Sadece Bir Soru Sordum!

Geçtiğimiz günlerde, Türkiye genelinde ki tüm Üniversiteler, Yüksek lisans ve doktora başvurularını açtı. Akademik kariyer ve alanında ihtisas yapmak –  uzmanlaşmak ve derinleşmek istedikleri alanlara, lisans mezunu öğrenciler,  başvurularını internet üzerinden ve şahsen kuruma gitmek suretiyle kayıtlarını yapmaya başladılar. Kendini geliştirmek ve alanında ülkesine de katkı sağlamayı düşünen tüm gençlerimize, öğrencilerimize başarılar dilerim. Bilim alanında çalışmak,  uzmanlaşmak ve derinleşmek sadece bir istek, arzu ve vatan sevgisi meselesidir. Her bir bireyi yüksek lisans ve doktora alanında istediğiniz kadar zorlayın, istek olmadığı müddetçe de bir gelişme sağlayamazsınız. Kendisini geliştirmek ve ülkesine de katkı sağlamayı düşünen,  yüksek lisans ve doktora yapmayı planlayan tüm gençlerimize de iş dünyası ve üniversite yöneticilerinin de destek olmaları gerektiğini düşünüyorum.

Şehrimizde bulunan iki adet devlet üniversitesinin, yüksek lisans ve doktora başvuru sistemlerini, yaşamış olduğumuz sıkıntılar çerçevesinde, sosyal medya üzerinden sadece ve sadece bir soru sormak suretiyle, mesleğimiz gereği eleştirdim. Eleştirimizden sonra aman Allah’ım! Hem de üniversite hocalarından ağza alınmayacak ifadeler; Bunlar eğitici!  Öğretici! Yol gösterici!  Bunu da mı yapmayalım? Küçük bir eleştiriye bile tahammülünüz yok! NE yazalım o zaman? Başarınızı da överiz başarısızlığı da söyleriz! Sadece övgü mü istiyorsunuz? Koşulsuz övgü öyle mi? Siz söyleyiniz efendim! Nedir bu ruh haliniz? Eleştiriye de mi tahammülünüz kalmadı? Hani eleştiri bizi geliştirirdi? Eleştiriyi kurumsal olarak eğitmesi, öğretmesi ve içselleştirmesi gereken bu akademik kişilikler üzerimize ahlaksızca saldırdı. Şaşırtıcıydı, komikti,  güldüm ama üniversitem adına  da çok üzüldüm çok.. Rektör basın danışmanı, iletişim hocaları,  dekanlar ve idarecilerden oluşan bir grup tarafından olmadık hakaretlere ve küfürlere maruz kaldık! Ben ne yapmıştım ki? Ne ettim de neler ile karşılaşıyordum ki?  Haraç istediğimize, alçak olduğumuza ve kuyruk acımızdan dolayı bunları yazdığımıza kadar varan hezeyanlar mı ararsınız; Seviye yerlerdeydi. Bir gazeteci ve bir iletişimci olarak, görmüş olduğumuz bir sorunu, bir sıkıntıyı kamuoyunun menfaatleri ve bilgilenmesi çerçevesinde, dile getirmenin, kaleme almanın veya sosyal medya üzerinden paylaşmamızın, kime ve kimlere zararı olmaktadır ki? Kimleri rahatsız etmekteyiz ki? İnanın hiçbir şey anlayamadım da! Anlayan bir dost var ise yardımcı olmasını da buradan talep ediyorum!

Sorumuzu kamuoyunun önünde, köşe yazımızda açık ve anlaşılabilir bir şekilde tekrar soralım ve sizler de şahit olunuz.  Türkiye genelinde ki tüm üniversitelerimiz ve özellikle de şehrimizde ki diğer bir devlet üniversitemiz, yüksek lisans ve doktora başvurularını,  öğrenci okula gitmeden, tüm evrakları taratmak suretiyle,  sisteme giriş yaptıktan sonra,  sistemin evrakları onaylaması ve daha sonra da bilim sınavı giriş kâğıdını da evinden, ofisinden veya internetin olduğu herhangi bir yerden çok rahat bir şekilde alabiliyordu. Evet, çok rahat bir şekilde bu işlemi öğrenci okula gitmeden, oturduğu yerden,  evinden yapabildi. Ben bu bizzat kendi çocuğumdan şahitlik ettim. Sorumuz çok net ve anlaşılır bir şekilde budur! Şehrimizde bulunan, diğer tüm üniversiteleri de bünyesinden çıkarmış,  tamamının da hamisi konumunda bulunan 42 yıllık köklü bir kurumun bilişim alt yapısı bu işlemlere neden izin vermiyor ki? Öğrenciler şu sıcakta yüzlerce km. tepmek suretiyle saatlerce de kuyruklarda bekletilmekle, ne ve neler kazanıyoruz ki?  Egomuzu mu tatmin ediyoruz, yoksa? Sorumuz budur! Anlaşılır olması için tekrar soralım! Böyle bir işlem dünyada ki ve ülkemizde ki diğer üniversitelerimizde yapılabiliyor mu, yapılamıyor mudur? Yapılabiliyorsa 42 yıllık köklü bir eğitim kurumu ve bilişim dairesinde ki 30 adet kadrolu bilişim mühendisinin olduğu bir kurum olarak biz neden başaramadık? Yapılamıyorsa da neden yapılamıyor, soruların bir cevabı olmalıdır, şu bilişim ve internet çağında, diye düşünüyorum! Konunun özeti, sadece ve sadece budur!

Yukarıda zikretmeye çalıştığımız sorular çerçevesinde,  sorularımızın muhatabı olan ve mezkûr eğitim kurumunda çalışan;  akademisyen, dekan, yönetici, rektör danışmanı ve doçent, profesör olduğunu iddia eden kimseler tarafından, hemen saldırıya geçilmesini, hakaretlere vardırmalarını,  acaba hangi ruh hali ile tasvir etmek gerekmektedir ki? Ben anlayamadım da! Şehrimizde bulunan psikolog ve sosyologlardan bu konu hakkında yardımlarını da talep ediyorum. Konu ile ilgili tüm etkili ve yetkililerden kamuoyunun aydınlatılması adına da bir açıklama tabii ki! Hakaret, küfür, aşağılama olmadan, bir eğitim kurumuna yakışır bir şekilde, bir akademisyene yaraşır şekilde ve medeni bir açıklama olmasını da talep ediyoruz! Buna da bir vatandaş olarak hakkımız olduğunu da düşünüyorum!

Basın; Kendini, Nereye Konumlandırıyor?

Dünya ve bölgemiz;  Küresel Güçler ve onların hizmetçileri konumunda ki dünyanın her bir köşesinde bulunan, özellikle de bizim bölgemizde ki taşeron ve işbirlikçileri maharetiyle yeniden bir dizayn, bölüşüm ve paylaşım savaşlarına şahit olmaktadır.  Acaba neden? İçeride Birbirimizle uğraşırken, Gerçekten de mutlu, mesut,   huzur ve refah içinde miyiz? Yoksa bir aymazlık halinde miyiz? Üzerimize doğru gelmekte olan çok büyük bir musibetin farkında değil miyiz? 100 yıl önce fark edemediğimiz gibi! 100 yıl önce de dedelerimiz içeride bir birileri ile uğraşırken, enerjimizi birbirimize karşı tüketmekle meşgul iken, küresel güçler ve onların işbirlikçileri eliyle kocaman bir imparatorluğun parçalanmasına sadece seyirci kalabildik! Bu gün faklı bir durumda mıyız?  Hiç zannetmiyorum! Bugün dünden dersler çıkarabildik mi? Bu gün neler yapmalıyız ki bu Devlet ve millet bir daha parçalanmasın! Halen birbirimizle uğraşmaya, bu ülke ve bölge üzerinde hesabı olanların sadece işini kolaylaştırmaktan başkaca yaptığımız bir şey yok! Bu asil millet bir daha zulümlerle karşı karşıya kalmasın! Peki, neler yapmalıyız!

İmparatorluk geleneği olan bu Devlet, her gün 18 yaşındadır ve hiç bir gün de bu yaşından ne ileriye bir gün alır, ne de geriye bir gün sayar! Bunu böyle bilir ve ona göre de kendimize çeki düzen verebilirsek, tüm paydaşlar daha fazla incinmez diye düşünüyorum.   Devletin en üst makamı ve devleti temsil eden bir kurum ve kişiye ayar vermeye mi çalışıyoruz? Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız; Devlet yönetiminde ki bütün erkler ve paydaşlar, devletin işleyişi açısından,  birbirine karşı sadece ve sadece kanunlar ve kurallar çerçevesinde saygılı olmalı ve her bir paydaşı temsil eden bireyler de haddini bilmelidir.

Müslümanların bir TV KANALI olsun ve BASIN Sektöründe de SESİ ve GÜCÜ olması için, Çok HALİS BİR NİYETLERLE, tüm KONYALIYA AİT olan; Konyalının Yardımları ve Paraları ile açılan bir KURUM..  Bu Şehirde ki Batan ve KÖTÜ bir ŞEKİLDE Yönetilen HOLDİNGLERDE olduğu gibi, ”’AİDİYET”’ Kültüründen, ”’SALTANAT Konumuna”’ ve ”’Devlete de ””AYAR – BALANS”” verir GÜCE, Nasıl ve Ne zaman gelebildik? Bu duruma kavramsal olarak da; ”’GÜÇ ZEHİRLENMESİ” mi, deniyordu!! Bilemiyorum ki!

