2019 Seçimlerine Yönelik; Projeksiyon!

Geçmiş Ramazan Bayramınızı Tebrik ederim.  Bayram günleri,  dost ve akrabalar ile görüşmek ve dertleşmek için de bir fırsat günleridir.  Arefe günü,  Kabir ziyaretleri ile başlayan Bayram günlüğü, bizlere dünyanın geçiciliği de hatırlatmakta ve biraz da tefekkür etmemize vesile olmaktadır.  Bayram günleri süresince de yapılan eş – dost ve sıla-i rahim ziyaretleri, işlerin yoğunluğu ve normal günlüğün sıkıntılarından kurtulmak için de bizlere bir fırsat vermektedir.  Bayram günleri bizlere Hayata bir Mola vermeyi ve çevremizde cereyan etmekte olan olaylar zincirini de daha rahat bir şekilde algılamamız için de imkânlar vermektedir.

Bayram süresince, Sıla-i Rahim ziyaretleri için memleketlerine gidiş ve dönüş yolunda kaza geçiren ve bu kazalarda rahmeti rahmana kavuşan tüm vatandaşlarımıza Allah’tan Rahmet, yaralılara Acil Şifalar ve yakınlarına da Sabrı Cemil niyaz ederim.  Bayram günlerinde ve her daim bizleri üzüntüye gark eden Şehitlerimizi de buradan zikretmeden geçemeyeceğim. Bu Asil millet, devlet ve vatan savunmasında şehit olan, asker, polis, öğretmen ve sayamadığım tüm bu vatanın asil evlatlarına da Allah’tan RAHMET, yakınlarına Sabır ve tüm millerimizin de Başı sağ olsun dileklerimle. Allah bu millete böyle acılar bir daha yaşatmaması da ümit ederim.

Bayram sabahı, Sayın Cumhurbaşkanımızın küçük ve geçici bir rahatsızlık geçirdiğini de öğrenmiş olduk. Öncelikle Sayın Cumhurbaşkanımıza geçmiş olsun dileklerimi ve zati alilerine de sağlık, sıhhat ve afiyet temennilerimi buradan iletiyorum. Sayın Cumhurbaşkanımızın bayram sabahı geçirmiş oldukları bu geçici rahatsızlığı yine birileri fırsat bilerek; mal bulmuş mağribi hesabı ile artık kenara çekilseniz, sağlığınız da fırsat vermiyor, gençlerin önünü açsanız daha iyi olmaz mı gibi tartışmalara da şahit olduk. Dünyaya halen hâkimiyet kurmaya çalışan, güneş batmayan ülkenin lideri konumundaki Kraliçenin yaşını ve sağlık durumunu da bu arkadaşlara buradan sadece hatırlatmak gerektiğini de düşünüyorum. Türkiye, jeo- stratejik konumu, tarihi, kültürel ve dini bağları gereği; Dünyada ki herhangi bir ülke ve özellikle de Finlandiya veya Norveç olmadığımızı sadece birkaç saniye tefekkür ve tezekkür etmek gerektiğinin de kanaatindeyim.

Bayram ziyaretlerinde ki eş dost sohbetlerinde konu tabii ki siyasete gelip dayanıyor. Ne olacak, bu ülkenin hali? Ne olacak, AK Partinin durumu? Ne olacak,  AK Parti teşkilatlarındaki değişiklikler? AK Parti,  teşkilatlarda ki AKP’liler ve kriptolardan kurtulabilir mi? AK Parti teşkilatlarındaki rahatsızlığı fırsat bilen birileri de herhangi bir yeni parti veya bir hareket başlatabilirler mi? Siyasi teşkilatlar homojen bir yapı mıdır ki rahatsızlık olmasını bekleyelim? Yeni bir parti veya hareket böyle bir dönemde başarılı olabilir mi? Bu yeni hareket veya partiye ümit bağlayan birileri var mıdır? Bu ülkenin şu anda devlet başkanı olarak yeni bir siyasi lidere gerçekten ihtiyacı var mıdır?

Dünya ve bölgemiz yeniden şekillenirken, haritalar yeniden çizilirken, bölgemizde 100 yıl önce olduğu gibi yeni bir ameliyat için hazırlıklar yapılırken;  Bölgemize yönelik tüm bu operasyonlar için strateji, taktik geliştiren ve bir duruş sergileyen Sayın Cumhurbaşkanımızın çevresinde birleşmek gerekmez mi?   Bölgemizde ki parça parça edilen devlet ve ülkelerden de mi dersler alınmaz?  Yeni bir hareket veya partiye bel bağlayan, kendi ikbal ve geleceklerini burada gören dostlarımız, en yakın bir seçimde  %60 -65 arası bir sonuç nasıl beklemekteler? Bu arkadaşlar, hesap yapmaktan da mı acizler, rakamları mı karıştırıyorlar?  Böyle bir hareket veya partinin başına geçmesi beklenen siyasi figürler, tüm siyasi hayatları ve AK Parti iktidarları döneminde, etkili ve yetkili makamlarda bulundukları sürece, bu ülke ve bölge için neler üretmişlerdir?  Mademki bu ülkeyi ve bu asil milleti çok seviyordunuz, tüm siyasi ve ekonomik yetilerini neden güç ellerinde bulunurken kullanmamışlardır? Yoksa bu günlere matuf hazırlıklar mı yapmışlardır? Tüm bu mezkûr gelişmeleri ve soruları, anlamakta gerçekten zorlandığım için sadece soruyorum…

Dünyanın süper güç ülkesinde,  Dünyayı ve özellikle de bölgemizi paylaşmak için ülkedeki iki güç arasında sadece yöntem kavgası olurken, bizim gibi ülkelerde bu stratejilere karşı bir duruş geliştiren, sergileyen ve özellikle de bu planlarını bozabilecek girişimlerde bulunan bir liderin etrafında sadece toplanmak ve desteklemek gerekir diye düşünüyorum. Bu bölgedeki her bir macera arayışları bölge halkları ve ülkeler için sürekli olarak hüsranla sonuçlanmıştır.  Bu ülke ve bölgenin selameti, huzuru ve birliği için farklı bir öneri, tez ve bir duruş geliştirmekten uzak durumda bulunanlar, nasıl bu ülkeyi yönetmeye talip olabilirler ki?  

Elveda Ya Şehri Ramazan!

Ramazan ayının gölgesi üzerimize düşmeye başladığı günlerde,  insanlarımız da, bu ramazan da havalar çok sıcak olacak;  orucumu nasıl tutacağım, günler nasıl geçecek, şekerim, tansiyonum var, ne yapsam ki ile başlayan sohbetleri çok duyarız.  Ramazan ayı girer ve bu tansiyonu, şekeri olan dostlarımız, Allah’ın izni ve yardımı ile de oruçlarını sağlıklı bir şekilde tutmaya çalışırlar. Niyet halis olunca tabii ki Allah da bir kolaylıklar sağlıyor. Ramazan ayında neredeyse üşüdük. Havalar tahmin edildiği şekilde Tunus sıcakları da gelmedi. Allah; tutmuş olduğumuz oruçlarımızı,  teravihlerimizi, Kur’an tilavetlerimizi, ibadetlerimi, sadakalarımızı ve fitrelerimizi dergâhı izzetinde Kabul eylesin. Allah; Daha nice Ramazan aylarına da sağlıklı bir şekilde erişebilmeyi de cümlemize nasip eylesin; Âmin!

