylaştıracaktır.

27 Mayıs darbesi ile başlayan, 68 olayları, 12 Mart muhtırası, 12 Eylül öncesi yaşananları ve bu milletin evlatları arasına fitne sokma ve iç savaş provalarını saymakla bitiremeyiz. 2013 tarihinden itibaren de bu süreç ve hesaplar artarak devam etmiş ve hızlanmıştır. Gezi olayları, 17 /25 Aralık, sayamadığımız diğer iç ve dış operasyonlar, son olarak 15 Temmuz hain darbe ve işgal denemesiyle de bu asil milletin öz evlatları arasında bir fitne ve bir iç savaş denemesi yapılmaya çalışılmıştır. Feraseti güçlü olan asil milletimiz tüm bu oyunları görmüş ve gereken cevapları tüm meydanlarda, tüm mecralarda vermekten hiçbir zaman çekinmemiştir.

16 Nisan Anayasa değişiklik referandum sürecinde demokratik haklarını kullanacak olan vatandaşlarımız arasında hain, düşman vb. nitelemeler ile ‘Yenikapı’da’ oluşan, birlik – beraberlik ve kardeşlik ruhu zedelenmeye,  yıpratılmaya çalışılmaktadır. Yenikapı’daki bu asil milletin güçlü birlik ve beraberliğinden korkanlar başkaca bir operasyon ile hedeflerine ulaşmaya mı çalışmaktalar? 1000 yıllardır bu topraklarda beraber yaşamakta olduğumuz tüm farklılıklarımızla, bu asil milletin evlatları tekrar birbirlerine kırdırılmaya mı çalışılmaktadır? Vatandaşlarımızın demokratik oylarına ve tercihlerine sadece saygı duymak gerekir.  Aksini düşünmek dahi bu ülke üzerinde hesabı olanlara yönelik bir destek ve faydadan başka bir işe yaramayacaktır. Yeni kapıdaki bu güçlü birliktelik ruhu, bu millet, bu ülke ve bu bölgede hesabı olan içerideki tüm işbirlikçiler ve tüm küresel sistemin, sadece işlerini ve hesabını zorlaştırmaktadır. Biraz daha dikkat… Biraz daha feraset… Biraz daha uyanık olmak… Biraz daha millet olarak bir birimize kenetlenebilmek dileklerimle…

SÜ’nün 42. Kuruluş Yılı!

Geçtiğimiz günlerde, Selçuk Üniversitesinin 42. Kuruluş yılı etkinlikleri töreni, Konya protokolü ve akademisyen hocalarımızın katılımları ile kutlandı. SÜ rektörü Prof. Dr. Mustafa Şahin hocamın şahsında, bu güzide kurumda çalışan tüm yöneticiler,  tüm akademisyenler,  tüm idari personel ve tüm öğrencilerimizi tebrik eder, başarılar dilerim. Ben de mezkûr, köklü ve devasa bir yükseköğrenim kurumunun mensubu ve mezunu olmakla ne kadar iftihar etsem azdır.

Selçuk Üniversitesi, 11 Nisan 1975’te yürürlüğe giren, 1873 Sayılı Kanunla öngörülmüş ve bu kanuna istinaden kurulmuştur. 1976 – 1977 eğitim – öğretim yılında, Fen Fakültesi ve Edebiyat Fakültesi olmak üzere 2 fakülte, 7 bölüm, 327 öğrenci ve 2 kadrolu öğretim üyesi ile faaliyete geçen Selçuk Üniversitesi, 1982 yılına kadar, kayda değer bir gelişme gösterememiştir. Selçuk Üniversitesi için atılım yılı 1982’den sonra olmuştur.  Bu dönemde kısa süre de olsa rektörlük görevinde bulunan, rahmetli Erol Güngör hocamızı da rahmetle anmak gerekir.  Selçuk Üniversitesi; Bu gün itibari ile bünyesinde 21 fakülte, 6 enstitü, 6 yüksekokul, 22 meslek yüksekokulu, 1 devlet konservatuarı, 3 binin üzerinde akademisyeni, 5 bin idari personeli ve 90.000’i aşkın öğrencisi ile Türkiye’nin en büyük yükseköğrenim kuruları arasında yer almaktadır.

SÜ 42. kuruluş yılı etkinlikleri kutlama töreni için Kurumsal İletişim biriminde bulunan dostlarımız, basından seçme arkadaşlarımız ile iletişimi geçmeyi kendilerine uygun görmüşler. Demek ki böyle bir etkinliği, yerel ve ulusal basında, haber değeri olarak çok fazla önemli görmemişler? Diğer basın kuruluşları ve yöneticilerine de sadece toplu bir mail veya davetiye göndermeyi kendilerine münasip görmüşler. Kurumsal İletişim departman çalışanları, hem de yüksek öğrenim kurumunun, basın kuruluşları arasında seçim yapmamalıdır. Böyle bir etkinlik için mümkün olduğu kadar tüm basın kuruluşları ile birebir iletişime geçmek en doğru olan İletişim yöntemidir.  Bir vakıf veya derneğimiz, küçük bir etkinlik yapmayı planladığı zaman, şehrimizde bulunan tüm basın kuruluşlarında çalışan dostlarımız arasından seçim yapmaksızın tümü ile acaba neden iletişim kurarlar ki? Yapılan etkinliğe verdikleri değer ve önemden dolayı olsa gerekir. Selçuk Üniversitesinin Kurumsal İletişim departmanında çalışan dostlarımız 42. kuruluş yılı gibi bir etkinliği acaba hafife mi almışlardır? Basın kuruluşları ile iletişime geçmeyen, geçemeyen bir Kurumsal İletişimin, Kurumsal İtibar ve iletişim başarısından söz edilebilir mi? İletişimin temeli; Açıklık,  şeffaflık ve güven olduğunu, Kurumsal İletişim departmanında çalışan dostlarımız farkında değiller midir? İletişimin bir diğer özelliği de farkındalık yaratmak değil midir? SÜ’nün 42.  kuruluş yılı etkinliklerini, yerel ve ulusal basında, böyle bir iletişim yönetimi ile mi farkındalık oluşturacaksınız?

