Erdoğan Gitsin diyen; Kimler?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 100 yıl önce vermiş olduğu Kurtuluş Savaşı ve Çanakkale Zaferlerinden sonraki süreçte, bugün Varlığı ve Bekası adına çok büyük bir saldırı ve kuşatma operasyonlarının yoğun olarak yaşandığı bir dönemdeyiz. Peki, millet olarak tüm bu olanların farkında mıyız?  Hiç zannetmiyorum! Halen oyunda ve oynaştayız! Yoksa Millet olarak bu saldırıları basite mi indirgiyoruz? Bölgemizde dün parçalanan devletlerde ki vatandaşlar da aynen bizim bugün yaşamakta olduğumuz saldırı ve kuşatma girişimlerini de çok hafife almışlardı. Sonuç ne mi oldu? Devletleri parçalanmış, milletleri dağılmış, namusları kirlenmiş ve ayaklar altına alınmış bir durumdalar! Bu asil millete, Anadolu topraklarını da mezar etmek için içeriden ve dışarıdan çok büyük bir saldırı ve kuşatma altında bulunuyoruz. Peki, Neler yapmalıyız? Bu kuşatmayı nasıl bertaraf edebiliriz? Devlet ve millet olarak, tüm etnik ve dini farklılıklarımızla ancak ve ancak bir ve beraber olabilirsek bu saldırıları çok büyük yaralar almadan kurtulabiliriz. Aksi halde bizi parçalamak için her türlü girişim ve planlar hazırlanmakta olan, küresel güçler ve içimizdeki taşeron – işbirlikçileri ile birlikte hedeflerine ulaşabileceklerdir!

Yazımızın başlığına tekrar dönecek olursak; Erdoğan gitsin diyen, içeriden ve dışarıdan, kimler? Kabaca bir bakalım! Bölgemiz ve ülkemiz üzerinde hesabı – kitabı olan tüm küresel güçler, yine küresel güçlerin bölgemizde kurdukları ve sınırlarımıza da yerleştirdikleri taşeron – vekalet – vesayet terör örgütleri ve içimizde yine kendilerinin kurduğu, semirtip devletin en üst makamlarına da getirdikleri taşeron ve işbirlikçiler. Dışarıdan gitsin diyenler, denetim ve kontrolleri altına alamadıkları, söz dinlemeyen bir Türkiye’den çok rahatsız olan tüm küresel güçler ve onlara da payanda irili ufaklı devletçikler. Daha dün bölgemizde parçalanan devletlerin liderlerini de yönetemedikleri ve söz geçiremedikleri başkanlarına aynı odaklar dikdatör ve faşist demiyorlar mıydı? İçeriden de çok kolay bir şekilde destekçi ve yandaşlar bulabiliyorlardı. Nasıl oluyordu tüm bunlar? Bu insanlara neler vaat ediyorlardı tüm bu odaklar ve güçler,  devlet ve milletlerinin aleyhine olabilecek girişimlerde bulunabiliyorlardı? İnsanın aklı almıyor, tabii ki, tüm bu  gelişmeleri, yaşananları ve yapılanları!  

Geçtiğimiz yıllarda Avrupalı bir devlet başkanı neler zırvalıyordu, hatırlamayanız da yoktur! Avrupa devletleri ve liderleri olarak dönemin Başbakanı ile anlaştık, Erdoğan sözlerimizi dinlemiyor, bu sebeplerden dolayı da muhatabımız değil diyebiliyordu! Nasıl yani anlamadım? Bir devletin seçilmiş Cumhurbaşkanını muhatap almayacaksınız da, kimi muhatap almayı düşünüyordunuz ki? Yoksa burası hala sizin gözünüzde bir kabile devleti midir? Sizler alışıksınız bu kabile başkanları ile iş bitirmeye; bölgeyi dizayn etmeye ve emperyal hedefleriniz doğrultusunda da kan gölüne de çevirmeye!

Daha dün, ABD Başkanı Trump’ın seçim dönemindeki başdanışmanı neler diyor, bir bakalım! Erdoğan’ın başkanı olduğu Türkiye’yi okuyamıyoruz, onun için özellikle de Ortadoğu ve Dünya üzerinde ki çıkarlarımız açısından en tehlikeli ülke Erdoğan’ın başında bulunduğu Türkiye’dir, diyor! Nasıl?!  Ne anladınız, şimdi bu cümleden? Anladın mı şimdi neden gitsin dediklerini Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı? Adam diyor ki; Önceden çok kolay bir şekilde Türkiye’nin neler yapabileceğini, hatta neler düşündüğünü dahi bizler içerideki adamlarımız maharetiyle çok kolay bir şekilde öğrenebiliyor, önlem alabiliyor ve gerekli cevapları da verebiliyorduk mu demek istiyor ki? Şimdi böyle bir durum yok! Bu durum özellikle de bölgedeki çıkarlarımız zaviyesinden bizleri oldukça rahatsız ediyor mu demek istiyor ki!

Erdoğan gitsin diyen koro, bu günlerde ekonomik ve mali olarak da saldırıya geçmiştir. Bankalar ve para üzerinden vatandaşlarımızı devletine karşı bir kışkırtma girişimleri devam etmektedir. Neden mi yapacaklar? Vatandaşlarımız da bir umutsuzluk, karamsarlık oluşturmak ve aşılamak için, yapacaklar tüm bunları! Başarılı olabilirler mi? Hiç zannetmiyorum! Fakat yine de deneyecekler ve gelecekler! Ellerinin altında bulunan tüm enstrümanları deneyecekler! Ne için? Kontrol, denetim, yönetim ve söz dinleyen bir Türkiye ve başkanı karşılarına çıkıncaya kadar!  Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın içeride ve dışarıda oluşturmaya çalıştıkları Erdoğan ekolü ve tüm gönül coğrafyamızdaki girişimleri, yatırımlar ve yaptıkları  ile yakalan; BİRLİK – BERABERLİK ve KARDEŞLİK ruhu ile tüm küresel güçler ve işbirlikçileri umduklarına, planlamalarına ve hedeflerine  asla  ulaşamayacak ve başarılı da olamayacaklardır.

 

Yeniden Diriliş için GÖNÜLLERE GİRMEK!

Hafta sonu,   AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın  Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım, TBMM Başkanı İsmail Kahraman, Bakanlar ve beraberindeki heyet ile birlikte, Konya  Belediyeleri ve diğer kamu kurumlarımızın  yatırımlarının olduğu  bir dizi toplu  açılış  ve AK Parti eski  İl başkanı istifasının  ardından,  İl başkanı  olarak atanan Hasan Angı başkanlığında ki  yeni oluşan Konya İl yönetimi ile birlikte tanışma ve istişare toplantısına katıldı. Hasan Angı  abimizin başkanlığındaki AK Parti İl yönetimini de Tebrik eder,  Başarılar dilerim. Konyanın bu davaya olan desteği  ve duruşunun  konumundan kaynaklı olarak da başarı çıtalarının çok yüksek olması münasebeti ile çok  çetin,  zorlu ve bir o kadar da kutsal bir görevi de uhdelerine aldıkarını da vurgulamak isterim.

 

Konya,   şehir olarak bu kutlu  davaya her daim desteklerini esirgememiştir. Konya muhafazakar davanın aslında mihenk merkezidir. Sayın Cumhurbaşkanımız  da kadim  şehir Konya’nın  tüm bu özellikliklerini de dikkate alarak çok yoğun ve nitelikli bir   devlet kadrosu  ile bu  kadim başkent şehire resmen çıkarma yapmışlardır. Öncelike ve özellikle,  hafta sonu böyle bir bayram havasını,   herhangi bir  seçim dönemi de olmamasına rağmen,  yoğun bir katılım, sevgi ve coşku seli  ile karşılayan  tüm Konyalılara  da,  bu coşkuyu yaşatan Sayın Cumhurbaşkanımız ve diğer devlet erkanına da teşekkürlerimi sunar,  bu devletin bekası ve milletin birliği, beraberliği  ve kalkınması için harcanan tüm efor ve çalışmaların da  her bir ferdine de  ayrı ayrı teşekkür eder, başarılar dilerim. Sayın Cumhurbaşkanımızın Konya’ daki konuşmalarının detaylarına da çok girmek istemiyorum. Sadece bir cümle ve ifafelerinin, bu şehirdeki tüm taşeron ve işbirlikçilere  karşılık çok büyük bir mesaj,  çok manidar ve dikkate değer olduğunu da düşünüyorum. Konya bizi Sever, biz de Konyayı   ve Konyalıyı  Severiz. Konya dünya üzerindeki Merkez, Kavşak, Başkent ve Hz. Peygamber efendimize de Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah tarafından önerilen belde-i muhayyere olan kadim üç  şehirden birisidir.

