Yeni Kerbela’lar Yaşanmasın!

Geçtiğimiz günlerde Dünya bir sabah Katar krizi ile uyandı. Katar krizine müdahil olan ülkeler ve Ağababaları tarafından bu krizinin önceden hazırlanması ve servis edilme süreci de var mıydı? Dünya halkları hiçbir zaman bu gerçekleri zaten öğrenememişti. Küresel Sitem hazırlıklarını yapıyor ve kendi mahallemizde ki bizden bildiğimiz adamlar vasıtasıyla da servis ediyorlardı. Ne ala memleket! Bizler sadece küresel sistemin servis ettikleri kadar olaylar hakkında yorum ve kanaat sahibi olabiliyorduk. Zaten Küresel Sistemin istediği de bunlar değil mi? Birinci Dünya Savaşı döneminde Osmanlı İmparatorluğunu savaştan çok önceleri masada paylaşanlar daha sonra almayı planladıkları paylar noktasında kavgaya tutuşmaları sebebiyle böyle bir anlaşmayı da dünya halkları öylesine öğrenmiş oluyordu. Aslında bu gün yaşadıklarımızdan çok da farklı değildi. Katar krizi ile Küresel Sitem bir şeylerin üzerini örtüyor ve mahallemizin ülkeleri eliyle de adım adım hedefine doğru yol almakta idi. Yine Dünya halkları ve bölge devletleri buna seyirci mi olacaktı? Bu gün de Kerbela’da yaşananalar tekrar mı edecekti? Bir ve beraber hareket etmesi gereken aynı dine mensup olanlar kendi din kardeşlerini düşmana neredeyse teslim etmeye çalışıyorlardı. Anlamak gerçekten de çok zor gelişmelerdi. Artık dur demenin şimdi tam zamanı değil miydi? Tekrarı olmayabilir… Bu şartlarda sergilenecek olan Duruş,  bölge Devletleri için de sadece bir Varlık ve Yokluk meselesi olduğunu çok net bir şekilde idrak etmeleri gerekiyordu.

Tarihe kabaca şöyle bir baktığımızda, bir ve beraber hareket etmesi gerekenler sürekli olarak kendi aralarında arızalar çıkıyordu? Acaba neden? Aynı Dine inananlar nasıl oluyordu da birbirlerini düşmana satıyor ve birbirlerini yemek için de yarışa girebiliyorlardı? Kimler bu insanları ve devletleri hangi motivasyonla ve nasıl bu noktaya sürükleyebiliyorlardı?  Anlamak gerçekten de çok zor meselelerdi. Bir yerlerde kesinlikle bir yanlışlıklar manzumesi devam edip gidiyordu. Dünyanın sonuna kadar da böyle mi devam etmeliydi? İnsan kendisine verilen AKLI ne zaman kullanacaktı? Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah; Aklını kullanmayanları da REZİL edeceğini buyurmasına rağmen?  Öyle mi?

Hz. Peygamber Efendimizin ahirete irtihalinden sonra, ümmet arasında türlü fitneler baş göstermişti. Özellikle Hz. Ali’nin halifelik döneminde ümmet birbirleriyle birçok kez savaştı veya savaştırıldı. Hz. Ali’ye başkaldıran Muaviye, kendisinden sonraki halifenin oğlu Yezit olarak kabul edilmesini ölmeden önce garantilemişti. Yezit halife olunca, Hz. Peygamber’in getirdiği İslam inancını temelden değiştirmeye ve halka işkence etmeye devam etti. Bundan özellikle de Küfe halkı çok rahatsız olmuştu. Bu nedenle Hz. Hüseyin’e her gün yüzlerce mektup yazıp, kendilerini Yezit’ten kurtarmasını istediler. Küfe’den 18 bin mektubun Hz. Hüseyin’e ulaşması sonunda ailesi, dostları ile Küfe’ye doğru yola çıktı. Küfelilerin mektuplarından haber alan Yezit, önceden elçi olarak gönderilen Hz. Hüseyin’in amcaoğlu Müslim’i öldürtüp ve halka baskı uygulayarak Küfelilerin gözünü korkutmayı başardı. Böylece daha önceden Hz. Hüseyin’e biat edeceklerini belirten Küfeliler, korkularından saf değiştirip Yezide biat etmeyi kabul ettiler ve Yezidi’n ordusuna katıldılar. Hz. Hüseyin ve yakınları Muharrem ayının ilk günü Kerbela’da tutsak edildiler. Muharrem’in 10. günü Yezide biat etmeyi reddeden Hz. Hüseyin’e, karşı taraftan ok atılmasıyla çatışma başladı. Hz. Hüseyin’in oğulları, kardeşi, yeğenleri derken tüm yakınları tek tek şehit edildiler. Tüm sevdiklerinin gözü önünde can vermesine şahit olan Hz. Hüseyin, kılıç yarası aldıktan sonra Şimr isimli asker tarafından başı kes ilerek şehit edildi.

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah;  ‘Ey iman edenler, Kâfirlerle toplu halde rastladığınız vakit, yani sizden sayıca üstün olarak, sürü sürü saf tutmuş olarak harp düzeninde karşılaştığınız zaman onlara ARKANIZI ÇEVİRMEYİNİZ. Sizin kadar oldukları veya sizden daha az oldukları zamanlar şöyle dursun, sizden çok fazla oldukları zaman bile KIÇ DÖNÜP KAÇMAYINIZ. Siz de derhal saf tutup SAVAŞ DÜZENİ alınız. Ey iman edenler, bir DÜŞMAN topluluğu ile karşılaştığınız zaman SEBAT edin ve Allah’ı çokça zikredin ki, kurtuluşa eresiniz. Ayrıca Allah’a ve Resulü’ne itaat edin. Ve BİRBİRİNİZLE de DİDİŞMEYİN. Sonra içinize KORKU düşer ve KUVVETİNİZ elden gider. Sabırlı olun, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir’ buyurmasına rağmen,  İslam âlemi 100 yıllardır birbiri ile uğraşmaktan, didişmekten, güncel siyasetle meşgul olmaktan kendilerini alamamış ve BİRLİĞİNİ – DİRLİĞİNİ sağlayamamış,  Sinelerine KORKU düşmüş ve KUVVETLERİ de azalmıştır.

 

Siber Güvenlik Bakanlığı Kurulmalı!.

Geçtiğimiz günlerde Dünyanın en iyi korunan ülkesi olan İngiltere’nin Manchester şehrinde meydana gelen siber saldırıyı hatırlamayanımız yoktur. Dünyanın süper gücü konumunda bir ülkenin ve güvenlik olarak da üst düzeyde bulunan bir hava limanına siber saldırı meydana gelmişti. Neredeyse 24 saat uçuşlar yapılamamıştı. Vatandaşlar ve Dünya halkları olanları sadece hayretle izlemekteydi.  Neler oluyordu? Kimler böyle bir gücü karşı siber saldırıda bulunabiliyordu? Nasıl böyle bir girişimde ve siber saldırı için kalkışmada bulunuyorlardı? Anlamakta zorlanıyorduk. Sadece bir film izler gibi gelişmeleri izliyorduk…

Daha sonra birden Katar da anlayamadığımız gelişmeler olmaktaydı. Katar da bir siber saldırıya uğradığı iddia ediyordu. Aslında Katarın yaşamakta olduğu Türkiye olarak 15 Temmuz tarihinde yaşadığımız hain darbe ve işgal girişiminin Siber düzeyde gerçekleşmesi ve akabinde devam eden olaylar silsilesinden başkaca bir şey değildir.  Katar Resmi Haber Ajansı (QNA), 23 Mayıs gecesi Katar Emiri Şeyh Temim Al Sani’ye atfen “ABD’ye karşı ve İran’ı destekleyici” açıklamalar yayımladı ancak açıklamadan hemen sonra Katar resmi olarak QNA sitesinin siber saldırıya uğradığını duyurarak söz konusu açıklamaların dikkate alınmamasını talep etti.

