Egemen Güçler Direniyor!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması ve dünya siyaset arenasında iddiaları ve varlığını kaybetmesi akabinde,  iki bin yıllık devleti geleneği ve istiklaline âşık olan bu asil milletin evlatlarının bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesi sonrasında kurulmuştur.  Yeni Cumhuriyetin kurulması dönemlerinde,  bu milletin asil evlatları, yedi cephede ve yedi düvel ile savaş meydanlarında bağımsızlık mücadelesinde,  bu aziz vatan toprakları uğrunda Şehit düştüğü için devletin tüm kademelerinde neredeyse devşirmeler veya küresel güçlerin işbirlikçileri nüfuz etmişlerdir. Bu devşirme veya işbirlikçi, tipi bizden ve çipi de yabancıların elinde olanlar,  her daim etkin ve yetkili makamlarda bulunmuşlardır!  Ne zamana kadar? Bu düzen sonsuza kadar böyle mi devam edecektir? Bu düzenin sonu gelmeyecek midir? Gelirse dış ve iç egemen güçlere neler olacaktır? Kolay bir şekilde bu ülkenin asli evlatlarına yönetimi terk edebilecekler midir?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulması akabinde ki zaman diliminde, kalkınma ve dünya ile olan rekabet arenasında, yeniden bir güç olması ve kadim medeniyet tarihinden gelen etki ve ilgi alanlarını hatırlamaya ve buralarla da ticari ve gönül bağı irtibatlarını kurmaya başladığı her bir zaman diliminde inkıtalarla karşı karşıya kalmıştır! Bu inkıtalar neden olmuştur? Bu devlet, İnkıtalar olmadan yoluna devam edemez mi? İnkıtalardan sonra devletin etkili ve yetkili mercilerine kimler ve kimlerin adına yerleştirilmiştir? Bu adamlar devletin her bir kademesinde bu asil millet adına mı çalışmışlardır? Yoksa onları bu makamlara inkıtaların akabinde getiren güçlere sadece taşeronluk ve hizmetçilik mi etmişlerdir?   Yüz yıllık Cumhuriyet tarihimiz bunların çok manidar örneklikleri ile doludur! Dersler çıkarabilmek ümidiyle!

Dünyayı yöneten, sömüren ve sonsuza kadar da bu şekilde yönetmeyi planlayan küresel güçler; Türkiye,  Türklere bırakılamayacak kadar çok önemli ve değerli bir ülkedir, sözleri ile neyi ve neleri ifade etmişlerdir?  Nasıl yani?! Bu aziz vatanı bu asil milletin evlatları değil de kimler yönetecektir?

Bu asil milletin evlatlarına küresel güçler ve içimizdeki uşakları tarafından biçilen görevler;  sadece çalışmaları, bu çalışmanın sonucunda vergilerini vermeleri, askere çağrıldığı zaman vatani görevlerini yapmalı ve devlet işlerine de kesinlikle burunlarını sokmamalıdır! Nasıl, güzel değil mi? Kısa ve net olarak ifade etmişler, bu aziz vatanı ve asil milleti çok düşünen! Güçler ve içimizdeki bizden olan işbirlikçi ve taşeron egemenler!

15 Temmuz hain darbe ve bu devleti de teslim kalkışmasından sonra; Türkiye Cumhuriyeti Devleti, iç güvenlik kaygıları ve sınırlarımızda, küresel güçler tarafından kurulmaya çalışılan, koridor – kukla devletçiklere karşı, geçtiğimiz yıl Fırat Kalkanı ve neredeyse iki aydan beridir devam eden Zeytin dalı operasyonları ile Bekamıza yönelik plan ve hesaplara karşılık Dur demektedir!  Bu Dur tabii ki küresel güçleri ve içerideki işbirlikçilerini de çok rahatsız etmektedir! Endişeliyiz ve kaygılıyız türden açıklamalar da öylesine mi yapılmaktadır! Kim veya kimler için kaygılı ve endişelisiniz? Bilemedik! 1952’den beri müttefikiniz olan bir devlet için mi, yoksa kurmuş olduğunuz  ve beş bin tır dolusu silahlarla da donattığınız  çapulculardan müteşekkil terör örgütlerinin berhava olmasına mı?! Hangisine? Duyamadık! Tüm Dünya duysun! Açıklayın! Tabii ki müttefikiniz olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve asil milleti için hiçbir şekilde endişe ve kaygı duymadınız!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yüz yıl öncesinde olduğu gibi bugün yeniden bir Varlık, Bir Beka ve İstiklal savaşı vermektedir. Yüz yıl öncesinde olduğu gibi yedi bölgemizde, yedi düvel ve içimizdeki işbirlikçileri tamamen harekete geçmiştir! Çünkü Devlet ellerinden gitmekte ve kaymaktadır! Durun neler olmaktadır? Dışarıdaki tüm güçleri tamam anladık! Fakat içimizdeki işbirlikçi, taşeron, uşak ve hizmetçi tipleri de çözümleyemedik!  Size neler oluyor?

Bu yeni dönemde Türkiye Cumhuriyeti Devleti yerli ve milli bir formata, iki bin yıllık devlet geleneğine doğru tarihsel kodlarına dönmektedir! Bu tarihsel kodlara dönüşüm de tabii ki işbirlikçi, uşak, hizmetçi ve taşeronlara YER yoktur ve Kesinlikle de olmayacaktır! 

Bu asil milletin evlatlarına, sadece çalışmayı, vergi vermesini ve askerlik görevini de yapmasını talep eden yüz yıllık EGEMENLER, bu yeni dönemde ve yeni Türk Devletinde olmadıklarını ve olamayacaklarını da müdrik olmaya başladıkları için her bir koldan ve her bir yönden harekete ve direnişe geçmişlerdir! Sen ne zannediyordun?! Bu defa başaramayacaksınız!

Devletin sahibi olan asil Milleti ile buluşuyor ve Kucaklaşıyor! Bu Kucaklaşma ve Birlikteliği de Bozamayacaksınız!!

Yaşamakta olduğumuz; Psikolojik bir Harptir!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu tarihten itibaren, tüm yönetim kadrolarına söylenen ve sufle olarak verilen şey, dünyada bir daha tekrardan ve yeniden bir güç ve hâkim konumda olmaması gerektiği inandırılmaya çalışılmıştır. Neden? Bir milletin asalet ve hakkaniyet kodları nasıl değiştirilebilir veya yok edilebilir ki? Dünya üzerinde sayılarını unuttuğumuz oranda devlet kurmuş ve dünyadaki tüm mazlum milletlerine de adaletin timsali olarak hamisi olmuş bir milletin evlatlarına, küresel güçler ve işbirlikçiler,  artık siz yoksunuz ve sizlerin bu kodlarınızı da sildik, demeye çalışmışlardır. Nasıl olabilirdi? Mümkün müdür böyle bir şey?   Yüz yıllardır bu hesap ve planlar çerçevesinde bu asil milletin moral değerleri ve psikolojisi üzerinde laboratuarlarda hesap yapanlar, 15 Temmuz karanlık gece bu deneylerinin de sonucuna erişmek istemişler ve bunu taçlandırmayı da planlamışlardı!  Tabii hesap edemedikleri şey! Bu asil milletin iki bin yıllık devlet ve bağımsızlıklarına olan ölümüne aşk derecesindeki kodlarını hesap edemediler! Laboratuarda, bu asil millet üzerindeki deney tüpleri ellerinde patlamış ve ne yapacaklarını da şaşırmışlardır! Cumhuriyetin kurulması ve akabinde ki tüm bu deneyler çerçevesindeki yaşadıklarımıza bir iletişimci zaviyesinden bakmaya çalışalım!