SÜ 42. yılı kuruluş etkinliklerinde bulunan, protokol ve katılımcılara da kabaca bir bakmak gerekir diye düşünüyorum. 42 yıllık bir yükseköğrenim kurumundan mezun olmuş, bir yerlere gelmiş, bir devlet bakanı,  bir genel müdürü vb. yok mudur? Bu kişiler özel olarak davet edilmiş midir? Yoksa davet etmiş olmak için posta ile sadece bir davetiye göndermekle mi yetinilmiştir? Bünyesinde bu gün itibari ile 21 fakülte, 6 enstitü, 6 yüksekokul, 22 meslek yüksekokulu, 1 devlet konservatuarı olan bir eğitim kurumunun, sadece bu kurumların yönetici ve idari kadrolarının salonda bulunmaları ile dolu olması gerekirken, neredeyse boş denecek bir durumda bulunuyordu. Acaba, Kurumsal İletişim, bu kişilere de davetiye gönderirken basın kuruluşlarında olduğu gibi seçici davranmış olabilir mi? Bilemiyorum, sadece bir iletişimci ve gazeteci olarak soruyorum…

SÜ 42. yılı kuruluş etkinliklerinde, daha önceden planlandığı şekli ile 3 kişiye de plaket takdimi yapıldı. Böyle bir kurumun Kurumsal İletişim depatmanında çalışan dostlarımız acaba plaket verdikleri protokolün kim olduğunu da mı bilmiyorlar? Laf olsun diye mi bu plaketi hazırladınız? Plaket verdiğiniz davetli protokolün kim olduğundan da mı bizar ve bu işten uzaktasınız? Daha önceki yazılarımda da sürekli olarak vurgulamaya çalıştığım, Kurumsal İletişim, sadece ve sadece  ‘Kurumsal İtibarı’ yönetmektir. Kurumsal İletişim departmanı, Kurumun ve Makamın İTİBARINI Yönetmek ve korumaktan başkaca ÖNEMLİ ve ACİL acaba ne gibi  çok mühim işleri olabilir ki?

 

KOMÜT; Ben de Varım dedi!

Sivil toplum kuruluşları ya da sivil toplum örgütleri; Resmî kurumların dışında kalan ve resmi kurumlardan bağımsız olarak çalışan; Politik, sosyal, kültürel, ekonomik, hukukî ve çevresel amaçları doğrultusunda, lobi çalışmaları, ikna ve eylemlerde bulunan gönüllü kuruluşlardır. Üyelerini ve çalışanlarını gönüllülük usulüyle alan, kâr amacı gütmeyen, gelirlerini de bağışlar ve üyelik ödemeleri ile sağlayan sosyal kuruluşlardır. Sivil toplum örgütleri; Sendika, vakıf, dernek vb. adlar altında faaliyet gösterir. Vakıf ve dernekler topluma yararlı bir hizmet geliştirmek için kurulmuş yasal topluluklardır ve herkese yardım etmek için kurulmuşlardır.

Şehrimizde Konya Valiliği Dernekler masasına kayıtlı 2000’den fazla sivil toplum kuruluşu bulunmaktadır. Her biri kendi sahasında olumlu ve güzel çalışmalar yapmaktadır. Bu ülkeye ve milletimize faydalı olmak ve bir tuğla koymak için emek sarfeden tüm sivil toplum kuruluşlarına, başkan, yöneticilerine ve gönüllülerine de yapmış oldukları çalışmalar için tebrik eder, başarılar dilerim.

Konya İnşaat Müteahhitleri Derneği (KOMÜT),   2012 yılında gönüllü birkaç müteahhit arkadaş tarafından kurulmuştur. Bünyesinde halen 220 adet inşaat sektöründe iştigal etmekte olan müteahhit bulunmaktadır. Konya’mızda en küçüğünden en büyük konut üreticisine kadar 1000’e yakın müteahhit olduğu da sektörde bulunan dostlarımız tarafından ifade edilmektedir. Kentimizdeki müteahhitlerin büyük bir bölümünü çatısı altında bulundurmakla beraber, inşaat sektörü, 200 alt sektöre hitap eden ve yaklaşık 4 bin sektörel kalem malzemeyi kapsayan ülkemizin lokomotif sektörlerinin başında yer almaktadır. İnşaat Sektörü,  istihdama doğrudan çok fazla katkı sağlama yönüyle de ayrı bir öneme sahiptir. Konya Müteahhitler Birliği, sektörde faaliyet gösteren firmaları temsil, sektörle ilgili sorunlarını üst mercilere aktarmak ve çözüm üretme anlamında sektörümüze ciddi katkı sunan bir yapı oluşturmaktadır. KOMÜT (Konya Müteahhitler birliği) sektörde yaşanan sorunlara çözüm üretebilmek ve sektör temsilcilerini kaynaştırmak, yakınlaştırmak ve güç birliği amacıyla kurulmuştur. Aynı zamanda; KOMÜT, kamu ve sivil toplum kuruluşları ile dostluk çalışmaları ve bilgi paylaşımları noktasında da faaliyetlerde bulunmaktadır.

İnşaat sektöründe faaliyet göstermekte olan; Konut üreten, konut alım ve satışına aracılık eden, arsa üreten, yol – kanalizasyon işleri yapan ve zikretmeye çalıştığımız bu sektörlere tedarikçi konumunda bulunan,  firma yetkilisi olan dostlarla, sektörün sorunları hakkında kabaca bir sohbete daldığımızda ise şu sorunlarının olduğundan dem vurmaktalar. Sektörün en büyük sorunları arasında arsa üretimi en başta gelmektedir. Arsa üretimi noktasında kentsel dönüşüm çalışmaları da bu sorunların en başında yer almaktadır.  Kentsel dönüşüm çalışmaları ve arsa üretimi konusunda belediyelerimizin biraz yavaş davranmakta oldukları da ifade edilmektedir. Tüm bu işlemleri, yatırımları ve üretimleri yapan firmalar daha sonra da MEDAŞ ile sorunlar yaşamaktalar. Tüm bu soruların yanında, konut üretimi yapan ve satan firmalarımız ürettiklerini satarken KDV’si %1 iken, satın almakta oldukları tüm malzeme tedariklerinin KDV’sinin %18 olduğu da ayrı bir sorun ve bir gerçektir.

KOMÜT (Konya Müteahhitler Birliği) geçtiğimiz günlerde, dernek başkanlık devir teslim töreni gala programını gerçekleştirildi.  Gala programına, Konya protokolü, KOMÜT üyeleri ve sektörde ki diğer tedarikçi firma yetkililerinin yoğun bir katılımı vardı. Kurulduğu günden bu günlere kadar güzel çalışmalara imza atan tüm eski başkan ve yöneticilere de buradan teşekkürlerimi sunar, başarılar dilerim. KOMÜT (Konya Müteahhitler Birliği) yeni başkanı Şaban Topal ve yönetim kurulu üyelerini de yeni görevlerinde tebrik ederim. İnşaat sektörü ve sektördeki müteahhitlerin, tedarikçilerin yukarıda zikretmeye çalıştığımız sorunlarının çözüme kavuşturulması noktasında,  kamu kurumları ve yetkili mercilerde, yeni başkan ve yöneticilerine biraz daha fazla sorumluluk,  görev, lobi faaliyetleri ve çalışma yüklerinin artacağı kanaati ile Başarılar dilerim.