Ramazan ayının çok önemli bir özelliği, dostlar ve kurumlar arasında ki iftar ve sahur ikramlarının da zirveye çıkmış olmasıdır. Aynı gün birden fazla iftar ve sahur davetlerinin çakışması ile de dostların birbirlerine karşı kırıldıklarına da şahit olmaktayız; Benim ikramıma neden katılamadın, gelemedin şeklinde! Ben de bu Ramazan ayında ki dost ve ihtiyaç sahiplerine olan  ikramdan kaynaklı sevaba nail olmak istemiştim.. Gönül birlikte olmak istemesine rağmen,  aynı güne kesişen davetlerin fazlalığından kaynaklı hepsine de katılmak tabii ki mümkün değildir. Yılın 360 günü yardım ve ikramlarda bulunan firma ve kurumalarımız bu mübarek ayda daha fazla bir ikramda bulunma ve hediyeleşmek için neredeyse birbirleri ile yarışır konumda olmalarıdır. Mübarek Ramazan ayında,  tamamen Allah’ın rızasını kazanma yarışına katılan kişi ve kurumlarımızın yapmış oldukları ikram ve yardımları da Allah kabul eylesin, mizanlarına hasenat olarak koysun; Âmin!

Ramazan ayının bir başka özelliği de sahur vaktine kadar açık olan cafe vb. mekânlardaki tadına doyum olmaz dost meclislerindeki sohbetlerdir. Bazılarımız bu durumdan rahatsız olsa da, bazen tatlı bir şekilde eleştirsek de, Ramazan ayının bir başka özelliği ve güzelliği de bu mekânlarda ki dostlar ile yapılan koyu ve sahura kadar uzayıp giden sohbetlerdir. Bu sohbetler de tabii ki bazen şehrin gündemi ile ilgili olurken,  bazen de şehrin siyaseti, bazen şehirdeki aksaklıklar ve çoğunlukla da Ramazan ayının özelliği olan iftar ve sahur ikramlarının bol, bereketli ve lezzetli olmasına ve teravihlerin nerede hızlı ve nasıl kılındığına kadar gelir dayanır. Dedik ya; Ramazan bolluğu, bereketi, nuru, feyzi,  teravihi, iftarı, sahuru, ikramları ve dost meclislerinde ki sohbetleri ile birlikte gelir…

Ramazan ayının son günlerini idrak ediyoruz; Yarın Arefe!  Bayramdan önce ki güne verilen mübarek bir isimdir. Bu gün de özellikle Bayram günü, eş dost ziyaretlerinde ki yapılacak olan ikramlar için alışverişler edilir ve evlerimizde de tatlı bir telaş vardır; Tatlılar, börekler vb. hazırlıklar için…  Bu günün en büyük özelliği, çocuklar ve gençlerimiz için de çok manidar gördüğüm tarafı, gelenek haline gelmiş bulunan, Kabir ziyaretleridir. Ahirete intikal etmiş olan, Anne, baba ve tüm akraba-ü taallukat için Dualar edilir, Sonsuz Kudret Sahibi olan Allah’tan bu gün hürmetine varsa günahlarının AF olunması için yalvarılır, yakarılır ve Dualar edilir.  Dünya hayatının geçici olduğu, bir gün her yaşayan fani gibi bizlerin de buralarda olacağı tefekkürü ile de bireysel olarak dersler çıkarılmaya çalışılır. Birey için, İnsan için;  Dünya’daki bulunan her şey bir uyanma, bir tefekkür ve bir tezekkür vesilesi olduğunu da buyurmaktadır, Hz. Allah.

Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah; Bu Ramazan ve her Ramazanı,  son Ramazan ayımız olarak bilmemizi, her bir manası ile de huzur ve huşu içinde idrak ettiği, nurundan ve feyzinden müstefit olduğu  kullarından eylemesini dilerim. Daha nice nice Ramazan aylarına da Sağlıklı bir şekilde erişebilmeyi de nasip eylesin. Ramazan Bayramımız Mübarek olsun. Hayırlı, Sağlıklı ve Huzurlu ve Mutlu bir  Bayram  dilerim.  ÂMİN!

 

Biri Savaş Suçu mu dedi?

Geçtiğimiz günlerde CHP’li bir milletvekilinin TBMM üyeliğinin düşürülmesine, akabinde de yüksek yargı tarafından Devlet sırlarını ifşa suçu işlemekten dolayı tutuklanmasına ve 25 yıl gibi bir cezaya da hükmetmiştir.  CHP Milletvekili ne yapmış olabilir de böyle bir akıbetle karşı karşıya kalmıştır? CHP Milletvekili seçilmeden önceki sivil hayatında ki mesleği gazetecilik olması münasebetiyle, meri kanunlarımıza göre de suç sayılan bir fiili işlediğine yüksek yargı hükmetmiştir. Tüm bu olanlar kanunlara ve nizama uygun mudur? Bunda bir şüphesi olan var mıdır? Olmadığına göre… Her bir kanun maddesini ithal ettiğimiz Devletlerde; Devlet Sırrı, Devlet güvenliği, Milletin varlığı ve Bütünlüğünü tehlikeye düşürebilecek tüm hareketler SUÇ sayılmaktadır. Devletin Dış ilişkilerine, Milli Savunmasına ve Milli Güvenliğine zarar verebilecek veya Anayasa ile kurulu düzeni veya dış ilişkileri açısından tehlike oluşturabilecek nitelik taşıyan bilgilerin tümü de Devlet sırrı sayılır. Kanunla sabit olan bir suç işlendiğine göre, ceza vermeyelim mi, diyorsunuz?  Suç ve cezanın tanımı da kanunlarımızda yazılı olduğuna göre… Bu kanunları uygulaması gereken yargı makamlarına işlerini yapmalarından dolayı da saygı duymak gerekir diye düşünüyorum. Adalet bir gün herkese lazım olacaktır.

CHP Milletvekilinin tutuklanmasının akabinde bir CHP’li milletvekili ve aynı zamanda grup başkanvekili, yargının vermiş olduğu bu karardan dolayı, Sayın Cumhurbaşkanımıza olmadık ifadelerle sataşmalar, saldırılar ve daha da ileriye giderek ‘savaş suçlusu‘ olarak ilan edeceklerini ve Lahey Adalet divanında savaş suçlarını işlemekten dolayı ceza alması için gerekenleri yapacaklarını vurguladı. Şimdi Bir CHP’li milletvekilinin kanunla sabit bir suçu işlemesinden kaynaklı tutuklanmasının Sayın Cumhurbaşkanımız ile ne alakası olabilir ki? Sayın Cumhurbaşkanımızı savaş suçlusu ilan etmek ne demektir? Devletin başı konumunda bulunan ve halk tarafından seçilmiş bir kişiye karşı isnat edilebilecek en büyük suçlardan bir tanesidir; Savaş suçlusu ilan etmek. Peki, Savaş suçu ne demektir?