Ancak Birleşik Arap Emirliklerinden yayın yapan Al Arabiya ve SKY News Arabia televizyon kanalları, resmi açıklamalara rağmen yayınlarına devam ederken, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır gibi ülkeler de Katar menşeli yayın yapan tüm yayın kuruluşlarına erişimi ülke içinde yasakladı.  Suudi Arabistan, BAE, Yemen, Mısır ve Bahreyn yaptıkları açıklamayla Katar ile tüm diplomatik ilişkilerini kestiklerini duyurdu. Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn, ülkelerinin hava sahasını Katar’a kapatarak, Katarlı diplomatların 48 saat içinde ülkelerinden ayrılmasını istedi.

Türkiye olarak Siber saldırılar ve genel durum hakkında ki çalışmalara kabaca bir baktığımızda ise durum şöyledir. Bilişim teknolojilerinin vazgeçilmez hale geldiği son yıllarda konunun bir boyutu daha da öne çıkmaktadır;  Kullanılan sistemlerin güvenliği. Sürekli iletişim halinde olan bilgi sistemlerinin oluşturduğu ve siber ortam olarak adlandırılan altyapıların güvenliği ülkelerin ‘’ Politik, Askeri ve Stratejik ‘’ açıdan öncelikli olarak ele alması gereken unsurlar haline gelmiştir.

Ulusal siber güvenlik kapasitesinin arttırılmasına yönelik çalışmalar gerçekleştirmek amacıyla Ülkemizde kurulan Siber Güvenlik Enstitüsü (SGE) faaliyetleri 1997 yılında Bilişim Sistemleri Güvenliği (BSG) Birimi adı ile TÜBİTAK Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsü (UEKAE) altında başlamıştır. 2012 yılından bu yana ise TÜBİTAK BİLGEM bünyesinde ayrı bir enstitü olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. SGE; Siber güvenlik alanında araştırma ve geliştirme faaliyetleri yürütmekte; askeri kurumlara, kamu kurum ve kuruluşlarına ve özel sektöre çözüme yönelik projeler gerçekleştirmektedir.  Ağ Güvenliği Grubu, Güvenlik mimarilerinin tasarımı, sistemlerin güvenli kurulumu/ güvenlik testleri, risk analiz çalışmalarının gerçekleşmesi gibi alt başlıklar altında ele alınabilecek projelerle ülkemizin özellikle geleceği adına oldukça önemsenmesi gereken bilişim güvenliği alanında söz sahibi bir otorite konumuna gelmiştir. Siber Güvenlik Enstitüsü olası riskleri de önemseyerek ülke genelinde haberleşme, enerji, finans, su gibi kritik altyapıların bilişim sistemlerini analiz ederek muhtemel tehditleri ortaya koyan raporlar hazırlamaktadır.

Dünyanın süper gücü konumundaki İngiltere’de yaşanan siber saldırı ve akabinde birkaç gün sonra Katar’da meydana gelen Siber saldırılar bize de Devlet ve Millet olarak bazı şeyleri hatırlatmalıdır. Böyle bir girişim ve saldırılara karşı Devlet olarak tedbirlerimiz var mıdır? Olabilecek her türden siber saldırıya karşı savunma ve karşı saldırı sistemlerimiz kurulmuş mudur? Dünya Siber saldırılara halen maruz kalma ihtimali göz önünde bulundurulmak suretiyle ülkemizde bu alan için bir ‘ Siber Güvenlik Bakanlığı  ‘  kurulmalı mı, Sadece sesli olarak düşünüyor ve soruyorum.

AK Parti Fabrika Ayarlarına Dönebilir mi?

AK Parti teşkilatlarına yönelik, özellikle de 7 Haziran seçimleri öncesi ve sonrasında, bir metal yorgunluğu ve bir rehavet halinin de bulunduğunu sürekli olarak yazılarımızda ifade etmeye çalışıyoruz.  AK Parti teşkilatları gerçekten yorulmuş mudur? AK Parti teşkilatlarında bir rehavet durumu mevcut mudur? Daha nice benzer sorular… Yoksa AK Parti teşkilatlarında; Makam, mevki, para, ihale, rant, komisyon için gelenlerin fazlalığından kaynaklı teşkilat yönetimi bu tipteki kişiler kontrol ele mi geçirmişlerdir? AK Parti teşkilatları ile ilgili soruyu doğru ve net sorabilir,  teşhisi de tam net bir şekilde koyabilirsek alacağımız cevaplar, tedbirler ve çözüm önerileri de ona göre şekillenecektir.  Bir İletişimci ve Gazeteci kimliği gözlemlerimize dayanarak; AK Parti teşkilatları belki biraz yorulmuş olabilir,  belki rehavet de olabilir, fakat asıl mesele teşkilatlar, tamamen yukarıda mezkûr tipte ki kişiler, klikler ve gruplar, tarafından neredeyse işgal edilmiştir şeklinde,  düşünüyorum.

Sayın Cumhurbaşkanımız ve AK Partinin Yeni Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan,  geçtiğimiz günlerde TBMM’sinde AK Parti grubuna hitaben yapmış oldukları konuşmalarında; ‘’  İl, İlçe ve belde teşkilatlarımızın tamamını güncelleyeceğiz, yeniden gözden geçireceğiz. Ortada bir metal yorgunluğu var bunu aşmamız lazım. Çok daha gayretkeş ekiplerle 2019’a hazırlanmamız gerekiyor. İlgili birimlerimiz yoğun bir çalışma içerisinde,  bu çalışmaları yapması gerekiyor. Ciddi bir rakibimiz olmadığı için projeler konusunda kendimizle yarışıyoruz. Başarı çıtasını daha da yukarılara taşımalıyız. 16 Nisan’da kabul edilen Anayasa değişikliğiyle başarı çıtası yüzde 50 artı 1’e çıktı. 2011 ve 1 Kasım’da aldığımız tarihimizin en yüksek oy oranları bile artık yeterli değil. Her ikisinde de yüzde 50’nin üzerine çıkmadan arzu ettiğimiz gibi bir hizmet veremeyiz. Sandıkta yüzde 50’nin üzerine çıkmak için milletimizin her ferdini kucaklamalıyız. AK Parti kucaklayıcıdır. Hedefimiz 80 milyon vatandaşımızın tamamını kucaklamak ve gönlünü kazanmaktır. Suriye ve Irak’tan ülkemize gelen 3 milyon kardeşimiz için yaptıklarımızla kıllarını kıpırdatmayan ülkelere de insanlık dersi verdik.  AK Parti, açık söylemek lazım, devrimci bir partidir ‘’ ifadelerinde ki vurguların tüm Türkiye ve AK Parti teşkilatlarının kulaklarına küpe olacak nitelikte bir uyarı ve ikazlar bütünü olduğu kanaatindeyim.

