Türkiye Olmadan Asla!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti,  dışarıdan ve içimizdeki bazı aklı evvellere göre de genç bir Cumhuriyet veya yeni kurulmuş bir devlet olarak algılanmaktadır. Bu devletin en yakın tarihi ile bir İmparatorluk bakiyesi olduğunu ne yapacağız? Bu asil milletin Dünya tarihinde kurmuş olduğu devletleri nereye koyacağız?  Bu asil millet bu devletleri zevk olsun, devletler tarihi şenlensin diye mi kurmuştur?  Avrupalı müsteşrikler ne diyor; Türkleri, Dünya tarihinden çekip atarsanız, geriye hiçbir şey de kalmayacaktır! Ülkemizde bu şekilde düşünen ve davranan beyinler var mıdır? Tabii ki bulunmaktadır ve hem de sayıları küçümsenemeyecek kadar! Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tarihi devlet aklı ve kadim medeniyet birikimine göre, ülkesinde ve bölgesinde ilişkiler geliştirmektedir. Anlamayan ve anlamak istemeyenlere duyurulur! Bu akıl da birilerinin uykularını kaçırmaktadır! Ne yapalım yani! Sizin uykunuz kaçacak diye geçmişi silelim, unutalım veya hatırlamayalım mı? Ne yapalım, söyleyin? Ne diyorsunuz?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dünya tarihinde kurmuş olduğu devletler ve Bin yıllık tarihi, sosyolojik, kültürel, dini bağları ve kadim medeniyet birikimleri ile dünya üzerindeki her bir bölge halkları arasında,  akrabalık veya bir gönül bağı bulunmaktadır. Bu tarihi bağları yok mu sayacağız? 90 yıllık Cumhuriyet döneminde görmezden geldiğimiz gibi,öyle mi?! Biz yok saymaya kalksak da bu halklar orada duruyor ve dünya küresel güçleri de bu gerçeğe göre strateji ve  taktik geliştirmeye de devam ediyor!  Senin yok sayman veya görmezden gelmen,  Bin yıllık somut bir gerçeği de değiştirmeyecektir!

Devletler arasındaki ilişkilerin temel yasası, devletin çıkarı üzerine kurulur. Dünya üzerinde hiçbir devletin daimi dostu diyeceğimiz bir devlet yoktur.  Devletlerin sadece konjunkturel çıkarları vardır. Devletler aksi halde süreklilikleri ve birliklerini koruyamazlar.  En yakın tarihte Osmanlı İmparatorluğu örneğinde olduğu gibi! Birinci dünya Savaşına Osmanlı neden girmiştir? Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bu ilkeler çerçevesinde, devletimizin varlığı, bekası ve milletimizin de birliği adına bazı adımlar atmaktadır. Yahu dün dostunuz olan veya can ciğer kuzu sarması olduğunuz şu devlet veya devlet başkanı,  bugün nasıl düşmanınız olabilir diye bir cümle, bir ifade devletler arasındaki ilişkiler de söz konusu değildir! Böyle bir durum ve gelişmeler, ancak kabile devletlerinde geçerlidir!

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan,  ülkemiz ve bölgemizin barışı, huzuru ve kalkınması adına,  tüm küresel güçlerin bölge üzerinde hesabı, planı ve bölgemizi de terör örgütleri üzerinden dizayn ve bu örgütleri de,  dost ve müttefik seçmelerine karşılık, bölgemizin sınır komşusu olan devlet başkanları ile çok güzel ilişkiler ve siyaset geliştirmiştir.  Kabaca ülkemiz ve bölgemizin bekası ve çıkarları düşünülmektedir! Ülkemize, 1200 km sınırı olan devletler üzerinde yedi yıldır vekalet üzerinden yürütmekte oldukları dizayn ve haritalama girişimlerine yönelik olarak bir inisiyatif ve duruş sergilemiştir. Türkiye’nin girişimleri öncülüğünde ve liderliğinde,  Rusya ve İran devlet başkanları ile Soçi kentinde, Suriye’nin bağımsızlığı, çatışmasızlığı ve toprak bütünlüğü üzerinde bir anlaşma ve karar metnine de imza atılmıştır.  Bu karar metni ve mutabakatın ertesi günü,  ABD Başkanı Trump, Cumhurbaşkanımız ile görüşmesinde,  bölgedeki terör örgütlerine vermiş oldukları silah desteğini durduracaklarını, Türkiye’nin de yıllardan beri önerdiği ve savunduğu, Suriye’nin birliği ve toprak bütünlüğü noktasındaki yürütmekte olduğumuz çalışmaları desteklediğini vurgulamıştır. Bugüne kadar terör örgütlerine verilen silahların ne olacak dediğinizi de duyar gibiyim? Tabii ki ne olduğunu soracağız? Bu silahların akıbetleri hakkında bilgi alacağız! Boş vermeyeceğiz, yani!

 Türkiye, Rusya ve İran liderlerinin, Suriye konusunda, Soçi’de yaptıkları ortak bildiri, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde (BMGK) resmi belge olarak da yayınlanmıştır.  BMGK’nın dönem başkanı ve İtalya’nın BM Temsilcisi Sebastiano Cardi;  Rusya, Türkiye ve İran’ın BM Daimi Temsilcilerinin daha önce yaptıkları başvurunun kabul edildiğini ve söz konusu bildirinin Güvenlik Konseyinin resmi belgesi statüsünde yayınlanacağını, vurguladı.   Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), nedir ve konumu nedir diye bir soru da aklımıza gelebilir? Birleşmiş Milletlerin üye ülkeler arasında güvenlik ve barışı korumakla yükümlü, en güçlü organı. Birleşmiş Milletlerin diğer organları sadece tavsiye kararı alabilirken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kararları, tüm üye ülkeler açısından bağlayıcılık taşımaktadır. Bu bağlayıcılık, üye ülkelerin tamamına yakını tarafından imzalanmış olan Birleşmiş Milletler Tüzüğünde açık bir şekilde belirtilmiştir.

Yazımızın başlığına tekrar dönecek olursak, Türkiye olmadan asla, ne demektir? Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dünya tarihinde kurmuş olduğu devletler ve en yakın olarak da Bin yılık tarihi, kültürel, dini bağları ve kadim medeniyet birikimleri ile bölgemizde yapılması planlanan en az yüz yıllık hesaplar, planlar ve yeniden bir haritalama girişimleri, başarıya ulaşamayacaktır.  Küresel güçler, içimizdeki işbirlikçiler mahareti ile yönetmeye ve kontrol etmeye alıştıkları bu aziz devletin rayından çıktığından dem vurmaktalar. Türkiye Cumhuriyeti devleti rayından veya rotasından falan çıktığı da yoktur. Bu aziz devlet ve asil millet,  kadim medeniyet ve tarihi bağlarını hatırlamakta ve sadece pekiştirmektedir. Bu hatırlama ve pekiştirme de birilerini elbette ki korkutacak ve rüyalarına da girecektir! Bu aziz devlet ve asil millet, tarihi bağlar, kültürel ve kadim medeniyet mirasımıza sahip çıktıkça, bölgemizdeki küresel ve vesayet üzerinden oluşturulmaya çalışılan,  hiçbir operasyon ve ameliyat girişimleri, BAŞARIYA ulaşamayacak ve AKAMETE uğramak zorundadır.  Küresel güçler ve işbirlikçiler de böylece bilmelidir!

17 Aralık 2017’ye DİKKAT!!

Küresel sistem,  yüz yıllardır kurmuş olduğu sömürü düzenini, bu bölgelerdeki işbirlikçiler mahareti ile dolaylı bir şekilde tüm dünyayı yönetiyor desek hata yapmış olmayız. İşbirlikçilerin yönetimde bulundukları ülkelerde,   küresel güçlerin kontrolünden çıkmaya yeltendikleri dönemlerde ise sürekli olarak karşımıza bir darbe çıkmaktadır. Darbe illaki askeri cunta şeklinde tebarüz etmeyebilir. Bu darbeler; Ekonomik, Sosyal,  Terör ve Sokak kargaşası şeklinde de  olabilir! Önemli olan bir devlet veya milletin küresel sistemin yörüngesine oturtulmasıdır; tüm mesele! Yani  bu ülkeler kesinlikle raydan çıkmamalı ve anında balans ayarları  da yapılmalıdır!  Yakın  siyaset tarihimizi kabaca bir incelediğimizde ne demek istediğimiz çok net bir şekilde anlaşılacaktır!

17 Aralık; Hz. Mevlana’nın  Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’a Vuslat yıl dönümü olması münasebeti ile tüm dünya ve dünya halkları  nezdinde; barış, sevgi, huzur, selamet, hoşgörü  ve esenlik olarak  anılmaya ve algılanmaya başlanmıştır. Böyle bir dönemde, dışarıdan ve içeriden destekli   bir  el karşımıza 17 / 25 Aralık 2013 tarihli  yolsuzluk operasyonu ile anılır bir duruma getirmiştir. Nasıl olabilirdi? Bu tarihte neler olmuştu? Aman Yarabbi! Medyaya servis edilen, yazılı ve görsel basında dolaştırılan bilgi kırıntılarını  anlamak ve idrak edebilmek için insan havsalasını zorluyordu! Bu gün birileri nereye varmayı hedefliyordu? Aslında hedef çok net ve açıktı! Bu yapılan girişim, resmen bir darbe kalkışmasını andırıyor ve dolaylı yollar seçilmiş gibi görünse de Devletin başı konumundaki Başbakana  ulaşmayı planlıyorlardı! 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta başlayan Arap Baharı şeklindeki 22 ülkenin siyasi idaresi ve haritalarının değişim, darbe, sokak hareketleri, dönüşüm tarihini de buradan sadece  hatırlatmak isterim.

