Basın İlan Kurumu Dijitale Dönüşüyor!

Basın İlan Kurumu, ismi ile müsemma,  reklam ve ilan işlemlerini düzenleyen, yarı resmi bir devlet kurumudur. Ulusal ve yerel ölçekteki yayın yapmakta olan tüm gazeteler için resmi ilan veren kurumlar ile anlaşmalar düzenler ve bunların dağıtımını da organize eder. Son günlerde teknolojinin gelişmesi ile yerel ve ulusal yayın yapan gazetelere ilan dağıtım ve servis işlemlerini de tamamen internet ortamında yürütmeye çalışmaktadır.  Basın İlan Kurumu, teknolojinin gelişimi işe birlikte çalışma ekibi olan tüm medya çalışanlarına yönelik olarak, eğitim programları, yazılım çalışmaları, seminer ve diğer benzeri programlar tertip etmektedir.  Kurumun tertip etmekte olduğu bu seminer programları ile geleneksel medyanın öneminin azalacağına veya yok olacağına dair olan öngörüye karşılık bir tedbir alıyor desek de yanlış olmaz! Burada emeği geçen Basın İlan Kurumunun tüm idari birim ve teknik personeline de takdir ve teşekkürlerimi sunarım.

Medya nedir, geleneksel medya ve yeni medya kavramlarını kabaca incelemeye çalışalım! Bilgi ve içeriğin insan topluluklarına aynı anda aktarılmasını sağlayan tüm görsel ve işitsel araçlara medya denir.  İnsanlar, medya vasıtası ile tüm dünyada yaşanan gelişmelerden ve üretilen bilgiden haberdar olur. Hızla gelişen teknoloji sayesinde çeşitlenen iletişim araçları ile birlikte, asırlardır kullanılan yazılı ve görsel medya araçları geleneksel olarak adlandırılmasına sebep olmuştur.  Geleneksel olarak kabul edilen medya araçlarının içerisinde;  gazete, dergi, radyo ve televizyon gibi medya organları bulunur.  İnternet bağlantısı olan,  çevrim içi herhangi bir akıllı cihazla  (Bilgisayar, Akıllı Telefon, Tablet)  yer ve mekandan bağımsız olarak erişilebilen sanal ortamı da yeni medya olarak isimlendiriyoruz.

Yeni medyanın kullanıcılarına sağladığı faydalara şöyle bir baktığımızda; Yeni medya tamamen dijital bir alan olup, ortamda bulunanlara yüksek iletişim ile etkileşim olanağı sunar! Yeni medya internet alt yapısını kullanması nedeniyle geleneksel medyaya göre oldukça farklıdır! Yeni medyada maliyetler düşüktür! Yeni medya çift kanallıdır! Yeni medya kullanıcıları yapılan bir habere ya da reklama anında yorum yapabilir! Yeni medyada reklamları istediğiniz hedef kitleye rahatlıkla ulaştırabilmeniz mümkündür! Yeni medyada yaptığınız hataları hızla telafi edebiliriz! Hatalı bir haber mi yaptık, geleneksel medya olduğu gibi bu hatayı düzeltmeniz için ertesi günü beklemeniz gerekmez, anında düzeltme yapabiliriz! Dünya’da yaşanan gelişmelerden anlık olarak haberdar olabiliriz.

Türkiye’de ki yeni medya alışkanlıkları raporuna kabaca bir baktığımızda ise Türkiye’de 48 milyon internet ve 70,91 milyon mobil hat kullanıcısı bulunuyor. İnternet kullanıcı sayısı bir önceki yıla göre 2 milyon artış göstermektedir. Dijital içeriğe ulaşımda, yüzde 75 akıllı telefon, yüzde 51 bilgisayar, yüzde 17 tablet,  yüzde 5 internet bağlantısı olan TV’ler tercih edilmektedir. Ülkemizde, günlük sosyal medya  kullanım ortalaması 3 saat 1 dakikadır.   Kullanılan sosyal medya siteleri;  Youtube, facebook, instagram, twitter, linkedin.  En çok kullandığımız mesajlaşma uygulamaları ise Whats App, FB Messenger, Skype.  Akıllı cihazlarımıza, Whats App, Face book, FB Messenger, Instagram ve Snapchat uygulamalarını da indiriyoruz.

Türkiye geneli internet ve mobil hat kullanım raporlarını dikkat aldığımızda, özellikle de geleneksel medya olarak yerel medyanın hayatta kalabilmesi ve devamlılığını sürdürebilmesi için internet siteleri ve dijitale, daha ağırlık ve önem verilmesi gerekmektedir. Yerel medyadaki haber sitelerinin günlük içerik yüklemesi ve haber güncellenmesi, internet sitelerinin günlük tıklanma oranları ve sitelere de erişimlerin arttırılması için gerekli altyapı çalışmalarına hız vermelidir. Basın İlan Kurumu, geleneksel medya reklamları yanında,  kurumsal firmaların ülkemizin en ücra köşedeki bir hedef kitlesine ve kullanıcısına daha kolay bir şekilde erişim sağlayabilmesi için, özel sektör kurumsal firmalar ile dijital reklamcılık ve internet reklamları alanında bir yazılım çalışması ve anlaşma içerisine de girmiştir. Yerel ölçekte,  bu yeni duruma hazır olan geleneksel medya kurumları ve haber sitelerinin reklam alanları ve reklam konusunda biraz daha rahatlama sağlayacağı kanaatindeyim. Basın ilan kurumuna, yerel medya ve geleneksel medya haber sitelerimizin daha uzun soluklu olarak bu ülkeye ve millete hizmet edebilmeleri noktasında almış oldukları böyle bir  karar ve çalışmalarından dolayı teşekkürlerimi sunar, başarılar dilerim.

Anadolu, Emperyalizme, Asla Geçit Vermez!

Anadolu toprakları,  Dünya üzerindeki en fazla savaş, varlık ve yokluk arasındaki gel git mücadelesi ve durumlarının yaşandığı bir kara parçasıdır.  Anadolu ve hinterlant bölgesindeki topraklar, dünya üzerinde tespit edilmiş rezervi en fazla petrol ve enerji deposudur! Anadolu toprakları semavi dinlerin ve tüm peygamberlerin, Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah tarafından gönderildiği bir bölgenin de adıdır! Anadolu toprakları veya bu bölgenin insanları neden bu savaşı vermektedir?  Verilen bu savaş veya mücadelenin anlamı nedir? Neden ve niçin yani? Savaş vermeden yaşanamaz mıdır, bu topraklarda? Anadolu toprakları ve insanları emperyalizme, kukla yönetime ve mandacılığa hiçbir zaman geçit vermediği için yaşanmaktadır, tüm bu savaşlar! Bu savaşlar bazen doğrudan, bazen de örtülü bir şekilde, vesayet ve vekâlet örgütleri üzerinden yürütülmektedir, bu topraklarda! Sen hala anlayamadın mı? Zaten bu topraklardaki işbirlikçi birey ve taşeron grupların, yerli ve milli bir duruşa sahip olmalarını ve tüm bu olanları da anlamalarını, karşı bir anlayışa sahip olmalarını beklemek de hayal olur!

Geçtiğimiz günlerde, ABD başkanı Trump, Kudüs’ün İsrail’in başkenti ve elçiliklerini de buraya taşıyacaklarına yönelik bir açıklama yaptı.  Bu açıklama ile bölgenin barut fıçısına döneceğini tabii ki de bizden daha iyi biliyor ve öngörüyorlardı! Akabinde İmanı bir duruşa sahip olan İslam ülke liderleri anında karşı açıklama ve bu kararın uygulanamayacağına dair bildirilerine şahit olduk. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan,  İslam İşbirliği Teşkilatı dönem başkanı sıfatı ile üye ülke liderlerini İstanbul’da acil olarak toplantıya çağırdı.  İstanbul’daki toplantıya 56 üye ülkeden, 16’sı lider düzeyinde olmak üzere ve 32’si de danışman seviyesinde bir katılım gerçekleşti! Toplantının ve kapanış bildirgesinin çok detaylarına girmeden, Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olduğuna dair deklarasyona ve bu kararı da Birleşmiş milletler güvenlik konseyine taşıyacaklarına müşahit olduk.