Sayın Cumhurbaşkanımızın her platformda ifade ettiği,  Gönül ve  Hoşgörü  şehri  Mevlana diyarında  ve özellikle de   Mevlana meydanında  tekraren ve üstüne de basarak  vurguladığı; yatrımlar, çalışmalar tamam,  bunların hepsi  olacak ve oluyor da, fakat bu kutlu  davanın  temsilcileri olarak  sizler ve bizlerin, asıl ve öncelikli olarak   yapması  gereken,  acil ve ivedi işimiz, milletimizin gönlüne girmeliyiz,  sözlerini de çok önemsiyorum. Küresel güçler, gönüle girmek  işinden pek anlamadığı veya  her şeyi ama her şeyi de bilimsel  metod ve  kavramlarla  da açıklamaya, gönüllere girmeyi de  bilimsel çalışmalar  üzerinden sonuca gitmeye çalıştığı için; Devlet ve Millet olarak, Bin yıllık Gönül Coğrafyamızda  ki yapmaya çalıştığımız tüm insani yardım,   diğer  yatırımlar ve çalışmaları da anlayamıyorlar. Tabii ki  anlamalarını da beklemiyoruz! Anlamış olsalar,  zaten dünya da ne bir savaş  olur, ne bir mazlum ve mağdurun  gözyaşı  akar, bir damla petrol ve doğalgaz için dünya üzerinde ne  bir insan ölür ve ne de bir damla   kanı akar!

Türkiye Cumhuriyeyi Devleti olarak, Dünyanın süper gücü ABD’den  sonra insani yardım noktasında yakın takiple hemen ikinci sıradayız. Neden? Çok mu zenginiz?  Çok mu paramız var? Hayır!  Dünyanın her bir bölgesindeki Gönül coğrafyamızı unutmamak ve Dualarına da talip olmak için, yapıyoruz tüm bunları! Sen ne zannetmiştin ki? Anladın mı şimdi ne  demekmiş  mazlum –  mağduru kucaklamak ve gönüllere girmek? Anladın mı şimdi Sayın Cumhurbaşkanımızın  sürekli olarak  neden gönüllere girmekten dem vurduğunu? Anladın mı şimdi, neden Somalideyiz,  neden Arakandayız,  neden Suriye’de, neden Afrika’da, neden Balkanlar ve  dünya üzerinde ki mazlum – mağdurun olduğu her bir bölgedeyiz? Çünkü biz, Çin’den başlayıp Londra’ya kadar   sadece  bir  ‘Selamün Aleyküm’ ile tüm Kapıları – Gönülleri açan  ve Aşabilen bir  Millet ve  bir Medeniyetin Evlatları ve torunlarıyız. Sadece yeni kurulmuş bir devlet ve  100 yıllık bir Cumhuriyet mi sanıyordun ki?! 100 yıllardır  senin gibi düşünenler olduğu için  bizi sadece İÇERİYE kilitlediler, ENERJİMİ DE İÇERİDE tükettirdiler! Şimdi bu bölgeler ve bu insanlar bizim soydaşımız,  bizim kardeşimiz, bizim gönül bağımız var  dediğimiz için  tüm küresel güçler ve işbirlikçileri bağırıyor  ve yırtınıyorlar! Sen hala anlayamadın mı,  çok yüksek  perdeden neden bağırdıklarını?!  Sen hala anlayamadın mı, bizim  olduğumuz  bölgelerde, tüm küresel güçler ve işbirlikçikerine de Ekmek çıkmayacağını?! Tabii ki bağıracaklar! Biz devlet ve millet olarak mazlum ve mağdurların sesi  ve kucaklayanı olabilmek için daha  da Uzak Gönül Coğrafyalarına gitmeye Devam eeceğiz. Var mı başka bir diyeceği olan; Tüm Küresel güçler, taşeronları  ve işbirlikçileri adına!!

Bir ve Beraber olma Zamanıdır!

Küresel ve bölgesel güçler, devlet kademesindeki etkili ve yetkili mercilerde bulunan yöneticilerle ve dışarıda mevzilerini muhkemleştirmeye çalışıyorlar. Neden? Dünyadaki dengeler tamamen değişiyor! Küresel güçler, dünya hegemonyal hedefleri doğrultusunda anlaşamadıkları devlet kademesindeki kişilerle anında yol ayrımına gidebiliyor. Olabilir mi? Tabii ki olabilir ve çok doğaldır! Bizim gibi ülkelerde, yıllardır içeride ki adamları vasıtasıyla yönetmeye ve emirler vermeye alışık oldukları için böyle bir değişim çok da kolay olmamaktadır. İçeriden ve dışarıdan tepkiler ve seslerin de yükseldiğini görebiliriz! Ne var, neler oluyor ki? Size ne demek gerekmez mi?  Devlet kademesindeki anlaşamadığınız yöneticileri başka bir göreve göndermeniz veya yol ayrımına gitmenize bir şey diyor muyuz? Sana ne be kardeşim, istediğim değişimi yapar ve istediğim kişilerle de çalışabilirim. Ne için? Devletimizin Varlığı, Milletimizin birliği ve tabii ki Bekamız için!   Yeter artık! Yüz yıllardır taşeron ve işbirlikçilerinizle yönettiğiniz ve kontrol ettiğiniz ülkemizden elinizi ve her şeyinizi çekin artık! Yaşadığımız sorunun temel sebebi de budur; Kontrol ve denetimlerinden kaymakta olan bir Türkiye! Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak artık bir yol ayrımındayız; Devlet kademesindeki, taşeron ve işbirlikçi ruhlarla bu süreci, Varlık – Beka savaşını sürdüremeyiz! Bu süreci sağlıklı bir şekilde yönetebilirsek, bölgesinde ve dünya ölçeğinde Güçlü bir Türkiye’nin gelmekte olduğunun da korkusu sarmıştır, tüm küresel güçleri ve içimizdeki işbirlikçilerini!

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, yukarıda zikretmeye çalıştığımız; bağımsız, güçlü ve 2023- 2053 – 2071 Türkiye hedefleri doğrultusunda yol arkadaşları ile birlikte bazı kararlara da imza atmaktadır. Eski Türkiye de böyle kararları alabilmek için küresel güçler ve içimizdeki işbirlikçilerinin onayını almak ve beklemek durumunda kalıyorduk! Nasıl olabilirdi?  Evet, aynen öyle, kabul etmesek de! Bu kararların içinde bazı yol arkadaşları ile yol ayrımı da bulunmaktadır. Olması gereken ve doğal bir gelişmelerdir. Devlet kademesinde çalışan bireylere bu makamlar tabii ki babalarından da miras kalmamıştır. Her zaman ifade etmeye çalıştığımız gibi burası bir kabile devleti de değildir! Aslında, Devlet ve millet olarak yaşamakta olduğumuz Kurtuluş Savaşını da tam olarak idrak edemedik! Yapılan tüm bu çalışmalar, tüm değişimler ve tüm hazırlıklar bölgemizde, sınırlarımızda ve ülkemizin her bir metrekaresinde verilmekte olan Kurtuluş savaşına yönelik olarak büyük bir ön hazırlık, bir mevzi alma durumu ve bu milletin her bir ferdi ile milli bir bilinç ve milli bir duruş ortaya koyma çalışmalarıdır. Sen ne zannetmiştin ki?