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yetki alanına giren suçlar;  soykırım suçu, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçudur.   Savaş suçları; Savaş suçlarının siyasî bir çerçevede veya plânda ya da yaygın bir şekilde işlenmesi durumunda Uluslararası Ceza Mahkemesi yetkili olmaktadır. Uluslararası silahlı çatışma ile uluslararası olmayan çatışmalar sırasında işlenen suçlar bakımından bir ayrım yapılmaktadır. Uluslararası suçlar içinde savaş suçları çok eskiden beri tanımlanıp kabul edilen suç türleridir. Bunların büyük bir kısmı daha önce Lahey Düzenlemesi ve Cenevre Anlaşması’nda tanımlanmıştır. Bu Sözleşmelere göre, yaralılar, hastalar, kazazedeler, savaş esirleri ve siviller ile korunan mallardır. Bu kişi ve mallara karşı işlenen suçlar, savaş suçları kapsamında korunan kişilere karşı işlenen suç sayılır. Bunlar;   1 -Kasten adam öldürme.   2 -Gayri insanî muamele ve işkence. 3 -Biyolojik deneyler, insanların fizikî ve ruhî bütünlüğüne ağır bir saldırı veya büyük ızdırap verme şeklindeki kasıtlı fiiller.  4 -Askerî zorluklarla bağdaşmayacak şekilde malların yok edilmesi veya mülkiyetinin ortadan kaldırılması.  5 -Savaş esirini veya benzeri şekilde korunan kişiyi yabancı bir devletin askerlerine hizmet etmeye zorlamak ve kişiyi savaş esiri konumuna getirmek.  6 -Bir savaş esirini veya benzeri korunan kişiyi tarafsız ve usulüne uygun bir şekilde yargılama hakkından mahrum etmek.  7 -Yasadışı tutuklama, nakil veya tehcir olayları.  8 -Esirleri öldürme, fiilleridir.  Uluslararası hukuk kurallarına göre, uluslararası silahlı çatışmalara uygulanabilen kanun ve gelenek hukuku kurallarının ağır ihlâlleri de savaş suçları içinde yer alır. Bu ihlâller şu şekilde sıralanmıştır:  1 -Sivil halka karşı bilinçli saldırı.  2 -Korunan yer veya kişilere kötü muamele sayılabilecek bilinçli saldırılar.  3 -İnsancıl hizmetlerde veya BM Şartı’na uygun olarak barışı korumak ya da insanî yardım misyonu çerçevesinde kullanılan personele, yerleşim yerlerine, mallara, birimlere veya araçlara kasten saldırı, bombalama fiilleri.

Yukarıda savaş suçları yasasında sarih bir şekilde izah edildiğine göre Sayın Cumhurbaşkanımız bu suçlardan hangisini işlemiştir ki, CHP milletvekili böyle bir iddia ve isnatta bulunmaktadır? Savaş suçunun ne olduğunu bilmiyor mudur? Sayın Cumhurbaşkanımıza böyle bir isnat ve iddialar karşısında, tüm AK Parti teşkilatları ve diğer devlet ricali neler yamaktadır?  Bir açıklama yapan gördünüz mü? Veya başkaca bir aksiyon, reaksiyon gibi… Bu mücadeleyi Sayın Cumhurbaşkanımız sadece kendisi için mi vermektedir? 100 yıl önce aynı isnatlarla kocaman bir imparatorluğun parçalanmasına seyirci kalmıştık. Bu gün tekrar aynı şeylerin yaşanması için izlemeye devam mı edeceğiz?  Dün,  Bosna da yaşananları savaş suçu sayamayanlar karşımızda dururken…  Bosna’da savaş esirleri olan Bosnalıları BM askerleri tarafından Sırplara teslim etmek suretiyle ölümüne sebebiyet verenler, savaş suçu işlememiş olacaklar?   Dünyanın her bir bölgesinde kurmuş oldukları terör örgütlerine lojistik destek sağlayanlar, silah verenler ve binlerce insanın ölümüne sebep olanlar savaş suçu işlememiş olacaklar? Dün,   Irak’ta, Afganistan’da, Cezayir’de ve sayamadığımız daha birçok ülkede ve bu gün de Suriye’de yüzbinlerce insanın ölümüne ve milyonlarca insanın da evinden –  yurdundan olmasına sebebiyet verenler, savaş suçu işlememiş olacaklar? Ne yapmıştır, Sayın Cumhurbaşkanımız, sayın vekil? Sadece bu olanların yanlışlığını tüm Dünya’ya haykırmaktan ve vurgulamaktan başkaca…

AK Partili olmak bir Gurur abidesi midir?

AK Parti teşkilatları bünyesinde bulunan sorunlu ı kişilikleri ve özellikle de AKP’liler ve kriptolardan kurtulmak için ciddi bir mesai yapmaktadır.  Yeterli midir, Sanmıyorum! AK Parti bünyesinde bulunan AKP’liler ve kriptolardan kurtulması gerekir mi? Tabii ki!  AK Parti bünyesinde ki bu arkadaşlar ile nöbet değişimi yapabilir mi? Bence çok zor! AK Parti teşkilatları,  AKP’liler ve kriptolar tarafından tamamen kuşatılmış bir durumda mıdır? Durum aynen böyledir!  Sayın Cumhurbaşkanımız ve AK Parti Genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti olağanüstü kongresinden bil itibaren sürekli olarak teşkilatlarda ki bir metal yorgunluktan, bir kan değişiminden ve gönüllere girmekten sürekli olarak dem vurmaktadır. Acaba neden? Kendilerinin gördüğü ve vatandaşlarımız tarafından gelen sağlıklı bilgiler çerçevesinde mi bu kanaate varmıştır? AK Parti teşkilatları, AKP’liler ve kriptolardan arınmadan bu değişim ve dönüşümleri yapabilir mi? Bence de çok zor!  Neden mi zor? Değişim, statükonun devamından yana olan kişiler ve yapılar tarafından sürekli olarak ertelenmeye ve engellenmeye çalışılır. Değişim bazılarının yok olması demek olduğu için de bu düzenin aynen devam etmesi için her türlü engelleme girişimi ve sabote etmekten de geri durmazlar.  Değişim, Ak Parti teşkilatlarında ki AKP’liler ve kriptolar için bir Varlık ve yokluk meselesidir.

Cumhurbaşkanımız ve AK Parti genel başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, TBMM’de AK Parti grubuna hitaben yapmış oldukları konuşmada; ‘’ 14 yılda hayata geçirdiğimiz hizmetlerimiz, cumhur ile cumhuriyeti buluşturduk. Milletimizin Ankara’ya bakışını da değiştirdik. Bu süreçte Ankara’da kendisini değiştirdi. Eksikler, hatalar, yanlışlar elbette var. Bunların düzeltilmesi için çalışmak başka bir şeydir. Yapılan güzel şeyleri görmezden gelmek başka bir şey.  Adaletli olacak her ikisini de birden yapacağız.  Milletimiz, devleti, başkenti ile öyle bir kaynaşmıştır ki 15 Temmuz’da olduğu gibi canını ortaya koymaktan çekinmemiştir. O gece tankların önüne kendini atan milletim ile iftihar ediyorum. Bombalardan yılmayan milletim ile iftihar ediyorum. Bu millet göğsünü siper etti ve tankların üzerine gitti. Bir tarafta imanlı aziz bir millet vardı, öbür tarafta imanını kaybetmiş bir saldırganlar çetesi vardı. 15 Temmuz bize şunu gösterdi ki Ankara Türkiye’nin İstiklal ve istikbal mücadelesini sadece yöneten değil gerektiğinde safların en önünde duracak dirayete, cesarete sahip bir şehirdir ‘’ vurgularının bölgemizde son günlerde,  aynı dine mensup olan devletler ve komşuları tarafından neredeyse yok edilmeye çalışılan Katar örneğine de bir gönderme ve bir nasihatler manzumesi olduğunu da düşünüyor ve çok manidar buluyorum.

Cumhurbaşkanımız ve AK Parti genel başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, TBMM’de AK Parti grubuna hitaben yapmış oldukları konuşmada; ’’ Benim sizlerden ricam şudur. AK Partili olmak gurur abidesi değildir. İktidar gücünü gururlanma sürecine katkıda bulunsun diye kullanmamalıyız. Tam aksine tevazu ehli olmak suretiyle, vatandaşlarımıza yaklaşmalıyız. Bunu yapmak durumundayız. Aksi takdirde Rabbimin bize verdiği bu nimeti süratle kaybederiz. Bu bakımdan tüm il, ilçe teşkilatlarımız kapı kapı, ana kademe, kadın kolları, gençlik kolları dolaşmak durumundayız.  2019 seçimlerine kadar kapısını çalmadık ev, sıkmadık el, tebessüm etmedik yüz bırakmayacak şekilde bir programla çalışmalarımızı sürdürmeliyiz.  Belediyeler için de bir şey söyleyeceğim. Belediyeler de hizmet gerektir ama yeterli değildir. Yeterli olan nedir, gönüllere girmektir. Eğer gönülleri alamıyorsak kaybederiz Onun için de ev ev dolaşacağız ve vatandaşımızla bu gönül birlikteliğini sağlayacağız ’’ ifadelerinde ki vurgularının AK Parti teşkilatları ve belediyelerde ki yöneticilerin kulaklarına birer küpe olacak nitelikte olduğunu da düşünüyorum.

