Eleştiri Kültürünü İçselleştirebilmek!

Eleştiri; Bir kurum veya bir kuruluşun yaptığı işleri, yatırım vb. hakkında, doğru veya yanlış olduğu ile ilgili olarak, bir gazete köşesinde, bir dergide veya günümüzde artan önemi ile sosyal medya üzerinden, olumlu ve yapıcı olarak yapılan bir fikir veya düşünce beyanıdır.   Birey olarak, gezdiğimiz yerlerde, gördüklerimiz ve kamuoyundan aldığımız bilgiler çerçevesinde, kamu idaresi ve kurumlarımızın yapmış olduğu işlerle ilgili olarak, eleştirel yazılar ve haberler de yapıyoruz. Buradaki amaç, sadece kamuoyunun doğru olarak bilgilenmesi ve kurumlarımızın da yapmakta olduğu işler ve yatırımlarla ilgili, kurum körlüğü oluşmaması adına,  bir üçüncü göz olarak, yapılmakta olan işle ilgili bir fikir veya düşünce beyanıdır. Yani eleştiride hedef yapıcı olmaktır; Yıkıcı olmamaktır. Yapıcı olan her bakış açısı ve düşünce, bireylerin,  toplumların ve kurumlarımızın gelişmesine de sebebiyet verir.

Yenilikçi düşünce ortamı, eleştiri kültürünü gerektirir. Eleştirinin olmadığı yerde, yenileşmeden ve rekabetten de söz edilemez. Bu nedenle eleştirel bakış açısı gelişmenin ve geliştirmenin de anahtarı olarak kabul etmeliyiz. Aslında yaratıcılığı ve yeniliği besleyen, eleştirel bakış ve eleştiri kültürünü desteklemek gerekir. Eleştirel düşünce ve ifadeler, gözlem ve bilgiye dayalı, sonuç ve çözüm odaklı olmalıdır.  Yoksa dayanaksız,  bilgi ve belge olmaksızın yapılan eleştirinin yapıcı olmasını beklemek de safdillik olur. Bizim kültürümüz de eleştirinin esası fiile yöneliktir; Fail ile uğraşılmaz. Failin, onuru, haysiyeti ve şahsiyeti kutsaldır. Asıl olan, failin yapmakta olduğu fiile yönelik bir fikir veya düşünce beyanıdır.  Fail ve failin özelliklerine yönelik eleştiriler çoğu kez dedikodu, suçlama, şikayet, saldırı,  dışlama vb. nitelikler taşır ve bunların bizim eleştiri kültürümüzde ve medeniyetimizde yeri ve değeri yoktur.

Eleştiri kültürü öncelikle aileden başlamalı;  Birey eleştiriye açık olmayı öncelikle ailesinden öğrenmelidir. Eğitim kurumlarımız da bu eleştiri altyapısının üstüne ilaveler ve eklemeler yapmalıdır. Eleştiri kültürünün verilmesi gereken en öncelikli kurumlarımızdan birisi de üniversitelerimiz olmalıdır. Birey, eleştiriye açık olmayı, eleştiri kültürünün,  bilimin ve gelişmenin beşiği, yuvası olarak kabul ettiğimiz üniversite kurumlarımızda öğrenmeli ve içselleştirmelidir. Eleştiriye açık olmayan, bir üniversite rektörü, bir fakülte dekanı, bir bölüm başkanı, bir yüksek okul müdürü veya diğer yöneticilerin olduğu bilimin beşiği ve merkezi üniversite eğitim kurumlarımızda,  geleceğimizin teminatı olan gençlerimiz, nasıl eleştiri kültürüne sahip olabilecektir. Eleştiri kültürünü içselleştirmesi gereken bir kurumda bu kavram, bu fiil neredeyse yasaklanmış, yok noktasında kabul edilmiş bir durum ve konumdadır.

Bir İletişimci ve gazeteci duyarlılığı çerçevesinde,  sürekli olarak vatandaşlarımızla ve iş adamı dostlarımızla şehrin genel durumu hakkında sohbet ediyoruz. Sohbetler genellikle de şehri idare edenler ve yapmakta oldukları işlere kadar gelmektedir. Şehri idare edenler tarafından, yapılan işler ve yatırımların yanlış olduğu veya gerçekten de yapılan bu işlerin doğruluğu, hatta gecikmiş bir yatırım veya bir iş olduğu da kamuoyundan sürekli olarak aldığımız geri bildirimlerdir.  Bir gazeteci ve iletişimci olarak bizler de bir kamu işi yapmakta olduğumuzun bilinci ile şehri yönetenlerin yapmış oldukları bu işler ve yatırımları kamuoyunun doğru ve şeffaf olarak bilgilendirmek ve aydınlatmak gibi bir görevimiz çerçevesinde,  bu bilgiler dâhilinde, bir köşe yazısı veya bir haber yapmaktayız. Yazmış olduğumuz bu  eleştirel  haber veya  köşe yazısından kaynaklı, vatandaşlarımız tarafından zannedilmesin ki tebrikler ve teşekküre boğulduğumuzu.. Kurum yöneticileri veya yandaşlarından aldığımız karşıt eleştiriler, hakarete varan ifadeler, kurum yöneticilerinin telefonlarımıza dahi bakmaması, diğer olumsuz davranış ve tutumlar da bu mesleğin bir sadakası olsa gerekir, diye düşünüyorum.

Bizim kültürümüzün ve medeniyetimizin temeli, yapılan iş ve fiille ilgili, olumlu ve yapıcı eleştiridir. Bizim kültürümüzde esas olan fiildir, fail değildir. Hz. Peygamber efendimiz bir iş yapacağı zaman, Ashab-ı Kiram hemen müdahalede bulunurlardı; Efendim, yapacağınız bu işle ilgili, kendi şahsi görüşünüz mü, yoksa bu konu hakkında Sonsuz Kudret Sahibi Hz. Allah’tan bir vahiy geldi mi, şeklinde… Hz. Peygamber efendimiz, şahsi görüşü olduğunu,  konu ile alakalı bir vahiy gelmediğini beyan ettiklerinde ise, Ashabı kiram hemen derler ki; Bu işin bu şekilde yapılması yanlış, şöyle şöyle olursa, yapılırsa daha doğru ve sonuç odaklı olacaktır, diye… Hz. Peygamber de siz kimsiniz, benden daha mı iyi bileceksiniz, ben bir peygamberim vb. ego, afra tafra yapmadan, Ashab-ı Kiramın dediği şekilde o işi yaparlardı. Acaba neden? Bizlere bu güne yönelik olarak bir şeyler mi demek istediler ki?  Günümüzün tüm yönetici, idareci ve başkanlarımıza, Hz. Peygamber efendimizin ve Ashabı kiram arasında, yapılacak olan bir işle ilgili yaşananların örnek ve rehber olabilmesi dileklerimle.

Büyük Şehir Yasasından BÜYÜK Türkiye’ye!

2012 yılında çıkan Büyük şehir yasası ile Türkiye genelinde nüfusu 2.000’nin altında ki tüm belediyeliklerin tüzel kişiliği iptal oldu. Bu belediyeliklerin de bulundukları ilçe hudutları içinde mahalle olarak devam etmesi uygun görülmüştü. Yasa ile nüfusu düşük olmasına rağmen, daha önceden kazanılmış haklar çerçevesinde, ilçelik hakkı bulunan tüm beldelerin de aynen devam etmesi yasa ile kararlaştırılmıştı. Yürürlüğe giren bu yasa ile Türkiye genelinde metropol ilçelerle birlikte tüzel kişiliği halen devam eden 971 ilçe belediyesi bulunmaktadır. Yine bu yasa ile sadece Konya ili sınırları çerçevesinde nüfusu 2.000’nin altında olduğu için belediye tüzel kişiliği düşen en az 200’e yakın belde teşkilatı da bulunmakta idi.  Yürürlüğe giren bu yasa ile belde teşkilatlarının kayıtlı tüm mal varlıkları tamamen büyük şehirlere devredilmiş oldu. Yine bu yasa ile personeller de kamu kurumlarının ihtiyaç durumlarına göre dağıtıldı.