ABD başkanı Trump, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olması gerektiğine yönelik olan bu açıklamayı, böyle bir dönemde neden yapmış olabilir? Argo ifadesi ile delidir, ne yapsa yeridir mi diyeceğiz! Olabilir mi böyle bir şey! Dünyanın jandarması olan küresel bir devletin başkanı böyle bir şey yapacak!   Yok, efendim iç siyasette çok sıkıştığı için yapmış mı, diyeceğiz! Daha neler, neler! Adamlar yüz yıllık, iki yüz yıllık plan ile bu bölgeyi dizayn etmeyi hesap edecekler, günlük veya anlık bir çıkış, bir hareket, bir taktik veya stratejik bir açıklama yapacaklar, öyle mi?  Biz de inandık zaten bu küresel yalana?  Irak’ı da kimyasal silah olduğu için ve vatandaşlarına da özgülük getirmek için işgal etmişlerdi! Öyle değil mi?! Ben mi yanlış hatırlıyorum! ABD eski dış işleri bakanı bayan neler söylemişti!  Bu bölgede yani Anadolu ve Orta doğu coğrafyasındaki 22 ülkenin siyasi ve idari haritaları kesinlikle değişecektir! Bu da mı yalan! Bu değişim kanlı mı olacaktır, kansız mı? Sizce, hangisi! Yaşanan sıkıntıların sebebi hikmeti de budur!

ABD başkanı Trump, yandaşı ve destekçisi küresel oyuncu ve güçler, Kudüs açıklaması ile neyi ve neleri hedeflemektedir? İslam alemini, mezhepsel parçalanmışlığı,  kukla yönetim ve işbirlikçi kuklalar iktidarda bulunurken, dini ve imanı noktada bir test ve sınava mı tabi tutmaktadır, Kudüs çıkışlarında!  Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadeleri ile İslam ülke liderleri ve halkları için de bir turnusol konumundadır, Kudüs duruşu! Neden? Hz. Muhammed (s.a.v.) son Peygamber olması münasebetiyle,  Hz. Kuranı kerimde de detaylı bir şekilde iman ehline bildirdiği; Miraç yolculuğunun ilk durak yeri Kudüs ve Mescidi Aksadır.  Burada,  o güne kadar gelmiş olan tüm peygamberler, künye ve sıfatları ile Hz. Peygamber efendimize kendilerini takdim eder ve daha sonra da Peygamber efendimizin İmametinde hep birlikte bu kutsal belde ve mübarek camide iki rekât namaz kılınır.  Küresel güçler ve özellikle de İsrail devleti,  bu beldede ne yapmak istiyorlar? Neyi ve neleri, hangi tarihi gerçekleri yok etmek istemekteler?  Kudüs ve Mescidi Aksa, kuru bir bina, taş toprak yığınından mı ibarettir? Sen öyle mi zannediyordun? Küresel güçler senin de böyle düşündüğünü ve davrandığını, imanı zaaf içinde olduğunu bildiği için yapıyor tüm bu saldırıları, girişimleri ve yıkımlarını! Hala mı anlayamadın?!

Anadolu toprakları ve bu beldenin insanları, dünya üzerinde nerede bir mazlum varsa ve zulüm, sömürü, adaletsizlik ve emperyalizmin olduğu her yere ulaşmak ve gerekeni de yapmak için canını vermekten kaçmamıştır. 100 yıl önce Kurtuluş savaşı ve Çanakkale’de olduğu gibi! 15 Temmuz hain işgal ve küresel sisteme de, bu devleti ve milleti teslim etmeye çalışanlara karşı, onurlu ve dik bir duruş sergilediği gibi! Dün Arakanda, Yemen’de ve daha sayamadığımız her bir mazlumun olduğu beldelere gücünü, yardımseverliğini ve şefkatini götürdüğü gibi! Bugün de Kudüs ve Mescidi Aksa yanmaktadır!   Kudüs, emperyalizm pençesi, zulmü, yok etme girişimleri ve sömürüsü altındadır! Anadolu insanı,  imanın gereği olarak, bu saldırılara asla geçit vermeyecek, mazlumun derdi ile hem dert olacaktır! Sen ne zannediyordun ki, tüm Türkiye’de yapılmakta olan, Kudüs ve Mescidi Aksa temalı, coşkulu ve bir o kadar da hüzün dolu, vatandaşlarımızın   yoğun katılımlarının olduğu meydan toplantısı ve çalışmaları!

 

Mevlana’nın GEL Çağrısı!

Konya,  tüm vatandaşlarımız, esnafı ve protokolü ile  birlikte, ülkemiz ve dünya üzerindeki Mevlana dostlarının  coşkulu ve duygu yüklü bir  ortamdaki,  Hz. Mevlana’nın Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’a yani maşukuna, 744. Vuslat yıl dönümü  etkinliklerinin son günlerindeyiz. Şehrimizde,  744. Vuslat etkinlikleri,   konferanslar, paneller ve söyleşilerle  farklı bir atmosferin de oluşmasına vesile olmaktadır. Hz. Mevlana’nın Vuslatı ne demektir? Vuslat kime ve nereye olmuştur? Vuslatın bizlere bugün için mesajı nelerdir.? Yoksa bu mesajlar sadece 744 yıl önceki günlerde mi kalmıştır? Yani tarih mi olmuştur? Bugün için bizlere söylemek istediği hiçbir şey yok mudur? Tabi ki olması gerekir! Almak, anlamak ve anlamlandırmak isteyenlere!

Hz. Mevlananın mesnevisi ve diğer kitaplarındaki söylemleri ve beyitlerinden bir kaçı üzerinde bugüne yönelik olarak neler  ifade etmektedir, kabaca bir değerlendirmeye çalışalım! Hz. Mevlana ‘Gel’ çağrısı  neyi ifade etmektedir.? Gel çağrısı ile tüm insanlığı neye, nereye ve nasıl bir şekilde çağırmaktadır? Kuru bir gelmekten mi ibarettir,  gel çağrısı? Gel de nasıl gelirsen gel ve geldiğin gibi de git mi! Yoksa gel fakat bu dergahtan bir hisse kap, insanlık adına  ve özellikle de bireyin kendisi için  bir anlam ifade edebilsin midir? Birey ve kul  olarak  bu  dergaha gelişin  senin de Vuslatına vesile olabilir mi denektedir; Hz. Mevlana! Aksi halde sadece kuru bir gelmek değildir, bu gel çağrısı!

İslam alemi ve birey olarak müslümanların genel durumuna baktığımızda,  tüm insanlığa muhatap olarak gelen, son Kitap Kuranı Kerim’in ayetleri, hükümleri, kuralları    ve son Peygamber Hz. Muhammed ( s.a.v.) hadisi şeriflerinin  açıklaması ve  derlemesi şeklinde değerlendirebileceğimiz, Hz. Mevlananın sözleri ve beyitlerini anlamak, anlamladırmak, yorumlamak ve hayatımıza da uygulamaktan çok uzak bir konumda bulunuyoruz! Çünkü İslam dini sadece söylemden ibaret değildir! Eyleme geçmeyen hiçbir söylemin karşı tarafta bir anlamı da olmayacaktır! İslam alemi eylem noktasında bulunamadığı için çok sıkıntıı günler yaşamaktadır! İslam alemi ve bireyler olarak, İslamın kural ve kaidelerini anlama ve yaşama uygulamada sadece  söyem noktasında bulunduğu için zor ve bir o kadar da sıkıntılı günler yaşamaktadır. Böyle gelmiş böyle de gitmeli midir? Yoksa iki günü birbirine eşit olan ziyandadır, hadisi şerifinin muhatabı kimlerdir? Herhalde günümüz müslümanları olmasa gerekir! Muhatabı bizlere ise mutlak  bir gelişme ve değişim de olması gerekirdi!

Hz. Mevlana 800 yıl önceki sözleri ve her platformda konuşmalarımıza da destek olarak kullandığımız; ‘’Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol, Şefkat ve merhamette güneş gibi ol, Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol, Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol, Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol, Hoşgörülükte deniz gibi ol, Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol’’ söylemleri bugün için  bizlere neyi ifade etmektedir. Müslümanım diyen bizler, gerçekten yardım etmek konusunda akarsu gibi miyiz?! Merhamette güneş gibi miyiz?! Başkalarının kusurlarını örtmede gece gibi miyiz?! Asabiyet ve sinirde ölü gibi miyiz?! Alçak gönüllülükte toprak gibi miyiz?! Hoşgörüde deniz gibi miyiz?! Gerçekten de samimi bir Müslümana yakışan şekilde göründüğümüz gibi mi veya  olduğumuz gibi miyiz?! Hangisi?! Bence biraz ağır kaçacak ve dostlarımızı kızdıracağımı da  biliyorum  fakat hiç birisi günümüz Müslümanım diyen bizler de olmayan ve bulunmayan hal ve davranışlar! Bu sebeplerden dolayı hep sorun ve sıkıntılarla boğuşuyoruz! Avrupa kaynaklı, bencillik ve bireysellik kapladı, düşünce dünyamızı ve hayatımızın her bir anını! Ben merkezci, rahatına düşkün ve bencil Müslümanlar olduk; Affeder misin Allah’ı bizleri! İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri Helak eder misin; Allah’ım!

