Eşek Arısı Stratejisi!

Dünya üzerinde, Küresel sistem, emperyalist varlığını devam ettirilebilmek adına sürekli olarak terör örgütlerini kurmuş ve kurulmasına, gelişmesine vesile olmuştur.  Kendi orduları üzerinden savaşmayı, soğuk savaş olarak bildiğimiz tarihin başlangıcı olan,  2. Dünya savaşı sonrasında terk etmişlerdir. 1. Dünya Savaşının akabinde, ülkemizde 30 yıldan fazladır PKK olarak bildiğimiz terör örgütünün temelleri ‘ Hoy bun çetesi veya Hoy bun dernekleri’ olarak kurulmak suretiyle, ülkemizdeki kaosun, fitnenin temelleri atılmıştır. Sosyal bilimciler ve toplum mühendisleri, başka bölgelerde kurulan, geliştirilen ve yetiştirilip, yerleştirildikleri bölgelerde fitne, fesat ve karışıklık meydana getirmesi hedeflenen bu örgütlere ise ‘eşek arısı stratejisi’ olarak isimlendirmişler. Bu gün siz değerli okuyucu dostlarla,  bal arısı nedir, ne iş yapar, eşek arısı nedir, ne gibi işler yapar, toplumları kaosa sürüklemek için neden eşek arısı stratejisinden faydalanırlar, toplumların hayatında eşek arılarının ne gibi etkileri vardır gibi konularda birkaç kelam etmek istiyorum. 

İşçi balarısı hayatlarının son dönemlerindeki görevleri besin toplamaktır. Arılar kışın besin bulamayacakları için kovanlarına bal depo ederler. Kış için ayrıca polen depo edilmez, yalnız yağmurlu havalarda kullanılmak üzere yavru arılara yetecek kadar polen biriktirilir. Arılar çiçeklerden topladıkları poleni doğrudan doğruya kullanmaz, “arı poleni” veya “arı ekmeği” adı verilen bir maddeye dönüştürürler. Bu dönüşüm çiçeklerden toplanan polenlere nektarla birlikte bazı enzimlerin eklenmesiyle sağlanır. Elde edilen bu madde sadece beslenme için kullanılır.   Polen ve nektar toplama görevi 21 günlük işçi arılara düşmektedir. Aynı zamanda arılar, kovan ve yiyecek kaynağı arasında sürekli uçuş halinde oldukları için de bu görev oldukça yorucudur. Uçuş kasları yıpranan arılar kısa bir süre sonra ölürler.  Arıların vücutları polen ve nektar toplamak için tasarlanmış özel sistemlerle donatılmıştır.

bal-arisi.jpg

Eşek arıları ağızlarındaki dişleriyle ısırır. Ancak zorda kaldığı vakit iğnesini batırır. Bu iğne zehirlidir. Sokması çok ağrı veren eşek arısının zehir insanda ağır alerji tepkilerine yol açabilir. Eşek arıları bal yapmazlar. Etçil canlılardır. Yağma için bir kovana saldıran 30 eşek arısı, üç saat içinde tam 30.000 balarısını öldürebilir. Bir eşek arısı, yeni bir arı kolonisi keşfettiğinde, bunu hemcinslerine duyurmak için özel bir koku salgılar. Kokuyu balarıları da algıladığından, kovanı savunmak üzere hemen girişe toplanmaya başlarlar. Bir eşek arısı yaklaştığında 500 balarısı havalanıp hemen eşek arısının etrafını sararlar. Bedenlerini hızla titreştirmeye başlarlar. Bu hareket arıların vücut ısılarının artmasına neden olur. Bu esnada eşek arısı adeta bir fırında pişiriliyormuşçasına ısınır ve sonunda kavrularak ölür. Bu türden bir saldırının, ısıya duyarlı filmle çekilmiş fotoğrafında, görünen beyaz bölgelerdeki sıcaklık 50 oC’ye kadar çıkmaktadır. Balarılarının dayanabildiği bu sıcaklık eşek arıları için ölüm demektir.

esek-arisi.png

Dünya üzerindeki terör örgütlerini kabaca incelediğimizde eşek arılarından ne farkları vardır? Küresel sistem; Eşek arılarını neden kullanır? Eşek arıları olarak adlandırdığımız terör örgütleri yerleştirdikleri bölgelerde toplumun huzuru bozmakla görevlendirilmişlerdir. Eşek arıları yerleştirildikleri bölgeleri dış müdahaleye müsait hale getirmeye çalışmaktadır. Eşek arılarının yerleştirildikleri bölgelerde toplumlar, öncü olarak gelen gruba bal arılarında olduğu gibi erken müdahale sistemi geliştiremezlerse eşek arıları başarıya ulaşırlar. 30 adet eşek arısının, 30 bin bal arısını yok etmeyi başardığı bir dünyada, yerleştirildikleri bölgelerde toplumların nasıl parça parça olduğunu, günümüzde çok net olarak görebilmekteyiz. Libya, Irak, Somali, Mısır vb. ülkeler eşek arıları kullanılmak suretiyle parçalama ve müdahale operasyonlarının canlı örnekleridir. Eşek arılarının başarılı olmaması için toplumların daha fazla uyanık olması gerekir. Toplumlar sadece birlik ve beraberlik halinde ancak eşek arıları ile baş edebilirler; Başkaca bir formülü yoktur, Var olabilmek için başkaca seçimleri de yoktur.  Ülkemizdeki terör olaylarının sadece terör olmadığına, sınırlarımızdaki terör örgütlerine, kaybettiğimiz ciğerparelerimize, her gün meydana gelen saldırılara ve patlamalara eşek arısı stratejisi zaviyesinden bakabilmeyi ve parçalanmış toplumlar, ülkeler adına da dersler alabilmeyi ve sadece BİR, BEBAER ve hep birlikte TÜRKİYE olabilmek dileklerimle.

teror-orgutu.jpeg

Önce Üniversite Yönetimleri Saygı Göstermeli!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, özellikle de kurumlarımızın başındaki yöneticilerin,  özellikle de personel istihdam edilmesi ve çalıştırılması noktasında, eski usul ve yöntemlerle,   yönetim şeklinden kurtulmak zorundadır.  Yeni Türkiyeyi kurmak için sanayisi ve ekonomisi gelişmiş, Dünya devletleri içinde de güçlü bir yerimizin olabilmesi adına, bireylerin mesleki uzmanlıklarına daha fazla önem vermemiz gerekmektedir.

Dünya’da güçlü bir devlet olabilmek için bireylerin mesleki uzmanlıklarına verilen önem ve bu konuda lisans eğitimlerini almış, emek harcamış, derinlemesine bulunduğu alandaki mesleki tecrübesini kazanmış insanların önlerini mutlaka açmalıdır. Aksi halde Dünya ile rekabet edemeyiz. Aksi halde gelişmiş ve kalkınmış bir ülke olamayız. Aksi halde sanayisi gelişmiş, bireyleri ve toplumu, mutlu ve huzurlu bir toplum, kesinlikle olamayız.