Propaganda nedir? Bir topluluk veya milletin düşüncelerini, duygularını, davranışlarını, tavır ve hareketlerini etki altında tutmak ve onları değiştirmek amacıyla yayınlanan bilgi, belge, her türlü yayın ve görüşlerdir. Propagandanın amacı, propagandayı yapana doğrudan veya dolaylı fayda sağlamasıdır. Propagandanın cephanesi söz ve kelimelerdir! Propagandanın farklı türleri vardır; Beyaz propaganda, Gri propaganda, Siyah propaganda, Silahlı propaganda,  Karşı propaganda, şeklindedir.  Beyaz propaganda; Açık biçimde yapılan bir propagandadır; kaynağı bellidir ve kendisini tanıtmak ister, Açık ve şeffaftır. Beyaz propaganda da doğruluğa önem verilir. Yalan kullanılırsa geri teper, güveni sarsar. Kazanımı, en güçlü tarafı, karşı tarafın fikirlerini çürütür, taraftarlarını azaltır. Doğru, açık ve şeffaf propaganda kitlelerde güven uyandırır.   Gri propaganda; Psikolojik savaşın önemli propaganda unsurlarından birisi ve bulanık olanıdır. Burada kaynak belli değildir, doğruluğu kanıtlanamaz. Yalan veya iftira olduğu da kesin değildir. Gri propagandanın ana malzemesi rivayetlerdir. Çalışma tarzı açık propaganda gibi sınırlı değildir.  Gri propagandanın amacı, kusurlu, noksan ve belirsiz bir şeyi, tam ve yeterli göstermek olabilir veya tam, yeterli ve açık olan bir şeyi şüpheli göstererek gölgelendirmek, değerden düşürmek amaçlanır. Her türlü çelişki bu yöntemde ustaca kullanılır. Çelişki yoksa bile, varmış gibi davranılır. Böylece karşı taraftaki zihinlerde istenen soru işareti uyandırılır.

Peki, Psikolojik Harekât nedir ve günümüzde ne ilgisi vardır? Psikolojik Harekâtın tanımını yapmadan önce, psikolojinin tanımını yapmamız gerekir. Psikoloji, Bir grubu ve bir bireyi belirleyen,  hareket etme, düşünme ve duygulanma biçimlerinin bütünüdür. İnsan zihninin, algılar konusundaki tutumu da göz önüne alındığında ortaya söyle bir sonuç; Algıyı kontrol etmek, zihni, bireyleri, toplumu ve bir milleti de kontrol etmenin ilk adımıdır. Savaşlar sadece cephede gerçekleşmez; Nükleer savaş, biyolojik savaş, teknolojik savaş ve hava savaşı olduğu gibi bir de psikolojik savaş türü bulunmaktadır. Psikolojik savaş: Düşmanların düşünceleri, harekât tarzları, hisleri, gelenekleri ve inançları üzerinde genel olarak tesir yapılarak, psikolojik gücünün kırılmasıyla amacına ulaşan bir savaş türüdür. Böylelikle karşı tarafından psikolojik ve manevi gücü zayıflatılmış ve kendilerinin psikolojik durumu kuvvetlenmiş olur. Tüm bu amaca hizmet eden faaliyetlerin tümüne psikolojik savaş adı verilir.  İkinci Dünya Savaşı sırasında; Afganistan, Küba, Vietnam, Lübnan, İsrail ve Mısır savaşlarında psikolojik savaşın çok çeşitli olarak kullanıldığı bilinmektedir. Psikolojik savaşın kullanıldığı ve en büyük etkisinin olduğu bilinen diğer en yakın tarihli olanı ise Körfez Savaşı ve ABD tarafından işgal edilen Afganistan ve Irak savaşlarıdır.

Bugün yaşamakta olduklarımız aslında psikolojik bir savaş mıdır? Bölgemizde en az yüz yıllık hesabı olan küresel güçler ve bölgemizdeki işbirlikçileri, Suriye’de ne gibi bir psikolojik harp tekniklerini uygulamaktadır? Türk askeri; Devletimizin bekası, sınırlarımızın güvenliği ve bölgemizde kurulmaya çalışılan kukla – koridor devletçiklere karşı,  Afrin’den girmeye başlayınca tüm Dünya neden çok bağırmaktadır? Fırat Kalkanı harekâtında bu kadar sesleri çıkmayan tüm güçler ve işbirlikçiler bugün neyin peşindedir? Türkiye tarihsel kodlarını ve gönül bağı olan hinterlandı hatırlamaya ve buralarla da her türlü ticari ve yatırım ilişkileri geliştirmeye başladıkça, saldırıların türü ve yöntemi de değişmektedir. Neden? Bu soruların elbette ki bir cevabı vardır?  Afrin harekâtında geçtiğimiz günlerde son modern silahlarla ve kalabalık bir şekilde terör örgütlerini askerimizin üzerinde salanlara ne demelidir? Bu milletin her bir askeri, bu vatan uğrunda Ölmek ve Şehit olmak adına ne demiş; Çatışma mesafemiz beş metreye düşmüş, uçaklarımız buraları bombalasın, bizler ŞEHİT olalım fakat terör örgütleri de HELAK olsunlar! Allah bu Vatan uğrundaki tüm Şehitlerimize Rahmet eylesin! Bu asil milletin her bir ferdi, cephedeki tüm askeri ve seksen milyon tek bir vücut halinde bu durumda ve bu inançta iken mi yenebileceksiniz, buralarda kukla, koridor ve kontrolünüz altındaki devletçikler kurabileceksiniz? Başaramayacaksınız! Bu devleti ve milleti de parçalayamayacaksınız! Kukla ve koridor devletçiklerinizi sınırlarımızda da kuramayacaksınız! Vefalı, Adaletli, Hakkaniyetli ve mazlum milletlerin de Hamisi olan TÜRK geliyor! Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihsel KODLARINA dönmektedir! Bu KODLARI hiçbir şekilde değiştiremeyeceksiniz!  İstemeseniz de tüm bu gelişmelere; Engel olamayacaksınız! 

 

28 Şubat ve KARA KIŞ!

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan sonraki süreci kabaca bir incelediğimizde karşımıza darbeler ve muhtıralar çıkmaktadır! Neden? Bu ülkede darbeler neden olmaktadır? Darbeler olmadan yolumuza devam edemez miyiz? Darbeleri yapan güçler neleri hedeflemektedir? Genç Cumhuriyetin kurulması akabinde, işbirlikçiler maharetiyle bu devleti yönetmeye ve kontrol etmeye alışmış olan küresel güçler, yoldan veya kontrollerinden çıkmaya başladığımız her on yılda bir karşımıza kesinlikle darbeler çıkacaktır! Bu darbeler, askeri olduğu gibi,  post modern ve sosyal, ekonomik de olabilmektedir! Yeter ki hedef hâsıl olsun!

Şubat ayı, bizim tarihimizde,  baharın müjdecisi, Cemrelerin önce Havaya, sonra Suya ve daha sonra da Toprağa düşmeye başladığı tarih olarak hafızalarımızda kalmıştır. Cemrelerim düşmesi ile havalar ısınmaya başlar. Artık kış bitmekte ve cıvıl cıvıl bahar mevsimi kendisini hissettirmeye ve göstermeye başlamaktadır. Karlar erimekte, dereler çağıldamakta ve tabiatın her zerresinde bir kıpırdanma ve bir canlanma başlamaktadır! Allah cemrelerin sadece havaya, suya ve toprağa değil, Gönüllerimize de düşmesi dileklerimle!  Gönüllerimiz bu çağda çok büyük Nasırlar kapladı!  Gönül dünyamızdaki nasırlarımızın iyileşmesi ve kaybolması için de mutlaka cemrelere ihtiyacımız vardır!

28 Şubat tarihinde neler olmuştur? Hafızalarımızı bir tazeleyelim!  Kız öğrencilerimizin başörtüsü taktıkları için okullara sokulmadığı, dini vecibelerini yerine getirmek isteyen insanların adeta kamusal alandan silindiği, var olan toplumsal düzeni korku ve tehlike mantığına endeksleyen kararların kâğıda döküldüğü günün adı, şeklinde kabaca ifade edebiliriz! Bu ülkenin makûs tarihi her on yılda bir darbelerle anılır konuma neden getirilmiştir? Darbeler olmadan yolumuza sağ ve salimen neden devam edemiyoruz? Birileri bu asil millet ile neden uğraşıyordu? Bin yıllardır yaşamakta olduğumuz Anadolu coğrafyasında hesabı ve planları olan dış güçler ve işbirlikçiler, yoldan ve kontrollerinden çıkmaya başladığımız dönemlerde kendilerine göre Balans ayarlarımızla oynuyordu! Bu balans ayarları ne zamana kadar devam edecektir? Bunun bir Sonu olmayacak mıdır? Her on yılda bir ne zaman bir darbe olacak diye beklemek zorunda mıyız? Daha nice benzer sorular ve sorular..