17 / 25 Aralık tarihinde, yolsuzluk bahane edilerek, daha açık ifadesi ile ‘Para’ hareketi kaynaklı bir darbe girişimini görmekteyiz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir başka devlet ile olan ticaretini barter sistemi şeklinde  devletimizin bir kurumu olan   Halk bankası üzeriden yapılmış olması, küresel sistemi kızdırmış ve içerideki işbirlikçilerini de  acil ve ivedi olarak  harekete geçirilmişlerdir. Daha dün diyebileceğimiz kısa bir zaman önce,  Irak’ta kimyasal silah var diye,  tüm Dünyayı kandıran ve ayaklandıranlar, kadim bir devletin, tarihin  ve milletin tarumar edilmesine, yok olmasına ve darma duman haline de   sebebiyet vermişlerdir.  Daha sonraki açıklamalarında, ‘Hata yaptık, Yanlış yaptık’  ve Irak’ta kimyasal silah yokmuş diyenler de aynı küresel sistem değil miydi?! Kimin umurunda! Küresel sistem için sadece Emperyal  sömürü düzenlerinin sürekliliği ve çıkarları çok önemlidir!! Gerisi onlar ve işbirlikçiler için sadece teferruattır!

17 / 25 Aralık tarihindeki yolsuzluk(!) operasyonunda aktif ve ismi çokça zikredilen Reza Zarrab bu ülkeden  nasıl ve kimler tarafından kaçmasına /  kaçırılmasına veya gitmesine ön ayak olmuştur? Yoksa Reza kendisi bir  plan yapmış ve ABD’ye kuzu kuzu teslim  mi olmuştur?  Bilemiyoruz! Tarih bunları yazacaktır! Tarih, bu ülkeye sevdalı olan vatan perverleri ve ihanet edenleri unutmadığı gibi her iki taraftaki işbirlikçileri de her zaman hatırlayacaktır! Birini hayırla yâd ederken, diğerini de kahırla sayıklayacaktır! Allah   bizleri bu  aziz devlet  ve  asil millete ihanet ve hainlik konumunda bulundurmasın!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 15 Temmuz hain işgal kalkışmasının olduğu andan itibaren,  Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Lideri Devlet Bahçeli arasında oluşan sinerji ile  bu devletin BEKASI ve Milletimizin de BİRLİĞİ  üzerine yapmış oldukları mutabakat çerçevesinde,  bölgemizdeki  tüm küresel dizayn, paylaşım, yeniden haritalama  ve yüz yıllık  büyük  oyunlar bir bir akamete uğramaktadır.  Nasıl olabilirdi? Küresel sistem, bu ülkede, tüm siyasi partiler ve tüm etnik,  tüm dini farklılıkları bir birleri ile kavga üzerine formatlamıştı! 17 / 25 Aralık öncesi ve sonrasındaki tüm  darbe ve sokak hareketi girişimlerinde içimizdeki işbirlikçiler mahareti ile hedeflerine ulaşamayan, tüm  bu küresel güçler! 15 Temmuz karanlık gece,  yine dışı bizden görünümlü,  fakat çipleri  – yönetimleri dışarıdan olanlar eliyle, bu devlet ve milleti de  tamamen Teslim alamayan; Yine Aynı Odaklar! Bugün için başkaca büyük bir plan ve hesap içindeler! 17 Aralık 2013 tarihinde bu devlete yönelik olarak yarım kalan işi, aracısız bir şekilde, işbirlikçi ve taşeron  da kullanmadan, doğrudan kendileri Reza  Sarraf üzerinden halletmeyi planlıyorlar! 

 4 Aralık tarihinde Reza Sarraf  davasının  görüşmesi ve karar açıklaması olarak da 17 Aralık tarihi düşünülüyor,  kanaatini taşımaktayım!  Bu tarih için  devletimize yönelik olarak da çok büyük bir plan, kumpas, şantaj  ve pis kokular da gelmektedir! Aman ha dikkat! Aman ha Uyanık olalım! Hedefleri, Bu ülkede oluşan devlet, millet, muhalefet,  tüm  etnik ve dini farklılıklarımız  arasındaki Sıkılaştırmaya çalıştığımız Safların ARASINI  AÇMAK ve Oradan da  buralara yerleşebilmek!! Küresel sistem tarafından yürütülen; Darbelerin, muhtıranın, denetimin,  yönetilebilir, ön görülebilir, kontrol edilebilir ve söz dinleyen bir Devlet,  bir Millet ve bir başkanı  olabilmesinin bir başka versiyonu, bir başka şantaj ve kumpas versiyonu  diyebiliriz; tüm bu girişimlere!!

 

Akıllı OL Türkiye!

Osmanlı İmparatorluğu; İnsanlık,  hoşgörü, adalet,  medeniyet götürdüğü ve hakimiyeti altında bulunan tüm bölgelerdeki,  yer altı ve yer üstü zenginlerin de kolay ve sorunsuz bir şekilde ülkelerine taşımayı hesaplayan küresel sistem,  en az 200 yıllık büyük bir plan ve oyun çerçevesinde, Osmanlı yönetim ve idaresine her daim işbirlikçilerini yerleştirmiştir. Neden yapmıştır tüm bunları? Kendi ülkelerinde rahat bir şekilde yaşayabilmek adına yapmışlardır! Nasıl olabilirdi?  Bu noktaya gelinebilmesi için neler yapılmıştı?!  Osmanlı kara parçasındaki bölgelerde tahmini olarak 7 bin yabancı devlet okulu bulunuyordu! Küresel sistem; Bu okullarda yetiştirdikleri bu ülkenin evlatlarına, kendi devlet ve milletlne karşı ihanet ve hainlik noktasında olabilmeleri için neden ve nasıl teşvik ediyor ve destek oluyordu?  Başarılı olmuşlar mıdır? Dönem dönem tabii ki hedeflerine ulaşmışlardır; verilen vaat ve ödüller çerçevesinde!

Osmanlı İmparatorluğunun parçalaması, 200 yıllık büyük bir oyun ve plan çerçevesinde, tüm içerideki işbirlikçilere devletçik başkanlığı ve devletçik kademesinde diğer görevler vaat edilmiş ve garanti altına alınmıştır!  Bugün yaşadıklarımızdan çok da bir farkı yoktur! Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması akabinde,  yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetim kademesinde, neredeyse bugünlere kadar, bu ülkenin hiçbir zaman yüksünmeden kahrını çeken, asil evlatları Anadolu insanı, etkin ve yetkili bir konumda söz sahibi olamamıştır. Neden ve nasıl olabilirdi?! Bu sistemi kuran üst akıl ve içerideki elit – kaymak kesim böyle bir tezgah hazırlamıştı! Bu ülkenin öz evlatları sadece ve sadece çok çalışmalı, vergisini vermeli ve çağrıldığı zaman da ancak askerlik görevini yapması yeterli diyorlardı! Gerisini elit ve kaymak tabaka dediğimiz işbirlikçi – taşeron kesim hallediyordu! Anadolu insanı devlet yönetiminden ne anlayabilir?  Onlar sadece üretmeli, çalışmalı, vergisini vermeli ve askerlik görevini yapmasını planlamıştık; Bu ülkedeki Anadolu insanına yönelik olan büyük Oyun ve tezgah bu şekilde hazırlanmıştı!

15 Temmuz karanlık ve uzun geceye kadar,  küresel sistem, kontrol ve denetimlerinden çıkan, söz dinlemeyen bir Türkiye’ye karşı, içimizdeki işbirlikçileri mahareti ile çok sayıda darbe, ihtilal ve muhtıra gerçekleştirmiştir!  Bu ülkede gerçekleşen her bir darbenin arkasında, mutlaka küresel sitemin destekçi olduğunu görmekteyiz.  Yıllardan beri, müttefik  veya dost  bildiklerimiz nasıl ve  neden  böyle bir girişimde bulunabilir veya  destek olabilirdi?! Dost veya müttefiklik kavramını biz mi yanlış anlamlandırıyor veya yorumluyorduk! Yoksa dost bildiklerimiz yüz yılardır yaptıkları cibilliyetini  icra ediyorlardı! Evet, aynen öyle oluyordu! 15 Temmuz hain darbe, işgal ve küresel sisteme, bu aziz devleti ve asil milleti de tamamen teslim etmeyi hesaplayan işbirlikçiler, Anadolu insanımızın, devletine, milletine ve vatanına sahip çıkması,  özgürlük ve bağımsızlığı için de vakur ve dik duruşu karşısında, ne yapacaklarını şaşırdılar! Çünkü plan ve hesaplarında böyle bir durum öngörülmüyordu! Anadolu insanımızın ölümü öldürdüğüne yeniden şahit oluyordu; tüm Küresel sitem! Nasıl olabilirdi? Bir insan,  tankın  önüne nasıl yatabilirdi?! Bir insan, F16 savaş uçağına  nasıl kafa atar veya kafa tutabilirdi?!  15 Temmuz hain ve karanlık gece, bir İnsanın aklının ve havsalasının alamayacağı olaylar ve gelişmelere müşahit oluyordu; tüm dünya ve küresel işbirlikçiler! Anadolu insanı, tekrardan tarih yazıyordu; 1000 yıllardan beridir yazdığı gibi! Mevzu; Din, İman, Devlet,  Vatan, Millet ve Namus ise gerisinin de teferruattan ibaret olduğunu tüm dünyaya gösteriyor ve yazıyordu; Anadolu insanı! 15 Temmuz hain gecede; Yaşadıklarımızın kabaca özeti sadece budur!

