Vatansever Kimdir?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kurulduğu tarihten itibaren sürekli olarak, hem içeriden hem de dışarıdan müdahalelerle karşı karşıya kalmıştır.  Bu müdahaleler sadece Cumhuriyetin kurulması ile mi başlamıştır? Yoksa Osmanlı imparatorluğunun zayıflamaya başladığı tarihten itibaren görmek ve duymak istemediğimiz gelişmeler midir? Bir devlet, neden ve nasıl, iç ve dış müdahalelere maruz kalır ki? Nasıl olabilirdi böyle bir şey? Bizler vatandaşlar olarak çok farkında olamasak da bu işler bu aziz ülkede her daim cereyan etmekteydi! Peki, neden oluyordu bu işler? Neden mi arıyoruz? Bu asil milletin ve devletin; 1000 yıllık tarihi, kültürel, sosyal ve dini bağlarından kaynaklı olarak bir daha dünya ve bölge ölçeğinde bir GÜÇ olmaması için yapılıyordu tüm bu işler, içerideki işbirlikçiler ve dışarıdan da emperyalistler tarafından!

ABD ile son günlerde bir kriz yaşıyoruz. Olabilir mi? Tabii ki devletlerarasında ki ilişkilerin hiçbir zaman dostluk ve müttefiklik üzerinde kurulu olmadığını, sürekli olarak hatırlatmaya çalışıyoruz. Demek ki Türkiye Cumhuriyeti devleti ve millet olarak, dünyanın süper gücü konumunda bulunan bir ülkenin bölgemiz ve ülkemiz coğrafyasındaki çıkarlarına, hegemonyal duruşuna aykırı işler yapıyoruz ki; bu gelişmeler oluyor ve bu krizler yaşanıyordu! Kriz olabilirdi! Önemli olan bu krizin çözümüne yönelik olarak yetkili konumdaki bireylerin tavırları ve konuşmalarıdır. Hedef bu krizi çözmek midir? Yoksa karşılıklı olarak taraflara zarar vermek midir?

ABD Ankara büyükelçisinin giderayak basın kuruluşu yetkililerini çağırıp yapmış olduğu toplantıya ne demelidir? Bu yapılan toplantılar devletler arsında ki hukuk ve kurallara uygun mudur? Yoksa bir sorun var ise bulunduğun devlet yetkilileri ile oturup konuşmak ve görüşmek midir? Devletlerarasında ki teamüller neyi gerektiriyor ki? Büyükelçi yoksa önceki yıllardan kalma bir alışkanlık olarak kendilerini sömürge valisi olarak mı tanımlamaktadır ki? Yapılan girişimler ve konuşmalar bir sömürge valisi edasına yaraşır ve yakışan gelişmelerdir! Elçinin bu toplantıda yapmış olduğu açıklamaya veya hezeyanlara ne demeli ki? Hiçbir anlam da veremedim! DAEŞ, Türkiye Cumhuriyetinde,  9,5 aydır terör olayları yapamıyorsa, bu bizim ülkemizle olan çalışmalar ve istihbarat paylaşımlarının da bir ürünü ve sonucu diyor! Nasıl yani! Bu güne adar bu güzel ülkemizdeki terör olaylarının arkasında ve destekleyici olarak siz ve devletiniz mi bulunuyordu ki? İnanın hiçbir şey de anlamadım! Dost ve müttefik olarak bildiğimiz bir devlet bunları da yapamaz, yapmamalı ve de yapmamıştır, diyorum! Sizler ne diyorsunuz ki, bu durum ve gelişmeler hakkında?!

ABD ile daha önceki yaşanan tüm sorunları dikkate almadan,   son günlerde yaşanan vize krizi ve büyük elçinin açıklamaları çerçevesinde, içimizde ki işbirlikçi ve satılık ruhların açıklamalarına ne dersiniz? ABD cezalandıracaksa AK Partiyi cezalandırsın, tüm Türkiye’nin suçu nedir, diyor! Bir siyasi veya başka merkezler, diyor tüm bu ifadeleri! Siz bir şey anladınız mı? Ben hiçbir şey anlayamadım da! Adam demek ki başka bir ülkede yaşıyor, başka bir ülkenin ekmeğini yiyor, suyunu içiyor ve maaşını da başka bir ülkeden alıyor! Bireyler ancak ve ancak onurları için yaşarlar. Devletler de öyledir; Bağımsızlık ve bekaları için yaparlar, her bir mücadele ve savaşlarını da! Devlet ve millet olarak bizim ülkümüz nedir ki?  Devlet-i ebed müddet! Ne demektir bu kavram? Devletimizin bağımsızlığı, bekası ve milletimizin de birliği ve beraberliğidir! Dünya devletler arenasında bir devlet veya küresel güçler, senin onuruna müdahale edecek! Varlığına – birliğine – bütünlüğüne saldıracak! Devlet ve millet olarak beka sorunu ile karşı karşıya kalacaksın! Aynı küresel güçler, sınırlarına terör örgütleri için yığınaklar yapacak ve bu terör örgütlerinin de nizami bir ordu haline gelebilmesi için de her türlü lojistik destekleri sağlayacak!  Sen de bir devlet yetkilisi veya vatandaş olarak da bunları görmezden gelebileceksin, bir çift söz söylemeyeceksin, öyle mi! Birisi vatansever mi demişti! Yoksa vatan haini mi demek istemişti! Kararı, değerlendirmeyi ve yorumu da siz değerli okuyucularıma bırakıyorum!

Türkiye Cumhuriyeti Nereye mi Gidiyor?

Son günlerde, devlet ve millet olarak, içeride ve dışarıda yaşadıklarımıza ve gelişmelere bir bakar mısınız? Neler olmaktadır? Bu genç Cumhuriyet neler yapıyor da, küresel güçler tarafından olmadık uygulamalara şahit oluyor ve maruz kalmaktadır? Cumhuriyetin kurulduğu tarihten itibaren içeride işbirlikçileri vasıtasıyla cirit atan küresel güçler, istediklerine erişemeyince ve emirleri de yerine gelmeyince neler yapıyorlar? Bocalamaya başladılar! Bu çırpınmaları artık onlara hiçbir fayda vermeyecektir! Bu asil millet artık yolunu bulmuştur!  Dere yatağını bulmuştur! Bu asil millet en az bin yıllık tarihini hatırlamış ve artık uykudan da uyanmaya başlamıştır. Neden uyanıyorsun ki? Biz seni uyanmamak üzere uyuşturduğumuzu zannediyorduk; Tarihi, sosyal, kültürel ve dini inançlarınla oynamak suretiyle!  Küresel güçler zaviyesinden baktığımızda, devletimiz ve asil milletimiz açısından da sorun budur! Ne güzel müttefik, dost ve kardeş olarak devam ediyorduk! Nereden çıktı,  şimdi bin yıllık tarihi hatırlamak! Oldu mu şimdi yani! Tüm mesele budur! Anlamak istemeyen tüm işbirlikçilere de duyurulur! Bu asil Millet tarihinde 16 devleti neden kurmuştur? Özgürlük ve bağımsızlığına olan aşkı ve tutkusundan! Bu millet ne zaman ölüm ve ölmekten korkmuştur! Bu milletin ölümü korkuttuğunu da, tüm küresel güçlere ve işbirlikçilerine yeniden hatırlatmak gerekmektedir. Bu asil millet, ölecekse de ADAM gibi bir defa ölmesini bilir!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, içimizdeki bazı aklı evvellere göre, sadece ve sadece 90 yıllık tarihi olan genç bir cumhuriyettir. Sanki tarihin tozlu sayfalarında kurmuş olduğu 16 devlet ve son olarak da Osmanlı imparatorluğunun bir bakiyesi de değil! Gökten zembille inmiş yeni bir millet ve devlet! Gerçekten de durum böyle midir? Yoksa bu asil devlet ve millet dünya tarihinin olmaz ise olmazlarından mıdır? Batılı tarihçi ve devlet adamlarının buyurduğu; Türkleri, Dünya tarihinden çıkaracak olursanız geriye hiçbir şey de kalmayacaktır, ifadeleri ne demek istiyor olabilirler ki? İçimizde, kendisinin aydın olduklarını iddia eden,  satılık ruhlara da buradan sadece hatırlatmak isterim! Bu asil milleti ve devletini, sen kabile devleti mi zannetmiştin ki?!