15 Temmuz Karanlık Gece ve daha sonra ki süreçte, Bu Devlet ve Millete İHANET edenlere Karşı, CANLA Başla Mücadele eden bir VALİYİ   ”’Hizaya getirmeye, BALANS Ayarı vermeye veya bu şehirden göndermeye”’ mi çalışmak? Konya Protokolü, Milletvekilleri ve diğer bu Şehrin TÜM Yöneticileri bu gün değil de Ne zaman, DEVLETİNİN yanında olacak? Şu ana kadar her hangi bir beyanat veya bir Açıklama gören oldu mu? Ben göremedim de!

15 Temmuz 2016 KARANLIK ve UZUN GECE; Devletin ve Milletinin Yanında DİK bir DURUŞ Sergileyen ve Konya 3. ANA Jet Üssünden Bomba Yüklü Jetlerin Kalkmasını, Tüm Türkiye’de Bombalamalar Yapmayı Planlayanların, En BÜYÜK KORKUSU ve bu İnfiale de ENGEL olan bir ””VALİYE mi AYAR”’ vermeye, ””HİZAYA GETİRMEYE””  mi çalışıyoruz? Yoksa, Hz. Mevlana’nın ”” Köpeğin Kuyruğuna Bastım, SESİ Ağzından Çıktı” ifadelerinde olduğu gibi bir DURUM veya Başkaca bir ŞEYLER olmasın!!!  Göremediğimiz ve anlayamadığımız; Pes Doğrusu!

Eski Türkiye ve 1997 senesinin bir yaz günü; Ulusal Basının en güçlülerinden bir tanesinin İmtiyaz sahibi, Başbakanı evinde “Pijama” ile karşılar. Devleti temsil eden, en Üst bir Makam olan Başbakan’a karşı yapılan bu davranışı o günlerde çok konuşmuştuk ve Millet olarak da “”YANLIŞ”” olduğuna hükmetmiştik.  2017’nin yine bir yaz günü ve YENİ TÜRKİYE’Yİ de Kuracağız derken; Eski Türkiye özlemini çeken, Bu defa da Yerelden bir Basın kuruluşumuz; Devleti temsil eden, Yerelde ki en üst bir Makam olan “””VALİ’YE””” Balans AYARI vermeye, HİZAYA da getirmeye ‘’ya bir  ‘’GONYA KÜLAHI’’  giydirmeye mi çalışıyoruz? Değişen ve Gelişen bir şey yok demek ki, Basın Camiasında; 20 yıl sonra bile!!!

Küresel güçler, içimizdeki taşeron ve işbirlikçileri maharetiyle, bölgemizde yeniden bir paylaşım savaşının eşiğinde bulundukları bir dönemde, içeride bir ve beraber olması gereken tüm kurumlar ve bireylerimize neler olmaktadır? Küresel güçler ve taşeronları da aynen bunu istiyorlar. Parça parça olmamızı ve çok kolay bir lokma olmamızı ve yutabilmelerini! Bölgemizde ki savaşları ve paylaşım operasyonlarını,  bizler halen bilgisayar oyunu mu zannediyoruz ki? Bölgemizde devam eden terör örgütleri üzerinden yürütülen asimetrik savaşın hedefi ne olabilir ki? Hala anlayamadık mı? Hala uyanamayacak mıyız? Yaşadıklarımız bir daha tekrarı olmayacaktır. Millet olarak aklımızı başımıza lamamız gereken bir dönemde ve devlet yönetiminde ki tüm paydaşlar da bir ve beraber olmak ve hareket etmek zorundadır; Bu devletin,  milletin ve vatanımızın birliği, beraberliği ve bütünlüğü adına!  Devlet yönetimi kibir ve egoyu kaldırmaz! Devlet yönetiminde,  Kibir ve Egosuna yenilen her bir birey ve paydaşlar da kaybetmeye mahkûm olur. Tarihin tozlu sayfaları bunun örnekleri ile doludur; Sadece ders almasını bilenlere! Tarih zaten yaşananlardan ders alınmış olsa tekerrürden de ibaret olmazdı!  Devlet, millet ve birey olarak, tarihten ders alabilenlerden olabilmeyi dilerim.

Bize NE Oluyor ki?

Dünyayı ve bölgemiz, Küresel Güçler ve onların her bir bölgede ki taşeron ve işbirlikçileri maharetiyle, 100 yıl önce olduğu gibi yeniden bir dizayn, bir bölüşüm ve bir paylaşım savaşlarına sahne olmaktadır. 100 yıl önce bu savaşlarını hiçbir şekilde anlayamadık. Anlamak için de bir çaba, gayret de sarf edemedik. Çünkü bireysel kavgalar ve iç çekişmeler ile meşgul ve melül bir durumda bulunuyorduk. Sonuç olarak da milyonlarca insanımızı ve bir yüz yılı, ülke ve bölge insanları olarak kaybettik. Küresel güçler ve taşeronları ustalıkları ile tekrardan bir yüzyılı daha kaybetmemiz için her gün ama her gün bir fitne ve ihanete duçar kalıyoruz. Neden ki? Bu adamlar her gün neden bir fitne ateşi çıkarıyorlar ki? Bizler de hemen bu fitneye alet oluveriyoruz!  Bizler bu fitnelerle meşgul edenler arka planda ise operasyonlarına devam ediyorlar. Aynen Nasreddin hoca kavgasında olduğu gibi, Yorgan gittikten sonra ancak uyanabiliyoruz.  Artık ülke ve bölge halkları olarak kaybedecek ne bir saniyemiz, ne bir parça toprağımız, ne de bir canımız kaldı. Yeter artık! Küresel güçler ve taşeronlarını bunları görebilmelerinin tek bir yolu ve çaresi vardır; Bir olmak, İri olmak, Beraber olmak ve hep birlikte Türkiye olabilmekten geçmektedir.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan AK Parti grup toplantısında;  AK Parti teşkilatları ve tüm belediye yöneticilerine yönelik;  “Teşkilatlar, belediyeler eğer bizim dava idraki ile hareket etmiyorsa bize zarar veriyorlar ve zarar veren kardeşlerimizi de uyarıyorum kusura bakmasınlar, biz uyarmadan kendileri bu uyarıyı yapsınlar ve adımı atsınlar.  AK Parti olarak bizim kendimizi yenilememiz gerekiyor. Önce şu hareketin, kendi içinde birbirini sevmesi gerekir. Bize ne oluyor ki kendi içimizde birbirimize karşı çalım atıyoruz. Eğer elinden dilinden emin olmayan insanlar olmadıkça biz gerçek Müslüman olamayız bunun idraki içinde olmalıyız. Son günlerde cihat diye bir şeyler geçiyor. Cihat elinde silahla dolaşmak değildir. Cihat nefisle mücadeledir; Nefsimizle mücadele edebiliyorsak, işte cihat budur. 2019’da ancak bu şekilde arzu ettiğimiz başarılara ulaşabiliriz. AK Parti’nin başarısı Türkiye’nin başarısı olacak.   Artık hedefi büyük koyduk” şeklinde uyarı ve ikazlarını, teşkilatlar, belediye yöneticileri ve tüm vatandaşlarımız çerçevesinden de çok dikkate değer buluyorum. 

Sayın Cumhurbaşkanımızın çok dikkate değer ve manidar konuşmaları, uyarıları çerçevesinde,  öncelikle tüm vatandaşlar olarak bireysel manada ve teşkilat mensuplarının da kendimizi bir sorgulamamız gerektiğini düşünüyorum.   Hz. Peygamber efendimizin biz İnananlara yönelik olarak; ‘Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz ’  ikazları neyi ifade etmektedir? Mümin için sadece bu Dünya hayatı mı vardır? Başka bir âlem ve hayat yok mudur? İnancımız gereği yaptıklarımızdan hesaba çekilmeyecek miyiz? Her yaptığımız yanımıza kar mı kalacaktır?  Yine Hz. Peygamber’in ‘’Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız’’  uyarıları ile bizlere neler söylemektedir?  Birbirini sevmeyen bir davanın üyeleri nasıl başarıya ulaşabilir ki?  Daha önceki yazılarımda da sürekli olarak vurgulamaya çalıştığım; Her bir teşkilat üyesi bireyin; Ülkesi ve yaşamış olduğu şehrin gelişmeleri, yatırımları ve çıkarlarının üstünde, kendisinin de bir hesabı,  bir kitabı,  bir planı, bir ikincil – üçüncül ve bilmem kaçıncı ajandası, bir ihalesi bulunmaktadır.  Bu nasıl olabilir ki? Kendisi ve çevresi için de, bir mevki ve bir makam beklentisi bizleri içten içe yakmaktadır.  Tüm bu dünyalık menfaatler için mi birbirimizin paçasından çekiştiriyor ve çalımlar atıyor, iftira ve saldırılarda bulunuyoruz ki? Hani; Emin bireyler olacaktık ve kimseye de hiçbir şekilde zarar vermeyecektik, ne elimizden,  ne de dilimizden? Bu beklentiler, birey olarak farkında olmadan bizleri hataya mı sevk ediyor ki? Ülke ve şehrimizin menfaatlerinin önüne şahsi çıkarlar mı geçmektedir ki?  Yazık gerçekten de çok yazık! Ülkemize ve şehrimize yazık olur. Ne oldu bize? NE oluyor ki bizlere? Bize neler  oluyor ki? Bu gün değil de ne zaman uyanacağız ki? Ne zaman bir ve beraber olabileceğiz ki? Basra harap olduktan sonra mı? Parça parça olduktan, vatansız ve hanümanız kaldıktan sonra mı?  Ey Allah’ın Resulü, bizler hem dilimizle,  hem de elimizle kendi din kardeşlerimiz ve dava arkadaşlarımıza, dünyalıklarımız adına çok büyük zararlar veriyoruz. Ey Allah’ım, içimizde ki beyinsizler yüzünden bizleri helak eder misin? Allah Korusun!