Hz. Mevlana’nın, 744.  Sonsuz kudret sahibi yüce Allah’a  yani maşukuna, Vuslat etkinlikleri vesilesi ile gel çağrısına muhatap olan, hoşgörü ve huzur şehrine, bu dergaha gelen tüm bireyler olarak,  öncelikle kendimiz ve tüm insanlık adına bir gelişime, bir değişime ve bir dönüşüme de öncülük etmesini sonsuz kudret sahibi yüce Allah’tan niyaz ederim. Aksi halde bu etkinliklerin  öncesi ve sonrasında sadece sayısal ve görse  rakamları ile kendimizi avutmaktan başkaca bir yere gidemeyiz!

 

İslam Alemi Neden Savunmada!

İslam âlemi ve  fert fert Müslümanların genel  durumuna kabaca bir baktığımızda, gerçekten çok sıkıntılı, zor bir süreç ve günlerde  yaşıyoruz!  Acaba neden?  İslam âlemi neden çok sıkıntılı, bir o kadar da mağdur  ve mazlum bir konumda bulunuyor? Bu sorularımızın bir karşılığı ve cevaplarının da  tabii ki olması gerekiyor. Hiçbir sorunun  askıda ve havada kalmaması  için neler yapmalıyız?  Her bir Müslüman  bu sorularımıza muhatap mıdır, yoksa kendimizi bu soruların muhatabı olmaktan uzak  mı tutacağız?  İmanın gerekleri ve karşılığı  olarak tabii ki muhatabız! İman yoksa istediğini yap! Sana zaten bu konuda karışan da olamaz ki! Dünyanın keyfini sür! Ye, İç, Eğlen, Oynaş,  Gezmene ve Keyfine Bak! Bu dünya senin! Ahiret, diğer âlem veya sonsuz dünya mı dediniz? Tercih bizim! Bu dünya mı, ahiret – sonsuz dünya mı? Hangisi?

Son günlerde, Dünya Müslümanları ve bölgemizin de kaos ve barut fıçısına dönmesine vesile olacak,  ABD başkanı Trump tarafından yapılan  Kudüs açıklamaları, Hz. Peygamber  efendimiz dönemindeki, Hayber vakası, savaşı veya dersi  aklıma geldi. Hayber’de neler olmuştu,  dönemin dindar ve zengin Yahudileri neler yapmışlardı, bugüne yönelik Müslümanım diyen bizlere de neler ifade etmektedir! Hayber; Şam ve Medine yolu üzerinde Medine’nin 151 km kuzeyinde, Yahudilerin yaşadığı şehir ve İbranice de  kale anlamına gelen bir kelimedir.  Hz. Peygamber efendimiz  döneminde,  fitnenin merkezi olan Hayber, Yahudilerin en güçlü karargâhlarından biri konumunda bulunuyordu. Müslümanlara savaş açan Mekkeli müşrikleri sürekli olarak  destekleyen Hayberli  zengin Yahudilerdi. Bu sebeple, Hz. Peygamber, 628 yılında fethi imkânsız denilen,  Hayber Kalesi’ni kuşatmak üzere,  1600 kişilik ordusuyla Medine’den yola çıktı. Sabah uyandıklarında İslam ordusunu karşısında gören Hayberli  zengin Yahudiler hemen Kaleye saklandı.  Kalelerine sığınan Yahudiler,  yiyecek ve içecek stokları ile Peygamber efendimizin gitmesini bekliyordu. Hayber ismi gibi  kaleleri sağlam, yüksek bir yerde bulunduğu için,  ok atsan geri dönüyor, taş atsan yetişmiyor,   Hayber yıkılmıyor ve  fethedilemiyordu.  Günlerce bekledi,  İslam ordusu ve Hz. Peygamber efendimiz,  fakat  Yahudiler kalelerinden çıkmıyordu.  Müslümanların  yiyecek ve içecek stoku tükenmek üzere, moralleri de bitmek üzereydi, ama nafile! Bu uzun bekleyişten sonra  Hz. Peygamber efendimiz bir strateji geliştirdi ve zengin  Hayberli Yahudilere ait olan  Hurma ağaçları  kesilecek ve  ekonomisi, servetleri devrilecek, gelecekleri, dünyalıkları köklerinden kazınacaktı.  Çünkü Yahudiler  için para, servet, makam, mevki,  zenginlik her şey demekti! Hurma ağaçları kesildikçe Yahudiler kahroluyor ve  hurma ağaçları  kesildikten sonra Hayber’de kalmanın da bir anlamı olmayacaktı. Hayberli Yahudiler, Hz. Peygamber efendimiz ile anlaşma yoluna gittiler ve taşıyabilecekleri kadar yükle  başkentleri olan Hayber’i terk edeceklerdi.

Kudüs’ün zaptı veya  fethi ile ilgili olarak,   Haçlı seferleri  veya başka isimler adı  altında birçok defalar saldırı ve kuşatma girişimleri olmuştur.  1192 tarihindeki Kudüs fatihi  Selahaddin Eyyubi,  Kudüs’ü fethetmek için ordusunun hazır  olmasına rağmen neden yedi yıl beklediniz, şeklindeki bir soruya vermiş olduğu cevap,  bugün bizler için ve özellikle de Müslümanım diyen her bir  İman ehli bireyler  için ibretler, mesajlar ve dersler yüklüdür. Ne diyor Kudüs fatihi;  Ordularımızın  savaşmak için hazır olması yeterli değildir, tüm vatandaşlarımızın da, aklen,  fikren, ruhen ve fiil olarak da  bu fetih için hazır olduğunu görmek istedim! Tabii ki bu sesi duymak ve  almak isteyene! Hayatın her bir anı mesajlarla doludur;  İman ehli  tüm Görmek, Duymak ve Fehim etmek isteyenlere! 9 Aralık 1917 tarihinde Kudüs tekrardan bir Haçlı zihniyeti  ile  zapt eden İngiliz General Allenby, Kudüs fatihi Selahaddin Eyyubi’nin kabrinin başına varır ve  neler zırvalamıştır; Kalk Selahaddin! Biz yine geldik! Şeklinde olmuştur. Tarih sadece hikayelerle dolu değildir. Tarih milletler için ibretler ve derslerle de doludur!  Müslümanlar tarihlerinden  100 yıllardır ders ve ibret almayı unuttukları için  bugün zor ve sıkıntılı günler yaşamaktadır!

9 Aralık 1917 tarihinde Kudüs’ü zapt eden ve 1946 yılında  da İsrail işgal devletini kuran güçler, bugün de başka bir hesap  ve plan çerçevesinde   başkent  olması için karanlık bir adım atmışlardır. Bu adımı atanlar bu bölgede ve dünyada,  kaos ve silahların patlayacağını hesap etmedi veya düşünmediler mi? Tabii ki hesap ettiler! Peki, neye ve nasıl güvendiler, bu girişimde bulunurken! Müslümanların dünyaya ve dünyalıklara olan bağlılık ve bağımlığına! Hz. Peygamber efendimiz  döneminde, Hayber’i fethedemeyen Müslümanlar, Yahudilerin dünya ve dünya malı olan zenginliklerinin kaynağı hurma ağaçlarının kesileceğini işitmeleri karşılığında, savaşmaktan vazgeçmeleri ve Hayber’i de terk etmek zorunda kalmışlardı. Bugünün Müslümanları da dünya  zevkleri, evleri, köşkleri, makamları, mevkileri ve dünyalık rahatları karşılığında! Savaşmayı, dik durmayı, imanın gereği olan duruşumuzu kaybettiğimiz! Strateji, aksiyon ve pro-aktif bir konumda da olamadığımız! Sürekli olarak karşıt güçlerin aksiyonlarına da  reaksiyon konumunda bulunduğumuz ve  mazlum, ezilen, kaybedenler saflarında yer almak ve savunmada kalmak durumunda bulunuyoruz! 

 

Konya, Gelişime Açık, Kadim bir Başkent!