AK Parti teşkilatları ile ilgili olarak vatandaşlarımız tarafından da sürekli serzenişleri almaktayız. Teşkilat yöneticileri ve belediye başkanlarına ulaşmakta ve hatta randevu dahi almakta zorluklar yaşandığı şeklinde… AK Parti Genel başkanı 80 milyonun her bir ferdini kucaklamaktan bahsederken, vatandaşından kaçan bir teşkilat ve belediye başkanları… Anlayan varsa beri gelsin… Demek ki vatandaşa ihtiyaçları yok…  Bu tipteki teşkilat ve belediye başkanları;  Sayın Genel başkanın çalışmasını, koşturmasını ve kendisinin vatandaşlarımız nezdinde ki kredisini sadece kullanıp, tüketmek gibi bir zihniyete sahip konumdadır.

AK Parti teşkilatları, 2002 ruhuna ve fabrika ayarlarına çok hızlı bir şekilde dönmelidir. AK Parti teşkilatlarına çöreklenmiş bulunan AKP’liler ve kriptolardan da acil ve ivedilikle kurtulmalıdır. AK Parti teşkilatları, fabrika ayarlarına dönmez veya dönemez ise ve içindeki AKP’lilerden de kurtulmaz, kurtulamaz ise ne mi olur? Sonuçlarına tüm teşkilatlar ve ülke olarak katlanırız; Siyaset çöplüğündeki partilerden sadece biri haline hızla dönerler. AK Parti teşkilatlarında AK Partinin hızla tarih olmasını talep eden teşkilat mensupları var mıdır? Bilemiyorum. Sadece soruyorum..  AK Parti genel başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tüm 80 milyonun kucaklanmasından ve gönüllerin alınasından bahsederken, teşkilat mensubu AKP’liler ve kriptolar tarafından, bu hatalar zincirinin ancak bilinçli bir şekilde yapılabileceği de düşünüyorum.  

Ramazan; Hayatı Biraz Yavaşlat!

Hayatı öylesine çok hızlı yaşamak istiyoruz ki! Birey olarak, nereye yetişeceğimizi ve ne yapacağımızı da aslında tam olarak bildiğimiz yok. Sadece çok hızlı yaşamak, her şeye anında sahip olmak ve her şeyi aynı anda yapmak istiyoruz. Mümkün müdür? İnsan olarak buna gücümüz yetebilir mi? İnsana verilen zaman ve ömür de buna izin verebilir mi ki? Böyle bir talebe ne saatlerimiz, ne insan olarak gücümüz, ne de bir insan ömrü yetebilir. Yaralatıştan gelen insan olmanın verdiği çevreyi dinlemek, izlemek, seyretmek ve onlardan da dersler, hisseler çıkarmamız gerekir. İnsan diğer insanlarla iletişim kurmadan yaşayabilir mi? Böyle bir şey mümkün olsa idi Hz. Allah toplumda yaşamaktan hiç bahseder miydi?  İnsan için hayat sadece bir hisse değil midir? Hayat sadece hız değildir. Hayat sadece her şeyi aynı anda yapmak değildir. Hayat çevremizde buluna insanlar ile sadece bir yarış da değildir. Her birey kendisine verilen saniyelerden, saatlerden, zamandan, ömürden sorumludur. İnsan olarak, zamanı ve ömrü daha sakin ve sükûnet halinde yaşayabilmek, Bireye Huzur da getirecek; Birey ve Toplum da Mutlu olacaktır.  

Sanayi sonrası toplumu damgasını vuran, sürekli bağlantı içinde olmak arzusu, seçeneklerin bolluğu ve hız gibi unsurlar, hayatımızı derinden etkiledi. Hayatı; Yavaş yaşa ve İçselleştirerek iyi yaşa.  Konu ile ilgili olarak bir aksiyon hareketi olan Uluslararası Yavaş Hareketi kurulmuştur.   Bu hareket ilhamını Asya’daki yavaş şehir akımından almakta,  giderek tüm Avrupa ve Dünyaya da hızla yayılmaktadır.   Acaba neden? İnsanlar neden rahatsız ki? İnsan neyi ve neleri yavaşlatmak istiyor ki? Hız ve haz bireyi mutlu edemiyor mu ki? Hani hayat sadece hızdan ve hazdan ibaretti? İnsan doğasına aykırı olan sadece hız ve haz, bireyin mutlu olması ve huzura ermesi için demek ki yeter şartlar değildir.  Başkaca şeylere de ihtiyacı vardır; Durup dinlenmek, dinlemek, anlamak, anlamlandırmak ve insanlarla ilişki halinde olmak.

Çevrenin etkisi ile kendimizi kaptırdığımız hızlı hayat bireyi gerçek doğasından uzaklaştırıyor. Güçlü olmak için daha hızlı yaşama arzumuz sonuçta bizi daha güçsüz kılıyor.  Çevremizden aldığımız bütün mesajlar, acele etmezsek bir şeyleri kaçıracağımız uyarısını yapıyor. İnsan olarak, kendimizi kaptırdığımız bu yeni alışkanlıklarımız hemen şimdi, daha fazla, daha hızlı yaşamak istiyoruz. Daha çok şeye aynı anda sahip olmak istiyoruz, fakat insan ömrü buna müsaade etmez ki.  İçine düştüğümüz hızlanma ve aynı anda birden fazla iş yapma takıntısı, işimizi, ilişkilerimizi, sağlığımızı, hayatımızı da olumsuz olarak etkiliyor. Daha etkin olmak için aynı anda birçok iş yapmak istiyoruz;  hem daha verimsiz oluyor, hem de stresimizi arttırıyor. Sadece birey olarak hayat kalitemizi düşürüyoruz.  Aynı anda birden fazla iş yapma hevesi bireyi giderek daha nezaketsiz ve kaba insanlar haline getiriyor. Birlikte yaşadığımız, beraber çalıştığımız insanlara ilişki kurmanın ve onlara karşı da dikkatimizi vermenin olmazsa olmaz bir koşul olduğuna göre;   Her insan kendisine değer verilmesini de ister. Beraber çalıştığımız insanlara, onların gerçekten çok değerli olduklarını hissettirmenin en temel yolu,  insanları gerçekten dinlemek ve hayatı da sadece biraz yavaşlatmakla mümkün olabilir.  Aynı anda birçok işi yapma isteği, bireyin çevresine karşı daha etkin, daha güçlü ve öne geçme dürtüsünden mi kaynaklanıyor ki?

Ramazan Anadolu’da ve İslam beldelerinde bir başkadır. Ramazan ayında dostluklar, ilişkiler ve ikramlar da bir başkadır. Ramazan, Hayatın hızına bir duraklama ve yavaşlatma hareketidir. Dünya, hayatın hızına dur diyebilmek ve yavaşlatabilmek için Yavaşlatma Hareketi kura dursun, Müminler İslam’la tanıştığı ilk günden bu günlere kadar zaten Ramazan ayı ile Hayatı yavaşlatma hareketini devam ettirmektedir. Ramazan ayında insanlarımızda bir sükûnet hali neden olmaktadır ki? Ramazan ayında işler biraz askıya alınır. Ramazan ayında 11 ay canla başla koşturulan işler biraz rölantiye alınır. Bir el sanki bu ayda inananlara ve tüm insanlığa aslında biraz dinlenin, kenara çekilin ve hayatı biraz dinleyin, çevrenizde ki insanlara neler olup bittiğini anlamaya, anlamlandırmaya çalışın mesajlarını mı vermektedir?  Çağımızın hastalığı olan,  İnsanların çok yemek yemekten şişmanlık ve obez olmasına çareler aradığı bir Dünya’da, Hayatın hızını da yavaşlatmak için çareler aramak adına Hayatı Yavaşlatma hareketini kursun. Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah, bizlere 11 ay koşturmak, çalışmanın arasında Ramazan ayında sanki biraz yavaşlayın, biraz sakinleşin, sükûnete erin mi demek istemektedir?  Ramazan ayı da olmasa Hayat sanki sadece işten, güçten, yarıştan, güçlü olmak ve güçlü görünmekten, koşturmadan ibaretmiş gibi yaşıyoruz. Hayat sadece iş güç değildir. Hayat sadece koşturmaca da değildir. Hayat bir başka insanlarla yarış da değildir. Her birey kendi hayatından, kendi zamanından ve kendisine verilen ömürden sorumludur. Hayatı günün bir bölümünde dahi olsa biraz yavaşlatmak her bireyin ruhuna çok iyi gelecektir. Ramazan ayı da buna vesile olmaktadır. Sorumlu olduğumuz zamanı, hayatı ve ömrü daha sakin, daha sükûnetli, daha anlamlı ve anlamlandırmakla,  daha huzurlu ve daha mutlu bir şekilde yaşayabilmek dileklerimle…   Hz. Peygamber;   Mü’min cana yakındır. Başkalarıyla dostluk, ilişki ve iletişim kurmayan, kuramayan ve kendisiyle de dostluk, ilişki ve iletişim kurulamayan kimselerde hayır yoktur, buyurmaktadır.