Son günlerde ülkemize ve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik,  bölgemizde ve uluslararası arenadaki gelişmeler ve yaşananlara kabaca bir bakalım! NATO tatbikatında olanlara ne demeli?! Reza Zarrab  davası üzerinden yaşadıklarımıza, devletimizi sıkıştırma  ve aba altından da gösterilmeye çalışılan  sopaya  ne dersiniz?! YPG ve diğer terör örgütlerine yapılan askeri yığınakları ne yapalım?! YPG ve diğer terör örgütlerine karşı Türkiye’den yapılacak ateş karşısında, TÜRK ASKERİNİ vururuz diyen, dost ve müttefiklerimize nereye koyalım?! Devlet olarak; Çin, Rusya veya bir başka Asya  ülkesinden alabileceğimiz hava füze savunma sistemlerine karşı yapılan açıklamalar ne demektir?! Nükleer santral için yapılan beyanat neyin nesidir?! Kendi ülkelerindeki yüzlerce nükleer santral herhalde süs veya müze olsa gerekir! Daha buna benzer yaşadıklarımız ve açıklamalar; Ne demektir ve neler oluyor? Peki, tüm bu olanlara göre, Dost ve müttefiklerimiz ne veya neler yapmaya çalışıyor, neyi hedefliyorlar? Sadece ve sadece kontrol edilebilir, denetlenebilir, yönetilebilir, öngörülebilir, söz dinleyen bir Türkiye Cumhuriyeti devleti ve devlet başkanı olması için yapılmaktadır. Akıllı ol Türkiye! Akıllı ol tüm Türkiye vatandaşları! Akıllı ol tüm etnik ve dini farklılıklarımızla zengin olduğumuz Türkiye! Akıllı ol tüm bölge Halkları! Yoksa küresel sistem ve işbirlikçiler; Aklımızı alacak, Devletimizi yıkacak, Vatanımızı parçalayacak,  Ezanlarımızı susturacak, dinimizi ve tüm değerlerimizi elimizden çalacak, bu ülkeye diz çöktürecek, bu halka ve tüm bölge haklarına boyunduruk vuracak, Namusumuza ve Haremimize el uzatacak, saldıracak! Hadi oradan,  Nasıl ve ne gibi olacak tüm bu saydıkların dediğinize de duyar gibiyim! Libya, Irak, Afganistan, Mısır, Somali, Yemen, Suriye, Arakan ve daha sayamadığımız dünya üzerindeki tüm mazlum, tüm mağdur millet ve devletler gibi! Yoksa Aklımızı  başımıza almak için tüm bu yaşananlar yeterli değil midir?! Tüm dini ve etnik farklılıklarımızla; Malazgirt’te, Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşında ve Yeni kapıda olduğumuz gibi  BİR, BERABER, KARDEŞ ve hep birlikte TÜRKİYE  olmak zamanı  değil midir?! Bir ve Beraber olursak; Bu Devleti ve Milleti, PARÇALAYAMAYACAKLAR, DİZ ÇÖKTÜREMEYECEKLER ve asla BAŞARAMAYACAKLAR!!

Ilımlı İslam Nereden Geliyor?

İslamın ılımlısı mı olur dediğinizi de duyar gibiyim! İslam sadece ve sadece İslam’dır; Hz. Allah tarafından orijinal hali ile geldiği ve Hz. Peygamber efendimiz vesilesi ile de tüm insanlık ve inananlara da gönderildiği şekilde! Günümüzün Küresel güçleri ve tarihteki ehli kitap mensupları,  gelecek olan ahir zaman peygamberi, kendi ırk ve dinlerinden olmayınca,  İslam dini ve samimi müntesipleri ile her daim bir kavga ve savaş ortamında bulunmuşlardır. Acaba neden? Yoksa inandığınız ve sizlere de kitap gönderen Sonsuz Kudret Sahibi Allah, sizin ırk ve mensubiyetinizden bir peygamber göndermesi için anlaşma mı imzalamıştınız? Olabilir mi böyle bir şey? Tabii ki mümkün değildir! İman ve inanç çok ince bir detaydır, aslında! İslam dini ve samimi müntesipleri ile tarihteki yapılan  her bir kavga ve savaşı da bu güçler kaybetmek zorunda kalmışlardır.  Nasıl olabilirdi? Sayıca ve kuvvet olarak üstün olanlar nasıl yenilebilirdi? Olamazdı böyle bir şey!  İslam dini müntesiplerinin samimi ve ihlaslı olmaları imkan vermemiştir, bu yenilgilere! İslam ve müntesiplerinin yenilgiye uğradıkları tüm zamanları, kabaca bir incelediğimizde, İslamın özünden uzaklaşmaları, Hz. Allah ve son Peygamberinin emir ve yasaklarını da dinlememeleri, müntesiplerinin de samimi olmayan fiil ve davranışlarından kaynaklandığına da şahit oluruz. Hemen aklımıza gelen bir örnek; Hz. Peygamber efendimizin, Uhud savaşında, Okçular tepesine yerleştirmiş olduğu sahabelere, yerlerinizi hiçbir şekilde terk etmeyin emrine rağmen, savaşın kazanılmaya başlandığı ve ganimetlerden bizler de şahsi olarak istifade edelim düşüncesi ile yerlerini terk etmeleri sebebiyet vermiştir; bu savaşın ve tüm savaşların da kaybedilmesine!

Küresel sistem uzun yıllardan beridir İslam dini ve müntesiplerini yenebilmenin veya üstün gelebilmenin bir yolunu bulabilmek için her yola başvurmuşlardır. Bu yollardan bir tanesi de bu dinin müntesiplerini inandıkları dinden uzaklaştırma veya bu dine yönelik imanı esaslarda değişiklik ve hurafe girişimleri her zaman olmuştur.  Peygamber efendimizin irtihalinden sonra hak olan dört ameli mezhep haricinde ilave ve uydurma mezhepler ortaya çıkarılma girişimlerini de görmekteyiz. Küresel sistem ve ahir zaman peygamberine inanmayan ehli kitap tüm bu girişimlerini neden yapmaktadır? İslamın tüm esasları ve hükümleri, insanlığa ve yeryüzüne hakim olduğu takdirde, bunlar zulümlerini yapmayacaklar ve yeryüzünde hüküm de süremeyeceklerdir! Tüm mesele budur aslında!

İslam dini ve müntesipleri üzerindeki imanı ve ameli noktadaki oynama girişimlerine tarihe kabaca bir baktığımızda, 1.500’lü yıllarda Hindistan bölgesinde, Ekber Şah dönemi karşımıza çıkmaktadır. Moğol istilası, bölgesindeki tüm ülkeleri tarihte eşine rastlanmadık biçimde yıkıma uğratmıştı. Bu istiladan kurtulabilen birkaç şanslı ülkeden birisi de Hindistan’dı. Yönetici ve zengin sınıf bu istilayı çok çabuk bir şekilde unuttu! Zenginler zevk ve sefahate düştü! Haram yollardan para kazanma ve harama harcama da olağan hale geldi! Zulüm ve zorbalık hakim oldu! Allah’a iman ve İslam dininden uzaklaşma tırmandı!  Ekber Şah; İyi bir savaşçı olduğu kadar, iyi bir de ıslahatçıydı. Dinleri incelemek için kırk kişilik bir komisyon kurmuştu; Müslüman âlim, edîb ve mutasavvıflarla, Mecusi, Hindu, Budist ve Hristiyan bilginlerini toplayarak dini konularda tartışmalar yaptırmaya başladı. Bu toplantıların sonunda;  1582 yılında Ekber Şah, bütün eyalet valilerinin önünde “Din-i İlahi” ( Tanrısal Din! ) diye  çakma – uydurma bir din kurduğunu resmen ilan etti! Yeni Sahte ve Uydurma  dini şöyle savunuyordu; Hak, doğruluk gibi evrensel gerçekler yalnız ve sadece bir dinde bulunamaz!  Bunlar her din ve millette bulunur! O halde her dinde hak ve gerçek olan ne varsa alınmalı, bunlardan, hepsini bir araya toplayan tek bir din meydana getirilmeli, bütün insanlarda ona çağrılmalıdır! Böylece, milletler ve dinler arası anlaşmazlıklar da son bulacaktır! Yeni dinin temeli her ne kadar, bütün dinlerin iyi tarafları alınacak   diye atıldıysa da bu dinde İslâm’dan başka her dine yer vardı!   Ekber Şah’ın oğlu Cihangir, kendisine saygı secdesi yapmadı diye Kevalyar Hapishanesi’ne attırdığı İmam Rabbani’nin fikirlerinden etkilendi ve kabul etmek zorunda kaldı.  Şah-ı Cihan adıyla yerine geçecek olan oğlu Hürrem’i de onun müritleri ve talebeleri arasına kattı. Artık devletin İslâm’a karşı kini, saygıya dönüşmeye başlamıştı.  İmam Rabbani’nin başını çektiği hareketle, Ekber Şah’ın Din-i İlahi’si, adamları ve çevresi tarafından uydurulan bütün bidat ve sapıklıklarıyla beraber son buldu ve İslâm, Hindistan’da aslına rücu etti.  İmam Rabbani, İkinci Bin Yılın Yenileyicisi (Müceddid-i Elf-i Sani) unvanını hak etmiş bir büyük âlim ve velidir. Ekber Şah’ın ölümünden sonra eski gücünü kaybeden onun uydurma Din-i İlahi’si bir müddet sonra tamamen ortadan kalkmıştır.