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan; Türkiye içeriden ve dışarıdan kuşatılmaya çalışıldığı bir dönemde; Ülkemiz, tıpkı pençeleri sökülmüş bir aslan gibi ehlîleştirilmek, boyunduruk altına alınmak isteniyor. Eski pısırık Türkiye’ye alışmış olanlar; iddialı ve güçlü bir ülkeyi hazmedemiyorlar. Türkiye’nin bir süredir coğrafyadaki bin yıllık varlığı ve bekası açısından tarihinin en kritik süreçlerden birini yaşıyor. İstikbalimiz için ikinci bir Kurtuluş Savaşı verdiğimiz bir zaman diliminin tam ortasındayız. Ülkemizin bu yükselişini engellemek, büyük ve güçlü Türkiye’nin inşasını durdurmak için çok yönlü, çok aktörlü kirli bir plan uyguluyorlar. Bu planın içinde, ekonomik tetikçilik var! Bu planın içinde, millet iradesini tank ve topla esir alma var! Bu planın içinde, mezhep ve etnik temelli kışkırtmalar var! Bu planın içinde, terör örgütlerine sahip çıkma, teröristleri baş tacı etme var! Bu kanlı oyunun içinde, figüran olarak FETÖ, PKK, DEAŞ, DHKP-C gibi eli kanlı çeteler de var! Tüm araçlarıyla, tüm piyonlarıyla, yıllardır farklı kimlikler altında gizliden gizliye besledikleri lejyonerleriyle üzerimize geliyorlar ve gelecekler!  Terör koridoru da sadece Türkiye’yi kuşatmaya yöneliktir! Suriye’yi dünyanın en büyük silah pazarına çevirenler, eli kanlı katilleri en modern silahlarla donatanlar, tüm bunları herhâlde demokrasi aşkına yapmıyorlar! Yaşananların hiç biri tesadüf olmadığı, planlı, programlı bir şekilde aşama aşama hayata geçirilen bu kirli planın hedefi,  partiler olmadığı, bu saldırıların muhatabının da tüm ülkemiz, tüm devletimiz ve tüm milletimizin olduğu bir dönemdeyiz. Zor günlerin aynı zamanda eleme, elenme, ayrışma günleri olduğunu, milletin hakiki dostlarıyla sahtelerini, vatanperverlerle uşakları ayırma zamanları olduğunu.  Yolu doğru olanın yükü de ağır olur atasözüne ve Allah hiç kimseye, kaldıramayacağı yük yüklemez ayetine atıfta bulundukları, bu konuşmalarının, son dönemde,  bölgemizde ve ülkemizde yaşamakta olduğumuz tüm sorunların tespiti, teşhisi ve bu saldırıların hedeflerinin de sadece DEVLETİMİZ ve MİLLETİMİZ olduğunu, millet olarak da sadece BİRLİK ve BERABERLİK halinde olmamız gereken bir dönemde ki vurgularının da çok dikkate değer olduğu kanaatindeyim.

Türkiye Cumhuriyeti devleti ve millet olarak son dönemde yaşadıklarımızı nasıl okumalı ve nasıl bir tedbir almak durumundayız?  Tüm bunlar neden olmaktadır ki? Tüm bu saldırı ve gelişmeler, Küresel güçlerin sadece ve sadece bölgemiz ve ülkemizdeki emperyal güç ve varlıklarının devamlılığı adına olmaktadır. Son dönemde ülkemiz devlet kademesinde ki değişimlere de şahitlik etmekteyiz. Bu değişim bazen bir büyükşehir belediye başkanlığı, bazen bir il başkanlığı, bazen bir ilçe başkanlığı veya devlet kademesindeki bir yönetim birimlerinde! Tüm bu değişimler neden olmaktadır ki? Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadelerinde de sürekli olarak şahit olduğumuz gibi, yaşadığımız bireysel saldırılar gibi görünse de, devlet ve milletimiz bir saldırı ve kuşatma altındadır. Verdiğimiz mücadelenin adı da bir Kurtuluş savaşıdır. Savaş dönemlerindeki başkomutanın yaptığı, her bir mevzi de bulunan komutan ve üst düzey emir komuta zincirinde, savaşın seyrine göre değişimler yapması kadar doğal bir şey yoktur. Türkiye Cumhuriyeti devleti ve milletimizin her bir ferdi olarak verilmekte olan Kurtuluş savaşına, 15 Temmuz gecesi ve Yeni kapıdaki ortaya çıkan ruhta olduğu gibi, ancak günlük çıkar ve makam sevdasından arınmakla, sadece Bir ve Beraber olabilmekle hazırlıklı olabilir ve bu saldırıları da böylece bertaraf edebiliriz. Aksi halde, bölgemizde ki devletleri, vatanları parça parça edilen milletler arasına bizim de adımız eklenecektir. Anladın mı şimdi?  Sınırlarımızda ve ülkemizin her bir karesinde ki tüm bu saldırı ve kuşatmaların sebebini de idrak edebildin mi? Şahıslarla ne ilgisi de olabilir ki? Kuşatma ve saldırı altında olan;  Devlet, Millet, Vatan ve Namusumuzdur! Sen hala anlayamadın mı?

Konya Bunun için Başkent!

Konya özelinde, dilimizde her daim sürekli olarak ifade ettiğimiz bir kavramdır; Bir Başkent her zaman başkenttir, şeklinde. Ne demektir? Bir başkent her zaman başkent kavramından ne anlamalıyız ki? Zamanın ve mekânın şehirlere yüklediği, şehirde yaşayanların da idrak edemediği anlamlar nelerdir?  Dünyanın, ülkelerin ve şehirlerin de kaderlerinin değiştiği bazı zaman dilimleri bulunmaktadır. İşte bu zaman dilimlerinden birisi ile de yine karşı karşıya bulunuyoruz! Şehirde yaşayanlar olarak tabii ki bu değişim ve dönüşümlerin hiçbir zaman, ne idrakinde,  ne de farkında olabildik! Zamanı ve mekânı da okuyamadığımız, anlayamadığımız için dışarıdan bir güç sürekli olarak bizlere bu değişimleri dayatmaktadır.

Dünya üzerindeki bazı şehirlere yüklenen anlamlar sebebiyle de çok manalıdır! Hz. Peygamber efendimize de önerilen şehirler arasında bulunan mübarek bir şehirde yaşıyoruz. Hangi şehirlerdir, bunlar? Dünya üzerinde bulunan BAŞKENT – MERKEZ ve KAVŞAK olduğu her zaman da ifade edilen bu şehirler;  Kudüs, Şam, Medine ve Konya! Birilerinin hadi canım der gibi olduklarını da duyar gibiyim! Evet, dostlar, bizler her ne kadar idrak edemesek de Konya dünya şehirleri arasında her zaman bir başkent, bir kavşak ve bir merkez şehirdir. Onun niçin bu şehir, Konya,   çok önemlidir. Onun için bu şehir de, Konya,   bizlerin anlayamadığı olaylar zinciri ve kişilere de rastlayabilirsiniz? Neden ve Nasıl olabilir? Tekrardan yazımızın aşına dönecek olursak,  Bir başkent her zaman başkent olma ruhuna ve özelliklerine de sahiptir.