2012 yılında çıkan 6360 sayılı yasayla, Büyük şehir belediye sınırları için yeni kıstaslar getirildi. Bu yasaya göre, Büyük şehir olma koşulu, nüfusun en az 750.000 olmasıdır. Yasa ile 29 büyük şehir belediyesinin mülki sınırları içinde kalan tüm köy ve belediyelerin kamu tüzel kişilikleri kaldırıldı. 29 büyük şehir belediyesinin bulunduğu İl’deki il özel idareleri de bu yasa çerçevesinde kaldırıldı. Mevzuatta İL özel idarelerine yapılan atıflar, bu kanun kapsamında tüzel kişiliği kaldırılan İL özel idareleri için ilgisine göre bakanlıklara, bakanlıkların bağlı veya ilgili kuruluşları ile bunların taşra teşkilatına, hazineye, valiliklere, büyük şehir belediyelerine ve bağlı kuruluşlarına veya ilçe belediyelerine yapılmış sayılacak. 6360 sayılı Yasa ile 3152 Sayılı İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’da yapılan değişiklik ile büyük şehir belediyesi bulunan İllerde valiye bağlı olarak ‘Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlıkları’ kuruldu. Kurulan bu başkanlık İl’deki; Kamu kurum ve kuruluşlarının yatırım ve hizmetlerinin etkin olarak yapılması, izlenmesi ve koordinasyonu.. Acil çağrı, afet ve acil yardım hizmetlerinin koordinasyonu ve yürütülmesi.. İl’in tanıtımı, gerektiğinde merkezi idarenin taşrada yapacağı yatırımların yapılması ve koordine edilmesi.. Temsil, tören, ödüllendirme ve protokol hizmetlerinin yürütülmesi.. İl’deki kamu kurum ve kuruluşlarına rehberlik edilmesi ve bunların denetlenmesi gibi görevleri de üstlenecektir.

6360 sayılı yasa çerçevesinde Konya Büyük şehir belediyemize bağlanan, metropol ilçelerimizle birlikte, toplamda 31 adet ilçe belediyesi bulunmaktadır. 31 ilçemizin büyük bir oranının nüfusu 10 binin altındadır. Mezkûr ilçelerimiz yatırım vb. çalışmaları kamudan aldıkları pay ile yapmalarına dahi imkân bulunmamaktadır. Konya Büyük şehir belediyemiz bu ilçelerde; Şehir konakları, parklar, bahçeler, kanalizasyon ve alt yapı yatırımları,  kültür merkezi vb. yatırımlar yapmaktadır. Bu ilçelerimizin zikredilen yatırımları hizmet süreleri olan 5 yıl zarfında yapmaları da imkan dahilinde değildir. Zaten 6360 sayılı yasa çerçevesinde bu ilçe başkanlıkları bulundukları yerlerde neredeyse hiçbir iş yapmamakta, sadece çöp toplamaktadır.  Yine bu yasa ile Konya Büyük şehir belediyesine bağlı olarak KOSKİ ve İtfaiye müdürlüklerinin de bu ilçelerde birer şubesi bulunmaktadır. 16 Nisan Anayasa değişiklik referandum çalışmaları dolayısıyla,  ziyaret etmekte olduğu ve büyük şehir bağlı olan tüm ilçelerimizde, Konya Büyük şehir belediye başkanı Tahir Akyürek,  yatırımları büyük şehir belediyesi tarafından tamamlanan işletmelerin hizmet açılışlarını da yapmaktadır. Geçtiğimiz günlerde; Ahırlı, Yalıhüyük ve Akören ilçelerinde açılışı yapılan hizmetler ve diğer ilçelerdeki yatırımlar bunun canlı örnekleridir. Konya Büyük şehir belediye başkanımız Tahir Akyürek ve ekibine, küçük ilçelerimizdeki yatırımlar, hizmetleri ve çalışmaları için teşekkürlerimi sunar, başarılar dilerim.

2012 yılında yayınlanan ve 31 Mart 2014 yerel seçimleri ile yürürlüğe giren, 6360 sayılı Büyük şehir yasasının başarılı olup olmayacağı noktasında ülkemizde çok büyük tartışmalar yapıldı. Bu tartışmaların büyük bir kısmında da örnek olarak Konya Büyük Şehir belediyesi gösterildi; İl sınırlarının genişliği ve uzaklığı emsal gösterilerek. Bu yasanın başarılı olamayacağı da sürekli olarak vurgulandı. Nüfusu 20 binin altındaki küçük ilçelerimizin,  gelirlerinin yetersizliği ve kamudan aldıkları payların düşük olması sebebiyle, Konya Büyük şehir belediyesi bu ilçelerde gerçekten çok ciddi oranda ve çok güzel yatırımlara imzasını attı. Bu hizmetlerde emeği geçen tüm ekip arkadaşlarını ve Tahir Akyürek başkanı kutlarım; Birilerinin bu yasadan kaynaklı başarısız olması yöndeki beklentilerini ve ümitlerini boşa çıkardıkları için…

Yeni, Güçlü ve Büyük Türkiye’yi kurmak ve Dünya ile her açıdan rekabet edebilmek için yasal düzenlemelerin yanında, yönetimsel noktada bazı değişikliklerin yapılması gerektiğini, buradan tüm yetkililere hatırlatmak isterim; Özellikle de yasa koyuculara… Küçük ilçelerimizdeki belediye başkanları,  siyasi kaygılar ve tekrar başkan seçilebilmek adına belediyenin ihtiyacı olmayan personel ile doldurmaktadır. Ülkemizde tüzel kişiliği bulunan 971 ilçe belediyesi bulunmaktadır ve bunların 369 adedinin nüfusu 20 binin altındadır. Zikrettiğimiz çerçevede bu ilçe başkanlıklarının yatırımlarını yapması, vatandaşlarımıza doğru ve etkin hizmet edebilmesi de mümkün değildir. Nüfusu 20 binin altındaki 369 ilçemizin de yeni bir yasal düzenleme çerçevesinde tüzel kişiliklerinin iptal edilmesi ve büyük şehirlere bağlanması gerekir, diye düşünüyorum; Büyük ve Güçlü Türkiyeyi Yeniden kurabilmek adına… Büyükş ehir yasası çerçevesinde tüzel kişilikleri iptal edilecek olan ilçelerdeki tüm personel kamu kurumlarına dağıtılmak suretiyle de devletimiz büyük bir yükten de kurtulacaktır. Büyük şehir bu ilçelerde birkaç personel ile hizmetlerine daha etkin bir şekilde devam edebilecektir;  31 Mart 2014 tarihinden bu günlere kadar yapılmakta olduğu gibi…

 

Avrupa  Diktatör diyorsa?

Avrupa’nın çok medeni ülkeleri ve liderlerinin Dünya hegemonyaları adına beğenmedikleri bir durum karşısında başvuracakları tek yok ve sistem, o bölgede ve ülkelerde bir zulüm olduğundan veya bir diktatörün varlığından dem vurmaya başlarlar. Tüm Dünya milletlerini de buna inandırmak için her yola başvurmaktan da çekinmezler. Günümüzde yaşadıklarımıza bir de bu pencereden bakmayı tavsiye ederim.

Diktatör, Latince ‘dictatura’ kelimesinden türemiş, yönetimde mutlak güç ve egemenliğin sahibi olan lider anlamına gelmektedir.  Latince ‘emir veren’ manasına gelir. Türk Dil Kurumu’na göre ise diktatör, bütün siyasi yetkileri kendinde toplamış kimseye denir. Yani diktatörlük, devletinin yönetim şeklinin tek bir kişinin elinde olmasıdır. Diktatörlük bir yönetim şeklidir. Tarihten günümüze pek çok devlette ortaya çıkmıştır. Yönetime bir şekilde gelen liderler (darbe, cunta, vesayet vb.) bu yönetimi güçlendirmek için ellerinden geleni yaparlar ve yıkılmaması için her türlü yolu başvurabilirler.

