Reis; Nerede Kalmıştık?

AK Parti Olağanüstü kongresi geçtiğimiz Pazar günü demokrasi şöleni havasında geçti. Ülkemizdeki diğer partilere de örnek olmasını dilerim. Siyaset, kongre, parti üyeliği bir sevda ve coşku işidir. Bu coşkuya ve heyecana ortak olmak, bu coşkuyu canlı olarak yaşamak isteyen Türkiye’nin dört bir tarafından 100 binlerce vatandaşımız Kongre merkezinin olduğu yere sabahın erken saatlerinden itibaren akın etti.  Hakkını teslim etmek kaydı ile bu coşku ve katılım da Sayın Cumhurbaşkanımızın yeniden partisinin başına dönecek olmasının da çok büyük etkileri bulunmaktadır.  Sayın Cumhurbaşkanımızın mertliği, babayiğitliği ve dik duruşu da vatandaşlarımız tarafından çok büyük bir destek ve takdir görmektedir.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın kongrede yapmış olduğu konuşmasında ki ilk cümlelerinin ‘Nerede Kalmıştık ‘ ifadelerinin çok manidar olduğunu da düşünüyorum.  Partisinden ayrı kaldığı üç yıl zarfında partisinde vakıf olamadığı bazı işler ve vatandaşlarımıza erişemediğinin sıkıntılarını da vurgulamaktadır.  Nerede kalmıştık vurgusunun bu ülkeye hizmet ve bölgemiz açısından yapılması gereken çok büyük işler olduğu zaviyesinden çok dikkatle değerlendirmek gerektiğinin de kanaatindeyim.

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve AK Parti genel başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan;’  Kim dönerse dönsün, biz dönmeyiz bu yoldan. İster Meclis’e sokmasınlar, ister partimizi kapatmaya çalışsınlar, ister sokakların altını üstüne getirsinler, ister darbe yapıp canımıza kastetsinler, biz bu yoldan dönmeyeceğiz. Allah’a can borcumuzdan, milletimize hizmet borcumuzdan başka kimseye eyvallahımız yoktur. Milletime sesleniyorum, eğer Tayyip Erdoğan’ın ülkesinin ve milletinin hayrına olmayan en küçük bir tavrını, icraatını, sözünü duyarsanız, bugüne kadar yaptığı her şeyi bir kenara bırakın ve gereğini yapın’ ifadelerinin çok manidar olduğun da kanaatindeyim.  Bu devlet kurulduğu tarihten itibaren dış güçler ve içimizdeki taşeronları vasıtası ile sürekli olarak darbeler ve muhtıralarla karşılaşmıştır. Böyle bir girişime kesinlikle izin vermeyeceklerini ve buna engel olabilmek için neler yapılması gerekiyorsa birey ve millet olarak,  her şeyin bu devletin bekası ve milletin birliği adına yapılacaktır vurgularını da çok önemsiyorum.  Sayın Cumhurbaşkanımızın milletimizin hayrına olmayan bir icraat ve tavrının olması durumunda da gerekeni bu asil milletin yapması noktasında ki ikazlarının.. Sahabeyi kiram efendilerimize hitaben,  Hz. Ebu Bekir efendilerimiz Halife seçildiklerinde ki;  “Eğer iyilik yaparsam bana yardımcı olun, Eğer doğru yoldan kayarsam beni düzeltin. Hz. Ömer efendimiz de Halife seçildiklerinde sahabeye hitaben “ben bir hata yaparsam ne yaparsınız? Diye sormuş, sahabeyi kiram da “seni kılıçlarımızla düzeltiriz” cevabını alınca,  Allah’a hamd etmesi, bana bu mübarek hikâyeleri hatırlatmıştır.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Parti olağanüstü kongresinde, teşkilatların değişmesine yönelik konuşmalarının çok dikkate değer olduğunu da düşünüyorum. Teşkilatlarda bir yorgunluk, heyecan ve coşku azalması durumunu da sürekli olarak yazılarımızda ifade etmeye çalışıyoruz. Parti, Siyaset ve teşkilat işleri bir coşku ve heyecan işidir. Teşkilat mensuplarına karşı heyecan ve coşku veremeyen teşkilat yöneticilerinin, yorulan ve yaşı bir noktaya gelmiş olanların gençlerin önünü açmak adına ve hizmet yarışında bir nöbet değişimi olarak değişmesinin de doğal karşılanması gereken bir durum olduğunu düşünüyorum.

AK Parti teşkilatlarına yönelik olarak yapılması gereken değişim girişimine şehrimiz Konya özelinde değerlendirdiğimizde ve kulislerde konuşulanlara da kabaca bir baktığımızda… Şehri yönetmeye talip olan ve bununla ilgili olarak dosyalar sunan,  şehrimizde  ki beş farklı güç ve ekibin,  Sayın Cumhurbaşkanımız ve AK Partinin yeni genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ikna edemediğini de düşünüyorum. Şehirdeki tüm dinamiklerle diyaloğu iyi olan, tüm kesimleri kucaklayıcı, birleştirici nitelikte, bu devlet ve millete karşı hainlik edenlere yönelik de merhameti olmayan, operasyonel gücü ve kapasitesi yüksek,  gece gündüz demeden bu şehir için çalışabilecek heyecan ve coşkuya sahip, bir teşkilat başkan adayı ve ekibinin de bu şehri yönetmek için,  AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayip Erdoğan tarafından halen beklenilmekte olduğunu da düşünüyorum.

Her Seçiş bir Vazgeçiş mi?

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 16 Nisan Anayasa değişiklik referandumundan sonra 26 ülkeye olan ziyaretleri devam etmektedir. Rusya, Hindistan, Çin ve ABD ziyaretleri bunların içinde çok önemli ve göze çarpanları olarak karşımıza çıkmaktadır. Cumhuriyetimizin kuruluşundan itibaren Cumhurbaşkanlarımızın dış ülke ziyaretlerine baktığımızda ise Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bir ayda yapmış olduğu dış ülke ziyaretlerinin neredeyse Cumhurbaşkanlığı süresinde yapılamamıştır.  Sayın Cumhurbaşkanımız 14 Ağustos 2014 tarihinde halk tarafından ilk defa seçilen bir Cumhurbaşkanı olarak yapmış oldukları teşekkür konuşmasında, oturan – duran biri değil, koşan – koşturan, aktif bir Cumhurbaşkanlığı dönemini açmakta olduğunu da vurgulamıştı.

Cumhurbaşkanımız Sayın  Recep Tayyip Erdoğan, Çin Ulusal Kongre Merkezinde düzenlenen, Kuşak ve Yol Forumunun açılış̧ törenindeki konuşmasında, Yeni İpek Yolu olarak da adlandırılan bu girişimi Asyayı, Avrupayı, Afrikayı ve hatta Güney Amerikayı birbirine bağlama hedefiyle geleceğe damga vuracağına.. Kuşak ve yol güzergahındaki ülkelerin altyapı planlarının ve teknik standartlarının yükseltilmesine.. Kıtalar arası ölçekte özellikle kara, deniz ve hava yolu koridorlarının geliştirilmesine katkı sağlayacağına… Dünya genelinde 60’dan fazla ülkeyi kapsayan Yeni İpek Yolu girişimi yaklaşık 40 milyon kilometre karelik bir alanı ve dünya nüfusunun 4,5 milyarını ifade eden çok önemli ve büyük bir projedir. Siyasi ve ekonomik alanda birbiriyle uyumlu bir sistemin tesisi, bölgemizde istikrar ve refah temelli yeni bir dönemin de kapılarını aralayacaktır. Bu projenin sürdürülebilir büyüme ve kalkınma vasıtasıyla vatandaşlarımızın hayat standartlarında gerçekleştireceği artış, hepimizin ortak başarısı olacaktır.. Özellikle dünyada gelişmekte olan teröre karşı bu gelişme, terörü adeta yerle yeksan edecek bir girişim olacaktır. Herkes için fayda sağlayacak bu işbirliğinin bir model olarak başarılı olacağını düşünüyorum. Türkiye olarak bunun için her türü desteği vermeye hazır olduğumuzu buradan tüm Dünyaya ilan ediyorum, vurguları ve konuşmalarının; Dünya Barışı ve Huzuru, Bölgemizin terörden ve vekâlet savaşlarından arındırılması, gelişmesi ve- kalkınabilmesi için çok önemli olduğunu da düşünüyorum.