 

Darbe Tekrar Olur mu?

Dünya tarihine kabaca bir baktığımızda,  Küresel Sistem yönetemediği,  kontrolünden çıkan devlet hükümetlerine müdahalede bulunamadığı dönemlerde, darbe veya başkaca bir girişimde bulunmaktan hiç bir zaman geri durmamıştır. Darbe veya muhtıra küresel sistemin kurtarıcı can simidi olarak her daim hizmetlerine koşmuştur.  2. Dünya savaşından sonra Darbe girişimi olan bölgelere kabaca bir batığımızda; Afrika, Orta Asya, Asya, Avrupa, Latin Amerika ve Ortadoğu Arap yarım adasında gerçekleştiğini görmekteyiz. Bu bölgelerde meydana gelen darbe girişimlerinin sayısı da 239’dur. Bu darbe girişimlerinin de 236 adedi küresel sistem ve işbirlikçileri adına sonuca ulaşmış; İktidar ve yönetimler küresel sitemin isteği doğrultusunda el değiştirmiştir. Küresel sistem bu darbe girişimlerini zevk olsun diye mi yapmaktadır? Başka işleri güçleri yok mudur? Adamlar, canımız sıkıldı,  şu ülke de bir darbe yapalım mı bu kalkışmaları desteklemektedir? Yoksa başkaca siyasi ve ekonomik hesaplar mı bulunmaktadır? Dünya halkları ülkelerinde gerçekleşen bu darbe girişimlerinin arka planı da hiçbir zaman anlamadı, anlayamadı. Bu darbeler için de iç siyaset olarak bir çözüm önerileri geliştiremedi. Millet, bu oyunlara karşı; Birlik ve beraber olmak yerine, parçalanmaya, bölünmeye tercihine mi zorlanmaktadır?

Darbelerin tarihine bir de ülkemiz Türkiye açısından kabaca bir incelediğimizde; Karşımıza çok değişik zamanlarda ve dönemlerde darbe girişimleri ve kalkışmaları çıkmaktadır. Darbe kalkışmalarının başarıya ulaştıkları tarihler; 27 Mayıs askeri darbesi, 12 Mart askeri muhtırası, 12 Eylül askeri darbesi, 28 Şubat post modern darbe, 27 Nisan E- Muhtıra, Gezi kalkışması, 17/25 Aralık ve arada daha sayamadığımız darbe ve muhtıralar. Vatandaşlarımızın birliği, beraberliği ve feraseti ile akamete uğrayan 15 Temmuz hain darbe, işgal ve küresel sisteme de bu asil devleti ve milleti teslim girişimleri.  Devlet ve millet olarak, bir ve beraber olabilirsek bu darbe girişimlerini engelleyebiliriz; Çanakkale’de, Kurtuluş savaşında ve Yeni Kapı ruhunda olduğu gibi. Darbeyi planlayan Küresel sistem,  geçmiş dönemlerde, içerideki taşeronlar ve işbirlikçiler mahareti ile önce sokaklar hareketleniyor, olmadı ekonomik darboğaz, olmadı döviz kurlarında oynamalar ve daha nice senaryolarla hedeflerine çok kolay bir şekilde ulaşabiliyorlardı. Bu gün de bu girişimleri tutmadığı, olmadığı ve başarıya ulaşamadığı için içerideki taşeronlar ve işbirlikçileri eliyle de başkaca planlar, oyunlar ve hesapların içinde olabilirler mi?

Türkiye Cumhuriyetimizin 90 yıllık tarihine şöyle bir baktığımızda, neredeyse 50–60 yılımız darbe girişimleri ve kalkışmaları ile geçmiştir. Acaba neden? Bu devlet ve millet, her on yılda bir engellemelerle nasıl kalkınacak ve dünya ile nasıl rekabet edebilecektir? Küresel sistem ve işbirlikçileri bu devlet ve asil milletimizden neler istemektedir? Küresel sitem ve işbirlikçileri neden böyle bir girişimde bulunmaktalar? Daha nice benzer sorular… Bu sorulara, devlet ve millet olarak sağlıklı cevapları verdiğimizde, bu cevapların muvacehesinde de tedbirlerimizi, önlemlerimizi aldığımızda, karşı plan ve pro-aktif konumda bulunduğumuz takdirde bu darbe girişimlerinin de sonu gelecektir. Aksi halde küresel sistem ve taşeronları her dönemde bu ülkede darbe girişiminde bulunmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyeceklerdir.

Devlet ve millet olarak 15 Temmuz tarihinde kanlı bir darbe ve işgal girişimi, kalkışması yaşadık.  Bu darbe girişiminde bulunan taşeronlar ve işbirlikçiler için devlet ve millet olarak neler yapmalı? Elbette ki masum insanlar bir kenarda durmak kayıt ve şartıyla; Darbeye yataklık eden, darbe girişiminin içinde bulunanları da mı görmezden geleceğiz?  Darbenin beyin takımını da mı es geçeceğiz? Darbeyi sadece erler ve taşeron işçiler mi planlamıştır? Bu darbe ve işgal girişiminde küresel sistemle birlikte hareket halinde olan siyaset,  iş dünyası, medya ve diğer meslekten olanları da mı korumaya kollamaya devam edeceğiz? Bazı meslek grupları,  bu darbe girişimin tam göbeğinde ki finansal destek veren iş dünyasını,  yüksek miktarda ki ücretler karşılığında korumaya, kollamaya ve aklamaya mı çalışmaktadır?  Birileri bu işten, devletin bekası ve milletin birliğini düşünmeden, sadece bugünü için, dünyalık için yolunu tutmaya çalışacak; Öyle mi?  Vay halimize! Bu darbe neden tekrar etmesin ki?