Bireyler, orta öğretim ve lise eğitimlerinden sonra, kendi tercihleri doğrultusunda, toplumdaki saygınlığı, kariyeri ve geliri iyi olan bir meslek sahibi olabilmek için lisans eğitimlerini tamamlar. Birey ancak almış olduğu eğitim ve uzmanlık alanında çalışmakla mutlu olabilir. Bireyler; almış oldukları lisans eğitimleri ve mesleki uzmanlık alanlarında çalışmayacaklarına, üniversite yönetimleri fakültelerde yeni yeni bölümleri neden açarlar? Devletimizi bu şekilde külfete ve zarara sokmanın kimlere faydası vardır? Gençlerimizin orta öğretim veya lise eğitiminden sonra sanayide meslek edinmesi devletimiz ve milletimiz için daha faydalı değil midir?  Üniversite yönetimleri, fakültelerinden mezun öğrencilerinin mesleklerine ve diplomalarına saygı duymayacaksa, piyasa neden saygı duysun ki? Her birey uzmanlık alanında çalışmakla, bu ülke ancak kalkınmış ve gelişmiş bir ülke seviyesine gelebilir. Her birey uzmanlık alanında çalışmak ve derinleşmekte ancak mutlu bir birey olabilir.

ehline.jpg

Meslek, insanın yaşamını sürdürebilmek için yaptığı ve genellikle yoğun bir eğitim, çalışma ve tecrübeyi de gerektiren sürecin sonunda kişilerin kazandığı unvanın adıdır. Genellikle her meslek, her bir diğer mesleğin değerlerini, gelişimini, lisanslanmasını ve diğer insanlar açısından tanınmasını, itibar görmesini ve saygı duyulmasını sağlayan kuruluşlara sahiptir. Yeryüzünde binlerce meslek bulunmaktadır. Türkiye’de resmi olarak tanımı yapılmış 600 civarında meslek vardır.  Her bir meslek için bir mesleki tanım, mesleki görev alanları, genel olarak kullandığı araç ve gereçler, mesleğin gerektirdiği özellikler, eğitiminin verildiği yerler, meslek eğitimine giriş koşulları, lisans eğitimin süresi ve içeriği, meslekte ilerleyebilme, meslekte derinleşebilme imkânları, destekleyici meslek kuruluşları, farklı özellikleri vardır.

Mesleki olarak; Tıp alanında eğitimini tamamlamış, tıbbi olarak bir dalda uzmanlaşmış bireyler dururken, mahalle aralarındaki kulaktan dolma bilgilerle kendini yetiştirdiğini iddia eden bir kişiye, kendinizi teslim edebilir misiniz?  Bazen filmlerde görürüz; Ameliyat yapmasını bilir misin; İnternetten çok ameliyat izledim, tabii ki yapabilirim, diyenleri… Her bir mesleğin kendine göre eğitim ve incelikleri vardır, bunlara da saygı duymak gerekir. Yarın biri dese ki çok hukuk kitapları okudum, artık avukatlık yapabilirim… Ne kadar inandırıcı olabilir?  İletişimci olmak için de mesleki eğitim şarttır.  Hele bir de kurumsal iletişimci olmak için daha fazla mesleki eğitim ve daha fazla mesleki tecrübe elzemdir. Bir meslek alanında uzman olabilmek için; Bence mesleki eğitimini almış olmak ve Outliers yazarı Malcolm Gladwell’in dediği gibi en az 10.000 bin saat, eğitim aldığı alanda çalışmış, tecrübe edinmiş olmak gerekir,  diye düşünüyorum.

Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde, biz inananlara hitaben,  işlerin ehli olana, yani layık olduğu, ehliyet ve liyakat sahiplerine – kimselere verilmesi emrediliyor. Görev yerlerinin emanet olduğu, bu emanetlere riayet edilmesi, uyulması emredilmektedir. Allah size, mutlaka emanetleri – işlerinizi ehli ve liyakati olanlara vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman da adaletle davranmanızı emreder.  Bir Hadis-i şerifte: İş ehli olmayana – layık olmayana,  tevdi edildiği – verildiği, zaman, kıyameti bekleyiniz, buyurmaktadır.  Emanet zayi edildiğinde kıyametin kopmasını bekleyin. Ya Resul Allah, emanetin zayi edilmesi nasıl olur? Denince, Görev – İşler, ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekleyin buyurmuştur.

ehline1.jpg

Güçlü Türkiye için Kararlı Adımlar!

Dünya ölçeğinde, Devletlerin büyüklük sıralamasında ki değerlemelere baktığımızda  ‘ekonomik, askeri, teknoloji ve kültür’ çok önemli bir yere sahiptir. Küresel Devlet ve küresel güç olabilmenin ilk şartlarından bir tanesi de ekonomik güç ve ekonomik büyüklük çok önemlidir.  Son yıllarda ülkemizde; askeri, kültürel ve teknolojik alanda çok önemli yatırımlar ve projeler desteklenmektedir. Özellikle Bilişim Bakanlığı, bilişim yazılımı ve ticaretine, çok büyük bir miktar ve oranda bütçeler tahsis edilmektedir. Dünyadaki devletlere kabaca bir baktığımızda, özellikle yer altı ve yerüstü kaynaklarının idaresi, Devlet Varlık Fon yönetimi sistemi ile yönetilmektedir. Özellikle de ‘ Enerji, Petrol ve Gaz’ yatırımları, ihracı ve satışı bu fon yönetimleri tarafından yürütülmektedir. Ülkemizde de son yıllarda bu konuda çok önemli adımlar atılmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu tarihten itibaren, Lozan antlaşmaları veya kamuoyu tarafından çok detaylarına vukuf olamadığımız sözleşmeler çerçevesinde, iktidara gelen siyasilerce, yer altı ve yer üstü kaynaklarımızı çıkarmak ve satışımız noktasında sorunlar, sıkıntılar olabileceği sürekli olarak ifade edilmektedir.  Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bu devletin ve milletin 90 yıllık parlamenter yönetim tarihinde, ilk defa 2023, 2053 ve 2071 gibi hedeflerden bahsetmektedir. Peki, nedir bu hedefler? Bu hedeflerin içeriği nedir? Bu hedefler doğrultusunda, devlet ve millet olarak atılması gereken, siyasi, idari ve ekonomik adımlar nelerdir?  Küresel sistem ile olan kavgalarımızın yegâne sebebi de bu atılması planlanan adımlar değil midir?100 yıllardır, tarihi ve kültürü unutturulan, uyuşturulan bu asil millet;  tarihi, kültürü ve medeniyet bağlarını hatırlamak ve bu bölgelerle siyasi, ticari ve kültürel yatırımlar yapmakla ilk adımlarını atmış oldu. Siyasi adımlar çerçevesinde, Güçlü bir Yürütme ve Cumhur Başkanlığı sistemi için Anayasa değişiklik teklifi TBMM’den geçti ve Nisan ayının son günlerinde vatandaşlarımızın destekleri için referanduma gidilecektir.

Güçlü Türkiye ve Güçlü Ekonomi için 26 Ağustos 2016 tarihinde Türkiye Varlık Fonu Yönetimi AŞ. Kuruldu. Peki, nedir bu Varlık fon yönetimi? Devletimiz neden böyle bir Varlık fonuna ihtiyaç duydu? Devlet, bu Varlık yönetim Fonu ile bir şeyleri mi saklıyor? Bu Fon yönetim şekli ile Ekonomide Denetimsiz bir dönemi mi giriyoruz? Bu kurumlar da daha önceki milli değerlerimiz gibi özelleştirilecek mi? Kamuoyunda, Varlık Fon yönetimi hakkında, Daha nice sorular, sorular ve cevaplar… Türkiye Varlık Fonu A.Ş. kuruluş yasası çerçevesinde;  Stratejik yatırım planında belirtilen hedeflerle likidite, yatırım, kıymetli madenler, kira ve gayrimenkul sertifikalarının, özel tasarlanmış yabancı yatırım araçlarının ve diğer araçların alım satımını gerçekleştirilecek. Şirket ayrıca her türlü proje geliştirme, projeye dayalı kaynak yaratma, dış proje kredisi sağlama ve diğer yöntemlerle kaynak temini işlemlerini, ulusal ve uluslararası birincil ve ikincil piyasalarda gerçekleştirecek.