Dünyanın çift kutuplu durumdan tek kutuplu bir döneme geçtiği, Sovyetlerin yıkılışı ve iki Almanya’nın da birleşmesi akabinde, jandarmalığına soyunan ve son dönemde de bölgemizdeki vekâlet savaşlarına aleni destekleri ile dikkat çeken ABD’ne, Sayın Cumhurbaşkanımızın ziyaretlerinin yankılarını hep birlikte izliyoruz. ABD’ne daha önceleri ziyarete giden devlet başkanlarımız ve ABD ile olan ikili ilişkilerimizde, 2.  Dünya savaşından bil itibar alışılmakta olan; ‘emredersiniz, tamam, peki’  durumlarının tekrar olamamasının vermiş olduğu sıkıntılara da şahit olmaktayız. Devletler arasındaki ilişkilerin artık menfaat ve mütekabiliyet ilkeleri çerçevesinde yürümesi gerektiğini de siyasilerimiz ve devlet başkanlarımız tarafından da sergilemesi bizleri memnun etmekte ve millet olarak gururlarımız okşamaktadır.  Devlet olarak tarihe yön verdiğimiz ve imparatorluk geleneği olan bir devletin mensupları olduğumuzu da yeni yeni idrak ediyoruz. Bir küresel devlet, bir güç devletimizden bir şeyler talep ediyorsa, karşılığında da bir talebimizle karşılaşacağını da artık bilmeli ve idrak etmelidir.  Artık; Türkiye öylesine bir devlet ve millet değildir, böyle de bilinmelidir.

Küresel sistem; Dünyada ve bölgemizde ki yönetimler ve haritaları yeniden değiştirilmek suretiyle, yeni bir düzen ve yeni bir sistem kurmayı hedeflemektedir;100 yıl öncesinde olduğu gibi… Türkiye Cumhuriyeti devleti olarak tarihten gelen kadim medeniyet ve kadim kültürü ile bölgesinde meydana gelmekte olan tüm bu gelişmelere 100 yıllardır seyirci ve etkisiz olduğu gibi tribünden izlemesini bekleyen küresel devletler, içimizdeki taşeron ve işbirlikçilerin rahatsızlıkları da gözlemekteyiz. Eski Türkiye’nin olmadığını, yeni ve yeniden çok güçlü bir Türkiye’nin de kurulmakta olduğunu millet olarak ve dünya devletlerinin sadece saygı duymaları gereken bir dönemdeyiz. Küresel sistem bölgemizde yeni bir düzen ve sistem kurulmasını arzu ediyorsa, ancak ve ancak bizimle beraber ve bizle birlikte kuracaktır. Bize rağmen vekâletler üzerinden kurulamayacaktır; Vekâlet – vesayet üzerinden geldiği terör örgütleri ile değil tabii ki. Her seçişin bir vazgeçiş olduğu bir zaman dilimindeyiz. Tarihi, kültürü ve jeo-stratejik konumu gereği Türkiye Cumhuriyeti Devletini terör örgütlerine tercih edecek olan tüm küresel devletlere, devlet ve millet olarak hayırlı işler dilemekten başkaca bir temennimiz de olamaz.

 

Konya Teknik Üniversitesi Kurulmasına matuf; Selçuk Üniversitesi Tekrar Bölünüyor?

Selçuk Üniversitesi, 11 Nisan 1975’te yürürlüğe giren, 1873 Sayılı Kanunla öngörülmüş ve bu kanuna istinaden kurulmuştur. 1976 – 1977 eğitim – öğretim yılında, Fen Fakültesi ve Edebiyat Fakültesi olmak üzere 2 fakülte, 7 bölüm, 327 öğrenci ve 2 kadrolu öğretim üyesi ile faaliyete geçen Selçuk Üniversitesi, 1982 yılına kadar, kayda değer bir gelişme gösterememiştir. Selçuk Üniversitesi için atılım yılı 1982’den sonra olmuştur.

Selçuk Üniversitesi; Bu gün itibari ile bünyesinde 21 fakülte, 6 enstitü, 6 yüksekokul, 22 meslek yüksekokulu, 1 devlet konservatuarı, 3 binin üzerinde akademisyeni, 5 bin idari personeli ve 90.000’i aşkın öğrencisi ile Türkiye’nin en büyük yükseköğrenim kuruları arasında yer almaktadır. Şehrimizde bulunan bir adet devlet ve iki adet vakıf üniversiteleri de bünyesinden çıkmıştır. Bu üniversitelerimize akademisyen noktasında ve diğer konularda her zaman abilik ve hamilik görevlerine de devam etmektedir.

Şehrimizde yılardan beridir, bir Teknik Üniversite ihtiyacı olduğu ve kurulması gerektiği noktasındaki serzenişleri ve sitemleri sürekli olarak yetkili isimlerden duymaktayız. 2010 yılında Konya Üniversitesi kurulurken aynı konuşmaları hatırlayanlarımız vardır. 

Teknik Üniversite kurulması için halis bir niyetle çıkılan hedef, daha sonradan yol kazalarına sebebiyet verdi.  Selçuk Üniversitesinin kopyası, benzeri ve rakibi, ilk beş yılında neredeyse yönetilemez boyutlara gelen devasa bir devlet üniversitemiz daha oldu.

Yönetilemez kavramını neden ekliyorum diye soracak olan dostlarıma da, Sayın Rektör hocalarımızın sürekli basın toplantılarında ifade ettikleri, 35 bin öğrenciyi geçen bir üniversite gerçekten de yönetilemez boyutlara ulaşmaktadır vurgularında olduğu gibi.

Selçuk Üniversitesi bünyesinden yeni bir Üniversite daha mı doğmaktadır?  Selçuk Üniversitesi Sanayi Kampüsü kurulma çalışmaları, Teknik Üniversitenin alt yapısı için yapılmakta olan bir çalışmalar bütünü müdür?  Selçuk Üniversitesi Sanayi Kampüsü, Teknik Üniversite kurulması için çıkılan hedef daha önceki halis niyetlerde olduğu gibi bir yol ve iletişim kazalarına sebebiyet vermeden tamamlanır; Teknik üniversite bu şehrin çok acil ve önemli bir ihtiyacı ise tabii ki…

Konya ili, Selçuklu İlçesi, Dikilitaş Mahallesindeki bazı taşınmazlar ve üzerindeki varlıkların ‘’Selçuk Üniversitesi Sanayi Kampüs Sahası’’ olarak kullanılması ve tahsis nedeninin tapu siciline şerh edilmesi kaydıyla 4046 sayılı kanunun 2/i maddesine istinaden, Bila bedel Maliye Hazinesine devredilmesine ilişkin Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun (ÖYK)  28 Aralık 2016 tarihli kararıyla, toplamda 5 adadan oluşan yaklaşık 900 Bin metrekare taşınmazların Selçuk Üniversitesi’ne tahsis işlemi gerçekleştirilmiştir. Bu karar Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından 10.02.2017 tarihinde Selçuk üniversitesi rektörlüğüne de bildirilmiştir.