Geçtiğimiz günlerde, Konya Sivil Toplum Platformu tarafından,  aylık olarak mutad bir şekilde tertip edilen ve Konya’da faaliyet gösteren STK yönetici ve üyelerinin de yoğun bir katılımlarının olduğu, ‘bir Konu, bir Konuk’  temalı,  sohbet ve istişare formatındaki programa, Konya Valisi Sayın Yakup Canbolat beyefendi konuşmacı olarak misafir oldu. Konya Sivil Toplum Platformu başkan ve icra heyetine, şehrimiz adına uhdelerine almış oldukları sorumluk ve vazifelerinden dolayı başarı dileklerimi ve tebriklerimi sunarım.  Programa ev sahipliği yapan ve ikramlarından dolayı İlim Yayma Cemiyeti Konya başkanı ve yöneticilerine de hassaten teşekkürlerimi sunarım.

Valimiz Sayın Yakup Canbolat; Konya Sivil Toplum Platformu istişare ve sohbet kıvamındaki programda, hitaplarına başlamadan önce, memuriyete ilk başladığı yer Konya Valilik binası olması hasebiyle zatı âlileri için bu kadim başkentin başkaca bir anlam, bir mana ve değer yüklü olduklarına da vurgu yaptılar. Anadolu şehirlerinde yaşayan tüm insanlarımız zaviyesinden de böyle olduğu kanaatindeyim.  Havayolu ile Hac ziyaretleri başlamadan önce karayolu ile gidecek olan tüm Anadolu insanı ilk ziyaret yeri ve dönüşlerinde de son durak olarak bu kadim, bu hoşgörü Mevlana diyarı şehre uğramadan beldelerine gitmezlerdi. Anadolu insanımızın halen değer dünyasında aynı duygu ve mülahazaların olduğunu da benim kadar sizlerin de müşahit olduğunu düşünüyorum.

Sayın Valimiz; Sivil toplum idare heyetleri ile olan istişare havasındaki sohbet toplantısında; Konya;  150 bine yaklaşan öğrencisi ile bir eğitim ve üniversite şehridir. Konya; halen aktif kullanımdaki ve faaliyete geçecek hastane yatırımları ile olan 10 bin hasta yatak kapasitesi ile de bölgemiz için çok önemli bir hastane şehridir. Konya; Sanayisi ve üretimi ile özellikle de tarım ve savunma sanayisindeki yatırımları ile bir Sanayi şehridir.  Konya; 15 bin yatak kapasiteli otelleri ve misafirhaneleri ile de bir otel ve turizm şehridir. Konya; tarihinden gelen medeniyeti ve kadim başkent olması hasebiyle de bir başkent her zaman başkent ehliyetini hakiki manada hak eden bir şehirdir.

Konya Valisi Sayın Canbolat; Konya şehir merkezi ve ilçelerimizdeki genel trafik sorunu! Artan araç sayısından kaynaklı olarak yollarımızın durumu! Trafiğin rahatlatılması adına yapılası gerekli olan alt ve üst geçit yatırımları! Sabah saatlerindeki yoğunluğun çözümüne yönelik,  tekli eğitime geçebilmek için 300 bin dersliğe ihtiyaç olduğunu! Yine sabah saatlerindeki trafik sıkışıklığının çözümü için sanayide çalışan vatandaşlarımız için organize sanayi bölgesinde yapılması planlanan TOKİ benzeri bir toplu konut yatırımları!  Konya şehir merkezi ve ilçelerdeki genel asayiş, adi ve adli vakaların düşük olmasının da sevindirici olduğunu!  100 bini aşkın Suriyeli muhacire ensar ruhu ile sahip çıkan, kapılarını açan, ekmeğini paylaşan,   tüm Konyalılara da teşekkür ve takdirlerini ifade ettiler. Suriyeliler meselesi hakkında; Karapınar ve Beyşehir ilçelerimizdeki münferit olaylar üzerinden, kadim Başkent, Huzur, Hoşgörü ve Mevlana diyarı bu beldeye yönelik, içeriden ve dışarıdan bir algı operasyonu olduğunu da ifade ettiler. Bu konularda özellikle de STK yöneticilerimizden biraz daha sükûnetli ve duyarlı olmaya, tüm Konyalı vatandaşlarımızı davet ediyorum, şeklinde vurgu yaptılar.

Sayın Vali; Konyanın genel sorunları ve yapılması gereken tüm yatırımlara ilaveten, tarih, kültür, turizm ve eğitim şehrinde olmaz ise olmaz konumundaki güzel çalışmalar ve projeler hakkında bilgiler lütfettiler. Bu proje ve çalışmalar nelerdir diye bir soru yöneltecek olursanız? Konya yeni Çevre yolu çalışmaların hızlı bir şekilde devam ettiğini, birinci ve ikinci etapların tamamlandığını! Takkeli Dağ kısmı olan zorlu ve yatırım bedeli yüksek olan bölge için de çalışmaların başlandığını ifade ettiler. Konya Yazma Eserler kütüphanesindeki yer sorunundan kaynaklı olarak gün yüzüne çıkarılamayan 20 bin adet yazma eserin okuyucusu ve meraklıları için 10 bin metrekarelik Yeni bir ‘Yazma Eserler kütüphanesinin’ yatırım çalışmalarına başlandığını ifade buyurdular. Bu güzel ve nadide eserin hemen yanına,  çarşıları ve ziyaret yerlerinin de bulunduğu bir Kültür vadisi projesi çerçevesinde ‘Kültür Han’ yapılması için hazırlıkların başladığını beyan ettiler. Mevlana müzesinin yenilenmesi, genişletilmesi çalışmaların devam ettiğini, tüm bu güzel yatırım ve projelerin yanına Kutsal kitabımız Kuranı Kerim’in farklı el yazmalarının bulunduğu bir ‘’Kur’an müzesi’’  yatırım ve yapım planlarına alındığını da sözlerine eklediler. Tüm bu çalışmalar ve yatırımlar tamamlandığında, turizmden şehir olarak alacağımızın payın artacağını da düşünüyorum.

Konya özeli ve genelinde, bizim üzerimizden yürütülmeye çalışılan karalama kampanyaları ve algı operasyonlarına da fırsat vermemek adına bir bilgiyi siz STK yöneticilerimizle paylaşmak istiyorum. Alâeddin tepesinde otuz yıldan beridir bir poşet içerisinde bekletilen atalarımızın kemiklerini, kurmuş olduğumuz komisyonun çalışmaları ve tasnifleri de yapılmak suretiyle, dinimize ve inançlarımıza uygun bir şekilde toprak ile buluşturduk. Bugüne kadar, bu kemiklerin bir poşet içinde bekletilmesinden hiçbir şekilde rahatsızlık ve sıkıntı duymayan çevreler! Acizane bizim ceddimize olan bu hürmetimiz, saygımız ve bizlere nasip olan bu şeref ve onurdan, duymuş oldukları rahatsızlıklarını,  yazılı, görsel ve sosyal medya üzerinden saldırıya geçmekten ve itibar suikastliğina varan hezeyanlarından hiç bir sakınca ve haya duymamışlardır! Sadece Edepli olalım! Sadece Haddimizi bilelim! Sadece tarihimize, medeniyetimize, kadim başkent bu şehre ve kültürümüze sahip çıkalım! Konyalı olarak çok dikkatli olmayı ve olayları da sükunet içinde ve aklıselim bir şekilde değerlendirmeyi tavsiye ederim. Konya; mezkur ve daha sayamadığımız yatırımlar ve çalışmalar açısından değerlendirdiğimizde, gelişmesi ve kalkınması her yönü ile açık bir Anadolu ve kadim bir başkent şehirdir.

Derin ABD’nin Hedefi Nedir?