Türkiye olarak; Küresel sitemin lojistik destek verdiği taşeron terör örgütleri üzerinden, bölgemiz tam bir barut fıçısına dönmüşken ve döndürülürken… Bölgemiz üzerinde  küresel sistemin halen çok büyük hesaplar ve planları devam ederken.. Fitne ateşinin adam öldürmekten daha büyük bir günah olduğunu buyuran Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah; 15 Temmuz hain darbe ve işgal denemesinin öncesi ve akabinde, Fitne ateşini çıkaran ve körükleyenlere karşı ‘savaşın’  buyurmasına rağmen; Bizler de durup seyretmeye devam mı edeceğiz? Bazı meslek gruplarının bu fitneyi körükleyenleri, koruma ve kollamaya devam etmesine seyirci mi olacağız? Bazı meslek gruplarının bu adamları temize çıkarmak adına,  çok büyük miktarda ücret karşılığında bu girişimlerine devam etmesine ne diyeceğiz? Bu girişimlerde bulunanlara karşı;  İmanın en zayıf noktası olan ‘Buğz’ da mı etmeyelim? Bu ülkede, 15 Temmuz kanlı darbe kalkışması ve girişimlerinin benzerleri neden tekrar etmesin ki?  “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri helak etme Allah’ım”…

AK Parti’de Teşkilat Değişimi!

AK Parti Olağanüstü genel kongresi geçtiğimiz günlerde, teşkilat mensuplarının çok yoğun katılımları ve büyük bir coşku ile yapıldı. Bu demokrasi şölenine katılan ve emeği geçen tüm teşkilat mensuplarına da teşekkürlerimi sunarım.  AK Parti olağanüstü kongrede yapılan tüm değişiklikler ile AK Parti 2002 yılındaki kurucu ruha, coşkuya tekrar dönebilmesinin de önünün açılabileceğini düşünüyorum.  Tüm teşkilatlarda bir yorulma ve yılgınlık olduğu da sürekli olarak dillendirilmektedir.  Siyaset ve teşkilat işleri tamamen bir heyecan ve coşku işidir.  AK Parti; Ülkemizdeki siyasi partilerden mensuplarına da siyasi heyecan ve coşkuyu en iyi yansıtan teşkilatlardan bir tanesidir.  Burada kurucu lider ve yeni genel başkan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın katkıları ve sahayı çok iyi bilmesinin de faktörü çok büyüktür.  AK Parti genel başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi ömrü tamamen sahalarda geçmiş ve vatandaşlarımızla sürekli olarak birlikte olmasının da burada çok büyük katkılarını ve etkilerini de görmekteyiz.

AK Parti olağanüstü kongresinde yapılan MKYK ve diğer değişiklikler, bazı teşkilat mensuplarını memnun etmemiş gibi bir görüntü de arz etmektedir. Ne yapılması bekleniyordu ki? Tamamen bir teşkilatı sıfırlamak ve yeniden bir teşkilat kurmak mı? Bir kurucu hafızayı yok mu sayacaksınız? Kurumlar hafızası kadar vardır. Hafızanız ve değerleriniz olmadığı takdirde uzun soluklu olamazsınız. Siyaset de bir maraton işi olduğuna göre… Bulunduğunuz bölge itibari ile sıradan vatandaşlar olarak göremediğimiz çok büyük dengeler bulunmaktadır. Yeni genel başkan da bu dengeler çerçevesinde yeni yol arkadaşlarını ve MKYK’sını teşkil etmiş olamaz mı?  Bir partinin ana omurgasını teşkil eden üst yönetiminde, yeni bir parti kuruluyormuşçasına tamamen bir değişikliğin olmasını bekleyen teşkilat mensuplarına da buradan hayretlerimi sunuyorum. Bu ülkede siyaseti en iyi okuyan, dünya ve bölgemiz dengeleri çerçevesinde ki gelişmelere en güzel cevapları verebilecek ‘Siyasi DEHA’ olarak da isimlendirebileceğimiz bir Lider kurucusu olduğu partisinin başına tekrardan geçmiştir.

AK Parti olağanüstü kongresinde yeni genel başkan yorulan ve yıpranan teşkilat mensubu, belediye başkanı ve meclis üyesi arkadaşlarımızla bir nöbet değişiminin olabileceğinin de işaretlerini verdi.  Bir partide olması gereken ve hatta beklenen bir kan değişimidir. Aynı teşkilat mensupları ile maraton koşamazsınız. Yorulan arkadaşlarınızı genç, dinamik ve bu ülke için, bu millet için bir derdi, bir sevdası olan bireylerle değiştirmeniz de çok doğal bir gelişmedir. Siyasetin doğası da bunu gerektirmektedir.

AK Parti teşkilatlarında ki değişiklikle ilgili olarak, Konya özelinde daha önceki yazılarımızda da sürekli olarak vurguladığımız, beş farklı güç ve ekibin, bu şehri yönetmek adına bir çalışma içinde olduklarını da ifade etmeye çalışıyoruz.  Dost meclisi ve siyasi arkadaşlarla yaptığımız sohbetlerde, konu AK PARTİ Konya teşkilatlarında bir değişiklik olması gerektiğine gelip dayanmaktadır.  AK Parti Konya teşkilatlarında değişiklik olmasını kimler istemektedir? Yeni genel başkanın gerçekten böyle bir isteği ve arzusu bulunmakta mıdır? Yoksa birileri bulanık havada kendilerine hisse çıkarmaya mı çalışmaktadır? Şehirde AK Parti teşkilatları hakkında çok değişik isimler zikredilmektedir. Bu isimlerin böyle bir talepleri var mıdır? Bu isimleri zikredenler başkaca hesaplar peşinde midir? Tabii ki bilemiyorum… Ben de bir vatandaş olarak sadece soruyorum.

Bir İletişimci ve gazeteci duyarlılığı çerçevesinde, teşkilatlara yönetici olması düşünülen veya genel merkez tarafından atama şeklinde bir yol tercihi de düşünülüyorsa, sadece iş adamı olması mı gerekmektedir? Vatanını milletini seven, bu ülke için derdi olan her birey teşkilatlarda değerlendirilmelidir. Teşkilat başkanı ve yürütmeye alınacak olan kişilere piyasa şartlarının çok üzerinde bir ücret uygulaması neden olmasın ki? Teşkilata gelecek olan arkadaşların işlerinin de aksamaması adına… Ortaklıklar ve diğer sıkıntıların yaşanmaması adına…  Teşkilatlarda yönetim ve yürütme de çalışacak olan arkadaşların ihale, rant ve komisyon peşinde koşmalarının da bu şekilde ki bir uygulama ile önüne de geçilebilir mi diye düşünüyor ve soruyorum?

Reis; Nerede Kalmıştık?

AK Parti Olağanüstü kongresi geçtiğimiz Pazar günü demokrasi şöleni havasında geçti. Ülkemizdeki diğer partilere de örnek olmasını dilerim. Siyaset, kongre, parti üyeliği bir sevda ve coşku işidir. Bu coşkuya ve heyecana ortak olmak, bu coşkuyu canlı olarak yaşamak isteyen Türkiye’nin dört bir tarafından 100 binlerce vatandaşımız Kongre merkezinin olduğu yere sabahın erken saatlerinden itibaren akın etti.  Hakkını teslim etmek kaydı ile bu coşku ve katılım da Sayın Cumhurbaşkanımızın yeniden partisinin başına dönecek olmasının da çok büyük etkileri bulunmaktadır.  Sayın Cumhurbaşkanımızın mertliği, babayiğitliği ve dik duruşu da vatandaşlarımız tarafından çok büyük bir destek ve takdir görmektedir.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın kongrede yapmış olduğu konuşmasında ki ilk cümlelerinin ‘Nerede Kalmıştık ‘ ifadelerinin çok manidar olduğunu da düşünüyorum.  Partisinden ayrı kaldığı üç yıl zarfında partisinde vakıf olamadığı bazı işler ve vatandaşlarımıza erişemediğinin sıkıntılarını da vurgulamaktadır.  Nerede kalmıştık vurgusunun bu ülkeye hizmet ve bölgemiz açısından yapılması gereken çok büyük işler olduğu zaviyesinden çok dikkatle değerlendirmek gerektiğinin de kanaatindeyim.