Şehirlerin gelişiminde, Üniversite – Sanayi işbirliğinin önemi gerçekten de çok büyüktür. Selçuk Üniversitesi Sanayi Kampüs alanı bu hedefe matuf olarak hayata geçecektir.  Konya Sanayisinin bilimsel altyapısını oluşturmak ve üniversite  –  sanayi işbirliğini geliştirebilmek adına, sanayi bölgesi içerisinde yeni bir kampüs oluşturulması ve bu yeni kampüste,  halen eğitimlerine devam eden yaklaşık 22.000 öğrencisi olan Mühendislik Fakültesi, Mimarlık Fakültesi ve Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu’nun taşınması da planlanmaktadır.

Üniversite – Sanayi işbirliği çerçevesinde SÜ bünyesinde bulunan diğer fakülte ve meslek yüksekokullarının neden bu sanayi kampüs alanı planlamasında alınmadığını da anlayabilmiş değilim? SÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Şahin hocamın kamuoyunu ve üniversite camiasını bu konuda aydınlatıcı bir açıklama yapacaklarını da düşünüyorum.

Selçuk üniversitesinde halen eğitimlerine devam etmekte olan; Mühendislik Fakültesi, Mimarlık Fakültesi, Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu, Teknik Eğitim Fakültesi, Teknoloji Fakültesi,  üniversite – sanayi işbirliği içerisinde olan fakülte ve meslek yüksekokullarından, sadece 3 adedi,  Sanayi Kampüs alanına, neden tercih edilmiştir? Bu tercihte üniversite yönetiminin başkaca bir niyetleri mi bulunmaktadır?

Üniversite yönetimi bu kararları alırken fakülte yönetimleri ve akademisyen hocalarımızla istişareler sonucunda mı alınmaktadır? Yoksa ben yaptım oldu şeklinde bir yönetim ve üslup mu sergilenmektedir? Bir İletişimci ve gazeteci duyarlılığı çerçevesinde daha önceki halis niyetlerle çıkılan daha önceki Teknik Üniversitede olduğu gibi bir ‘ yol ve iletişim kazalarına ‘ sebebiyet vermeden,  önlemler ve tedbirlerin alınabilmesi adına, sadece soruyorum.

Üniversite sanayi işbirliğini çerçevesinde; Teknik Üniversitenin alt yapısını oluşturabilmek adına, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatları doğrultusunda, Selçuk Üniversitesi bünyesinde Sanayi Kampüs Alanının kurulabilmesi için şehrimizdeki tüm Siyasiler,  Konya Valisi, Konya Büyükşehir Belediye Başkanı ve diğer paydaşların çok önemli desteklerini görmüştür.

 Şehirlerin ve ülkelerin kalkınması için çok önemli bir yeri olan Üniversite Sanayi işbirliğinin ve Teknik Üniversitesinin ön hazırlık çalışmaları niteliğindeki SÜ Sanayi Kampüs Alanının arazi tahsis ve diğer çalışmalarını yürüten, emeği geçen tüm yetkililere ve çalışanlara teşekkürlerimi sunar, başarılar dilerim.

Yüzyıla Damga Vuracak bir Proje!

Meram Belediye Başkanı Fatma Toru, Belediye Başkan Yardımcıları, Belediye Meclis üyeleri ve yöneticilerle birlikte;  ‘Şükran Mahallesi Kentsel Dönüşüm Projesi’ alanındaki yıkım ve dönüşüm çalışmaları hakkında, kamuoyunu ve bölge insanlarını bilgilendirmek için basın gezisi – basın turu tertip edildi.  Bölgede yapılan çalışmalar hakkında kamuoyunu bilgilendirmek için düzenlenen,  böyle bir basın gezisini planlayan ve organize eden tüm belediye çalışanlarına da teşekkürlerimi sunarım.

Meram Belediyesi; ‘Dönüşüm Meram‘ konsepti çerçevesinde, Meram’ı mazisinden, geleneğinden aldığı gücünü geleceğe taşıyan bir süreçtir. Dönüşüm Meram konsepti; Aksinne, Çaybaşı, Hacı Fettah, Turgut Reis, Küçük Aymanas, Büyük Aymanas ve Uluırmak mahallelerindeki kentsel dönüşüm çalışmalarını da kapsamaktadır.

 Meram Belediyesi, ‘Şükran Mahallesi Kentsel Dönüşüm Projesini’  bir yılı aşkın süredir devam eden anlaşma, uzlaşma ve yıkım süreçlerinde sona yaklaşıldı. Şükran Mahallesi’nde yapılan kentsel dönüşüm projesi sıradan bir dönüşüm projesi veya herhangi bir inşa işlemi değildir. Burada yapılan dönüşüm; Şehre damgasını vuracak ve önümüzdeki 100 yıl boyunca konuşulacak bir çalışmalar bütünüdür. Bu bölgede tarih var, kültür var, kimlik var, turizm var ve yerel ticaretin canlanması da bulunmaktadır. Mevlâna Kültür Vadisi aksında kalan bu bölgenin kötü görüntüden kurtarılması ve şehrin imajı açısından güzel bir görüntüye kavuşturulması da çok önemlidir. Meram belediyesi; Bu bölgenin dönüşümünde herhangi bir ticari kaygı taşımadan sadece şehrin kazanımlarını da hedeflenmiştir.  Bölgeyle ilgili belediyenin iki farklı mimar ile farklı proje çalışmaları devam etmektedir.  Bölge şehrin kanayan yarası ve kangren olmuş bir bölgesi durumundadır. Bölgenin şehir açısından en prestijli bölgelerden biri olacağını da düşünüyorum; Yaşayan, canlı bir bölge olacaktır.  Bu bölge, hem tarihi ve kültürel mirasıyla,  hem turizmiyle,  hem ticari alanlarıyla, hem kültür ve sanat etkinlikleriyle,  hem de Selçuklunun başkenti olan bu şehirde, geçmişte olduğu gibi ilim ve irfanın yuvası olarak burası her daim yaşayan bir bölge olması da öngörülmektedir.  Bu bölgede dönüşüm için planlanan alanın büyüklüğü 100 bin metrekareyi buluyor,  şu ana kadar kamulaştırılan ve anlaşması yapılan bina sayısı 800’ün üzerindedir. Bölgenin birinci etap kamulaştırma ve yıkım maliyeti 70 milyon TL, toplam Yapım maliyeti de 150 – 200 milyon TL’lik bir bütçeye ihtiyaç duymaktadır.  Şükran Mahallesi Kentsel Dönüşüm Projesi; Meram belediyesi ve bölge için Yüzyılın projesi olacak bir çalışmadır.   