Tahir Başkan’dan talebimdir! Konya – Bozkır – Akören Boğaz Yolunun Açılması!

2012 yılında yayınlanan ve 31 Mart 2014 yerel seçimlerinden sonra yürürlüğe giren 6360 sayılı Büyük Şehir yasası ile Konya Büyük şehir belediye başkanı Tahir Akyürek ve ekibinin çalışma bölgesi Konya il sınırlarının tamamı olarak belirlenmişti. Bu yasa ile nüfusu 2000’nin altındaki tüzel kişilikleri iptal edilen belediyeleri de bağlı olduğu ilçe belediyesinin mahallesi olarak tanımlanmıştı. Konya Büyük şehir belediyesine bağlı olarak çalışmalarına devam edecek metropol ilçelerle birlikte,  toplam da 31 adet ilçe belediyesi bulunuyordu.

16 Nisan Anayasa değişiklik referandum çalışmaları çerçevesinde; Konya Büyük şehir belediye başkanı Tahir Akyürek ve ekibi de bu süreçte çalışmalarına hız verdi. Her gün bir ilçemizde yatırımı devam eden veya tamamlanan işletmeler, vatandaşlarımızın yoğun katılımları ile hizmet açılışları yapılmaktadır. Daha önceki yazılarımızda vurgulamaya çalıştığımız, hizmet açılışları yapılan ve yatırımları devam etmekte olan tüm bu yatırımlar ve çalışmaları ilçe belediyelerimizin bir hizmet döneminde bitirmeleri ve hizmete açmalarının mümkün olmadığını da ifade etmiştim. Rakamlara tam vukuf olmamakla birlikte, Konya Büyük şehir belediyesi, ilçe belediyelerimize şu ana kadar toplamda 250 milyon TL’nin üzerindeki yatırımlarını tamamlamıştır. Emeği geçen tüm çalışma ekibi ve Konya büyük şehir belediye başkanımız Tahir Akyürek beyi tebrik eder, başarılar dilerim.

Ülkemizde en yaygın olan ulaşım kara yolu türüdür. Yük taşımacılığının % 70’i, yolcu taşımacılığının da %90’ı karayolu ile yapılmaktadır. Ulaşım; Kişi ve eşyanın ekonomik, hızlı ve güvenli bir şekilde bir yerden başka bir yere taşınarak yerlerinin değiştirilmesi şekline tanımlanmaktadır. Ulaşım ekonomik, toplumsal ve kültürel anlamda çok geniş bir etki alanlarına sahiptir. Bir ülkenin özellikle ekonomisinin ve sanayisinin gelişebilmesine direkt etki eden ulaşım sektörünün önemi tüm dünya tarafından kabul edilmektedir. Bugün gelişmiş ülkeler şehirler arası ve uluslararası ulaşımda kara yolları yerine, demir yolu ve hava yolunu tercih etmektedirler.  Ülkemizde, günümüzde,  ulaşım sektöründe çok ciddi sorunlar yaşandığı, çözülemeyen ulaşım problemleri ülke genelinde sanayinin ve ekonominin gelişmesini de olumsuz yönde etkilemektedir. Uluslararası ulaşım ve enerji koridorları üzerinde yer alan Türkiye’nin acilen ulaşım sistemini geliştirmesi de gerekmektedir.

2003 yılında, (TÜBİTAK) önderliğinde hazırlanan, 2023 Türkiye Ulaşım Vizyonunda; Kişi hakları ve refahından ödün vermeden, can güvenliğinin yüzde yüz sağlandığı, çağdaş teknolojiye, uluslararası hukuk ve kurallara uyumlu, çevrenin en üst düzeyde korunduğu bir ortamda, şehirler arası ulaşımın maksimum 1,5 saat, şehir içi ulaşımın da minimum 30 dakikada (yük taşımacılığında bu süreler iki katıdır) sağlanabilmesi, tespit edilmiş ve öngörülmüştür.

Konya – Bozkır arasında Akören üzerinden giden iki yol bulunmaktadır. Akören – Kara Hüyük – Alan – Avdan – Pınarcık – Yol Ören Mahalleleri üzerinden Bozkır’a giden yol. Akören – May (Kaya su) Akkise Mahalleleri üzerinden Bozkır – Ahırlı ve Yalıhüyük ilçelerimize giden diğer yol. Her iki yolda, inişli – çıkışlı – engebeli ve alternatif olarak planlanan ve çalışmalarının büyük bir kısmı bitirilen, diğer yola kıyasla da çok uzun bir yol.

Büyük bir kısım alt yapı çalışmaları ve toprak yol olarak da tamamlanan, vatandaşlarımız tarafından da halen kullanılmakta olan,  daha sonradan başka siyasi nedenlerle yatırım planları ertelenen; Akören Mavi boğaz mevkiinden Bozkır Bağ yurdu Mahallesi (Sofran Köyü) ve 4 ilçemizi ( Akören, Bozkır, Yalıhüyük ve Ahırlı ) daha kolay bir şekilde birbirine bağlayan alternatif bir başka yol. Akören ilçemizin Mavi Boğaz mevkiinden başlayan ve  zikredilen bu alternatif yol bitirildiği takdirde, diğer Bozkır’a ulaşan yolların bir cazibesi de kalmayacaktır;

Ulaşım, mesafe ve diğer avantajlarından dolayı.. Konya merkezde yerleşik olan bu bölge insanımız mezkur dört ilçemize de minimum 70 km. daha kısa mesafe ile kolay bir şekilde  ulaşım sağlamış olacaktır.. Akören ilçemizden başlayan ve Bozkır, Ahırlı, Yalıhüyük merkez ilçe ve mahallelerinde ki vatandaşlarımız açısından da çok verimli ve zahmetsiz bir yol olacaktır. Çıkmaz bir sokak konumunda olan Akören, Ahırlı ve Yalıhüyük ilçelerimizin de bu alternatif yol ile ulaşım açısından ve diğer yatırımlar için de gelişmesinin önü açılabilecektir.

Yukarıda zikretmeye çalıştığım, Konya Büyük şehir belediye başkanı Tahir Akyürek beyin son günlerde bölgeyi ziyaretlerinde de şahit olduğuna inandığım, alternatif olarak planlanan, Akören ilçesi Mavi Boğaz mevkii  – Bozkır arasındaki yolun acil ve ivedilikle hizmete açılması gerekmektedir.

Konya –  Akören arası 53 km’si asfalt olan ve Akören – Bozkır arası alternatif yol olarak planlanan, altyapısı bitmiş, sadece asfalt çalışması yapılması gereken 26 km’yi, Kara yollarının yatırım planlarında bulunmuyorsa, Konya Büyük şehir belediye başkanımız Tahir Akyürek’ten bir bölge insanı olarak tamamlanmasını ve bölge insanımızın hizmetine açılmasını talep ediyorum.