AK Parti teşkilat mensubu olmak gerçekten bir gururu abidesi midir? Elbette ki! AK Parti teşkilatlarına sonradan dahil olan ve rant, komisyon, makam – mevki ve ihale için burada bulunan AKP’liler ve kriptolar için özellikle de. Bu kişiler bu düzenin değişmesini talep edebilirler mi? Mümkün değildir. Neden talep etsin ki? Kendi kendini ateşe atar mı? AK Parti genel merkez yeni yönetimi değişim ve dönüşüm adına büyük bir risk almalı, belediyeler ve teşkilatlarda ki metal yorgunluğuna duçar olanlar ile ihale, rant, komisyon, makam – mevki için gelenler ve teşkilatlardan güç alan gurur abidelerinden acilen ve ivedilikle arınmalıdır şeklinde düşünüyorum. Aksi halde ne mi olur? AK Parti ve Türkiye için 2019 çok zor ve sıkıntılı geçer! Aksi halde, Belediyeler ve AK Parti teşkilatlarında ki yapılması düşünülen değişim ve dönüşümün ertelenmesinin de hiçbir manası kalmayacaktır. Değişim tabii ki sancılı olur, katılıyorum… Değişimlere direnecek olan teşkilatlar mensupları da elbette ki olacaktır.  Bir kurumun hayatiyetinin Sürekliliği ve ülke adına yapılabilecek hizmetlerin kaygıları ile bazen değişim kaçınılmazdır, başka bir seçiminiz de kalmamıştır;  O gün bu gündür diye düşünüyorum.

Yeni Kerbela’lar Yaşanmasın!

Geçtiğimiz günlerde Dünya bir sabah Katar krizi ile uyandı. Katar krizine müdahil olan ülkeler ve Ağababaları tarafından bu krizinin önceden hazırlanması ve servis edilme süreci de var mıydı? Dünya halkları hiçbir zaman bu gerçekleri zaten öğrenememişti. Küresel Sitem hazırlıklarını yapıyor ve kendi mahallemizde ki bizden bildiğimiz adamlar vasıtasıyla da servis ediyorlardı. Ne ala memleket! Bizler sadece küresel sistemin servis ettikleri kadar olaylar hakkında yorum ve kanaat sahibi olabiliyorduk. Zaten Küresel Sistemin istediği de bunlar değil mi? Birinci Dünya Savaşı döneminde Osmanlı İmparatorluğunu savaştan çok önceleri masada paylaşanlar daha sonra almayı planladıkları paylar noktasında kavgaya tutuşmaları sebebiyle böyle bir anlaşmayı da dünya halkları öylesine öğrenmiş oluyordu. Aslında bu gün yaşadıklarımızdan çok da farklı değildi. Katar krizi ile Küresel Sitem bir şeylerin üzerini örtüyor ve mahallemizin ülkeleri eliyle de adım adım hedefine doğru yol almakta idi. Yine Dünya halkları ve bölge devletleri buna seyirci mi olacaktı? Bu gün de Kerbela’da yaşananalar tekrar mı edecekti? Bir ve beraber hareket etmesi gereken aynı dine mensup olanlar kendi din kardeşlerini düşmana neredeyse teslim etmeye çalışıyorlardı. Anlamak gerçekten de çok zor gelişmelerdi. Artık dur demenin şimdi tam zamanı değil miydi? Tekrarı olmayabilir… Bu şartlarda sergilenecek olan Duruş,  bölge Devletleri için de sadece bir Varlık ve Yokluk meselesi olduğunu çok net bir şekilde idrak etmeleri gerekiyordu.

Tarihe kabaca şöyle bir baktığımızda, bir ve beraber hareket etmesi gerekenler sürekli olarak kendi aralarında arızalar çıkıyordu? Acaba neden? Aynı Dine inananlar nasıl oluyordu da birbirlerini düşmana satıyor ve birbirlerini yemek için de yarışa girebiliyorlardı? Kimler bu insanları ve devletleri hangi motivasyonla ve nasıl bu noktaya sürükleyebiliyorlardı?  Anlamak gerçekten de çok zor meselelerdi. Bir yerlerde kesinlikle bir yanlışlıklar manzumesi devam edip gidiyordu. Dünyanın sonuna kadar da böyle mi devam etmeliydi? İnsan kendisine verilen AKLI ne zaman kullanacaktı? Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah; Aklını kullanmayanları da REZİL edeceğini buyurmasına rağmen?  Öyle mi?

Hz. Peygamber Efendimizin ahirete irtihalinden sonra, ümmet arasında türlü fitneler baş göstermişti. Özellikle Hz. Ali’nin halifelik döneminde ümmet birbirleriyle birçok kez savaştı veya savaştırıldı. Hz. Ali’ye başkaldıran Muaviye, kendisinden sonraki halifenin oğlu Yezit olarak kabul edilmesini ölmeden önce garantilemişti. Yezit halife olunca, Hz. Peygamber’in getirdiği İslam inancını temelden değiştirmeye ve halka işkence etmeye devam etti. Bundan özellikle de Küfe halkı çok rahatsız olmuştu. Bu nedenle Hz. Hüseyin’e her gün yüzlerce mektup yazıp, kendilerini Yezit’ten kurtarmasını istediler. Küfe’den 18 bin mektubun Hz. Hüseyin’e ulaşması sonunda ailesi, dostları ile Küfe’ye doğru yola çıktı. Küfelilerin mektuplarından haber alan Yezit, önceden elçi olarak gönderilen Hz. Hüseyin’in amcaoğlu Müslim’i öldürtüp ve halka baskı uygulayarak Küfelilerin gözünü korkutmayı başardı. Böylece daha önceden Hz. Hüseyin’e biat edeceklerini belirten Küfeliler, korkularından saf değiştirip Yezide biat etmeyi kabul ettiler ve Yezidi’n ordusuna katıldılar. Hz. Hüseyin ve yakınları Muharrem ayının ilk günü Kerbela’da tutsak edildiler. Muharrem’in 10. günü Yezide biat etmeyi reddeden Hz. Hüseyin’e, karşı taraftan ok atılmasıyla çatışma başladı. Hz. Hüseyin’in oğulları, kardeşi, yeğenleri derken tüm yakınları tek tek şehit edildiler. Tüm sevdiklerinin gözü önünde can vermesine şahit olan Hz. Hüseyin, kılıç yarası aldıktan sonra Şimr isimli asker tarafından başı kes ilerek şehit edildi.