Belediyelerimiz açısından Kentsel dönüşüm çalışmaları gerçekten çok zorlu bir süreçtir.  Belediye hizmetleri yapmakta olduğunuz il ve ilçenin de kadim bir tarihi de bulunuyorsa,  kentsel dönüşüm çalışmaları daha da zordur. Konut üretimi ve İnşaat sektöründeki dostlarımızla yapılan görüşmeler ve sohbetlerimizde, belediyelerimizin tarafından,  arsa üretimi ve alt yapı noktasında çok sıkıntılar yaşanmakta olduğu da bir realitedir.  Şehirlerin daha yaşanabilir olabilmesi için kentsel dönüşüm çalışmalarına daha fazla ağırlık verilmesi de gerekmektedir. Kadim kültür ve tarihi dokunun korunması adına, kentsel dönüşüm çalışmaları yapılan bölgelerde, şehirler ve yaşayanları daha rahat bir nefes alabilme yerleri olarak planlanmalıdır. Kadir şehirlerde, kadim medeniyet kültürü ve tarihi dokunun da aslına uygun bir şekilde korunmak ve gelecek nesillere aktarılabilmesi de kentsel dönüşüm çalışmalarının birincil öncelikleri olmalıdır.

Meram belediyesinin Dönüşüm Meram konsepti çerçevesinde ki Şükran Mahallesi Kentsel dönüşüm  çalışmalarını, kadim medeniyet,  tarihi dokunun korunmak suretiyle yapmış olduğu çalışmalar, yüz yıla damgasına vurabilecek noktada bir çalışmadır. Şükran mahallesi, Şehrimiz ve Meram ilçemiz için yılardır kanayan bir yaradır. Bu yaraya neşter vurmak ve bir siyasetçi için bazı kayıpları göze alabilmek de bir başarı ve takdire şayan bir çalışmalar bütünüdür. Meram Belediye başkanı Fatma Toru ve ekibini üzerlerine almış oldukları büyük bir sorumluluk ve riskten dolayı tebriklerimi sunar, başarılar dilerim.

AK Parti Kongresi ve Yeni Dönem!

AK Parti 2002 yılında kurulduğu tarihte, tüm AK Parti kadrolarında, özellikle de genel merkez, teşkilat ve belediyelerde, AK bir duygu ve düşüncelerle,  Adalet ve Kalkınma için çalışacakları vurgulanmıştı.  AK Parti kurulduğu tarih ve iktidara geldiği 2002 yılından bu günlere kadar siyasette ve devlet yönetimine de çok büyük katkıları olmuştur.  Tüm vatandaşlarımız tarafından 2002 yılından itibaren yapılan ve yapılmakta olan bu hizmetler ve yatırımlar sitayişle de anlatılmaktadır.

AK Parti teşkilatlarında,  7 Haziran seçimleri öncesinde başlayan,  bir yorgunluk ve yılgınlıktan sürekli olarak dem vurmaya da çalışıyoruz. AK Parti teşkilatları bu çalışma azmi ve heyecanı ile başarıyı yakalamasının da mümkün olmadığını köşe yazılarımız ve her platformda da ifade ediyoruz. Siyaset, tüm parti teşkilatları için bir azim ve heyecan işidir. AK Parti teşkilatlarındaki siyasetin olmaz ise olmazı olan coşku ve heyecanın da çok uzun zamandan beridir kaybolduğunu veya teşkilat başkanlarının mensuplarına karşı bu konularda ki eksikliklerinin olduğunu veya – olabileceğini de…

AK Parti kulislerinde 21 Mayıstan bil itibar yeni dönemde,  hükümet, parti vitrini, parti ve yürütme politikalara kadar nasıl şekilleneceği merakla beklenilmektedir.  AK Parti yeni dönem ve yeni genel başkanla birlikte, referandum sonuçları,  yeni genel başkanın partiden uzak kaldığı yaklaşık 3 yıllık dönem ve yeni yol arkadaşları olacak olan tüm kadroları,  tüm politikaları ve çalışma yönteminin nasıl şekillendireceğini kurmayları ile değerlendirmelerini de yapmalıdır.

Cumhurbaşkanı ve 21 Mayıs tarihinden sonra ki AK Parti genel başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan; AK Parti teşkilatları olarak ‘ hasbilikten  hesabiliğe ‘ doğru savrulduk. Hasbiliğe döneceğiz, hesabi değil hasbi (Gönülden,  Meccanen, Karşılık beklemeksizin yapılan işler ) olacağız, ifadelerindeki vurgunun tüm teşkilat mensupları, tüm devlet kademelerindeki idareciler ve AK Partili belediye başkanları, yöneticiler ve çalışanlar açışından da çok manidar olduğu kanaatindeyim.

Cumhurbaşkanı ve 21 Mayıs tarihinden sonra ki AK Parti genel başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan; AK Parti teşkilatları ve AK belediyeler olarak böyle gelmiş böyle gider diyemeyiz; Böyle gelmiş, böyle gitmez. Eksikliklerimiz nelerdir, nerelerde hatalarımız vardır, bunlara bakmamız gerekmektedir.  Vatandaşlarımızı kucaklama ağının çok geniş olduğu bir yaklaşımı ortaya koymamız gerekmektedir.  2002 tarihinde yola çıkılan teşkilat mensuplarına karşı, bu hareket bizi dışladı dedirtmeme noktasında elimizden geldiğince gayret edeceğiz. Bunu yüzde 100 başarmak mümkün değil ama biz elimizden geleni yapacağız. Önemli olan gönüllere girmektir. Tüm teşkilatları bu hale dönüştürmeyi başarmamız gerekiyor.  Bu başarılabilirse insanların AK Partiye olan teveccühün daha da artacağına inanıyorum, ifadelerindeki vurguların da çok dikkate değer bir noktada olduğunu düşünüyorum.

AK Parti 21 Mayıs olağanüstü kongresi öncesi yeni döneme girerken tüm parti teşkilatlarında bir hareketlenme de gözlenmektedir. AK Parti teşkilatlarında hesabi olan, teşkilatlarda tamamen rant peşinde koşan ve komisyonculuk yapan mensuplarından çok ivedi bir şekilde temizlemelidir. Vatandaşlarımızın da bu konuda ki rahatsızlıkları, serzenişleri etkili ve yetkili makamlarda bulunan dostlarımız tarafından da sürekli olarak zikredilmektedir. Sayın Cumhurbaşkanımızın da sürekli olarak vurguladığı, hesabi değil hasbi olacağız ifadelerinde de vücut bulduğu gibi…

AK Parti teşkilatlarında ki hasbi bireylerdeki değişiklik toplumun tüm katmanlarına da yansıyacaktır. Çünkü temiz toplum ve temiz siyaset olmadan kalkınamayız, Dünya ile rekabet edemeyiz. Siyaseti sadece ve sadece kendisinin, çevresinin maddi menfaatleri için yapan parti mensupları ile temiz toplumu da inşa edemeyiz.  Ülkemiz için AK Parti teşkilatlarında ki oluşacak olan bu yeni dönemdeki değişimin çok önemli, olduğunu düşünüyorum.  

AK Parti kurulduğu tarihten itibaren söylemlerinde kullandığı ve benim de çok önemsediğim   ‘ AK bir duygu ve düşüncelerle,  Adalet ve Kalkınma‘  temel ilkelerini tüm etkili, yetkili makamlardaki yöneticiler ve tüm teşkilat mensupları ile  ‘ Müsemma ‘ olabilirlerse,  temiz toplum ve temiz siyasetin önü açılabilecektir. Kamu adına iş yapan tüm iş ortakları da bu sürece mecburiyetten dâhil olmak zorunda kalabileceklerdir. Aksi halde devlet millet olarak çok sıkıntı çekeriz. Aksi halde geleceğimiz çok karanlık olur. Bu gün,  bir lider;  yeniden temiz toplum ve temiz siyaset için bir risk almalıdır. Bu da ismi ile müsemma olan AK Parti; AK bir duygularla, Adalet ve Kalkınma öncelikli; AK Partinin yeni genel başkanı, bu devlet ve millet için heyecanı ve hasbiliği yüksek yeni kadroları ve yeni teşkilat mensupları tarafından değişecektir, şeklinde düşünüyorum.