Akören, Bozkır, Ahırlı ve Yalıhüyük ilçelerimizi kolay bir şekilde birbirine bağlayan ve Antalya iline de açılan kapı olacak mezkûr alternatif yol için Tahir Akyürek başkanımdan ismi ile müsemma Büyük Şehir belediyemize yakışır bir şekilde hamilik ve abilik yapmasını, 6360 sayısı Büyük şehir yasası çerçevesinde, talep ediyorum.

Eleştiri Kültürünü İçselleştirebilmek!

Eleştiri; Bir kurum veya bir kuruluşun yaptığı işleri, yatırım vb. hakkında, doğru veya yanlış olduğu ile ilgili olarak, bir gazete köşesinde, bir dergide veya günümüzde artan önemi ile sosyal medya üzerinden, olumlu ve yapıcı olarak yapılan bir fikir veya düşünce beyanıdır.   Birey olarak, gezdiğimiz yerlerde, gördüklerimiz ve kamuoyundan aldığımız bilgiler çerçevesinde, kamu idaresi ve kurumlarımızın yapmış olduğu işlerle ilgili olarak, eleştirel yazılar ve haberler de yapıyoruz. Buradaki amaç, sadece kamuoyunun doğru olarak bilgilenmesi ve kurumlarımızın da yapmakta olduğu işler ve yatırımlarla ilgili, kurum körlüğü oluşmaması adına,  bir üçüncü göz olarak, yapılmakta olan işle ilgili bir fikir veya düşünce beyanıdır. Yani eleştiride hedef yapıcı olmaktır; Yıkıcı olmamaktır. Yapıcı olan her bakış açısı ve düşünce, bireylerin,  toplumların ve kurumlarımızın gelişmesine de sebebiyet verir.

Yenilikçi düşünce ortamı, eleştiri kültürünü gerektirir. Eleştirinin olmadığı yerde, yenileşmeden ve rekabetten de söz edilemez. Bu nedenle eleştirel bakış açısı gelişmenin ve geliştirmenin de anahtarı olarak kabul etmeliyiz. Aslında yaratıcılığı ve yeniliği besleyen, eleştirel bakış ve eleştiri kültürünü desteklemek gerekir. Eleştirel düşünce ve ifadeler, gözlem ve bilgiye dayalı, sonuç ve çözüm odaklı olmalıdır.  Yoksa dayanaksız,  bilgi ve belge olmaksızın yapılan eleştirinin yapıcı olmasını beklemek de safdillik olur. Bizim kültürümüz de eleştirinin esası fiile yöneliktir; Fail ile uğraşılmaz. Failin, onuru, haysiyeti ve şahsiyeti kutsaldır. Asıl olan, failin yapmakta olduğu fiile yönelik bir fikir veya düşünce beyanıdır.  Fail ve failin özelliklerine yönelik eleştiriler çoğu kez dedikodu, suçlama, şikayet, saldırı,  dışlama vb. nitelikler taşır ve bunların bizim eleştiri kültürümüzde ve medeniyetimizde yeri ve değeri yoktur.

Eleştiri kültürü öncelikle aileden başlamalı;  Birey eleştiriye açık olmayı öncelikle ailesinden öğrenmelidir. Eğitim kurumlarımız da bu eleştiri altyapısının üstüne ilaveler ve eklemeler yapmalıdır. Eleştiri kültürünün verilmesi gereken en öncelikli kurumlarımızdan birisi de üniversitelerimiz olmalıdır. Birey, eleştiriye açık olmayı, eleştiri kültürünün,  bilimin ve gelişmenin beşiği, yuvası olarak kabul ettiğimiz üniversite kurumlarımızda öğrenmeli ve içselleştirmelidir. Eleştiriye açık olmayan, bir üniversite rektörü, bir fakülte dekanı, bir bölüm başkanı, bir yüksek okul müdürü veya diğer yöneticilerin olduğu bilimin beşiği ve merkezi üniversite eğitim kurumlarımızda,  geleceğimizin teminatı olan gençlerimiz, nasıl eleştiri kültürüne sahip olabilecektir. Eleştiri kültürünü içselleştirmesi gereken bir kurumda bu kavram, bu fiil neredeyse yasaklanmış, yok noktasında kabul edilmiş bir durum ve konumdadır.

Bir İletişimci ve gazeteci duyarlılığı çerçevesinde,  sürekli olarak vatandaşlarımızla ve iş adamı dostlarımızla şehrin genel durumu hakkında sohbet ediyoruz. Sohbetler genellikle de şehri idare edenler ve yapmakta oldukları işlere kadar gelmektedir. Şehri idare edenler tarafından, yapılan işler ve yatırımların yanlış olduğu veya gerçekten de yapılan bu işlerin doğruluğu, hatta gecikmiş bir yatırım veya bir iş olduğu da kamuoyundan sürekli olarak aldığımız geri bildirimlerdir.  Bir gazeteci ve iletişimci olarak bizler de bir kamu işi yapmakta olduğumuzun bilinci ile şehri yönetenlerin yapmış oldukları bu işler ve yatırımları kamuoyunun doğru ve şeffaf olarak bilgilendirmek ve aydınlatmak gibi bir görevimiz çerçevesinde,  bu bilgiler dâhilinde, bir köşe yazısı veya bir haber yapmaktayız. Yazmış olduğumuz bu  eleştirel  haber veya  köşe yazısından kaynaklı, vatandaşlarımız tarafından zannedilmesin ki tebrikler ve teşekküre boğulduğumuzu.. Kurum yöneticileri veya yandaşlarından aldığımız karşıt eleştiriler, hakarete varan ifadeler, kurum yöneticilerinin telefonlarımıza dahi bakmaması, diğer olumsuz davranış ve tutumlar da bu mesleğin bir sadakası olsa gerekir, diye düşünüyorum.

Bizim kültürümüzün ve medeniyetimizin temeli, yapılan iş ve fiille ilgili, olumlu ve yapıcı eleştiridir. Bizim kültürümüzde esas olan fiildir, fail değildir. Hz. Peygamber efendimiz bir iş yapacağı zaman, Ashab-ı Kiram hemen müdahalede bulunurlardı; Efendim, yapacağınız bu işle ilgili, kendi şahsi görüşünüz mü, yoksa bu konu hakkında Sonsuz Kudret Sahibi Hz. Allah’tan bir vahiy geldi mi, şeklinde… Hz. Peygamber efendimiz, şahsi görüşü olduğunu,  konu ile alakalı bir vahiy gelmediğini beyan ettiklerinde ise, Ashabı kiram hemen derler ki; Bu işin bu şekilde yapılması yanlış, şöyle şöyle olursa, yapılırsa daha doğru ve sonuç odaklı olacaktır, diye… Hz. Peygamber de siz kimsiniz, benden daha mı iyi bileceksiniz, ben bir peygamberim vb. ego, afra tafra yapmadan, Ashab-ı Kiramın dediği şekilde o işi yaparlardı. Acaba neden? Bizlere bu güne yönelik olarak bir şeyler mi demek istediler ki?  Günümüzün tüm yönetici, idareci ve başkanlarımıza, Hz. Peygamber efendimizin ve Ashabı kiram arasında, yapılacak olan bir işle ilgili yaşananların örnek ve rehber olabilmesi dileklerimle.