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve AK Parti genel başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan;’  Kim dönerse dönsün, biz dönmeyiz bu yoldan. İster Meclis’e sokmasınlar, ister partimizi kapatmaya çalışsınlar, ister sokakların altını üstüne getirsinler, ister darbe yapıp canımıza kastetsinler, biz bu yoldan dönmeyeceğiz. Allah’a can borcumuzdan, milletimize hizmet borcumuzdan başka kimseye eyvallahımız yoktur. Milletime sesleniyorum, eğer Tayyip Erdoğan’ın ülkesinin ve milletinin hayrına olmayan en küçük bir tavrını, icraatını, sözünü duyarsanız, bugüne kadar yaptığı her şeyi bir kenara bırakın ve gereğini yapın’ ifadelerinin çok manidar olduğun da kanaatindeyim.  Bu devlet kurulduğu tarihten itibaren dış güçler ve içimizdeki taşeronları vasıtası ile sürekli olarak darbeler ve muhtıralarla karşılaşmıştır. Böyle bir girişime kesinlikle izin vermeyeceklerini ve buna engel olabilmek için neler yapılması gerekiyorsa birey ve millet olarak,  her şeyin bu devletin bekası ve milletin birliği adına yapılacaktır vurgularını da çok önemsiyorum.  Sayın Cumhurbaşkanımızın milletimizin hayrına olmayan bir icraat ve tavrının olması durumunda da gerekeni bu asil milletin yapması noktasında ki ikazlarının.. Sahabeyi kiram efendilerimize hitaben,  Hz. Ebu Bekir efendilerimiz Halife seçildiklerinde ki;  “Eğer iyilik yaparsam bana yardımcı olun, Eğer doğru yoldan kayarsam beni düzeltin. Hz. Ömer efendimiz de Halife seçildiklerinde sahabeye hitaben “ben bir hata yaparsam ne yaparsınız? Diye sormuş, sahabeyi kiram da “seni kılıçlarımızla düzeltiriz” cevabını alınca,  Allah’a hamd etmesi, bana bu mübarek hikâyeleri hatırlatmıştır.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Parti olağanüstü kongresinde, teşkilatların değişmesine yönelik konuşmalarının çok dikkate değer olduğunu da düşünüyorum. Teşkilatlarda bir yorgunluk, heyecan ve coşku azalması durumunu da sürekli olarak yazılarımızda ifade etmeye çalışıyoruz. Parti, Siyaset ve teşkilat işleri bir coşku ve heyecan işidir. Teşkilat mensuplarına karşı heyecan ve coşku veremeyen teşkilat yöneticilerinin, yorulan ve yaşı bir noktaya gelmiş olanların gençlerin önünü açmak adına ve hizmet yarışında bir nöbet değişimi olarak değişmesinin de doğal karşılanması gereken bir durum olduğunu düşünüyorum.

AK Parti teşkilatlarına yönelik olarak yapılması gereken değişim girişimine şehrimiz Konya özelinde değerlendirdiğimizde ve kulislerde konuşulanlara da kabaca bir baktığımızda… Şehri yönetmeye talip olan ve bununla ilgili olarak dosyalar sunan,  şehrimizde  ki beş farklı güç ve ekibin,  Sayın Cumhurbaşkanımız ve AK Partinin yeni genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ikna edemediğini de düşünüyorum. Şehirdeki tüm dinamiklerle diyaloğu iyi olan, tüm kesimleri kucaklayıcı, birleştirici nitelikte, bu devlet ve millete karşı hainlik edenlere yönelik de merhameti olmayan, operasyonel gücü ve kapasitesi yüksek,  gece gündüz demeden bu şehir için çalışabilecek heyecan ve coşkuya sahip, bir teşkilat başkan adayı ve ekibinin de bu şehri yönetmek için,  AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayip Erdoğan tarafından halen beklenilmekte olduğunu da düşünüyorum.

Her Seçiş bir Vazgeçiş mi?

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 16 Nisan Anayasa değişiklik referandumundan sonra 26 ülkeye olan ziyaretleri devam etmektedir. Rusya, Hindistan, Çin ve ABD ziyaretleri bunların içinde çok önemli ve göze çarpanları olarak karşımıza çıkmaktadır. Cumhuriyetimizin kuruluşundan itibaren Cumhurbaşkanlarımızın dış ülke ziyaretlerine baktığımızda ise Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bir ayda yapmış olduğu dış ülke ziyaretlerinin neredeyse Cumhurbaşkanlığı süresinde yapılamamıştır.  Sayın Cumhurbaşkanımız 14 Ağustos 2014 tarihinde halk tarafından ilk defa seçilen bir Cumhurbaşkanı olarak yapmış oldukları teşekkür konuşmasında, oturan – duran biri değil, koşan – koşturan, aktif bir Cumhurbaşkanlığı dönemini açmakta olduğunu da vurgulamıştı.

Cumhurbaşkanımız Sayın  Recep Tayyip Erdoğan, Çin Ulusal Kongre Merkezinde düzenlenen, Kuşak ve Yol Forumunun açılış̧ törenindeki konuşmasında, Yeni İpek Yolu olarak da adlandırılan bu girişimi Asyayı, Avrupayı, Afrikayı ve hatta Güney Amerikayı birbirine bağlama hedefiyle geleceğe damga vuracağına.. Kuşak ve yol güzergahındaki ülkelerin altyapı planlarının ve teknik standartlarının yükseltilmesine.. Kıtalar arası ölçekte özellikle kara, deniz ve hava yolu koridorlarının geliştirilmesine katkı sağlayacağına… Dünya genelinde 60’dan fazla ülkeyi kapsayan Yeni İpek Yolu girişimi yaklaşık 40 milyon kilometre karelik bir alanı ve dünya nüfusunun 4,5 milyarını ifade eden çok önemli ve büyük bir projedir. Siyasi ve ekonomik alanda birbiriyle uyumlu bir sistemin tesisi, bölgemizde istikrar ve refah temelli yeni bir dönemin de kapılarını aralayacaktır. Bu projenin sürdürülebilir büyüme ve kalkınma vasıtasıyla vatandaşlarımızın hayat standartlarında gerçekleştireceği artış, hepimizin ortak başarısı olacaktır.. Özellikle dünyada gelişmekte olan teröre karşı bu gelişme, terörü adeta yerle yeksan edecek bir girişim olacaktır. Herkes için fayda sağlayacak bu işbirliğinin bir model olarak başarılı olacağını düşünüyorum. Türkiye olarak bunun için her türü desteği vermeye hazır olduğumuzu buradan tüm Dünyaya ilan ediyorum, vurguları ve konuşmalarının; Dünya Barışı ve Huzuru, Bölgemizin terörden ve vekâlet savaşlarından arındırılması, gelişmesi ve- kalkınabilmesi için çok önemli olduğunu da düşünüyorum.