Günümüze geldiğimizde, ülkemizde, küresel bir proje çerçevesinde yürütülen, dinler arası diyalog, hoşgörü, medeniyetler ittifakı, kültürler arası iletişim adı altında yapılan toplantı ve konferanslara ne demelidir?  15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi ile bu devlet ve asil millet, tamamen teslim alınmaya çalışılmıştır. 15 Temmuz hain işgal girişimi ile küresel sitem ve işbirlikçileri, başarılı olsalardı, bu topraklardaki mezkur toplantılar adı altında yürütülen, ılımlı İslam projesi de bu ülkede tamamlanmış ve taçlandırılmış olacaktı. 1000 yıllardan beridir yeryüzünde; Adaletin, Hakkın, Doğrunun ve İslamın bayraktarlığını yapan bu asil millet, 15 Temmuz gecesi kendisine biçilen, Ilımlı İslam elbisesini parçalayınca, küresel sistem, bölgemizde kendilerine bu yöndeki çalışmaları için başka aracılar ve uşaklar bulma girişimleri devam etmiştir! Suudi Arabistan da son günlerdeki ılımlı İslama  geçiyoruz, açıklamalarına ne diyorsunuz? Anladın mı şimdi; Küresel sistem, yıllardan beridir sahte ve uydurma mezhepler üzerinden bu bölgedeki girişim ve çalışmalarını! Küresel sitemin tüm bu çabaları, ne için yapmaktadır? İslamın özünü ve imanı esaslarını da değiştirmeden, küresel sistemin özellikle de bu bölgede başarılı olabilmesi, adalet adına dünya milletleri üzerinde hakimiyet kurabilmesi, emperyalist ve hegemonyal duruşlarını devam ettirmesi ve etkili olabilmesi de mümkün görünmemektedir! Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah nurunu tamamlayacaktır!  Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah, son ve HAK din olan İSLAMI ve ahir zaman peygamberi Hz. Peygamber efendimize karşı olan imanı esasları ve inanç sisteminin de tahrif edilmesine hiçbir zaman ve hiçbir şekilde müsaade etmeyecektir! Küresel sitem ve işbirlikçilerine duyurulur! Böylece de bilinmelidir!

 

Aramco Savaşı!

Dünyamız her 100 yılda bir yeniden  dizayn ve güç gösterimlerine sahne olmaktadır. 1. Dünya Savaşı sonunda, aslında daha savaş başlamadan önce bu bölme ve parçalama planlanmış ve kendi  aralarında    anlaşılmıştı. İngiltere ve Fransa; Orta doğu, Güney Afrika ve Ön Asya bölgesindeki devletleri, Osmanlı İmparatorluğundan, bağımsızlık ve hürriyet teraneleri ile koparmak suretiyle, sömürge valilerinin de atanması maharetiyle yönetilebilir bir durumda olmaları için küçük küçük  devletçikler haline getirmişlerdir.  Küresel Güçler zaviyesinden, Söz dinleyen ve yönetilebilir olmak için  de öncelik ve yeter şart devletçik olabilmektir. Bölgemizde  bu plan ve hesaplar doğrultusunda  kurmuş oldukları  terör örgütleri üzerinden devam eden savaşın adı;  Asimetrik bir Savaştır!

2. Dünya savaşının akabinde ise bu paylaşım ve sözünün de dinlenilmesi gereken  devletler arasına ABD’de dahil oldu!. İngiltere ve Fransa’nın boşalttığı bölgelere  artık bu yeni güç yerleşiyordu.  Arka  planda  bu iki eski güç ile yeni küresel güç arasında, gizli  bir anlaşma var  mıdır, tabii ki bilemiyoruz! 2. Dünya savaşı dünya devletleri ve halkları açısından  yeni bir paylaşım ve güce sahne oluyordu; Değişen bir şey de yoktu!  Bölge halklar için; Zulüm,  Ölüm, Açlık,  Yoksulluk ve daha  ne sayabilirseniz artık!  Sadece isimler  değişiyordu!

2. Dünya savaşında sonra, ABD kurmuş olduğu SWİFT sistemi ile dünya üzerinde bir uçtan bir uca gönderilecek “”bir Dolarlık””   havaleyi dahi kontrol altına alabiliyordu. Bu nasıl olabilirdi?  ABD aynı sistemin bir önceki aşaması olan, Yine Dünya üzerindeki tüm ticaretin de “Dolar” üzerinden yürümesini de sağlama almıştı. Bu sisteme  itiraz eden bir devlet  başkanı veya yönetimler anında darbeler  veya başka yöntemlerle bir şekilde devriliyordu!  17 – 25 Aralık tarihinde  ülkemizde Halk Bankası üzerinden yapılan operasyona ne demeli?!  Bir başka devlet ile olan ticaretimi BARTER sistemi şeklinde yapamaz mıyım?  Bu tarihten  bir kaç gün sonra ABD’li bir  finans yetkilisinin ülkemizdeki banka yöneticilerine savurduğu salvolarına  neler demeli! Bu nasıl bir güç ve sistemdi?

2. Dünya savaşından sonra Sovyetler Birliği ile anlaşmalı olarak  paylaşım ve etki alanları da bölüşülmüştü! Ne ala memleket!  Bir taraf Komünizm gelecek tehdidi,  diğer taraf da kapitalizm gelecek ve sizleri ezecek, sömürecek diye  diye ne güzel gidiyorduk! Ne zaman,  iki Almanya birleşti ve Sovyetler birliği de  dağıldı, hesaplar şaşırmaya başladı! Yine bir güç bizler farkında olmadan bu sisteme de müdahale etmişti! Dünya halkları olarak zaten hiç bir şey anlamıyor, idrak da edemiyorduk! Yine bir mizansen oynatılıyordu!

Bölgemizdeki  devletlerin toprak bütünlüğü ve yönetimlerinin de devamlılığından bahseden aynı güçlere bir bakar mısınız?!  Bölgemizdeki devletlerin, Toprak bütünlüğünden bahsederken,  250 – 350 bin kişilik bir orduyu donatacak,  4 bine yakın TIR  dolusu silah ve mühimmatı herhalde  bu topraklarda  “AV”  yapmak  için   yığıyorsunuz?!  Burada da filmin bir başka sahnesinin mizanseni oynatılıyordu! Tabii ki bizler yine de idrak edemiyorduk; 100 yıllardır edemediğimiz gibi!

ABD,  dünya üzerindeki  bir  dolar hareketini, havalesini   ve ticaretini bu günlere kadar nasıl kontrol altına alabiliyorsa, şimdi de Petrol ve Doğal gazı  da aynı şekilde  yönetebilmek için bir savaş veriyordu. Suudi Arabistan’da tutuklanan prensler  ve iş adamlarına ne demeli? Bu yeni sisteme itiraz eden her bir birey ve devlete müdahale ediliyor, tutuklanıyor, hesaplarına el konuluyor  veya temizleniyordu!  ABD,  Dünya üzerinde bir litrelik Petrol ve Gazı da artık Kontrol edebilmenin savaşı veriliyordu!

Çin,  Suudi  dev petrol şirketi  olan Saudi Aramco’ya halka arz ile ilgili yüzde 5′ lik rakama 200 milyar dolardan başlayan teklifi  500 milyara kadar çıkabileceğini verdiği gün,  bölgemizde yer yerinden oynamıştı! Dünyanın diğer güçleri, 100 yıllardır oldukları bölgemizdeki halının altlarından çekilmekte  olduğunu anladı ve  anında bu işe müdahale etmek zorunda kaldılar!

Aramco  petrol şirketi maharetiyle,  Dünya üzerinde yeniden bir Hegemonya kurulmaya çalışılmaktadır.  Aramco çatısı altında dünyadaki tüm  petrol  üreten ve ihraç eden  şirket ve devletlerinin tamamı  toplanmaya çalışılıyor!  Bu çatı altında toplanmaya itiraz edenlere neler olduğunu sadece film izler gibi seyrediyoruz! 65 ülkenin birlikte kalkınma hamlesi olan tarihi İpek Yolu, yeni  BİR YOL – BİR KUŞAK projesi Aramco petrol şirketi  ile başka bir açıdan kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır!  

Dünyada dolaşan Parayı Swift  sistemi ile kontrol edenler, petrol ve gazı da Aramco ile denetim altına almak istiyorlar!  Aramco’ya itiraz  küresel güçlerin varlığına saldırı olarak algılanmaktadır! Anladın mı şimdi bölgemizdeki kavgayı?  Anladın mı şimdi prenslere neler olduğunu? Anladın mı şimdiki savaşın büyüklüğünü? Anladın mı şimdi bölgemizde dönen  planları – hesapları ve kara bulutları? Ne için yapılıyor? Petrolü, Gazı ve Parayı;  Kontrol ve denetimleri altına alabilmek için! Bölge Halkları  mı? Kimin umurunda ki?!