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah;  ‘Ey iman edenler, Kâfirlerle toplu halde rastladığınız vakit, yani sizden sayıca üstün olarak, sürü sürü saf tutmuş olarak harp düzeninde karşılaştığınız zaman onlara ARKANIZI ÇEVİRMEYİNİZ. Sizin kadar oldukları veya sizden daha az oldukları zamanlar şöyle dursun, sizden çok fazla oldukları zaman bile KIÇ DÖNÜP KAÇMAYINIZ. Siz de derhal saf tutup SAVAŞ DÜZENİ alınız. Ey iman edenler, bir DÜŞMAN topluluğu ile karşılaştığınız zaman SEBAT edin ve Allah’ı çokça zikredin ki, kurtuluşa eresiniz. Ayrıca Allah’a ve Resulü’ne itaat edin. Ve BİRBİRİNİZLE de DİDİŞMEYİN. Sonra içinize KORKU düşer ve KUVVETİNİZ elden gider. Sabırlı olun, çünkü Allah sabredenlerle beraberdir’ buyurmasına rağmen,  İslam âlemi 100 yıllardır birbiri ile uğraşmaktan, didişmekten, güncel siyasetle meşgul olmaktan kendilerini alamamış ve BİRLİĞİNİ – DİRLİĞİNİ sağlayamamış,  Sinelerine KORKU düşmüş ve KUVVETLERİ de azalmıştır.

 

Siber Güvenlik Bakanlığı Kurulmalı!.

Geçtiğimiz günlerde Dünyanın en iyi korunan ülkesi olan İngiltere’nin Manchester şehrinde meydana gelen siber saldırıyı hatırlamayanımız yoktur. Dünyanın süper gücü konumunda bir ülkenin ve güvenlik olarak da üst düzeyde bulunan bir hava limanına siber saldırı meydana gelmişti. Neredeyse 24 saat uçuşlar yapılamamıştı. Vatandaşlar ve Dünya halkları olanları sadece hayretle izlemekteydi.  Neler oluyordu? Kimler böyle bir gücü karşı siber saldırıda bulunabiliyordu? Nasıl böyle bir girişimde ve siber saldırı için kalkışmada bulunuyorlardı? Anlamakta zorlanıyorduk. Sadece bir film izler gibi gelişmeleri izliyorduk…

Daha sonra birden Katar da anlayamadığımız gelişmeler olmaktaydı. Katar da bir siber saldırıya uğradığı iddia ediyordu. Aslında Katarın yaşamakta olduğu Türkiye olarak 15 Temmuz tarihinde yaşadığımız hain darbe ve işgal girişiminin Siber düzeyde gerçekleşmesi ve akabinde devam eden olaylar silsilesinden başkaca bir şey değildir.  Katar Resmi Haber Ajansı (QNA), 23 Mayıs gecesi Katar Emiri Şeyh Temim Al Sani’ye atfen “ABD’ye karşı ve İran’ı destekleyici” açıklamalar yayımladı ancak açıklamadan hemen sonra Katar resmi olarak QNA sitesinin siber saldırıya uğradığını duyurarak söz konusu açıklamaların dikkate alınmamasını talep etti.

Ancak Birleşik Arap Emirliklerinden yayın yapan Al Arabiya ve SKY News Arabia televizyon kanalları, resmi açıklamalara rağmen yayınlarına devam ederken, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Mısır gibi ülkeler de Katar menşeli yayın yapan tüm yayın kuruluşlarına erişimi ülke içinde yasakladı.  Suudi Arabistan, BAE, Yemen, Mısır ve Bahreyn yaptıkları açıklamayla Katar ile tüm diplomatik ilişkilerini kestiklerini duyurdu. Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn, ülkelerinin hava sahasını Katar’a kapatarak, Katarlı diplomatların 48 saat içinde ülkelerinden ayrılmasını istedi.

Türkiye olarak Siber saldırılar ve genel durum hakkında ki çalışmalara kabaca bir baktığımızda ise durum şöyledir. Bilişim teknolojilerinin vazgeçilmez hale geldiği son yıllarda konunun bir boyutu daha da öne çıkmaktadır;  Kullanılan sistemlerin güvenliği. Sürekli iletişim halinde olan bilgi sistemlerinin oluşturduğu ve siber ortam olarak adlandırılan altyapıların güvenliği ülkelerin ‘’ Politik, Askeri ve Stratejik ‘’ açıdan öncelikli olarak ele alması gereken unsurlar haline gelmiştir.

Ulusal siber güvenlik kapasitesinin arttırılmasına yönelik çalışmalar gerçekleştirmek amacıyla Ülkemizde kurulan Siber Güvenlik Enstitüsü (SGE) faaliyetleri 1997 yılında Bilişim Sistemleri Güvenliği (BSG) Birimi adı ile TÜBİTAK Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsü (UEKAE) altında başlamıştır. 2012 yılından bu yana ise TÜBİTAK BİLGEM bünyesinde ayrı bir enstitü olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. SGE; Siber güvenlik alanında araştırma ve geliştirme faaliyetleri yürütmekte; askeri kurumlara, kamu kurum ve kuruluşlarına ve özel sektöre çözüme yönelik projeler gerçekleştirmektedir.  Ağ Güvenliği Grubu, Güvenlik mimarilerinin tasarımı, sistemlerin güvenli kurulumu/ güvenlik testleri, risk analiz çalışmalarının gerçekleşmesi gibi alt başlıklar altında ele alınabilecek projelerle ülkemizin özellikle geleceği adına oldukça önemsenmesi gereken bilişim güvenliği alanında söz sahibi bir otorite konumuna gelmiştir. Siber Güvenlik Enstitüsü olası riskleri de önemseyerek ülke genelinde haberleşme, enerji, finans, su gibi kritik altyapıların bilişim sistemlerini analiz ederek muhtemel tehditleri ortaya koyan raporlar hazırlamaktadır.

Dünyanın süper gücü konumundaki İngiltere’de yaşanan siber saldırı ve akabinde birkaç gün sonra Katar’da meydana gelen Siber saldırılar bize de Devlet ve Millet olarak bazı şeyleri hatırlatmalıdır. Böyle bir girişim ve saldırılara karşı Devlet olarak tedbirlerimiz var mıdır? Olabilecek her türden siber saldırıya karşı savunma ve karşı saldırı sistemlerimiz kurulmuş mudur? Dünya Siber saldırılara halen maruz kalma ihtimali göz önünde bulundurulmak suretiyle ülkemizde bu alan için bir ‘ Siber Güvenlik Bakanlığı  ‘  kurulmalı mı, Sadece sesli olarak düşünüyor ve soruyorum.

AK Parti Fabrika Ayarlarına Dönebilir mi?

AK Parti teşkilatlarına yönelik, özellikle de 7 Haziran seçimleri öncesi ve sonrasında, bir metal yorgunluğu ve bir rehavet halinin de bulunduğunu sürekli olarak yazılarımızda ifade etmeye çalışıyoruz.  AK Parti teşkilatları gerçekten yorulmuş mudur? AK Parti teşkilatlarında bir rehavet durumu mevcut mudur? Daha nice benzer sorular… Yoksa AK Parti teşkilatlarında; Makam, mevki, para, ihale, rant, komisyon için gelenlerin fazlalığından kaynaklı teşkilat yönetimi bu tipteki kişiler kontrol ele mi geçirmişlerdir? AK Parti teşkilatları ile ilgili soruyu doğru ve net sorabilir,  teşhisi de tam net bir şekilde koyabilirsek alacağımız cevaplar, tedbirler ve çözüm önerileri de ona göre şekillenecektir.  Bir İletişimci ve Gazeteci kimliği gözlemlerimize dayanarak; AK Parti teşkilatları belki biraz yorulmuş olabilir,  belki rehavet de olabilir, fakat asıl mesele teşkilatlar, tamamen yukarıda mezkûr tipte ki kişiler, klikler ve gruplar, tarafından neredeyse işgal edilmiştir şeklinde,  düşünüyorum.