Diktatörlük, Roma İmparatorluğu’nda ortaya çıkmış bir yönetim şeklidir.  Julius Sezar tarihteki ilk diktatördür. Roma senatosu kendisine Savaş ortamında Cumhuriyeti yönetmesi için görev vermiş ve diktatörlük bu şekilde ortaya çıkmıştır. Çünkü o zamanlar Diktatör, Roma Cumhuriyeti’nde, senatonun belli bir süreliğine tüm yönetim erkini hâkim tutmaya deniyordu.

Diktatörlük çok çeşitli kollara ayrılabilir. Çok sert diktatörler olduğu gibi daha yumuşak düzlemde olanlarda bulunmuştur. İdeolojik anlamda diktatörlük, bulunduğu devlet yönetiminin hiçbir şekilde devrilmemesi ve devletin bu ideoloji yoluyla yönetilmesi şeklinde dizayn edilmiş bir yönetim şeklidir; Nazi Almanya’sı gibi. Çünkü Nazi Almanya’sında ideoloji esas olmuştur. Rus ve Sovyet cumhuriyetlerinde ortaya çıkan diktatörlük ise totaliter diktatörlük vb. Yani devlet düzeninin hiçbir şekilde değiştirilmesi üzerine gerçekleşmiştir. Bu tarz gerçekleşen diktatörlükte özellikle Stalin döneminde muhalif olarak görülen kimseler sürekli idam edilmiş ve sürgüne gönderilmiştir.  Ilımlı diktatörlük ise kendi yönetimini ılımlı şekilde kullanan ve halkın genelde bu yönetimden memnun olduğu diktatörlük şeklidir.  Tito ve Çavuşesku vb. örnekler bu şekilde kayda geçmiştir.

Dünya siyasetinde, son yüzyıla kabaca bir baktığımızda, küresel sistem ve emperyalist devletler, kontrol edemedikleri ve yönetime müdahalede bulunamadıkları ülkelerde sürekli olarak ‘diktatör’ yalanı ile saldırıya geçmişlerdir. Bunun en güzel ve canlı örneği de Sultan Abdülhamit Han’dır. Sultan Abdülhamit Han,  yaşadığı dönemdeki tüm küresel oyuncular ve emperyalistler, bölgemiz üzerindeki parçalama oyunlarını bozma çalışmaları karşısında dünya kamuoyunu aldatmak ve yönlendirmek için ellerinde tuttukları medya desteği ile diktatör olarak yaygara ve iftiralara başlamışladır. İçeriden de işbirlikçiler ve taşeronlar vasıtası ile de Dünya kamuoyu bu yalana inandırılmıştır; Ne zamana kadar? bad-el harab-ül basra; Osmanlı İmparatorluğu parçalandıktan, ülkeleri, hanümanları parça parça olduktan sonra…

Medeni dünya devletleri ve Avrupa’nın liderlerine bakar mısınız; Ülkemizdeki Anayasa değişiklik referandum sürecindeki tutum ve hallerine.. Bu nasıl demokrasi anlayışı ve kültürüdür? Bir ülkenin iç işlerine karışmak? Hem de Seçimlere müdahalede bulunmak? Terör suçundan aranmakta olan, ülkemizin yetkili kurumları tarafından isim listeleri verilenlere karşı da çok munis olmak, kucaklarını açmak, meydanlarını devletimizin bakanlarına açamayanlar, bu örgüt üyelerine açmasını…

Bu gün yaşananlara bakar mısınız?  Halk tarafından seçilmiş ilk Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a karşı; Tüm Dünya, tüm küresel sistem, tüm emperyalistler ve Avrupa’nın medeni ülkeleri, kontrollerinden çıkmaya başlayan ve yönetime müdahalede bulunamadıkları ülkemize karşı bir diktatör yalanı ve iftirasıdır gidiyor. 100 yıllardır sürekli kontrol ettikleri ve yönetime müdahalede bulundukları ülkemiz ellerinden kaymaya başlayınca ne yapacaklarını şaşırdılar. Ellerindeki tek malzeme olan diktatör yalanı ve iftirasına başvurmaktan başka… Suriye, Irak, Mısır, Libya, Yemen, Fas ve Tunus vb. ülkelerini de bu şekilde parçalamadılar mı? Daha bölgemizde parçalamayı ve yutmayı planladıkları kaç ülke ve millet vardır? Adamlar bölgemizdeki 22 ülkenin idari ve siyasi yapılarının değişeceğini sürekli olarak neden vurgulamaktalar?  Avrupalı  tüm devletler ve liderleri, eğer bir ülke ve bir lider için; Diktatör yaygarası, kara propagandası  yapıyorsa bir kez daha, hatta çok kez  defa tefekkür etmek gerekir, diye düşünüyorum. 

Milletin Vekili mi? Yoksa…

Ülkemizde ilkokul mezunu olan 25 yaşını doldurmuş, askerlik ilişkisi bulunmayan, her Türk vatandaşı milletvekili seçilebilmektedir. Milletvekillerinin görevlerini icra ettikleri Türkiye Büyük Millet Meclisinde halen 550 milletvekili bulunmaktadır. 16 Nisan tarihinde yapılacak olan Anayasa değişikliği,  Cumhurbaşkanlığı Hükumet sistemi, referandumda milletvekili sayısı 600 ve seçilme yaşı da 18 olarak belirlenmiştir.

Milletvekilleri seçilmeleri ardından görevlerini icra etmeye başlamadan önce Meclis kürsüsünde; “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma.. Hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma..  Toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim”  şeklinde yemin etmektedir.

Milletvekili Görevleri; Anayasamızda milletvekili görevleri ya da yetkileri diye bir bölüm bulunmamaktadır. Ancak milletvekili görevleri ve yetkileri meclisin görev ve yetkileri bölümünde detaylı bir şekilde ele alınmıştır. Milletvekillerinin temel vazifeleri ve yetkileri şunlardır;  Kanun koymak, değiştirmek veya kaldırmak. Bakanlar Kurulunu ve Bakanları denetlemek.  Bakanlar Kuruluna belli bazı konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek. Bütçe ve kesin hesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek. Para basılmasına karar vermek. Savaş ilanına karar vermek. Milletler arası antlaşmaların onaylanmasını onaylamak. TBMM’nin üye tam sayısının beşte üçlük çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilanına karar vermek. Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmek.

Yukarıda ana hatlarını çizmeye çalıştığım Milletvekili kimdir ve milleti adına ne gibi işler yapmaktadır?  Halkın içinden çıkan ve halkla bir ve beraber olması gereken, halkın sorunlarını TBMM’de, Bakanlıklarda,  diğer kurum ve kuruluşlarda çözmek için çalışması ve mesai harcamasını beklediğimiz vekiller gerçekten bu şekilde mi çalışmaktadır? Vatandaştan kaçan, vatandaşın sorunlarına bigane bir milletvekili acaba kimin vekili olabilir ki? Vatandaş bir iş sürecek diye milletvekillini hafakanlar basan,  seçim sürecinde kullanmakta olduğu, meydanlarda 24 saat telefonun açık olduğunu vurgulayan ve daha sonra da Ankara’ya gidince telefon numaralarını değiştiren, bir daha nasıl olsa vatandaşa gitmeyecek bir milletvekili,  sizce milletin vekili midir? Yoksa Milletvekili seçim süreci ve daha sonraki süreçte kendilerine sürekli olarak madden ve manen destek olan, finansal desteklerini de esirgemeyen, Ankara’da Bakanlık düzeyinde iş adamlarının işleri için canla başla koşturan bir milletvekili, bir iş adamı grubunun, bir derneğin, bir vakfın, bir kişinin veya bir sermaye grubunun vekili midir?  Sokakta gördüğü, en küçüğünden en büyüğüne kadar tüm vatandaşlarımızdan ‘DUA’ talep eden Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı numune-i timsal almaları gerekenler, acaba kimleri kendilerine örnek almakta ve vatandaşlarımızın duasına ihtiyacı olmayan vekillerimiz? Yapılanları gördükçe, başka arkadaşlardan da aynı sitemleri duydukça, bir iletişimci ve gazeteci duyarlılığı çerçevesinde, sorgulamaktan kendimi alamıyorum.