Büyük Şehir Yasasından BÜYÜK Türkiye’ye!

2012 yılında çıkan Büyük şehir yasası ile Türkiye genelinde nüfusu 2.000’nin altında ki tüm belediyeliklerin tüzel kişiliği iptal oldu. Bu belediyeliklerin de bulundukları ilçe hudutları içinde mahalle olarak devam etmesi uygun görülmüştü. Yasa ile nüfusu düşük olmasına rağmen, daha önceden kazanılmış haklar çerçevesinde, ilçelik hakkı bulunan tüm beldelerin de aynen devam etmesi yasa ile kararlaştırılmıştı. Yürürlüğe giren bu yasa ile Türkiye genelinde metropol ilçelerle birlikte tüzel kişiliği halen devam eden 971 ilçe belediyesi bulunmaktadır. Yine bu yasa ile sadece Konya ili sınırları çerçevesinde nüfusu 2.000’nin altında olduğu için belediye tüzel kişiliği düşen en az 200’e yakın belde teşkilatı da bulunmakta idi.  Yürürlüğe giren bu yasa ile belde teşkilatlarının kayıtlı tüm mal varlıkları tamamen büyük şehirlere devredilmiş oldu. Yine bu yasa ile personeller de kamu kurumlarının ihtiyaç durumlarına göre dağıtıldı.

2012 yılında çıkan 6360 sayılı yasayla, Büyük şehir belediye sınırları için yeni kıstaslar getirildi. Bu yasaya göre, Büyük şehir olma koşulu, nüfusun en az 750.000 olmasıdır. Yasa ile 29 büyük şehir belediyesinin mülki sınırları içinde kalan tüm köy ve belediyelerin kamu tüzel kişilikleri kaldırıldı. 29 büyük şehir belediyesinin bulunduğu İl’deki il özel idareleri de bu yasa çerçevesinde kaldırıldı. Mevzuatta İL özel idarelerine yapılan atıflar, bu kanun kapsamında tüzel kişiliği kaldırılan İL özel idareleri için ilgisine göre bakanlıklara, bakanlıkların bağlı veya ilgili kuruluşları ile bunların taşra teşkilatına, hazineye, valiliklere, büyük şehir belediyelerine ve bağlı kuruluşlarına veya ilçe belediyelerine yapılmış sayılacak. 6360 sayılı Yasa ile 3152 Sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’da yapılan değişiklik ile büyük şehir belediyesi bulunan İllerde valiye bağlı olarak ‘Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlıkları’ kuruldu. Kurulan bu başkanlık İl’deki; Kamu kurum ve kuruluşlarının yatırım ve hizmetlerinin etkin olarak yapılması, izlenmesi ve koordinasyonu.. Acil çağrı, afet ve acil yardım hizmetlerinin koordinasyonu ve yürütülmesi.. İl’in tanıtımı, gerektiğinde merkezi idarenin taşrada yapacağı yatırımların yapılması ve koordine edilmesi.. Temsil, tören, ödüllendirme ve protokol hizmetlerinin yürütülmesi.. İl’deki kamu kurum ve kuruluşlarına rehberlik edilmesi ve bunların denetlenmesi gibi görevleri de üstlenecektir.

6360 sayılı yasa çerçevesinde Konya Büyük şehir belediyemize bağlanan, metropol ilçelerimizle birlikte, toplamda 31 adet ilçe belediyesi bulunmaktadır. 31 ilçemizin büyük bir oranının nüfusu 10 binin altındadır. Mezkûr ilçelerimiz yatırım vb. çalışmaları kamudan aldıkları pay ile yapmalarına dahi imkân bulunmamaktadır. Konya Büyük şehir belediyemiz bu ilçelerde; Şehir konakları, parklar, bahçeler, kanalizasyon ve alt yapı yatırımları,  kültür merkezi vb. yatırımlar yapmaktadır. Bu ilçelerimizin zikredilen yatırımları hizmet süreleri olan 5 yıl zarfında yapmaları da imkan dahilinde değildir. Zaten 6360 sayılı yasa çerçevesinde bu ilçe başkanlıkları bulundukları yerlerde neredeyse hiçbir iş yapmamakta, sadece çöp toplamaktadır.  Yine bu yasa ile Konya Büyük şehir belediyesine bağlı olarak KOSKİ ve İtfaiye müdürlüklerinin de bu ilçelerde birer şubesi bulunmaktadır. 16 Nisan Anayasa değişiklik referandum çalışmaları dolayısıyla,  ziyaret etmekte olduğu ve büyük şehir bağlı olan tüm ilçelerimizde, Konya Büyük şehir belediye başkanı Tahir Akyürek,  yatırımları büyük şehir belediyesi tarafından tamamlanan işletmelerin hizmet açılışlarını da yapmaktadır. Geçtiğimiz günlerde; Ahırlı, Yalıhüyük ve Akören ilçelerinde açılışı yapılan hizmetler ve diğer ilçelerdeki yatırımlar bunun canlı örnekleridir. Konya Büyük şehir belediye başkanımız Tahir Akyürek ve ekibine, küçük ilçelerimizdeki yatırımlar, hizmetleri ve çalışmaları için teşekkürlerimi sunar, başarılar dilerim.

2012 yılında yayınlanan ve 31 Mart 2014 yerel seçimleri ile yürürlüğe giren, 6360 sayılı Büyük şehir yasasının başarılı olup olmayacağı noktasında ülkemizde çok büyük tartışmalar yapıldı. Bu tartışmaların büyük bir kısmında da örnek olarak Konya Büyük Şehir belediyesi gösterildi; İl sınırlarının genişliği ve uzaklığı emsal gösterilerek. Bu yasanın başarılı olamayacağı da sürekli olarak vurgulandı. Nüfusu 20 binin altındaki küçük ilçelerimizin,  gelirlerinin yetersizliği ve kamudan aldıkları payların düşük olması sebebiyle, Konya Büyük şehir belediyesi bu ilçelerde gerçekten çok ciddi oranda ve çok güzel yatırımlara imzasını attı. Bu hizmetlerde emeği geçen tüm ekip arkadaşlarını ve Tahir Akyürek başkanı kutlarım; Birilerinin bu yasadan kaynaklı başarısız olması yöndeki beklentilerini ve ümitlerini boşa çıkardıkları için…