Son olarak, ABD ile yaşadıklarımıza bir bakar mısınız? Hani yıllardan beri, bu iki devlet dost ve müttefikti! Neymiş efendim!  15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminin içinde bulunan konsolosluk görevlilerinin tutuklanmasına çok kırılmışlar, çok da kızmışlar! Aman bir üzüldük ki nasıl! Biz devlet ve millet olarak 100 yıldan beri, hep üzülüyoruz ve hep kırılıyoruz! Bu devlet ve asil millet yıllardan beridir oynadığınız onuruna artık DUR demektedir! Askerimize çuval geçirdiğinizde, firkateyni vurduğunuzda ve daha sayamadığımız böyle olaylarda biz millet olarak sanki hiç kızamamıştık! Kan kusmuş ama sesimizi de çıkarmadık! Sınırlarımızda terör örgütlerine yığınak yaparken, en modern silahlarınızı verirken de hiç kızmadık! Bu silahları terör örgütlerine,  bir dost ve müttefik devlet nasıl verebilirdi? Nasıl olabilirdi böyle işler? Aklımız da almıyordu, olan bitenleri!   Cumhuriyetin kurulması ile birlikte içerideki işbirlikçileri vasıtasıyla yönettikleri bu devlet artık ellerinden kaymaktadır. Devlet yönetiminde eskisi gibi cirit atamıyor ve oynatamıyorlar! Sen hala anlamadın mı, arkadaş!

Dünyada, bölgemizde ki parçalama – yeniden haritalama ve ülkemizde ki tüm bu gelişmelere rağmen, AK Parti Genel başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, devlet kademesinde ve teşkilatlarda, yorulan ve yıpranan yol arkadaşları ile bir nöbet değişimi talep etmektedir. Neden talep ediyor ki? Yoksa bizim göremediğimiz ve algılayamadığımız başkaca gelişmeler mi olmaktadır? Sayın Cumhurbaşkanımız, devlet ve millet olarak çok büyük bir SAVAŞ konumunda bulunduğumuz için içeride hem askeri kanatta, hem siyaset kademesinde,  hem de belediyeler ve tüm teşkilatlarda bir nöbet değişimi ve temizlik talep etmektedir.  Bu savaşa karşılık içeride bir ön hazırlık mıdır?  Acaba neden? Bu üzerimize gelmekte olan çok büyük bir SAVAŞ için özellikle de içeriden devlet ve millet olarak her bir ferdi ile hazır ve nazır olmak istemektedir, diye düşünüyorum.  Türkiye Cumhuriyeti Devleti nereye gidiyor, diyen özellikle de içeride ki işbirlikçilere buradan hatırlatmak isterim! Hiçbir yere gitmiyor! Sadece ve sadece Devletimizin tam Bağımsızlığı,  VARLIK ve BEKA SORUNU, Milletimizin de BİRLİĞİ – BERABERLİĞİ adına öngörü, hazırlık ve adımlar atılmaktadır. Sen ne zannetmiştin ki?!

AK Parti Teşkilatları Yenilenebilir mi?

AK Parti, 2 Kasım 2002’de iktidar olduğu yıldan bugünlere bir projeksiyon yaptığımızda,  2002 yıllarında ki Türkiye’nin genel durumu ve dünyanın da bulunduğu tüm şartları dikkate aldığımızda, çok büyük yatırım ve başarılara imza attığını söylemeden geçemeyiz. AK Parti sosyal ve ekonomik olarak ülkemizde çok büyük yatırımlar ve değişimler de yapmıştır. AK Parti büyük değişim ve dönüşümlere de öncülük etmiş, siyasi bir harekettir. Tüm bu çalışmalar,  yatırımlar, değişimler ve başarılar da emeği geçen her bir AK Parti üyesine teşekkürlerimi sunar, daha nice başarılara da, bu asil millet ve devlet için imza atabilmeleri dileklerimle.

Kurumsal yapılar zamanla yıpranır, üyelerinde metal yorgunluğa duçar olanlar ve işletme körlüğü dediğimiz hastalık sahibi olan da bulunabilir. Peki, bu normal bir gelişme midir? Tabii ki, normal ve doğaldır! Önemli olan bu yıpranmaya karşılık, kurumsal itibarı koruyabilmek ve kurumsal yapının da sürekliliği adına, önlem ve tedbirler alabilmektir. Kurumsal yapının itibarı ve sürekliliği adına tedbir almadığımız zaman neler olur, nelerle karşılaşabiliriz?  Değişim tabii ki sancılı olacaktır! Kurumsal yapıda değişime direnen bireyler ve güçler de olacaktır! Bunlar da doğal gelişmelerdir. Önemli olan tüm bu negatif gibi gördüğümüz gelişmeleri kurumsal yapının dinamiğine zarar vermeden bertaraf edebilmektir.

Kurumsal yapılardaki başarıları kendilerine mal eden, kendinden kaynaklı olduğunu zanneden kişiler de olacaktır. Ben olmasam bu yapılan yatırımlar ve başarıların olması ve yapılması da mümkün değildi,  olamazdı, şeklinde ki ifadelere de şahit olabiliriz.  Kurumlar ve kurumsal yapılar, bulundukları koltuktan Güç alan kişilerle değil, gelmiş olduklara makamlara, Güç – Güven ve İtibar katan bireylerle gelişebilir, devamlılık arz edebilir.  AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın sürekli olarak vurguladığı metal yorgunluğa düşen,  kurumsal bünyemizde ki değişime de itiraz eden ve direnmekte olan, mezkur vasıflara haiz kişiler bulunmaktadır. Teşkilat ve kurumsal yapılarda, yorulan ve yıpranan yol arkadaşlarımızla bir Nöbet değişimi yapmamız gerekmektedir. Değişime direnenler;  Benim şöhretim ve benim itibarın ne olacak sevdasında ki teşkilat üyeleridir!  Kurumsal yapı olmasa birey olarak seni kim tanırdı ki? Kurumsal yapı seni bir yerlere getirmiştir? Bugün de yorgunluktan kaynaklı olarak, kurumsal yapı, bir nöbet değişimi talep etmektedir. Neden itiraz ediyorsun ki? Önemli olan kurumsal yapının sağlamlığı ve sürekliliğidir. AK Parti teşkilatları bu değişimi yapamadığı ve gerçekleştiremediği takdirde, siyaset sahnesinden silinip gidecek, siyasetin tozlu raflarında yerini alacaktır.

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan, Afyonkarahisar’da başlayan ve “Hep Birlikte, Büyük Hedeflere” temalı, AK Parti 26. İstişare ve Değerlendirme Toplantısının açılış konuşmasında; ‘’Değişime direnmek, akıntıya karşı kürek çekmek gibidir. İşte bu gerçekten hareketle bir süredir teşkilatlarımızda ve belediyelerde yenilenme ihtiyacımız bulunuyor. Bu benim şahsi tercihim veya partimizin kendi kendine icat ettiği yöntem değildir. Aslında bu, milletimizin talebidir. Bu yenilenme sürecini, değişim ihtiyacını, tazelenme talebini kendi irademizle gerçekleştirmek mecburiyetindeyiz. Eğer bunu biz kendimiz yapmazsak, sandıkta milletimiz yapar. Ona fırsat vermeden bu işi kendimiz çözmemiz gerekir. Bundan kimsenin alınmaması gerekir. Dünya değişirken Türkiye’nin yerinde saymasını beklemek ne kadar yanlışsa, Türkiye değişirken AK Partinin de olduğu gibi kalmasını beklemek o kadar yanlıştır. Esasen biz, kurulduğumuz günden beri bu yenilenme sürecinden hiç kopmadık. Bugün bu meseleyi çok fazla konuşuyor olmamızın sebebi, Türkiye’nin içinde bulunduğu şartların çetinliğidir. Unutmayınız ki çetin yollar, yorgun bedenlerle aşılamaz’ şeklindeki konuşmalarının, Dünya ve bölgemiz yeniden dizayn edilirken, küresel güçlerin  ‘böl – parçala – yönet ve yut’  projelerinin gün yüzüne çıktığı bir dönemde,  bireysel – kurumsal – devlet ve millet olarak da hazır olabilmemiz için acil ve ivedi tedbirler alınması gerektiği vurgularının da çok dikkate değer olduğunu düşünüyorum.