16 Nisan tarihinde yapılacak olan Anayasa değişiklik referandum süreci ile Cumhurbaşkanlığı hükumet- yürütme sistemi de oylanacaktır. Evet, çıkması halinde TBMM’den güvenoyu alarak kurulan hükumet ve Bakanlar Kurulu sisteminin yerine tamamen teknokrat nitelikli bir hükumet ve yürütme sistemi ile karşı karşıya kalacağız. Milletvekilleri asli görevleri olan sadece kanun yapmakla yükümlü olacaklar. Vatandaş artık milletvekilline işi düşmeyecektir. Vatandaş artık milletvekili telefonlarıma çıkmıyor şeklinde sızlanmayacaktır. Vatandaş artık şu işimi, şu vekil dikkate dahi almadı demeyecektir. Milletvekilleri artık icra ile yürütme ile işleri olmayacaktır. Sadece ve sadece asli işleri olan yasa yapacaklardır. Devlet ve milleti ile barışık olan, her daim vatandaşın yanında ve milletin içinde olan Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde bir yürütme,  bir hükumet ve bir icra olacaktır. Vatandaş derdini, sıkıntılarını her daim yanında hissettiği, kendisinden bildiği ve güvendiği,  her zaman kolay bir şekilde erişebildiği, hükumet ve yürütmenin başı konumundaki lideri,  halk tarafından ilk defa seçilen Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a ulaşabilecek ve sorunlarını da çözüme kavuşturacaktır.

Hakkı Gökbel’in ‘PRENSLERİ’ Nerede?

Selçuk Üniversitesi;  11 Nisan 1975’te yürürlüğe giren ‘4 Üniversitenin Kurulması ile İlgili 1873 Sayılı Kanunla’ öngörülmüş ve bu kanuna istinaden kurulmuştur. 1976 –  1977 eğitim – öğretim yılında Fen Fakültesi ve Edebiyat Fakültesi olmak üzere 2 fakülte, 7 bölüm, 327 öğrenci ve 2 kadrolu öğretim üyesi ile faaliyete geçen ve 1982 yılına kadar kayda değer bir gelişme gösterememiştir. Bu gün bünyesinde;  21 fakülte, 6 enstitü, 6 yüksek okul, 22 meslek yüksek okulu, 1 devlet konservatuvarı bulunan Selçuk Üniversitesi; 3 bini aşkın öğretim elemanı, 5 bin idari kadrosu ve 70.000’i aşkın öğrencisi ile Türkiye’nin en büyük yüksek öğrenim ve eğitim kuruları arasında yer almaktadır.

2011 yılındaki Selçuk Üniversitesi rektörlük seçimi öncesinde yaşananları, kurumda çalışan tüm öğretim elemanları, idari kadrosu ve ilgili kamuoyu yakinen bilmektedir. 2009 yılında eski rektörün gözaltına alınması ile üniversite içinde ve Konya Kamuoyunda rektörlük süreci hızlanmıştır. Hakkı Gökbel’in Selçuk Üniversitesi rektörü olabilmesi ve desteklenmesine mukabil, o tarihlerde gözaltındaki bulunan rektörün, 6 aylık süresi dolmasına birkaç gün kala serbest bırakılması, pazarlıklarını da sürece dâhil olan herkesin malumudur. 2011 yılında rektörlük seçimlerinin akabinde, rektör adaylarından en fazla oyu alan Hakkı Gökbel rektör ve ikinci sırada oy alan ve bu gün halen rektör olan Mustafa Şahin hoca, rektör yardımcısı olarak atanmıştır.

selcuk-univ.1.jpg

Mustafa Şahin, 15 Temmuz sürecinden önce ve sonraki süreçte basın ve özel açıklamalarında,  FETÖ yapılanmasının merkez üssünün Konya ve Selçuk Üniversitesi olduğunu vurgulamıştı.  İhraç ettiği eski rektörün yanında 4 sene Rektör Yardımcılığı görevini yapmış ve gözlemleri ile de tüm üniversiteye hakim olmuştu. Benim gördüklerim, benim yaşadıklarım, kim kiminle oturdu, kim kiminle kalktı, kim hangi fiilin içinde oldu, hepsini biliyorum. Görevi devraldığım 6 aylık sürede geniş kapsamlı, çok detaylı araştırmalar yaptık. Akademisyeninden, taşeron işçisine kadar, kim nerede, ne iş yapmış? Hepsini çıkardım, hatta birçoğunu listeler halinde çantamda taşıyorum. Lüzumu halinde her an ortaya koyabilirim. Üniversitemizde 3 bin civarında akademisyen çalışıyor; Bu akademisyenlerin yaklaşık üçte birinin de FETÖ ile bağlantılı olduğunu düşünüyoruz. Gazetecilere yaptığı açıklamalarda, Ne diyor rektör Mustafa Şahin;   Yüksek öğrenim açısından paralel yapılanmanın merkez üslerinden birinin Konya ve Selçuk Üniversitesi olduğunu, 3 bin civarındaki akademisyeninden üçte birinin de FETÖ ile bağlantılı olduğunu; Rektör Şahin bu demeçleri verirken kendinden oldukça da emin görünüyordu.

konya-selcuk-universitesi1.jpg

Hakkı Gökbel hocanın rektörlük yaptığı süreçte, kendisine ve düşünce yapısına yakın olmayan, hiçbir akademisyen ve idari kadro terfi alamamıştır? Neden? Üniversitelerdeki uygulamalardan bildiğimiz kadarı ile Yard. Doç, Doçent ve Profesör kadrolarına atamalar yapılırken,  yetki tamamen rektörün inisiyatifindedir. Kendilerine ve düşünce yapılarına yakın olmayan hiçbir akademisyen zikrettiğimiz kadrolara atanamamış, kadro alamamış ve hatta soruşturmalarla sindirilmeye çalışılmıştır.  Günü dolan ve zikredilen kadroyu hak eden, kendilerine yakın olmayan hocalar sürekli olarak göz ardı edilmiş veya ertelenmiştir.  Bu süreçte hakları yenen veya yok sayılan mağdur durumda olan çok akademisyen hocamız da mevcuttur.

Dünya ve bölgemiz yeniden bir paylaşım ve yapılanma sürecine girdiği şu kritik dönemde, Selçuk Üniversitesindeki zikretmeye çalıştığımız çerçevede görevlerine halen devam etmekte olan kripto fakülte yöneticileri,  akademisyenler, idari kadro ve taşeron elemanlar neler yapmaktadır? 70 binin üzerinde öğrencisi bulunan ve toplamda 100 bin kişilik büyük bir aile olan Selçuk Üniversitesindeki kripto yöneticiler tarafından korunan kişiler,  Anayasa referandum sürecinde ‘Hayır’ çıkması için bulundukları makamın gücünden kaynaklı çalışmalar yapmakta mıdır? Öğrenci ve personel üzerinde mobbing vb. uygulamaları var mıdır?  Geçtiğimiz hafta sonu; Galatasaray Spor Kulübünün genel kurulundaki yaşananları da  yukarıda zikretmeye çalıştığım  çerçevede buradan hatırlatmak isterim.