 28 Şubat 1997 tarihinde, Şubat ayı cemrelerin ve baharın müjdecisi olarak hafızalarımızda kalmasını istemeyen, dış ve içimizdeki işbirlikçi güçler, post – modern bir darbe ile bu topraklarda yaşayan Anadolu insanımıza kışı tekrardan göstermişler ve baharın gelmesini beklerken aniden mazlumların üzerine, özellikle de gönül dünyamıza,  aniden bir KARA kış yeniden bastırmıştır!  Bu Kara kışın da kendilerine göre bin yıl sürmesini de beklemiş ve ümit etmişler, ona göre de bir sistem ve düzen kurmak için her türlü girişimde bulunmaktan da çekinmemişlerdir! Sonsuz kudret sahibi, inanıyorsanız güçlüsünüz kuralı gereğince, inanan kesim üzerindeki hesap yapanların tüm hesap ve planlarını da bozmuştur!

28 Şubat akabinde, Anadolu coğrafyasındaki bu toprakların kahrını çeken tüm mazlum insanlarımıza yapılan zulümler ve sosyal olayları buradan tekrar hatırlatmakla, içimizi karartmak ve karamsar bir tablo da çizmek istemiyorum. Birileri bir hesap ve plan yapmıştı, Zulüm ve kara günlerin de bin yıl sürmesini Umut ettikleri! Fakat Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, hesap ve plan yapanların en büyüğü olduğunu tüm inananlara ve müminlere göstermiş, çok kısa bir zaman diliminde bu hesapları yapanların tüm hesap ve planları da başlarında patlamıştır.  Ne kadar şükretsek azdır! Böyle gün ve dönemlerin bu asil milletin tarihinde bir daha yaşanmaması Yüce Allah’tan niyaz ederim!

Medeni(!) Avrupa Soykırım Diyormuş!

Medeni! Avrupa devletleri ve ABD, uzun yıllardan beridir, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tepesinde, demoklesin kılıcı gibi salladıkları bir Ermeni soykırım iddialarını duymayanımız kalmamıştır! Her yıl Nisan ayı yaklaşmaya başladığında,  Medeni!  Avrupa ülkelerini bir telaş alır ve bizden bu iddialarını da çok yüce! Meclislerinde kabul edeceklermiş gibi yapmakla, neler kopardıklarını ve nelerden vazgeçtiklerimizi de elbette ki bilemiyoruz! Tarih tabii ki bunları da yazacaktır! Bu konuda devlet olarak yurt dışında yapmış olduğumuz PR çalışmaları için devletin kasasından yine bu medeni! Avrupa’nın çok önemli! ve çok başarılı! İletişim şirketlerine ödenen rakamları da zikretmiyoruz!  Aman Allah’ım neydi o günler! Devlet ve millet olarak neredeyse kabus dolu günler geçiriyorduk! Ha kabul edildi, ha kabul edilecek, şeklinde! Çok Şükür!

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan,  Başbakanlığı döneminde, medeni! Avrupa’nın soykırım iddiaları ile ilgili olarak tüm devletler arşivlerimizi açalım ve arşivler ne diyorsa tüm devletler buna uymak ve kabul etmek zorunda kalmalıdır, ne buyurdunuz, sayın çok medeni! Avrupalılar, dedi ve biraz rahatladık, oh be dünya varmış demeye başladık! Çünkü asil Trük milleti tarihinin hiçbir anında katliam ve soykırım yoktur, olmamıştır ve olamaz!  Bu aziz devlet ve asil Türk milleti,  iki bin yıllık devlet geleneğinde, Hak arayana Hakkını vermiş, fakat devletine baş kaldıranlara da gereken cezayı vermekten hiçbir zaman çekinmemiştir! Bunlar farklı şeylerdir! Hak aramak başka bir şey, devlete isyan etmek ve baş kaldırmak başkaca bir şey! Dünya üzerinde yaşayan tüm mazlum milletler, asil Türk milletini, Adalet dağıtan, Hakkaniyetin temsilcisi ve mazlumların da hamisi olmakla nam salmıştır! Gerisi boş lakırdı ve kuru laf kalabalığından öteye de gidemez!

Dünya üzerinde başka milletlere ve özellikle de asil Türk milletine soykırım iddialarını yapıştırmaya çalışan çok medeni! Avrupalıların tarihine kabaca bir bakalım! 1600’lü yılların başlarındaki otuz yıl savaşları ve aynı yüzyılın sonunda dokuz yıl savaşlarında, sokaklarından oluk oluk insan kanı akıtmışlar ve insani kayıpların sayısı da belli değildir! Birinci Dünya savaşında kocaman bir imparatorluğun hüküm sürdüğü bölgelerdeki yer altı ve yer üstü zengin kaynaklara erişebilmek için verilen insani kayıplar otuz milyonun üzerindedir! Peki, ikinci Dünya savaşına ne demeli! Buradaki insani kayıplar yetmiş beş milyonun üzerindedir! Yakın tarihteki, Vietnam, Afganistan, Irak, Libya, sayamadığımız yerler ve son olarak da yedi yıldır Suriye’deki insani kayıplara sessiz ve seyirci kalan çok medeni! Avrupa devletlerin haline ve pişkinliklerine de bir bakar mısınız? Soykırımmış! Sen önce dön kendine bir bak! Aynaya bir bak! İğneyi kendine, çuvaldızı da başkasına!

Dünyaya insanlık ve medeniyet dersi vermeye çalışanların, 1992 yılında Dağlık Karabağ bölgesindeki katliamlara neden seyirci kalmışlardır?  BirLEŞmiş Milletler de bu katliam için ne bir öneri ne de bir görüşme yapılmıştır! Neden? Ölenler TÜRK ve MÜSLÜMAN olduğu için olabilir mi? Peki Dağlık Karabağ bölgesinde o karanlık gecede neler olmuştur?!  Dağlık Karabağ’ın hakim konumdaki ve önemli bir mevki olan Hocalı kasabası, Ermeni kuvvetleri için stratejik bir askeri hedef olarak seçilmiş ve bu tepeden kasaba aylarca top ateşine tutulmuş, kasaba Ermeni kuvvetlerince abluka altına alınmış ve etrafıyla da bağlantısı kesilmişti! Ermeni kuvvetleri 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan karanlık gece Hocalı kasabasında, büyük bir oranda çocuk, kadın ve yaşlıların bulunduğu 613 Azeri Türkü saldırıların yapıldığı alanda katletmiş ve bunlardan 56 kişi de çok vahşi bir şekilde işkenceyle öldürülmüştür! 155 kişiden çeyrek asırdan beri haber alınamıyor! 1275  kişi rehin alınmış ve 487 kişi ise soykırım sonucu özürlü durumuna düşmüştür! Rahmeti Rahmana kavuşanlara Allah Rahmet eylesin… Hocalıda yaşanan bu katliama  izleyici ve neredeyse de onaylayan konumunda kalan BirLEŞmiş Milletler    Avrupa’nın göbeğindeki Bosna’da  Temmuz 1995 tarihinde aşırı Sırp milliyetçilerin dokuz bine yakın Bosnalı Müslümanı kurşuna dizerek soykırım yapmalarına da yine seyirci konumunda kalmışlar, tüm bunlara ve başka bölgelerdeki katliam ve soykırımlara da sebebiyet vermişlerdir!