Dünya ve bölgemizde çok çetin gelişmeler olmaktadır. Kurumsal yapılarda devamlılığı adına bu çetin gelişmelere karşı önlem ve tedbirler almak zorundadır. Bu önlem ve tedbirler bireyler açısından bir tasfiye hareketi olarak algılanmamalı, üzerimize doğru gelmekte olan çok büyük sorunlara karşı hazırlıklı olabilmenin öngörülerdir. Bu tedbiri almadığınız takdirde, kurum ve birey olarak da beka sorunu ile karşı karşıya kalabilirsiniz. Ya tedbir alır, öngörülebilir sorunlara karşı hazırlıklı oluruz ve üyesi olmakla gurur duyduğumuz kurumsal yapı,  üst kimlik ve üst kurumsal yapı olan DEVLETİN Varlığı ve Bekası sorunu ile yüzleşmek zorunda kalmayabiliriz. Bu tedbir ve önlemler, üst kurumsal yapı olan DEVLETİN Yok olmaması adına yapılan girişim ve gelişmelerdir. Bölgemizde daha dün diyeceğimiz kadar yakın bir zamanda Devletleri olan milletlerin bugün sıkıntılı ve parçalanmış durumlarından dersler alabilmek ümidiyle!

Bölgemizi Balkanlaştırma Referandumu!

Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi lideri Barzani, bölge devletleri ve komşularının da yapılmaması yönünde ki tüm uyarı ve ikazlarına rağmen,  25 Eylül tarihinde Bağımsızlık referandumu gerçekleştirdi. Barzani bu girişimi ile neyin fitili ve ateşini yakmıştır? Küresel güçler,  Barzani’ye bölgeyi balkanlaştırma görevini mi vermiştir? Yakmış olduğu bu ateşte Barzani de yanacak mıdır? Yoksa Barzani gerçekten de çocukluk hayali olan bağımsız bir Kürdistan devletini kurabilecek midir? Velev ki kurduğunu farz edelim! Küresel güçler bu devletin yönetimini de bu aileye bırakacak mıdır? Kukla bir devlet olmaktan kurtulması mümkün müdür? Yakmış olduğu bu fitne ateşinin devamı gelecek midir?  Yoksa Barzani’ye sadece bu fitne ateşini yak gerisini biz hallederiz mi, dediler! Daha nice sorular ve sorular! Neden soruyoruz tüm bu soruları ki! Daha dün Yugoslavya da olduğu gibi!    İlkokul – ortaokul ve lise yıllarımız da tarih, coğrafya ve dünya tarihi ders kitaplarında okurken var olan bir devletin bu gün gözlerimizin önünde silindiğini, nasıl parçalandığını unutmamak ve dersler alabilmek adına, soruyoruz!

Barzani referandumu ile yüz yılardır barış ve huzur içinde, tüm farklılıkları ile mutlu ve mesut bir şekilde yaşayan Yugoslavya Cumhuriyeti ve vatandaşlarının durumunu hatırlattı! Yugoslavya Cumhuriyetinin uzun yılar devlet başkanlığını yürüten Tito, kendi döneminde tek partili yönetim altında “Yugoslav” üst kimliği ile bir bütünlük ve birlik sağlamaya çalışmıştır. Tito’nun; ‘Yugoslavya altı cumhuriyet, beş ulus, dört dil, üç din, iki alfabe, bir siyasal parti ve bir Yugoslav’dan ibarettir’  vurgularının da çok manidar olduğunu düşünüyorum. 1980 yılında Tito’nun ölüm tarihine kadar, bu ülkede 2. Dünya Savaşından beri istedikleri etnik ve dini temelli kaos hedeflerine de ulaşamayan tüm küresel güçler ve içerideki işbirlikçileri, bu cumhuriyetin bileşenleri olan, altı cumhuriyet ve beş ulus için emperyal hedefleri doğrultusunda her türlü fitne ve fesat tohumlarını ekmeye ve harekete geçirmeye başladılar. Meydan boş kalmış ve küresel güçlerin ajanları bu ülkenin her bir bölgesinde cirit atmaya başlamışlardı. Bu fitne ve fesat tohumları ilk meyvelerini 1989 yıllarında vermeye başladı. İlk bağımsızlık referandumunu da öncelikle Hırvatlar başlatmıştır. Hırvat lidere daha sonra ki yıllarda ‘neden böyle bir bağımsızlık referandumunu başlattınız’  şeklinde bir soru yöneltildiğinde, küresel güçler ve onların bölgemizdeki ajan stratejistleri tarafından bana verilen görevimi tam manası ile yerine getirdim ve Yugoslavya cumhuriyetinin de parçalanmasını sağladım, diyecektir.

Yugoslavya bölgesinde başlayan bağımsızlık referandum hareketlenmeleri daha sonra diğer etnik grupların da devreye girmesi ile yediye tamamlanmış oldu. Tabii ki bu bağımsızlık referandum hareketlenmelerini ateşleyen küresel güçler ve işbirlikçilerine de bir ‘Suçlu’ aranması ve tüm bölgede yaşanan gelişmeler de bu kişiye yüklenilmesi gerekiyordu.  Bağımsızlık referandum hareketine en son başlayan Müslümanların yaşadığı ‘Bosna – Hersek’ bölgesindeki yer altı kaynakları bahane edilerek, Sırp ve Hırvat çeteler bu bölgeye saldırmışlar, toplamda Yugoslavya’da en az 300 bin insan ölümleri ile sonuçlanan bir parçalanma süreci yaşanmıştır.   Dedik ya bu bağımsızlık hareketlerine bir suçlu devlet ve bir de deli birey aranması gerekiyordu, küresel güçler ve işbirlikçilerine.  Yugoslavya Savaşı nedeniyle kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne yargılanan Bosnalı Sırp lider Radovan Karaciç, kendisine yöneltilen bir soruya vermiş olduğu cevap çok ilginç ve kulaklarımıza da bugün için küpe olacak niteliktedir. Karaciç, Yugoslavya iç savaşının, bazı ülkelerin, emperyalist çıkarlarını gerçekleştirmek amacıyla, küçük bir ulusu kendi çıkarları için kullanmasının bir örneği olduğunu, Yugoslavya’nın parçalanması ve Bosna savaşı ‘büyük güçler’ tarafından ben siyasi yaşama girmeden çok önce öngörülmüştür. O zaman istihbarat ve askeri servislerini kullanarak bu olayları başlattılar. Karaciç,  Artık, “Dünyanın bu gerçekleri öğrenmeye ve uluslararası toplumun da kendi hesapları için neler yaptıklarını görmeye hakkı var”  şeklindeki ifadelerinin de bölgemizde ki tüm gelişmeler, adı her ne olursa olsun, referandum veya başkaca bir şey, olayları bir kez daha değerlendirebilmemiz, dersler ve tedbirler alabilmemiz gerektiğini de düşünüyorum.

Dünyamız, Küresel güçlerin emperyalist durumlarının devamı ve hegemonyaları için her yüz yılda veya ara dönemlerde yeniden bir bölme, bir parçalama, haritalanma ve dizayn girişimlerine sahne olmaktadır. Dünyanın küresel güçler açısından yönetilebilir bir durumda olması için sadece devletçiklerin bulunması da yeterlidir. Büyük devletlerin var olması kendi hedefleri için çok da uygun değildir. Bölgemiz açısından, yine hegemonyalarının devam edebilmesi için bölgede ki hiçbir devletin TÜRKİYE ile yan ayan gelmemesi de gerekmektir. Bunun için de bölgemizde Afganistan, Irak, Mısır, Suriye ve Libya vb. ülkelere ‘Özgürlük’ adı altındaki saldırılar da bunun birer yansımalarıdır. Türkiye bölgesinde herhangi bir ülke ile birlikte, bölgenin huzuru –selameti ve kalkınması adına harekete etmeye başladığı anda,  yüz yıllardır devam eden, bölgedeki hegemonyamız ve sömürülerimiz de tehlikeye girer, ifadelerinin de çok dikkati calip, olduğunu düşünüyorum. Küresel güçler, Yugoslavya parçalanırken – balkanlaştırılırken, Hırvat lidere vermiş oldukları bu görevi,  bu gün de bizim bölgemiz de Barzani ailesine vermişlerdir. Küresel güçler bölgemizde ki parçalama ve balkanlaştırma girişimlerine devam edeceklerdir. Bu parçalama ve planlarından asla vazgeçmeyeceklerdir. Sadece biraz öteleyebilirler, geciktirebilirler! Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ve bölge halkları olarak, tüm etnik ve dini farklılıklarımızı bir zenginlik kabul eder ve sadece ‘BİR – BERABER – İRİ – DİRİ ve KARDEŞ’ olabilirsek, istedikleri plan ve hesapları yapsınlar,  bölgemizden elleri bom boş olarak dönmeye mahkûm olacaklardır. Tüm hesapları, planları ve balkanlaştırma girişimleri de AKAMETE uğrayacaktır.