Bölgemizde FİLLER Tepişirken!

Orta Doğu, Ön Asya ve Kuzey Afrika bölgesinde, 100 yıl önce küresel güçler tarafından anlaşmalı olarak başlayan paylaşım ve emperyalist hedefleri doğrultusundaki durumları, bugün dünya hegemonyal duruşları, varlık ve liderlikleri noktasında kendi aralarında kavgaya sebebiyet vermektedir. Yani bölüşüm, paylaşım ve yönetme için kavgaya tutuşmuşlardır! Acaba neden? Nasıl anlaşamazlar? Neyi ve neden paylaşamıyorsunuz?  Bölgemizdeki kavgayı anladın mı şimdi?  Bu kavganın bölge halkları ile bir ilgisi olabilir mi ki? Tabii ki mümkün değildir! Bölgedeki sömürülerinin devam edebilmesi için tabii ki tüm etnik ve dini dinamikleri harekete geçirmeleri gerekmektedir! Aynen de bunu yapıyor ve başarıya da ulaşıyorlar!  Neden mi? Bölgede hizmetçileri olan binlerce taşeron ve işbirlikçi çok kolay bir şekilde bulunabildiği için! Bölgede var olabilmeleri için sadece ve sadece bu etnik ve dini parçalanmışlık yetip artmaktadır! Aradıkları kan, acil olarak da bulunuveriyor!

Küresel güçler; 100 yıl önce, Osmanlı İmparatorluğunun hüküm sürdüğü ve nüfuz alanı olan 20 milyon kilometrekarelik kara parçasındaki yer altı ve yer üstü kaynaklarını nasıl paylaşılacağı için gizli bir anlaşma ile kendi aralarında karar kılmışlardı. Ne zaman, Çarlık Sovyetler Birliği dağıldı, Dünya, küresel çete veya güçlerin bu gizli paylaşım anlaşmasından haberdar olabildi.  Çarlık Sovyetler Birliği dağılmasa, bu gizli paylaşım anlaşmasından dünyamızın haberdar olması da mümkün görünmüyordu! Nedir bu gizli paylaşım anlaşması; Sykes – Picot! Osmanlı imparatorluğu daha parçalanmadan,  varlık ve kurtuluş savaşını da her bir vatan evladı ile yedi kıta da ve bölgede verirken,  bu güçler kendi aralarında anlaşmışlar, hangi bölgelere kimin egemen olacağı ve nasıl paylaşılacağını da bu gizli anlaşma maddelerinde bulunmaktaydı! Ne ala memleket! Bu anlaşmalar sağlanırken içeriden de işbirlikçileri tabii ki hazır ve nazır bir durumda bulunmaktadır! Peki ne için?! Parçalanan bu koca imparatorluğun her bir parçasına konduracakları devletçiklerin başına bu güçler adına bir sömürge valisi olabilmek için yapıyorlardı, tüm bu hainlik ve işbirliklerini!

Günümüze geldiğimizde ise dünyanın zengin kaynaklarına sahip bölgemizde;   paylaşım, parçalama ve yeniden dizayn noktasında neler yaşanmaktadır?  Yok, aslında 100 yıl öncekinden bir farkı!  100 sene önce kendileri sahnede ve meydanlarda görünen bu güçler, bugün ise kurmuş oldukları terör örgütleri üzerinden, vesayet ve vekâlet paylaşım savaşını vermektedir.  Yani,  Bölgemizde yine bir kanlı bölüşüm ve paylaşım savaşı devam etmektedir.  Neden ve nasıl olabilir? Mezkûr küresel güçler veya fillerin her birinin trilyon dolarlarla ifade edilen açıkları bulunmaktadır! Üretimlerinin de bu açıkları kapatmaları mümkün görünmemektedir! Peki, Ne yapmaları gerekiyor? Küresel güçler yaşaması ve varlıklarının devamı için ancak ve ancak bu bölgede olmak ve bu bölgenin zengin yer altı kaynaklarını da kukla yönetim, işbirlikçi devletçikler maharetiyle ülkelerine taşımaları gerekmektedir. Nasıl, plan tıkır tıkır işlemektedir! Tabii ki kurtuluş reçeteleri olarak da bu çözüm yöntemini görüyorlar!  Başkaca üretebilecekleri bir yöntemleri de kalmadığı için! İşte bam teli dediğimiz yer aslında tam da burası! 100 yıl önce kendi aralarında anlaşabilen bu güçler,  bugün rakamsal açıklarının büyüklüğünden mi nedir birlikte hareket edemiyor, anlaşma sağlayamıyor, varlık ve yoklukları adına kavgaya tutuşmuşlardır! Yani bölgemizde filler tepişirken, altında kalan çimler, pardon,  tüm bölge halkları da ölmekte, yok olmakta ve ezilmektedir. Kimin umurunda;  Filler tepiniyor ve tepişiyor ya! Daha ne olsun!

Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük stratejistlerinden biri olarak kabul edilen ve ABD derin devletine de yön veren bir zat, yıllar önce diyor;  Türkiye,  bölgesinde   ( Irak, İran, Suriye, Mısır veya Rusya ) herhangi bir devlet ile hiçbir şekilde bir araya gelmemeli ve bölgenin gelişimi adına da birlikte politika üretmemelidir! Nasıl yani? Sana mı soracaktık, kiminle bir araya geleceğimizi ve birlikte politika üreteceğimizi?  100 yıllardır da böyle geldiği ve alıştıkları için de tabii ki sormamız gerekiyor, adamlara! Adamlar alışmış, ne yapsınlar ki!   15 Temmuz, hain işgal girişimi ile de tamamen teslim alamayınca; bu asil devlet ve milleti!  Tabii ki çıldıracaklar! Tabii ki kuduracaklar! Tabii ki asker ve polisimize kurmuş oldukları terör örgütleri üzerinden saldıracaklar! Peki, neden yapıyorlar? Bizi söz dinleyen ve yönetilebilir bir devletçik durumuna getirebilmek için, yapacaklar tüm bu saldırıları!

Yine bir başkası, derin devlete yön veren ve başkan Trump’ın da danışman ekibinin önde gelen bir adamı; Erdoğan’ın başında bulunduğu Türkiye’yi okuyamıyor, Erdoğan bölgedeki çıkarlarımız açısından çok tehlikeli bir lider, diyor! Niye, Türkçe bilmediğiniz için okuyamıyor  olabilir misiniz?! Yoksa içeride adamlarınız kalmadığı ve her türlü bilgiyi de sizlere anında ve  net bir şekilde de  sızdırıp, aktaramadıkları için olabilir mi?!   Türkiye Cumhuriyeti Devleti, mezkûr devletlerden bir veya bir kaçı ile bir araya gelmesi durumunda bölgedeki çıkarlarımız açısından tehlikeli olabilir, demektedir! Türkiye olarak birlikte politika üretebilecek ve beraber olabilecek devletlerden; Irak parça parça edildi, Mısır da darbe ile iktidar değiştirildi,  Suriye’nin hali de ortadadır! Yemen, Tunus, Libya, Somali, Afganistan ve diğerlerini saymaya bile gerek yok!  İran ve Rusya ile de 100 yıllardır hayali bir düşman ve husumet ile bu günlere kadar gelebildik!

Ne zamanki; Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın önder ve liderliğinde; Bağımsız, yerli ve milli bir politika izlemeye, strateji geliştirmeye başladı!  Komşu ülkelerle de bölgenin huzuru ve selameti için bir araya geldi!  Küresel güçler veya bölgemizde ki tepişen – tepinen filler açısından dananın kuyruğunun koptuğu yer tam da burasıdır!  Anladın mı şimdi neler oluyor Lübnan’da? Anladın mı şimdi Suudi Arabistan öncülüğünde ki gelişmeler, tutuklamalar, el koymalar, bölgeye yönelik tehditler ve yaşanılanları? Yiyecek ekmek bulamayan bir ülke olan Yemen, nasıl füze fırlatabilir ki?  Bölgemizde, Fillerin tepişmesi ve çıkarları için değil füze, nükleer bomba ve atom bombası dahi fırlattırırlar, adama!  Bir daha soralım;  Filler bölgemizde neden tepişiyorlar ki? Bölgemizi; BÖLME, PARÇALAMA, YÖNETME, PAYLAŞMA ve YUTMA noktasında anlaşamadıklarından! Sen hala anlamadın mı? 100 yıllardır olduğu gibi, Hala OYUN ve OYNAŞTASIN! Fakat FATİH’İN İstanbul’u FETHETTİĞİ;  YAŞTA, AKILDA, FERASETTE, BASİRETTE, İDRAK ve ŞUURDA olman gerektiğini   unuttun ve unutturdular!

Hain Saldırılar, Durmayacaktır! Ne Zamana Kadar?