Türkiye, ’Prens’ kavramı ile biliyorsunuz, rahmetli Özal ile tanıştı; Amerika’dan ithal, hiçbir tecrübe ve deneyime sahip olmayan, üst kademelere getirip yerleştirdiği yöneticilere verilen bir sıfattır. 2011 yılında seçimle ve pazarlıklar sonucu rektör olan Hakkı Gökbel hocanın rektörlük döneminde, birlikte çalıştığı ve her daim bir – beraber olduğu ‘Prensleri’ bu gün neredeler?  Halen; Dekan, dekan yardımcısı, bölüm başkanı ve yüksek okul müdürü vb. görevlerine devam edenler, bu görevlere yeni ve yeniden atanacak olan ‘Prensler’ var mıdır? Ülkemizin 17 /25 Aralık süreci,  diğer yaşadıklarımız ve özellikle de 15 Temmuz hiç yaşanmamış gibi ‘Prensler’ halen görevlerine devam etmekteler midir? Mustafa Şahin hocama sadece soruyorum.  Hocanın kendi açıklamaları çerçevesinde, 3 binin üzerinde akademisyeni bulunan ve bu rakamın 1000 adedinin de FETÖ bağlantılarını tespit ettiğini kendi açıklamalarında vurgulayan,  üniversiteden 109 civarında FETÖ’den görevden aldığı, geriye kalan,  yani 891 kişinin de ne olduğunu, halen fakülte yönetimi ve idari görevlerine devam etmekteler midir? Bir İletişimci ve gazeteci duyarlılığı çerçevesinde, Mustafa Şahin hocamın kendi açıklamaları muvacehesinde,  sadece ve sadece kamuoyunun dikkatleri ve gerçekleri de öğrenebilmesi, milletimizin birliği – beraberliği – kardeşliği,  16 Nisan Anayasa değişikliği, güçlü yürütme Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi referandum sürecinde, ülkemizin ve bölgemizin geleceği adına sadece soruyorum.

CUMHURBAŞKANI; HALKLA İLİŞKİLER TANIMINI DEĞİŞTİRİYOR!

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, siyasete atıldığı tarihten itibaren, tüm söylemleri ve eylemleri ile farklı bir lider, farklı bir siyasi figür ve çok farklı bir devlet adamı olduğunu sergilemektedir. Dünya liderleri ve halkları da bu duruşu sadece seyretmektedir.  Küresel sistem ve Dünyanın emperyalist ülkeleri de Türkiye’de alışık olmadıkları bu durum karşısında ne yapacaklarını da bilememektedir. Daha düne kadar, ülkemizde, karşılarında ne derlerse sadece onaylayan bir lider, bir siyaset ve devlet adamını bekledikleri için de sukut-u hayale uğramaktalar. Sayın Cumhurbaşkanımız, Kadim medeniyetimiz ve üstü örtülen, tozlanan ve bu günlere kadar görmezden gelinen, tüm Dünya’ya ihraç eder durumdan ithalatçı konuma geçmiş olduğumuz tüm insani değerler, sosyal,  bilimsel, yönetim ve siyasi paradigmaları yerinden oynatmaktadır.

Geçtiğimiz günlerde, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın davetlisi olarak, Anadolu Basını sorunlarını istişare toplantısında, tüm Türkiye’deki Yerel – Yerli ve Milli basın olarak,  Cumhurbaşkanlığı Külliyesindeydik. Milletin Külliyesinde, neredeyse her gün, toplumun tüm farklı katmanlarından kitleler davet edilmektedir. Türkiye genelinden şu ana kadar 16 bin muhtarımız milletin külliyesinde en güzel şekilde karşılanmış, büyük devlete ve büyük lidere yakışır bir şekilde ağırlanmış, ikramlarda bulunulmuş ve hediyelerle de memleketlerine uğurlanmışlardır. 

Sayın Cumhurbaşkanı; ‘Yerel basının öneminden ve desteklemesi gerektiğinden dem vurdular. Yerel basının, yerli ve milli duruşunu bu ülke Kurtuluş savaşı yıllarında, darbe yıllarından ve 15 Temmuz hain işgal denemesinden biliyoruz.  Yerel basının gücü demokrasinin gücünü gösterir. Bunun için yerel basının gücünü öyle reytingle, tirajla ölçmek doğru değildir. Orada kemiyetten çok keyfiyet vardır. Kamu ilanlarının da dağıtımında yine Anadolu basınını koruyacak, kollayacak yöntemlerin geliştirilmesini faydalı görüyorum.  15 Temmuz gecesi pek çok yerel yerde, özellikle medyamızın, yerel medyamızın ortak platform oluşturarak darbecilere karşı yayın yapmalarını asla unutamam, unutmayacağız. Marmaris’te ilk verdiğim ancak teknik aksaklıklar sebebiyle ulusal medyada yer alamayan konuşmamı sınırlı imkânlarınıza rağmen sizler milletimize ulaştırdınız. O gece darbecilerin gerçek yüzlerinin deşifre edilerek, milletimizin istiklaline ve istikbaline sahip çıkmasında Anadolu medyasının çok önemli hizmetlerinin geçtiğini biliyorum. Demokrasi nöbetleri bitene kadar devam eden bu omurgalı tavrınız için de her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum’ ifadelerinde bulundu.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın 2014 tarihinde Halk tarafından seçilmiş ilk Cumhurbaşkanımız olması sebebiyle de devlet kademesinde eski uygulamalara çok da alışık olmadığımız durumlara şahit olmaktayız. Devletimizin tüm kurumları, tüm yönetim kademesi ve bürokratları da bu değişikliğe uğramışlardır. Devlet,  Milleti ile artık bütünleşmiştir. Ağrı’nın bir köyünden kalkıp gelen vatandaş artık Milletin saraylarında ağırlanmaktadır. Hem de olması gereken en üst düzeyde, büyük devlete yakışır bir şekilde. Önceden mümkün mü, bu yaşananları ve uygulamaları tahayyül dahi edebilmek? Asla…

1852334748854.jpg

Sayın Cumhurbaşkanımızın Halkla İlişkiler Departmanındaki tüm çalışma ekibini de tebrik ederim. Halkla İlişkiler tanımı ve pratiğini değiştirmişlerdir. Dünyadan ithal ettiğimiz İletişim ve Halkla İlişkiler bilimi, uygulamaları, artık Dünya Liderleri ve bilim çevreleri de Sayın Cumhurbaşkanımız ve ekibinden yeniden farklı bir şekilde öğrenmektedir. Bizim medeniyetimiz gülümsemenin karşı tarafa sadaka olduğunu bilen bir kültürden gelmektedir. Kodlarımıza, özümüze yeniden dönmekteyiz. Dünya bunu anlayamamaktadır.  Halkla İlişkiler Nedir / Ne değildir? Halkla ilişkiler, bir yönetim fonksiyonudur. Halkla ilişkiler, bir kurum ya da kişilerin itibar yönetimidir. Halkla ilişkiler, kurumların, markaların ve kişilerin aynasıdır. Halkla ilişkiler, bir iletişim sürecidir,  bütünsellik taşır. Halkla ilişkiler,  dün, bugün ve gelecek üzerine kurulur. Bu nedenle bugünü kurtarma amaçlı değildir, süreklilik gerektirir. Halkla ilişkiler, sadece basınla ilişkiler değildir. Halkla ilişkiler reklam değildir. Halkla ilişkiler uzun vadede imaj oluşturup kurum kimliğini, marka bilinirliğini pekiştirir. Halkla İlişkiler; İngilizce Public Relations (PR)  olan deyimin Türkçeye çevirisinde saklı gibi görünmektedir. Public – Halk, kamu anlamına gelmektedir.  Halk; Aynı ülkede oturan ve ortak menfaatlerle birbirlerine bağlı kişilerin, bireylerin tümü olarak tanımlanmaktadır.