Yeni, Güçlü ve Büyük Türkiye’yi kurmak ve Dünya ile her açıdan rekabet edebilmek için yasal düzenlemelerin yanında, yönetimsel noktada bazı değişikliklerin yapılması gerektiğini, buradan tüm yetkililere hatırlatmak isterim; Özellikle de yasa koyuculara… Küçük ilçelerimizdeki belediye başkanları,  siyasi kaygılar ve tekrar başkan seçilebilmek adına belediyenin ihtiyacı olmayan personel ile doldurmaktadır. Ülkemizde tüzel kişiliği bulunan 971 ilçe belediyesi bulunmaktadır ve bunların 369 adedinin nüfusu 20 binin altındadır. Zikrettiğimiz çerçevede bu ilçe başkanlıklarının yatırımlarını yapması, vatandaşlarımıza doğru ve etkin hizmet edebilmesi de mümkün değildir. Nüfusu 20 binin altındaki 369 ilçemizin de yeni bir yasal düzenleme çerçevesinde tüzel kişiliklerinin iptal edilmesi ve büyük şehirlere bağlanması gerekir, diye düşünüyorum; Büyük ve Güçlü Türkiyeyi Yeniden kurabilmek adına… Büyükş ehir yasası çerçevesinde tüzel kişilikleri iptal edilecek olan ilçelerdeki tüm personel kamu kurumlarına dağıtılmak suretiyle de devletimiz büyük bir yükten de kurtulacaktır. Büyük şehir bu ilçelerde birkaç personel ile hizmetlerine daha etkin bir şekilde devam edebilecektir;  31 Mart 2014 tarihinden bu günlere kadar yapılmakta olduğu gibi…

 

Avrupa  Diktatör diyorsa?

Avrupa’nın çok medeni ülkeleri ve liderlerinin Dünya hegemonyaları adına beğenmedikleri bir durum karşısında başvuracakları tek yok ve sistem, o bölgede ve ülkelerde bir zulüm olduğundan veya bir diktatörün varlığından dem vurmaya başlarlar. Tüm Dünya milletlerini de buna inandırmak için her yola başvurmaktan da çekinmezler. Günümüzde yaşadıklarımıza bir de bu pencereden bakmayı tavsiye ederim.

Diktatör, Latince ‘dictatura’ kelimesinden türemiş, yönetimde mutlak güç ve egemenliğin sahibi olan lider anlamına gelmektedir.  Latince ‘emir veren’ manasına gelir. Türk Dil Kurumu’na göre ise diktatör, bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış kimseye denir. Yani diktatörlük, devletinin yönetim şeklinin tek bir kişinin elinde olmasıdır. Diktatörlük bir yönetim şeklidir. Tarihten günümüze pek çok devlette ortaya çıkmıştır. Yönetime bir şekilde gelen liderler (darbe, cunta, vesayet vb.) bu yönetimi güçlendirmek için ellerinden geleni yaparlar ve yıkılmaması için her türlü yolu başvurabilirler.

Diktatörlük, Roma İmparatorluğu’nda ortaya çıkmış bir yönetim şeklidir.  Julius Sezar tarihteki ilk diktatördür. Roma senatosu kendisine Savaş ortamında Cumhuriyeti yönetmesi için görev vermiş ve diktatörlük bu şekilde ortaya çıkmıştır. Çünkü o zamanlar Diktatör, Roma Cumhuriyeti’nde, senatonun belli bir süreliğine tüm yönetim erkini hâkim tutmaya deniyordu.

Diktatörlük çok çeşitli kollara ayrılabilir. Çok sert diktatörler olduğu gibi daha yumuşak düzlemde olanlarda bulunmuştur. İdeolojik anlamda diktatörlük, bulunduğu devlet yönetiminin hiçbir şekilde devrilmemesi ve devletin bu ideoloji yoluyla yönetilmesi şeklinde dizayn edilmiş bir yönetim şeklidir; Nazi Almanya’sı gibi. Çünkü Nazi Almanya’sında ideoloji esas olmuştur. Rus ve Sovyet cumhuriyetlerinde ortaya çıkan diktatörlük ise totaliter diktatörlük vb. Yani devlet düzeninin hiçbir şekilde değiştirilmesi üzerine gerçekleşmiştir. Bu tarz gerçekleşen diktatörlükte özellikle Stalin döneminde muhalif olarak görülen kimseler sürekli idam edilmiş ve sürgüne gönderilmiştir.  Ilımlı diktatörlük ise kendi yönetimini ılımlı şekilde kullanan ve halkın genelde bu yönetimden memnun olduğu diktatörlük şeklidir.  Tito ve Çavuşesku vb. örnekler bu şekilde kayda geçmiştir.

Dünya siyasetinde, son yüzyıla kabaca bir baktığımızda, küresel sistem ve emperyalist devletler, kontrol edemedikleri ve yönetime müdahalede bulunamadıkları ülkelerde sürekli olarak ‘diktatör’ yalanı ile saldırıya geçmişlerdir. Bunun en güzel ve canlı örneği de Sultan Abdülhamit Han’dır. Sultan Abdülhamit Han,  yaşadığı dönemdeki tüm küresel oyuncular ve emperyalistler, bölgemiz üzerindeki parçalama oyunlarını bozma çalışmaları karşısında dünya kamuoyunu aldatmak ve yönlendirmek için ellerinde tuttukları medya desteği ile diktatör olarak yaygara ve iftiralara başlamışladır. İçeriden de işbirlikçiler ve taşeronlar vasıtası ile de Dünya kamuoyu bu yalana inandırılmıştır; Ne zamana kadar? bad-el harab-ül basra; Osmanlı İmparatorluğu parçalandıktan, ülkeleri, hanümanları parça parça olduktan sonra…

Medeni dünya devletleri ve Avrupa’nın liderlerine bakar mısınız; Ülkemizdeki Anayasa değişiklik referandum sürecindeki tutum ve hallerine.. Bu nasıl demokrasi anlayışı ve kültürüdür? Bir ülkenin iç işlerine karışmak? Hem de Seçimlere müdahalede bulunmak? Terör suçundan aranmakta olan, ülkemizin yetkili kurumları tarafından isim listeleri verilenlere karşı da çok munis olmak, kucaklarını açmak, meydanlarını devletimizin bakanlarına açamayanlar, bu örgüt üyelerine açmasını…

Bu gün yaşananlara bakar mısınız?  Halk tarafından seçilmiş ilk Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a karşı; Tüm Dünya, tüm küresel sistem, tüm emperyalistler ve Avrupa’nın medeni ülkeleri, kontrollerinden çıkmaya başlayan ve yönetime müdahalede bulunamadıkları ülkemize karşı bir diktatör yalanı ve iftirasıdır gidiyor. 100 yıllardır sürekli kontrol ettikleri ve yönetime müdahalede bulundukları ülkemiz ellerinden kaymaya başlayınca ne yapacaklarını şaşırdılar. Ellerindeki tek malzeme olan diktatör yalanı ve iftirasına başvurmaktan başka… Suriye, Irak, Mısır, Libya, Yemen, Fas ve Tunus vb. ülkelerini de bu şekilde parçalamadılar mı? Daha bölgemizde parçalamayı ve yutmayı planladıkları kaç ülke ve millet vardır? Adamlar bölgemizdeki 22 ülkenin idari ve siyasi yapılarının değişeceğini sürekli olarak neden vurgulamaktalar?  Avrupalı  tüm devletler ve liderleri, eğer bir ülke ve bir lider için; Diktatör yaygarası, kara propagandası  yapıyorsa bir kez daha, hatta çok kez  defa tefekkür etmek gerekir, diye düşünüyorum. 