Teknoloji Transferine ‘DUR’ diyebilmek için!

Gıda ve Tarım, Dünyada önemi her gün artmaktadır. Dünyada gıda ve tarım alanında çalışmalar yürütmekte olan, bazı stratejistler ileri de gıda savaşların olabileceğini dahi öngörmekteler. Gelişmiş ülkelerdeki gıda israfı ve çok fazla tüketimi, az gelişmiş ve diğer ülkelerle kıyaslandığında,  dünyamızın ileride bir gıda kıtlığı veya gıda – tarım konusunda daha başka sorunlarla karşılaşılabileceğini de hesap etmekteler. Gelişen teknoloji ve teknik elemanların da yeterliliği ile ülkeler gıda güvenliği, sağlıklı ve doğal tarıma yönelik olarak da çalışmalar, araştırma ve geliştirme projelerine de büyük önem atfetmekteler. Devletimiz de bu konuda özellikle de araştırma ve geliştirme projelerine çok büyük önem ve destekler de vermektedir. Tabii ki bu konuda devleti, milleti ve gıda güvenliği konusunda da insanlık için de bir derdi olan bilim adamlarımız ve üniversite yönetimleri de büyük çalışmalar ve gayretler de sarf ediyorlar. Emeği geçen her bir bireye, bu konuda risk alıp yatırım yapan iş adamlarımıza ve tüm bilim adamlarımıza da buradan teşekkürlerimi sunarım.

Devletlerin özellikle de bizim gibi gelişmekte ve az gelişmiş ülkeler, vatandaşlarının refahı adına, tüm altyapı, üstyapı ve sanayi yatırım çalışmalarına hız verirler. Bu yatırımlar bir aşamaya geldikten sonra, teknoloji gelişmiş ve sizin yapmış olduğunuz bu yatırımlar için ek teknoloji yatırımlarına ihtiyacınız olacaktır.  Yani yapmış olduğunuz yatırımlar ile bu güne kadar kazandığınızı tekrardan yeni teknolojinin transferi için ödemek zorunda kalacaksınız! Bu yeni teknolojiyi de almak, transfer etmek zorundasınız! Aksi halde dünya ile rekabet edemezsiniz. Yapmış olduğunuz bu devasa ölçekteki yatırımlarınız artık eski ve demode bir durumdadır! Gelişmiş ülkeler, geliştirmiş oldukları bu teknolojileri bir aşamaya kadar olanı bizim gibi ülkelere satar ve ülke olarak da yeni ve bir üst versiyonunu geliştiremiyorsanız, her daim bu teknoloji ve bilim adamı transferi ettiğiniz ülkelere muhtaç durumdan kurtulamazsınız. Bunun da yolu, bilimin, araştırma ve geliştirmenin merkez üssü konumunda ki üniversitelerimiz ve burada yetişmiş olan beyin bilim adamlarımızdır. Devlet ve millet olarak beyin göçüvermekten ve teknolojiyi de transfer etmekten kurtulmanın zamanı çoktan geldi ve de geçmektedir! Bu konuda ülke olarak ne kadar ivme yakalayabilirseniz dünya ile rekabette de o kadar hızlı ve çabuk mesafe alabilirsiniz. Aksi halde her daim gelişmiş ülkelerin ürettiği bu teknolojiye mahkûm durumdan kurtulamayız ve bu ülkelere de beyin göçü vermeye devam ederiz.

Biyoteknoloji;  İnsan, hayvan ve bitki hücrelerinin fonksiyonlarını anlamak ve değiştirmek amacıyla uygulanan, çeşitli teknikleri ve işlemleri tanımlamak için kullanılan bir terim ve bilim dalıdır. Canlıların iyileştirilmesi ya da endüstriyel kullanımına yönelik ürünler geliştirilmesini, modern teknolojinin doğa bilimlerine uygulanmasını kapsar. Başka bir tanıma göre; Bitki, hayvan veya mikroorganizmaların tamamı ya da bir parçası kullanılarak yeni bir organizma (bitki, hayvan ya da mikroorganizma) elde etmek veya var olan bir organizmanın genetik yapısında arzu edilen yönde değişiklikler meydana getirmek amacı ile kullanılan yöntemlerin tamamına denilmektedir. Biyoteknoloji, temel bilim buluşlarını kısa sürede yararlı ticari ürünlere dönüştürebilmesiyle bir anlamda kendi talebini de yaratabilmektedir.

Konya Gıda ve Tarım Üniversitesi, kısa bir süre önce kurulmasına rağmen, yürüttüğü bilimsel ve ar-ge çalışmaları ile adından sıkça söz ettirmeyi başaran,  Türk tarımına ivme kazandıracak, yeni bir proje için çalışmalarına başladı.   Konya Şeker ve PANKOBİRLİK ile birlikte yürütülecek olan, domates üretimini olumsuz etkileyen organizmaların, kimyasal madde kullanılmadan ortadan kaldırılması amaçlanan bir projeyi de uhdelerine aldı.  Ülkemizde üretilmeyen, yurt dışından ithal ettiğimiz, özellikle gıda alanında daha sonra sağlık alanına da geçecek, kimyasal kullanmadan, bakterilerle domates güvesini öldüren kit üretmek için ar-ge çalışmaları yürütülmektedir. Bu çalışmalar daha sonra özel sektöre de açılacak, istenen kitler milli olarak üretilmiş olacak. Domates güvesi ile mücadelenin yapılacağı bakterilerden üretilecek formulasyonunun olduğu bu kitler, Konya Şeker ve PANKOBİRLİK ortaklığı ile üretilip, Konya Şeker’in seralarında uygulama alanı da bulurken,  Pankobirlik ile Türkiye’de ticari olarak satılmasının da önü açılmış olacaktır. Konya Gıda ve Tarım Üniversitesinin yürütücülüğündeki bu proje; Konya Şeker, PANKOBİRLİK ve Zirai Mücadele Merkez Araştırma Enstitüsü’nün ortaklığında hayata geçmesi için de çalışmalar başlatılmıştır. 

Bu asil milletin ve devletin kalkınması adına, risk alan, özellikle de beyin patlatan bilim adamlarımıza.. Her yıl milyarlarca dolar ödediğimiz teknoloji transferinin de önüne geçebilmek adına  ar-ge çalışmaları yürüten bilim adamlarımıza.. Yetişmiş bilim adamlarımızın da gelişmiş ülkelerdeki devasa ölçeklerde ki projeler için beyin göçüne de izin vermemek adına da yatırım yapan ve risk alan; Bu ülke ve milletimizin de bir ‘SİLİKON’ vadisi neden olmasın, diyebilen!  Hemen bir getirisi olmayan, insanlık için  gıda – tarım güvenliği adına bu alanlara yatırım yapan iş adamlarımıza.. Üniversitelerimizde, işi gücü dedikodu üretmekten arınmış, ona buna laf yetiştirmekten kendini soyutlamış, sadece ve sadece  bu ülke ve millet sevdalısı, bu ülkenin kalkınması için de bir derdi olan, üniversite ismi ve bilim adamına da yaraşır bir şekilde, çalışmalar yürüten, tüm akademisyen hocalarımıza.. Özellikle de araştırma – geliştirme projelerine öncülük eden, katkıda bulunan her bir bireye ve üniversitelerimizdeki araştırma geliştirme projelerinde görev alan ve kurumlarımızın her bir üyesine de buradan tebriklerimi sunar, başarılar dilerim.

 

Herkes,  İŞİNİ,  İYİ yapmalı!

Geçtiğimiz günlerde, Meram Belediyesi tarafından tertip edilen ve yürütücülüğü de uhdesine alan,  ‘Elinde AŞ, Kalbinde AŞK’ temalı, 28-30 Eylül tarihlerinde icra edilecek,  Ateşbaz-ı Veli, Aşçı Dede, Mutfak Kültürü Günleri, basın tanıtım toplantısına katıldık. Tanıtım programına,  Başkan Fatma Toru, Belediye Başkan yardımcıları, Belediye Meclis üyeleri, Belediye basın çalışanları ve Anadolu Halk Mutfağı Derneği başkanı Adnan Şahin bey ile birlikte basınımız tarafından da yoğun bir katılım ve ilgi bulunuyordu. Başkan Fatma Toru, basın tanıtım programında yapmış oldukları açıklamalarda, etkinlikler çerçevesinde, bu tarihlerde kadim medeniyetimizden gelen mutfak kültürü hakkında da kabaca bilgiler verdi.