Parti teşkilatları, toplumun bir yansıması ve aynasını teşkil etmektedir. Bu teşkilatlarda samimi bir şekilde, ülkesi, şehri ve davası adına çalışmayan ve bir şekilde de zarar veren bireyleri de bünyemizden atamıyorsak, temizlik yapamıyorsak, geleceğimiz ve çocuklarımız adına çok büyük bir sorunu – sıkıntıyı ve belayı da satın alıyoruz demektir.  Kurumlarımızın sağlıklı bir şekilde hayatiyetini sürdürebilmesi için hastalıklı olan bölgenin ya tedavi edilmesi ya da sağlıklı olan kısma da zarar vermeden bünyeden bir şekilde atılması gerekir. Atmadığımız takdirde ise bu hastalıklı bölgenin tüm vücudu sarması ve kendi kendimizi de imha etmesi için fırsat veriyoruz demektir. Sayın Cumhurbaşkanımızın mezkûr uyarı ve ikazlarının tüm teşkilat mensupları ve vatandaşlarımız için de, bölgemizde ki tüm küresel hesaplar,  tüm planlar ve tüm paylaşım savaşları çerçevesinde,  dünyalık menfaat ve çıkarlarımız doğrultusunda, fitne ve ihanet oyunlarına da gelmemek adına, çok dikkat etmemiz gerektiğinin kanaatindeyim. Libya, Irak, Yemen, Mısır, Suriye ve diğerleri gibi olmamak için tabii ki!

Devlete Kimse Ayar Veremez!

Dünya ve bölgemiz;  Küresel Güçler ve onların hizmetçileri konumunda ki dünyanın her bir köşesinde bulunan, özellikle de bizim bölgemizde ki taşeron ve işbirlikçileri maharetiyle yeniden bir dizayn, bölüşüm ve paylaşım savaşlarına şahit olmaktadır. Bölge halkları olarak halen bu savaşları anlamaktan çok uzak bir durumdayız. Acaba neden? Günlerimiz çok güzel bir şekilde akıp gitmektedir; Mutlu ve mesut!  İçeride Birbirimizle uğraşırken, Gerçekten de mutlu, mesut,   huzur ve refah içinde miyiz? Yoksa bir aymazlık halinde miyiz? Üzerimize doğru gelmekte olan çok büyük bir musibetin farkında değil miyiz? 100 yıl önce fark edemediğimiz gibi! 100 yıl önce de dedelerimiz içeride birbirileri ile uğraşırken, enerjimizi birbirimize karşı tüketmekle meşgul iken, küresel güçler ve onların işbirlikçileri eliyle kocaman bir imparatorluğun parçalanmasına sadece seyirci kalabildik! Bu gün faklı bir durumda mıyız?  Hiç zannetmiyorum! Bugün dünden dersler çıkarabildik mi? Bu gün neler yapmalıyız ki bu Devlet ve millet bir daha parçalanmasın! Halen birbirimizle uğraşmaya, bu ülke ve bölge üzerinde hesabı olanların sadece işini kolaylaştırmaktan başkaca yaptığımız bir şey yok! Bu asil millet bir daha zulümlerle karşı karşıya kalmasın! Peki, neler yapmalıyız!

Geçtiğimiz günlerde şehrimizde vuku bulan bir olay üzerinden devlet mekanizmasının en üst makamı ve diğer paydaşlardan bir tanesi arasında, bence gereksiz ve bir o kadar da hiçbir paydaşa da fayda sağlamayacak, hatta zarar verebilecek,  bir tartışmaya şahit olduk.

Hiçbir kurum ve birey, devlete ayar veremez, vermeye de kalkmamalıdır.  İmparatorluk geleneği olan bu Devlet, her gün 18 yaşındadır ve hiç bir gün de bu yaşından ne ileriye bir gün alır, ne de geriye bir gün sayar! Bunu böyle bilir ve ona göre de kendimize çeki düzen verebilirsek, tüm paydaşlar daha fazla incinmez diye düşünüyorum.   Devletin en üst makamı ve devleti temsil eden bir kurum ve kişiye ayar vermeye mi çalışıyoruz?

Şunu hiçbir zaman unutmamalıyız; Devlet yönetiminde ki bütün erkler ve paydaşlar, devletin işleyişi açısından, birbirine karşı sadece ve sadece kanunlar ve kurallar çerçevesinde saygılı olmalı ve her bir paydaşı temsil eden bireyler de haddini bilmelidir. Daha önceki dönemlerden hatırlarız; Birbirine haddini bildirmeye kalkan erkleri ve kurum yöneticilerini! Aman Allah’ım, ne günlerdi! Allah o günleri bir daha bu asil millete yaşatmasın! O günlerde hangi kurum,  başka bir kurum ile kavga edecek veya hangi kurum yöneticisi arıza çıkaracak diye kara kara bekler hale düşmüştük.   Kime ve hangi kuruma faydası oldu ki, bu kavgaların ve gürültülerin, Hiç! Sadece kocaman bir hiç! Devlet ve milletimize, Zaman ve enerji kaybından başkaca hiç bir şey değil. Sadece taşeronların işini kolaylaştırmaktan başkaca bir işe yaramayacaktır.

Ordu ilimizde, bir devlet bakanımızın onur konuğu olduğu,  şehirdeki tüm protokol üyeleri ve vatandaşlarımızın yoğun katılımlarının olduğu bir programda,  meydana gelen olaylara ne demeli, bilemiyorum.  İnanın izah etmekte, kelime ve kavram üretmekte zorlanıyorum.   Devleti temsil eden Emniyet müdürümüze Protokolde yer vermeyen, belediye zabıta ekipleri ve koruma personeli, ne yapmaya çalışmış olabilir ki? İş güz-arlık mı demeli? Kraldan fazla,  kralcı olmak mı?  Devlet yönetim sistemini ve protokol kurallarını, yeniden ve aşkla bir daha anlatmalı mı tüm kamu personeline?  Yoksa! Devlet yönetim sistemi ve işleyişi çerçevesinden, kelimelerin yetersiz ve kifayetsiz kaldığı bir durumdayız, aslında! Anlamakta, anlamakta ve yorumlamakta da gerçekten çok zorlanıyorum, tüm bu gelişmeleri!

Küresel güçler, içimizde ki taşeron ve işbirlikçileri maharetiyle, bölgemizde yeniden bir paylaşım savaşının eşiğinde bulundukları bir dönemde, içeride bir ve beraber olması gereken tüm kurumlar ve bireylerimize neler olmaktadır? Küresel güçler ve taşeronları da aynen bunu istiyorlar. Parça parça olmamızı ve çok kolay bir lokma olmamızı ve yutabilmelerini! Bölgemizde ki savaşları ve paylaşım operasyonlarını,  bizler halen bilgisayar oyunu mu zannediyoruz ki?

15 Temmuz 2016 tarihinde ki karanlık ve uzun gecede yaşadığımız neydi? 15 Temmuz tarihinde bu millete biçilen rol ve hedefler nelerdi? Ne çabuk unuttuk?  İnsanoğlu gerçekten de nisyan ile malul bir durumda! 15 Temmuz akabinde, Yeni kapıda zuhur eden ve Küresel güçleri korkutan,  Devlet ve Millet birlikteliği ve kaynaşmasından korkanlar, içeride fitne tohumlarını ekmeye ve kaşımaya da devam ediyorlar. Biz de buna alet oluyoruz! Bölgemizde devam eden terör örgütleri üzerinden yürütülen asimetrik savaşın hedefi ne olabilir ki? Hala anlayamadık mı? Hala uyanamayacak mıyız? Yaşadıklarımız bir daha tekrarı olmayacaktır.

Millet olarak aklımızı başımıza almamız gereken bir dönemde ve devlet yönetiminde ki tüm paydaşlar da bir ve beraber olmak ve hareket etmek zorundadır; Bu devletin,  milletin ve vatanımızın birliği, beraberliği ve bütünlüğü adına!  Devlet yönetimi kibir ve egoyu kaldırmaz! Devlet yönetiminde,  Kibri ve Egosuna yenilen her bir birey kaybetmeye de mahkûm olur. Tarihin tozlu sayfaları bunun örnekleri ile doludur; Sadece ders almasını bilenlere! Tarih zaten yaşananlardan ders alınmış olsa tekerrürden de ibaret olmazdı!  Devlet, millet ve birey olarak, tarihten ders alabilenlerden olabilmeyi dilerim.