AK Parti teşkilatları ve belediyelerdeki olması beklenen nöbet değişimlerine yönelik olarak, Dünya üzerinde ki çok önemli bir şehir ve her zaman da başkent olan Konya’dan, tüm bu ülkedeki, tüm bu şehirdeki ve Dünya üzerindeki, bu ülke ve bu şehir üzerinde hesapları – planları olan odaklar ve işbirlikçilere yönelik olarak, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Konya Milletvekili Ahmet Sorgun, çok manidar ve çok güzel açıklamalarda bulundu.  Ne diyor sayın başkan; ‘’ Kongre süreçleri partilerin yenilenme, heyecan ve takviye süreçleri ama asla tasfiye süreçleri değildir. AK Parti gibi kuralları olan, ilkeli bir partide yeni bir heyecan, yeni bir dinamizm, yeni bir kan tazelenmesi anlamına geliyor.  Şu ana kadar Türkiye genelinde 523 ilçe kongresi yaptıklarını, kongreler büyük olgunluk ve nezaketle devam ediyor. Bir belediye başkanının veya il başkanının istifası normalde parti içi bir hadise ama bazen Türkiye veya o ilin gündemi oluyor. Bu neden böyle? Başka partilileri veya kamuoyunu niye ilgilendirsin?  AK Partinin kaderi Türkiye’nin kaderiyle özdeştir sözünün işte en güzel delili buradadır. Bugün kardeşlerimizle, Önümüzdeki süreci nasıl yönetelim, hangi arkadaşımızla götürelim ki Konyayı daha ileriye taşıyabilelim’ istişaresi yapılacak.  AK Parti bir misyon ve bir ideal partisidir; Şahıslar fanidir, baki olan Allahtır, ülkemizdir, davamızdır, milletimiz ve devletimizdir. Hasbelkader davamızın taşıyıcısı oluruz. Ona ne kadar hizmet edersek, o koltukları ne kadar doldurabilirsek. Koltuklardan güç alan değil, konjonktürel ağırlıklar değil, özgül ağırlıklar önemlidir. Koltuklar, iş elbisesi gibidir, iş yapacağınız zaman giyersiniz; Sonra onu çıkarır, özünüz ne ise o kalır. Mezarlıklar vazgeçilmezlerle doludur; Vazgeçmeyeceğimiz sadece ve sadece değerlerimiz, inançlarımız, ideallerimiz, ülkemiz, milletimiz, memleketimiz ve özgürlüğümüzdür. Bizler ancak bunun taşıyıcısı olabildiğimiz kadar anlam ifade ederiz.  Teşkilat başkanlığı veya belediye başkanlıkları gibi görevler,  koltuklar hiçbirimize babalarımızdan miras da kalmadı. Bunlar hizmet etmek için emanettir. Bu koltuklar kimsenin tapulu malı da değildir’’ şeklindeki konuşmalarının, ülkemizde ve bölgemizde yaşamakta olduğumuz büyük bir değişim, dönüşüm ve varlık – yokluk savaşı dönemindeki süreçte çok dikkate değer olduğunu da düşünüyorum.

Konya neden önemlidir? Bizler mi çok büyük anlam yüklüyoruz, bu kadim başkente? Yoksa Dünya egemen güçleri mi?  Konya muhafazakar mefkurenin ve davanın da sembolüdür; Belde-i muhayyeredir. Ne demektir, belde-i muhayyere? Yani Efendimiz (s.a.v)’e Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah tarafından teklif edilen üç şehirden biridir. Habibim hangi şehri istersen; Medine mi, Şam mı, Konya mı dediği zaman, Efendimiz (s.a.v) fakiri çok olduğundan Medineyi seçmiştir. Ama hangisini istersen teklifi arasında Konya’nın bulunmuş olması tabii ki çok büyük bir şeref, onur, anlam ve çok manidardır.  Konya, Anadolu’daki ilk merkez ve Selçuklu merkezidir. Konya, Haçlı seferlerini püskürten bir merkezdir; Yani işbirlikçileri bu topraklardan sürmüştür. Konya’nın manası çok büyüktür; Mevlana’nın şehridir. Muhyiddin’i Arabî Hazretleri 1000 sene önce Fütuhatı Mekkiye kitabında, ‘İnsanlık fetret dönemine girecek ve kurtuluş Konya’dan başlayacaktır’ buyuruyor. Bu itibarla Konya’nın çok büyük bir özelliği ve anlamı vardır. Konya sıradan bir şehir değildir. Konya özelinde ve üzerinde oynanan oyunları anladın mı şimdi? Konya özelinde ve üzerindeki dönen dolapları da! Dünya egemen güçleri ve işbirlikçileri; büyük değişim,  büyük dönüşüm ve büyük savaşlarını  neden Konya’dan başlattıklarını da anlayabildin mi?!

Büyük Resmi Görememek!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruduğu tarihten itibaren, küresel güçler ve içimizdeki işbirlikçiler maharetiyle, içeride birbirimizle uğraştırılmış, enerjimiz de içeride tüketilmeye çalışılmıştır. Tabii ki bunda da başarılı olmuşlardır. Aksi halde, küresel güçlerin bu ülkede ve bölgemizde operasyon yapmalarına imkân yoktur. Özellikle de yerel çerçevede tüm olaylar ve gelişmeleri değerlendirirken büyük resmi görmemiz her daim engellenmeye çalışılmaktadır. Büyük resmi görebilen, bölgemizde oynanmakta olan oyunları idrak edebilen ve öngörülerde bulunabilen bu asil milletin evlatlarına içeriden ve dışarıdan operasyon çekmeleri de tabii ki mümkün değildir. Bu bölgede, küresel güçler,  Yeni bir Dünya düzenini kurabilmeleri için bizlerin içeride sürekli olarak birbirimizle uğraşmamız, birbirimizle didişmemiz talep edilmektedir. Bu oyuna bu topraklarda bilinçli olarak düşenlerimiz olduğu gibi saf bir şekilde atlayanlarımız da olmaktadır. Neden ve nasıl mı?! Dünyalık menfaatler ve çıkarlar çerçevesinde!

Eskilerin yaşamış olduğu tecrübeler ışığında ve çerçevesinde çok güzel ifadeleri bulunmaktadır.  Okyanusları geçip derede boğulmak şeklinde! Büyüklerimiz tam yerinde bir kavram geliştirmişlerdir. Bu asil milletin evlatlarına operasyon çekmeleri için tabii ki küçük meselelerde boğuşturulması ve birbirini de kırması gerekmektedir; Dünyayı ve bölgesini okumaktan aciz kişiler olması için! Dünyadaki ve bölgesinde ki tüm oyunları ve gelişmeleri okuyabilen, idrak edebilen ve buna göre de öngörü ve pro-aktif bir durumda bekleyen bireylerle bu asil millet ancak bir yerlere gelebilecek, dünya ile rekabet edebilecek ve beka sorunu ile de karşılaşmayacaktır. Aksi halde dünyalık menfaat ve makam peşinde, sevdasında kaybolup gideceğiz! Tercih bizimdir! Karar da bizimdir! İçimizde tabii ki bu vasıflara sahip satılık ruhlar ve işbirlikçiler de mutlaka olacaktır. Olması kadar da doğal bir şey yoktur! İnsanın doğası bunlara da meyyaldir! Önemli olan yerli ve milli bir bilinç ve ruhtaki bireylerin sayısını arttırabilmek ve onlara da sahip çıkabilmektir, tüm mesele, bu topraklarda! Yılardır bu ülkede yaşanan en büyük sorun da bu değil midir? Yerli ve milli bir duruş sergileyenleri her zaman saf dışı bırakmadık mı? Neden? Devlete, millete ve yönetim sistemine de tam bir şekilde sahip olamadığımız içindir!

Müminlerin her zaman unutmadığı, hatırlaması gereken ve buradan da günümüze yönelik dersler alınması bizlere de hatırlatılan,  Kur’ani bir hadiseyi hepimiz çok iyi biliyoruz; Talut ve Calut kıssasını!  Nedir bu kıssanın özeti? Ne gibi mesajlar vermektedir?  Bizlere bu günlere yönelik neler ifade etmektedir ki? Talut taraftarları Calut ordusu ile savaşması için bir yerden geçmesi gerekirken, yol güzergâhında bulunan bir dereden sadece ve sadece bir yudum su içmeleri emir ve talep edilmiştir. Emir ve talebin de ne olduğu idrakinde olmayanlar, yol ve yolculuğun ne olduğunu da bilemeyenler, mücadele ve dik duruşa da müdrik olamayanlar,  kana kana bu sudan içmişler ve Calut ordusu ile karşı karşıya kaldıklarında ise savaşmak arzu ve istekleri kalmamıştır. Nasıl olabilirdi? Talut’un emrine itaat eden sadece çok az sayıda samimi bir kitle ile Calut ordusunun karşısında cesaretle çıkmışlar ve savaşlarını da kazanmışlardır. Nasıl olmuştur; İnanç ve dünyalık küçücük menfaat ve çıkarlarına da meyletmeden!