Milletin Vekili mi? Yoksa…

Ülkemizde ilkokul mezunu olan 25 yaşını doldurmuş, askerlik ilişkisi bulunmayan, her Türk vatandaşı milletvekili seçilebilmektedir. Milletvekillerinin görevlerini icra ettikleri Türkiye Büyük Millet Meclisinde halen 550 milletvekili bulunmaktadır. 16 Nisan tarihinde yapılacak olan Anayasa değişikliği,  Cumhurbaşkanlığı Hükumet sistemi, referandumda milletvekili sayısı 600 ve seçilme yaşı da 18 olarak belirlenmiştir.

Milletvekilleri seçilmeleri ardından görevlerini icra etmeye başlamadan önce Meclis kürsüsünde; “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma.. Hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma..  Toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim”  şeklinde yemin etmektedir.

Milletvekili Görevleri; Anayasamızda milletvekili görevleri ya da yetkileri diye bir bölüm bulunmamaktadır. Ancak milletvekili görevleri ve yetkileri meclisin görev ve yetkileri bölümünde detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Milletvekillerinin temel vazifeleri ve yetkileri şunlardır;  Kanun koymak, değiştirmek veya kaldırmak. Bakanlar Kurulunu ve Bakanları denetlemek.  Bakanlar Kuruluna belli bazı konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek. Bütçe ve kesin hesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek. Para basılmasına karar vermek. Savaş ilanına karar vermek. Milletler arası antlaşmaların onaylanmasını onaylamak. TBMM’nin üye tam sayısının beşte üçlük çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilanına karar vermek. Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmek.

Yukarıda ana hatlarını çizmeye çalıştığım Milletvekili kimdir ve milleti adına ne gibi işler yapmaktadır?  Halkın içinden çıkan ve halkla bir ve beraber olması gereken, halkın sorunlarını TBMM’de, Bakanlıklarda,  diğer kurum ve kuruluşlarda çözmek için çalışması ve mesai harcamasını beklediğimiz vekiller gerçekten bu şekilde mi çalışmaktadır? Vatandaştan kaçan, vatandaşın sorunlarına bigane bir milletvekili acaba kimin vekili olabilir ki? Vatandaş bir iş sürecek diye milletvekillini hafakanlar basan,  seçim sürecinde kullanmakta olduğu, meydanlarda 24 saat telefonun açık olduğunu vurgulayan ve daha sonra da Ankara’ya gidince telefon numaralarını değiştiren, bir daha nasıl olsa vatandaşa gitmeyecek bir milletvekili,  sizce milletin vekili midir? Yoksa Milletvekili seçim süreci ve daha sonraki süreçte kendilerine sürekli olarak madden ve manen destek olan, finansal desteklerini de esirgemeyen, Ankara’da Bakanlık düzeyinde iş adamlarının işleri için canla başla koşturan bir milletvekili, bir iş adamı grubunun, bir derneğin, bir vakfın, bir kişinin veya bir sermaye grubunun vekili midir?  Sokakta gördüğü, en küçüğünden en büyüğüne kadar tüm vatandaşlarımızdan ‘DUA’ talep eden Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı numune-i timsal almaları gerekenler, acaba kimleri kendilerine örnek almakta ve vatandaşlarımızın duasına ihtiyacı olmayan vekillerimiz? Yapılanları gördükçe, başka arkadaşlardan da aynı sitemleri duydukça, bir iletişimci ve gazeteci duyarlılığı çerçevesinde, sorgulamaktan kendimi alamıyorum.

16 Nisan tarihinde yapılacak olan Anayasa değişiklik referandum süreci ile Cumhurbaşkanlığı hükumet- yürütme sistemi de oylanacaktır. Evet, çıkması halinde TBMM’den güvenoyu alarak kurulan hükumet ve Bakanlar Kurulu sisteminin yerine tamamen teknokrat nitelikli bir hükumet ve yürütme sistemi ile karşı karşıya kalacağız. Milletvekilleri asli görevleri olan sadece kanun yapmakla yükümlü olacaklar. Vatandaş artık milletvekilline işi düşmeyecektir. Vatandaş artık milletvekili telefonlarıma çıkmıyor şeklinde sızlanmayacaktır. Vatandaş artık şu işimi, şu vekil dikkate dahi almadı demeyecektir. Milletvekilleri artık icra ile yürütme ile işleri olmayacaktır. Sadece ve sadece asli işleri olan yasa yapacaklardır. Devlet ve milleti ile barışık olan, her daim vatandaşın yanında ve milletin içinde olan Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde bir yürütme,  bir hükumet ve bir icra olacaktır. Vatandaş derdini, sıkıntılarını her daim yanında hissettiği, kendisinden bildiği ve güvendiği,  her zaman kolay bir şekilde erişebildiği, hükumet ve yürütmenin başı konumundaki lideri,  halk tarafından ilk defa seçilen Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a ulaşabilecek ve sorunlarını da çözüme kavuşturacaktır.

Hakkı Gökbel’in ‘PRENSLERİ’ Nerede?

Selçuk Üniversitesi;  11 Nisan 1975’te yürürlüğe giren ‘4 Üniversitenin Kurulması ile İlgili 1873 Sayılı Kanunla’ öngörülmüş ve bu kanuna istinaden kurulmuştur. 1976 –  1977 eğitim – öğretim yılında Fen Fakültesi ve Edebiyat Fakültesi olmak üzere 2 fakülte, 7 bölüm, 327 öğrenci ve 2 kadrolu öğretim üyesi ile faaliyete geçen ve 1982 yılına kadar kayda değer bir gelişme gösterememiştir. Bu gün bünyesinde;  21 fakülte, 6 enstitü, 6 yüksek okul, 22 meslek yüksek okulu, 1 devlet konservatuvarı bulunan Selçuk Üniversitesi; 3 bini aşkın öğretim elemanı, 5 bin idari kadrosu ve 70.000’i aşkın öğrencisi ile Türkiye’nin en büyük yüksek öğrenim ve eğitim kuruları arasında yer almaktadır.