varlik-fonu.jpg

Cari artısı olan tüm devletler, Dünya üzerindeki güvenli fonlarda, fazla miktarı yatırım olarak değerlendirirler. Özellikle; Japonya, Güney Kore, Çin ve Arap sermayesi, ABD ve Avrupa’daki fonlara bu cari fazlalarını yatırırlar. Güçlü bir Türkiye ancak Arap sermayesindeki cari fazlasını sağlam ve güvenli fonlarda değerlendirebilir; Ancak bu fonlarla, Yeni dev yatırımlar yapabilir, Yeni dev projeleri destekleyebilir.  Dünyanın birçok ülkesinde Fon yönetim sistemi vardır.  Dünyanın en büyük 15 varlık fonu toplamda 12 trilyon dolar değerinde bir büyüklük bulunmaktadır. Türkiye Varlık Fonu AŞ’nin en kısa zamanda 300 – 400 milyar dolar bir büyüklüğe ulaşabileceği tahmin edilmektedir. Türkiye Varlık Fonu AŞ’nin bu rakam ile Dünyadaki Devlet fonları büyüklüğünde ilk 20’ye girmesi de hedeflenmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dünya klasmanında ve bölgesinde güçlü bir Devlet olmak zorundadır. Başkaca bir tercihi olamaz; Dünya, tüm birlikler ve bölgemiz yeniden şekillenirken, haritalar yeniden çizilirken… Bölgemiz ve ülkemiz, küresel oyuncuların kurmuş oldukları terör örgütleri üzerinden vekâlet ve vesayet savaşlarına sürekli olarak sahne olmaktadır. Terör üzerinden hizaya getiremedikleri, 15 Temmuz tarihinde teslim alamadıkları ülkemizi de son yıllarda ekonomik kriz çıkarmak için ve döviz kurları üzerinden neden gelmekteler acaba? Siyaseten ve ekonomik olarak güçlü bir Türkiye bölgesindeki bu vb. sorunların üstesinden ancak gelebilir. Zayıf, kontrol edilebilir ve yönetilebilir bir Türkiye hayal eden tüm küresel oyuncular ve işbirlikçileri, elbette ki Güçlü bir Türkiye’den rahatsız olacaktır. Devletimiz, güçlü bir yürütme ve güçlü Cumhur Başkanlığı sistemi için siyasi ve idari adımlar atmıştır. Yine Devletimiz Dünya ölçeğinde ve bölgesinde önemli yatırımlara finans desteği, projelerin hayata geçirilmesi noktasında yaşanan kaynak ve finans sorunları bertaraf edebilmek adına Varlık Fon yönetimini kurmuştur.  Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 2015 ve 2016 yıllarında 750 milyar dolar olarak gerçekleşen yıllık GSMH rakamlarını dikkate aldığımızda, yeni kurulan ve Başbakanlığa bağlı kuruluşların devri ve en kısa zamanda ulaşmayı hedeflediği 300 -400 milyar dolar büyüklüğü de buradan kıyaslamayı tavsiye ederim. Neredeyse tüm Türkiye’nin GSMH’ne eşdeğer bir büyüklük… Güçlü Türkiye ve Güçlü Ekonomi için atılan tüm siyasi, idari ve ekonomik adımların hayırlara vesile olmasını dilerim.

varlik-fonu1.jpg

Referandumda Neden Evet?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu tarihten itibaren, dünya ölçeğinde ve bölgesinde güçlü bir devlet olmaması,  gelişmesi ve kalkınmasının önüne geçilebilmesi adına, ülke yönetimindeki tüm erklerin birbiri ile çatışma ve kavga etmesi öngörülmüştü. Kuvvetler ayrılığı olarak tanımlanan sistem aslında, tüm erkler ve kuvvetlerin birbirleri ile bu milletin kalkınmaması ve bir daha dünya ölçeğinde küresel sisteme rakip olamaması için sürekli engellemeler olarak da tanımlanmıştı. Bir İmparatorluk bakiyesi olarak kurulan bu devlete, 1. Dünya Savaşının galip devletleri tarafından bakiyesi olduğu İmparatorluğun tüm borçlarını ödemesi dayatılırken,  sosyal – kültürel – tarihi ve dini bağlarının olduğu, kendi vatandaşları bulunduğu devlet ve milletlerle irtibat kurması, ticaret dahi yapmasına küresel sistem izin vermemişti. Ne zaman ki tarihi ve kültürel bağlarımızı hatırlayama başladık, kültürel miraslarımızı gün yüzüne çıkarmak için girişimlerde bulunduk; Küresel güçler hemen bağırmaya ve kendi kurmuş oldukları terör örgütleri üzerinden bizlere mesajlar vermeye başladılar. Adama sormazlar mı? 10 bin km. ötelerden senin ne işin var buralarda diye?

Bu ülkede iktidar olduğunu zanneden ve seçimle işbaşına gelen hiçbir siyasi iktidar muktedir olamadı. Bakiyesi olduğu İmparatorluk 600 yıllık iktidarında 36 padişah ile yönetilirken, 90 yıllık bir Devlet, Parlamenter sistemde 65. Başbakan ile yönetilmektedir.  Bu şekilde mi kalıcı yatırımlar yapacaksınız? Bu yönetim şekli ile mi dünya ile rekabet edebileceksiniz? Sadece, 12 Mart 1971 – 12 Eylül 1980 tarihleri arasında 9 Hükümet görmüş bir millet ve devletiz. Her on yılda bir meydana gelen darbeler, muhtıralar, e-muhtıralar ve post-modern darbeler de bu işlerin cabasıdır.  Bir ülkede, ekonomik istikrar ve kalkınmanın olabilmesi için mutlaka siyasi istikrarın olması gerekir. 1960 – 1983 ve 1993 – 2002 yılları arasındaki siyasi istikrarsızlığı hatırlayanlarımız vardır. Ekonomik olarak çekilen sıkıntıları, her gece yatarken sabah nasıl bir siyasi ve ekonomik gündeme uyanacağımız noktasındaki hafakanlarımızı tekrar etmek suretiyle canımızın sıkılmasını istemem. Bu ülkede Siyaset; Muktedir olmak için girişimlerde bulunduğu dönemlerde ise askeri vesayet önünü kesmek için her türlü girişimlerde bulunmaktan hiçbir zaman çekinmedi. Seçimle işbaşına gelen, iktidar olup fakat muktedir olamayan siyaset, bürokratik oligarşinin de engellemelerinin yıllarca önüne geçememiştir. Devlet ve Millet olarak, dünya ile rekabet edebilmek ve gelişmiş ülkeler sınıfında olabilmek, Bölgesel ve Küresel GÜÇ adına, yönetim sistemimizden kaynaklı olan; Zincirlerimizden, yüklerimizden, engellerimizden kurtulmanın şimdi tam zamanıdır, diye düşünüyorum.

yeni-yazi.jpg

AK Parti Genel Merkez Teşkilatı, Referandumda, Güçlü bir Yürütme ve Cumhur Başkanlığı sistemi için yapılacak olan Anayasa değişikliğinde ‘Neden Evet’ demeliyiz sorularına 7 ana başlık altında cevaplar verdi.  Bu başlıklara, zikretmeye çalıştığımız, ülkemizdeki askeri vesayet ve bürokratik oligarşi engellemeleri, ülkemizin zincirlerinden kurtulması, devlete bir gücün sahip olması kavgalarının bittiği, gelişmiş – kalkınmış bir dünya ülkesi olabilmesi adına atılacak adımlar ve yapılması planlanan güçlü yürütme değişiklikleri çerçevesinde kabaca incelemeye çalışacağım.