Asil Türk milletinin iki bin yıllık devlet geleneğinde hiçbir ırka ve mensubiyete karşı yukarıdaki mezkur vahşice olaylar gibi bir kara lekesi olmamıştır! Peki, medeni! Avrupa’nın bu konuları kaşımak ve gündeme taşımaktaki derdi nedir? Türkler; iki bin yıllık devlet geleneği, altı yüz yıldan fazla da imparatorluk dönemlerinde, sadece insanlık, sadece Adalet,  sadece Hakkaniyet götüren ve bu değerlerin temsilcisi, mazlum milletlerin de hamisi olmuştur. Mazlum milletlerin de sadece dualarına talip olmuştur. Böyle bir ecdadın torunlarının yeniden aynı ruh ve asillikle tarih sahnesinde yerini almasının vermiş olduğu telaşı ve korkularından başkaca bir şey değildir, tüm bu gelişmeler! Korkuları ve telaşlarının hiçbir faydası da olmayacaktır! Bu asil Türk milleti kaldığı yerden yeniden tarih sahnesinde YERİNİ alacaktır!  Türk burada ırkçı bir yaklaşım ve ifade olmadığını da sürekli olarak hatırlatıyoruz! Türk bir düşünce, bir yaşayış, bir sorumluluk, bir temsiliyet, bir medeniyet ve kültür demektir!

Milli Ahlak ve BEKA!

Son günlerde,  Türkiye genelinde, burada ifade etmekten haya ettiğim, yaşanmış olayları da tekrardan yazmakla bir daha günaha girmemek ve satırlarımızı da kirletmemek adına, sosyal ve bireysel gelişmeler yaşanmaktadır.  Neler oluyor bizlere! Bu türedi kişiliği bozuk insanlar nereden gelmiştir?  Bunların, Soyu ve cibilliyeti nedir, neresidir?! Asil Türk milletin tarihinde görmediğimiz ve duymadığımız iğrençliklere şahit olmaktayız!  Türk demek; tüm dünya insanlığı ve özellikle de mazlum milletler nezdinde,  Ahlak, Adalet ve Hakkaniyet demektir! Türk kavramı burada ırkçı bir yaklaşım değildir! Türk kelimesi ile burada bir duruşu, bir yaşayışı ve bir fikri temsil etmektedir!  Bu iğrençlikleri görmezden gelelim demek değildir, tabii ki, ifade etmek istediğimiz!  

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah; Kasten veya gaflet halinde işlemiş olduğunuz hata, isyan ve günahlarınızı tekrardan bir birlerinize anlatmakla, yeniden bir daha günaha girmeyiniz,  uyarı ve ikazı mucibine, sadece dikkat etmeye çalışıyoruz!  Yaşanmakta olan tüm bu olaylara karşılık,  yasal ve adli tüm cezai müeyyideler konulmalı ve tekrardan yaşanmaması, meyilli olan tüm zafiyet içindeki kişilik bozukluğu olanlara da ibretlik olması ve bir daha zuhur etmemesi için ne gerekiyorsa da yapılmalıdır! Aksi halde Millet olarak, Milli BEKAMIZ – ATİMİZ sıkıntıya girecektir! Birileri de zaten böyle bir ANI beklemektedir! Anadolu toprakları üzerinde hesabı olanlar, öncelikli olarak bu asil milletin ahlakını bozmaya çalışmaktadır!  Allah’ım içimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri de HELAK eder misin?!

Peki, Milli Ahlak ve Milli Ruh nedir? Milli Ahlak ile milli bekamız arasında nasıl bir bağ ve bağlantı vardır?  Milli ruh ne zaman ortaya çıkar? Milli Ahlak, bir toplulukta yaşayan fertlerin ve grupların hayatını düzene koyan,  yaygın ve genel kabul görmüş, davranış, düşünce ve kurallar bütünüdür!  Kendimize özgü örf ve adetlerimiz, ahlak ve terbiye anlayışımız, bizi diğer milletlerden ayıran özelliklerdir. Bu özelliklere uygun hareket etmek ise milli birlik ve beraberliğimizi korur! Hiçbir millet aynen diğer bir milletin taklitçisi olamaz ve olmamalıdır!  Milli terbiye ve milli eğitim de milli ahlakı oluşturmak ve kazandırmak için yapılan milli bir seferberlik faaliyetleri demektir!

Milli Ahlakı kabaca ifade etmeye çalıştıktan sonra, milli ruh nedir ve ne zaman ortaya çıkar? Milli Ruh, Bir milletin beka sorunu ile karşı karşıya kaldığı zor ve sıkıntılı, an ve durumlarda, milletin ortak tavır alması şeklinde ifade edebiliriz. Türk milletinin iki bin yıllık tarihi böyle gün ve zamanlarla doludur!  En yakın tarihimizden Çanakkale ve Kurtuluş savaşı dönemlerinde ecdadımızın yedi düvele karşı ve yedi bölgede, istiklal ve bekası için sergilemiş olduğu, şahlanan milli ruh diyebiliriz! 15 Temmuz hain ve karanlık gecede,  tankların önüne yatan, mermilere göğüs geren ve savaş uçaklarını da düşürebilmek için yüksek binaların tepesine çıkıp buradan onlara da taş ve sopa ile el sallayan insanımızın sergilediklerini milli ruhun tecessüm etmiş halidir diyebiliriz! Yenikapı’da perçinlenen Birlik ve Beraberliktir!  Bu durumu, dünya üzerindeki bazı milletler anlayamaz, idrak edemez ve yorumlayamaz! Çünkü bu asil millet, istiklal ve istikbaline âşıktır! Hiçbir millet bu asil millete zincir vuramamış ve vuramayacaktır!

Rahmetli Başbakan ve Cumhurbaşkanlarımızdan Turgut Özal zamanında gerçekleşmiş; Japonya eğitim uzmanları, ülkemizin eğitim sistemini incelemiş, Sayın Özal ve bürokratlarımızın da hazır bulunduğu bir ortamda, raporlarını sunmuş ve sonuç olarak; Sizin eğitim sisteminizde ‘’Milli Ruh’’ YOK, demişlerdir! Turgut Özal’ın Nasıl, sorusu üzerine, Japonlar; Biz Japonya’da okula başlayacak çocuklarımıza, öncelikle milli ruh şoklaması yaparız! Onları önce toplu halde hızlı trenlere bindirir, dev fabrikalarımızı, teknoloji merkezlerimizi gezdirir ve ülkemizin gücünü gösteririz! Sonra da bu yavrularımızı, Hiroşima ve Nagazagi’ye götürür, orada atom bombası atılan ve yıllardır ot dahi bitmeyen alanları gösterir; Eğer sizler,  bilinçlenmez ve az önce gördüğünüz teknolojiye sahip olmak için çok çalışmazsanız sonunuz böyle olur! Bizim Bürokratlarımızdan biri atılır; Ama bizim Hiroşima’mız yok ki, şeklinde cevap verir!  Japon uzmanın bizim bürokratlarımıza cevabı tokat gibidir; Sizin Çanakkale’niz On Hiroşima eder, şeklindedir!

Merhum Milli şairimiz Mehmet Akif, dizeleri ve yazılarında ahlak ve beka konusundaki sözleri çok manidar ve calibi dikkate değerdir.

Ahlakın izmihlali en müthiş bir izmihlal;

Ne millet kurtulur, zira ne milliyet, ne istiklal.  

Oyuncak sanmayın! Ahlak-i milli, ruh-i millidir.

Yani milli ruh demek, milli ahlak demektir!  

Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır; Fazilet hissi insanlarda Allah korkusundandır. Milli bekanın geleceği ise milli ahlakın ve milli ruhun varlığıyla temellenmiştir. Nitekim bir milletin bireylerinde ahlak ve ruh yoksa beka ve ati de yoktur!

ABD ve Bölgemizde Hegel Duruşu!