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, tüm AK Parti teşkilatları ve devlet kademesindeki yol arkadaşlarında metal yorgunluk ve nöbet değişiminden sürekli olarak dem vuruyorlar. Neden? Neden bu konulara her konuşmalarında ve her platformda üstüne basa basa vurgulamaktadır ki? Demek ki komutanın emrine itaat etmeyen, emirleri de yapmayan asker ve yol arkadaşları bulunmaktadır. Bu askerlerle dünya savaşını verebilir misiniz? Calut ordusunu görenler de olduğu gibi kaçmayacaklarının, geri de dönmeyeceklerinin garantisi var mıdır? Bölgenizde oluşmakta olan, Yeni Dünya düzenine, bu vasıftaki yol arkadaşlarınızla,  hazır ve nazır olabilir misiniz? Dünyalık makam ve menfaat peşinde olan kişilerle bu savaşı veremezsiniz! Tüm bu Yeni Dünya düzeni çerçevesindeki gelişmelere istinaden devlet başkanı bir talepte bulunmaktadır. Normal midir? Evet, tabi normal ve olması gereken de budur? 100 yıllardır bu ülke neden bir Dünya gücü olamamıştır? Neden küresel ve bölgesel güç olamamıştır? Tüm bu soruların cevabı da bu değişim talebi ve düzenlemelerde saklıdır! Bu değişim de nereden çıktı mı diyeceğiz? Eski tas eski hamam aynı düzen devam etsin mi diyeceğiz? Yoksa değişimi istemeyen ve direnenlere rağmen bu ülkenin varlığı, birliği ve bekası adına ısrarla ve inatla bu değişimi zorlayacak, yapacak ve isteyecek miyiz? Tercih ve Karar, Varlığı, Birliği ve Bekası adına bu asil milletindir!

 

ABD Durmayacak!

2.Dünya Savaşının akabinde, harap olmuş, yeniden kalkınma hareketi başlatması gereken de bir Avrupa karşımızda duruyodu. Sağuk savaş yıllarının da başlaması ile Sovyetler Birliği Avrupa karşısında daha diri ve güçlü bir durumda bulunmaktaydı. ABD soğuk savaş bahanesi ile Sovyetler Birliğininin Avrupa’da daha da etkin olmasının önüne geçebilmek adına, 16 Ülkenin ABD kaynaklı ve destekli olarak Ekonomik kalkınma hareketini başlatması için Marshall ekonomik yardım paketini açıkladı.  16 ülke Sovyetler Birliğinin karşısında ABD’ye daha yakın olabilmesi ve durabilmesi için bu ekonomik kalkınma ve yardım paketi 1948 ve 1951 yılları arasında yürürlüğe girmiş, Senatodan onaylamış  ve ABD 13 Milyar dolarlık bir bütçeyi bu ülkelerde  kullanmış veya kullandırmıştır. Türkiye,  2.Dünya Savaşına girmemiş olmasına rağmen  bu yardım paketlerinden de nasibini almıştır. 1950’yıllarda ilk okula başlayan büyüklerimize bir hatıra sorarsak, ABD’den gelen çikolata ve süt tozları ile ne kadar da Sağlıklı! bir şekilde beslendiklerini anlatacaklardır!! ABD ülkemizde devket yönetimindeki ve  her bir kılcalımıza kadar girmeye başlağı tarihin de adıdır aslında;  2.Dünya Savaşı akabindeki ABD ekonomik Marshsll yardımları!

1980’li yılların son günleri  ve 1990′ yıllarrın başlarında, Almanya’da Berlin  duvarının yıkılması, iki Almanya’nın da birleşmesi ve Sovyetler Birliğinin de dağılması ile birlikte ABD  Dünya ölçeğindeki Küresel güç ve tek adam olmasını perçinlemiştir. ABD bu tarihten sonra yirmi yıl gibi dünya ölçeğinde neredeyse at koşturmuştur. Bu gücün vermiş olduğu cesaretle de dünya milletlerinden çok büyük öfke ve kin de  biriktirmiş ve toplamıştır. 2000’li yılkara geldiğimizde ise Dünyanın en büyük kara parçası, en kalabalık bölgesi, ekonomik olarak da en fazla üreten fakat çok az tüketen  bölgesi ve yer altı – yer üstü kaynaklarının da çok yoğun olduğu bölgede bir Birlik karşımıza çıkıyor; Şanghay Ekonomik İşbirliği Örgütü! Bu birliğin bu bölgedeki üreten güçler tarafından kuruluyor olması dünyanın jandarması konumunda bulunan ABD’yi panikletmiş, ne yapacağına da karar verememiştir. Ne mi olmuştur? Bu birliğin kurulmasından üç ay sonra gibi bir zaman diliminde ABD’de ikiz kulelere saldırılar olmuştur! Kim ve nasıl yapmıştı? Nasıl olabilirdi? Dünya bir anda türbülansa girmişti! Herkes şoktaydı! Dünyanın diğer  bir  güç bölgesinde bir birlik  kurulacak ve bu birlik  de ABD’nin dünya hegemonyal duruşuna da zarar verebilecek bir oluşum olacak! ABD derin devletinin de ellerinin herhalde Armut toplamasını da beklemeyecektik! İkiz kuleler bu birlikteliğe karşılık  ABD’nin kendi içinden verilen bir hazırlık ve cevaptır! İkiz kulelerin vurulmasının  akabinde ABD’ ye karşılık   oluşan bu  birlikteliğin ve  65 ülkenin de kazan kazan işbirliği ve  birlikteliği adına çok büyük hedefi olan YENİ İPEK YOLU PROJESİNİN de ana güzergahı olan iki devleti, Özgürlük!!  getirmek bahanesi ile işgal ve talan etmiştir!! Anladın mı şimdi ikiz kuleler meselesini! Anladın mı şimdi Şanghay işbirliği örgütünün hedeflerini?! Anladın mı şimdi ABD neden vesayet  savaşları üzerinden bu bölgede?! Anladın mı şimdi terör örgütlerine vermiş olduğu  her türlü desteklerin de sebebi hikmetini?! Ruhunu satmadıysan  tabii ki ancak anlayabilirsin! Aksi halde anlamanı beklemek mi, boşuna tabii ki!

Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak,  varlığımızın devamı, milletimizin birliği ve beka sorunu yaşamamak,  bölgemizde  küresel güçler tarafından oluşturulmakta olan karakol devletçiklere izin vermemek adına, askerimiz – polisimiz ve bu aziz ülkenin her  bir vatandaşı,   asil bireyleri olarak da,  dualarımızla ve gerekiyorsa da bedenimizle  bölgede ve sahada olmak zorundayız. 10 bin kilometrelerce uzaktan gelen bir devlete ve askerlerine buralarda ne işin var diye  bir kelime edemeyeceksin, 1200 km. Sınırımız olan bölgede ki  yeni oluşumlara izin vermemek için de  müdahale ve mücadele etmek isteyince de devletini suçlayacaksın, öyle mi?! ABD ve küresel güçler işte senin  gibi işbirlikçi ve içimizdeki korkakların bu duruşundan güç alıyor biliyor musun?! ABD,  bu bölgede 65 ülkenin kalkınma,  kazan kazan  işbirliği – birlikteliği   etkikeşimi olan ” Bir Yol – Bir Kuşak, Yeni İpek Yolu Projesinin” ana  merkezi ve güzergahı konumunda ki güzel ülkemizi kontrol altına alabilmek için her türlü girişim ve saldırılarda bulunacaktır. Cevap vermeyelim mi? Hazırlıklı olmayalım mı, yani?!  Eli kolu bağlı bekleyelim mi? Kaderimize mi razı olalım?! Ne diyorsunuz;  Ey İçimizde ki işbirlikçi ve taşeronlar! Bu  Asil  millet  eğer  uğrunda Ölünecek DEĞERLERİ varsa ve de ölecekse bir defa ADAM gibi Ölmesini bilir! Mevzu Vatan ise gerisi bu asil Milletin her bir ferdi için sadece ve sadece teferruattır!

Vatansever Kimdir?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kurulduğu tarihten itibaren sürekli olarak, hem içeriden hem de dışarıdan müdahalelerle karşı karşıya kalmıştır.  Bu müdahaleler sadece Cumhuriyetin kurulması ile mi başlamıştır? Yoksa Osmanlı imparatorluğunun zayıflamaya başladığı tarihten itibaren görmek ve duymak istemediğimiz gelişmeler midir? Bir devlet, neden ve nasıl, iç ve dış müdahalelere maruz kalır ki? Nasıl olabilirdi böyle bir şey? Bizler vatandaşlar olarak çok farkında olamasak da bu işler bu aziz ülkede her daim cereyan etmekteydi! Peki, neden oluyordu bu işler? Neden mi arıyoruz? Bu asil milletin ve devletin; 1000 yıllık tarihi, kültürel, sosyal ve dini bağlarından kaynaklı olarak bir daha dünya ve bölge ölçeğinde bir GÜÇ olmaması için yapılıyordu tüm bu işler, içerideki işbirlikçiler ve dışarıdan da emperyalistler tarafından!