İSTİKRAR için; Yeni sistemle kalıcı istikrara kurumsal garanti verilecek. Son 15 yılda ülkede istikrar sağlandı ama bu kalıcı değil, bu partiye ve kişiye bağlı bir istikrardı. Yeni sistemle İstikrar bunu garanti altına alınıyor. ETKİLİ İDARE için; Vatandaş hızlı işleyen bir idareye, bürokrasiye ‘evet’ diyecek. Daha az bürokrasi, daha hızlı büyümeye ‘evet’ diyecek. Kararnamelerle, yatırımlar vb. yönetimsel sorunlar hızlı düzenleme imkânı olacak. VESAYETE SON VERMEK için; Vesayet mantığının tasfiye süreci tamamlanacak. Meclis’in doğrudan belirlenmesi ile milli irade güç kazanacak. Cumhur Başkanlığı milletin makamı olarak tescillenmiş olacak. Güçlü yasama, güçlü icraat devreye girecek. Askeri ve bürokratik vesayete son vermek hedeflenmektedir. REFAH için; Ekonomide olduğu gibi güvenlik politikalarına da hız katacak. Terörle mücadele, huzura güç verecek. Kurumsal yenilenmeyle bu sürece katkıda bulunacak. Refah seviyesi yükselecek. GÜÇLÜ MECLİS için; Meclisimizin ve milletvekillerimizin güç kazandığı bir sistem olacak. Yasama yetkisi artık TBMM’de olacak. Hükümet tasarı gönderemeyecek. Kanunlarla ilgili her şey Meclisin kontrolünde olacak. Meclis ilk defa HSKY’ya üye seçecek. Hem Cumhurbaşkanı hem de Meclis’e seçimleri yenileme imkânı verilecek.  BİRLİK ve HUZUR için; Birlik ve huzur pekişecek. Seçimi kazanmak için yüzde 50’nin oyu gerekiyor. Merkez siyaset güçlenecek. Devlet değil milletin merkezi güçlenecek. Siyasetçiler kendilerini farklı kesimlere açılmak zorunda hissedecek. Siyasette uzlaşma, diyalog kültürü gelişecek.  GÜÇLÜ TÜRKİYE için; Sadece içerde değil, dışarıda da TÜRKİYE’YE GÜÇ KATACAK. Devlet ve millet olarak Fırtınalı bir dönemden geçiyoruz. Bölgemizde sınırların yeniden masaya koyulduğu bir dönemden geçiyoruz. Bu fırtınalı dönemden en az hasarla çıkmamız için güçlü bir devlet ve Yürütmeye sahip olmamız gerekiyor.

Nisan ayında yapılması muhtemel olarak görünen, Güçlü bir Yürütme ve Cumhur Başkanlığı sistemi için yapılacak olan, Anayasa değişikliği referandum sürecinin ve referandum sonuçlarının şimdiden, bölgemize, ülkemize ve milletimize Hayırlı olmasını dilerim.

yeni-yazi1.jpg

Gülmesini Bilmeyen ‘Başkan’ Olmasın!

Toplumumuzda geçmişten ve gelenekten gelen, asık ve poker suratlı olmanın, hala bir güç ve otorite olarak kabul edilmektedir. Nasıl bir güç ve otorite ise? Nasıl bir yönetim ve yöneticilikse? Anlamakta hep zorlanmışımdır.  Günümüzde kamuya açık toplantılarda sürekli olarak şahit olduğumuz, yönetici veya başkan olarak tanımladığımız, topluma mal olmuş bireylerin, kişilerin gülmekle, gülümsemekle çok şey kaybedeceklerine olan inançlarına da müşahit olmaktayız. Gülmekle veya gülümsemekle, bulunduğu makamdan, başkanlığından, yöneticiliğinden kaynaklı olan bazı güçleri, otoritelerini ve değerlerinin gideceğine dair bir vehimle de karşı karşıya bulunuyoruz. Gülmesini bilen, Yumuşak huylu yöneticileri bazen yüksek makamlara yakıştıramadığımız dönemlerde olmuştur.

gulmek1.jpg

Dünyamızdaki teknolojik, sosyo-kültürel, sosyo-ekonomik vb. gelişmeler yönetim şeklini ve biçimlerini de değişmeye zorlamıştır.  Geleneksel Yönetici, başkan veya müdür olarak tanımladığımız yönetim şeklinin;  Çevresini güden bir mantaliteye sahip, onlara karşı otoriter davrandığını.. Çalışanlarına daima bir korku aşıladığını ve sürekli olarak sadece de ben dediğini görürüz.  Suç  ve hataların  zuhur ettiği zamanlarda çevresini suçladığını ve başarılardan kaynaklı ödüllendirmelerin de kendilerine ait olduğunu..  Emredici bir dil ve üslubu tercih ettiğine de şahit olmaktayız. Modern yönetici, başkan, müdür, liderlik tipi yöneticilikte ise, Çevresine karşı yol gösterici bir zihniyete sahip,  iyi kalpli olduğunu, onları iş yapma noktasında şevk uyandırdığına şahit oluyoruz. Sürekli olarak biz dilini kullandığına, hatalar konusunda ise nasıl çözülebileceğine, çözüm yolu ve yöntemi aradığına, çevresindeki insanların da gelişmesine ve yetişmesine yardımcı olduğunu… Birlikte çalıştığı insanlarında övgüye layık olduğu inancını ve davranışlarını görmekteyiz.

gulmek2.jpg

Hz. Peygamber, yumuşak huylu, gülmesini ve tebessüm etmesini bilmeyen bir kişi olsa idi çevresinde kimler kalabilirdi? Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, Hz. Peygamber efendimize hitaben, onun şahsında ise biz kullarına; ‘Eğer sen katı kalpli, huysuz, asık suratlı, gülmesini, tebessüm etmesini bilmeyen ve yumuşak kalpli olmasaydın, muhakkak ki senin etrafında kimseleri bulamazdın, çevrende kimseler kalmazdı.’  Bu ikaz ve uyarılar çerçevesinde,  bazı makamlarda bulunan; adı ister başkan, ister yönetici, ister lider olarak isimlendirelim, neden gülmediğimiz, gülemediğimiz noktasında, gülmenin, gülümsemenin ve tebessüm etmenin kendimize, işimize, topluma, çevremize ve ülkemize verimlilik artışı noktasındaki faydaları hakkında, yaşanmış tecrübeler ışığında vücut bulmuş bazı sözleri paylaşmak istiyorum.

* Gülmek, hayatı karşına alabilmektir. Durum ne olursa olsun, dudaklarından gülümseme eksik olmasın. *  Güzel bir gülüş, karanlık bir eve giren güneş ışığına benzer. * Gülmek, tebessüm etmek kana en hızlı karışan ilaçtır. İnsan mutluluktan gülmezmiş; güldüğü için Mutlu olurmuş! * Gülmek, yan etkileri olmayan yatıştırıcı bir ilaçtır. * Hayat bir ayna gibidir. Gülümserseniz o da size gülümser. * Gülmek, iki insan arasındaki en kısa mesafedir. İnsanlar için en güzel hediye, hiçbir masrafa ihtiyaç göstermeyen tatlı bir gülümseyiştir. * Gülümsemek;  sizin logonuz,  sizin karakteriniz, sizin kartvizitiniz, hayatınızdaki insanlara nasıl bir duygu yaşattığınız ise sizin MARKANIZDIR.  * Gülümsemenin, parasal değeri yoktur. Satın alınmaz, ödünç verilmez, dilenilmez, çalınmaz ama verilmedikçe de hiç alınmaz.   * Gülmek için Mutlu olmayı beklemeyiniz, belki gülmeden ölebilirsiniz.Herkesin sizi sevmesini istiyorsanız, gülümseyiniz. * Gülmesini bilen insanlar; Dünya meselelerine karşı sağduyulu, sakin kafalı, sağlam düşünceli ve kültürlü bir gözle bakabilmelerine imkân veren sihirli anahtarı ellerine geçirmiş olurlar.