Birinci Dünya Savaşının galip devletleri ve aynı zamanda  savaşın kazanılmış olduğu tüm  bölgeleri   de yeniden dizayn eden, emperyal  devletleri İngiltere ve Fransa, 2. Dünya Savaşının akabinde  dizayn, paylaşım  ve dünya sömürü düzenini yeni hegemonyal güç ABD’ye  istekli veya  dünyanın da yönetim planı çerçevesinde devir etmek zorunda kaldılar. 2. Dünya savaşının galibi ABD, yeni kuracağı birlikler üzerinden bu emperyal hegemonik düzeni sistematik bir noktaya getirmek istiyordu. Bu yöndeki  adımlar  bir bir atıldı; Askeri, Siyasi ve Ekonomik birlikler, ABD’nin istek ve talepleri doğrultusunda kurulmuş oldu. Siyasi, askeri ve ekonomik birlikler  neler midir? Birleşmiş Milletler, NATO, IMF,  Dünya Bankası ve kurulması için de ABD’ nin öncülük ettiği  ve destek verdiği Avrupa Birliği! Bu kuruluşların dünya üzerinde ve yerel  ölçekte neler icra ettiğine   girmek istemiyorum. Ülkemizde,  2001 krizi akabinde,  IMF’nin ne gibi şartlar,  dayatmalar ve baskılarla, neler yaptırdığını sadece hatırlamamızın kifayet edebileceği kanaatindeyim.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti,  savaştan yeni çıkmış ve genç bir devlet olmasına rağmen, kadim medeniyet ve imparatorluk geleneğinin verdiği güç, cesaret ve öz güvenle,   kalkınma hamlelerini  başlatmış, fakat  bu girişimler dışarıdan veya içeriden bir el maharetiyle sürekli olarak  inkıtaya uğratılmıştır. Nasıl olabilirdi? Bu devlet ve milletin,  gelişmesi,  kalkınması,  büyük devlet olması, kim veya kimlerin işine gelmiyordu? Bu ülkede,  yıllardan beridir  sahnelenen oyunları,  perdeleme ve cambaza bak operasyonları ile   oyunu kuranları göremiyor, görmemiz istenmiyor ve  anlayamıyorduk. Ne zamana kadar? Perdeleme ve cambaza bak girişimleri  ülkemizde sonuç veremez  ve başarıya da ulaşılamaz bir noktaya  gelince, sahneye doğrudan oyun kurucular artık kendileri çıkmak zorunda kaldılar.   Ekonomik, Sosyal ve terör saldırıları, Gezi olayları, 17-25 Aralık ve son olarak 15 Temmuz hain işgal kalkışması ve  bu asil milleti küresel güçlere teslim girişimi, bu ülkedeki  cambaza bak ve perdelemeli darbelerden  aklımıza hemen gelenleri!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti yeni bir devlet  olmasına rağmen,  kısacık zaman dilimindeki sayısını bilemediğimiz  darbe, muhtıra, post modern darbe ve  e- muhtıra,   neden ve nasıl olmuştur? Bir izahı tabii ki olmalıdır? Bu devleti yöneten siyasiler,  dünya  hegemonyal güçleri ve bizim de üyesi olduğumuz,  devletimizin  tüm birimlerine de müdahil olabilen  uluslararası  kuruluş veya birlikleri neden kızdırıyordu?  Bu aziz devlet ve asil milletin menfaatleri doğrultusunda neler yapıyor ve ne gibi kararlara   imza atıyorlardı? Bu devlet, mezkur  birlikler haricindeki bir  başka devlet ile olan  ticaret veya askeri anlaşma yapmasına neden müdahil oluyor ve sinirleniyorsunuz? Hani  devletler  sadece çıkarlarını düşünür ve uluslararası ilişkilerde  ebedi dostluk diye bir kural ve kavram yoktur, diyordunuz? Pardon bu kural sadece sizin için mi geçerlidir? Ben devletimin  ali menfaatlerini ve çıkarlarını düşünemez miyim?! Anlayamadım! Düşünür veya bu yönde bir atım atarsan, demoklesin kılıcı gibi  bu birlik ve kuruluşların  üyelik  maddelerini anında hatırlatırız mı dediniz! Bu kurallar sadece bizim gibi üye ülkeler  için mi geçerlidir? Sizler için bu kurallar  cari değil midir? Yoksa ben kurucu irade olduğum için muaf tutulmak zorunda mıyım, diyorsunuz? Anlayan var mıdır?! Ben hiç bir şey anlayamadım da! Bir lider çıktı ve tüm bu emperyal güçlere; Dünya  5’ten büyüktür,  dedi? Tüm mesele de zaten burada! Sen kim  oluyorsun da, dünyadaki ve özellikle de petrol ve enerji bölgelerindeki halklar ve devletlerin uyanması adına, bizim kurmuş olduğumuz tiyatroyu, cambaza bak ve perdeleme girişimlerini, tüm bu oyunun  kurallarını  da nasıl bozmaya kalkarsın! Hala mı anlayamadın?

ABD’ de   yerel bir mahkemede  büyük bir  tiyatro sergileniyor ve tüm dünya milletlerine de bu oyun seyretmeye zorlanıyor. Neden ve Nasıl olabilir? Sahne alan bu uluslar arası tiyatronun konusu mu dediniz? Dünyanın gelecekteki,  Küresel ve Bölgesel  Süper gücü Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, sahne alıyor, bu tiyatro ve cambaza bak sirkinde! Nasıl beğenmediniz mi? Siz ne zannetmiştiniz? Dünya devletleri ve milletin başkaca bir işi, gücü yok,  bu mahkemeye, pardon bu sirke  veya cambaza bak oyununa kilitlenmiş durumda! Tabii olsun o kadar! Dünya medyasını ben yönetiyor ve akla hayale gelmedik rakamdaki  parasal güçle ben  besliyorum, buradaki tüm yazar ve çizerler! Müsaade edelim de   o  kadar da havanız olsun, değil mi?! Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bir iç meselesi olan  ve bu ülkede görülmesi ve  yürütülmesi gereken bir konu, ABD’deki tiyatral bir dava üzerinden derin ABD veya Neo-conlar  nereye varmak istiyor olabilir? Bu asil millet ve bölge halklarına da ne gibi mesajlar verilmeye çalışılmaktadır?  17-25 Aralık 2013 tarihinde ve daha sonraki  terör saldırıları, darbe girişimleri ile  kontrol edemediği, uysal bir konuma  da getirmediği, bu  aziz Devlet ve bu asil  Milleti! Bu aziz devlet ve asil millet adına; tüm bu duruş ve kararların temsilcisi, önderi ve lideri konumundaki Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a bir Balans Ayarı  verilmeye, Söz dinleyen bir konuma  ve Hizaya getirilmeye çalışılmaktadır, sahnelenen bu cambaza bak oyununda! Sen hala mı anlayamadın, bu tiyatronun konusunu, hedefini ve bu oyun ile nereye varmak istediklerini; derin ABD veya Neo-conların?!

Devlet – Millet Olarak Çıkış Yolu!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve millet olarak, son günlerde çok büyük sıkıntı, sorun ve badirelerle karşı karşıya bulunuyoruz. Bunlar bazen terör, bazen de ekonomik ve sosyal karışıklık şeklinde tebarüz etmektedir.  Devlet ve millet olarak bu sıkıntıları neden yaşıyoruz? Bunların bir arka planı veya başkaca gerekçeleri var mıdır? Yoksa sıradan ve olağan şeyler midir? Her bir devletin yaşayacağı türden! Anadolu topraklarında meydana gelen hiçbir olay sıradan ve olağan değildir; Tüm bu gelişmeler de bir olağanüstülük arz eder! Bu toprakların kaderidir, savaşlar! Bu topraklarda olmuştur tüm dünya savaşları! Bu topraklarda kurulmuştur tüm medeniyet ve imparatorluklar! Türklerin olmadığı bir dünya tarihinin yok hükmünde olduğu bir yerde, sükûnet mi bekliyoruz! Başka zaman ve başka baharlarda!

Küresel güçler, iki yüz yıllık plan ve hesapları çerçevesinde, Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması ve her bir bölgesinde de yönetilebilir devletçiklerin kurulması öngörülmüştü! Osmanlı parçalanıp ve Anadolu topraklarında da Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulma aşamasında dedelerimiz hangi bölgelerde aynı anda savaşmışlardır? Aynı anda, yedi bölgede ve yedi düvele karşı, bu aziz vatanın her bir bireyi, yaşlı, kadın ve çocuk demeden, bağımsızlık ve beka savaşını vermişlerdir.  Tüm ülke yekvücut olmuştur; sadece bağımsızlık, vatanın birliği ve kurtuluşu adına! Allah, bu vatan uğrundaki tüm şehitlerimize rahmet eylesin.