Bu Topraklarda İhanet Bitmez!

Küresel Güçler; Osmanlı İmparatorluğunu parçalamayı ve Osmanlı bölgesinde ki topraklarda tespit edilen petrol ve yer altı kaynaklarını sömürmeyi çok uzun zamandan beridir planları arasında bulunuyordu. Ne yapmalı ve Osmanlı imparatorluğu parçalanmalı, yıkılmalı veya bölgesinde ki yer altı kaynaklarına ulaşmanın, sömürmenin ve ülkelerinde ki rahat bir şekilde yaşamalarının,  önünde ki engel bir şekilde ortadan kaldırılması gerekiyordu.  Küresel güçler bu süreci savaşlarla çözemeyeceklerini çok iyi biliyor ve anlamışlardı. Çanakkale ve Kurtuluş savaşları bunun çok iyi birer örnekleridir. Savaş ile bu devleti yıkmak, parçalamak ve sömürmek mümkün görünmüyordu. Ne yapılması gerekiyordu?  İçeriden işbirlikçiler, taşeronlar ve hainler bulunması, üretilmesi kendileri için çalışması gerekiyordu.   İçeriden aklımıza gelemeyecek tür ve meslekten olan insanlar bu parçalama ve yıkma sürecinin içinde bir şekilde yer almışlardır; Bilinçli olanlar olduğu gibi ne yaptığının farında olamayanlar, ileride bu yaptıklarından dolayı da pişmanlıklarından kendilerini dağlara verenler! Bu isimler arasında aslında hepsi çok dikkati caliptir.  Bugün köşe yazımızda, sizlerle Şerif Hüseyin konusunu, bu devlete ve millete yapılan İhanetleri, karşılığında alınan ödülleri..  Son günlerde ki magazin dünyasında bilinçli ve bir o kadar da planlı bir şekilde bolca köpürtülen  ‘Adriana Lima ve Metin Hara’  aşkı mıdır, yoksa bu aziz devlete ve bu asil millete karşı yapılan bir ihanetin ödülü müdür, kabaca sizlerle bu konuları paylaşmaya çalışacağım.

Şerif Hüseyin 1854’te İstanbul’da doğdu;  Hz. Muhammed’in (sa.) soyundan geldiği kabul edilen Mekke şerifleri ailesindendir. 1908’de ikinci Meşrutiyet’in ilanından sonra Hicaz valisi ve Mekke şerifi olarak,  tekrardan Arabistan’a gönderildi.  Arapların Osmanlı Devleti’nden ayrılmaları yönünde çalışmalar ve ihanetler yapmaya başladı. Şerif Hüseyin, oğlu Abdullah aracılığı ile Mısır’da ki İngiliz yönetimi ile ilişki kurdu. 1915 –  1916 yıllarında Arapların Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklanmaları durumunda İngilizlerin kendi Krallığını tanımasını istedi.  Şerif Hüseyin krallığını ilan ederek, Haziran 1916’da Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandı.  Arap birlikleri hicaz demiryoluna saldırılar düzenlemeye ve Osmanlı birliklerine kayıplar verdirmeye başladılar. Bir yandan İngilizlerle çarpışan Osmanlı ordusu, Hüseyin’in oğulları komutasındaki Arap birliklerine karşı da savaşmak zorunda kaldı.  Birinci dünya Savaşı’nın bitiminden sonra itilaf kuvvetleri, Ürdün’de kendilerine bağlı bir yönetim kurdular.  İngilizlerin Filistin’de bir İsrail devleti kurmaya çalışması Şerif Hüseyin’i kızdırdı. İngiltere’nin,  1921’de Abdullah’ı Ürdün emiri, diğer oğlu Faysal’ı da ırak kralı yapması Şerif Hüseyin’in Arap dünyasındaki otoritesi sarsıldı ve zor durumda kaldı. Şerif Hüseyin 1930 yılına kadar Kıbrıs’ta sürgün hayatı yaşadı. Bundan sonra Şerif Hüseyin, Ürdün emiri olan oğlu Abdullah’ın yanına gitti ve bir yıl sonra, 1931 yılında öldü.

Şerif Hüseyin’in ihtiraslar ve ihanetlerle hayatı,  bu topraklarda bulunan her bir birey için aslında örnekliklerde doludur.  Anadolu topraklarında ihanet ve hainler bitmeyecektir. Küresel güçlerin bu topraklar üzerinde, geldiğimiz günlerden itibaren hesapları bitmemiştir ve bitmeyecektir. Bin yıldan fazladır Yurt edindiğimiz bu toraklarda bizleri buradan göndermek için her dönemde hainleri çok kolay bir şekilde bulmuşlardır. Çünkü her ihanet ve hainliğin karşılığında küresel güçler tarafından çok büyük ödüllere boğulmuşlardır; bu hain ve ihanet çeteleri! Birey, millet ve devlet olarak çok dikkatli ve daha fazla da uyanık olmamız gereken bir dönemden daha geçiyoruz; 100 yıl önce olduğu gibi…  Bölgemizdeki parçalanan devlet ve milletler de öyle sıradan bir şekilde parça parça edilmemiştir; İçeriden mutlaka bir hain ve ihanet çetesinin işbirlikçileri, destekleri olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.

Son günlerde magazin dünyasında dönen haberlere ne demelidir;  Dünyanın en çok kazanan bir süper modeli Adriana Lima ve sıradan bir Türk yazar,  Metin Hara aşkı! Aynen, eski Türk filmleri gibi, zengin kız, fakir oğlan aşkı mı ne dersiniz! Gerçekten de böyle midir? Medyadaki yansıyan haberlerde olduğu gibi çok masum bir aşk hikâyesi şeklinde midir?  Bölge halkları olarak, olayların geri planını ve bize karşı yürütülmekte olan algı operasyonlarını hiçbir zaman anında çözümleyemedik ve tepkilerimizi de ortaya koyamadık.  Sıradan bir yazar olan Metin Hara, Gezi kalkışması ve daha sonra ki süreçte, Devletimizin başkanı, seçilmiş Cumhurbaşkanımıza karşı olmadık ifadelerde bulunuyor, hainlik, ihanet ve hakaretleri saymakla bitiremiyoruz. Acaba neden? Şimdi olaylara bir de bu pencereden bakalım ve arka planında neler görebileceğiz. Bu topraklarda her bir hain ve ihanet küresel güçler tarafından ihanetin büyüklüğüne göre sürekli olarak ödüllendirilmiştir. Magazin dünyasında ki bu haberler de bir ÖDÜL operasyonu olmasın!  Devletin başkanına çok güzel hakaret ediyorsun!  Çok güzel küfürler saydırıyorsun! Bu topraklar üzerinde hesabı ve kitabı olan Küresel güçler tarafından elbette ki bir karşılığı, cevabı ve ödülü de olacaktır. Osmanlı İmparatorlu da böyle parça parça edilemedi mi!  İçeride ki işbirlikçiler ve taşeronlara vaat edilen devlet başkanlıkları karşılığında…  15 Temmuz 2016 nedir o zaman? Aynı bir ihanet ve hainlik değil midir? Küresel güçlerin bu Anadolu topraklarında ki hesap, kitap ve planlarına göre değişik türde bir ihanet ve ödüller de olmaya da devam edecektir. Bizler sadece Uyanık olalım! Sadece Bir ve Beraber olalım! Sadece Türkiye olalım! Küresel güçler ve içimizde ki taşeron ve işbirlikçilerinin tüm hesapları, planları  ve ödülleri de  AKİM kalacaktır.

Karanlık,  15 Temmuz,  Gecenin Yıl dönümü!