Sayın Cumhurbaşkanımız, tüm eylem ve söylemleri ile farklı bir devlet adamı olduğundan dem vurmuştum.  Sosyal bilim ve toplum mühendisliği kavramlarının yeniden tanımlanmasına vesile olmaktadır. Dünya bu kavramları, pratik şekli ile yeniden bizlerden öğrenmektedir. Daha düne kadar ithal etmekte olduğumuz tüm sosyal ve beşeri bilimleri, kavramları bizden, bizim medeniyetimiz vasıtası ile yeniden tanımlanmaya başlanmıştır.  Devlet kademelerindeki tüm bürokratlarımız da Sayın Cumhurbaşkanımızın devlet yönetim – liderlik ve milleti ile olan bütünleşmesini kendilerine numune-i timsal almalıdırlar. Büyük devlet ancak bu şekilde olabiliriz. Ancak Devlet ve millet bütünleşmesiyle başarabiliriz. Sayın Cumhurbaşkanımız bunu da en iyi uygulayan ve başaran bir lider ve devlet adamıdır. Tüm Cumhurbaşkanlığı çalışma ekibine ve tüm devlet kademelerindeki bürokratlarımıza, devlet – millet bütünleşmesi hedefleri doğrultusunda  Sayın Cumhurbaşkanımızın halkla ilişkiler çalışmalarını örnek almaları dileklerimle.

MERAM FEN LİSESİ, YETKİLİLERDEN, İLGİ BEKLİYOR!

Meram Fen Lisesi, 1989–1990 eğitim öğretim yılında açıldı.  Aynı zamanda Türkiye’de 5. olarak açılan Fen Liseleri arasında yerini almaktadır. Açıldığı tarihlerde 120 öğrencisi ile birlikte tamamen yatılı olarak eğitim ve öğretimine devam etti. Daha sonra artan talep ve değişen şartlar çerçevesinde, çevre illerden gelen ve yatılı olarak kalan 160 ve diğer öğrencilerle birlikte toplam da 400 öğrencisi bulunmaktadır. Konya Valiliğinin 23.03.1989 tarihli yazısı ile de ismi Konya Meram Fen Lisesi olarak değiştirilmiştir.  Konya Meram Fen Lisesi açıldığı tarihten itibaren,  önceden ÖSS ve ÖYS olan, daha sonraları da YGS ve LYS olarak ismi değişen üniversite sınavlarında Türkiye dereceleri olan bir eğitim kurumdur.  Konya Meram Fen Lisesi yapmış olduğu bu derecelerle de Türkiye’deki Fen Liseleri arasında marka değeri olan ve şehrimize de değer katan bir eğitim kurumudur. Konya Meram Fen Lisesi aynı zamanda Devlet Fen Liseleri arasında üniversite yerleştirmedeki başarı ve okul giriş puan ortalaması olarak da Türkiye sıralamasında ilk 5’in içinde bir eğitim kurumudur.

Konya Meram Fen Lisesi, 1989 yılları Türkiye’sinin bulunduğu ekonomik ve sosyal şartları gereği, konum ve bina olarak çok iyi bir durumdadır. Bu gün ise Okulun konumu mutlaka değiştirilmeli, eğitim, laboratuvar ve pansiyon Binaları da yenilenmelidir. Özellikle yatılı olarak kalmakta olan 160 öğrencinin bulunduğu bina ve iç düzenlemeler – dekorasyonları da çok iyi bir durumda değildir. Türkiye’de eğitim ve başarı sıralaması olan bir eğitim kurumumuzun ve eğitimde Konya’ya da marka değeri katan bir kuruma bina ve lojistik olarak yenilenme ve başka bir yere taşınması noktasında dikkate alınmalıdır.  Konya Meram Fen Lisesi, Dünyada ve ülkemizdeki eğitim noktasındaki gelişmelerle kıyaslandığında teknik donanım olarak bu gün çok geri plandadır. Türkiye ve Dünya ile rekabet edecek çocuklarımızın yetiştirmesini beklediğimiz bu okulda laboratuvar vb. noktasında da 1989’daki teknik ve laboratuvar şartları ile devam etmektedir.  Acilen bu konuda da bir iyileştirme yapılmalıdır, diye düşünüyorum.

meram-fen1.jpg

Konya Meram Fen Lisesi eğitim kadrosunda bulunan öğretmenlerimiz de ayrıcalıklı bir okulda ve bu ülkenin geleceğine damgasını vuracak ayrıcalıklı insanları yetiştirmekten kaynaklı, ne kadar gurur duysalar azdır. Devlet yönetim kademesinde ve bilimsel çalışmaları yapacak bir nesle öncülük edebilmek… Fakat bu gururu, bu eğitim kurumundaki çocuklarımıza aktarmakla görevli olduklarını da hiçbir zaman unutmamalıdırlar. Her öğrenci özel okula gitmek zorunda değildir. Öğrencilerimiz üzerinden ticaret yapılmasına da asla izin verilmemelidir.  Yasa gereği başka okullarda, ders saati olarak,  özellikle de özel eğitim kurumlarında, yüksek ücretlerle eğitim verdiklerine de şahit olmaktayız. Konya’da özel bir eğitim kurumu Konya Meram Fen Lisesi öğretmenleri burada şeklinde iletişim çalışmaları yaptığı da duyumlarımız arasındadır. İletişimciler, bu pazarlama şeklini de ‘word of mouth marketing/ Ağızdan ağıza pazarlama’  kavramı ile ifade ederiz. Devletimiz bu okuldaki eğitmen hocalarımızı, ek ders vb. olarak maddi açıdan da desteklemelidir. Kadim bir medeniyetin devamı noktasındaki neslini yetiştirecek olan eğitmenlerimizin de bu idrakte olmalıdır. Bu devlet ve milletin kalkınması için birilerinin ama mutlaka birilerinin risk alması ve argo ifadesi ile mahallenin de bir delisinin olması gerekmektedir. Aksi halde dünya ile rekabet edemeyiz ve bilimsel noktada da hiç bir yere gelemeyiz.

meram-fen22.jpg

Konya Meram Fen Lisesi, Meram bölgesinde yeni bir bina ve lojistik şartları 2017 Türkiye’sine uygun ve dünya ile rekabet edecek öğrencileri yetiştirmekte olduğu düşünülerek, sosyal ve kültürel donatıları olan yeni bir eğitim kampüsüne taşınmalıdır. Meram ismini taşımakta olan bu eğitim kurumuna Meram Belediyesi, Büyükşehir belediyesi, Milli Eğitim İl müdürlüğü, diğer yetkililerimizin el atmasını ve hayırsever iş adamlarımızdan bu konuya da duyarlılık göstermelerini hassaten rica ediyorum. Şehrimize değer katan kaç adet markamız olduğunu da buradan hatırlatmak isterim. Elimizdeki değerlerin kıymetini,  kaybetmeden, yok olmadan bilinmesini ve idrakimizin de artırılmasını, Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah’tan niyaz ederim. 

MALİ MÜŞAVİRLER RÜŞDÜNÜ İSPATLADI!

Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası, 01.06.1989 tarihli ve 3568 sayılı çıkan yasa ile kurulan bir Meslek kuruluşudur. Bu meslek kuruluşunun üst birliği de TÜRMOB’dur.  Konya Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası da 1990 yılında zikrettiğimiz yasa çerçevesinde kurulmuştur.  Türkiye genelinde TÜRMOB’a kayıtlı 100 bin olmak üzere, Konya SMMM Odasına aktif 2600 kayıtlı üyesi ve 200 civarında da meslek mensubu stajyeri olan bir meslek kuruluşudur.