ABD ile son günlerde bir kriz yaşıyoruz. Olabilir mi? Tabii ki devletlerarasında ki ilişkilerin hiçbir zaman dostluk ve müttefiklik üzerinde kurulu olmadığını, sürekli olarak hatırlatmaya çalışıyoruz. Demek ki Türkiye Cumhuriyeti devleti ve millet olarak, dünyanın süper gücü konumunda bulunan bir ülkenin bölgemiz ve ülkemiz coğrafyasındaki çıkarlarına, hegemonyal duruşuna aykırı işler yapıyoruz ki; bu gelişmeler oluyor ve bu krizler yaşanıyordu! Kriz olabilirdi! Önemli olan bu krizin çözümüne yönelik olarak yetkili konumdaki bireylerin tavırları ve konuşmalarıdır. Hedef bu krizi çözmek midir? Yoksa karşılıklı olarak taraflara zarar vermek midir?

ABD Ankara büyükelçisinin giderayak basın kuruluşu yetkililerini çağırıp yapmış olduğu toplantıya ne demelidir? Bu yapılan toplantılar devletler arsında ki hukuk ve kurallara uygun mudur? Yoksa bir sorun var ise bulunduğun devlet yetkilileri ile oturup konuşmak ve görüşmek midir? Devletlerarasında ki teamüller neyi gerektiriyor ki? Büyükelçi yoksa önceki yıllardan kalma bir alışkanlık olarak kendilerini sömürge valisi olarak mı tanımlamaktadır ki? Yapılan girişimler ve konuşmalar bir sömürge valisi edasına yaraşır ve yakışan gelişmelerdir! Elçinin bu toplantıda yapmış olduğu açıklamaya veya hezeyanlara ne demeli ki? Hiçbir anlam da veremedim! DAEŞ, Türkiye Cumhuriyetinde,  9,5 aydır terör olayları yapamıyorsa, bu bizim ülkemizle olan çalışmalar ve istihbarat paylaşımlarının da bir ürünü ve sonucu diyor! Nasıl yani! Bu güne adar bu güzel ülkemizdeki terör olaylarının arkasında ve destekleyici olarak siz ve devletiniz mi bulunuyordu ki? İnanın hiçbir şey de anlamadım! Dost ve müttefik olarak bildiğimiz bir devlet bunları da yapamaz, yapmamalı ve de yapmamıştır, diyorum! Sizler ne diyorsunuz ki, bu durum ve gelişmeler hakkında?!

ABD ile daha önceki yaşanan tüm sorunları dikkate almadan,   son günlerde yaşanan vize krizi ve büyük elçinin açıklamaları çerçevesinde, içimizde ki işbirlikçi ve satılık ruhların açıklamalarına ne dersiniz? ABD cezalandıracaksa AK Partiyi cezalandırsın, tüm Türkiye’nin suçu nedir, diyor! Bir siyasi veya başka merkezler, diyor tüm bu ifadeleri! Siz bir şey anladınız mı? Ben hiçbir şey anlayamadım da! Adam demek ki başka bir ülkede yaşıyor, başka bir ülkenin ekmeğini yiyor, suyunu içiyor ve maaşını da başka bir ülkeden alıyor! Bireyler ancak ve ancak onurları için yaşarlar. Devletler de öyledir; Bağımsızlık ve bekaları için yaparlar, her bir mücadele ve savaşlarını da! Devlet ve millet olarak bizim ülkümüz nedir ki?  Devlet-i ebed müddet! Ne demektir bu kavram? Devletimizin bağımsızlığı, bekası ve milletimizin de birliği ve beraberliğidir! Dünya devletler arenasında bir devlet veya küresel güçler, senin onuruna müdahale edecek! Varlığına – birliğine – bütünlüğüne saldıracak! Devlet ve millet olarak beka sorunu ile karşı karşıya kalacaksın! Aynı küresel güçler, sınırlarına terör örgütleri için yığınaklar yapacak ve bu terör örgütlerinin de nizami bir ordu haline gelebilmesi için de her türlü lojistik destekleri sağlayacak!  Sen de bir devlet yetkilisi veya vatandaş olarak da bunları görmezden gelebileceksin, bir çift söz söylemeyeceksin, öyle mi! Birisi vatansever mi demişti! Yoksa vatan haini mi demek istemişti! Kararı, değerlendirmeyi ve yorumu da siz değerli okuyucularıma bırakıyorum!

Türkiye Cumhuriyeti Nereye mi Gidiyor?

Son günlerde, devlet ve millet olarak, içeride ve dışarıda yaşadıklarımıza ve gelişmelere bir bakar mısınız? Neler olmaktadır? Bu genç Cumhuriyet neler yapıyor da, küresel güçler tarafından olmadık uygulamalara şahit oluyor ve maruz kalmaktadır? Cumhuriyetin kurulduğu tarihten itibaren içeride işbirlikçileri vasıtasıyla cirit atan küresel güçler, istediklerine erişemeyince ve emirleri de yerine gelmeyince neler yapıyorlar? Bocalamaya başladılar! Bu çırpınmaları artık onlara hiçbir fayda vermeyecektir! Bu asil millet artık yolunu bulmuştur!  Dere yatağını bulmuştur! Bu asil millet en az bin yıllık tarihini hatırlamış ve artık uykudan da uyanmaya başlamıştır. Neden uyanıyorsun ki? Biz seni uyanmamak üzere uyuşturduğumuzu zannediyorduk; Tarihi, sosyal, kültürel ve dini inançlarınla oynamak suretiyle!  Küresel güçler zaviyesinden baktığımızda, devletimiz ve asil milletimiz açısından da sorun budur! Ne güzel müttefik, dost ve kardeş olarak devam ediyorduk! Nereden çıktı,  şimdi bin yıllık tarihi hatırlamak! Oldu mu şimdi yani! Tüm mesele budur! Anlamak istemeyen tüm işbirlikçilere de duyurulur! Bu asil Millet tarihinde 16 devleti neden kurmuştur? Özgürlük ve bağımsızlığına olan aşkı ve tutkusundan! Bu millet ne zaman ölüm ve ölmekten korkmuştur! Bu milletin ölümü korkuttuğunu da, tüm küresel güçlere ve işbirlikçilerine yeniden hatırlatmak gerekmektedir. Bu asil millet, ölecekse de ADAM gibi bir defa ölmesini bilir!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, içimizdeki bazı aklı evvellere göre, sadece ve sadece 90 yıllık tarihi olan genç bir cumhuriyettir. Sanki tarihin tozlu sayfalarında kurmuş olduğu 16 devlet ve son olarak da Osmanlı imparatorluğunun bir bakiyesi de değil! Gökten zembille inmiş yeni bir millet ve devlet! Gerçekten de durum böyle midir? Yoksa bu asil devlet ve millet dünya tarihinin olmaz ise olmazlarından mıdır? Batılı tarihçi ve devlet adamlarının buyurduğu; Türkleri, Dünya tarihinden çıkaracak olursanız geriye hiçbir şey de kalmayacaktır, ifadeleri ne demek istiyor olabilirler ki? İçimizde, kendisinin aydın olduklarını iddia eden,  satılık ruhlara da buradan sadece hatırlatmak isterim! Bu asil milleti ve devletini, sen kabile devleti mi zannetmiştin ki?!

Son olarak, ABD ile yaşadıklarımıza bir bakar mısınız? Hani yıllardan beri, bu iki devlet dost ve müttefikti! Neymiş efendim!  15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminin içinde bulunan konsolosluk görevlilerinin tutuklanmasına çok kırılmışlar, çok da kızmışlar! Aman bir üzüldük ki nasıl! Biz devlet ve millet olarak 100 yıldan beri, hep üzülüyoruz ve hep kırılıyoruz! Bu devlet ve asil millet yıllardan beridir oynadığınız onuruna artık DUR demektedir! Askerimize çuval geçirdiğinizde, firkateyni vurduğunuzda ve daha sayamadığımız böyle olaylarda biz millet olarak sanki hiç kızamamıştık! Kan kusmuş ama sesimizi de çıkarmadık! Sınırlarımızda terör örgütlerine yığınak yaparken, en modern silahlarınızı verirken de hiç kızmadık! Bu silahları terör örgütlerine,  bir dost ve müttefik devlet nasıl verebilirdi? Nasıl olabilirdi böyle işler? Aklımız da almıyordu, olan bitenleri!   Cumhuriyetin kurulması ile birlikte içerideki işbirlikçileri vasıtasıyla yönettikleri bu devlet artık ellerinden kaymaktadır. Devlet yönetiminde eskisi gibi cirit atamıyor ve oynatamıyorlar! Sen hala anlamadın mı, arkadaş!