15 Temmuz 2016 tarihinde,  bu devlet ve millet,  hain bir darbe, bir işgal ve küresel güçlere de,  içimizde ki taşeronlar maharetiyle, bir teslim etme girişimi, denemesi ve kalkışması yaşandı.  Bu kalkışmanın daha önce yaşamış olduğumuz darbelerden de çok daha farklı olduğunu zaman geçtikçe anlamaya çalışıyoruz. Bu bir darbe değildi! Bu bir muhtıra da değildi!  Buna bir işgal de denilemezdi! Nasıl bir tanımlama yapmak gerekiyordu? Çünkü bu yaşadığımız; Bu devleti ve milleti, küresel sisteme tamamen bir teslim etme girişimidir. 100 yıl önce Kurtuluş Savaşına ne gerek var, Manda gelsin, Manda yönetimini kabul edelim,  diyenlerin bir başka versiyonu! Peki, bu yaşadıklarımızı unutmalı mıyız? Daha önceki yaşamış olduğumuz darbe ve muhtıraları unuttuğumuz ve unutturulduğu gibi! 15 Temmuz hain ve karanlık geceyi kesinlikle unutmamalıyız ve gençlerimize de unutturmamalıyız.  Devletimiz de bu yönde gerekli çalışmaları ve adımları attı;  ‘ 15 Temmuz’  Resmi tatil günü olarak ilan edildi.  Devletimiz de 15 Temmuz karanlık gecesi yaşamış olduklarımızı unutmamak ve böyle bir hainlikle bir daha karşılaşmamak adına; bu günü bir hatırlama, bir hafızalarımızı tazeleme, şehitlerimiz ve gazilerimizi de yâd etmek günü olarak etkinliklerle kutlanılması kararlaştırılmış oldu.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ının 15 Temmuz yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde; İstanbul Şehitlik Anıtı, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve TBMM’sinde yapmış oldukları konuşmalarından bazı kesitler aktarmak istiyorum.  FETÖ’nun  yalnızca FETÖ olmadığını, PKK’nın yalnızca PKK olmadığını, DEAŞ’ın  de yalnızca DEAŞ olmadığını çok iyi biliyoruz;  tüm bu örgütlerin arkalarında  hangi güçler ve hangi devletlerin  olduğunu da..   Ama piyonu ezip geçmeden kaleleri alınamaz, şahı da mat edemeyiz. Onun için önce bu hainlerin, piyonların, taşeron ve işbirlikçilerin kafasını kopartacağız. Tekbirle tankın üzerine giden bir milleti kim ve hangi güç esir edebilir ki?  Darbecilerin gasp ettikleri tankların, namluların bombalarla, ellerindeki silahların kurşunlarla, helikopterler ve uçakların en öldürücü mühimmatlarla dolu olduğunu ve bunlar vatandaşlarımıza karşı acımasızca kullanıldı. Bu hainler,  bu silahları vatandaşlarımıza karşı kullanmaktan en küçük bir tereddüt dahi göstermediler. Peki, onların karşısına dikilen milletimizin neyi vardı? Benim vatandaşımın elinde bir silah mı vardı? Sadece elinde aynen bugün olduğu gibi bayrağı vardı, ama bunun yanında çok daha etkili bir silahı daha vardı; O silah da imanıydı, imanı. Sırtındaki tişörtünü tankın egzoz borusunun içine tıkamak suretiyle, onu çalışamaz hale getiren imandır, iman. ‘Bugün ölmeyeceksek,  ne zaman ölmeyeceğiz’ diyen bir millete kim zincir vurabilir. Ödediğimiz bedel çok ağır. Anaların, babaların, eşlerin, kardeşlerin, evlatların gözyaşlarına, yürek yangınlarına değer biçmek asla mümkün değildir ama bu fedakârlıkların karşılığında elde ettiğimiz istiklalimize ve istikbalimize de değer biçemeyiz.  Bizim arkamızda binlerce yıllık bir devlet geleneğimiz var; Rast gele bir araya gelmiş insan topluluklarıyla milletler arasındaki fark işte budur. Topluluklar sadece anlık çıkarları için bir arada bulunurlar. Milletlerin ise ortak geçmişleri, ortak değerleri, ortak hayalleri vardır. Bunlar uğrunda gerektiğinde canlarını vermeyi göze alırlar. Türk milleti, 15 Temmuz’da binlerce yıllık tarihinde defalarca yaptığı gibi tüm kutsallarını korumak uğruna canını vermekten çekinmeyeceğini göstermiştir. Tarih boyunca hep ateşle imtihan olmuş, düşman saldırılarının ve ihanetlerin kıskacında pişerek yol yürümüş bir milletiz. Demir filizinin ateşle yoğrulup çelikleşmesi gibi, yaşadığımız saldırılar ve ihanetler de bizi, birleştiriyor, bütünleştiriyor ve güçlendiriyor.  Coğrafyamızdaki bin yıllık geçmişimizin tek bir anını gösteremezsiniz ki mücadelesiz geçsin. Biz dirileri şerefli, ölüleri şanlı; Türk milleti olarak coğrafyamızın, bölgemizin, dünyanın geleceğine talibiz. Bizi ne terör örgütlerinin alçakça saldırıları, ne onları kullanan küresel güçlerin sinsi oyunları çökertebilir. Biz işte bu ruhu, bu inancı, bu iddiayı kaybettiğimiz gün biteriz. Bunu iyi görelim! 15 Temmuz’u unutmamak ve unutturmamak, sadece şehitlerimize, şehit yakınlarımıza ve gazilerimize değil, tarihimize karşı da en büyük sorumluluğumuzdur. Eğer 15 Temmuz’un bize verdiği dersleri doğru şekilde okumazsak, yeni 15 Temmuzları yaşamamız kaçınılmaz olacaktır. Üstelik bir sonraki 15 Temmuz’da düşmanın karşımıza hangi oyunlarla çıkacağını, kimleri kullanacağını da bilemeyiz. Müslüman, akıllı insandır; Aynı delikten iki defa ısırılmaz. 15 Temmuz anma etkinlikleri; Şehitlerimizi yâd etmenin, şehit yakınlarımıza ve gazilerimize minnettarlığımızı sunmanın yanında bu konuda ne kadar mesafe kat ettiğimizin muhasebesini yapmaya da yöneltmelidir’ şeklinde ki anlamlı, bir o kadar da veciz, devlet ve millet bütünleşmesi adına olan bu konuşmalarını çok önemsiyorum.

15 Temmuz 2016,  hain ve karanlık bir geceyi,  Cumhurbaşkanlığımız himayesinde yapılan etkinlikler neden mi çok önemlidir? Bir daha böyle bir ihanetle karşılaşmamak,  içimizde ki hainler maharetiyle arkamızdan vurulmamak adına, çok dikkate değer buluyorum.  Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadelerinde de olduğu; Bir olmak,  Beraber olmak, İri olmak, Diri olmak, Kardeş olmak ve hep birlikte Türkiye olabilmek adına da çok manidardır.  Devlet ve millet olarak, Bir ve beraber olamadığımız dönemlerde,  içimizde ki hainlerin, küresel sistemle yapmış oldukları işbirlikleri neticesinde,   sürekli olarak engellemelerle karşılaştık,  hep vurulduk, hep yaralandık ve yıprandık; Kalkınma hamlelerinde Dünya’dan da gerilerde kaldık. Bu ülkede ki her bir darbe, 50 yıl geri gitmemize sebebiyet vermiştir. Birliğimizi, dirliğimizi ve devletimizi de korumak için bu birliktelik ruhu çok önemlidir.  Darbeler ve ihanetleri bizlere unutturanların hedefleri de bu değil midir? 90 yıllık bir Cumhuriyetin karşılaşmış olduğu darbe ve muhtıraların adedi 14’ü geçmektedir. Neden ve Nasıl olabilir? Millet olarak bu yaşadığımız karanlık ve ihanetlerle dolu gün ve geceleri,  içimizde ki taşeron ve işbirlikçiler,  hatırlamamızı, hafızalarımızı tazelememize dahi izin vermediler. Bu nasıl bir şeydi ki? Bir devlet yaşadığı ihanetleri,  vatandaşı tarafından hatırlamasına, konuşulmasına ve zikredilmesine dahi müsaade edemiyor?  Devlet ve Milletimiz ilk defa kendisi ile buluşuyordu;  Devlet milleti ile barışıyordu; Hasretle beklenen ve özlenen şey hakikat oluyordu.  Devlet milleti ile birlikte kararlar alıyor ve birlikte hareket ediyordu. Küresel sistemin bu ülkede ki hesapları adına en büyük korkusu ve rüyası, gerçekleşiyordu; Devlet ve millet bütünlüğü. Küresel sistem ve taşeronları için hayat damarları bir bir tıkanıyor ve kesiliyordu.   Devlet ve Millet olarak; Ya Bir ve Beraber olacağız, Ya da Küresel sistem,  bizleri Bin yıl önce ki geldiğimiz yerlere sürmesine seyirci kalacağız. 300 yıllık planlarına ve hedeflerine sadece yardımcı olacaktık,  bir nevi!  Ya Var olacağız Çetin Anadolu topraklarında; Bir ve Beraber olmakla; Devlet ve Milleti Barışması, Bütünleşmesiyle! Ya da Yok olacağız!  Karar;  Devlet ve Millet olarak Bizlerin!