21 Mayıs; Türkiye için;  Yeni bir Milattır!

Ülkemizde ki 16 Nisan Anayasa değişiklik referandum sürecini, sonuçlarını, içerde ve dışımızdaki bazıları hala hazmedemediler. Bir ülkenin iç işleri olan bir Anayasa değişikliği birilerini neden rahatsız etmektedir? Bir ülke kendi geleceği adına yüce meclisten bir kararı geçiriyor ve milletine gidiyor. Ne var bunda? Kimi ve kimleri ne ilgilendiriyor? Sorun bunlar değil tabii ki… Dert ve hedefleri başka…   Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu tarihten itibaren,  devletin ve milletin ali menfaatleri için alacağı veya almayı düşündüğü her bir karar anında bu gün bağırmakta olan güçlerin temsilcilerinin veya işbirlikçilerinin bilgilerine arz ediliyor, onay verirlerse, lütfederlerse daha sonra da kamuoyunun bilgilerine sunuluyordu. Tabii o günler çok gerilerde kaldı, yani köprünün altından çok sular aktı. Yeter artık! Yeter! Söz de karar da bu asil milletin artık! Bu gün yaşamakta olduğumuz tüm sorunlar ve sıkıntılar kabullenemedikleri bu Yeni durumun sancılarıdır. Başka bir şey değil! Bizler anlayamasak da! 100 senede önce de anlayamamıştık! Ta ki Devlet ve millet olarak parça parça edilene kadar!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti;  Gezi süreci ile başlayan, 17 / 25 Aralık krizi ve 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması, operasyonu ile içerideki işbirlikçiler maharetiyle bu asil devlet, millet ve ülkemiz tamamen küresel sisteme teslim edilmeye çalışılmıştır. Devlet ve millet olarak çok büyük bir sıkıntı ve sorulardan kurtulduk; Ne kadar şükretsek azdır.  Arap baharı ile başlayan Afrika’nın kuzeyindeki idarelerin ve sınırlarında ki değişim rüzgârı, Ortadoğu, Kafkaslar ve bölgemizdeki girişiminin bir benzerini de biz bu karanlık hain gecede Devlet ve Millet olarak yaşamıştık.

16 Nisan, Anayasa değişiklik sonuçları ile Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan kurucu ve lideri olduğu partisine üyelik müracaatını yaptılar. 21 Mayıs tarihindeki AK Parti olağanüstü kongresinde de partisinin başına Genel Başkan olarak geçecektir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu tarihten itibaren yürütmede yaşamakta olduğu çift başlılık vb. krizleri de artık bertaraf edebilecektir. Siyasi irade ve istikrar ile birlikte ülkemiz ve bölgemizde,  ekonomik ve toplumsal istikrar ve kalkınma da birlikte gelecektir.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan,  21 Mayıs tarihindeki Olağanüstü AK Parti kongresindeki Genel Başkanlık akabinde; Öncelikli, İvedi ve Acil olarak,  tüm genel merkez, tüm il – ilçe teşkilat kademeleri ve belediyedeki etkili ve yetkili makamları işgal eden küresel taşeronlar ve işbirlikçilerden temizlenmesi hızlanacaktır. Bu temizlik operasyonunun tam kapsamlı bir şekilde yapılamadığı ve ağır aksak yürümekte olduğu da kamuoyu tarafından sürekli olarak rahatsızlığı da dillendirilmektedir. Bunun canlı örneğini de 16 Nisan tarihindeki sonuçlarda çok net olarak görmekteyiz; AK Parti teşkilatlarındaki AKP’liler ve kriptoların varlıkları ve yaptıkları çalışmalarını.. 

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan; 21 Mayıs,  AK Parti olağanüstü kongresinden sonra ki diğer bir operasyon ve değişikliği de, halen Başbakan olarak devam etmekte olan Sayın Binali Yıldırım ile istişareleri sonunda, Bakanlar Kurulunda yapabileceği kanaatini taşımaktayım. Dünya ve bölgemiz, 100 yıl önce olduğu gibi emperyalist hedefler doğrultusunda, yeniden bir bölüşüm ve paylaşım için dizayn edilirken, dostumuz ve müttefikimiz olarak kabul ettiğimiz devletlerin; Kapımızdaki vesayet savaşçılarına verdikleri destekler de dikkate alındığında ve sınırlarımızdaki hareketliliklerin de zirveye tırmandığı bir dönemde, yakın çalışma arkadaşlarının,  Güçlü Yürütme Sistemi kapsamında, bakanlık ve etkili makamlara gelebileceklerini de düşünüyorum. Bu asil devletin ve milletin bir dakikasını artık boşa geçirmeye asla tahammülü kalmamıştır; 1990’lı yıllarda izin verdiğimiz ‘ Çevik Güç ‘ ile başımıza örülen çoraplar ve sınırlarımıza neyin – nelerin kurulmaya çalışıldığı da dikkate alınırsa… Küresel sistem ve onların vesayet savaşçılarına karşı, Devlet ve Milet olarak; Verilmesi gereken çok ciddi kararlar ve cevaplar, artık anında ve çok hızlı bir şekilde verilmelidir.  Tüm bu yapılan girişimler, değişiklikler ve çalışmaların, ülkemiz ve bölgemizdeki küresel sistemin planlarına ve üzerimize gelmekte olan büyük sorunlara karşılık; Bir öngörü, bir uzgörü ve tedbirler noktasında ki hazırlıklar olduğu kanaatindeyim.

Yeni  ‘Mimar Sinanlar’ Geliyor!

Mimar Sinan Kadim medeniyetimizin mimari aktörlerinden birisidir. Mimar Sinan’ın eserlerinin teknik  özellikleri günümüz mühendisleri tarafından tam ve net olarak çözümlenememiştir. Bu ülkenin kalkınması ve düzenli mimari, modern ve yaşanabilir kentler inşa edebilmek için yeni Mimar Sinanlara ihtiyacımız vardır. Kopyala yapıştır mantalitesi ve tekniği ile mimari, yapı ve kentleşme sektöründe bir yerlere gelemeyiz. Yaşanabilir şehirler kuramayız. Dünya ile rekabet edemeyiz. Bu asil millet ve devlet kendi öz mimarisine dönmek zorundadır. Bunun öncüleri de bizim tarihimizin tozlu saylarında örnekleri ile doludur. Sadece biraz merak, biraz araştırma – geliştirme ve üniversitelerimizde bu konuda öncülük yapmak gerekmektedir.