Dünyanın çift kutuplu durumdan tek kutuplu bir döneme geçtiği, Sovyetlerin yıkılışı ve iki Almanya’nın da birleşmesi akabinde, jandarmalığına soyunan ve son dönemde de bölgemizdeki vekâlet savaşlarına aleni destekleri ile dikkat çeken ABD’ne, Sayın Cumhurbaşkanımızın ziyaretlerinin yankılarını hep birlikte izliyoruz. ABD’ne daha önceleri ziyarete giden devlet başkanlarımız ve ABD ile olan ikili ilişkilerimizde, 2.  Dünya savaşından bil itibar alışılmakta olan; ‘emredersiniz, tamam, peki’  durumlarının tekrar olamamasının vermiş olduğu sıkıntılara da şahit olmaktayız. Devletler arasındaki ilişkilerin artık menfaat ve mütekabiliyet ilkeleri çerçevesinde yürümesi gerektiğini de siyasilerimiz ve devlet başkanlarımız tarafından da sergilemesi bizleri memnun etmekte ve millet olarak gururlarımız okşamaktadır.  Devlet olarak tarihe yön verdiğimiz ve imparatorluk geleneği olan bir devletin mensupları olduğumuzu da yeni yeni idrak ediyoruz. Bir küresel devlet, bir güç devletimizden bir şeyler talep ediyorsa, karşılığında da bir talebimizle karşılaşacağını da artık bilmeli ve idrak etmelidir.  Artık; Türkiye öylesine bir devlet ve millet değildir, böyle de bilinmelidir.

Küresel sistem; Dünyada ve bölgemizde ki yönetimler ve haritaları yeniden değiştirilmek suretiyle, yeni bir düzen ve yeni bir sistem kurmayı hedeflemektedir;100 yıl öncesinde olduğu gibi… Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak tarihten gelen kadim medeniyet ve kadim kültürü ile bölgesinde meydana gelmekte olan tüm bu gelişmelere 100 yıllardır seyirci ve etkisiz olduğu gibi tribünden izlemesini bekleyen küresel devletler, içimizdeki taşeron ve işbirlikçilerin rahatsızlıkları da gözlemekteyiz. Eski Türkiye’nin olmadığını, yeni ve yeniden çok güçlü bir Türkiye’nin de kurulmakta olduğunu millet olarak ve dünya devletlerinin sadece saygı duymaları gereken bir dönemdeyiz. Küresel sistem bölgemizde yeni bir düzen ve sistem kurulmasını arzu ediyorsa, ancak ve ancak bizimle beraber ve bizle birlikte kuracaktır. Bize rağmen vekâletler üzerinden kurulamayacaktır; Vekâlet – vesayet üzerinden geldiği terör örgütleri ile değil tabii ki. Her seçişin bir vazgeçiş olduğu bir zaman dilimindeyiz. Tarihi, kültürü ve jeo-stratejik konumu gereği Türkiye Cumhuriyeti Devletini terör örgütlerine tercih edecek olan tüm küresel devletlere, devlet ve millet olarak hayırlı işler dilemekten başkaca bir temennimiz de olamaz.

 

Konya Teknik Üniversitesi Kurulmasına matuf; Selçuk Üniversitesi Tekrar Bölünüyor?

Selçuk Üniversitesi, 11 Nisan 1975’te yürürlüğe giren, 1873 Sayılı Kanunla öngörülmüş ve bu kanuna istinaden kurulmuştur. 1976 – 1977 eğitim – öğretim yılında, Fen Fakültesi ve Edebiyat Fakültesi olmak üzere 2 fakülte, 7 bölüm, 327 öğrenci ve 2 kadrolu öğretim üyesi ile faaliyete geçen Selçuk Üniversitesi, 1982 yılına kadar, kayda değer bir gelişme gösterememiştir. Selçuk Üniversitesi için atılım yılı 1982’den sonra olmuştur.

Selçuk Üniversitesi; Bu gün itibari ile bünyesinde 21 fakülte, 6 enstitü, 6 yüksekokul, 22 meslek yüksekokulu, 1 devlet konservatuarı, 3 binin üzerinde akademisyeni, 5 bin idari personeli ve 90.000’i aşkın öğrencisi ile Türkiye’nin en büyük yükseköğrenim kuruları arasında yer almaktadır. Şehrimizde bulunan bir adet devlet ve iki adet vakıf üniversiteleri de bünyesinden çıkmıştır. Bu üniversitelerimize akademisyen noktasında ve diğer konularda her zaman abilik ve hamilik görevlerine de devam etmektedir.

Şehrimizde yılardan beridir, bir Teknik Üniversite ihtiyacı olduğu ve kurulması gerektiği noktasındaki serzenişleri ve sitemleri sürekli olarak yetkili isimlerden duymaktayız. 2010 yılında Konya Üniversitesi kurulurken aynı konuşmaları hatırlayanlarımız vardır. 

Teknik Üniversite kurulması için halis bir niyetle çıkılan hedef, daha sonradan yol kazalarına sebebiyet verdi.  Selçuk Üniversitesinin kopyası, benzeri ve rakibi, ilk beş yılında neredeyse yönetilemez boyutlara gelen devasa bir devlet üniversitemiz daha oldu.

Yönetilemez kavramını neden ekliyorum diye soracak olan dostlarıma da, Sayın Rektör hocalarımızın sürekli basın toplantılarında ifade ettikleri, 35 bin öğrenciyi geçen bir üniversite gerçekten de yönetilemez boyutlara ulaşmaktadır vurgularında olduğu gibi.

Selçuk Üniversitesi bünyesinden yeni bir Üniversite daha mı doğmaktadır?  Selçuk Üniversitesi Sanayi Kampüsü kurulma çalışmaları, Teknik Üniversitenin alt yapısı için yapılmakta olan bir çalışmalar bütünü müdür?  Selçuk Üniversitesi Sanayi Kampüsü, Teknik Üniversite kurulması için çıkılan hedef daha önceki halis niyetlerde olduğu gibi bir yol ve iletişim kazalarına sebebiyet vermeden tamamlanır; Teknik üniversite bu şehrin çok acil ve önemli bir ihtiyacı ise tabii ki…

Konya ili, Selçuklu İlçesi, Dikilitaş Mahallesindeki bazı taşınmazlar ve üzerindeki varlıkların ‘’Selçuk Üniversitesi Sanayi Kampüs Sahası’’ olarak kullanılması ve tahsis nedeninin tapu siciline şerh edilmesi kaydıyla 4046 sayılı kanunun 2/i maddesine istinaden, Bila bedel Maliye Hazinesine devredilmesine ilişkin Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun (ÖYK)  28 Aralık 2016 tarihli kararıyla, toplamda 5 adadan oluşan yaklaşık 900 Bin metrekare taşınmazların Selçuk Üniversitesi’ne tahsis işlemi gerçekleştirilmiştir. Bu karar Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından 10.02.2017 tarihinde Selçuk üniversitesi rektörlüğüne de bildirilmiştir.

Şehirlerin gelişiminde, Üniversite – Sanayi işbirliğinin önemi gerçekten de çok büyüktür. Selçuk Üniversitesi Sanayi Kampüs alanı bu hedefe matuf olarak hayata geçecektir.  Konya Sanayisinin bilimsel altyapısını oluşturmak ve üniversite  –  sanayi işbirliğini geliştirebilmek adına, sanayi bölgesi içerisinde yeni bir kampüs oluşturulması ve bu yeni kampüste,  halen eğitimlerine devam eden yaklaşık 22.000 öğrencisi olan Mühendislik Fakültesi, Mimarlık Fakültesi ve Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu’nun taşınması da planlanmaktadır.

Üniversite – Sanayi işbirliği çerçevesinde SÜ bünyesinde bulunan diğer fakülte ve meslek yüksekokullarının neden bu sanayi kampüs alanı planlamasında alınmadığını da anlayabilmiş değilim? SÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Şahin hocamın kamuoyunu ve üniversite camiasını bu konuda aydınlatıcı bir açıklama yapacaklarını da düşünüyorum.