Mali Müşavirlik mesleği;  İşletmelerin ekonomik, mali ve hukuki durumları ile vergiye ilişkin işlemlerini muhasebe kurallarına, gerçeklere ve yasalara uygunluk açısından inceleyerek görüşünü ilgililere bildiren ve bu işleri bir işyerine bağlı olmaksızın yapan kişidir.  Mali Müşavirler mükellefleri adına; 1- Kişi veya kuruluşların yükümlü oldukları vergi beyannamelerini düzenler. 2- Şirketlerin ortaklık ve tasfiye işlemlerini yerine getirir. 3- Vergi İdare Mahkemeleri ve adli yargıda, sermaye artırımı ve bankalara sunulan bilançoların incelenmesi vb. konularda bilirkişilik yapar. 4- Serbest iş yapan kişilerin, resmi ve özel kurumların gelirlerini ve giderlerini, çeşitli adlardaki (işletme defteri, serbest meslek kazanç defteri vb.) defterlere kaydeder.  5- Kişi ve kuruluşlar adına vergi daireleri ile uzlaşma işlemlerini gerçekleştirir, özel kurumların Sosyal Sigortalar Kurumu ile ilişkilerini düzenler. 6- Kamu kurumları ile teşebbüs ve işletme sahipleri arasında hakemlik yapar. 7- Vergi, fon, gecikme faizi ve cezalar hakkındaki uyuşmazlık işlerini çözümler. 8- Fizibilite raporları hazırlar. 9- Belgelere dayanarak inceleme ve denetim yaparlar.

smmmo1.jpg

Geçtiğimiz günlerde Maliye Bakanı Sayın Naci Ağbal bir dizi ziyaretler için şehrimize geldi. Şehrimizde sabahtan akşama kadar çok yoğun bir programda bakanı bekliyordu.  Bir Oda teşkilatı tarafından tertip edilen ve sabah kahvaltısı ile başlayan program, katılım ve ilginin çok düşük ilginlikli olmasına rağmen, Sayın Bakan ilçe ziyaretleri ve diğer programlarına kaldığı yerden devam etti. Akşam ki yemekli program, Meslekte İtibar – Ülkede İstikrar temalı,  Konya Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası tarafından üstlenildi.  Konya SMMM Odası yönetim kurulları,  Oda üyeleri ve Anadolu Odaları Platformu Başkan ve yöneticileri, 15 ilden temsilcilerin bulunduğu,  çok yoğun, yüksek ilginlikli ve çok coşkulu katılımlarının olduğu program, Sayın Bakan ve diğer katılımcı protokol tarafından çok beğenildiğini ve Konya’dan ayrılmadan önceki mükemmel bir kapanış olarak da takdire şayan bulduklarını düşünüyorum. Sayın Bakan Bey de böyle coşkulu, kemiyeti ve keyfiyeti yüksek olan bir kitleye hitap etmekten dolayı da memnun olduğu kanaatindeyim. Biz iletişimciler böyle mükemmel kapanışları da ‘PACKSHOT’ olarak ifade ederiz.

Konya SMM Oda Başkanı Seyit Faruk Özselek, Meslekte İtibar – Ülkede İstikrar temalı istişare toplantısında yapmış olduğu konuşmada, Meslek mensuplarının sorunları ve çözüm önerileri konusunda neler yapılması gerektiği hakkında, mesleklerinin doğrudan muhatabı olan Maliye Bakanına hitaben çok güzel tespitlerde bulundu. Sayın Maliye Bakanı da Başkanın konuşması esnasında, ifade etmiş olduğu sorunları tek tek not aldılar. Konuşma sırası Sayın Maliye Bakanına geldiğinde ise almış olduğu notlar çerçevesinde başkanın vurguladığı sorunların çözümü için Bakanlık olarak yapabileceklerini ve diğer bakanlıklarla istişare halinde çözüme kavuşturulması gereken başkanın zikretmiş olduğu sorunlar ve öneriler hakkında çok güzel bir konuşma yaptılar.

Bir İletişimci olarak, bu vb. toplantılarda bir STK veya ODA başkanlarımızın ülkemizin siyasi ve ekonomik sorunlarına yönelik olarak yapmış oldukları konuşmalara da hiçbir anlam veremiyorum. Başbakanın veya bir Bakanın katılımcı olarak bulunduğu bu vb. toplantılarda, bir STK başkanı veya bir Oda başkanı, Meslek Oda kuruluşunu temsilen yapılan konuşmalarda, ülkenin siyasi – ekonomik ve Dünya sorunlarına yönelik yapılan tespit ve önerileri de hiç anlamıyorum. Bir STK veya Oda Başkanı bu tür öneri ve tespitlerini bir sunum dosyası halinde yetkili makamlara ulaştırmalıdır diye düşünüyorum. Böyle toplantılarda ise sadece ve sadece meslek kuruluşu üyelerinin sorunlarına odaklı, sıkıntılarının ve çözüm önerilerinin yüksek tonda ve coşkulu bir şekilde vurgulanmasının daha etkili – daha doğru ve sonuca – çözüme ulaşmak noktasında da daha etkili olacağını düşünüyorum. 

Tarihini Bilmeyen Milletler…

Bir milletin ayakta kalabilmesi, varlığını ve hayatiyetini sürdürebilmesi,  tarihini bilmek ve millet olarak da bu tarih şuuru içinde olması ile mümkündür. Tarihini bilmeyen milletler tarih sahnesinden hep silinip gitmişlerdir. Tarihin tozlu sayfaları bunun canlı örnekleri ile doludur. Anadolu coğrafyasındaki tarih olan devletleri saymakla bitiremeyiz. Bu devletler neden yıkılmıştır. Bu devletler neden tarihin tozlu sayfalarında yerlerini almışlardır?  Milletler tarihin tozlu sayfalarında yer almamak için neler yapmalıdır? Ne gibi önlemler ve tedbirler almalıdır?

tarih11.jpg

Avrupalı bilim adamları ve tarihçiler sürekli olarak, insanlık ve medeniyetler tarihinden Türkleri çıkarırsanız geriye hiçbir şey kalmaz. Acaba bu ifadelerle neyi kastediyorlar? Avrupa’nın güçlü devletleri, bizleri 100 yıllardır tarihimizden ve mazimizden neden koparmaya çalışıyorlar? Millet olarak anlamakta zorlandığımız şeyler cereyan etmektedir. Biz Türkler ve mazlum milletler bu oyunu hiçbir zaman da anlayamadık. Anlayabilseydik, 300 yıldır, Anadolu, Ortadoğu, Afrika ve Asya’da devam eden sömürü ve zulümlerin de bir sonu olurdu. Halen bu düzen neden ve nasıl devam etmektedir? Neden ve nelerden korkuyorlar?

Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ile birlikte 1000 yıllık şerefli ve şanlı tarihimiz tamamen silinmiştir.  Acaba neden? Bir milletin tarihini birileri veya bir güç neden silmek ihtiyacı hissedebilir ki?  Bu asil milletin şerefli tarihini silmek için içeriden de kendilerine işbirlikçileri çok rahat bir şekilde bulmuşlardır.  Taşeronlar ve işbirlikçiler tarihin her döneminde var olagelmiştir. Yeni ve uydurma tarih bu asil millet için yeniden yazılmıştır.  Neden böyle bir tarih yazmak istenmiştir?  Tarih okuttuğunu iddia eden tarihçilerimiz de bu oyunu sürekli olarak sergilemiştir.

Bu asil millet tarihini hatırladığı zaman neler olabileceğini çok iyi Avrupa’nın medeni devletleri bilmektedir. Son günlerde yaşadıklarımıza bakar mısınız? Avrupa’nın irili ufaklı ülkeleri, Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, 16 Nisan tarihinde yapılacak olan, Anayasa Değişiklik referandum sürecini sabote etmek veya baltalamak için her türlü girişimde bulunmaktan geri durmuyorlar. Neden? Yine Dünyada bir şeyler olmakta ve bizler anlayamıyorduk. 100 yıl önce Osmanlıyı parçalamak, bölmek için geri planda antlaşma yapan emperyalist ülkeler, yine kirli bir pazarlık ve plan peşindeler. 100 yıl önceki Dünya halkları,  Sykes- Picot vb. anlaşmaları anlayamadığı gibi bugün de gözlerimizin önünde cereyan etmekte olan bölme ve parçalama anlaşmalarını göremiyor,  ülkemiz, bölgemiz  ve insanlık adına bir şeyleri sürekli olarak kaçırıyoruz.