Geçtiğimiz günlerde,  Hakkari ili,  Şemdinli ilçesinde terör örgütlerinin hain pusudaki saldırısında şehit olan, bu ülkenin asil vatanperver evlatlarına, öncelikle Allah’tan Rahmet, yaralılarımıza acil şifalar, aileleri ve yakınlarına Sabr-ı Cemil niyaz eder, milletimizin de başı sağ olsun. Bu nasıl bir şey Allah’ım? Nasıl olabilirdi? Masum insanlar ve bu devletin askeri –  öğretmeni –polislerinin ölümü üzerinden devletimize ve yöneticilerine,   küresel güçler,  kurmuş oldukları ve lojistik destek verdikleri terör örgütleri üzerinden, ne gibi mesajlar verilmeye çalışılmaktadır ki? Türkiye Cumhuriyeti Devleti, küresel güçlerin hoşuna gitmeyen ve bölgemizdeki çıkarlarına ters gelen neler yapmaktadır ki? Çok şeyler! 100 yıllardır küresel güçlerin bölgemiz ve ülkemiz üzerinde yapmış olduğu tüm girişimlere karşılık olarak yüz yıldan beridir reaksiyon konumunda bulunan bu asil millet ve devlet,  artık pro-aktif ve aksiyon bir pozisyon almaktadır. Pro- aktif bir durumda olmayalım mı?  Sadece ve sadece reaksiyon konumunda beklemeye devam mı edelim? Küresel güçler ve içimizdeki taşeron – işbirlikçilerini de rahatsız eden, uykularının da kaçmasına sebebiyet veren, devletimizin almakta olduğu bu kararlı duruşu, pro-aktif ve aksiyon durumdur! Anladın mı şimdi; Neler yaşadığımızı ve tüm bu olanları!

Dünyamız her yüz yılda yeniden bir değişim ve bir paylaşım savaşlarına sahne olmaktadır. 100 yıl önceki paylaşım savaşında, Dünya’ya bulunduğu dönemlerde, adalet dağıtan ve tüm dengelerin de timsali olan Osmanlı İmparatorluğu parça parça edilmiştir. Neden? Küresel güçler, dünyanın ekonomik ve yer altı zengin kaynakları olarak tespit edilen Osmanlı kara parçaları olarak adlandırdığımız, Orta doğu, Kuzey Afrika ve Ön Asyayı, denetim ve kontrol altına alabilmek için yüzlerce devletçik ortaya çıkarmışlardır.  Küresel güçler, 100 yıl önce; Yer altı kaynaklarına çok kolay bir şekilde sahip olabilmek ve bu devletçikleri de söz dinleyen, yönetilebilen bir durumda olmaları için yapmışlardır, tüm bu parçalama savaşları ve girişimlerini! Aynı küresel güçler bu gün neler yapmaktadır? Bölgemiz ve ülkemiz üzerindeki hesapların da 100 yıl önceki durumdan bir farkı var mıdır? Bu bölgenin halkları olarak dejavu yaşamak zorunda mıyız? Bölge halkları olarak artık uyanmalı değil miyiz? Hani, Müslüman Uyanık ve Feraset sahibi olmak durumundaydı? Hani Müslüman aynı delikten bir daha ısırılmayacaktı? Bizler iki defa değil,  fakat en az 200 defa aynı delikten ısırıldık, Allah’ım? Bizlere vermiş olduğun ve her zaman uyarmış olduğun şekilde AKLIMIZI da Kullanamadık, Allah’ım? Bizleri affeder misin, Allah’ım? İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri de Helak eder misin, Allah’ım?

ABD dış işleri eski bakanı olan bir bayan açıklama yapmıştı; , Kuzey Afrika ve Ön Asya bölgesindeki 22 devletin yönetim ve rejimleri değişecektir, şeklinde! Hatırlamayanımız da yoktur herhalde! Ne demek istiyordu ki bu bayan dış işleri bakanı? Dünyanın jandarması konumundaki devletin dış işleri bakanı, bu 22 devlet ve vatandaşlarından neler istiyordu ki? Bölgedeki çıkarlarına aykırı olarak,  bu 22 devlet neler yapıyordu ki? Yoksa küresel güçlerin, dünyamız ve bölgemizdeki çıkarları adına,  bu 22 devlet yeniden bir parçalama ve yeniden bir haritalama girişimlerine mi sahne olacaktı? Tüm bunları tabii ki zaman gösterecekti!  Zaman kendini gösteriyor ve artık saflar netleşmeye başlamıştı! Küresel güçlerin bölgemizdeki çıkarları adına,   Vesayet ve vekalet terör orduları üzerinden, büyük bir asimetrik savaş devam ediyordu! Ne için? Emperyalist konumlarının devamı ve sürdürülebilirliği adına, tabii ki!

Dünyanın üreten ekonomik gücü ve yıllık olarak da dış ticaret fazlası veren devleti Çin, artık ben de varım ve geliyorum demeye başlamıştı! Yüz yıllardan beridir unutulan ve uyutulmuş bir halde bulunan Tarihi İpek Yolu,  Çin liderliği ve öncülüğünde, Yeni Bir Yol – Bir Kuşak projesi olarak, 65 ülkenin birlikte kalkınması, birlikte gelişmesi ve kazan kazan mantalitesi çerçevesinde hayata geçmeye başlamıştı. Çin neler yapıyordu?  Çin’de üretilen bir mal artık çok kolay bir şekilde dünyanın diğer bir ucu olan İngiltere’ye çok kolay bir şekilde ulaşabilecek, 65 ülkenin birlikte kalkınma ve gelişme projesi hayata geçiyordu. Geçtiğimiz günlerde,  Bir Yol – Bir Kuşak projesi çerçevesinde; Türkiye, Gürcistan, Kazakistan ve Azerbaycan devlet başkanlarının katılımları ile birlikte,   Bakü – Tiflis – Kars, demir İpek yolu hayata geçiriliyordu. Çin’den çıkan bir mal artık bu yeni açılan demir ipek yolunun hayata geçmesi ile birlikte 40 saat içinde Mersin limanına ve oradan da dünyanın diğer bölgelerine ulaşabilecekti. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, jeo-stratejik konumu itibari ile 65 ülkenin birlikte kalkınma ve gelişme projesi olan Bir Yol – Bir Kuşak Yeni İpek yolunun tam merkezinde ve anahtar ülkesi konumundadır. Bu devlet ve millet üzerinde oynanan tüm bu küresel oyun ve saldırıları anladın mı şimdi? Bu devleti, yönetimleri altına alabilmek ve söz dinleyen bir durumda olabilmesi için yaşamaktayız tüm bu saldırıları! Pes mi edelim, vazgeçelim mi diyorsunuz, yani?  Bu saldırılar aynen ve hız kesmeden de devam edecektir! Ne zamana kadar? Biz, Devlet ve Millet olarak TESLİM oluncaya kadar! Böylece de bilinmeli!  Yoksa Devletimiz ve Milletimizin Varlığı, Birliği ve Bekamız adına hep daha fazlası için daha çok çalışacağız, daha çok üreteceğiz,  daha fazla pro-aktif ve aksiyon konumunda olmaya devam mı diyeceğiz! Karar bu asil milletindir!

Erdoğan Gitsin diyen; Kimler?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 100 yıl önce vermiş olduğu Kurtuluş Savaşı ve Çanakkale Zaferlerinden sonraki süreçte, bugün Varlığı ve Bekası adına çok büyük bir saldırı ve kuşatma operasyonlarının yoğun olarak yaşandığı bir dönemdeyiz. Peki, millet olarak tüm bu olanların farkında mıyız?  Hiç zannetmiyorum! Halen oyunda ve oynaştayız! Yoksa Millet olarak bu saldırıları basite mi indirgiyoruz? Bölgemizde dün parçalanan devletlerde ki vatandaşlar da aynen bizim bugün yaşamakta olduğumuz saldırı ve kuşatma girişimlerini de çok hafife almışlardı. Sonuç ne mi oldu? Devletleri parçalanmış, milletleri dağılmış, namusları kirlenmiş ve ayaklar altına alınmış bir durumdalar! Bu asil millete, Anadolu topraklarını da mezar etmek için içeriden ve dışarıdan çok büyük bir saldırı ve kuşatma altında bulunuyoruz. Peki, Neler yapmalıyız? Bu kuşatmayı nasıl bertaraf edebiliriz? Devlet ve millet olarak, tüm etnik ve dini farklılıklarımızla ancak ve ancak bir ve beraber olabilirsek bu saldırıları çok büyük yaralar almadan kurtulabiliriz. Aksi halde bizi parçalamak için her türlü girişim ve planlar hazırlanmakta olan, küresel güçler ve içimizdeki taşeron – işbirlikçileri ile birlikte hedeflerine ulaşabileceklerdir!

Yazımızın başlığına tekrar dönecek olursak; Erdoğan gitsin diyen, içeriden ve dışarıdan, kimler? Kabaca bir bakalım! Bölgemiz ve ülkemiz üzerinde hesabı – kitabı olan tüm küresel güçler, yine küresel güçlerin bölgemizde kurdukları ve sınırlarımıza da yerleştirdikleri taşeron – vekalet – vesayet terör örgütleri ve içimizde yine kendilerinin kurduğu, semirtip devletin en üst makamlarına da getirdikleri taşeron ve işbirlikçiler. Dışarıdan gitsin diyenler, denetim ve kontrolleri altına alamadıkları, söz dinlemeyen bir Türkiye’den çok rahatsız olan tüm küresel güçler ve onlara da payanda irili ufaklı devletçikler. Daha dün bölgemizde parçalanan devletlerin liderlerini de yönetemedikleri ve söz geçiremedikleri başkanlarına aynı odaklar dikdatör ve faşist demiyorlar mıydı? İçeriden de çok kolay bir şekilde destekçi ve yandaşlar bulabiliyorlardı. Nasıl oluyordu tüm bunlar? Bu insanlara neler vaat ediyorlardı tüm bu odaklar ve güçler,  devlet ve milletlerinin aleyhine olabilecek girişimlerde bulunabiliyorlardı? İnsanın aklı almıyor, tabii ki, tüm bu  gelişmeleri, yaşananları ve yapılanları!  