ABD, 2. Dünya savaşından sonraki soğuk savaş dönemi ve Sovyetler Birliğinin dağılması akabinde, dünya ve bölgemizdeki küresel, emperyalist ve hegemonyal duruşunu da korumak adına son dönemde çok değişik senaryolar ve girişimlerde bulunmaktadır. Nedir bu girişimler? ABD neden yapmaktadır tüm bunları?  Öncelikli olarak, bölgemizde 11 Eylül saldırısından, bu konu çok su götürür de,  sonraki süreçte Irak ve Afganistan’ı doğrudan işgal etmeye kalkışması! Daha sonraki süreçte yine Orta doğu, Ön Asya ve Afrika’daki hegemonyal konumunu sağlamak için kurmaya başladığı terör örgütleri ve bu terör örgütlerinin karşısına da yine bunlarla savaşması için bir başka isim altındaki başka diğer terör örgütlerini kurması,  desteklemesi, silah, para vermesi ve büyütmesi! Dünyanın küresel bir gücü tüm bunları neden yapar? Elbette ki bir hesabı ve kitabı bulunmaktadır, bölgemizdeki enerji havzalarını ve güzergahı kontrol edebilmek adına!

Amerika Birleşik Devletleri,  başta  Afganistan, Irak ve Suriye  olmak üzere Orta doğuya neden gelmiştir? Bölgemizde başlaması muhtemel olan mezhep savaşını önlemek için mi?  İran ve Suriye’ye demokrasiyi getirmek için mi?  Afganistan ve Irak’a getirdiği demokrasi gibi! Türkiye’ye yönelik terör tehditlerini önlemek için mi? Bölgemizdeki PKK, PYD, YPG, YPJ, DEAŞ, El Kaide ve El Nusra terör örgütlerini de bitirmek için mi?  Tüm bu sorular ve bunun gibi daha yüzlerce sorularımızın cevabı tabii ki Hayır! ABD, on bin kilometre ötelerden dünyadaki ve özellikle de bölgemizdeki hegemonyal konum ve duruşunu koruyabilmek adına gelmektedir! Adama sorarlar, başka işin gücün mü yok diye! Bu hareketleri ile kendi bölgemizdeki ‘Varlık ve Yokluk’ konumunu sağlamak meselesidir!

ABD’nin bölgemiz ve özellikle de Orta doğudaki bizlere göre çok yanlış politikasının arka planına Hegel diyalektiği çerçevesinden kabaca bir bakalım! Hegel felsefesi veya diyalektiği nedir? Hegel’e göre her şey üç aşamalı bir gelişme sonucu gerçekleşir. Bu gelişme ‘Tez – Antitez ve Sentez’ sürecidir! Örneğin; Varlık kavramı üzerinde düşünürsek, Varlık (tez), hemen karşıtı Yokluk (antitez) buradaki çatışma uzlaştırıcı bir kavrama götürür, Oluş (sentez) sonucuna ulaşırız. Çiçek (tez), çiçeğin yok olması (antitez), meyve (sentez)!  Çiçek, meyvenin ortaya çıkmasına yol açar, ama meyvenin ortaya çıkması için çiçeğin yok olması gerekmektedir. İnsanın yaratılışı ve yaratılmanın gayesinin de İyi İnsan olmak, Rızayı ilahi ve Cennete erişmektir! İnsanın bu hedeflere erişmesine engel olmak için de Şeytanı yaratmıştır, Sonsuz Kudret sahibi yüce Allah! Şeytan, İnsanın Sıratı müstakimi üzerine oturmuştur, Allah’ın izniyle!

Hegel felsefesi ve diyalektiği çerçevesinde, ABD’nin özellikle bölgemizdeki terör örgütlerini kurması bir tezidir. Yine bu tezin karşılığında, kendi kurmuş olduğu bu terör örgütlerini yok etmesi ve bir birleri ile de savaşması için diğer bir terör örgütünü karşısına kurması ise anti tezidir. Peki, ABD tüm bunları neden yapmaktadır? ABD bu kadar stres ve masrafa ne için girmektedir? Bu kadar plan ve zahmetin tez ve antitez, karşılığında beklediği, planladığı Sentezi nedir, neyi ve neleri hedeflemektedir?

Peki, ABD, Orta doğu, Ön Asya, Afrika ve özellikle de 911 kilometrelik sınırımız olan Suriye’ye neden gelmiştir? Kendi kara parçası üzerinde yapamadığı modern silahlı eğlencesi olan safariyi bu bölgede yapak için mi gelmiştir?  Kurmuş olduğu tez ve anti tezlerinin karşılığındaki Sentezi nedir?  Yoksa başkaca çok büyük bir plan ve hesap doğrultusunda mı on bin kilometre ötelerden buralara kadar zahmet buyurup da gelmiştir?! Bölge insanlarının kara kaşları ve ela gözlerine de aşık olduğu için mi buradadır?!  Yoksa Türkiye’nin bölgemizdeki tarihsel ve kültürel etkinliğini kırmak!  Rusya’nın bölgede doğacak boşluğu doldurmasını engellemek!  İran’daki rejimi değiştirmek!  Suriye ve Irak’ı Üçe bölmek! Bölgede ABD’nin daha etkin olabilmesi için yılardır kapalı kapılar ardında ifade ettikleri Yirmi iki ülkenin sınırları ve yönetimlerini değiştirmek! Enerji havzalarını ABD ve Pentagon’a bağlamak!  Eski İpek yolu, 65 ülkenin birlikte kalkınma hamlesi olan yeni bir yol ve kuşak projesini kontrol edebilmek!  Irak, Suriye, Lübnan’da kendisine bağlı finans merkezleri kurmak!  Türkiye sınırındaki 1849 kilometrelik hattı, İran 560 –  Irak 378 ve Suriye 911 km,  kendi kontrolündeki bir koridor Kürt devletçiği ile aziz devletimizi ve asil milletimizi de çevrelemeyi planlamakta ve hesaplamaktadır!

ABD’nin bölgemizdeki terör örgütleri üzerinden kurmaya çalıştığı tüm bu tezleri, anti tezleri ve uzun vadedeki ulusal çıkarları çerçevesindeki sentezleri Türk Askeri müdahale edinceye kadar bir ömrü sürmüştür! Türk Ordusunun bölgeye inmesi ile birlikte ABD’nin tüm tezleri ve anti tezleri berhava olmuştur! ABD, tez ve anti tezleri çerçevesinde 1849 kilometrelik sınırlarımızda hedeflerine erişemeyeceğini anlayınca, idrak edince;  son günlerde Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kapıların aşındırmaktadır, tüm üst düzey bürokrat, danışman kadrosu ve bakanları ile birlikte! Türkiye ve Türkler olmadan bölgemizde hiç bir hesap ve plan yapılamaz! Türkler, Dünya tarihinin olmaz ise olmaz milletlerinden birisidir! Türkleri Dünya tarihinden çıkarırsanız insanlık tarihi adına da hiçbir şey kalmayacaktır! Türk devletleri kurulduğu tarihten itibaren, Adalet ve Hakkaniyeti temsil ettiklerini tüm mazlum milletler tarafından tescil edilmektedir. Dünyanın küresel gücü ABD’de bunu anlayacak, idrak edecek ve ona göre de davranışlar sergileyecektir!

Her Koldan Geliyorlar… Neden?

Türkler, Anadoluyu yurt edindikleri bin yıldan bu yana, bulundukları ve gittikleri her yere,  insanlık adına, sadece Adalet ve Hakkaniyeti götürmüşlerdir.  Dünya üzerinde insani değerlerin temsilcisi olan bu asil milleti dışarıdan gelen saldırılar ile bölüp ve parçalara da ayıramayan küresel sistem içerideki işbirlikçileri mahareti ile bin yıldan bu yana Türklerin Yurt edindikleri ve altı yüz yıl mazlumların da hamiliğini yapan devletleri yıkılmıştır. Küresel sömürü çeteleri parçalanan bu imparatorluğun her bir parçasındaki halklara etmedikleri zulümler de kalmamıştır.  Sadece zulüm mü etmişlerdir? Bu bölgelerin yer altı ve yer üstü tüm zengin kaynaklarını da kendi ülkelerinin refahı ve zenginliği adına taşımışlardır! Tarihin tozlu sayfaları küresel sömürü çetelerinin tüm dünya halklarına yapmış oldukları bu zulümler ve sömürülerle doludur! Bizim medeniyetimiz, sadece ‘İmar’ etmek ve insanı da ‘Yaşatmak’ üzerinde bina edilmiştir!