15 Temmuz Gecesi Ne Olmuştu?

Dünya,  Darbeler tarihine kabaca bir baktığımızda,  Küresel Güçlerin muktedir ve iktidar olmadıkları, kontrol ve denetimleri altına alamadıkları, bölge ve ülkelerde; Darbe, muhtıra,  post – modern darbe ve iç karışıklıkları, bazen dışarıdan desteklediklerini, bazen de doğrudan içinde olduklarını görebiliriz.  Peki neden?  Bir güç neden bir başka ülkede iç karışıklıklar ve darbe destekleyicisi olabilir ki?  Böyle bir kaostan ülkesi ve diğer paydaşları adına ne gibi bir kazanç planlanmaktadır? Küresel Güçler,  Dünyanın değişik ülke ve bölgelerinde ki bu darbeleri keyfi olarak mı yapmakta ve desteklemekteler? Yoksa! Başkaca bir hesap var mıdır? Bu darbelerin çok önceden bir hazırlık ve ön planlaması da oluyor mudur? Bir gece ansızın canımız sıkıldı,   şu ülkede gidip içerideki adamlarımız maharetiyle,  bir darbe yapalım şeklinde mi oluyordur? Herhalde böyle kolay bir şekilde değildir! Çok önceden bir planlaması ve stratejisi mutlaka bir yerlerde hazırlamakta ve servis edilmektedir, taşeronlarına ve işbirlikçilerine.  Küresel sistem,  darbe destekçiliği ve darbelerin doğrudan içinde olmasını sadece ve sadece kendi varlığını korumak ve bulunduğu küresel gücünü sürdürebilirlik adına yapmaktadır. Dünya’daki darbelere maruz kalan halklar olarak bizler bu gerçeği hiçbir zaman algılayamadık, tedbirler de alamadık.  Bizler, bir devlette iç karışıklık oluyor ve o ülkenin askerleri de düzeni sağlamak adına,  yani biz halkların refahı ve huzuru,  yönetime el koyduklarını zannediyorduk! Ne zamana kadar? Böyle olduğuna inandık ve inandırıldık?  15 Temmuz tarihinde ki karanlık ve uzun gecede,  içimizdeki taşeron ve işbirlikçiler maharetiyle sergilenen;  hain darbe, işgal ve küresel sisteme bu vatanı ve bu devleti teslim etme gerçeği ile yüzleşene kadar!

Peki, ne olmuştu 15 Temmuz tarihinde ki karanlık ve uzun gecede? Bu karanlık gecede bu devletin askeri elbisesini giymiş küresel güçlerin üniformalı taşeronları,   yine bu devletin ve bu milletin düşmanlarına karşı kullanılması için kendilerine teslim edilen silahları ve namlularını bu asil millete, hiçbir şekilde gözlerini kırpmadan doğrulttular ve kullanabildiler.  Nasıl olabilirdi? İnsanın aklı almıyordu! Bu milletin içinden çıkmış kendi evlatları, babasına, annesine, halasına, dayısına ve komşusuna silah sıkabiliyor ve hiç tereddüt göstermeden şehit edebiliyordu. Küresel güçlere, nasıl bir teslimiyetti, bu yaşadıklarımız? Bu nasıl bir emir ve komuta zinciriydi, Allah’ım? Anlamakta gerçekten zorlanıyorduk.   15 Temmuz karanlık ve uzun gecesi bir film gibi, fakat gerçeğin ta kendisini yaşıyorduk.  Yine de anlamakta, anlamlandırmak ve yorumlamakta zor anlar yaşıyorduk. Peki, hedef ne olabilirdi ki? Küresel güçler ve içimizde bizden olarak bildiklerimiz olan taşeron ve işbirlikçiler nereye varmak istiyorlardı? Aslında sormamız gereken soru ve cevaplar bu olmalıydı. 15 Temmuz gecesi bu devlet, bu vatan ve bu milleti tamamen küresel sisteme teslim etmek planlanmıştı.  Devlet ve millet olarak; Daha önce ki yaşamış olduğumuz darbeler, muhtıralar, post modern darbeler, e-muhtıralardan çok başka bir şeydi, 15 Temmuz karanlık ve uzun gecede yaşadıklarımız.

Anadolu, Ortadoğu, Ön Asya ve Afrika’da darbeler hiçbir saman bitmeyecektir. Peki,  Neden?  Küresel güçler neden bu topraklarda sürekli olarak bir darbe ve bir işgal girişimlerinde bulunuyorlar? Dünyanın tüm enerji ve petrol kaynakları bu bölgelerde bulunduğu için olabilir mi? Bu gün de,  Bir Kuşak ve Yol Projesi olan Yeni İpek Yolu ile 65 ülkenin kalkınma projelerini baltalamak ve denetimleri altına almak için olabilir mi?  Neden olmasın ki? Türkiye’de bu petrol, enerji ve yeni ipek yolu projesinin tam merkezinde ve köprü konumunda bulunduğu için olabilir mi, tüm bu yaşadıklarımız?  100 yıl önce bu bölgelere geldiklerinde de bölge halklarını çok sevdikleri ve düşündükleri için yine bu halkların hürriyet ve özgürlük mücadeleleri desteklemek için olduğuna inandırıldığımız gibi! Ne kadar safmışız! Bu saflığımızdan faydalanan küresel güçler, bir İmparatorluğun parçalanmasına ve milyonlarca da insanımız ölümlerine sebebiyet vermişlerdi.   İngiltere eski Başbakanı Churchill der ki; Türkiye ülkesinde ve bölgesinde, hiçbir zaman 85 kg olmamalıdır,  90 kg olursa 85’e indiririz, 80’e düşerse de 85’e mutlaka çıkarırız. Ne demek istiyordu ki kurt politikacı? Ne demek bu zikredilenler? Türkiye hiçbir şekil ve şartlarda ekonomik ve askeri olarak bölgesinde bir ‘GÜÇ’ olmamalıdır. Küresel sistemin arzu ettikleri bir format ve sadece kontrol edilebilir, yönetilebilir bir konumda kalmalıdır. Türkiye’de küresel sistemin arzu ettiğinin aksi olan her bir dönemde darbelere sürekli olarak maruz kaldık.

15 Temmuz 2016 tarihinde ki karanlık ve uzun gecede yaşamış olduğumuz hain darbe ve işgal girişimlerinin seneyi devriyesinde, Cumhurbaşkanlığımızın himayelerinde tüm Türkiye’de anma programları ve gecesi yapılacaktır.  Devlet ve millet olarak bu karanlık geceyi, unutmamalı ve gençlerimize de unutturmamalıyız.  Devlet olarak daha önceki yaşamış olduğumuz darbe ve darbe girişimlerini unuttuğumuz ve bizlere de planlı olarak unutturulduğu için sürekli olarak her on yılda bir tekrarlarını yaşamak zorunda kaldık. 15Temmuz karanlık gecede ki Şehitlerimize Allah’tan rahmet, gazilerimize şifalar, yakınlarına sabırlar ve milletimize de tekrar tekrar bir daha böyle karanlık gecelerin yaşanmaması adına geçmiş oldun dileklerimi sunarım. Milli şairimiz merhum Mehmet Akif’in dizelerinde ki  ‘’ Allah bir daha bu millete bir İstiklâl Marşı yazdırmasın!’’  veciz ifadelerinde olduğu gibi. Allah bu millete,  ne darbeleri,  ne muhtıraları, ne post modern darbeleri, ne e-muhtıraları   ne de 15 Temmuz gibi  karanlık  ve uzun bir  geceyi  bir daha yaşatsın!!  Amin..

 

Suriyelileri Toptan Gönderelim!

Küresel Sistem,  Dünya üzerinde ve özellikle de Orta Doğu bölgesinde ki 100 yıllık plan ve hesapları, hiçbir değişikliğe uğramaksızın devam etmektedir.  Bu planlarda sadece küçük değişiklikler ve ertelemeler olabilir. Fakat Küresel sistem bu planlarından hiçbir zaman vazgeçmediler.  100 yıllık planları çerçevesinde önce Tunus’ta meydana gelen Arap Baharı olayları ile liderler ve iktidarlar düşmeye, küresel sitemin arzu ettiği şekilde değişimler olmaya başlamıştı.  Küresel sistem, Tunus, Libya, Yemen ve Mısır da istedikleri değişimleri çok kolay bir şekilde yaptılar. Mısır biraz sıkıntılı olsa da yine de değişim kanlı bir darbe ile hedefine ulaştırıldı.   Mısır kanlı darbesini hatırlamayan dostlarımız için kabaca bir bilgi verelim.. Seçimle işbaşına gelen bir liderin tutuklanmasının akabinde, destekçilerinin meydanlarda demokrasi nöbeti tutmasına dahi tahammül edemeyen ve izin veremeyen darbe yönetimi,  meydanlarda bekleyen kendi vatandaşlarına, tanklar ve uçaksavarlarla mermi yağdırmaktan ve öldürmekten hiç çekinmediler..  Küresel sistemden aldıkları talimat bu yönde olduğu için..   Çünkü Küresel sistem ve işbirlikçilerinin tek bir hedefi ve ideali vardı; Bu bölgede,  100 yıllık plan dâhilinde ki devletlerin liderleri, idareleri ve sınırları mutlaka değişmeliydi.

Ne zaman ki Küresel sistemin 100 yıllık plan ve hesapları Suriye’ye geldi dayandı,  bir el Arap baharına bu bölgede dur dedi.  Arap Baharı,  bahar olmaktan çıkmış bölge devletleri ve halkları için kış, hatta dondurucu soğuklar esmeye başlamıştı..  Bir güç; Artık devam edemezsiniz, Buraya kadar!  Yeter, demek zorunda kaldılar!   Buraya kadar olan plan ve hesaplarına,  yüz binlerce masum insanın canından ve vatanından olmasına seyirci kalan, dünyanın ve bölgenin diğer güçleri, sıranın kendilerine doğru gelmekte olduğunun farkına varınca, Suriye’deki değişime,  yeter ve dur demek zorunda kaldılar. Yarın çok geç olabilirdi. Bu gün müdahale edilmesi gerekiyordu!