Dünyada, bölgemizde ki parçalama – yeniden haritalama ve ülkemizde ki tüm bu gelişmelere rağmen, AK Parti Genel başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, devlet kademesinde ve teşkilatlarda, yorulan ve yıpranan yol arkadaşları ile bir nöbet değişimi talep etmektedir. Neden talep ediyor ki? Yoksa bizim göremediğimiz ve algılayamadığımız başkaca gelişmeler mi olmaktadır? Sayın Cumhurbaşkanımız, devlet ve millet olarak çok büyük bir SAVAŞ konumunda bulunduğumuz için içeride hem askeri kanatta, hem siyaset kademesinde,  hem de belediyeler ve tüm teşkilatlarda bir nöbet değişimi ve temizlik talep etmektedir.  Bu savaşa karşılık içeride bir ön hazırlık mıdır?  Acaba neden? Bu üzerimize gelmekte olan çok büyük bir SAVAŞ için özellikle de içeriden devlet ve millet olarak her bir ferdi ile hazır ve nazır olmak istemektedir, diye düşünüyorum.  Türkiye Cumhuriyeti Devleti nereye gidiyor, diyen özellikle de içeride ki işbirlikçilere buradan hatırlatmak isterim! Hiçbir yere gitmiyor! Sadece ve sadece Devletimizin tam Bağımsızlığı,  VARLIK ve BEKA SORUNU, Milletimizin de BİRLİĞİ – BERABERLİĞİ adına öngörü, hazırlık ve adımlar atılmaktadır. Sen ne zannetmiştin ki?!

AK Parti Teşkilatları Yenilenebilir mi?

AK Parti, 2 Kasım 2002’de iktidar olduğu yıldan bugünlere bir projeksiyon yaptığımızda,  2002 yıllarında ki Türkiye’nin genel durumu ve dünyanın da bulunduğu tüm şartları dikkate aldığımızda, çok büyük yatırım ve başarılara imza attığını söylemeden geçemeyiz. AK Parti sosyal ve ekonomik olarak ülkemizde çok büyük yatırımlar ve değişimler de yapmıştır. AK Parti büyük değişim ve dönüşümlere de öncülük etmiş, siyasi bir harekettir. Tüm bu çalışmalar,  yatırımlar, değişimler ve başarılar da emeği geçen her bir AK Parti üyesine teşekkürlerimi sunar, daha nice başarılara da, bu asil millet ve devlet için imza atabilmeleri dileklerimle.

Kurumsal yapılar zamanla yıpranır, üyelerinde metal yorgunluğa duçar olanlar ve işletme körlüğü dediğimiz hastalık sahibi olan da bulunabilir. Peki, bu normal bir gelişme midir? Tabii ki, normal ve doğaldır! Önemli olan bu yıpranmaya karşılık, kurumsal itibarı koruyabilmek ve kurumsal yapının da sürekliliği adına, önlem ve tedbirler alabilmektir. Kurumsal yapının itibarı ve sürekliliği adına tedbir almadığımız zaman neler olur, nelerle karşılaşabiliriz?  Değişim tabii ki sancılı olacaktır! Kurumsal yapıda değişime direnen bireyler ve güçler de olacaktır! Bunlar da doğal gelişmelerdir. Önemli olan tüm bu negatif gibi gördüğümüz gelişmeleri kurumsal yapının dinamiğine zarar vermeden bertaraf edebilmektir.

Kurumsal yapılardaki başarıları kendilerine mal eden, kendinden kaynaklı olduğunu zanneden kişiler de olacaktır. Ben olmasam bu yapılan yatırımlar ve başarıların olması ve yapılması da mümkün değildi,  olamazdı, şeklinde ki ifadelere de şahit olabiliriz.  Kurumlar ve kurumsal yapılar, bulundukları koltuktan Güç alan kişilerle değil, gelmiş olduklara makamlara, Güç – Güven ve İtibar katan bireylerle gelişebilir, devamlılık arz edebilir.  AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın sürekli olarak vurguladığı metal yorgunluğa düşen,  kurumsal bünyemizde ki değişime de itiraz eden ve direnmekte olan, mezkur vasıflara haiz kişiler bulunmaktadır. Teşkilat ve kurumsal yapılarda, yorulan ve yıpranan yol arkadaşlarımızla bir Nöbet değişimi yapmamız gerekmektedir. Değişime direnenler;  Benim şöhretim ve benim itibarın ne olacak sevdasında ki teşkilat üyeleridir!  Kurumsal yapı olmasa birey olarak seni kim tanırdı ki? Kurumsal yapı seni bir yerlere getirmiştir? Bugün de yorgunluktan kaynaklı olarak, kurumsal yapı, bir nöbet değişimi talep etmektedir. Neden itiraz ediyorsun ki? Önemli olan kurumsal yapının sağlamlığı ve sürekliliğidir. AK Parti teşkilatları bu değişimi yapamadığı ve gerçekleştiremediği takdirde, siyaset sahnesinden silinip gidecek, siyasetin tozlu raflarında yerini alacaktır.

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan, Afyonkarahisar’da başlayan ve “Hep Birlikte, Büyük Hedeflere” temalı, AK Parti 26. İstişare ve Değerlendirme Toplantısının açılış konuşmasında; ‘’Değişime direnmek, akıntıya karşı kürek çekmek gibidir. İşte bu gerçekten hareketle bir süredir teşkilatlarımızda ve belediyelerde yenilenme ihtiyacımız bulunuyor. Bu benim şahsi tercihim veya partimizin kendi kendine icat ettiği yöntem değildir. Aslında bu, milletimizin talebidir. Bu yenilenme sürecini, değişim ihtiyacını, tazelenme talebini kendi irademizle gerçekleştirmek mecburiyetindeyiz. Eğer bunu biz kendimiz yapmazsak, sandıkta milletimiz yapar. Ona fırsat vermeden bu işi kendimiz çözmemiz gerekir. Bundan kimsenin alınmaması gerekir. Dünya değişirken Türkiye’nin yerinde saymasını beklemek ne kadar yanlışsa, Türkiye değişirken AK Partinin de olduğu gibi kalmasını beklemek o kadar yanlıştır. Esasen biz, kurulduğumuz günden beri bu yenilenme sürecinden hiç kopmadık. Bugün bu meseleyi çok fazla konuşuyor olmamızın sebebi, Türkiye’nin içinde bulunduğu şartların çetinliğidir. Unutmayınız ki çetin yollar, yorgun bedenlerle aşılamaz’ şeklindeki konuşmalarının, Dünya ve bölgemiz yeniden dizayn edilirken, küresel güçlerin  ‘böl – parçala – yönet ve yut’  projelerinin gün yüzüne çıktığı bir dönemde,  bireysel – kurumsal – devlet ve millet olarak da hazır olabilmemiz için acil ve ivedi tedbirler alınması gerektiği vurgularının da çok dikkate değer olduğunu düşünüyorum.

Dünya ve bölgemizde çok çetin gelişmeler olmaktadır. Kurumsal yapılarda devamlılığı adına bu çetin gelişmelere karşı önlem ve tedbirler almak zorundadır. Bu önlem ve tedbirler bireyler açısından bir tasfiye hareketi olarak algılanmamalı, üzerimize doğru gelmekte olan çok büyük sorunlara karşı hazırlıklı olabilmenin öngörülerdir. Bu tedbiri almadığınız takdirde, kurum ve birey olarak da beka sorunu ile karşı karşıya kalabilirsiniz. Ya tedbir alır, öngörülebilir sorunlara karşı hazırlıklı oluruz ve üyesi olmakla gurur duyduğumuz kurumsal yapı,  üst kimlik ve üst kurumsal yapı olan DEVLETİN Varlığı ve Bekası sorunu ile yüzleşmek zorunda kalmayabiliriz. Bu tedbir ve önlemler, üst kurumsal yapı olan DEVLETİN Yok olmaması adına yapılan girişim ve gelişmelerdir. Bölgemizde daha dün diyeceğimiz kadar yakın bir zamanda Devletleri olan milletlerin bugün sıkıntılı ve parçalanmış durumlarından dersler alabilmek ümidiyle!