Bir Çin atasözü der ki: Gülmesini bilmeyen, dükkân açmasın. İki komşu olan, biri balcı ile diğeri turşucu olan dükkân sahibinin hikâyesini herkes bilir. Balcı da çeşit çeşit ballar var ama müşterisi yoktur. Turşucu ise basit bir turşu satar ama müşteriye malı zor yetişir. Balcı bu işe şaşar ve bilge bir adama gider, durumunu anlatır. Adam gerçekten bilgedir ve der ki: Sen dükkânında bal satıyorsun ama yüzün sirke satıyor. Komşun turşu satıyor ama gülümsemesini biliyor, yüzü bal satıyor. Gülümsemek ve tebessüm etmenin hayatımızda sürekli olabilmesi dileklerimle… 

Durun! Ne yapıyoruz?

Anadolu, dünyanın kavşak noktasıdır. Anadolu, Avrasya ve Hazar enerji havzalarına ulaşabilmenin merkezidir. Anadolu, Ortadoğu petrol ve enerji hatlarının tam merkezindedir. Anadolu Mezopotamya’nın merkezi ve anavatanıdır. Anadolu tarihi İpekyolu güzergâhının da merkezidir. Anadolu tüm kadim medeniyetlerin ve kültürlerin de neşv-ü nema bulduğu yerdir. Anadolu kara parçasının özellikleri saymakla bitmez. Anadolu kara parçasına da tüm küresel güçler ve taşeronları da sahip olmak için her türlü girişimlerde bulunurlar.   Küresel sistem, dünyanın enerji ve petrol merkezlerinin vanası konumunda bulunan Anadolu topraklarını denetim ve kontrollerine alabilmek için her türlü vesayet ve vekâlet odaklarını kullanmaktan da vazgeçmezler. Küresel sistem yüz yıllardır devam ettirdiği emperyalist sömürü düzenini ve ülkelerindeki refahın aynen sürmesi için yine bu bölgede olmak, yine bu bölgeleri karıştırmak ve yine buralarda kaos çıkarmak zorundadır.

Türkiye Cumhuriyeti Devletini yöneten siyasi kadrolar, küresel sistem ve taşeronlarının yönetim, kontrol ve denetimleri dışına çıkmaya başladığı dönemlerde sürekli olarak askeri darbeler ve muhtıralarla bu ülkenin ilerlemesi, kalkınması engellenmiştir. Ülkemizde sosyal patlamalar ve ekonomik krizler üreterek de hedeflerine kolayca ulaşmışlardır.  12 Eylül 1980 tarihinde; Her gün meydana gelen patlamalar ve ölümler karşısındaki bir soruya, askeri müdahale komutanı, darbe ortamının olgunlaşmasını bekledik, ifadelerinde olduğu gibi…  15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminde de aynı hedefi görmekteyiz. Güzel Anadolu diyarı ülkemizde milletimizin arasında iç savaş ve fitne çıkarmayı hedeflemişler;  Planları tutmamıştır. Plan yapanların en büyüğü olan Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah planlarını bozmuş ve hedeflerine ulaşamamışlardır.

12-eylul.jpg

15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimleri, askeri vesayet ve bürokratik oligarşinin olmadığı bir Türkiye ümidiyle,  güçlü bir yürütmenin olduğu Cumhur Başkanlığı sistemi için bir Anayasa değişiklik referandumunu Nisan ayında gerçekleştireceğiz. Vatandaşlarımız bu referandumda oylarını Evet veya Hayır olarak kullanmak suretiyle bir sistem değişikliği için tercihlerini yapacaklardır. Vatandaşlarımız arasında şimdiden referandumda kullanacakları oylarının rengini açıklayanları da sosyal medyada görmekteyiz. Demokrasi farklı düşünmek değil midir? Demokrasi biraz da hoşgörü değil midir? Referandumda kullanılacak oylarının rengini açıklayan vatandaşlarımızı vatan haini, terör destekçisi vb. ilan ederek kimin veya kimlerin ekmeğine yağ sürmüş olmaktayız? Biraz sakin olalım. Biraz aklıselim düşünelim. Dün bu ülkede; Sağ – Sol kavgaları ile binlerce gencimizi kırdırdıklarını ne çabuk unutuverdik?  Yakın zamanda ise Türk – Kürt, Sünni – Alevi, Laik – Anti laik vb. kavga çıkartmak isteyenleri ne zaman unuttuk? Bu gün de  ‘Evet – Hayır‘ çizgisinde bu ülkeyi kamplara ayırmak kimlerin işine yarayacaktır? Küresel sistem ve içimizdeki işbirlikçileri, 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimde, bu ülkeyi tamamen teslim için ulaşamadıkları hedeflerine.. Ekonomik kriz bahane edilerek vasıl olamadıkları planlarına.. Döviz kurundaki oynamaları vasıtası ile elde edemedikleri sosyal patlama,  iç savaş ve fitneye; Bu asil milleti, Evet – Hayır kamplaşmaları ile farkında olmadan, dolaylı yollardan destek olduğumuzun farkında mıyız? Tüm bu planları yapan güçlere ve kaos çığırtkanlarına, Millet olarak en güzel cevabı Yenikapı’da verdiğimizi ne çabuk unutuverdik?

yenikapi.jpg

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, biz kullarına sürekli olarak; ‘ Bu giriş nereye…  Çok az düşünüyorsunuz… Hiç akletmez misiniz? Hiç düşünmez misiniz? Aklınızı kullanmaz mısınız? Hala aklınızı başınıza almayacak mısınız? Hala akıl edip düşünmez misiniz?’ vb. ikaz ve uyarıları, aynı hataların tekrar edilmemesi, insan olarak hatalarımızdan dersler almamızı ve basiret- feraset sahibi olabilmemiz için sürekli olarak tembihlerde bulunmaktadır.

Marka Üniversite Olmak mı?

Üniversiteler bulundukları bölgelerde ve şehirlerde, sosyal, kültürel ve ekonomik olarak,  gelişimine ve kalkınmasına öncülük eden kurumlardır. Şehrimizde halen eğitimlerine devam etmekte olan 2’si devlet, 2’si de Vakıf olmak üzere 4 adet üniversitemiz bulunmaktadır.

Üniversiteler kuruldukları tarihten itibaren, yetiştirmiş oldukları değerler, ülkeye olan maddi ve manevi katkıları noktasında ki birikimleri, kurumsal kimlikleri ve iletişimcileriyle belli bir marka değeri, itibarı ve algısına sahip kurumlardır. Selçuk Üniversitesi; Bugün bünyesinde, 21 fakülte, 6 enstitü, 6 yüksek okul, 22 meslek yüksek okulu, 1 devlet konservatuvarı bulunan,  5.000’e yakın eğitim ve bir o kadar da idari kadrosu 70.000’i aşkın öğrencisi ve her yıl 20.000 mezunu olan Türkiye’nin en büyük eğitim kuruları arasında yer almaktadır.