Mimar Sinan’ın bir esere başlarken veya daha sonraki süreçlerde yaşadıklarına kabaca bir bakmak gerekir diye düşünüyorum. Mimar Sinan’ın eseri olan Şehzadebaşı Cami’nin 1990’lı yıllarda devam eden restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir inşaat mühendisi, restorasyon sırasında yaşadıkları bir olayı şöyle anlatır;  Cami bahçesini çevreleyen havale duvarında bulunan kapıların üzerindeki kemerleri oluşturan taşlarda yer yer çürümeler vardı. Restorasyon programında bu kemerlerin yenilenmesi de yer alıyordu. Biz inşaat fakültesinde teorik olarak kemerlerin nasıl inşaat edildiğini öğrenmiştik fakat taş kemer inşası ile ilgili pratiğimiz yoktu. Kalıbı yaptık. Sökmeye kemerin kilit taşından başladık. Taşı yerinden çıkardığımızda hayretle iki taşın birleşme noktasında olan silindirik bir boşluğa yerleştirilmiş bir cam şişeye rastladık.  Şişenin içinde dürülmüş beyaz bir kâğıt vardı. Şişeyi açıp kâğıda baktık. Osmanlıca bir şeyler yazıyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bu bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafından yazılmıştı. Şunları söylüyordu; Bu kemeri oluşturan taşların ömrü yaklaşık 400 senedir. Bu müddet zarfında bu taşlar çürümüş olacağından siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Büyük bir ihtimalle yapı teknikleri de değişeceğinden bu kemeri nasıl yeniden inşa edeceğinizi bilemeyeceksiniz. İşte bu mektubu ben size, bu kemeri nasıl inşa edeceğinizi anlatmak için yazıyorum.

Mimar Sinan’ın bir başka ve kendisinin de ustalık eseri diyebileceğimiz iki çok önemli eseri; Mihrimah Sultan’ın adını taşıyan camiler; Üsküdar Mihrimah Camisi (İskele Camisi); Üsküdar iskelesinin karşısındadır. 1547’de Mimar Sinan tarafından yapılmıştır. Caminin kubbesi üç yandan yarım kubbe üstüne oturtulmuştur. Mimar Sinan bu tekniği ilk defa Mihrimah Cami’sinde denemiştir. Avlunun ortasında güzel bir şadırvan vardır. Caminin işlemeli mermer mimberi de güzelliği ile tanınmıştır. Edirnekapı Mihrimah Camisi; Edirnekapı Camisi diye de anılır. Şehrin en yüksek yerlerinden birinde bulunan bu cami 1562–1565 yıllarında yapılmıştır. Kubbe yüksekliği 37 metre olan bu cami Mimar Sinan’ın sanatında yeni bir merhale sayılır.  Mihrimah Sultan Kanuni sultan Süleyman’ın kızıdır ve Mimar Sinan aşk derecesinde çok sevmektedir ve 21 Mart,  Mihrimah Sultan’ın doğum günüdür.  Bu tarihte;  Edirnekapı camiinin tek minaresi ardından tepsi gibi kıpkırmızı ‘GÜNEŞ ‘ batarken, Üsküdar’daki camiinin ardından ise  ‘ AY ‘ doğmaktadır!

Mesleki dernek ve kuruluşlar, üye ve katılımcılarının kişisel bilgi ve becerilerin daha etkin kullanımı, bireylerin bir araya gelerek birbirlerinden güç ve destek almak, sinerji oluşturmak için kurulurlar.  Bireyi,  Topluma ve geleceğe daha iyi hazırlamak adına  “Mimar Sinan Mühendis ve Mimarlar  Derneği” kurulmuştur.  Derneğin diğer kardeş derneklere bakışı ise bir alternatif değil “hayırda yarışan” bir rakip olarak görmesidir.  Derneğin  aynı kulvardaki oluşumlardan farkı ‘mimarlık, mühendislik, kentleşme, teknoloji ve hayat standartlarına’  ilişkin konulara derinlikli, kritik – analitik, felsefi ve entelektüel bakış açısıyla yaklaşmasıdır. Modern toplumlarda takım çalışması ve örgütlü toplum yapısını oluşturabilmiş olan milletler birçok bakımdan diğer milletlere üstünlük sağlamıştır. Nitelikli bir mühendislik kültürüne sahip üyeleri ile 2007 yılında yola çıkan Mimar Sinan  Mühendis ve Mimarlar Derneği;  Şehrimizde ve 79 ilde temsilciliği bulunmaktadır.

Mimar Sinan  Mühendis ve Mimarlar Derneği bünyesindeki  ‘Mühendishane ’de’  Yeni yetişecek günümüz Mimar Sinanlarına; Mimar Sinan Ekolünde Bir Mühendis,  Fütüvvet geleneği ve Kadim medeniyet tasavvuruna sahip olunmasını..   Dünyada olup bitenleri kritik –  analitik süzgeçten geçirerek değerlendirebilme kabiliyetine haiz olmasını..  Aslına ve nesline karşı kendini sorumlu hisseden, çağın gerektirdiği entelektüel bilgiye sahip ve sosyal yönünün  güçlü olmasını..  Teknoloji ile barışık ve girişimci düşünceye, Sağlıklı, kaliteli hayata ve çalışma prensibine sahip.. İş süreçlerini ve stratejilerini bilen,  Kişisel kariyer planını yapmış, yaşanabilir kentler ve toplumlar inşa edebilmek için iş hayatına hazır,  mesleğinin erbabı  Yeni Mühendis ve  Mimar Sinanlar yetiştirmek için çalışmalar ve projeler geliştirmektedir.

‘Çiçek İhraç’  Eden Konya!

Ülkemizdeki kesme çiçek üretimine kabaca bir baktığımızda, Dünya üretim ve pazarlamasının çok gerilerde olduğunu görmekteyiz. Dünya genelinde kesme çiçek ihracatı, 8  – 10 milyar dolar civarındadır. Bu rakamın % 70’lik bir kısmını ise Avrupa ülkeleri tarafından karşılanmaktadır.  Geri kalan % 30’luk kısmını ise dünya devletleri arasında paylaşılmaktadır. Ülkemizin bu oranda ki payı ise çok aşağılardadır. Son yıllarda kesme çiçek sektörüne ülkesini seven ve risk alan bazı iş adamlarımız tarafından yatırımlar yapılmaktadır. Bu yatırımcı iş adamlarımızı ne kadar tebrik etsek azdır. Yatırım ve ticaret bir risk alma işidir. Bu riski alabilen bu ülke ve millet sevdalısı iş adamlarımıza teşekkürlerimi sunarım.

2011 verileri ile Dünya Çiçek üretimi yapan devletlere kabaca bir baktığımızda; Asya;  Asya ülkeleri Dünya kesme çiçek üretim alanlarının % 64’üne sahip olup; en önemli üreticileri Çin ve Hindistan’dır. Çin, dünya kesme çiçek üretim alanlarının % 54’üne sahiptir; tek başına dünya üretiminin % 11’ini karşılamaktadır.   Avrupa;  Avrupa Birliği, dünya üzerinde hektar (ha) başına verimliliğin en fazla olduğu bölgedir. Avrupa Birliği ülkeleri, dünya kesme çiçek üretim alanlarının % 11’ine sahip olup; dünya üretim değeri içerisinde  % 38’lik bir paya sahiptir. En önemli üretici ülkeler; Hollanda, İtalya, Almanya, Birleşik Krallık ve İspanya’dır. Orta Amerika; Meksika, Kolombiya, Ekvator; Güney Amerika’da ise Brezilya önemli üretici ülkelerdir. Bu ülkelerin iklim şartlarının elverişli olması, arazi ve işçilik maliyetlerinin düşük olması gibi üretim avantajları bulunmaktadır. Afrika; Ülkelerinde ekonominin tarıma dayalı olması, uygun iklim koşulları ve ucuz işçilik gibi avantajlar süs bitkileri üretiminin gelişmesine neden olmuştur. Afrika’da; Kenya, Tanzanya, Zimbabve, Uganda, Zambia, Etiyopya gibi ülkeler önemli üreticilerdir. Üretim alanları profesyonel şirketler tarafından işletilmekte olup, yabancı yatırımcıların sahip olduğu büyük ölçekli fidanlıklardan oluşmaktadır. Bu tarlaların yöneticileri genellikle İngiltere, Hollanda, Almanya veya İsrail’den gelen yöneticilerdir.