Sayın Cumhurbaşkanımız ve AK Partinin Yeni Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan,  geçtiğimiz günlerde TBMM’sinde AK Parti grubuna hitaben yapmış oldukları konuşmalarında; ‘’  İl, İlçe ve belde teşkilatlarımızın tamamını güncelleyeceğiz, yeniden gözden geçireceğiz. Ortada bir metal yorgunluğu var bunu aşmamız lazım. Çok daha gayretkeş ekiplerle 2019’a hazırlanmamız gerekiyor. İlgili birimlerimiz yoğun bir çalışma içerisinde,  bu çalışmaları yapması gerekiyor. Ciddi bir rakibimiz olmadığı için projeler konusunda kendimizle yarışıyoruz. Başarı çıtasını daha da yukarılara taşımalıyız. 16 Nisan’da kabul edilen Anayasa değişikliğiyle başarı çıtası yüzde 50 artı 1’e çıktı. 2011 ve 1 Kasım’da aldığımız tarihimizin en yüksek oy oranları bile artık yeterli değil. Her ikisinde de yüzde 50’nin üzerine çıkmadan arzu ettiğimiz gibi bir hizmet veremeyiz. Sandıkta yüzde 50’nin üzerine çıkmak için milletimizin her ferdini kucaklamalıyız. AK Parti kucaklayıcıdır. Hedefimiz 80 milyon vatandaşımızın tamamını kucaklamak ve gönlünü kazanmaktır. Suriye ve Irak’tan ülkemize gelen 3 milyon kardeşimiz için yaptıklarımızla kıllarını kıpırdatmayan ülkelere de insanlık dersi verdik.  AK Parti, açık söylemek lazım, devrimci bir partidir ‘’ ifadelerinde ki vurguların tüm Türkiye ve AK Parti teşkilatlarının kulaklarına küpe olacak nitelikte bir uyarı ve ikazlar bütünü olduğu kanaatindeyim.

AK Parti teşkilatları ile ilgili olarak vatandaşlarımız tarafından da sürekli serzenişleri almaktayız. Teşkilat yöneticileri ve belediye başkanlarına ulaşmakta ve hatta randevu dahi almakta zorluklar yaşandığı şeklinde… AK Parti Genel başkanı 80 milyonun her bir ferdini kucaklamaktan bahsederken, vatandaşından kaçan bir teşkilat ve belediye başkanları… Anlayan varsa beri gelsin… Demek ki vatandaşa ihtiyaçları yok…  Bu tipteki teşkilat ve belediye başkanları;  Sayın Genel başkanın çalışmasını, koşturmasını ve kendisinin vatandaşlarımız nezdinde ki kredisini sadece kullanıp, tüketmek gibi bir zihniyete sahip konumdadır.

AK Parti teşkilatları, 2002 ruhuna ve fabrika ayarlarına çok hızlı bir şekilde dönmelidir. AK Parti teşkilatlarına çöreklenmiş bulunan AKP’liler ve kriptolardan da acil ve ivedilikle kurtulmalıdır. AK Parti teşkilatları, fabrika ayarlarına dönmez veya dönemez ise ve içindeki AKP’lilerden de kurtulmaz, kurtulamaz ise ne mi olur? Sonuçlarına tüm teşkilatlar ve ülke olarak katlanırız; Siyaset çöplüğündeki partilerden sadece biri haline hızla dönerler. AK Parti teşkilatlarında AK Partinin hızla tarih olmasını talep eden teşkilat mensupları var mıdır? Bilemiyorum. Sadece soruyorum..  AK Parti genel başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tüm 80 milyonun kucaklanmasından ve gönüllerin alınasından bahsederken, teşkilat mensubu AKP’liler ve kriptolar tarafından, bu hatalar zincirinin ancak bilinçli bir şekilde yapılabileceği de düşünüyorum.  

Ramazan; Hayatı Biraz Yavaşlat!

Hayatı öylesine çok hızlı yaşamak istiyoruz ki! Birey olarak, nereye yetişeceğimizi ve ne yapacağımızı da aslında tam olarak bildiğimiz yok. Sadece çok hızlı yaşamak, her şeye anında sahip olmak ve her şeyi aynı anda yapmak istiyoruz. Mümkün müdür? İnsan olarak buna gücümüz yetebilir mi? İnsana verilen zaman ve ömür de buna izin verebilir mi ki? Böyle bir talebe ne saatlerimiz, ne insan olarak gücümüz, ne de bir insan ömrü yetebilir. Yaralatıştan gelen insan olmanın verdiği çevreyi dinlemek, izlemek, seyretmek ve onlardan da dersler, hisseler çıkarmamız gerekir. İnsan diğer insanlarla iletişim kurmadan yaşayabilir mi? Böyle bir şey mümkün olsa idi Hz. Allah toplumda yaşamaktan hiç bahseder miydi?  İnsan için hayat sadece bir hisse değil midir? Hayat sadece hız değildir. Hayat sadece her şeyi aynı anda yapmak değildir. Hayat çevremizde buluna insanlar ile sadece bir yarış da değildir. Her birey kendisine verilen saniyelerden, saatlerden, zamandan, ömürden sorumludur. İnsan olarak, zamanı ve ömrü daha sakin ve sükûnet halinde yaşayabilmek, Bireye Huzur da getirecek; Birey ve Toplum da Mutlu olacaktır.  

Sanayi sonrası toplumu damgasını vuran, sürekli bağlantı içinde olmak arzusu, seçeneklerin bolluğu ve hız gibi unsurlar, hayatımızı derinden etkiledi. Hayatı; Yavaş yaşa ve İçselleştirerek iyi yaşa.  Konu ile ilgili olarak bir aksiyon hareketi olan Uluslararası Yavaş Hareketi kurulmuştur.   Bu hareket ilhamını Asya’daki yavaş şehir akımından almakta,  giderek tüm Avrupa ve Dünyaya da hızla yayılmaktadır.   Acaba neden? İnsanlar neden rahatsız ki? İnsan neyi ve neleri yavaşlatmak istiyor ki? Hız ve haz bireyi mutlu edemiyor mu ki? Hani hayat sadece hızdan ve hazdan ibaretti? İnsan doğasına aykırı olan sadece hız ve haz, bireyin mutlu olması ve huzura ermesi için demek ki yeter şartlar değildir.  Başkaca şeylere de ihtiyacı vardır; Durup dinlenmek, dinlemek, anlamak, anlamlandırmak ve insanlarla ilişki halinde olmak.

Çevrenin etkisi ile kendimizi kaptırdığımız hızlı hayat bireyi gerçek doğasından uzaklaştırıyor. Güçlü olmak için daha hızlı yaşama arzumuz sonuçta bizi daha güçsüz kılıyor.  Çevremizden aldığımız bütün mesajlar, acele etmezsek bir şeyleri kaçıracağımız uyarısını yapıyor. İnsan olarak, kendimizi kaptırdığımız bu yeni alışkanlıklarımız hemen şimdi, daha fazla, daha hızlı yaşamak istiyoruz. Daha çok şeye aynı anda sahip olmak istiyoruz, fakat insan ömrü buna müsaade etmez ki.  İçine düştüğümüz hızlanma ve aynı anda birden fazla iş yapma takıntısı, işimizi, ilişkilerimizi, sağlığımızı, hayatımızı da olumsuz olarak etkiliyor. Daha etkin olmak için aynı anda birçok iş yapmak istiyoruz;  hem daha verimsiz oluyor, hem de stresimizi arttırıyor. Sadece birey olarak hayat kalitemizi düşürüyoruz.  Aynı anda birden fazla iş yapma hevesi bireyi giderek daha nezaketsiz ve kaba insanlar haline getiriyor. Birlikte yaşadığımız, beraber çalıştığımız insanlara ilişki kurmanın ve onlara karşı da dikkatimizi vermenin olmazsa olmaz bir koşul olduğuna göre;   Her insan kendisine değer verilmesini de ister. Beraber çalıştığımız insanlara, onların gerçekten çok değerli olduklarını hissettirmenin en temel yolu,  insanları gerçekten dinlemek ve hayatı da sadece biraz yavaşlatmakla mümkün olabilir.  Aynı anda birçok işi yapma isteği, bireyin çevresine karşı daha etkin, daha güçlü ve öne geçme dürtüsünden mi kaynaklanıyor ki?