Selçuk Üniversitesinin 41. kuruluş yıl dönümü törenlerinde Üniversite Rektörü Prof. Dr. Mustafa Şahin, “Üniversitemizin 50.  Kuruluş yılında ‘Dünya’da marka üniversite’ olacağından,  ‘öncü ve yenilikçi üniversite’ amacına erişeceğinden şüpheniz olmasın”  ifadelerine yapmış oldukları vurgu çerçevesinde, bu kurumdan mezun bir İletişim Uzmanı ve Gazeteci olarak birkaç kelam etmek istiyorum.

Son günlerde, Selçuk Üniversitesi hakkında, basın yayın organlarında ve sosyal medyada bazı haberler, ifadeler ve yorumlara şahit olmaktayız. Kurum yönetimi, bu haber ve yazıları görmezden gelme lüksü var mıdır?  Kurumsal İletişim bunu mu gerektirmektedir? Kurum hakkında yapılan tüm haberler, ifadeler ve yorumlara, özellikle de sosyal medyada isim değiştirilmesi konusuna, kurumsal iletişim ve kurumun başında sorumlu bulunan rektör marka kimliği, marka algısı marka değeri ve marka itibarını korumak adına bir cevap vermek durumunda mıdır?

selcuk-universitesi1.jpg

Marka ismi, kurumların en kutsal denecek kadar değerli bir varlığıdır. Kurumlar, marka isimlerini herkesin bilmesini, insanların bu marka ismine olumlu özellikler atfetmesini isterler. Kurumlar; Yeni bir vaatle, yeni bir pazarlara ve yeni müşterilere hitap etmek için, isimlerini değiştirebilirler. Bazen de iki kurum birleşip yeni bir yapı oluştururlar ve bu yeni oluşuma yeni bir isim verebilirler. Bazı kurumlar, yeni bir ülkeye giderken, söz konusu ülkenin değerlerine ters düşen isimlerini değiştirmeyi tercih edebilirler. Bazen de hukuki zorunluluklar nedeniyle kurumlar, isimlerini değiştirmek zorunda kalır. Markaya yeni bir isim vermek, yeniden yapılanma demektir. Ancak bir markayı yeniden yaratmak; sadece isim,  sadece tabela, sadece renk ve sadece logo vb. değiştirmekle olmaz. Eğer bir kurum, yeni ismi ve yeni logosuyla aynı işleri, aynı anlayışla yapmaya devam edecekse, hiç bir şekilde başarılı olamaz. Çünkü sadece isim, sadece tabela, sadece renk ve sadece logo değiştirerek yeni bir marka yaratmak mümkün değildir.  Kurumsal iletişim, kurumun mesajlarının oluşturulmasına, vizyonu, misyonu, marka itibarını, değerler ve kurum kültürünün birleştirilmesine yardımcı olur. Kurumun mesajları, aktiviteleri ve uygulamaları hakkında tüm paydaşlar (çalışanlar, öğrenciler, şehirde yaşayanlar, mezunlar ve aileler )  ile iletişim sağlanmasına da destek verir. Kurumsal iletişim, kurumun tüm iletişimlerini stratejik olarak en iyi şekilde sonuçlanmasını sağlayan birim anlamına da gelir. 

selcuk-un.2.jpg

Selçuk Üniversitesi 42 yıllık geçmişi ile şehrimizde bulunan eğitim kurumları içinde en köklü olanı ve kurumsallaşmış bir yapıya sahiptir. Bünyesinden çıkarmış olduğu tüm eğitim kurumlarına da sürekli olarak ağabeylik yapmış ve lojistik destek sağlamıştır. Üniversite eğitim kurumlarında 1. Dönem eğitim sürecinin sonuna geldik. Selçuk Üniversitesinde okuyan öğrencilerimizin suçu nedir ki notlarını göremedikleri için ( derslerden geçtikleri veya bütünlemeye kaldıklarını)  birkaç hafta daha dönemi geç bitirebilecekler. Yoksa 42 yıllık kurumda bilişim alt yapı sorunları mı vardır? Selçuk Üniversitesinde okuyan öğrencilerimiz, bilişim alt yapısından kaynaklı, bilişim alt yapısı yani server (sunucu)  Ege Üniversitesinden kullanılmakta olduğu için, hocalarımızın sisteme girdikleri notlarını en erken 4/5 gün sonra görebilmektedir. Bütünleme sınav tarihleri de bu yüzden fakülte yönetimleri tarafından bir hafta ertelenmek zorunda kalmıştır.

42 yıllık bir eğitim kurumu böyle mi Dünya Üniversitesi olacak? 42 yıllık bir eğitim kurum böyle mi Dünya Üniversiteleri ile rekabet edebilecek, öncü ve yenilikçi olabilecek?  42 yıllık bir eğitim kurumu böyle mi marka olacak? 42 yıllık bir eğitim kurumu marka itibarını böyle mi koruyacak? 42 yıllık bir eğitim kurumu server (sunucu) alt yapısı kurabilecek finans kaynakları da mı yoktur? Kurumdan mezun bir iletişimci ve Gazeteci olarak,  halen eğitim görmekte olan öğrenciler ve aileleri adına sadece soruyorum.

Şimdi; Yeni Şeyler Söylemek ve Yapmak Zamanı!

Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve milletimizi,  15 Temmuz tarihinde, hain darbe,  işgal girişimi ile küresel sisteme tamamen teslim etmeye çalışan taşeronlar ve işbirlikçilerine şahit olduk. Anadolu toprakları,  vatanperver ve vatan hainlerine de daima şahitlik etmiştir. Tarih vatan hainlerini de vatanperver evlatlarını da sürekli yazmaya devam edecektir. 15 Temmuz,  hain darbe ve işgal girişiminde devlet ve millet olarak toptan kaybetmek üzere olan bizler şimdi neler yapmalıyız? 15 Temmuz, hain darbe ve işgal girişimi akabinde küresel sistemin planlarına karşılık şimdi neler üretmemiz gerekmektedir? 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi sonrası ekonomik ve sosyal olarak kriz üretmek isteyen tüm dâhili ve harici güçlere karşılık şimdi neden çok çalışmamız gerekmektedir?  15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimini yaşamış bir millet olarak şimdi neden yeni şeyler söylemek ve yeni eylemlerde bulunmamız gerekmektedir?  Daha nice zorular ve sorular…

mevlana1.jpg

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasında başarılı olamayan küresel sistem ve işbirlikçileri, akabinde güzel Anadolu diyarı ülkemizde iç savaş çığırtkanlıkları ve fitne çıkarmak için her türlü girişimlerde bulundular. Devlet, millet ve birey olarak tüm bu fitne ve operasyonlara karşı daha fazla bir, beraber ve iri olmamız gerektiğini de sürekli olarak vurgulamaya çalışıyoruz.  Konuşmalarımıza ve faaliyetlerimize de çok dikkat etmemiz gereken bir süreçten geçmekteyiz. Bu ülkede kimse etnik kimlikler ve dini hassasiyetlerimiz üzerinden bizim üzerimizde operasyon yapamayacağını anlamadır. Böyle bir girişim de dahi bulunamamalıdır.

15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminde başarılı olamayan tüm küresel sistem ve işbirlikçileri, son günlerde ekonomik saldırıya geçtiler. Döviz kurları üzerinden gelmeye başladılar. Bu ülkede yılalardır kazanan iş adamlarımız 15 Temmuz gecesi toptan kaybetmenin eşiğinden döndüğümüzün idrakinde olarak, ekonomik saldırılar ile bazı kazanımları kaybetmeyi de göze alabilmeliler. Küçük küçük kaybetmeye başladıkları anda hemen batıyoruz vb. nidalarına başladılar. Durun arkadaşlar! Dün tamamen batacaktık! Dün ülke olarak tamamen kaybedecektik! Bazı kazanımlarımızı küçük küçük kaybetmeyi göze alamaz isek yarın bu savaşı, bu saldırıları toptan millet olarak kaybedebiliriz. İş dünyası olarak daha Çok çalışacağız, daha Çok üreteceğiz, daha Çok ihracat yapacağız;  Fakat yine de bu devlete, bu ülkeye ve millete küsmeyeceğiz.