Selçuk üniversitesinde halen eğitimlerine devam etmekte olan; Mühendislik Fakültesi, Mimarlık Fakültesi, Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu, Teknik Eğitim Fakültesi, Teknoloji Fakültesi,  üniversite – sanayi işbirliği içerisinde olan fakülte ve meslek yüksekokullarından, sadece 3 adedi,  Sanayi Kampüs alanına, neden tercih edilmiştir? Bu tercihte üniversite yönetiminin başkaca bir niyetleri mi bulunmaktadır?

Üniversite yönetimi bu kararları alırken fakülte yönetimleri ve akademisyen hocalarımızla istişareler sonucunda mı alınmaktadır? Yoksa ben yaptım oldu şeklinde bir yönetim ve üslup mu sergilenmektedir? Bir İletişimci ve gazeteci duyarlılığı çerçevesinde daha önceki halis niyetlerle çıkılan daha önceki Teknik Üniversitede olduğu gibi bir ‘ yol ve iletişim kazalarına ‘ sebebiyet vermeden,  önlemler ve tedbirlerin alınabilmesi adına, sadece soruyorum.

Üniversite sanayi işbirliğini çerçevesinde; Teknik Üniversitenin alt yapısını oluşturabilmek adına, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatları doğrultusunda, Selçuk Üniversitesi bünyesinde Sanayi Kampüs Alanının kurulabilmesi için şehrimizdeki tüm Siyasiler,  Konya Valisi, Konya Büyükşehir Belediye Başkanı ve diğer paydaşların çok önemli desteklerini görmüştür.

 Şehirlerin ve ülkelerin kalkınması için çok önemli bir yeri olan Üniversite Sanayi işbirliğinin ve Teknik Üniversitesinin ön hazırlık çalışmaları niteliğindeki SÜ Sanayi Kampüs Alanının arazi tahsis ve diğer çalışmalarını yürüten, emeği geçen tüm yetkililere ve çalışanlara teşekkürlerimi sunar, başarılar dilerim.

Yüzyıla Damga Vuracak bir Proje!

Meram Belediye Başkanı Fatma Toru, Belediye Başkan Yardımcıları, Belediye Meclis üyeleri ve yöneticilerle birlikte;  ‘Şükran Mahallesi Kentsel Dönüşüm Projesi’ alanındaki yıkım ve dönüşüm çalışmaları hakkında, kamuoyunu ve bölge insanlarını bilgilendirmek için basın gezisi – basın turu tertip edildi.  Bölgede yapılan çalışmalar hakkında kamuoyunu bilgilendirmek için düzenlenen,  böyle bir basın gezisini planlayan ve organize eden tüm belediye çalışanlarına da teşekkürlerimi sunarım.

Meram Belediyesi; ‘Dönüşüm Meram‘ konsepti çerçevesinde, Meram’ı mazisinden, geleneğinden aldığı gücünü geleceğe taşıyan bir süreçtir. Dönüşüm Meram konsepti; Aksinne, Çaybaşı, Hacı Fettah, Turgut Reis, Küçük Aymanas, Büyük Aymanas ve Uluırmak mahallelerindeki kentsel dönüşüm çalışmalarını da kapsamaktadır.

 Meram Belediyesi, ‘Şükran Mahallesi Kentsel Dönüşüm Projesini’  bir yılı aşkın süredir devam eden anlaşma, uzlaşma ve yıkım süreçlerinde sona yaklaşıldı. Şükran Mahallesi’nde yapılan kentsel dönüşüm projesi sıradan bir dönüşüm projesi veya herhangi bir inşa işlemi değildir. Burada yapılan dönüşüm; Şehre damgasını vuracak ve önümüzdeki 100 yıl boyunca konuşulacak bir çalışmalar bütünüdür. Bu bölgede tarih var, kültür var, kimlik var, turizm var ve yerel ticaretin canlanması da bulunmaktadır. Mevlâna Kültür Vadisi aksında kalan bu bölgenin kötü görüntüden kurtarılması ve şehrin imajı açısından güzel bir görüntüye kavuşturulması da çok önemlidir. Meram belediyesi; Bu bölgenin dönüşümünde herhangi bir ticari kaygı taşımadan sadece şehrin kazanımlarını da hedeflenmiştir.  Bölgeyle ilgili belediyenin iki farklı mimar ile farklı proje çalışmaları devam etmektedir.  Bölge şehrin kanayan yarası ve kangren olmuş bir bölgesi durumundadır. Bölgenin şehir açısından en prestijli bölgelerden biri olacağını da düşünüyorum; Yaşayan, canlı bir bölge olacaktır.  Bu bölge, hem tarihi ve kültürel mirasıyla,  hem turizmiyle,  hem ticari alanlarıyla, hem kültür ve sanat etkinlikleriyle,  hem de Selçuklunun başkenti olan bu şehirde, geçmişte olduğu gibi ilim ve irfanın yuvası olarak burası her daim yaşayan bir bölge olması da öngörülmektedir.  Bu bölgede dönüşüm için planlanan alanın büyüklüğü 100 bin metrekareyi buluyor,  şu ana kadar kamulaştırılan ve anlaşması yapılan bina sayısı 800’ün üzerindedir. Bölgenin birinci etap kamulaştırma ve yıkım maliyeti 70 milyon TL, toplam Yapım maliyeti de 150 – 200 milyon TL’lik bir bütçeye ihtiyaç duymaktadır.  Şükran Mahallesi Kentsel Dönüşüm Projesi; Meram belediyesi ve bölge için Yüzyılın projesi olacak bir çalışmadır.   

Belediyelerimiz açısından Kentsel dönüşüm çalışmaları gerçekten çok zorlu bir süreçtir.  Belediye hizmetleri yapmakta olduğunuz il ve ilçenin de kadim bir tarihi de bulunuyorsa,  kentsel dönüşüm çalışmaları daha da zordur. Konut üretimi ve İnşaat sektöründeki dostlarımızla yapılan görüşmeler ve sohbetlerimizde, belediyelerimizin tarafından,  arsa üretimi ve alt yapı noktasında çok sıkıntılar yaşanmakta olduğu da bir realitedir.  Şehirlerin daha yaşanabilir olabilmesi için kentsel dönüşüm çalışmalarına daha fazla ağırlık verilmesi de gerekmektedir. Kadim kültür ve tarihi dokunun korunması adına, kentsel dönüşüm çalışmaları yapılan bölgelerde, şehirler ve yaşayanları daha rahat bir nefes alabilme yerleri olarak planlanmalıdır. Kadir şehirlerde, kadim medeniyet kültürü ve tarihi dokunun da aslına uygun bir şekilde korunmak ve gelecek nesillere aktarılabilmesi de kentsel dönüşüm çalışmalarının birincil öncelikleri olmalıdır.

Meram belediyesinin Dönüşüm Meram konsepti çerçevesinde ki Şükran Mahallesi Kentsel dönüşüm  çalışmalarını, kadim medeniyet,  tarihi dokunun korunmak suretiyle yapmış olduğu çalışmalar, yüz yıla damgasına vurabilecek noktada bir çalışmadır. Şükran mahallesi, Şehrimiz ve Meram ilçemiz için yılardır kanayan bir yaradır. Bu yaraya neşter vurmak ve bir siyasetçi için bazı kayıpları göze alabilmek de bir başarı ve takdire şayan bir çalışmalar bütünüdür. Meram Belediye başkanı Fatma Toru ve ekibini üzerlerine almış oldukları büyük bir sorumluluk ve riskten dolayı tebriklerimi sunar, başarılar dilerim.