Ramazan Anadolu’da ve İslam beldelerinde bir başkadır. Ramazan ayında dostluklar, ilişkiler ve ikramlar da bir başkadır. Ramazan, Hayatın hızına bir duraklama ve yavaşlatma hareketidir. Dünya, hayatın hızına dur diyebilmek ve yavaşlatabilmek için Yavaşlatma Hareketi kura dursun, Müminler İslam’la tanıştığı ilk günden bu günlere kadar zaten Ramazan ayı ile Hayatı yavaşlatma hareketini devam ettirmektedir. Ramazan ayında insanlarımızda bir sükûnet hali neden olmaktadır ki? Ramazan ayında işler biraz askıya alınır. Ramazan ayında 11 ay canla başla koşturulan işler biraz rölantiye alınır. Bir el sanki bu ayda inananlara ve tüm insanlığa aslında biraz dinlenin, kenara çekilin ve hayatı biraz dinleyin, çevrenizde ki insanlara neler olup bittiğini anlamaya, anlamlandırmaya çalışın mesajlarını mı vermektedir?  Çağımızın hastalığı olan,  İnsanların çok yemek yemekten şişmanlık ve obez olmasına çareler aradığı bir Dünya’da, Hayatın hızını da yavaşlatmak için çareler aramak adına Hayatı Yavaşlatma hareketini kursun. Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah, bizlere 11 ay koşturmak, çalışmanın arasında Ramazan ayında sanki biraz yavaşlayın, biraz sakinleşin, sükûnete erin mi demek istemektedir?  Ramazan ayı da olmasa Hayat sanki sadece işten, güçten, yarıştan, güçlü olmak ve güçlü görünmekten, koşturmadan ibaretmiş gibi yaşıyoruz. Hayat sadece iş güç değildir. Hayat sadece koşturmaca da değildir. Hayat bir başka insanlarla yarış da değildir. Her birey kendi hayatından, kendi zamanından ve kendisine verilen ömürden sorumludur. Hayatı günün bir bölümünde dahi olsa biraz yavaşlatmak her bireyin ruhuna çok iyi gelecektir. Ramazan ayı da buna vesile olmaktadır. Sorumlu olduğumuz zamanı, hayatı ve ömrü daha sakin, daha sükûnetli, daha anlamlı ve anlamlandırmakla,  daha huzurlu ve daha mutlu bir şekilde yaşayabilmek dileklerimle…   Hz. Peygamber;   Mü’min cana yakındır. Başkalarıyla dostluk, ilişki ve iletişim kurmayan, kuramayan ve kendisiyle de dostluk, ilişki ve iletişim kurulamayan kimselerde hayır yoktur, buyurmaktadır.

 

Darbe Tekrar Olur mu?

Dünya tarihine kabaca bir baktığımızda,  Küresel Sistem yönetemediği,  kontrolünden çıkan devlet hükümetlerine müdahalede bulunamadığı dönemlerde, darbe veya başkaca bir girişimde bulunmaktan hiç bir zaman geri durmamıştır. Darbe veya muhtıra küresel sistemin kurtarıcı can simidi olarak her daim hizmetlerine koşmuştur.  2. Dünya savaşından sonra Darbe girişimi olan bölgelere kabaca bir batığımızda; Afrika, Orta Asya, Asya, Avrupa, Latin Amerika ve Ortadoğu Arap yarım adasında gerçekleştiğini görmekteyiz. Bu bölgelerde meydana gelen darbe girişimlerinin sayısı da 239’dur. Bu darbe girişimlerinin de 236 adedi küresel sistem ve işbirlikçileri adına sonuca ulaşmış; İktidar ve yönetimler küresel sitemin isteği doğrultusunda el değiştirmiştir. Küresel sistem bu darbe girişimlerini zevk olsun diye mi yapmaktadır? Başka işleri güçleri yok mudur? Adamlar, canımız sıkıldı,  şu ülke de bir darbe yapalım mı bu kalkışmaları desteklemektedir? Yoksa başkaca siyasi ve ekonomik hesaplar mı bulunmaktadır? Dünya halkları ülkelerinde gerçekleşen bu darbe girişimlerinin arka planı da hiçbir zaman anlamadı, anlayamadı. Bu darbeler için de iç siyaset olarak bir çözüm önerileri geliştiremedi. Millet, bu oyunlara karşı; Birlik ve beraber olmak yerine, parçalanmaya, bölünmeye tercihine mi zorlanmaktadır?

Darbelerin tarihine bir de ülkemiz Türkiye açısından kabaca bir incelediğimizde; Karşımıza çok değişik zamanlarda ve dönemlerde darbe girişimleri ve kalkışmaları çıkmaktadır. Darbe kalkışmalarının başarıya ulaştıkları tarihler; 27 Mayıs askeri darbesi, 12 Mart askeri muhtırası, 12 Eylül askeri darbesi, 28 Şubat post modern darbe, 27 Nisan E- Muhtıra, Gezi kalkışması, 17/25 Aralık ve arada daha sayamadığımız darbe ve muhtıralar. Vatandaşlarımızın birliği, beraberliği ve feraseti ile akamete uğrayan 15 Temmuz hain darbe, işgal ve küresel sisteme de bu asil devleti ve milleti teslim girişimleri.  Devlet ve millet olarak, bir ve beraber olabilirsek bu darbe girişimlerini engelleyebiliriz; Çanakkale’de, Kurtuluş savaşında ve Yeni Kapı ruhunda olduğu gibi. Darbeyi planlayan Küresel sistem,  geçmiş dönemlerde, içerideki taşeronlar ve işbirlikçiler mahareti ile önce sokaklar hareketleniyor, olmadı ekonomik darboğaz, olmadı döviz kurlarında oynamalar ve daha nice senaryolarla hedeflerine çok kolay bir şekilde ulaşabiliyorlardı. Bu gün de bu girişimleri tutmadığı, olmadığı ve başarıya ulaşamadığı için içerideki taşeronlar ve işbirlikçileri eliyle de başkaca planlar, oyunlar ve hesapların içinde olabilirler mi?

Türkiye Cumhuriyetimizin 90 yıllık tarihine şöyle bir baktığımızda, neredeyse 50–60 yılımız darbe girişimleri ve kalkışmaları ile geçmiştir. Acaba neden? Bu devlet ve millet, her on yılda bir engellemelerle nasıl kalkınacak ve dünya ile nasıl rekabet edebilecektir? Küresel sistem ve işbirlikçileri bu devlet ve asil milletimizden neler istemektedir? Küresel sitem ve işbirlikçileri neden böyle bir girişimde bulunmaktalar? Daha nice benzer sorular… Bu sorulara, devlet ve millet olarak sağlıklı cevapları verdiğimizde, bu cevapların muvacehesinde de tedbirlerimizi, önlemlerimizi aldığımızda, karşı plan ve pro-aktif konumda bulunduğumuz takdirde bu darbe girişimlerinin de sonu gelecektir. Aksi halde küresel sistem ve taşeronları her dönemde bu ülkede darbe girişiminde bulunmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyeceklerdir.