Geçtiğimiz yıllarda Avrupalı bir devlet başkanı neler zırvalıyordu, hatırlamayanız da yoktur! Avrupa devletleri ve liderleri olarak dönemin Başbakanı ile anlaştık, Erdoğan sözlerimizi dinlemiyor, bu sebeplerden dolayı da muhatabımız değil diyebiliyordu! Nasıl yani anlamadım? Bir devletin seçilmiş Cumhurbaşkanını muhatap almayacaksınız da, kimi muhatap almayı düşünüyordunuz ki? Yoksa burası hala sizin gözünüzde bir kabile devleti midir? Sizler alışıksınız bu kabile başkanları ile iş bitirmeye; bölgeyi dizayn etmeye ve emperyal hedefleriniz doğrultusunda da kan gölüne de çevirmeye!

Daha dün, ABD Başkanı Trump’ın seçim dönemindeki başdanışmanı neler diyor, bir bakalım! Erdoğan’ın başkanı olduğu Türkiye’yi okuyamıyoruz, onun için özellikle de Ortadoğu ve Dünya üzerinde ki çıkarlarımız açısından en tehlikeli ülke Erdoğan’ın başında bulunduğu Türkiye’dir, diyor! Nasıl?!  Ne anladınız, şimdi bu cümleden? Anladın mı şimdi neden gitsin dediklerini Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı? Adam diyor ki; Önceden çok kolay bir şekilde Türkiye’nin neler yapabileceğini, hatta neler düşündüğünü dahi bizler içerideki adamlarımız maharetiyle çok kolay bir şekilde öğrenebiliyor, önlem alabiliyor ve gerekli cevapları da verebiliyorduk mu demek istiyor ki? Şimdi böyle bir durum yok! Bu durum özellikle de bölgedeki çıkarlarımız zaviyesinden bizleri oldukça rahatsız ediyor mu demek istiyor ki!

Erdoğan gitsin diyen koro, bu günlerde ekonomik ve mali olarak da saldırıya geçmiştir. Bankalar ve para üzerinden vatandaşlarımızı devletine karşı bir kışkırtma girişimleri devam etmektedir. Neden mi yapacaklar? Vatandaşlarımız da bir umutsuzluk, karamsarlık oluşturmak ve aşılamak için, yapacaklar tüm bunları! Başarılı olabilirler mi? Hiç zannetmiyorum! Fakat yine de deneyecekler ve gelecekler! Ellerinin altında bulunan tüm enstrümanları deneyecekler! Ne için? Kontrol, denetim, yönetim ve söz dinleyen bir Türkiye ve başkanı karşılarına çıkıncaya kadar!  Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın içeride ve dışarıda oluşturmaya çalıştıkları Erdoğan ekolü ve tüm gönül coğrafyamızdaki girişimleri, yatırımlar ve yaptıkları  ile yakalan; BİRLİK – BERABERLİK ve KARDEŞLİK ruhu ile tüm küresel güçler ve işbirlikçileri umduklarına, planlamalarına ve hedeflerine  asla  ulaşamayacak ve başarılı da olamayacaklardır.

 

Yeniden Diriliş için GÖNÜLLERE GİRMEK!

Hafta sonu,   AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın  Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım, TBMM Başkanı İsmail Kahraman, Bakanlar ve beraberindeki heyet ile birlikte, Konya  Belediyeleri ve diğer kamu kurumlarımızın  yatırımlarının olduğu  bir dizi toplu  açılış  ve AK Parti eski  İl başkanı istifasının  ardından,  İl başkanı  olarak atanan Hasan Angı başkanlığında ki  yeni oluşan Konya İl yönetimi ile birlikte tanışma ve istişare toplantısına katıldı. Hasan Angı  abimizin başkanlığındaki AK Parti İl yönetimini de Tebrik eder,  Başarılar dilerim. Konyanın bu davaya olan desteği  ve duruşunun  konumundan kaynaklı olarak da başarı çıtalarının çok yüksek olması münasebeti ile çok  çetin,  zorlu ve bir o kadar da kutsal bir görevi de uhdelerine aldıkarını da vurgulamak isterim.

 

Konya,   şehir olarak bu kutlu  davaya her daim desteklerini esirgememiştir. Konya muhafazakar davanın aslında mihenk merkezidir. Sayın Cumhurbaşkanımız  da kadim  şehir Konya’nın  tüm bu özellikliklerini de dikkate alarak çok yoğun ve nitelikli bir   devlet kadrosu  ile bu  kadim başkent şehire resmen çıkarma yapmışlardır. Öncelike ve özellikle,  hafta sonu böyle bir bayram havasını,   herhangi bir  seçim dönemi de olmamasına rağmen,  yoğun bir katılım, sevgi ve coşku seli  ile karşılayan  tüm Konyalılara  da,  bu coşkuyu yaşatan Sayın Cumhurbaşkanımız ve diğer devlet erkanına da teşekkürlerimi sunar,  bu devletin bekası ve milletin birliği, beraberliği  ve kalkınması için harcanan tüm efor ve çalışmaların da  her bir ferdine de  ayrı ayrı teşekkür eder, başarılar dilerim. Sayın Cumhurbaşkanımızın Konya’ daki konuşmalarının detaylarına da çok girmek istemiyorum. Sadece bir cümle ve ifafelerinin, bu şehirdeki tüm taşeron ve işbirlikçilere  karşılık çok büyük bir mesaj,  çok manidar ve dikkate değer olduğunu da düşünüyorum. Konya bizi Sever, biz de Konyayı   ve Konyalıyı  Severiz. Konya dünya üzerindeki Merkez, Kavşak, Başkent ve Hz. Peygamber efendimize de Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah tarafından önerilen belde-i muhayyere olan kadim üç  şehirden birisidir.

Sayın Cumhurbaşkanımızın her platformda ifade ettiği,  Gönül ve  Hoşgörü  şehri  Mevlana diyarında  ve özellikle de   Mevlana meydanında  tekraren ve üstüne de basarak  vurguladığı; yatrımlar, çalışmalar tamam,  bunların hepsi  olacak ve oluyor da, fakat bu kutlu  davanın  temsilcileri olarak  sizler ve bizlerin, asıl ve öncelikli olarak   yapması  gereken,  acil ve ivedi işimiz, milletimizin gönlüne girmeliyiz,  sözlerini de çok önemsiyorum. Küresel güçler, gönüle girmek  işinden pek anlamadığı veya  her şeyi ama her şeyi de bilimsel  metod ve  kavramlarla  da açıklamaya, gönüllere girmeyi de  bilimsel çalışmalar  üzerinden sonuca gitmeye çalıştığı için; Devlet ve Millet olarak, Bin yıllık Gönül Coğrafyamızda  ki yapmaya çalıştığımız tüm insani yardım,   diğer  yatırımlar ve çalışmaları da anlayamıyorlar. Tabii ki  anlamalarını da beklemiyoruz! Anlamış olsalar,  zaten dünya da ne bir savaş  olur, ne bir mazlum ve mağdurun  gözyaşı  akar, bir damla petrol ve doğalgaz için dünya üzerinde ne  bir insan ölür ve ne de bir damla   kanı akar!

Türkiye Cumhuriyeyi Devleti olarak, Dünyanın süper gücü ABD’den  sonra insani yardım noktasında yakın takiple hemen ikinci sıradayız. Neden? Çok mu zenginiz?  Çok mu paramız var? Hayır!  Dünyanın her bir bölgesindeki Gönül coğrafyamızı unutmamak ve Dualarına da talip olmak için, yapıyoruz tüm bunları! Sen ne zannetmiştin ki? Anladın mı şimdi ne  demekmiş  mazlum –  mağduru kucaklamak ve gönüllere girmek? Anladın mı şimdi Sayın Cumhurbaşkanımızın  sürekli olarak  neden gönüllere girmekten dem vurduğunu? Anladın mı şimdi, neden Somalideyiz,  neden Arakandayız,  neden Suriye’de, neden Afrika’da, neden Balkanlar ve  dünya üzerinde ki mazlum – mağdurun olduğu her bir bölgedeyiz? Çünkü biz, Çin’den başlayıp Londra’ya kadar   sadece  bir  ‘Selamün Aleyküm’ ile tüm Kapıları – Gönülleri açan  ve Aşabilen bir  Millet ve  bir Medeniyetin Evlatları ve torunlarıyız. Sadece yeni kurulmuş bir devlet ve  100 yıllık bir Cumhuriyet mi sanıyordun ki?! 100 yıllardır  senin gibi düşünenler olduğu için  bizi sadece İÇERİYE kilitlediler, ENERJİMİ DE İÇERİDE tükettirdiler! Şimdi bu bölgeler ve bu insanlar bizim soydaşımız,  bizim kardeşimiz, bizim gönül bağımız var  dediğimiz için  tüm küresel güçler ve işbirlikçileri bağırıyor  ve yırtınıyorlar! Sen hala anlayamadın mı,  çok yüksek  perdeden neden bağırdıklarını?!  Sen hala anlayamadın mı, bizim  olduğumuz  bölgelerde, tüm küresel güçler ve işbirlikçikerine de Ekmek çıkmayacağını?! Tabii ki bağıracaklar! Biz devlet ve millet olarak mazlum ve mağdurların sesi  ve kucaklayanı olabilmek için daha  da Uzak Gönül Coğrafyalarına gitmeye Devam eeceğiz. Var mı başka bir diyeceği olan; Tüm Küresel güçler, taşeronları  ve işbirlikçileri adına!!