Bölgemizi Balkanlaştırma Referandumu!

Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi lideri Barzani, bölge devletleri ve komşularının da yapılmaması yönünde ki tüm uyarı ve ikazlarına rağmen,  25 Eylül tarihinde Bağımsızlık referandumu gerçekleştirdi. Barzani bu girişimi ile neyin fitili ve ateşini yakmıştır? Küresel güçler,  Barzani’ye bölgeyi balkanlaştırma görevini mi vermiştir? Yakmış olduğu bu ateşte Barzani de yanacak mıdır? Yoksa Barzani gerçekten de çocukluk hayali olan bağımsız bir Kürdistan devletini kurabilecek midir? Velev ki kurduğunu farz edelim! Küresel güçler bu devletin yönetimini de bu aileye bırakacak mıdır? Kukla bir devlet olmaktan kurtulması mümkün müdür? Yakmış olduğu bu fitne ateşinin devamı gelecek midir?  Yoksa Barzani’ye sadece bu fitne ateşini yak gerisini biz hallederiz mi, dediler! Daha nice sorular ve sorular! Neden soruyoruz tüm bu soruları ki! Daha dün Yugoslavya da olduğu gibi!    İlkokul – ortaokul ve lise yıllarımız da tarih, coğrafya ve dünya tarihi ders kitaplarında okurken var olan bir devletin bu gün gözlerimizin önünde silindiğini, nasıl parçalandığını unutmamak ve dersler alabilmek adına, soruyoruz!

Barzani referandumu ile yüz yılardır barış ve huzur içinde, tüm farklılıkları ile mutlu ve mesut bir şekilde yaşayan Yugoslavya Cumhuriyeti ve vatandaşlarının durumunu hatırlattı! Yugoslavya Cumhuriyetinin uzun yılar devlet başkanlığını yürüten Tito, kendi döneminde tek partili yönetim altında “Yugoslav” üst kimliği ile bir bütünlük ve birlik sağlamaya çalışmıştır. Tito’nun; ‘Yugoslavya altı cumhuriyet, beş ulus, dört dil, üç din, iki alfabe, bir siyasal parti ve bir Yugoslav’dan ibarettir’  vurgularının da çok manidar olduğunu düşünüyorum. 1980 yılında Tito’nun ölüm tarihine kadar, bu ülkede 2. Dünya Savaşından beri istedikleri etnik ve dini temelli kaos hedeflerine de ulaşamayan tüm küresel güçler ve içerideki işbirlikçileri, bu cumhuriyetin bileşenleri olan, altı cumhuriyet ve beş ulus için emperyal hedefleri doğrultusunda her türlü fitne ve fesat tohumlarını ekmeye ve harekete geçirmeye başladılar. Meydan boş kalmış ve küresel güçlerin ajanları bu ülkenin her bir bölgesinde cirit atmaya başlamışlardı. Bu fitne ve fesat tohumları ilk meyvelerini 1989 yıllarında vermeye başladı. İlk bağımsızlık referandumunu da öncelikle Hırvatlar başlatmıştır. Hırvat lidere daha sonra ki yıllarda ‘neden böyle bir bağımsızlık referandumunu başlattınız’  şeklinde bir soru yöneltildiğinde, küresel güçler ve onların bölgemizdeki ajan stratejistleri tarafından bana verilen görevimi tam manası ile yerine getirdim ve Yugoslavya cumhuriyetinin de parçalanmasını sağladım, diyecektir.

Yugoslavya bölgesinde başlayan bağımsızlık referandum hareketlenmeleri daha sonra diğer etnik grupların da devreye girmesi ile yediye tamamlanmış oldu. Tabii ki bu bağımsızlık referandum hareketlenmelerini ateşleyen küresel güçler ve işbirlikçilerine de bir ‘Suçlu’ aranması ve tüm bölgede yaşanan gelişmeler de bu kişiye yüklenilmesi gerekiyordu.  Bağımsızlık referandum hareketine en son başlayan Müslümanların yaşadığı ‘Bosna – Hersek’ bölgesindeki yer altı kaynakları bahane edilerek, Sırp ve Hırvat çeteler bu bölgeye saldırmışlar, toplamda Yugoslavya’da en az 300 bin insan ölümleri ile sonuçlanan bir parçalanma süreci yaşanmıştır.   Dedik ya bu bağımsızlık hareketlerine bir suçlu devlet ve bir de deli birey aranması gerekiyordu, küresel güçler ve işbirlikçilerine.  Yugoslavya Savaşı nedeniyle kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne yargılanan Bosnalı Sırp lider Radovan Karaciç, kendisine yöneltilen bir soruya vermiş olduğu cevap çok ilginç ve kulaklarımıza da bugün için küpe olacak niteliktedir. Karaciç, Yugoslavya iç savaşının, bazı ülkelerin, emperyalist çıkarlarını gerçekleştirmek amacıyla, küçük bir ulusu kendi çıkarları için kullanmasının bir örneği olduğunu, Yugoslavya’nın parçalanması ve Bosna savaşı ‘büyük güçler’ tarafından ben siyasi yaşama girmeden çok önce öngörülmüştür. O zaman istihbarat ve askeri servislerini kullanarak bu olayları başlattılar. Karaciç,  Artık, “Dünyanın bu gerçekleri öğrenmeye ve uluslararası toplumun da kendi hesapları için neler yaptıklarını görmeye hakkı var”  şeklindeki ifadelerinin de bölgemizde ki tüm gelişmeler, adı her ne olursa olsun, referandum veya başkaca bir şey, olayları bir kez daha değerlendirebilmemiz, dersler ve tedbirler alabilmemiz gerektiğini de düşünüyorum.

Dünyamız, Küresel güçlerin emperyalist durumlarının devamı ve hegemonyaları için her yüz yılda veya ara dönemlerde yeniden bir bölme, bir parçalama, haritalanma ve dizayn girişimlerine sahne olmaktadır. Dünyanın küresel güçler açısından yönetilebilir bir durumda olması için sadece devletçiklerin bulunması da yeterlidir. Büyük devletlerin var olması kendi hedefleri için çok da uygun değildir. Bölgemiz açısından, yine hegemonyalarının devam edebilmesi için bölgede ki hiçbir devletin TÜRKİYE ile yan ayan gelmemesi de gerekmektir. Bunun için de bölgemizde Afganistan, Irak, Mısır, Suriye ve Libya vb. ülkelere ‘Özgürlük’ adı altındaki saldırılar da bunun birer yansımalarıdır. Türkiye bölgesinde herhangi bir ülke ile birlikte, bölgenin huzuru –selameti ve kalkınması adına harekete etmeye başladığı anda,  yüz yıllardır devam eden, bölgedeki hegemonyamız ve sömürülerimiz de tehlikeye girer, ifadelerinin de çok dikkati calip, olduğunu düşünüyorum. Küresel güçler, Yugoslavya parçalanırken – balkanlaştırılırken, Hırvat lidere vermiş oldukları bu görevi,  bu gün de bizim bölgemiz de Barzani ailesine vermişlerdir. Küresel güçler bölgemizde ki parçalama ve balkanlaştırma girişimlerine devam edeceklerdir. Bu parçalama ve planlarından asla vazgeçmeyeceklerdir. Sadece biraz öteleyebilirler, geciktirebilirler! Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ve bölge halkları olarak, tüm etnik ve dini farklılıklarımızı bir zenginlik kabul eder ve sadece ‘BİR – BERABER – İRİ – DİRİ ve KARDEŞ’ olabilirsek, istedikleri plan ve hesapları yapsınlar,  bölgemizden elleri bom boş olarak dönmeye mahkûm olacaklardır. Tüm hesapları, planları ve balkanlaştırma girişimleri de AKAMETE uğrayacaktır.