Devlet ve millet olarak 15 Temmuz tarihinde kanlı bir darbe ve işgal girişimi, kalkışması yaşadık.  Bu darbe girişiminde bulunan taşeronlar ve işbirlikçiler için devlet ve millet olarak neler yapmalı? Elbette ki masum insanlar bir kenarda durmak kayıt ve şartıyla; Darbeye yataklık eden, darbe girişiminin içinde bulunanları da mı görmezden geleceğiz?  Darbenin beyin takımını da mı es geçeceğiz? Darbeyi sadece erler ve taşeron işçiler mi planlamıştır? Bu darbe ve işgal girişiminde küresel sistemle birlikte hareket halinde olan siyaset,  iş dünyası, medya ve diğer meslekten olanları da mı korumaya kollamaya devam edeceğiz? Bazı meslek grupları,  bu darbe girişimin tam göbeğinde ki finansal destek veren iş dünyasını,  yüksek miktarda ki ücretler karşılığında korumaya, kollamaya ve aklamaya mı çalışmaktadır?  Birileri bu işten, devletin bekası ve milletin birliğini düşünmeden, sadece bugünü için, dünyalık için yolunu tutmaya çalışacak; Öyle mi?  Vay halimize! Bu darbe neden tekrar etmesin ki?

Türkiye olarak; Küresel sitemin lojistik destek verdiği taşeron terör örgütleri üzerinden, bölgemiz tam bir barut fıçısına dönmüşken ve döndürülürken… Bölgemiz üzerinde  küresel sistemin halen çok büyük hesaplar ve planları devam ederken.. Fitne ateşinin adam öldürmekten daha büyük bir günah olduğunu buyuran Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah; 15 Temmuz hain darbe ve işgal denemesinin öncesi ve akabinde, Fitne ateşini çıkaran ve körükleyenlere karşı ‘savaşın’  buyurmasına rağmen; Bizler de durup seyretmeye devam mı edeceğiz? Bazı meslek gruplarının bu fitneyi körükleyenleri, koruma ve kollamaya devam etmesine seyirci mi olacağız? Bazı meslek gruplarının bu adamları temize çıkarmak adına,  çok büyük miktarda ücret karşılığında bu girişimlerine devam etmesine ne diyeceğiz? Bu girişimlerde bulunanlara karşı;  İmanın en zayıf noktası olan ‘Buğz’ da mı etmeyelim? Bu ülkede, 15 Temmuz kanlı darbe kalkışması ve girişimlerinin benzerleri neden tekrar etmesin ki?  “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizleri helak etme Allah’ım”…

AK Parti’de Teşkilat Değişimi!

AK Parti Olağanüstü genel kongresi geçtiğimiz günlerde, teşkilat mensuplarının çok yoğun katılımları ve büyük bir coşku ile yapıldı. Bu demokrasi şölenine katılan ve emeği geçen tüm teşkilat mensuplarına da teşekkürlerimi sunarım.  AK Parti olağanüstü kongrede yapılan tüm değişiklikler ile AK Parti 2002 yılındaki kurucu ruha, coşkuya tekrar dönebilmesinin de önünün açılabileceğini düşünüyorum.  Tüm teşkilatlarda bir yorulma ve yılgınlık olduğu da sürekli olarak dillendirilmektedir.  Siyaset ve teşkilat işleri tamamen bir heyecan ve coşku işidir.  AK Parti; Ülkemizdeki siyasi partilerden mensuplarına da siyasi heyecan ve coşkuyu en iyi yansıtan teşkilatlardan bir tanesidir.  Burada kurucu lider ve yeni genel başkan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın katkıları ve sahayı çok iyi bilmesinin de faktörü çok büyüktür.  AK Parti genel başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi ömrü tamamen sahalarda geçmiş ve vatandaşlarımızla sürekli olarak birlikte olmasının da burada çok büyük katkılarını ve etkilerini de görmekteyiz.

AK Parti olağanüstü kongresinde yapılan MKYK ve diğer değişiklikler, bazı teşkilat mensuplarını memnun etmemiş gibi bir görüntü de arz etmektedir. Ne yapılması bekleniyordu ki? Tamamen bir teşkilatı sıfırlamak ve yeniden bir teşkilat kurmak mı? Bir kurucu hafızayı yok mu sayacaksınız? Kurumlar hafızası kadar vardır. Hafızanız ve değerleriniz olmadığı takdirde uzun soluklu olamazsınız. Siyaset de bir maraton işi olduğuna göre… Bulunduğunuz bölge itibari ile sıradan vatandaşlar olarak göremediğimiz çok büyük dengeler bulunmaktadır. Yeni genel başkan da bu dengeler çerçevesinde yeni yol arkadaşlarını ve MKYK’sını teşkil etmiş olamaz mı?  Bir partinin ana omurgasını teşkil eden üst yönetiminde, yeni bir parti kuruluyormuşçasına tamamen bir değişikliğin olmasını bekleyen teşkilat mensuplarına da buradan hayretlerimi sunuyorum. Bu ülkede siyaseti en iyi okuyan, dünya ve bölgemiz dengeleri çerçevesinde ki gelişmelere en güzel cevapları verebilecek ‘Siyasi DEHA’ olarak da isimlendirebileceğimiz bir Lider kurucusu olduğu partisinin başına tekrardan geçmiştir.

AK Parti olağanüstü kongresinde yeni genel başkan yorulan ve yıpranan teşkilat mensubu, belediye başkanı ve meclis üyesi arkadaşlarımızla bir nöbet değişiminin olabileceğinin de işaretlerini verdi.  Bir partide olması gereken ve hatta beklenen bir kan değişimidir. Aynı teşkilat mensupları ile maraton koşamazsınız. Yorulan arkadaşlarınızı genç, dinamik ve bu ülke için, bu millet için bir derdi, bir sevdası olan bireylerle değiştirmeniz de çok doğal bir gelişmedir. Siyasetin doğası da bunu gerektirmektedir.

AK Parti teşkilatlarında ki değişiklikle ilgili olarak, Konya özelinde daha önceki yazılarımızda da sürekli olarak vurguladığımız, beş farklı güç ve ekibin, bu şehri yönetmek adına bir çalışma içinde olduklarını da ifade etmeye çalışıyoruz.  Dost meclisi ve siyasi arkadaşlarla yaptığımız sohbetlerde, konu AK PARTİ Konya teşkilatlarında bir değişiklik olması gerektiğine gelip dayanmaktadır.  AK Parti Konya teşkilatlarında değişiklik olmasını kimler istemektedir? Yeni genel başkanın gerçekten böyle bir isteği ve arzusu bulunmakta mıdır? Yoksa birileri bulanık havada kendilerine hisse çıkarmaya mı çalışmaktadır? Şehirde AK Parti teşkilatları hakkında çok değişik isimler zikredilmektedir. Bu isimlerin böyle bir talepleri var mıdır? Bu isimleri zikredenler başkaca hesaplar peşinde midir? Tabii ki bilemiyorum… Ben de bir vatandaş olarak sadece soruyorum.

Bir İletişimci ve gazeteci duyarlılığı çerçevesinde, teşkilatlara yönetici olması düşünülen veya genel merkez tarafından atama şeklinde bir yol tercihi de düşünülüyorsa, sadece iş adamı olması mı gerekmektedir? Vatanını milletini seven, bu ülke için derdi olan her birey teşkilatlarda değerlendirilmelidir. Teşkilat başkanı ve yürütmeye alınacak olan kişilere piyasa şartlarının çok üzerinde bir ücret uygulaması neden olmasın ki? Teşkilata gelecek olan arkadaşların işlerinin de aksamaması adına… Ortaklıklar ve diğer sıkıntıların yaşanmaması adına…  Teşkilatlarda yönetim ve yürütme de çalışacak olan arkadaşların ihale, rant ve komisyon peşinde koşmalarının da bu şekilde ki bir uygulama ile önüne de geçilebilir mi diye düşünüyor ve soruyorum?