Bağımsızlık ve istiklaline âşık olan bu asil millet; Türkler,   parçalanan imparatorluğun küllerinden yeni bir devlet kurmayı da başarmış, dünya üzerindeki ender halklardan bir tanesidir!  Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulması akabinde, küresel sistem, bin yıllardan beridir sosyal, kültürel, tarihi ve dini bağlarının olduğu tüm gönül coğrafyası ile irtibat kurmasına da asla izin vermemiştir. Neden ve bunu da nasıl başarmışlardır? İşbirlikçi yöneticiler her daim küresel sömürü çetelerine hizmet etmek için emre hazır bir konumda bekletilmiştir! Türkler, tarih sahnesine yeniden tarihi kodları ile ve tekrardan güçlü bir şekilde çıkmaması için her yol denenmiştir! Bu konuda başarılı olmalarının tek bir ön şartı vardır; İçeride yönetim kademesinde her zaman etkili ve yetkili konumlarda küresel sömürü çetelerinin hizmetçilerinin bulunması yeterli görülmüştür! Yoldan çıkmaya başladığı dönemlerde ise hiç çekinmeden doğrudan veya içerideki hizmetçilerinin müdahaleleri ile balans ayarları da yapılmıştır! Neden yapılmaktadır, bu darbe ve post modern darbeler? Bu asil millet, Türklerin Tarihi kodlarına tekrardan dönmemesi adına!   Bu asil millerin yüz yıllık Cumhuriyet tarihine kabaca bir baktığımızda, balans ayarlarının neden ve nasıl yapıldığı da çok net bir şekilde anlaşılacaktır!

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasının olduğu gece, devlet, ana muhalefet ve muhalefeti ile bir ve beraber olan bu asil milletin her bir ferdi çok büyük bir felaketin eşiğinden dönmüştür! Küresel sömürü çeteleri devletimizi ve asil milletini bu defa tamamen teslim almayı hesaplamıştır!  Yüz yıllardan beridir uyuttukları ve uyuşturdukları bu asil milleti, yeniden bir ve beraber olabileceği, tarihsel kodlarına da dönebileceğini hesap etmemişlerdir! Yani hesap hatası yapmışlardır, tüm küresel çeteler ve içimizdeki bizden görünümlü, tipi bizden olup da çipleri ağababalarının elinde olan,  işbirlikçiler!

15 Temmuz tarihinde hesap hatası yapan küresel çeteler ve işbirlikçiler, Yeni kapıda şahlanan, devlet, ana muhalefet, muhalefet ve bu asil milletin birlik ve beraberliği karşısında neredeyse kurdurmuşlardır! Devlet, millet, ana muhalefet ve muhalefet,  bin yıl yurt eylediğimiz bu topraklardaki varlık ve bekamız adına birlikte hareket etmeye başlamışlardır! Yeni Cumhuriyet kurulurken bu da hesapta yoktu! Yani bu ülkedeki tüm farklılıklar birbirleri ile sadece ve sadece kavga ve çatışmacı bir şekilde formatlanmıştı! Neler oluyordu? Biz bu Cumhuriyeti bu şekilde kurgulamamıştık, demeye başladılar; tüm küresel ve işbirlikçiler!

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasının akabinde, devlet kademesinin tüm birimlerinde yapılan işbirlikçi temizliği de küresel çeteyi sıkıntı ve endişelere gark etmiştir! Nasıl olabilirdi? Devletin aldığı her bir nefesten haberdar olanlar artık bırakın haber almayı, ne yapacağımızı dahi kestiremiyorlardı! Elbette ki bu durum içeriden ve dışarıdan birilerinin de hoşuna gitmeyecekti! Sınırlarımızda oluşturulmaya çalışılan kukla kanton veya koridor devletçiklere asla izin vermeyeceğini yüksek perdeden her bir siyaset adamlarımız dile getirmeye başlayınca, birilerinin de uykuları kaçmıştır!  Bu aziz Devleti kendilerine göre formatlayanların ellerinden kaymaktadır! Her gün her kafadan aykırı gibi görünen tüm seslerin gerekçesi ve sebebi hikmeti de sadece budur! Başkaca bir şey değildir!  Bu asil millet Türkler, bin yıllık tarihi kodlarına ve devlet geleneğine dönmeye başlamıştır! Tüm mesele bundan ibarettir!  Yüz yıl önce, yedi düvel ile yedi cephede bağımsızlık ve istiklali için savaşan ecdadın torunları, bugün tarihsel kodlarını hatırlamış ve aynı şekilde varlık ve bekası için bin yıllardır yurt edindikleri Anadolu topraklarında, yeniden küresel çeteler ve içimizdeki işbirlikçilere karşı ‘yerli ve milli’  olmak savaşını vermektedir! Bugün dışarıdan ve içeriden farklı ve aykırı sesler neden çıkmaktadır? Küresel çeteler, işbirlikçileri maharetiyle yönetip, sömürdükleri, aziz devlet ve asil millet ellerinden sadece kaymaktadır! Kavga budur! Sen ne zannediyordun! Türk Devleti,  rayına oturmaktadır! Türk Devleti,  bin yıllık tarihsel rotasına girmektedir!

Esnaf Odasından,  Ahilik Teşkilatına!

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz günlerde,  Tabipler Birliğinin Afrin – Zeytin Dalı operasyonu hakkındaki olumsuz açıklamaları akabinde, vermiş olduğu tepkiler, Oda ve Birliklere yönelik olan zorunlu üyelik ve üye aidatları hakkındaki beyanatları da kamuoyunda büyük bir karşılık bulmuştu. Özellikle de küçük esnaf ve sanatkar cephesinde! Meslek tanımı içindeki bir işi, bir mesleği icra edebilmek için tanımlı meslek odasına kayıt olmak ve zorunlu aidatlarını da düzenli olarak ödemek zorunluluğu da bulunmaktadır.  Diğer gerekli evraklar için ödenen ve ödenecek zorunlu ücretler de cabasıdır!  Meslek odası ve birlikler sadece aidat toplamak için mi kurulmuştur? Meslek odası ve birlikler,  üyeleri ve ülkeleri adına başkaca görevleri de bulunmakta mıdır?  Meslek odası ve birlikler ülkenin zor zamanlarında icra etmeleri gereken başka sosyal sorumluluk görevleri de var mıdır? Yoksa sadece ve sadece aidat toplamak ve bu oda ve birliklere gelen, seçilen başkanlar,  babaları ve dedelerinden kalan makamları ölünceye kadar işgal etmeleri mi gerekmektedir? Sadece soruyorum!

Selçuklu ve Osmanlı devletinin kurulması aşamasında ve diğer zamanlarda devletin ve toplumun nüvesini teşkil eden Ahilik teşkilatına kabaca bir bakalım! Ahilik teşkilatı, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Anadolu’daki halkın,  sanat, ticaret, ekonomi gibi çeşitli meslek alanlarında ve ahlaki yönden yetiştiren, çalışma yaşamını ve iyi insan meziyetlerini esas alarak düzenleyen bir örgütlenme şeklidir. Günümüzün esnaf odalarına benzer bir işlevi olan Ahilik;  iyi ahlakın, doğruluğun, kardeşliğin, yardımseverliğin kısacası bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyo – ekonomik düzendir. Ahilik felsefesi, temelleri 12. yüzyılda Kırşehir’de atılmış, daha sonra tüm Anadolu’ya yayılmış, izleri bugüne kadar süregelmiştir. Ahilik, aynı zamanda sosyal hayat kadar, ekonomik hayatı da yönlendiren günümüzde hala geçerliliğini koruyan, bugünün şartlarında bile birçok ülkede sağlanamamış adaletli, verimli ve son derece güzel bir sistemi Türk toplumuna kazandırmış bir kültür taşıyıcısıdır! Ahilik, tarihi ve sosyo – ekonomik zorunlulukların ortaya çıkardığı mesleki, dini, ahlaki bir Türk esnaf birliği kuruluşudur.