Türkiye; Ticari anlamda kesme çiçek üretimi,  1940’lı yıllarda İstanbul ve çevresinde başlamıştır. Türkiye süs bitkileri ihracatındaki ana ürün grupları canlı bitkiler, iç ve dış mekân bitkileri,  fideler, fidanlar ve kesme çiçekler, çiçek soğanları, yosunlar ve ağaç dallarıdır. Türkiye’den süs bitkileri ihracatı 20 yıl önce başlamış ve her yıl düzenli gelişim göstermektedir. Türk çiçekleri dünya üzerinde 55’ten fazla ülkeye ihraç edilmektedir. Sektörün sadece ihracat kısmında 25 bin kişi istihdam edilmekte olup, sektördeki dolaylı istihdam ise yaklaşık 300 bin kişidir.

Kesme çiçek ve soğanlı grupta,  Konya genelindeki üretime kabaca bir baktığımızda; Asya Lale firması ön plana çıkmaktadır. Firma;  Konya – Adana yolu 50. km üzerinde İsmil kasabasında 8 bin dekar alan üzerinde, kesme ve soğanlı çiçek yetiştiriciliği için alt yapı oluşturmuştur.  İlk yıl dört farklı çeşit ve renkte üretim yapan şirket,  Çumra Çatal Hüyük ve İsmil kasabasında 2 bin dekar alanda, farklı tür ve çeşitlerde soğanlı, yumrulu ve çiçek üretimi yapmaktadır. Firma;  yıllık 50 milyon / adet lale soğanı üretim kapasitesi ile Türkiye’nin en büyük soğanlı çiçekler üretim alanı ve miktarına sahiptir.

Konya, kesme çiçek ve lale soğanı üretiminde Türkiye’de yeni yeni zikredilmeye başlanmıştır. Bu konuda Asya Lale firmasını ne kadar tebrik etsek azdır; Yapmış olduğu yatırım ve almış olduğu riskler göz ününe alındığında… Firma; Ortadoğu ve Asya bölgesine, kesme ve soğanlı çiçek ihracatında dünya devleri olan Avrupalı firmaların ciddi rakibi olarak öne çıkmaktadır. Kesme çiçek ve soğanlı grubun Avrupa devleri olan ülkeler ve firmalar, şehrimizdeki bu yatırımcı kuruluşu,  mezkûr bölgelerdeki rekabetçi gücü çerçevesinde, çok yakından ve sıkı bir şekilde takip etmekteler.  Asya Lale,  İsmil bölgesinde 2 bin dekar arazide üretim yaptığı LALE ve diğer çiçek tarlalarına; Şehir içi, şehir dışı ve yabancı ülkelerden yılda ortalama 60 – 70 bin arasında bir ziyaretçi akınına da uğramaktadır. Firma sezonunda, 250 çalışanı ile istihdama da katkı sağlamaktadır.

Konya Sanayi;  Otomotiv yan sanayi ve tarım makinaları ihracatı yapmaktan, Çiçek ihraç eden bir şehir neden olmasın ki? Yerel yönetimler ve merkezi hükümetin çiçek sektörüne yatırım yapan iş adamlarımıza, yatırım yaptıkları bölgelerde ki alt yapı – üst yapı destekleri, teşvikler ve yasal konularda destek olunması gerekir mi?  Yerel yöneticilerimiz tarafından reklam ve diğer çalışmalarında ki ‘ Çiçek gibi Konya ‘  ifadeleri, bir kaç yıl sonra  ‘Çiçek İhraç eden Konya’ neden olmasın ki?

 

Bu Satrançta; OYUNCU mu? Yoksa…

Dünyanı yöneten emperyalist devletler ve onların finansörü konumunda ki küresel sitem; Türkiye’mizi de anahtar olarak tanımladıkları Avrasya bölgesini, Ortadoğu’dan başlayan ve Asya ve Orta Asya bölgesine kadar olan Dünyanın en büyük enerji deposu,  en büyük kara ve nüfus parçası,  dünyanın güç savaşında satranç tahtası olarak tanımlamışlardır. Bu satranç tahtasına hâkim olan devlet veya sistem, dünyanın hegemonyal olarak da üstünlüğünü elinde tutmaya ve sürdürmeye de devam eder.  Afganistan ve Irak işgalleri; Bölgemizde ve ülkemizde halen devam etmekte olan asimetrik savaş olarak da ifade ettiğimiz vesayet ve vekâlet savaşları, küresel sistemin tanımladıkları bu satranç tahtasına hâkimiyet kurma girişimlerinin sergilenmesinden başkaca bir şey değildir.

Dünyadaki tüm  olaylar, beş yüz yıl boyunca, bölgesel egemenlik için birbirleriyle dövüşen, küresel iktidar peşindeki Avrasyalı güçler ve halklar tarafından belirlenmiştir. Dünya nüfusunun yaklaşık % 75’i Avrasya’da yaşamaktadır. Hem ekonomik girişimler,  hem de yeraltı zenginlikleri bakımından dünyanın fiziksel zenginliklerinin de büyük bir oranı bu bölgededir.  Avrasya, dünya GSMH ’sının  % 60’ına ve bilinen enerji kaynaklarının dörtte üçüne sahiptir. Avrasya’nın gücü ABD’ninkini gölgede bırakmasına rağmen, Avrasya’da siyasi bütünlük oluşturulamaması nedeniyle, Amerika bu boşluktan yararlanmaktadır. Günümüzde Avrasyalı olmayan bir güç, Avrasya’da öncüdür ve Amerika’nın küresel önceliği doğrudan doğruya Avrasya kıt’asındaki hâkimiyetini ne kadar süreyle ve nasıl bir etkiyle sürdürüleceğine bağlıdır.

Avrasya aynı zamanda dünyanın siyasal olarak en iddialı ve dinamik devletlerinin bulunduğu yerdir. Amerika Birleşik Devletlerinden sonra dünyanın en büyük altı ekonomisi ve en büyük altı silah alıcısı da Avrasya’da bulunmaktadır. Dünyanın biri hariç resmi olarak bilinen tüm nükleer güçleri ve de gizli nükleer güçlerinin tümü Avrasya’da bulunmaktadır. Bölgesel hegemonya ve küresel etki heveslisi olan, dünyanın en kalabalık nüfuslu iki devleti de Avrasyalıdır. Amerikan önceliğinin bütün potansiyel siyasi ve ekonomik meydan okuyucuları Avrasyalıdır. Avrasya üzerinde birden fazla oyuncunun hâkimiyet kurmasından kaynaklı ‘Büyük Satranç Tahtasına’ benzetilmiştir. Fransa, Almanya, Rusya, Çin ve Hindistan büyük ve etkin oyunculardır. İngiltere, Japonya ve Endonezya çok önemli ülkeler olmakla birlikte,  büyük ve etkin bir oyuncu değildir. Ukrayna, Azerbaycan, Güney Kore, Türkiye ve İran kritik olarak önemli jeopolitik mihver rolünü oynarken..  Türkiye ve İran’ın her ikisi de bir ölçüde, sınırlı kapasiteleri dâhilinde aynı zamanda jeostratejik olarak da bu satranç oyununda çok etkindirler.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve millet olarak 2013 yılından bu tarafa yaşadıklarımıza kabaca bir bakar mısınız?  Devletimizin kurulduğu tarihten itibaren,  denetim ve kontrollerinden her çıkışımızda,  sürekli olarak dejavu formatında, aynı şeyleri yaşıyor,  fakat anlamakta, anlamlandırmakta ve aksiyon geliştirmekte gecikiyor veya ıskalıyorduk.  Gezi olayları ile başlayan süreç, küresel sistem ve işbirlikçiler vasıtasıyla 15 Temmuz tarihindeki hain işgal ve teslim operasyonu ile noktalanmak istenmişti. Tüm bu hedefler gerçekleşmeyince de bu asil milletin fertleri arasına fitne ve iç savaş çıkarmak için her türlü girişimde bulunmaktan da geri durmadılar ve durmayacaklar. Bizler Avrasya bölgesinin devlet ve halkları olarak BİR ve BERABER oluncaya kadar. 