2011 yılındaki Selçuk Üniversitesi rektörlük seçimi öncesinde yaşananları, kurumda çalışan tüm öğretim elemanları, idari kadrosu ve ilgili kamuoyu yakinen bilmektedir. 2009 yılında eski rektörün gözaltına alınması ile üniversite içinde ve Konya Kamuoyunda rektörlük süreci hızlanmıştır. Hakkı Gökbel’in Selçuk Üniversitesi rektörü olabilmesi ve desteklenmesine mukabil, o tarihlerde gözaltındaki bulunan rektörün, 6 aylık süresi dolmasına birkaç gün kala serbest bırakılması, pazarlıklarını da sürece dâhil olan herkesin malumudur. 2011 yılında rektörlük seçimlerinin akabinde, rektör adaylarından en fazla oyu alan Hakkı Gökbel rektör ve ikinci sırada oy alan ve bu gün halen rektör olan Mustafa Şahin hoca, rektör yardımcısı olarak atanmıştır.

selcuk-univ.1.jpg

Mustafa Şahin, 15 Temmuz sürecinden önce ve sonraki süreçte basın ve özel açıklamalarında,  FETÖ yapılanmasının merkez üssünün Konya ve Selçuk Üniversitesi olduğunu vurgulamıştı.  İhraç ettiği eski rektörün yanında 4 sene Rektör Yardımcılığı görevini yapmış ve gözlemleri ile de tüm üniversiteye hakim olmuştu. Benim gördüklerim, benim yaşadıklarım, kim kiminle oturdu, kim kiminle kalktı, kim hangi fiilin içinde oldu, hepsini biliyorum. Görevi devraldığım 6 aylık sürede geniş kapsamlı, çok detaylı araştırmalar yaptık. Akademisyeninden, taşeron işçisine kadar, kim nerede, ne iş yapmış? Hepsini çıkardım, hatta birçoğunu listeler halinde çantamda taşıyorum. Lüzumu halinde her an ortaya koyabilirim. Üniversitemizde 3 bin civarında akademisyen çalışıyor; Bu akademisyenlerin yaklaşık üçte birinin de FETÖ ile bağlantılı olduğunu düşünüyoruz. Gazetecilere yaptığı açıklamalarda, Ne diyor rektör Mustafa Şahin;   Yüksek öğrenim açısından paralel yapılanmanın merkez üslerinden birinin Konya ve Selçuk Üniversitesi olduğunu, 3 bin civarındaki akademisyeninden üçte birinin de FETÖ ile bağlantılı olduğunu; Rektör Şahin bu demeçleri verirken kendinden oldukça da emin görünüyordu.

konya-selcuk-universitesi1.jpg

Hakkı Gökbel hocanın rektörlük yaptığı süreçte, kendisine ve düşünce yapısına yakın olmayan, hiçbir akademisyen ve idari kadro terfi alamamıştır? Neden? Üniversitelerdeki uygulamalardan bildiğimiz kadarı ile Yard. Doç, Doçent ve Profesör kadrolarına atamalar yapılırken,  yetki tamamen rektörün inisiyatifindedir. Kendilerine ve düşünce yapılarına yakın olmayan hiçbir akademisyen zikrettiğimiz kadrolara atanamamış, kadro alamamış ve hatta soruşturmalarla sindirilmeye çalışılmıştır.  Günü dolan ve zikredilen kadroyu hak eden, kendilerine yakın olmayan hocalar sürekli olarak göz ardı edilmiş veya ertelenmiştir.  Bu süreçte hakları yenen veya yok sayılan mağdur durumda olan çok akademisyen hocamız da mevcuttur.

Dünya ve bölgemiz yeniden bir paylaşım ve yapılanma sürecine girdiği şu kritik dönemde, Selçuk Üniversitesindeki zikretmeye çalıştığımız çerçevede görevlerine halen devam etmekte olan kripto fakülte yöneticileri,  akademisyenler, idari kadro ve taşeron elemanlar neler yapmaktadır? 70 binin üzerinde öğrencisi bulunan ve toplamda 100 bin kişilik büyük bir aile olan Selçuk Üniversitesindeki kripto yöneticiler tarafından korunan kişiler,  Anayasa referandum sürecinde ‘Hayır’ çıkması için bulundukları makamın gücünden kaynaklı çalışmalar yapmakta mıdır? Öğrenci ve personel üzerinde mobbing vb. uygulamaları var mıdır?  Geçtiğimiz hafta sonu; Galatasaray Spor Kulübünün genel kurulundaki yaşananları da  yukarıda zikretmeye çalıştığım  çerçevede buradan hatırlatmak isterim.

Türkiye, ’Prens’ kavramı ile biliyorsunuz, rahmetli Özal ile tanıştı; Amerika’dan ithal, hiçbir tecrübe ve deneyime sahip olmayan, üst kademelere getirip yerleştirdiği yöneticilere verilen bir sıfattır. 2011 yılında seçimle ve pazarlıklar sonucu rektör olan Hakkı Gökbel hocanın rektörlük döneminde, birlikte çalıştığı ve her daim bir – beraber olduğu ‘Prensleri’ bu gün neredeler?  Halen; Dekan, dekan yardımcısı, bölüm başkanı ve yüksek okul müdürü vb. görevlerine devam edenler, bu görevlere yeni ve yeniden atanacak olan ‘Prensler’ var mıdır? Ülkemizin 17 /25 Aralık süreci,  diğer yaşadıklarımız ve özellikle de 15 Temmuz hiç yaşanmamış gibi ‘Prensler’ halen görevlerine devam etmekteler midir? Mustafa Şahin hocama sadece soruyorum.  Hocanın kendi açıklamaları çerçevesinde, 3 binin üzerinde akademisyeni bulunan ve bu rakamın 1000 adedinin de FETÖ bağlantılarını tespit ettiğini kendi açıklamalarında vurgulayan,  üniversiteden 109 civarında FETÖ’den görevden aldığı, geriye kalan,  yani 891 kişinin de ne olduğunu, halen fakülte yönetimi ve idari görevlerine devam etmekteler midir? Bir İletişimci ve gazeteci duyarlılığı çerçevesinde, Mustafa Şahin hocamın kendi açıklamaları muvacehesinde,  sadece ve sadece kamuoyunun dikkatleri ve gerçekleri de öğrenebilmesi, milletimizin birliği – beraberliği – kardeşliği,  16 Nisan Anayasa değişikliği, güçlü yürütme Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi referandum sürecinde, ülkemizin ve bölgemizin geleceği adına sadece soruyorum.