Meram Belediye Başkanı Fatma Toru, 28-30 Eylül tarihlerinde ki Ateşbazı Veli Mutfak kültürü günleri etkinlikleri çerçevesinde ki basın tanıtım toplantısında, Anadolu coğrafyasının çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapmasının, ülkemiz için de zengin bir mutfak kültürünü de sağlamıştır. Ülkemiz mutfağının tanıtımı adına ilk kez 2010 yılında İstanbul’da düzenlenen bu etkinlikler, 2014 yılında Konya’ya taşınmıştır. Ateşbaz-ı Veli, Meram ilçemiz sınırlarında meftun, bir Allah dostudur.  Mekân ile program ilişkisi anlamında etkinliklerin Konya’da yapılması da çok manidardır. Aynı zamanda Ateşbaz-ı Veli, bizim ‘Aşçı dede’mizdir. Şehrin ve ülkenin tanıtımında, Ateşbaz-ı Veli’nin güçlü bir simge olduğu, Ateşbaz-ı Veli’nin, uluslararası arenada adına türbe yapılan ilk aşçı olduğu için de tüm gastronomi çevrelerince de bilinmektedir. Ateşbaz-ı Veli, sadece aşçılığıyla tanınmıyor, bizim için sadece bir mutfak ekolü ve sadece mutfak kültürünün taşıyıcısı de değildir. Ateşbazı Veli, aynı zamanda bir eğitim ve bir terbiye makamıdır. Biz arzu ediyoruz ki Ateşbaz-ı Veli, hem yemek kültürümüzle, hem tasavvufi boyutuyla, hem de eğitim konusunda da bir ekol olması ile uluslararası arenada ve bu anlamda da tanıtabilmek, noktasında ki açıklamalarının da çok dikkate değer olduğunu düşünüyorum.

Ateşbaz-ı Veli, kabaca incelediğimizde; Mevlana Dergâhının en mühim kısımlarından biri Matbah-ı Şerif, en önemli şahsiyetlerinden biri ve temsil ettiği makamdır. Tam bir teslimiyet makamı olan Matbah-ı Şerif’te yüzyıllar boyunca ‘hem aş, hem de gönüller’ pişirilir. Aileyle birlikte Horasan’dan gelen, daha zayıf bir rivayete göre de Karaman’dan bu kutlu kafileye katılan İzzeddin oğlu Yusuf’a, Dergâhta yemek pişirmek için odun kalmayınca Hz. Pir’in himmetiyle ayaklarını kazanın altına sokarak kazanı kaynatması üzerine, yine Hz. Mevlana tarafından ‘Hay ateşbaz, hay!’ denilerek bu isim konulur.

Gastronomi, sözlükte yemekten anlama, iyi yemek sanatı ve yemek bilimi gibi tanımlamalara verilen ve yemeğin alfabesini bilmektir. Yemek, yalnızca yaşamak ve karın doyurmak için yenilmez. Yemek kültürel bir bağdır, ifade sanatıdır, bir yaratıcılıktır, bir sosyalleşmektir! İnsanlar ve uluslar arasında kurulan güçlü bir bağdır. Gastronomi, yemek ve kültürler arasındaki ilişkiyi inceleyen bir uzmanlık alanı da diyebiliriz. Gastronominin içinde hijyen neredeyse ilk sıradadır; Yemeğin anatomisini bilmektir. Hem hijyenik, hem iyi hazırlanmış, hem damağa ve hem de göze hitap eden bir sistemdir. Bir gastronom için  yemeğin içindeki malzemelerin kimyasal açıdan da birbirini tamamlıyor olması, birbirleriyle uyum içinde olması, etkileşimlerinin güçlü ve doğru olması, oranları ve ölçüleri, kullanılan malzemelerin tazeliği, mevsiminde olup olmadığı ve hatta yetiştiği toprağın özelliği dahi önemlidir.  Turizm fakülteleri bünyesindeki Gastronomi bölümleri ile zengin bir yapıya ve çeşitliliğe de sahip olan Türk mutfak kültürünün akademik bir çerçevede muhafaza edilmesini, gelecek kuşaklara da taşınmasını sağlamak ve bu kültürü dünya arenasında, uluslararası platformlarda da tanıtımı amaçlanmaktadır.

Meram belediyesi tarafından yüklenilen ve bir sosyal sorumluluk projesi kapsamında uhdelerine alınan, ‘ Elinde Aş, Kalbinde Aşk’ konsepti çerçevesinde ki, ‘Ateşbaz-ı Veli, Aşçı Dede, Mutfak kültürü günleri’ için öncelikle tüm belediye ekibine, sponsor firmalarımıza ve emeği geçenleri şimdiden tebrik eder, başarılar dilerim. Böyle etkinliklerin sadece bir kurum tarafından yüklenilmiş olması da biraz tuhaf gelmektedir!  Şehirde ki bu alandaki tüm paydaşlarla birlikte böyle bir program, daha kapsamlı olarak yapılabilir mi? Bu şehre gelen yerli ve yabancı turistler, sadece Meram ilçemizi mi ziyaret etmektedir, diğer ilçe sınırlarına, hiç selam vermeden bu şehri terk mi ediyorlar ki? Böyle bir etkinlik çerçevesinde, en önemli paydaşlardan birisi ve kazanan taraf olması gereken, bu şehrin Oda ve Meslek kuruluşları neredeler ki? Şehrimizde bulunan üniversitelerimizin, Turizm fakülte dekanları ve yöneticileri,  Gastronomi bölüm başkanları ve bölümün diğer öğretim görevlisi hocalarımız neredeler? Masa başında mı anlatacaksınız ki, yemek yapmayı ve mutfak kültürünü, öğrencilerinize!  Şehrinizde, yemek ve mutfak kültürü ile ilgili kapsamlı bir etkinlik düzenleniyor ve bu etkinlikte ki fayda sağlayacak olan, kazan kazan konumunda olması gereken,  tüm paydaşlardan hiç kimsecikler yok! Ne ala memleket!    

Geçtiğimiz günlerde, biz gazetecilere yönelik olarak; Ömründe gazete görmemiş, bir öğrencisinin elinden tutup, bir gazete veya basın kuruluşuna ziyarete gelememiş,  gazetecilerin çekmiş olduğu maddi ve manevi sıkıntıları bilemeyen, kendi fil dişi kulesinden, yani Kaf dağının arkasından,  ahkam kesen bir akademisyenin hakarete varacak düzeydeki ifadelerine bir bakalım! Bu şehirde ki, ‘gazetecilere, biz adamlığı da, gazeteciliği de öğreteceğiz’, diyen bir akademik mantalite ve düşünce yapısı ile nereye varabilirsiniz ki? Hangi ülke ile rekabet edebilirsiniz ki? Hangi akademik ve bilimsel  başarıdan bahsedebilirsiniz ki?

 

Bu Israr Niye!

Kuzey Irak bölgesel Kürt yönetimi lideri Mesut Barzani, dünyadaki ve bölgemizdeki karışıklıkları fırsat bilerek, bir oldubitti ile dün itibari ile bağımsızlık referandumunu yaptı. Biz yazımızı yazarken daha sonuçlar net olarak da belli olmamıştı.  Bu gün, sabah itibari ile sonuçlar da netleşecektir! Bölgedeki tüm komşu devlet ve liderler, bu bağımsızlık referandumu, sonucu ne olursa olsun,  ‘’YOK’’ hükmünde kabul ederken, bu karar da ısrar etmenin bir mantığı da var mıdır?  Bölgesinde, komşuları ile ticari ve diğer ilişkiler olmadan ne yapabilirsiniz ki? Tüm komşularınızla kavgalı bir durumda, nasıl huzur ve selamet bulabilirsiniz ki? Barzani, tüm bunlara rağmen yine de ısrar etmesinin bence başkaca bir hesap ve kitap içinde olması gerekiyor? Veya insanın akıl tutulması durumunda olması gerekir! Böyle bir durum olmadığına göre, bir bölgenin başkanı konumundaki lider, neden tüm bu işlere kalkışıyor, zorlama yolunu da tercih edebilir ki? Barzani, birey olarak kontrolünü tamamen kaybetmiş olabilir mi? Kürsel güçlerin tamamen denetim ve yönetimleri altına girmiş olabilir mi?  Anlamak ve yorumlamak gerçekten de zor bir durumdayız!