Suriye’deki gelişmeler,  Küresel sistemin plan ve talepleri doğrultusunda ilerlemeyince, Dünyanın her bir bölgesinden paralı askerlerin bu ülkeye taşınması suretiyle,  iç karışıklıklar ve iç çatışmalar kendini göstermeye başladı. Dünya küresel ve bölgesel güçleri, birbirleri ile karşı karşıya gelmekten çekindikleri için kendi kurmuş oldukları terör örgütleri üzerinden bir başka vatan toprağı olan Suriye’de kendi güçlerini denemeye başladılar. Bu örgütler mi?  DAEŞ olur, PKK olur, YPG olur, olur, YPJ olur, isimler hiç fark etmezdi yani!  Yeter ki kullanışlı olsunlar ve küresel sistemin emir ve talimatları doğrultusunda hedeflenen ülkelerde ki planlanan iç çatışmalar ve karışıklıkları meydana getirebilsinler ve bu örgütlerin konuşlandırıldığı ülke ve bölgeler sadece Dış müdahale için ortamı hazır hale gelebilsin!

 2011 yılında Suriye’deki bu olaylar ve çatışmalar nüksetmeye başlayınca; Dini,  Canı, Malı, Aklı, Namusu ve Nesil emniyetinin güvence de olmadığını düşünen Suriyeli vatandaşlarımız ülkemize akın etmeye başladılar.  Dünya üzerinde her bir mazlum milletin ve vatandaşın ülkesinde meydana gelebilecek her bir iç çatışmalar ve karışıklıklardan sonra,  güvenli bir yurt ve emin bir liman olarak gidebileceği Dünya üzerinde ki tek ülke sürekli olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milleti olmuştur. Dünya mazlum milletlerin bu asil millete ve devletimize olan güven duygusu ile ne kadar övünç duysak azdır, diye düşünüyorum.  

Suriyeli vatandaşlarımızın ülkemize ve şehrimize gelmesi ile birlikte sanayide ve diğer iş alanlarında istihdam edecek personel bulmakta zorluk çeken iş adamlarımız için de bir can simidi olmuştur.  Ülkesinde ki iç karışıklıklardan bizlere sığınan, bu insanların büyük bir kısmı zaten nitelikli iş gücüdür.  Konya göçmen bürosuna resmi olarak kayıtlı halen 130 bin, diğer şehirlerden de günlük göçler halinde olmak üzere toplam da 200 bin Suriyeli vatandaşımız ile birlikte bu şehirde yaşamaktayız.  Şikâyeti olan var mıdır? Sıkıntı yaşayanımız var mıdır? Olabilir ve olacaktır da! Olması kadar doğal bir şey de yoktur.  200 bin insanın içinde iyileri de kötüleri de tabii ki olacaktır. İstihbarat örgütleri ile irtibat halinde olan ve art niyetlerle gelenler de olabilir mi? Elbette ki olabilir! Toptancı mantığında bir yaklaşım tarzı doğru olmasa gerekir.  Bu vatandaşlarımızın hepsine kötü demek de doğru da değildir. İşinde gücünde olanları da ayrı tutmak gerekir. Şehrimizde halen tekstil sektöründe çalışan büyük bir iş gücü tamamen Suriyeli göçmen vatandaşlarımızdan oluşmaktadır. Devletimiz, Suriyeli vatandaşlarımızı toplumun her bir bölgesine ve şehirlere yayılması noktasında bir eksiklik ve hataları olmuş mudur?  Olmuştur. Şehirlerin belirli bir bölgelerine yerleştirilmeleri, denetim ve kontrolleri yapılabilir miydi? Yapılabilirdi.  Bu zikrettiğimiz şartlar yapılmadığı ve oluşmadığına göre, medeni bir insan gibi birlikte yaşamanın şartlarını ve kurallarını geliştirmek gerektiğinin, kanaatindeyim.

Suriye’deki iç çatışmalar ve karışıklıklardan dolayı güvenli bir liman ve emin bir millet olarak bizlere sığınan vatandaşlarımıza karşı son günlerde yapılanlara ne demelidir? Bu nasıl bir insanlıktır? Size sığınan insana zulmetmek! Ne farkımız kalır elin conisinden o zaman! Dün Irak ve Bosna’da neler yaşadıklarını ne çabuk unutuverdik?  Suriyelinin, Iraklının, Bosnalının veya Dünyanın bir başka bölgesindeki Mazlumların sığınabileceği güvenli bir liman Türkiye ve milletimizi, böyle bir sıkıntılı durum karşısında hangi devlet ve millet kucak açacaktır? Aklımızı başımıza alalım! Küresel sistem ve ülkemizdeki yabancı istihbarat örgütlerinin provokasyonları sonucu suç işleyen ve suça karışan göçmenler yüzünden, temiz bir duygu ve niyetlerle,  sadece canını ve namusunu korumak adına bizlere sığınan mazlumların da günahını almayalım? Farkında olmadan,  bu ülke ve millet, Anadolu diyarında rahat ve huzurlu bir şekilde yaşamanın zekâtını veriyordur, tüm Dünya Mazlum milletleri adına, Bilemiyorum…

Yarın, Çok Geç Olabilir!

Avrupa ülkeleri, Sanayileşme dönemine girdikleri 1800’lü yıllarda, çok büyük bir eksikliklerinin farkına varmışlardı. Sanayileşme girişimleri için kurdukları fabrika ve diğer alanlarda kullanılacak olan en büyük sorunları hammadde eksikliği ile karlı karşıya kaldılar. Hammadde kaynağının olduğu bölgelerde ise Osmanlı İmparatorluğu hâkim konumda bulunuyordu. Ne yapıp etmeli ve Osmanlı İmparatorluğu bir şekilde zayıflatılmalı, gerekirse parçalanmalı ve bu hammadde kaynaklarına ulaşmalarının önündeki en büyük engel bir şekilde ortadan kaldırılması gerekiyordu.   Osmanlı Payitahtında, 1839 tarihinde ki Tanzimat Fermanı öncesi, toplumda yaşanan tüm gerginlikler, sosyal olaylar ve kalkışmalar,  1876’ deki Islahat Fermanı,   1. ve 2. Meşrutiyet düzenlemeleri, Osmanlı idaresini zayıflatmak,  idareyi de kullanışlı hale getirebilmek adına ve bu hedeflere matuf olarak içeriyi kendi istekleri doğrultusunda tamamen bir tasarım ve bir dizayn girişimleridir.  Tüm bu planlı ve yavaş yavaş yapılan girişimler neticesinde, içerideki taşeron ve işbirlikçiler maharetiyle de Osmanlı İmparatorluğunun son Padişahı olan Abdülhamit Han bir şekilde hal edilmiş.. Milyonlarca masum insan canından olmuş, evlerini ve yurtlarını terk etmek zorunda kalmış..  Akabinde de 600 yıl Dünya’ya hükmetmiş olan kocaman bir devlet parça parça edilmiştir.  Kocaman bir İmparatorluğun parçalanması için girişimlerde bulunan tün bu taşeron ve işbirlikçiler ağababalarına olan hizmetlerinin karşılığını ne olarak almış olabilirler ki? Ağababaları neler vaat etmiş olabilir de böyle bir ihanetin içinde olmuşlardır? Bilemiyorum! Peki, Osmanlı bakiyesi olan,  tarihi, kültürel ve dini bağları gereği bölgenin abisi – hamisi konumundaki güzel ülkemiz Anadolu’da bu gün neler yaşanmaktadır?  200 yıl önce bu topraklarda yaşananlardan bir farkı var mıdır? Anadolu’da yaşayanlar olarak, tüm bu oyun ve ihanetlerden hiçbir zaman dersler almayacak mıyız? Küresel güçler uzun vadeli olarak planladıkları hedefler doğrultusunda,  içerideki işbirlikçiler vasıtasıyla, güzel ülkemiz ve bölgemizde, hiçbir sorun ve sıkıntı yaşamadan istedikleri gibi at koşturmaya devam mı etmelidir? Yoksa tüm bu yaşadıklarımıza bir DUR mu demeliyiz? Artık Yeter diyebilecek miyiz? Bu gün Yeter Artık demeyeceksek, bir daha ne zaman diyeceğiz? Bunun için bir daha fırsatımız olacak mıdır? Hiç sanmıyorum!

Daha dün sanayi imparatorluğunu kurmak adına bölgemizde ki kontrol ve hâkimiyet kurma girişimlerinde bulunan tüm küresel güçler,  bu gün de başka hesaplar peşindedir.  Aslında yaşananlar bir dejavudan mı ibarettir?  Sadece biz bölge halkları olarak anlamakta, algılamakta ve önlemler almakta mı gecikiyoruz? Tüm olanlar bunlardan mı ibarettir? Bu gün aynı güçler Dünya hâkimiyeti ve refahlarının devamı için en büyük eksikleri olan ‘Petrol ve Enerji’ kaynaklarına ulaşmak ve kontrol edebilmek adına 100 yıl önce ki girişimlerine aynen devam mı ediyorlar?  Bizler mi anlayamıyoruz? İçeride birbirimizle çekişmek ve günlük siyaset yapmaktan, Dünyayı ve bölgemizi okumaktan aciz bir durumda mıyız?   Bölgede güçlü ve büyük bir Türkiye tüm bu küresel güçlerin işlerine gelmemektedir.  Neden? Bölgedeki 100 yıllık planlarının devamına engel teşkil eden bir Türkiye ve Lideri bulunmaktadır.  Avrupa ülkelerine bakar mısınız?  Yok, efendim, Türkiye’de darbe olacakmış, ekonomik kriz çıkacakmış, mış mış mış! Dertleri ve işleri güçleri tamamen Türkiye ile uğraşmaktan ibaret! Acaba neden? Adamlara sormak gerekir. Başka bir işiniz gücünüz yok mu diye! Tabii ki yoktur! Tabii ki olamaz! Bu gidişle de olmayacak! Yaşamaları ve bu gün bulundukları konum ve güçlerinin devamı için bölgesinde zayıf bir Türkiye’nin olmasını arzu etmekteler.  Güçlü ve Büyük bir Türkiye tüm planlarını bozmaktadır; Tüm meselenin ve bu gün yaşadıklarımızın kabaca özeti budur!