Anadolu diyarında güzel ülkemizin 1952 tarihinde NATO’ya girişi ile birlikte, küresel sistem bu ülkeyi çok kolay bir şekilde yönetebilmek ve kontrol edebilmek adına, içimizdeki taşeronları ve işbirlikçileri vasıtası ile her on yılda bir askeri ve siyasi operasyonlar yapmıştır. ABD’nin 300 yıllık siyasi tarihinde 45. Başkanı yeni seçilirken, 90 yıllık Türkiye Cumhuriyeti 65. Başbakan ile karşı karşıyadır. Neredeyse 1,5 yıla bir Başbakan, siyasi yönetim ve seçim düşmektedir. Böyle bir siyaset ve yönetim şekli ile kalkınma olabilir mi? Dünya ile rekabet mümkün müdür? Şimdi bu ülke, birlik, beraberlik, güçlü bir Türkiye ve dünya ile rekabet edebilir bir devlet olabilmek adına yeni bir kavşakta, yeni bir dönemeçte bulunmaktadır. TBMM’deki Anayasa değişiklik teklifi görüşmeleri akabinde Nisan ayı içinde Güçlü bir Yürütme ve Cumhur Başkanlığı sistemi için bir referandum ile karşı karşıyayız. Referandum sürecinin ve sonuçlarının, ülkemiz, bölgemiz ve mazlum milletlerin umudu olan bu asil millet için Hayırlara vesile olması dilerim.

Hz. Mevlana ne güzel buyurmuş;

Her gün bir yerden göçmek ne iyi,   Her gün bir yere konmak ne güzel.

Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş,  Dünle beraber gitti cancağazım;

Ne kadar söz ve fiil varsa düne ait,   Şimdi YENİ ŞEYLER SÖYLEMEK ve  YENİ ŞEYLER YAPMAK LAZIM.

Kriptoların Gizli Senaryoları!

15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi, devletimizin personeli, silahı ve uçağı ile hainler ve işbirlikçiler tarafından gerçekleştirilmeye çalışıldı. 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi sonrasında ise kamu kurumlarındaki hainlere yönelik olan işten el çektirmeler başladı. Terörün finansmanı konumundaki iş adamlarına yönelik olan kayyum atanması ve mal varlıklarına el konulma operasyonları da kamuoyunun beklediği derecede olmasa da devam ediyor. 15 Temmuz hain darbe ve işgal sonrası tutuklananların cezaevleri ve dışarıdaki yakınlarının yaşantılarında bir değişiklik olduğunu gören oldu mu? Hala çok büyük bir beklenti içerisinde değiller mi? Darbe girişiminin tersine döneceğine yönelik olan umutları, devletimizin ve milletimizin aleyhinde ki yurtiçi ve yurtdışı çalışmaları halen devam etmekte midir? Devlet ve millet olarak toptan kaybetmenin eşinden dönmedik mi? Devlet ve millet olarak, sınır komşularımız olan Irak ve Suriye haline getirilme çabalarını ne çabuk unutuverdik? Küçük bir gaflet halimizde bu asil devlete ve milletimize neler olabileceğini çok iyi idrak etmemiz gerekir diye düşünüyorum. Küresel sistem ve içimizdeki işbirlikçilerinin bu asil devlet ve milletimize karşı halen Gizli senaryolar peşinde olduklarını da buradan ifade etmek isterim.

iha_20130425_296339.jpg

Kamusal senaryo, hâkim olan ile tabi olanları tanımlayarak, taraflar arası göreli mutabakat ve diyalog koşullarını,  aralarındaki ilişkileri belirleyen, sosyal – politik – gündelik pratiklerin işleyişine yönelik bir alan oluşturan kavrama denir.  Gizli Senaryo; hâkim olanlarla tâbi olanların oynadıkları kamusal roller ile sahne arkasında takındıkları alaycı ve intikamcı bir eda ile tâbi grupların direnişlerini, kılık değiştirmiş biçimlerde, kamusal senaryoya sokmak için kullandıkları stratejileri, bu grupların görünüşteki sessizliklerini, içinde yaşadıkları tahakküm sistemini doğal karşılayıp onaylıyormuş gibi görünmelerinin tamamına verilen bir kavramdır.  Kamusal senaryodaki rol bölüşümü aslında örtük bir savaş cephesidir. Taraflar ani akınlarla karşı tarafın kararlılığını ve ondan neler elde edebileceklerini denedikleri ve belli mevziler kazanır;  Dedikodu, söylenti, hırsızlık, şakalar, karnavallar, halk masalları ve şarkılar gibi. Bu taktiklerin ve stratejilerin tüm kanallarıdır.  Gizli senaryo, pratik direnişin bir ikamesi değil, zorunlu bir koşuludur.

tumblr_inline_mp5vg487uf1qz4rgp.jpg

15 Temmuz hain darbe ve işgal sonrası taşeronlar ve işbirlikçilere yönelik, kamu kurumlarında işten el çektirme ve iş âleminde ki terörün finansmanına karşı yürütülen kayyum atanması süreçlerinin ağır aksak da olsa devam etmekte olduğunu görüyor ve biliyoruz.  Kamu kurumlarındaki işbirlikçiler ve hainlere yönelik olarak yapılan operasyonların, yine kamu kurumlarında etkili ve yetkili makamlarda ki ‘kripto’ abiler vasıtası ile bu sürecin akamete uğratılmaya veya devletimizin çalışamaz hale getirilmekte olduğunu,  devletimizin hainler ve ihanetler noktasında sonuca ve hedefe ulaşılamayacak işlerle meşgul edilmesini sadece müşahede ediyoruz.  15 Temmuz tarihinden sonra tüm kamu kurumlarında çalışmaya devam eden hainler, taşeronlar, işbirlikçiler; kamusal senaryoya, mutlak itaat ve teslimiyet halinde olduklarını,  fakat arka planda da gizli senaryolarını uygulamaya devam ettiklerini gözlemekteyiz.  Kamu kurumlarındaki kriptoların devletimize ve milletimize yönelik yeni bir darbe, direniş ve operasyon peşinde olduklarına da şahit olmaktayız.  Rus elçisinin öldürülmesi akabinde, tüm kamu kurumlarında çalışanlara yönelik yeniden bir güvenlik soruşturması başlatıldı. Devletimizi yanlışa sevk etmeye çalışan kriptoların kendi adamlarına karşı sürekli olarak bir perdeleme ve cambaza bak taktikleri ile masum insanların canlarını yaktıklarını ve sahipsiz Anadolu evlatlarını şikâyet ve devletimizi de sürekli bir meşgul etme girişimlerine şahit olmaktayız. Kamusal senaryoya itaat halinde bulunan kamu kurumlarındaki kriptoların mutlak temizlenebilmesi adına; aynı hatalar tekrar edilmez, diye ümit ediyorum.  Tüm yetkili konumda bulunanlar tarafından devletimize ve milletimize karşı kriptoların ‘kamusal senaryo’ oynanmasına ve  ‘gizli senaryolarını‘ da filme almalarına, gişe oynatmalarına müsaade edilmemeli diye düşünüyorum.