Küresel güçler, dünya hegemonyaları adına, dünya ölçeğinde ve bölgemizde meydana gelebilecek bir kaos ve savaş ortamından, ne kadar insanın bu işlerden zarar görebileceği de hiç umurlarında değildir! Tarihin tozlu sayfaları bunun örnekleri ile doludur! 1. Ve 2. Dünya savaşlarında ne kadar insanın öldüğü, kaybolduğu ve de yaralı olduğu da bellidir!  Soğuk savaş dönemleri ve 2000’li yıllara kadar da küresel güçlerin kurmuş oldukları terör örgütleri üzerinden, geçmiş savaşlarda kaybedilen insanımız kadar bir kaybımızda bulunmaktadır? Ne için? Tüm bunlara sebep nedir? Bu bölgelerdeki kaynaklara sahip olabilmek! Sadece ve sadece bu kaynakların yönetimi ve kontrolünü kendilerine bağlamak! Ülkelerinde sadece müreffeh bir hayata ulaşmak! Dünya hegemonyaları ve liderliklerinin de devamını garanti altına alabilmek!  Başkaca bir sebep mi arıyoruz? Afganistan ve Irak’a özgürlük! için gelen yine bu küresel güçlerin neler yaptığı da meydandadır! Buradaki vatandaşların özgürlüğü! için minimum 3 milyon insan hayatı ile ödemiştir. Kayıp olanlar ve yaralananlar mı? Onları hiç hesaba dahil edemiyoruz ki?   Peki, bu bağımsızlık referandumu ile bölgemizde ne kadar insanımız canı ile ödeyecektir? Bu ısrar ve inatlaşmadan sadece ve sadece bölge insanlarımız zarar görecektir. Bir bölgenin ve halkın lideri olduğunu da iddia eden bir kişi, vatandaşlarının ve tüm bölge halklarının da zarar görmesi adına, inatla ve ısrarla, böyle bir işe nasıl kalkışabilir ki? Bu durumu da anlamak gerçekten de zor!

Kuzey Irak bölgesel Kürt yönetimi lideri Mesut Barzani, almış olduğu bağımsızlık referandumuna karşılık,  bölgenin iki güçlü komşusu ve de garantörü konumundaki ülkelerini neden karşısına alabilir ki? Daha düne kadar, bölgenin yaşamsal alandaki her şeylerini temin eden bu ülkelere rağmen! Küresel güçler tarafından, daha üst perdeden garantiler veya başkaca vaatler mi almıştır? Bilemiyorum! Tarih bunları da yazacaktır! Nasıl ve ne şekilde yazacaktır? Yüz binlerce, belki de milyonlarca bölgemizin masun insanın canına mal olan bir kuru, inat ve kibir!  Değer mi tüm bunlara! Yazık değil mi bu insanlara!

Türkiye Cumhuriyeti devleti, devletimizin varlığına ve de milletimizin de birliğine büyük bir tehdit olarak gördüğü bu bağımsızlık referandumunu en sert tepkileri vermiştir. Olması gereken de budur! Başkaca bir tavır ve davranış bekleyen tüm devlet ve liderleri de hata ve hayal peşindedir. 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi akabinde, devletimizin en kılcal damarları ve birimlerinden temizlenen hainler – taşeronlar ve işbirlikçiler, devleti ve milleti ile bütünleşen, her bir kurumu ile de yerli ve milli bir duruma geçen ve de duruş sergileyen, bu devletin almış olduğu tüm kararlardan, elbette ki tüm küresel güçler ve bölgesel aktörler de rahatsızlık duyacaktır. Aslında bölgemizde yaşanan ve yaşanması muhtemel  kavganın sebebi de budur! Dünyamız ve bölgemiz yeniden şekillenirken, yeniden dizayn edilirken, yeniden haritalar çizilirken ve yeniden bir paylaşım planlanırken, 65 ülkenin de altına da imza koyduğu, refah – zenginlik – huzur ve kazan- kazan durumu olan  ‘ Bir Yol – Bir Kuşak – Yeni İpek Yolu Projesinde, Ülkemizin konumu ve de duruşu sıkıntılar vermektedir, bölgemiz adına tüm operasyon yapan ve planlayan tüm oyunculara! Bölgemiz adına,  Kavganın sebebi de aslında budur!

 

Ekonomi Bakanlığında, Konyalı, bir Bürokrat!

Çevre  Şehirler,   özellikle de merkeze uzak olanlar, Merkez ile,  yani Devletin yönetimde ki kalbi mesabesinde bulunan Ankara ve Ankara Bürokrasisinde, erişebileceği – ulaşabileceği bireyler ve kendi öz evlatları vasıtası ile şehirlerine yatırım vb.  konularda öncelik, hız  ve de çabukluk  elde edebilirler. Konya gibi şehirler,  özellikle de şehrin ileri gelenleri,  bu evlatlarının adedini,  Ankara bürokrasisinde  artırmak  noktasında çok da mahir değildir. Konya  protokolü ve ileri gelenleri, kendi bilgi, birikim, yetenek ve liyakatları ile bu noktalara kadar gelebilen evlatlarına,  daha üst bir konuma gelebilmesi için  bir desteği olduğu da söylenemez. Bu bireylerin de, Konya siyaseti ve ileri gelenlerinden böyle bir taleplerinin olduğu da zaten yoktur; Yeter ki yerel  yöneticiler ve ileri gelenler de bu kişilere sadece gölge edilmesin! Yeter!

Ekonomi Bakanlığı, daha önceden, Hazine ve Dış ticaret müsteşarlığı olarak, bu ülkeye hizmetlerine devam eden çok önemli  iki kurum,   2023 – 2053 ve 2071  Büyük Türkiye  hedefleri çerçevesinde, ihracata dayalı bir ekonomi ve Ekonomik olarak da  Dünya ölçeğinde Güçlü bir Türkiye ideallerine matuf olarak,  2011 yılında ki bir kanun ile kurulmuş ve bu birimler de Bakanlık bünyesinde faaliyetlerine devam etmeye başlamıştır. Hazine ve Dış ticaret müsteşarlığı bu ülkede, özellikle,   nitelikli ve liyakatli kadroların – bireylerin de yoğun olarak  bulunduğu,  bu devket ve millet için de  stratejik kurumlarımızdır.  Bu kurumlar; Devletimizin  ekonomik alanda ki stratejik  önem arz ettiği  için de planlama ve öngörüleri ile, diğer bakanlıklarımızın da neredeyse, nitelikli ve taktik kadroların da, yetiştiği ve  dağılımının da  olduğu çok önemli birimlerdir. Bakanlık,   ülkemizdeki, dış ticaret birliklerinin ve özellikle de ithalat  – ihracat konusunda, yerli ve milli üretimi – üreticiyi desteklemek ve gelişmesi adına da,  Dünya ölçeğinde ki 17. Büyük Ekonomiden 10. sıralara çıkabilmek –  inebilnek için de  planlamalar,  düzenlemeler, yönetmelikler  ve uygulamalar da bulunmaktadır.

Ekonomi Bakanlığında, Sayın Bakanın, TBMM’de milletvekilliği danışmanlığı döneminden itibaren birlikte çalıştığı ve bir dönem de, bakanlık özel kalem  müdürlüğü görevlerinde bulunan, halen  Bakanlık  Siyasi Baş Danışmanı  görevinde ki hemşehrimiz, Karapınar ilçemizin  yetiştirdiği,  İbrahim Ceyhan; Kapısı  ve Gönlü, her daim Konyalılara   açık,  bu ülkeye, bu asil millete   ve Konyamıza da  hizmet aşkı ile dolu bir Anadolu evladıdır.  İbrahim bey; Hemşehri sevdası ile ruhu,  gönlü ve kalbi  her daim yanan, Ankara bürokrasisinde ki, genel kanaat ve uygulama olan, soğuk, ulaşılamaz – erişilemez, küçük dağları ben yarattım edasından arınmış,  Konyalı hemşerileri ile Bakanlıkta ki  odasında  her zaman çayını – çorbasını  içebileceğimiz ve şehir adına da dertlerimizi – sıkıntılarımızı – sevinçlerimizi de paylaşabileceğimiz,  bir Konya  aşığı ve sevdalısı bürokratımız! Konya  içeride ki  sosyal – siyasi gücü ve dışarıdaki evlatlarına da bu gücün yönetimi ile de  sahip çıkabilir, birbiri ile uğraşmayı  da bırakabilirse, Konyalı bürokratlarımızın da birbirine bağlılığı ve dayanışmasının oluşması ve  sağlanması ile bu şehir, Devletimizin  hizmet ve yatırımları noktasından daha güzel  yerlere ve   çok üst seviyelere gelecektir,  diye düşümüyorum.
He yıl düzenlenmekte olan ve bu yıl da 12.si tertip edilen, emeği geçen her bir kurum – kuruluş yöneticisi, çalışanı ve her  bireye de  Teşekkürü  bir borç bilirim, “Hep Birlikte Konyayız” temalı programların daha üst bir seviyeye gelebilmesi ve Ankara bürokrasisinde ki  bir birinden habersiz olan,  hem şehrilerimiz arasında bir tesanüt ,  bir dostluk, bir dayanışna ve birlikte de iş yapabilme yetisi ve becerilerimizin de gelişmesini,  Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’tan niyaz ederim. Allah,  bizlere elimizin altındaki bu değerlerin  kıymetini bilenlerden ve klasik Konyalı duruşu ve tavrı olan,  bu bireyleri de aşağı çekmek için uğraşanlar ve enerjisini de bu uğurda harcayan ve  tüketenlerden olmamız  dileklerimle!