Çok eski bir siyasetçinin şu ifadelerini küçükken duyduğumda hiç bir anlam verememiştim;  ‘’Evde Yangın varken, Ev yanıyorken, çatıdaki  – tavandaki fare ile uğraşılmaz!’’  Bizlere buradan bu güne matuf olarak neler ve ne gibi mesajlar anlatmaktadır? Türkiye Cumhuriyeti Devleti, içeride ki taşeron ve işbirlikçiler, dışarıdan da küresel sistem kurmuş oldukları terör örgütleri üzerinden yürütmekte oldukları kuşatma operasyonları devam ederken, içeride birbirimizle uğraşmanın – çekişmenin, günlük siyaset dedikodusu üretmenin, makam – mevki ve ihale – rant peşinde koşmanın kime ve kimlere ne gibi faydası olacaktır?  Küresel sitem zaten bugün de aynen bu yaşadıklarımızı arzu etmektedir. Her gün bir ilimiz ve ilçemizde yaşanan iç karışıklıklar neyin habercisi olabilir ki? Hani, bizlere bir fasık,  bir haber getirdiğinde,  araştırmadan, incelemeden, doğruluğuna kanaat getirmeden, bir kavme sataşırsanız, sonra da pişman olabilirsiniz, ilkesine uyacaktık!  Küresel sistem 100 yıllık planları çerçevesinde ki operasyonlarına durmaksızın devam ederken, bizlere içeriye bakın, boş verin bölgenizde yaşananları mı demek istiyor?  100 yıllardır hep iç sorunlarla uğraşmak ve boğuşmaktan,  bölgemizde dönen dolapları ne görebildik ne de bir çözüm üretebildik.  Gün,  BİR ve Beraber olmak günüdür. Gün,  Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında olduğu gibi Kenetlenmek günüdür. Gün, 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminin akabinde, tüm farklılıklarımızla Yenikapı’da olduğu gibi tüm Türkiye olarak Kardeş olmak günüdür. Yarın çok geç olabilir! Yarın bölgemizdeki parça parça edilen devlet ve milletler gibi bu günlerimizi özlem ve hasretle aramak zorunda kalabiliriz! Yarın belki de olmayabilir!

Anadolu’da Kavgalar Bitmeyecektir!

15 Temmuz hain darbe, işgal ve taşeron, işbirlikçiler maharetiyle bu asil devlet ve vatanın küresel sisteme teslim edilme girişimlerinin seneyi devriyesindeyiz. Allah bu asil millet ve devlete böyle karanlık gün ve geceyi bir daha yaşatmasın.  Peki, 15 Temmuz tarihinde ne oldu? 15 Temmuz karanlık gece de neler yaşandı?  Devlet ve millet olarak bir daha böyle bir gün ve gecenin yaşanmaması için geçtiğimiz bir yıl zarfında ne gibi tedbir ve önlemler alabildik? Devlet yönetimi olarak alınan ve alınmaya çalışılan tedbirler yeterli midir? Bir daha bu asil devlet ve millet, böyle bir ihanet ve hainlik yaşanmaz, diyebilir miyiz? Bu topraklar, Anadolu! Bu topraklar, Dünyanın merkezi! Bu topraklar, Dünyadaki tüm medeniyetlerin beşiği ve merkezi!  Bu topraklar,  Dünya Enerjinin merkez dağıtım üssü ve tam kavşak noktası! Bu topraklar da çıkar, tüm Dünya savaşları! Bu topraklarda, vatanı için canını feda etmekten çekinmeyen vatanperver evlatları ve vatanına ihanet etmekten çekinmeyen hainleri de bolca görebiliriz. Devlet ve millet olarak buna göre yaşamalı ve dikkatli de olmalıyız.

Anadolu kara parçasına hâkim olmak isteyen küresel sistemin bölgemizde ki ve tezgâhları hiçbir zaman bitmeyecektir. Yaşaması ve varlığını devam ettirebilmesi için bu topraklara ihtiyacı vardır. Ancak ve ancak hayat damarları da bu kara parçasında bulunmaktadır.  100 yıl önce olduğu gibi bir plan ve senaryo işletilmeye çalışılmaktadır. Bölgede ki 22 devletin parçalanması için plan yapanlar hedeflerine adım adım ulaşmaktadır.  Suriye bu hedefleri için son kaledir. Suriye’de planlarına uygun bir şekilde tamamen parçalanırsa bölgedeki hâkimiyetleri de süreklilik kazanacaktır.  Suriye’nin bölünmesi ve parçalanmasına müdahil olmaya çalışan bir Türkiye bu güçleri elbette ki rahatsız etmektedir.  Suriye’nin bölünmesi ve parçalanması planlarında ki masada ve sahada olan bir Türkiye ve liderinden elbette ki sıkıntı duyacaklardır.  Tüm mesele budur.

CHP’li bir milletvekilinin devletin sırlarını ifşa etmekten dolayı,  TBMM’deki üyeliği düşürülüyor ve yargı da 25 yıl gibi bir ceza almasına hükmediyor.  Yargının bağımsızlığından dem vuranlar, yüksek yargının vermiş olduğu bir kararı hem sorguluyor, hem beğenmiyor,  hem de ‘  Hak ve Adalet’ aramak için yollara düşüyor. Ben hiçbir şey anlamadım! Bu ülkede ne zamandan beridir ‘ Hak ve Adalet’ yollarda, meydanlarda, sokaklarda aranır hale geldi ki?  Kendi ifadeleri ile Türkiye Cumhuriyeti devleti,  bir kabile devleti midir veya bir muz devleti midir? Mademki Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir hukuk devletidir! Hak ve Adaleti nerelerde aramamız gerektiği de bellidir. Tüm vatandaşlarımız yargının vermiş olduğu kararları beğenmez ve yollara düşerse ne yapacağız?  Hedeflenen, böyle bir ortam mıdır?  Hedeflenen, Anadolu diyarında da Suriye ve Irak benzeri bir ortam için zemin mi hazırlanmaktadır? Hedeflenen, bir kaos ve bir iç karışıklık mıdır? Bilemiyorum, sadece soruyorum.

Ana muhalefet partisi liderinin başlatmış olduğu ve güya adı da ‘ Hak ve Adalet’ olan bir yürüyüşü,  nasıl Firavun ve Musa (as.)  dönemi ve hadisesi ile kıyaslayabilirsiniz?   Hz. Peygamber efendimizin Taif’de yaşadıkları ile nasıl bir tutabilirsiniz? Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır? Kendinizi, nereye ve kim yerine konumlandırıyorsunuz? Daha dün kendini;  Peygamber ve mehdi olduğunu iddia edenlerden ne farkınız kaldı ve bu kişilere nasıl kızabiliyordunuz? Hani, sizler çok demokrat, çok medeni ve çok da akılcı olduğunuzu ve sadece de akıl ile hareket ettiğinizi iddia ediyordunuz? Biraz, insaf! Biraz, izan! Biraz, tefekkür! Biraz,  tezekkür! Biraz da Samimiyet,   lütfen!

Bölgemizde çok büyük bir oyun ve tezgâh devam ederken, küresel güçler de sınırlarımızda ki terör örgütlerine olan lojistik ve diğer desteklerini de alenen devam ettirmekte olduğu bir zaman diliminde,  Ana muhalefet partisi liderinin başlatmış olduğu ve 20 gündür devam eden; ‘ Hak ve Adalet’ yürüyüşü neyin nesidir? Küresel güçlerin sınırlarımızda kurmaya çalıştıkları terör devletini perdelemek için yapılan bir girişim midir?  Bu devlet ve millet, 100 yıl önce bir hata yaptı;  masum gibi görünen ve başlayan bir yürüyüşle, milyonlarca masum vatan evlatları canını ve kocaman bir imparatorluğun da parçalanması ile bedelini ödedi. Artık bu devlet ve millet böyle bir bedel bir daha asla ödemeyecektir.   Bedeli ne olursa olsun, tüm ihanet girişimleri ve kalkışmalarına karşı, devlet olmanın ‘Otoriter’  yüzü ve gücü ile gereken şekilde ve gerektiği oranda da cevabı verecektir. Artık böyle biline… Tüm içerideki işbirlikçiler, taşeronlar ve onların destekçileri olan ağababaları, küresel sistemde bunu aynen böyle bilmelidir.