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Türk Tabipleri Birliği’ne ilişkin, “Bir defa onun başındaki ‘Türk’ ifadesi zaten Bakanlar Kurulu kararıdır, onun oradan hemen, süratle çıkarılması lazım. Sadece Tabipler Birliği değil, Türkiye Barolar Birliği ile ilgili de aynı şey” açıklamalarının ardından, söz konusu tüm oda ve birliklere zorunlu üyelik konusu gündeme gelmiştir.  İş dünyasındaki tüm kulislerin gündeminde de bu tasarı konuşulmaktadır. Birçok iş adamı odalara zorunlu üyeliğin kalkmasıyla hizmet kalitesinin yükseleceğini de ifade etmektedir.  Şirketler, hizmet aldığı için oda ve birliklere sadece bu işin ücretini ödemelidir. Böyle bir sistem sağlanırsa oda ve birliklerdeki hem işlemler hızlanır, hem de buralara üyeliğin değerinin de artacağına yönelik kanaatler kamuoyunda zikredilmektedir.

Esnaf ve Sanatkar Odalar Birliği, 1964 yılında yürürlüğe konulan 507 sayılı kanun ve 21 Haziran 2005’de düzenlenen 5362 sayılı Kanun hükümleri doğrultusunda çalışmalarını yürütmektedir. Halen il ve ilçe düzeyinde kurulmuş;  3,098 meslek odası, il düzeyinde kurulmuş, 82 Esnaf ve Sanatkarlar Odaları Birliği ve merkezi Ankara’da olan 13 mesleki Federasyonu ve sayıları 2 milyonun üzerinde kayıtlı esnaf ve sanatkar üyesi bulunmaktadır. Esnaf ve sanatkar odası, genel olarak esnaf ve sanatkarların çalışmalarını mesleki yönden ve kamu yararına uygun olacak şekilde düzenlemek ve bu hususta gerekli görülecek her türlü tedbiri almak ve teşebbüste bulunmak!  Üyelerin mesleki eğitimlerini geliştirmek, esnaf ve sanatkarları yurt içinde ve uluslararası düzeyde temsil etmek gibi tanımlı görevleri de bulunmaktadır.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın oda ve birliklere yönelik olan zorunlu üyelik açıklamaları akabinde,   bu Oda ve Birlikler,  tarihimiz, kültürümüz ve kadim medeniyetimizin de nüvesini teşkil eden Ahilik teşkilatına benzer bir Yeni yapıya ve Esnaf teşkilatlanması şekline dönülebilir mi?  Esnaf ve sanatkarlarımızın kurmuş oldukları,  bu meslek odaları, bulundukları il ve ilçelerdeki, Ticaret odasının bünyesinde bir alt başkanlık veya müdürlük şeklindeki bir düzenleme ile yeniden Ahilik benzeri Yeni bir oluşuma, Yapıya dönüşebilir mi? Ahilik, Asil Türk milletinin ve kadim medeniyetimizin hem kurucu kodları, hem taşıyıcısı ve hem de nüvesini teşkil etmektedir.  Sadece bir esnaf birliği ve dayanışması olarak kabul edilen Ahilik teşkilatın dağılması, kapanması ile birlikte,  bu asil milletin sosyo – ekonomik,  sosyo – kültürel  ve tüm kadim medeniyetimizin taşıyıcı kodları da dağıtılmış ve yok sayılmıştır!

 

Türk Üçgeni; Kuvayi Milliye Ruhu!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti,, kurulduğu tarihten itibaren, küresel güçler ve  içimizdeki işbirlikçiler, devletin tüm   yönetim ve kontrol mekanizmasında etkin olduklarına şahit olmaktayız.  Türkiye Cumhuriyeti devleti, milleti ile bütünleşme ve kalkınma hamlelerine giriştiği dönemlerde ise mutlaka bir darbe veya muhtıra karşımıza çıkmaktadır! Türkler tarih sahnesine tekrardan büyük bir oyuncu olarak çıkmaması planlanıyordu! Türklerin tarih sahnesine yeniden çıkmaları,  tüm mazlum coğrafyada Adalet, Hakkaniyet ve Kadim medeniyet olarak karşılık buluyordu!  Bu kadim medeniyet,  kültürel ve gönül coğrafyasındaki bağlarının da koparılması gerekiyordu. Yaşadıklarımız tüm bunların haberciliğinden başkaca bir şey değildir!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milletini, geçmişte darbelerle durdurmayı ve yönetimde söz sahibi olmayı hedefleyen, küresel güçler ve işbirlikçiler, 15 Temmuz tarihinde,  bu ülkede inkıtalara, darbelere ve post modern darbeler tarihine,  bir son nokta koymayı da planlıyordu! Yani Türkiye ve Türkleri,  bu defa tamamen teslim almayı hesap etmişlerdi! Hesaplarında olmayan şey, bu milletin tarihinden gelen, bağımsızlık ve istiklaline olan aşkı ve bu aşkına erişebilmek için de her türlü sıkıntılara göğüs gerebilecek bir ruh ve yapıda olmasıdır! 15 Temmuz tarihinde,  bu devlet ve milletin küresel güçlere teslimiyetini  beceremeyenler, sınırlarımızda terör örgütleri üzerinden hain emellerine erişebilmek için halen bu saldırılarına ve planlarına da devam etmekteler! Duracaklar mı? Hayır?  Gelmeye ve artarak gelmeye de devam edecekler! Ne zamana kadar? Bu asil milletin, Birinci dünya savaşı akabinde ki anlaşma maddeleri dikkate alınarak, ülkenin her bir karesi de işgal edilmeye kalkışıldığında, bağımsızlık ve istiklalini elde etmek,  yeniden bir devlet kurmak için tüm vatandaşlarımızla birlikte ki seferberlik ve savunma ruhu olan;  Kuvayi Milliye ruhu canlanıp harekete geçene kadar!

Birinci dünya Savaşı yılları ve savaşın akabinde ki anlaşmanın bir maddesine kabaca bir bakalım.  1918 yılı sonlarına doğru ittifak devletlerinin savaşı kazanma umutları kalmamıştı. Almanya 3 Ekim 1918’de ateşkes önerisinde bulunmuştur! Yapılan görüşmeler sonunda Agamemnon zırhlısında, 30 Ekim 1918 günü Mondros ateşkes antlaşması imzalandı. 31 Ekim günü yürürlüğe giren ve 25 maddeden oluşan, 7. maddesi ile bir tehdit karşısında, Osmanlı topraklarındaki stratejik noktaları işgal etme hakkının İtilaf devletlerine verilmesiydi. Bu durum Osmanlı devletinin daha barış antlaşması bile beklenilmeden anlaşma devletlerince parçalanıp paylaşılacağının da bir göstergesi olmuştur. Türk devletini ve milletini, tarih sahnesinden silmeyi ve parçalamayı planladıkları  7. Madde;  İtilaf devletleri güvenliklerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkarsa, herhangi bir stratejik noktayı işgal edebileceklerdir.

Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra, İtilaf devletleri 7. Maddeye dayanarak yurdumuzu işgal etmeyi, Türk milletini ortadan kaldırmayı ve Türk vatanını paylaşmaya da kararlı olduklarını göstermişlerdir. Diğer yandan ateşkes hükümleri gereği, Osmanlı ordusu terhis edilmiş ve ülkede işgallere karşı koyacak düzenli askeri birlikler de kalmamıştır!  Türk vatanı işgal edilmiş, Türk milletinin can, mal ve namus güvenliği de kalmamıştır! Türk milletinin hayat ve hakimiyet hakları da yok sayılmış! Bunun üzerine savunmasız kalan Türk milleti her türlü imkansızlığa rağmen, bağımsızlık ve istiklali için harekete geçmiştir. Türkler bulundukları yerleri savunmak ve buraların da Türk yurdu olduğunu kanıtlamak amacıyla, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve Kuvayi Milliye birliklerini kurmuşlardır. Türk milletinin bağımsız yaşama isteğinin ve vatanseverlik duygusunun eseri olarak ortaya çıkan bu direniş azmine “Kuvayi Milliye Ruhu” adı verilmiştir. Milletimizin bağımsızlığını yeniden kazanmak için giriştiği silahlı mücadeleye de “Kuvayi Milliye Hareketi” olarak isimlendirilmektedir.