Genel Kurul mu? Bayram mı?

Ülke tarımı ve tarıma dayalı sanayinin gelişmesi, çiftçilerin bilgi ve gelir seviyesinin yükseltilmesi, Türkiye’nin ihtiyacı olan ham maddenin de dışa bağımlı olmaktan kurtulması ve karşılanabilmesi, üretimin sürdürülebilir hale getirilmesi, refah ve kalkınmanın artırılması için de önemli bir misyon üstlenen, Konya Pancar Ekicileri Kooperatifinin 65. Seçimli Olağan Genel Kurulu, yoğun bir katılımla, Konya Şeker Merkez Kampusunda gerçekleştirildi.   AK Parti Karaman Milletvekili, TBMM Tarım, Orman ve Köy işleri Komisyonu Başkanı, Pankobirlik Genel Başkanı Recep Konuk, tek aday olarak girdiği, son yıllarda yapılan diğer genel kurullar ile kıyaslandığında, çiftçilerin talebi ve üreticide oluşan Konya Şeker birlik ve beraberlik mutabakatı üzerine,  çok yüksek bir katılım oranı vardı.  Kooperatif gündeminin yanı sıra, tarım sektörünün geleceğinin de konuşulduğu Genel Kurula, binlerce üretici,  çok sayıda ilçe belediye başkanı ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin katılımları ile büyük bir coşku, bir bayram ve kutlama havasında yapıldı. Emeği geçen herkese teşekkürler ve tebriklerimi sunarım.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Genel Kurula göndermiş olduğu; “Üretimde verimliliğin ve üyelerinin de gelirinin artırılması, haklarının korunması, ülkemizde tarımsal kalkınma hedeflerine ulaşması hususlarında önemli görev üstlenen, Konya Pancar Ekicileri Kooperatifine başarılar dilerim’’ tebrik mesajının iki defa okunmasına ve üretici çiftçilerimiz tarafından ayakta dinlenmesi suretiyle de, çok büyük bir alkış almasına ve duygulu anların da yaşanması vesile olmuştur.  

Başkan Konuk, genel kurulda; ‘’Türkiye’nin alışık olmadığı şekilde, bulunduğu makamdan kendi isteği ile ayrılmak yönündeki iradesini, üreticilerle paylaştığını, fakat üreticinin buna rıza göstermediğini ve çeşitli senaryoların üretildiği, gerçekle ilgisi olmayan dedikodu ve tezviratların  yapıldığı da herkesin malumudur! Bu dedikodu ve tezviratları, hiç bir zaman önemsemediğini, yeniden aday olmak konusunda ki kararı almasında ise asıl etkenin, üretici çiftçi kardeşlerimizde ki ‘endişe ve kaygı’ olduğuna yapmış oldukları vurgunun,  bulundukları makamlardan güç alan, makamlarda iş dahi üretemeyen ve makamları da hiçbir zaman terk etmek istemeyen, idareci ve yöneticilerimiz için de çok manidar ve dikkate değer, olduğunu da düşünüyorum.

AK Parti Karaman Milletvekili, TBMM Tarım, Orman ve Köy işleri Komisyon Başkanı, Pankobirlik Genel Başkanı Recep Konuk,  Konya Pancar Ekicileri Kooperatifinin 65. Olağan genel kurulunda; “Yoklukla mertlik olmaz” diye sözlerine başladı! Kendisinin gençlik dönemlerinde, ülkemiz gençlerinin sağ sol diye bölündüğünü, her iki taraf, kendi samimi inancı ve ideolojisi için de birbirini vuruyordu. O dönemde bir başkent için, Türk’ün bayrağını dikeceğiz, diye çok slogan attım! O bir iddiaydı! Fakat bugün o bayrağı ‘Torku’ markalı ürünlerle,  o başkentteki marketlere ve başka ülkelere de diktik, Elhamdülillah! Ne kadar şükretsek azdır!  Konya Şeker kurduğu, Gıda ve Tarım Üniversitesi ile, Tarım sektörü olarak, dışarıya yani ithalata, en çok parayı ödediğimiz tohum  sektörüne de büyük katkı sağlayacaktır. Fabrika kurarak tohum üretemezsiniz, bilgiyi üretirseniz, ancak tohumu da üretebilirsiniz! Bu yıl Konya Şeker Üniversitesi, 700 çeşit buğday tohumu üzerinde çalışma başlattık. Bu çalışmalar çeşitlenecek, bu kuruma, çiftçimize ve ülkemiz tarımına da katkı vermeye devam edecektir!  Konya Şeker, çiftçinin malı olduğunu, üreticiden de malına ve mülküne sahip çıkmasını talep ettik! Türkiye’de geçmişte başarılı kooperatif örneklerinin olduğunu, sahipsiz kaldıkları, üreticiler tarafından sahip çıkılmadıkları için büyük bir kısmının güç duruma düştüğünü gördük. Bu güne kadar aynı film onlarca defa sahnelendi, isimleri değişti, yerleri farklı oldu, ama sonuç –  akıbet, hep aynı oldu; Hepsinin kapısına kilit vuruldu! Çok iyi niyetlerle bir araya gelen insanımız, bir birine sarılarak, omuz omuza vererek kurduğu işletmeler, önce büyüdü, sonra “içeride ve dışarıda ki birilerinin menfaatine dokunmaya”  başladı! Bir birine sarılanlar, birbirine omuz verenler, önce aralarına nifak sokuldu, sonra da birbirlerine omuz vurmaya başladılar! Sonra da birlikleri bozuldu, güç ve güvenleri dağıldı,  en sonunda bu işletmelerde bu işletmelerin sahiplerinin toplandığı mekânlarda kavga ve nizalar hiç eksik edilmedi. Sonra mı? Sonrası malum; Böl, parçala ve yut!  Bir olalım, iri olalım, diri olalım, güçlü olalım, bu kuruma sahip çıkalım ve daha önce kötü örneklerle dolu kooperatifler tarihinin tozlu sayfalarında yer almamak adına, dedikodulara itibar etmeyelim, işimize bakalım, üretmeye ve çalışmaya devam edelim! 2023 -2053 ve 2071 hedefleri doğrultusunda, Dünya ve bölgemiz ölçeğinde,  mazlum milletlerin umudu olan,  daha güçlü bir Türkiyeyi hep birlikte kurabilmek adına çok çalışalım ve çok üretelim’’  ifadelerinin de kayda değer olduğu kanaatini taşımaktayım.