Devlet ve millet olarak her bir koldan saldırı altında olduğumuzu vurguladık. Bölgemizde, küresel güçlerin destekleriyle kurulan terör örgütleri ile bu milletin bağımsızlığına olan aşkı ve devletine olan bağlılığı ve sadakati kırılmaya çalışılmaktadır;  Sokak terörü, sosyal patlamalar da cabası!  15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması ile bu devlet ve milleti, tamamen teslim alamayan, küresel güçler ve işbirlikçiler, başka yol ve yöntemlere başvurmuşlardır. Kendilerince etkili silah olarak gördükleri ve daha önce de bu ülkede birçok defa başarı elde ettikleri ekonomi, para ve döviz kurları üzerinden gelmeye başladılar. Döviz kurlarındaki hareketlilikleri buradan saymakla tekrardan psikolojimizi bozmak istemem. 2001 ekonomik krizinde  ülkemizdeki durumun bir resmini çekmek; Sadece bugün için de dersler alabilmek adına hatırlatmak isterim.  2001 krizinde, dövizde sert hareketler olmuş, faiz 9 binlere fırlamış, borsa günlerce taban yemiş ve  6400’lere kadar düşmüştü.  21 Şubat 2001 tarihindeki  MGK toplantısında, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit ile dönemin Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer arasındaki anayasa tartışması ve daha sonra fırlatılan anayasa kitapçığı ile patlak veren kriz uzun süre piyasalarda şoka neden olmuştur. 2 Ocak 2001 tarihinde;   Yeni yıla Borsa 9 bin 437 puandan, dolar 677 kuruştan liradan başlamıştı. 24 Aralık yılsonuna doğru,  Dolar fiyatı 1,475 lira olurken, borsa ise 12,686 puandan geçilmişti. Peki, bugün yaşadıklarımızdan bir farkı var mıdır? Bence hiçbir farkı yoktur! Silah, terör ve işbirlikçiler maharetiyle kontrol edemedikleri bu asil milletin duruşunu para ile kırmaya çalışmaktalar! Teslim mi olacağız! Yeter artık, pes mi diyeceğiz! Tabii ki Hayır! Dedelerimizin kanlarını son damlasına kadar bu vatan ve millet için verdikleri kurtuluş savaşı gibi bizler de mücadele edeceğiz, yılmayacağız; Bir, Beraber ve hep birlikte Türkiye olarak!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti;  büyümesi, kalkınması, varlık, beka ve milli birlik sorununa karşı, özellikle bölgemizde ve içerideki tüm sıkıntıların, tüm küresel kumpasların tek çözüm kaynağı, millet olarak ittifak ve mutabakat halinde olmaktır. Başkaca bir çözüm kaynağı da görünmemektedir. Başka bir yol ve yöntem önerisi olan varsa buyursun! Türkiye kara parçasında yaşayan her bir birey; Bayrak, vatanın bölünmez bütünlüğü, milletimizin bağımsızlığı ve birliği, demokrasi kültürünü içselleştirme ve birbirimize hoşgörü göstermekte, vakit kaybetmeden anlaşmalıyız.  Bu ilkeler Milli mutabakatımızın temeli olmalıdır. Bir millet başkaca hangi değerler üzerine anlaşabilir ki? Bu ülkedeki tüm lider kadroları ve sorumluluk sahibi her bireye bir davet ve talebimdir! Bu topraklardaki tüm vatandaşlarımıza da sadece dostane ve acizane bir tavsiyemdir! Milli Mutabakat ile Türkiye topraklarıyla bölünmez bir bütün ve Milletimizin de birliğidir esas konuşulması gereken! Türkiye Cumhuriyeti Devleti hudutları çerçevesinde; Tek Bayrak, Tek Vatan, Tek Millet ve Tek Devlet değişmeyecek ve değişmesi dahi teklif edilemeyecek, devletin bekası ve milletimizin de birliği üzerine varılması gereken acil ve ivedi bir sözleşmedir. Başkaca bir yol bilmiyorum! Mademki devlet ve millet olarak yaşadıklarımız bir Kurtuluş Savaşıdır! 80 milyon tüm bireylerin tek bir hedef üzerindeki mutabakatı ile düşman ancak püskürtülebilir, kazanılabilir ve sonuca erişilebilir! Var mıdır başkaca bir önerisi olan!

Türkiye Olmadan Asla!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti,  dışarıdan ve içimizdeki bazı aklı evvellere göre de genç bir Cumhuriyet veya yeni kurulmuş bir devlet olarak algılanmaktadır. Bu devletin en yakın tarihi ile bir İmparatorluk bakiyesi olduğunu ne yapacağız? Bu asil milletin Dünya tarihinde kurmuş olduğu devletleri nereye koyacağız?  Bu asil millet bu devletleri zevk olsun, devletler tarihi şenlensin diye mi kurmuştur?  Avrupalı müsteşrikler ne diyor; Türkleri, Dünya tarihinden çekip atarsanız, geriye hiçbir şey de kalmayacaktır! Ülkemizde bu şekilde düşünen ve davranan beyinler var mıdır? Tabii ki bulunmaktadır ve hem de sayıları küçümsenemeyecek kadar! Türkiye Cumhuriyeti Devleti, tarihi devlet aklı ve kadim medeniyet birikimine göre, ülkesinde ve bölgesinde ilişkiler geliştirmektedir. Anlamayan ve anlamak istemeyenlere duyurulur! Bu akıl da birilerinin uykularını kaçırmaktadır! Ne yapalım yani! Sizin uykunuz kaçacak diye geçmişi silelim, unutalım veya hatırlamayalım mı? Ne yapalım, söyleyin? Ne diyorsunuz?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dünya tarihinde kurmuş olduğu devletler ve Bin yıllık tarihi, sosyolojik, kültürel, dini bağları ve kadim medeniyet birikimleri ile dünya üzerindeki her bir bölge halkları arasında,  akrabalık veya bir gönül bağı bulunmaktadır. Bu tarihi bağları yok mu sayacağız? 90 yıllık Cumhuriyet döneminde görmezden geldiğimiz gibi,öyle mi?! Biz yok saymaya kalksak da bu halklar orada duruyor ve dünya küresel güçleri de bu gerçeğe göre strateji ve  taktik geliştirmeye de devam ediyor!  Senin yok sayman veya görmezden gelmen,  Bin yıllık somut bir gerçeği de değiştirmeyecektir!

Devletler arasındaki ilişkilerin temel yasası, devletin çıkarı üzerine kurulur. Dünya üzerinde hiçbir devletin daimi dostu diyeceğimiz bir devlet yoktur.  Devletlerin sadece konjunkturel çıkarları vardır. Devletler aksi halde süreklilikleri ve birliklerini koruyamazlar.  En yakın tarihte Osmanlı İmparatorluğu örneğinde olduğu gibi! Birinci dünya Savaşına Osmanlı neden girmiştir? Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bu ilkeler çerçevesinde, devletimizin varlığı, bekası ve milletimizin de birliği adına bazı adımlar atmaktadır. Yahu dün dostunuz olan veya can ciğer kuzu sarması olduğunuz şu devlet veya devlet başkanı,  bugün nasıl düşmanınız olabilir diye bir cümle, bir ifade devletler arasındaki ilişkiler de söz konusu değildir! Böyle bir durum ve gelişmeler, ancak kabile devletlerinde geçerlidir!

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan,  ülkemiz ve bölgemizin barışı, huzuru ve kalkınması adına,  tüm küresel güçlerin bölge üzerinde hesabı, planı ve bölgemizi de terör örgütleri üzerinden dizayn ve bu örgütleri de,  dost ve müttefik seçmelerine karşılık, bölgemizin sınır komşusu olan devlet başkanları ile çok güzel ilişkiler ve siyaset geliştirmiştir.  Kabaca ülkemiz ve bölgemizin bekası ve çıkarları düşünülmektedir! Ülkemize, 1200 km sınırı olan devletler üzerinde yedi yıldır vekalet üzerinden yürütmekte oldukları dizayn ve haritalama girişimlerine yönelik olarak bir inisiyatif ve duruş sergilemiştir. Türkiye’nin girişimleri öncülüğünde ve liderliğinde,  Rusya ve İran devlet başkanları ile Soçi kentinde, Suriye’nin bağımsızlığı, çatışmasızlığı ve toprak bütünlüğü üzerinde bir anlaşma ve karar metnine de imza atılmıştır.  Bu karar metni ve mutabakatın ertesi günü,  ABD Başkanı Trump, Cumhurbaşkanımız ile görüşmesinde,  bölgedeki terör örgütlerine vermiş oldukları silah desteğini durduracaklarını, Türkiye’nin de yıllardan beri önerdiği ve savunduğu, Suriye’nin birliği ve toprak bütünlüğü noktasındaki yürütmekte olduğumuz çalışmaları desteklediğini vurgulamıştır. Bugüne kadar terör örgütlerine verilen silahların ne olacak dediğinizi de duyar gibiyim? Tabii ki ne olduğunu soracağız? Bu silahların akıbetleri hakkında bilgi alacağız! Boş vermeyeceğiz, yani!