Avrasya bölgesini Büyük Satranç tahtası olarak tanımlayan, dünyanın küresel oyuncu devletleri ve küresel emperyalist sistem, bizleri de bu oyunda,  belki sınırlı kapasiteleri ile şöyle veya böyle etkin olabilecek bir devlet ve millet olarak yer vermişlerdi. Ne zaman ki Devlet olarak Avrasya satranç tahtasında yenilebilecek bir taş değil de,  bir oyuncu olarak kendimizi konumlandırmaya başladık; Başımıza gelmedik bela ve musibetler kalmadı. Millet olarak da bu konuyu hiçbir zaman çözümleyemedik. Tüm bu gelişmeler ve cereyan eden olaylar zincirinin sıradan ve olağan şeyler olduğunu zannediyorduk Fakat yaşadıklarımız olağanüstü ve insan havsalasının anlamakta, algılamakta ve yorumlamakta zorluklar yaşadığımız anlar oluyordu. Tüm mesele budur. Son günlerde ve tüm zamanlarda, ülkemizde cereyan eden olaylara bir de bu pencereden bakabilirsek yarınlarımızı kaybetmeyiz; 100 yıl önce kaybettiğimiz gibi… Yarınlarımızı devlet ve millet olarak bölgemizde parça parça ettikleri devletler ve milletler haline gelmekten ve getirilmesine müsaade etmekten kurtarabiliriz.  Türkiye Devleti ve Millet olarak; Kadim Medeniyet ve Devlet geleneğimizle;  Orta doğu ve Avrasya bölgesi ile olan Coğrafi, tarihi, kültürel ve dini bağlarımızla, küresel sitemin Satranç tahtası olarak tanımladıkları AVRASYA bölgesinin YENİLEBİLECEK herhangi bir taşı değil,  gerçek ve asil bir OYUNCUSU olmak zorundayız.  Bütün mesele bundan ibarettir…

Dünya ve Bölgemiz, Yeniden,  Dizayn Edilirken!

16 Nisan Anayasa Değişikliği, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi halk oylaması tüm Türkiye genelinde çok büyük bir olay vb. vuku bulmadan,  sorunsuz bir şekilde tamamlandı.  Millet olarak ne kadar şükretsek azdır. Demokrasi şöleni olarak ifade edilen seçim ve halk oylamasına böyle yüksek bir katılımın olması da çok sevindirici bir durumdur.   Ülke genelinde vatandaşlarımızda oluşan demokrasi bilincinin yüksekliğini de ortaya koymaktadır. Bu süreçte görev yapan tüm emniyet teşkilatımız ve diğer kamu görevlilerine de teşekkürü bir borç bilirim.

Dünyamız neredeyse her 100 yılda bir kaos ve savaşlar ile karşı karşıya kalmaktadır.  Acaba neden? Dünya halkları da hiçbir zaman bu durumu çözümleyemedi? Dünya haklarının suni olarak meydana gelen bu paylaşım ve bölüşüm savaşların arka planını da anlaması ve anlamlandırması da küresel sistemin hiçbir zaman işine gelmedi.  Dünya halklarının uyanması ve dünyada dönen bu arka planları kavraması küresel sistemin hayat damarlarının kesilmesi demektir. Küresel sistem bu durumu çok iyi bildiği için de dünya yığınlarını algı yönetimleri ile hep uyutulmaya devam etmiştir.

Dünyamızda son 200 yılı kabaca bir baktığımızda bölüşüm, paylaşım savaşlarını tamamen bizim coğrafyamızda cereyan etmektedir.  Tüm bunlar nasıl oluyor? Tesadüfî olabilir mi? Yoksa büyük bir güç, başkaca bir üst akıl tüm bunları planlamakta ve bizler bölge halkları olarak da oyunculuk yapmaya,  figüran olmaya devam mı ediyoruz?  Gerçekten de bölgemizde çok büyük oyunlar ve planlar hazırlanmakta ve sergilenmektedir.  Peki, ne zamana kadar?  Bu gidişe ne zaman dur diyebileceğiz? Tüm bu oyunları sadece ve sadece seyretmeye ve bizlere de senaryodaki görevimizi oynatmaya devam edilmesine müsaade edecek miyiz?

16 Nisan Anayasa değişikliği, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi referandumun sonuçları ve sonrasındaki gelişmelere,  yukarıda zikretmeye çalıştığım olaylar zincirinin zaviyeden bakabilmek gerektiğini düşünüyorum.  Dünyanın enerji deposu konumunda olan bölgemiz ve bu bölgenin de anahtarı durumundaki ülkemiz yeniden bir kez daha şekillenirken, dizayn edilirken,  tüm küresel emperyalistlere karşı, ülke ve devlet yönetimi olarak bir ön alma, bir öngörü hazırlığı mı yapılmaktadır? Bilmiyorum, bilemiyorum, fakat  sadece bir vatandaş olarak  sorguluyorum..

Akdeniz havzası ve çevresinde, rezervi tespit edilmiş bilmem şu kadar trilyon dolarlık petrol ve enerjinin bekçiliği ve paylaşımı için Akdeniz sularında bekleşmekte olan yüzlerce savaş gemisi, bölge halklarının menfaati ve bizleri de çok sevdikleri için durmuyor herhalde?  Küresel sistem planlarını ve oyunlarını en az 100 yıllık olarak hazırlamaktadır. Bizler içeride birbirimizle uğraşırken, küresel oyuncular bizim topraklarımızda, bizim hinterlandımızda, bölge halkların anasın ak sütü gibi helal olan yer altı ve yerüstü kaynaklarını hiç etmenin derdindeler.  Bu kısır çekişmelerin ve kavgaların kime faydası olacaktır. 100 yıllardır enerjimizi sürekli olarak içeride tüketmedik mi?  Hala mı akıllanmayacağız? Hala mı oyuna gelmeye devam edeceğiz?  16 Nisan Anayasa değişiklik referandum bitmiştir. Sonuçlar ülkemiz ve bölgemiz için hayırlara vesile olmasını dilerim. Artık kavga ve niza zamanı değildir. Zaman; Millet ve bölge halkları olarak bir ve beraber olmanın tam zamandır. 100 yıl önce olduğu gibi parça parça etmek için kapımızda beklemekte olan küresel emperyalistler ve onların uşakları olan vesayet  – vekalet savaşçılarına fırsat vermeyelim..  Bu asil millet ve bölge halklarının artık ayağa kalma zamanıdır;  Millet ve bölge olarak; Sürünme ve Sömürülme devri artık bitmiştir…