senaryo_yontmen.jpg

Bir Etiyopya atasözü der ki; ‘Akıllı köylü, büyük efendinin karşısında yerlere kadar eğilir; fakat sessizce yeller.’ Tüm hainler, tüm işbirlikçiler ve tüm taşeronlar hala başkaca operasyonlar ve senaryolar peşinde olduklarını görmekteyiz. Cezaevinde tutuklu bulunanların pişmanlık vs. emarelerinin olmadığını da şahit olmaktayız. Tutuklu olanlardan itirafçı olanlara karşı da daha dikkatli olunması gerekir.  Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan; ‘İtirafçı diyerek ortaya çıkanlar, gayet iyi aldatmacayı oynuyorlar. En tehlikeli olan da budur. Çünkü bunların bir kısmıyla benim zamanında başa baş görüşmelerim olmuştur. Şimdi itirafçı olarak söyledikleriyle Başbakan olduğum zaman bana söylediklerine baktığım zaman tamamen aykırı ifadeler. Bu oyuna asla gelmemek gerekiyor” ifadelerine vurgularını da gizli senaryoları çerçevesinde çok önemsiyorum. Anadolu topraklarında yaşayan bizlerin gidebileceği başka bir devletimiz yok, başka bir Türkiye’miz yok, başka bir Vatan toprağımız yok, başka bir bayrağımız yok. Bunların idrakinde ve uyanık olabilmek ümidiyle…

Her Seçiş, Bir Vazgeçiştir!

TBMM Anayasa Komisyonu tarafından hazırlanan,  Anayasanın 18 maddesinin değişikliğe gidilmesi noktasında uzlaşmaya varılan ve TBMM Genel Kuruldaki görüşmeleri de tamamlanmış oldu. TBMM Genel kuruldaki görüşmeler çerçevesinde, vatandaşlarımız tarafından tasvip edilmeyen görüntülere de şahit olduk. TBMM Genel kuruldaki kavga vb. görüntülerin toplumun kılcal noktalarına nasıl sirayet edebileceğini de düşünmek gerekir. Türkiye ve bölge devletleri olarak İstiklal savaşı verdiğimiz bir dönemde içerideki kavga vb. görüntüler kimsenin işine yaramayacaktır; Sadece bu ülke ve bölge üzerinde hesabı bulunan küresel sistemin işini kolaylaştıracaktır. Daha fazla uyanık, inadına birlik ve inadına beraberlik halinde olmamız gereken bir dönemde… TBMM’deki birinci tur ve ikinci tur görüşmelerin sonucunda Anayasa değişiklik teklifi maddeleri Nisan ayının ilk haftasında vatandaşlarımızın oyuna yani halk oylamasına gidilecektir.

images-003.jpg

Referandum;  Uygulamada belli konuların dâhil olduğu önerilerin halkoyuna sunulmasıdır. Anayasa değişiklikleri veya diğer kanun değişikliklerinin oylanması meclis tarafından hazırlanan tasarının, halk tarafından kabule sunulmasıdır. Referandumlar genellikle kabul ve ret manasına gelen iki seçenek ile oylamaya sunulur.  Anayasamızın 79. Maddesi, Anayasa değişikliklerine ilişkin kanunların halkoyuna sunulması, Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, işlemlerinin genel yönetim ve denetimi de milletvekili seçimlerinde uygulanan hükümlere göre olur, şeklinde eklenen değişiklik metni, referandum kurallarını genel seçim usulleriyle birleştirmiştir.

Türkiye’de, 1960 yılından bu yana 6 kez referandum yapıldı. Bu referandumların 5’inden ‘evet’ oyu çıkarken, yalnızca birinde vatandaşlarımız tarafından  ‘hayır’ oyu kullanıldı. Türkiye’de yapılan referandumların kronolojisi şöyledir; 9 Temmuz 1960; 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra hazırlanan 1961 Anayasası için yapıldı. Referanduma katılan seçmenlerin % 62’si ‘evet’, % 38’i ‘hayır’ oyu kullandı. Bu oylama sonucu Kurucu Meclis’in hazırladığı 1961 Anayasa kabul edildi. 7 Kasım 1982; 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra oluşturulan Danışma Meclisi tarafından hazırlanan Anayasa, bu referandumda % 91.37 oyla kabul edildi. Bu referandum sonucu Cumhurbaşkanlığı’na da askeri darbenin lideri Kenan Evren seçildi. 6 Eylül 1987; 1982 Anayasa’sının siyasi parti liderleri ve yöneticilerine getirilen 10 yıllık siyasi yasakların kaldırılması için yapıldı. Bu referandumda da yasaklar çok az farkla kaldırıldı. Referanduma katılan vatandaşlarımızın % 50,1 yasakların kaldırılması yönünde ‘evet’, % 49,9 ise yasakların devam etmesi yönünde ‘hayır’ oyu kullandı. 25 Eylül 1988; Yerel seçimlerin 1 yıl öne alınıp alınmaması yönünde yapıldı. Bu referandumda seçmenlerin % 65 ‘hayır’, % 35 ‘evet’ oyu kullandı. Böylece yerel seçimlerin bir yıl öne alınmasına ilişkin Anayasa değişikliği reddedilmiş oldu. 21 Ekim 2007; Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilip seçilmemesi yönünde yapılan referandumda, anayasa değişikliği % 69 ile kabul edildi. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine karşı çıkanların oranı ise % 31’de kaldı. Böylece, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin anayasa değişikliği kabul edildi. 12 Eylül 2010;  Anayasada 26 maddelik bir değişiklik içeren paket, TBMM tarafından kabul edildikten sonra Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından referanduma sunuldu. Referandum sonucunda % 57.88 evet ve % 42.12 hayır oyu çıkarak anayasa değişiklikleri kabul edildi

TBMM Genel kurulda referanduma girilmesi noktasında uzlaşılan Anayasa değişiklik teklifinin de yukarıda zikretmeye çalıştığımız referandum sonuçları çerçevesinde evet olarak sonuçlanacağına inanmaktayım. Türkiye’de siyasi irade ilk defa iktidar ve muktedir olabilmek için bazı girişimlerde bulunmakta ve riskler almaktadır. Ülkemizde, siyasi irade, askeri vesayet ve bürokratik oligarşi baskısı ile hiçbir zaman rahat ve huzurlu olamamıştır.  Sürekli olarak darbeler ve muhtıralarla Demokles’in kılıcı siyasi iradenin tepelerinde bekletilmiştir. Her seçişin, bir şeylerden vazgeçiş olduğu bir dünyada yaşamakta olduğumuz da buradan hatırlatmak isterim. Referanduma gidilen Anayasa değişikliği ile ülkemizde vatandaşlarımız bir seçim yapacaklardır; Güçlü bir Yürütmenin mi yoksa vesayetlerin devamını mı?  Vatandaşlarımız bu referandum ile Askeri vesayet ve bürokratik oligarşinin devam ettiği bir Türkiye’de mi, yoksa hem iktidar ve hem de muktedir güçlü bir siyasi iradenin olduğu bir Türkiye’de mi yaşamak istediklerinin seçimini yapacaklardır? Vatandaşlarımız bu referandum ile 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimlerinin olmadığı, bu asil devleti ve milleti küresel sisteme teslim etmeye çalışan hainlerin, taşeronların ve işbirlikçilerinin bulunmadığı bir Türkiye’nin de seçimini yapacaklardır. Vatandaşlarımız bu referandum ile Türkiye’de Güçlü bir Yürütmenin olduğu; Hem bu ülkenin ve hem de bölgemizin barışı, selameti, huzuru, refahı ve kardeşliği için seçimlerinde ‘ EVET ‘ diyeceklerdir. Bütün mesele ve seçim budur..