Amerikalı Devlet Adamı Wendell Wilki, 1970’lı yıllarda ülkemizdeki tetkiklerinden sonra vardığı hüküm; Bugün ve yarın ülkemizi idare edenler için bir ibret ve kulaklarında küpe olacak niteliktedir.  Türkiye varisi olduğu engin tarihin beraberinde getirdiği müspet ve menfi tortulara ister istemez sahip bir memlekettir. Huzuru ve huzursuzluğu karar mevkiinde olanların bu hakikati idrak nispetleriyle belirecektir. Bir Tarih beldesi olabilmenin mazhariyeti yanında böylesine muhafazası güç emanetler de vardır.  Ben bir Amerikalı olarak bu verasetin hem hasretini hem de rahatını hissederim.

tarih111.jpg

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Milletler için Millet olabilmek adına, Tarih ve kültürün önemine binaen; Kültür, tarihi bir birikimdir. Bu birikim, tarih içinde meydana gelen şartların özüne dokunamadığı iman, kanaat, bilgiler ve davranışların bütünüdür. Tarihi birikimin sonucu, maddi ve manevi kültür değerleri oluşur. Bu değerler, toplumun bütün kesimlerinde bütünleştirici bir tesir göstermesi de milli şuura yol açar. Milli şuur; toplumun kimliğine sahip çıkması, kendine güvenmesi, yeni mal, hizmet ve fikir üretmesi, tarih içinde devam etme arzusu ve inancıdır.  Tarih, geçmişin ortak kültür mirasını bugüne aktarmakta, bununla birlikte insanı geçmişin yükünden ve ağırlığından kurtarmaktadır. Bu miras, kişi veya topluma, ne olduğunu, niçin ve nasıl böyle olduğunu açıklar. İnsan, ortak kültür mirasının şuuruna eriştiği andan itibaren, kendini o miras karşısında hür hissedebilmektedir. Bu günü anlamak, gelecek için hazırlanabilmek, sağlam ve doğru bir tarih şuuru ile mümkündür. Vurgusu ve açıklamalarını, dün ve bugün insanlık tarihindeki meydana gelen olayları anlayabilmek ve millet olabilmek adına,  milletlerin tarih bilinci ve şuuruna erişmesi,  tarih olmamak adına çok manidardır. 

Avrupa Tabii ki Panikleyecek!

16 Nisan tarihinde yapılacak olan referandum öncesi, tüm medeni Avrupa ülkelerinin Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı olan tavır ve sözlerine şahit olmaktayız.  Bu referandum neden bu kadar önemlidir? Bu referandum sonuçlarına göre Avrupa devletleri neden paniklemekteler? Avrupa Devletleri durduk yerde mi bu hareketleri yapmaktalar?  Devletimiz tarafından terör vb. suçlardan aranmakta olan ve terör örgütü olarak tanımlanan tüm dernekler, vakıflar ve bireylere, medeni Avrupa devletleri kucak açmakta da hiçbir beis görmediler.  300 yıldır sömürdükleri,  Pazar olarak tanımladıkları, tüm mazlum milletler, tüm Ortadoğu, tüm Asya, tüm Afrika bölgesi ve Türkiye halkları uyanmıştır.  Paniklemenin ve korkunun sebebi hikmeti budur. Artık tüm bu bölgelerde eskisi gibi at koşturamayacaklardır. Karşımıza çıkan devletlere bir bakar mısınız? Arkasındaki büyük devletleri, onları maniple edenleri neden göremiyoruz? Bu devletler kendi başlarına hiç bir harekette bulunmazlar. Ağababaları olan büyük devletler izin verdiği kadar konuşabilirler. Meydana gelen tüm olayların akabinde ki büyük devletler olan abilerinden gelen özrü kabahatinden büyük ifadelere ve açıklamalara bakar mısınız?

ahmet-unver-avrupanin-derdi-nedir.jpg

Avrupalı neden panikler? Avrupalı neden korkuyor? Avrupa’ya ne oluyor ki? Tüm Avrupa devletlerini Türkiye’de yapılması planlanan Anayasa değişiklik referandum süreci neden sıkıntıya sokmaktadır? Bir milletin uyanması neden Avrupa’yı sıkıntıya sokmaktadır? Buna benzer daha nice sorular.

Ord. Prof. Fritz Neumark, 1933 yılında Hitler’in zulmünden kaçarak  Türkiye’ye gelir. İstanbul Üniversitesi İktisat ve Hukuk fakültelerinde uzun yıllar dersler vermiştir.  1900 – 1991 yıllarında, bir grup öğrencisiyle Boğaziçi’nde geziye çıkan, İstanbul Üniversitesi profesörlerinden Alman asıllı Prof. Fritz Neumark öğrencilerinden birinin “ Avrupalılar biz Türkleri – Osmanlı’yı neden sevmez, Hocam?  Alman asıllı Prof. Fritz Neumark Sualine şu cevabı verir; Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı, Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı Hristiyanların hücrelerine sinmiştir. Sebeplerine gelince;  1- Müslüman olduğunuz için sevmez. Ama ola ki laik olmak şöyle dursun, Hristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam eder. 2- Sizler farkında değilsiniz ama onlar şu gerçeğin farkındadırlar; Tarihten Türk çıkarılırsa ortada tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir. 3- Avrupa’nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa’yı Pazar yapmaya başladınız. 4- En az 400 yıl Avrupa’da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz. 5- Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar ise Orta Avrupa ve Balkanları Haçlı Ordularına mezar ettiler. 6- Sizi silah ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hâkimiyet sağladılar. Önce giyiminizden hayat tarzınıza kadar; ahlaki değerlerinizi yıpratmaya başladılar, sonra da kendi içinizde sizi bölmeye başladılar. 7- Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslamiyet uğruna her şeyini feda etmeseydi, İslamiyet bu gün belki sadece Hicaz’da varlığını devam ettirebilirdi. Kaldı ki Vehhabiliği kuranlar da İngiliz Dominyon Bakanlığının adamlarıdır. Batı, her yerde İslamiyet’i sapık inançlara kanalize etti. Ama Osmanlı, Asr-ı Saadet’i devam ettirdi. 8- İfade ettiğim sebeplerden kilise size kin kusmaktadır. 9- Ben Türkiye’ye geldiğimde iki üniversiteniz vardı. Şimdi (o zaman) 19 üniversite var. Osmanlı zamanında ise her yerde bir medrese vardı. Tarihinize bakın! Her medresede ilim tedrisatı vardı. İlk denizaltıyı Osmanlı’nın yaptığını çoğunuz bilmiyorsunuz belki de ama Avrupa bunu biliyor. 10- Sizler, gerçek hüviyetinize, kimliğinize döndüğünüz zaman Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır. Ama bu şartlar da siz Türklerin öz kimliğine dönmesi çok zor..

Alman bilim adamı Ord. Prof. Fritz Neumark’ın 1990’lı yılarda bir grup öğrencisine, özellikle de bizlere hitaben ifade etmeye çalıştığı; Siz Türkler,  kendi gerçek hüviyetinize ve öz kimliğinize döndüğünüz zaman, Avrupa’nın refahı da medeniyeti de yıkılır. Avrupa’nın sıkıntısı budur. Artık 100 yıllardır uyuttukları ve uyuşturdukları dev uyanmıştır. Uyanması ile birlikte neler olacağını hissettikleri için de paniklemeye ve saldırmaya başlamışlardır.