 Türkiye, Rusya ve İran liderlerinin, Suriye konusunda, Soçi’de yaptıkları ortak bildiri, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde (BMGK) resmi belge olarak da yayınlanmıştır.  BMGK’nın dönem başkanı ve İtalya’nın BM Temsilcisi Sebastiano Cardi;  Rusya, Türkiye ve İran’ın BM Daimi Temsilcilerinin daha önce yaptıkları başvurunun kabul edildiğini ve söz konusu bildirinin Güvenlik Konseyinin resmi belgesi statüsünde yayınlanacağını, vurguladı.   Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), nedir ve konumu nedir diye bir soru da aklımıza gelebilir? Birleşmiş Milletlerin üye ülkeler arasında güvenlik ve barışı korumakla yükümlü, en güçlü organı. Birleşmiş Milletlerin diğer organları sadece tavsiye kararı alabilirken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kararları, tüm üye ülkeler açısından bağlayıcılık taşımaktadır. Bu bağlayıcılık, üye ülkelerin tamamına yakını tarafından imzalanmış olan Birleşmiş Milletler Tüzüğünde açık bir şekilde belirtilmiştir.

Yazımızın başlığına tekrar dönecek olursak, Türkiye olmadan asla, ne demektir? Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dünya tarihinde kurmuş olduğu devletler ve en yakın olarak da Bin yılık tarihi, kültürel, dini bağları ve kadim medeniyet birikimleri ile bölgemizde yapılması planlanan en az yüz yıllık hesaplar, planlar ve yeniden bir haritalama girişimleri, başarıya ulaşamayacaktır.  Küresel güçler, içimizdeki işbirlikçiler mahareti ile yönetmeye ve kontrol etmeye alıştıkları bu aziz devletin rayından çıktığından dem vurmaktalar. Türkiye Cumhuriyeti devleti rayından veya rotasından falan çıktığı da yoktur. Bu aziz devlet ve asil millet,  kadim medeniyet ve tarihi bağlarını hatırlamakta ve sadece pekiştirmektedir. Bu hatırlama ve pekiştirme de birilerini elbette ki korkutacak ve rüyalarına da girecektir! Bu aziz devlet ve asil millet, tarihi bağlar, kültürel ve kadim medeniyet mirasımıza sahip çıktıkça, bölgemizdeki küresel ve vesayet üzerinden oluşturulmaya çalışılan,  hiçbir operasyon ve ameliyat girişimleri, BAŞARIYA ulaşamayacak ve AKAMETE uğramak zorundadır.  Küresel güçler ve işbirlikçiler de böylece bilmelidir!

17 Aralık 2017’ye DİKKAT!!

Küresel sistem,  yüz yıllardır kurmuş olduğu sömürü düzenini, bu bölgelerdeki işbirlikçiler mahareti ile dolaylı bir şekilde tüm dünyayı yönetiyor desek hata yapmış olmayız. İşbirlikçilerin yönetimde bulundukları ülkelerde,   küresel güçlerin kontrolünden çıkmaya yeltendikleri dönemlerde ise sürekli olarak karşımıza bir darbe çıkmaktadır. Darbe illaki askeri cunta şeklinde tebarüz etmeyebilir. Bu darbeler; Ekonomik, Sosyal,  Terör ve Sokak kargaşası şeklinde de  olabilir! Önemli olan bir devlet veya milletin küresel sistemin yörüngesine oturtulmasıdır; tüm mesele! Yani  bu ülkeler kesinlikle raydan çıkmamalı ve anında balans ayarları  da yapılmalıdır!  Yakın  siyaset tarihimizi kabaca bir incelediğimizde ne demek istediğimiz çok net bir şekilde anlaşılacaktır!

17 Aralık; Hz. Mevlana’nın  Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’a Vuslat yıl dönümü olması münasebeti ile tüm dünya ve dünya halkları  nezdinde; barış, sevgi, huzur, selamet, hoşgörü  ve esenlik olarak  anılmaya ve algılanmaya başlanmıştır. Böyle bir dönemde, dışarıdan ve içeriden destekli   bir  el karşımıza 17 / 25 Aralık 2013 tarihli  yolsuzluk operasyonu ile anılır bir duruma getirmiştir. Nasıl olabilirdi? Bu tarihte neler olmuştu? Aman Yarabbi! Medyaya servis edilen, yazılı ve görsel basında dolaştırılan bilgi kırıntılarını  anlamak ve idrak edebilmek için insan havsalasını zorluyordu! Bu gün birileri nereye varmayı hedefliyordu? Aslında hedef çok net ve açıktı! Bu yapılan girişim, resmen bir darbe kalkışmasını andırıyor ve dolaylı yollar seçilmiş gibi görünse de Devletin başı konumundaki Başbakana  ulaşmayı planlıyorlardı! 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta başlayan Arap Baharı şeklindeki 22 ülkenin siyasi idaresi ve haritalarının değişim, darbe, sokak hareketleri, dönüşüm tarihini de buradan sadece  hatırlatmak isterim.

17 / 25 Aralık tarihinde, yolsuzluk bahane edilerek, daha açık ifadesi ile ‘Para’ hareketi kaynaklı bir darbe girişimini görmekteyiz. Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir başka devlet ile olan ticaretini barter sistemi şeklinde  devletimizin bir kurumu olan   Halk bankası üzeriden yapılmış olması, küresel sistemi kızdırmış ve içerideki işbirlikçilerini de  acil ve ivedi olarak  harekete geçirilmişlerdir. Daha dün diyebileceğimiz kısa bir zaman önce,  Irak’ta kimyasal silah var diye,  tüm Dünyayı kandıran ve ayaklandıranlar, kadim bir devletin, tarihin  ve milletin tarumar edilmesine, yok olmasına ve darma duman haline de   sebebiyet vermişlerdir.  Daha sonraki açıklamalarında, ‘Hata yaptık, Yanlış yaptık’  ve Irak’ta kimyasal silah yokmuş diyenler de aynı küresel sistem değil miydi?! Kimin umurunda! Küresel sistem için sadece Emperyal  sömürü düzenlerinin sürekliliği ve çıkarları çok önemlidir!! Gerisi onlar ve işbirlikçiler için sadece teferruattır!

17 / 25 Aralık tarihindeki yolsuzluk(!) operasyonunda aktif ve ismi çokça zikredilen Reza Zarrab bu ülkeden  nasıl ve kimler tarafından kaçmasına /  kaçırılmasına veya gitmesine ön ayak olmuştur? Yoksa Reza kendisi bir  plan yapmış ve ABD’ye kuzu kuzu teslim  mi olmuştur?  Bilemiyoruz! Tarih bunları yazacaktır! Tarih, bu ülkeye sevdalı olan vatan perverleri ve ihanet edenleri unutmadığı gibi her iki taraftaki işbirlikçileri de her zaman hatırlayacaktır! Birini hayırla yâd ederken, diğerini de kahırla sayıklayacaktır! Allah   bizleri bu  aziz devlet  ve  asil millete ihanet ve hainlik konumunda bulundurmasın!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 15 Temmuz hain işgal kalkışmasının olduğu andan itibaren,  Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Lideri Devlet Bahçeli arasında oluşan sinerji ile  bu devletin BEKASI ve Milletimizin de BİRLİĞİ  üzerine yapmış oldukları mutabakat çerçevesinde,  bölgemizdeki  tüm küresel dizayn, paylaşım, yeniden haritalama  ve yüz yıllık  büyük  oyunlar bir bir akamete uğramaktadır.  Nasıl olabilirdi? Küresel sistem, bu ülkede, tüm siyasi partiler ve tüm etnik,  tüm dini farklılıkları bir birleri ile kavga üzerine formatlamıştı! 17 / 25 Aralık öncesi ve sonrasındaki tüm  darbe ve sokak hareketi girişimlerinde içimizdeki işbirlikçiler mahareti ile hedeflerine ulaşamayan, tüm  bu küresel güçler! 15 Temmuz karanlık gece,  yine dışı bizden görünümlü,  fakat çipleri  – yönetimleri dışarıdan olanlar eliyle, bu devlet ve milleti de  tamamen Teslim alamayan; Yine Aynı Odaklar! Bugün için başkaca büyük bir plan ve hesap içindeler! 17 Aralık 2013 tarihinde bu devlete yönelik olarak yarım kalan işi, aracısız bir şekilde, işbirlikçi ve taşeron  da kullanmadan, doğrudan kendileri Reza  Sarraf üzerinden halletmeyi planlıyorlar! 