Hafta sonu gerçekleştirilen, Konya Pancar Ekicileri Kooperatifi 65. Olağan genel kurulu, organizasyon, güvenlik, ikramlar ve diğer tüm çalışmaları ile takdire şayandı.  Emeği geçen, tüm Konya şeker personeli,  güvenliği sağlamakla görevli emniyet mensupları ve diğer kamu kurum çalışanlarımıza da buradan teşekkürlerimi sunarım.  Genel Kurul delegesi çiftçilerimiz, aileleri, eşleri, çocukları, komşuları ve torunları ile neredeyse bir ‘Bayrama’ ve bir ‘Kutlamaya’  gider gibi gelmişlerdi, Konya Şeker Kampüsüne;  Yakın ve uzak demeden, yorulmadan ve aman sen de demeden, sadece bu havayı,  atmosferi ve BİRLİK – BERABERLİĞİ teneffüs etmek için! Başkan Konuk’un sürekli olarak, üretici çiftçilerimize vurguladığı ‘Kurumunuza sahip çıkın’ ifadelerinin de bu genel kurulda perçinlenmiş ve de gerçekleşmiş olduğuna da şahit olduk. Başkan Konuk ile birlikte, Genel kurul salonu ve Konya Şeker kampüs alanında,  çalışma arkadaşları ile sohbet  edip, gezerken; Karşılaştığı ve önüne gelen, her bir üretici çiftçiyi kucakladığına, ilçesi, köyü ve ismi ile de hitap ettiğine,  fert fert her çiftçinin halini ve hatırını sorduğuna,  bire bir her birey ile  ilgilendiğine ve sohbet  ettiğine, seçim sürecinde, her bir çiftçiye genel kurula matuf  olarak  bölgelerindeki çalışmaları ve desteklerden dolayı,  tebrik ve teşekkür ettiğine de müşahit oldum! Başkan Konuk;  tarımı, tarım sektörünü,  köylüyü ve çiftçiyi de, bu şehir ve bu ülkede,  en iyi bilen, en iyi bir şekilde de uygulayan ve TBMM’de, Tarım, Orman ve Köy işleri Komisyonu başkanlığından,  “‘ GIDA ve TARIM BAKANI “‘ olacak bir bilgi, bir donanım ve kabiliyette olduğunu,  2023 – 2053 – 2071 hedefleri ve çok daha güçlü bir Türkiye  idealleri çerçevesinde, bu ülke,  bu millet ve mazlum milletler  için de bir derdinin olduğunu, buradan, özellikle tüm Konyalılara, Konya protokolüne ve etkili yetkili tüm siyasi karar mekanizmasında ki bireylere, bir iletişimci ve gazeteci duyarlılığı ve gözlemlerime dayanarak,  sadece hatırlatmak isterim.

 

‘Arakan’ Bir Güzergâh Temizliğidir!

Dünya ve özellikle de bölgemiz, , 100 yıl önce olduğu gibi, küresel güçler tarafından, yeniden bir dizayn, bir güç savaşı ve yeniden tekrar bir paylaşım savaşlarına sahne olmaktadır. Bazı dostlarımız sohbet ortamlarında etmiş olduğumuz bu ifadeler karşısında bazen şaşkına dönüyor, ya da çok abartıyorsunuz gibi serzenişlerle karşılaşıyoruz. Bizim bölge halkımızın en büyük sorunu, üzerine doğru gelmekte olan çok u büyük bir yeniden savaşı ve yeni paylaşımı kavrayamamanın vermiş olduğu sıkıntıları yaşamaktayız. Bölge halkları olarak her daim içimizden, tipi bizden olup, çipleri dışarıda olan, kontrol ve denetimleri başka güçlerin elinde olan,  bizden görünümlüler tarafından kandırılmışızdır. Aslında buna kanmak da denmemelidir? Artık yeter! Nereye kadar? Yarın bir devletimiz kalmayınca mı, uyanacağız! Müslüman bir delikten hani iki defa ısırılmazdı? Hani Müslüman uyanık olması gerekirdi? Hani Müslüman Allah’ın ‘basar’ sıfatı ile bakar ve olayları da ona göre ‘fehim’ eder, öylece kararlar verirdi? Ne oldu bize? Ne oldu böyle bizlere? Ne hallere geldik Allah’ım! Dünyalıklar için ne hallere düştük! Demek ki sorun birey ve müminler olarak bizde! Suçu başkasına atmakla bu yükten ve vebalden kurtulamayız! Kurtulacağını zanneden, özellikle de sorumlu idareci makamında bulunanlar, bu asil millet ve mazlum milletlerin selameti ve huzur adına, yarınları adına da çok büyük veballerin altına imza atmaya devam ediyor demektir! Allah; Akıl ve Feraset versin!!

2001 yılında, küresel güçler, gelecekleri ve dünya hâkimiyetlerinin devamı, sürdürülebilirliği adına, türlü bahaneler üretilerek ve yanlarına aldıkları taşeron devletler ile birlikte, tarihi ve köklü bir geçmişi olan iki devleti; Afganistan ve Irak, işgal ve talan edildi. Bu gün itibari ile ortada bir devletten dahi bahsedilemez! Küresel güçler, Dünya’da yeniden kurulmakta olan dünya hâkimiyeti ve hegemonyaları adına, geleceklerini tehlikede ve riskte görmeleri ile tüm bu yıkım ve kaosa sebep olmuşlardır. Değer mi peki, tüm bu katliamlara! Küresel güçler, milyonlarca insanın ölümlerine, evlerinden, yurtlarından ve vatansız kalmalarına da zemin hazırlamışlardır. Neden? Tüm bunları küresel güç olan bir devlet nasıl yapabilirdi? İnsanların ve özellikle de bölge insanımızın halen anlamakta ve idrak etmekte zorlandığı yer burasıdır? Nasıl olabilirdi? 100 yıl önce, aynı güçler,  1. Dünya savaşı ve 2. Dünya savaşlarında,  hegemonyaların ve sömürülerinin tesisi ve devamı adına, 70 milyon insanın ölmesine ve bir o kadar da insanın vatansız kalmalarına sebep olmuşlardır! Hiç acımadan, hem de! Ne için? Sömürü ve hegemonyalarının sadece devamı için!  Bu gün de aynı güçler ve yandaşları, gözlerini kırpmadan, hiç bir şey hissetmeden, sadece ve sadece küresel hegemonyaların devamı adına gerekirse dünyayı bir baştan diğer bir başa kadar yakmayı göze alabilirler! Olur, mu böyle bir şey? Amma da sallıyorsun diyen dostlarımız tabii ki olacaktır! Dünya’da ve bölgemizde ki gelişmeleri çok net bir şekilde okumaya çalışabilirsek, ne demek istediğimiz ayan ve beyan bir şekilde anlaşılacaktır, diye düşünüyorum.

Sürekli olarak ifade etmeye çalıştığımız gibi,  yeni bir dünya kuruluyor! Bazı küresel ve bölgesel güçler, bu yeni kurulmakta olan dünya da hiçbir şekilde yer almamaktadır. Dünyanın ve özellikle de bölgemizin yaşamakta olduğu sıkıntılar, kavgalar, kaoslar, patlamalar, tehditler ve şantajlar da,  bu yeni kurulmakta olan yenidünya da saf dışı kalan güçler ile diğer güçlerin kurmuş oldukları taşeron ve vesayet örgütleri üzerinden yürütmekte oldukları, doğrudan savaşamamaları ve karşılaşamamalarının bedelleri olarak, bölgemizi bir savaş arenasına dönmesi ve kan gölüne dönüştürülmesidir. Dünya ve bölgemizde ki gelişmekte olan tüm bu olaylar zincirini, devlet ve millet olarak çok iyi okuyabilir, algılayabilir ve ona göre de tedbirlerimizi alır, bu kaotik ve konjonkturel durumu da çok fazla yara almadan, Sayın Cumhurbaşkanımızın sürekli olarak ifade ettiği gibi teğet geçerek, sağ salim bir şekilde de atlatabiliriz, diye düşünüyorum.

Bundan birkaç ay önce, hatırlayacağımız gibi, Dünyanın ve özellikle de bölgemizin bir Katar sorunu vardı! Ne oldu Katar sorunumuza? Katar da ne olmuştu ki böyle bir durum ile karşı karşıya kalıyordu? Katar, küresel bir güç tarafından verilen emri yerine getirmeye çalışan komşu devletler ve inançları da bir olan dinin temsilcileri tarafından da cezalandırılmaya çalışılıyordu! Katar’ın yapmakta olduğu fiilleri, tabii ki belgeleri ve delilleri de varsa, küresel güçler bölgemizde her daim, her an yapmaya devam etmelerine rağmen! Küresel güçler, Dünya ve bölgemizde ki hegemonya ve paylaşımlarının devamı adına, bölgemizdeki neredeyse her bir devlet için kaos çıkarmak adına kurgulanmış ve kendilerinin kurmuş oldukları, her türlü lojistik destekleri vermeye de devam ettiği terör örgütlerinin varlığına rağmen! Katar operasyonu gibi Arakandaki Müslüman katliamları da, küresel güçlerin bölgemizde, yeni kurulmakta olan yeni bir dünya için,  kendi plan ve hedefleri doğrultusunda, varlıklarının devamı adına da, sadece bir güzergâh ve saha temizliğinden başkaca bir şey değildir.