Dün yaşanmış olanların, bugün yaşadıklarımız ve halen de yaşananlardan bir farkı var mıdır? Sınırlarımızda küresel güçler tarafından kurulan ve desteklenen terör örgütleri neyin peşindeler?  Türk yurdu yüz sene önce olduğu gibi her bir koldan küresel taşeronlar tarafından saldırı halindedir!   Yedi düvel, vekalet orduları üzerinden,  yedi cepheden saldırıya geçmiştir. Türk milleti fert fert ne yapması gerekiyor sorusuna verilmesi gereken cevabı bir siyasi partimizin lideri sarih bir şekilde açıklamaktadır!  MHP Lideri Devlet Bahçeli’ye “Sizi siyasete sokan şey nedir” şeklinde soru yönelten bir gazeteciye; “Kuvayi Milliye Ruhu” demiştir. Kuvayi Milliye;  Devleti ve milleti yok etmeye, işgale ve parçalamaya yönelik bir saldırı sırasında mücadele için kurulmuştur. Biliyor musunuz? MHP Lideri Bahçeli;  Milletvekili olduğu tarihten itibaren, Devletten hiç maaş almıyor, hepsini de hayır kurumlarına bağışlamaktadır!

 

Millet Olmak ve Milli Birlik!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti,  Yedi düvelin dünya halklarından derleme, toplama, kim olduklarını bilmeyen, neden buralarda bulundukları ve ne için savaştıklarını da anlamayan orduları ile Osmanlı İmparatorluğunu bölmek ve parçalanmak için kapılarına dayandığı karanlık günlerde;  İstiklal ve bağımsızlığına âşık, tüm farklılıkları ile bir ve beraber olmuş, bu topraklarda yaşayan ve kendisini de Türk olarak kabul eden, Anadolu coğrafyasının her bir karesini de şehit kanları sulamış, asil bir milletin evlatları tarafından kurulmuştur.  Anadolu coğrafyası küresel güçlerin bin yıllardır hesap ve planlarının olduğu bir kara parçasıdır. Bu topraklarda bin yıllardır yaşamakta olan asil milletin evlatları da coğrafyadan kaynaklı bu zorluk ve sıkıntıların bilincinde ve idrakindedir. Millet olmak böyle bir idrake sahip olmayı ve tarihe serüveni de gerektirir. Millet olmak derleme ve toplama ortak kültürel bağları olmayan bireylerden meydana gelemez!  Millet olmanın çok ağır yükümlülükleri ve sorumlukları da vardır! Millet olmak başkaca bir anlam ve süreçleri de gerektirir! Türk milleti millet olabilmenin gerektirdiği tüm aşamalar ve kurallara da haizdir!

Millet nedir? Millet kimlere denir? Bir araya gelmiş her bir insan topluluğunu millet olarak kabul edebilir miyiz? Millet kavramını kabaca incelemeye çalışalım; Ortak bir kültür çerçevesinde bütünleşmiş ve tarih bilincine sahip en büyük insan topluluğudur. İnsanlar, benzer özellikleri nedeniyle ortak sosyal, siyasi ve iktisadi işleyişler içinde uzun tarihi süreçler boyunca birlikte yaşamayı tercih etmekte ve aktarılan miras sonucu millet olgusu ortaya çıkmaktadır. Milleti meydana getiren en önemli unsur, tarihi bir süreç içinde kültür veya birlikte yaşama şeklinde ortaya çıkan ortak bir iradenin varlığıdır. Burada söz konusu edilen ortak kültür, birlikte yaşama iradesi ve ortak tarih gibi unsurlar, esasen karşılıklı bir etkileşim içinde bulunmayı da gerektirmektedir.

Millet olabilmenin yeter ve gerek şartları nedir diye şöyle bir baktığımızda, karşımıza bazı kural ve kaideler çıkmaktadır. Bir topluluğun ‘millet / ulus’ olarak adlandırılabilmesi için;  Toplulukta ortak bir dilin konuşulması!  Topluluğun tarihsel geçmişe sahip olması!  Şimdi bir arada yaşayan bu topluluğun, gelecek için de bir arada yaşama inancında olması! Topluluktaki bireylerin birlik ve beraberlik içinde, ortak duyguları paylaşması! Toplulukta kültürel ortaklık bulunması gibi bazı kural, kaide ve yazılı olmayan gerek şartları da bulunmaktadır.

Millet kavramını kabaca  değerlendirdikten sonra, milli birlik ve beraberlik ne demektir?  Bir toplulukta milli birlik oluşmadığı takdirde nelerle karşılaşabilecektir? Milli Birlik; bir Milletin bütün olması, bu bütünlük içinde ayırıcı ve bölücü unsurlara asla yer verilmemesi demektir! Bir milletinin en değerli varlığı budur! Bu varlığını kaybeden milletler payidar olamazlar!  Bir milletin yaşaması, yücelmesi, gelişmesi, kalkınması söz konusu ettiğimiz bu milli birliğe bağlıdır. Bir millet, Milli birliğini sağladığı, koruduğu ve geliştirdiği ölçüde sonsuza kadar devam edecektir.  Aksi halde tarih sahnesinde silinecek,  Dünya coğrafyasındaki milletler çöplüğü ve tarihin tozlu sayfalarında yerini alacaktır!

Üzerinde yaşamakta olduğumuz, Anadolu coğrafyasının çetin, zorlu ve bir o kadar da ağır bedeli ve sonuçları olduğunu ifade etmeye çalışmıştık.  Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve bu asil milletin her bir ferdi yaşadığı coğrafyadan kaynaklı bu sorumluluklarının idraki ve bedelinin de bilincine sahiptir!   Türk milletinin küresel güçler ve taşeronları tarafından hedefte olması tesadüfî olabilir mi?  Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve asil milletimizin içeriden ve dışarıdan ihanet kuşatması, saldırıları yeni değildir ve halen sınırlarımızda yaşamakta olduğumuz kuşatma, çevreleme operasyonları ile de son olmayacaktır!

15 Temmuz tarihinde millet olarak yaşadığımız, öncelikle bir darbe teşebbüsü, yedi düvel ile tarihi bir hesaplaşma ve işbirlikçileri tarafından ağababalarına bu mübarek toprakların kontrol ve denetiminin de hediye olarak takdim edilmeye çalışıldığı, insanlık tarihi açısından da tarifi olmayan bir ihanet kalkışmasıdır! Devlet ve millet olarak, Milli bir mutabakatın ve Milli birliğin varlığının elzem ve şart olduğu günlerde bulunuyoruz!  Seksen milyon olarak, Bir birimize düşersek, ya bizi bu vatandan söküp atacaklar, ya da bu topraklara bizi gömüp üzerimizden hedeflerine erişecekler! Hangisi! Karar bizimdir! Karar, seksen milyon bu asil milletin her bir ferdine aittir!  Çünkü Millet olarak gidecek başka bir kara parçamız, yerimiz, sığınacak başka bir yurdumuz yoktur! Millet olarak bin yıllardır yaşamakta olduğumuz Anadolu coğrafyasında birlikte yaşayacağız. Milli kimlik ve milli birliğimizi kaybedersek; Bu sınırlar dâhilinde devletimizin ve milletimizin bugünkü haliyle yaşaması da zorlaşmaktadır!

Yedi düvel,  vekalet orduları üzerinden kumpas kuruyor ve toptan olarak üzerimize gelmektedir! Gelsinler! Geldikleri gibi de giderler, gidecekler de!   Yüz sene önce gelip ve gitmek zorunda kaldıkları gibi! Yeter ki; Seksen milyonun her bir ferdi ile saflarımızı sıkılaştıralım,  bir ve beraber olalım, iri olalım, diri olalım, kardeş olalım ve hep birlikte Türkiye olalım!  Öleceksek de bin yıllardır yaşadığımız ve her bir karesini şehit kanları ile suladığımız Anadolu toprakların da,  ADAM gibi ÖLMEYİ göze alalım!