 4 Aralık tarihinde Reza Sarraf  davasının  görüşmesi ve karar açıklaması olarak da 17 Aralık tarihi düşünülüyor,  kanaatini taşımaktayım!  Bu tarih için  devletimize yönelik olarak da çok büyük bir plan, kumpas, şantaj  ve pis kokular da gelmektedir! Aman ha dikkat! Aman ha Uyanık olalım! Hedefleri, Bu ülkede oluşan devlet, millet, muhalefet,  tüm  etnik ve dini farklılıklarımız  arasındaki Sıkılaştırmaya çalıştığımız Safların ARASINI  AÇMAK ve Oradan da  buralara yerleşebilmek!! Küresel sistem tarafından yürütülen; Darbelerin, muhtıranın, denetimin,  yönetilebilir, ön görülebilir, kontrol edilebilir ve söz dinleyen bir Devlet,  bir Millet ve bir başkanı  olabilmesinin bir başka versiyonu, bir başka şantaj ve kumpas versiyonu  diyebiliriz; tüm bu girişimlere!!

 

Akıllı OL Türkiye!

Osmanlı İmparatorluğu; İnsanlık,  hoşgörü, adalet,  medeniyet götürdüğü ve hakimiyeti altında bulunan tüm bölgelerdeki,  yer altı ve yer üstü zenginlerin de kolay ve sorunsuz bir şekilde ülkelerine taşımayı hesaplayan küresel sistem,  en az 200 yıllık büyük bir plan ve oyun çerçevesinde, Osmanlı yönetim ve idaresine her daim işbirlikçilerini yerleştirmiştir. Neden yapmıştır tüm bunları? Kendi ülkelerinde rahat bir şekilde yaşayabilmek adına yapmışlardır! Nasıl olabilirdi?  Bu noktaya gelinebilmesi için neler yapılmıştı?!  Osmanlı kara parçasındaki bölgelerde tahmini olarak 7 bin yabancı devlet okulu bulunuyordu! Küresel sistem; Bu okullarda yetiştirdikleri bu ülkenin evlatlarına, kendi devlet ve milletlne karşı ihanet ve hainlik noktasında olabilmeleri için neden ve nasıl teşvik ediyor ve destek oluyordu?  Başarılı olmuşlar mıdır? Dönem dönem tabii ki hedeflerine ulaşmışlardır; verilen vaat ve ödüller çerçevesinde!

Osmanlı İmparatorluğunun parçalaması, 200 yıllık büyük bir oyun ve plan çerçevesinde, tüm içerideki işbirlikçilere devletçik başkanlığı ve devletçik kademesinde diğer görevler vaat edilmiş ve garanti altına alınmıştır!  Bugün yaşadıklarımızdan çok da bir farkı yoktur! Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması akabinde,  yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetim kademesinde, neredeyse bugünlere kadar, bu ülkenin hiçbir zaman yüksünmeden kahrını çeken, asil evlatları Anadolu insanı, etkin ve yetkili bir konumda söz sahibi olamamıştır. Neden ve nasıl olabilirdi?! Bu sistemi kuran üst akıl ve içerideki elit – kaymak kesim böyle bir tezgah hazırlamıştı! Bu ülkenin öz evlatları sadece ve sadece çok çalışmalı, vergisini vermeli ve çağrıldığı zaman da ancak askerlik görevini yapması yeterli diyorlardı! Gerisini elit ve kaymak tabaka dediğimiz işbirlikçi – taşeron kesim hallediyordu! Anadolu insanı devlet yönetiminden ne anlayabilir?  Onlar sadece üretmeli, çalışmalı, vergisini vermeli ve askerlik görevini yapmasını planlamıştık; Bu ülkedeki Anadolu insanına yönelik olan büyük Oyun ve tezgah bu şekilde hazırlanmıştı!

15 Temmuz karanlık ve uzun geceye kadar,  küresel sistem, kontrol ve denetimlerinden çıkan, söz dinlemeyen bir Türkiye’ye karşı, içimizdeki işbirlikçileri mahareti ile çok sayıda darbe, ihtilal ve muhtıra gerçekleştirmiştir!  Bu ülkede gerçekleşen her bir darbenin arkasında, mutlaka küresel sitemin destekçi olduğunu görmekteyiz.  Yıllardan beri, müttefik  veya dost  bildiklerimiz nasıl ve  neden  böyle bir girişimde bulunabilir veya  destek olabilirdi?! Dost veya müttefiklik kavramını biz mi yanlış anlamlandırıyor veya yorumluyorduk! Yoksa dost bildiklerimiz yüz yılardır yaptıkları cibilliyetini  icra ediyorlardı! Evet, aynen öyle oluyordu! 15 Temmuz hain darbe, işgal ve küresel sisteme, bu aziz devleti ve asil milleti de tamamen teslim etmeyi hesaplayan işbirlikçiler, Anadolu insanımızın, devletine, milletine ve vatanına sahip çıkması,  özgürlük ve bağımsızlığı için de vakur ve dik duruşu karşısında, ne yapacaklarını şaşırdılar! Çünkü plan ve hesaplarında böyle bir durum öngörülmüyordu! Anadolu insanımızın ölümü öldürdüğüne yeniden şahit oluyordu; tüm Küresel sitem! Nasıl olabilirdi? Bir insan,  tankın  önüne nasıl yatabilirdi?! Bir insan, F16 savaş uçağına  nasıl kafa atar veya kafa tutabilirdi?!  15 Temmuz hain ve karanlık gece, bir İnsanın aklının ve havsalasının alamayacağı olaylar ve gelişmelere müşahit oluyordu; tüm dünya ve küresel işbirlikçiler! Anadolu insanı, tekrardan tarih yazıyordu; 1000 yıllardan beridir yazdığı gibi! Mevzu; Din, İman, Devlet,  Vatan, Millet ve Namus ise gerisinin de teferruattan ibaret olduğunu tüm dünyaya gösteriyor ve yazıyordu; Anadolu insanı! 15 Temmuz hain gecede; Yaşadıklarımızın kabaca özeti sadece budur!

Son günlerde ülkemize ve Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a yönelik,  bölgemizde ve uluslararası arenadaki gelişmeler ve yaşananlara kabaca bir bakalım! NATO tatbikatında olanlara ne demeli?! Reza Zarrab  davası üzerinden yaşadıklarımıza, devletimizi sıkıştırma  ve aba altından da gösterilmeye çalışılan  sopaya  ne dersiniz?! YPG ve diğer terör örgütlerine yapılan askeri yığınakları ne yapalım?! YPG ve diğer terör örgütlerine karşı Türkiye’den yapılacak ateş karşısında, TÜRK ASKERİNİ vururuz diyen, dost ve müttefiklerimize nereye koyalım?! Devlet olarak; Çin, Rusya veya bir başka Asya  ülkesinden alabileceğimiz hava füze savunma sistemlerine karşı yapılan açıklamalar ne demektir?! Nükleer santral için yapılan beyanat neyin nesidir?! Kendi ülkelerindeki yüzlerce nükleer santral herhalde süs veya müze olsa gerekir! Daha buna benzer yaşadıklarımız ve açıklamalar; Ne demektir ve neler oluyor? Peki, tüm bu olanlara göre, Dost ve müttefiklerimiz ne veya neler yapmaya çalışıyor, neyi hedefliyorlar? Sadece ve sadece kontrol edilebilir, denetlenebilir, yönetilebilir, öngörülebilir, söz dinleyen bir Türkiye Cumhuriyeti devleti ve devlet başkanı olması için yapılmaktadır. Akıllı ol Türkiye! Akıllı ol tüm Türkiye vatandaşları! Akıllı ol tüm etnik ve dini farklılıklarımızla zengin olduğumuz Türkiye! Akıllı ol tüm bölge Halkları! Yoksa küresel sistem ve işbirlikçiler; Aklımızı alacak, Devletimizi yıkacak, Vatanımızı parçalayacak,  Ezanlarımızı susturacak, dinimizi ve tüm değerlerimizi elimizden çalacak, bu ülkeye diz çöktürecek, bu halka ve tüm bölge haklarına boyunduruk vuracak, Namusumuza ve Haremimize el uzatacak, saldıracak! Hadi oradan,  Nasıl ve ne gibi olacak tüm bu saydıkların dediğinize de duyar gibiyim! Libya, Irak, Afganistan, Mısır, Somali, Yemen, Suriye, Arakan ve daha sayamadığımız dünya üzerindeki tüm mazlum, tüm mağdur millet ve devletler gibi! Yoksa Aklımızı  başımıza almak için tüm bu yaşananlar yeterli değil midir?! Tüm dini ve etnik farklılıklarımızla; Malazgirt’te, Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşında ve Yeni kapıda olduğumuz gibi  BİR, BERABER, KARDEŞ ve hep birlikte TÜRKİYE  olmak zamanı  değil midir?! Bir ve Beraber olursak; Bu Devleti ve Milleti, PARÇALAYAMAYACAKLAR, DİZ ÇÖKTÜREMEYECEKLER ve asla BAŞARAMAYACAKLAR!!