Bir ve Beraber olma Zamanıdır!

Küresel ve bölgesel güçler, devlet kademesindeki etkili ve yetkili mercilerde bulunan yöneticilerle ve dışarıda mevzilerini muhkemleştirmeye çalışıyorlar. Neden? Dünyadaki dengeler tamamen değişiyor! Küresel güçler, dünya hegemonyal hedefleri doğrultusunda anlaşamadıkları devlet kademesindeki kişilerle anında yol ayrımına gidebiliyor. Olabilir mi? Tabii ki olabilir ve çok doğaldır! Bizim gibi ülkelerde, yıllardır içeride ki adamları vasıtasıyla yönetmeye ve emirler vermeye alışık oldukları için böyle bir değişim çok da kolay olmamaktadır. İçeriden ve dışarıdan tepkiler ve seslerin de yükseldiğini görebiliriz! Ne var, neler oluyor ki? Size ne demek gerekmez mi?  Devlet kademesindeki anlaşamadığınız yöneticileri başka bir göreve göndermeniz veya yol ayrımına gitmenize bir şey diyor muyuz? Sana ne be kardeşim, istediğim değişimi yapar ve istediğim kişilerle de çalışabilirim. Ne için? Devletimizin Varlığı, Milletimizin birliği ve tabii ki Bekamız için!   Yeter artık! Yüz yıllardır taşeron ve işbirlikçilerinizle yönettiğiniz ve kontrol ettiğiniz ülkemizden elinizi ve her şeyinizi çekin artık! Yaşadığımız sorunun temel sebebi de budur; Kontrol ve denetimlerinden kaymakta olan bir Türkiye! Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak artık bir yol ayrımındayız; Devlet kademesindeki, taşeron ve işbirlikçi ruhlarla bu süreci, Varlık – Beka savaşını sürdüremeyiz! Bu süreci sağlıklı bir şekilde yönetebilirsek, bölgesinde ve dünya ölçeğinde Güçlü bir Türkiye’nin gelmekte olduğunun da korkusu sarmıştır, tüm küresel güçleri ve içimizdeki işbirlikçilerini!

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, yukarıda zikretmeye çalıştığımız; bağımsız, güçlü ve 2023- 2053 – 2071 Türkiye hedefleri doğrultusunda yol arkadaşları ile birlikte bazı kararlara da imza atmaktadır. Eski Türkiye de böyle kararları alabilmek için küresel güçler ve içimizdeki işbirlikçilerinin onayını almak ve beklemek durumunda kalıyorduk! Nasıl olabilirdi?  Evet, aynen öyle, kabul etmesek de! Bu kararların içinde bazı yol arkadaşları ile yol ayrımı da bulunmaktadır. Olması gereken ve doğal bir gelişmelerdir. Devlet kademesinde çalışan bireylere bu makamlar tabii ki babalarından da miras kalmamıştır. Her zaman ifade etmeye çalıştığımız gibi burası bir kabile devleti de değildir! Aslında, Devlet ve millet olarak yaşamakta olduğumuz Kurtuluş Savaşını da tam olarak idrak edemedik! Yapılan tüm bu çalışmalar, tüm değişimler ve tüm hazırlıklar bölgemizde, sınırlarımızda ve ülkemizin her bir metrekaresinde verilmekte olan Kurtuluş savaşına yönelik olarak büyük bir ön hazırlık, bir mevzi alma durumu ve bu milletin her bir ferdi ile milli bir bilinç ve milli bir duruş ortaya koyma çalışmalarıdır. Sen ne zannetmiştin ki?

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan; Türkiye içeriden ve dışarıdan kuşatılmaya çalışıldığı bir dönemde; Ülkemiz, tıpkı pençeleri sökülmüş bir aslan gibi ehlîleştirilmek, boyunduruk altına alınmak isteniyor. Eski pısırık Türkiye’ye alışmış olanlar; iddialı ve güçlü bir ülkeyi hazmedemiyorlar. Türkiye’nin bir süredir coğrafyadaki bin yıllık varlığı ve bekası açısından tarihinin en kritik süreçlerden birini yaşıyor. İstikbalimiz için ikinci bir Kurtuluş Savaşı verdiğimiz bir zaman diliminin tam ortasındayız. Ülkemizin bu yükselişini engellemek, büyük ve güçlü Türkiye’nin inşasını durdurmak için çok yönlü, çok aktörlü kirli bir plan uyguluyorlar. Bu planın içinde, ekonomik tetikçilik var! Bu planın içinde, millet iradesini tank ve topla esir alma var! Bu planın içinde, mezhep ve etnik temelli kışkırtmalar var! Bu planın içinde, terör örgütlerine sahip çıkma, teröristleri baş tacı etme var! Bu kanlı oyunun içinde, figüran olarak FETÖ, PKK, DEAŞ, DHKP-C gibi eli kanlı çeteler de var! Tüm araçlarıyla, tüm piyonlarıyla, yıllardır farklı kimlikler altında gizliden gizliye besledikleri lejyonerleriyle üzerimize geliyorlar ve gelecekler!  Terör koridoru da sadece Türkiye’yi kuşatmaya yöneliktir! Suriye’yi dünyanın en büyük silah pazarına çevirenler, eli kanlı katilleri en modern silahlarla donatanlar, tüm bunları herhâlde demokrasi aşkına yapmıyorlar! Yaşananların hiç biri tesadüf olmadığı, planlı, programlı bir şekilde aşama aşama hayata geçirilen bu kirli planın hedefi,  partiler olmadığı, bu saldırıların muhatabının da tüm ülkemiz, tüm devletimiz ve tüm milletimizin olduğu bir dönemdeyiz. Zor günlerin aynı zamanda eleme, elenme, ayrışma günleri olduğunu, milletin hakiki dostlarıyla sahtelerini, vatanperverlerle uşakları ayırma zamanları olduğunu.  Yolu doğru olanın yükü de ağır olur atasözüne ve Allah hiç kimseye, kaldıramayacağı yük yüklemez ayetine atıfta bulundukları, bu konuşmalarının, son dönemde,  bölgemizde ve ülkemizde yaşamakta olduğumuz tüm sorunların tespiti, teşhisi ve bu saldırıların hedeflerinin de sadece DEVLETİMİZ ve MİLLETİMİZ olduğunu, millet olarak da sadece BİRLİK ve BERABERLİK halinde olmamız gereken bir dönemde ki vurgularının da çok dikkate değer olduğu kanaatindeyim.

Türkiye Cumhuriyeti devleti ve millet olarak son dönemde yaşadıklarımızı nasıl okumalı ve nasıl bir tedbir almak durumundayız?  Tüm bunlar neden olmaktadır ki? Tüm bu saldırı ve gelişmeler, Küresel güçlerin sadece ve sadece bölgemiz ve ülkemizdeki emperyal güç ve varlıklarının devamlılığı adına olmaktadır. Son dönemde ülkemiz devlet kademesinde ki değişimlere de şahitlik etmekteyiz. Bu değişim bazen bir büyükşehir belediye başkanlığı, bazen bir il başkanlığı, bazen bir ilçe başkanlığı veya devlet kademesindeki bir yönetim birimlerinde! Tüm bu değişimler neden olmaktadır ki? Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadelerinde de sürekli olarak şahit olduğumuz gibi, yaşadığımız bireysel saldırılar gibi görünse de, devlet ve milletimiz bir saldırı ve kuşatma altındadır. Verdiğimiz mücadelenin adı da bir Kurtuluş savaşıdır. Savaş dönemlerindeki başkomutanın yaptığı, her bir mevzi de bulunan komutan ve üst düzey emir komuta zincirinde, savaşın seyrine göre değişimler yapması kadar doğal bir şey yoktur. Türkiye Cumhuriyeti devleti ve milletimizin her bir ferdi olarak verilmekte olan Kurtuluş savaşına, 15 Temmuz gecesi ve Yeni kapıdaki ortaya çıkan ruhta olduğu gibi, ancak günlük çıkar ve makam sevdasından arınmakla, sadece Bir ve Beraber olabilmekle hazırlıklı olabilir ve bu saldırıları da böylece bertaraf edebiliriz. Aksi halde, bölgemizde ki devletleri, vatanları parça parça edilen milletler arasına bizim de adımız eklenecektir. Anladın mı şimdi?  Sınırlarımızda ve ülkemizin her bir karesinde ki tüm bu saldırı ve kuşatmaların sebebini de idrak edebildin mi? Şahıslarla ne ilgisi de olabilir ki? Kuşatma ve saldırı altında olan;  Devlet, Millet, Vatan ve Namusumuzdur! Sen hala anlayamadın mı?