Suriyeli Mülteciler Meselesi

Dünya kurulduğu günden bu güne sürekli olarak savaşlar gündeme gelir. Bu savaşların bir kısmına mantıklı bir cevap, sebep bulunabilirse de… Çoğuna bir sebep, cevap  dahi üretemeyiz..  Çünkü büyük devletlerin ekonomik kaygıları bu savaşları sürekli olarak tetiklemiştir. İçerideki taşeronları vasıtası ile savaş zemini hazırlanmıştır. Dünya üzerinde savaşların olduğu her yerde, komşu ülkelere sığınmacı konusu gündeme gelir. Rabbim, kimseyi evinden, barkından, yurdundan edecek noktada bırakmasın..   İnsanlık adına çok zor bir durum..  Bu kadar zor ve zahmetli durumda bir de çocukları ve yaşlıları düşünmek gerekir.. Rabbim, kimseye böyle bir durumu yaşatmasın…

2011 yılından bu güne sınırımızda bir Suriye iç savaşı yaşanmaktadır. Bu savaşın da bir gerekçesini Suriye halkına ve dünya milletlerine büyük devletler açıklayamazlar… Emperyalist ülkeler, Irak, Afganistan ve daha başka ülkelerin işgalinin gerekçesini hala açıklayamadıkları gibi… Yitirilen ve karartılan umutlar, talan edilen hanümanlar… Gerekçesi ekonomik kaygılar ve birkaç damla petrol için… Ne kadar kanın aktığı ve ne kadar hayatın yitirildiği büyük devletlerin umurunda mı? Dünya milletleri,  İnsanlık adına bir çözüm ve arayışa geçmediği müddetçe, devam edecek bir seremoni…

Suriyeli mülteciler ülkemizin her tarafında serbeste dolaşmaktadır. Hatta büyük bir kısmı ticari hayata bile atıldılar. Bulundukları bölgede vatandaşın güven ve emniyetine zarar verici bir faaliyette bulunmadıkları sürece, güzel bir gelişme… Kendilerine sahip çıkan bu asil devlet ve milletin; Can, mal ve namus emniyetine tasallutta bulunmadıkları müddetçe… Bu asil millet ‘Ensar ruhunu’  hiçbir zaman kaybetmediğini de dünya milletlerine bu davranışları ile göstermiş oluyor. Suriyeli mülteci kardeşlerimiz, ‘Ensar ruhlu’ bu asil millete ihanet etmek akıllarından bile geçmez, umarım…

Konya özelinde, Gazeteci duyarlılığı çerçevesinde kamuoyundan aldığımız bilgiler doğrultusunda, Suriyeli mülteciler meselesi çok sıkıntılı bir duruma doğru gitmektedir. Konyalı vatandaş sokak emniyetinden şüphe eder hale gelmiştir.  Araboğlu makası denilen bölge tamamen Suriyeli vatandaşlarımız tarafından nerdeyse işgal edilmiş durumda… Konyalı bir vatandaşımız akşam saatlerinde bu bölgeden geçemez hale gelmiş… Akşam saatlerinde kendine güvenen bir vatandaş Zafer bölgesinde yaya olarak yürüyemez noktasında… Yeni mahalle denilen bölgedeki vatandaşlarımız dahi durumdan bizar etmiş haldeler… Suriyeli mülteciler, Sınır bölgemizde kontrollü bir bölgede tutulabilir miydi?  Suriyeli mülteciler konusunda acaba bir yerlerde stratejik bir hata mı yapıldı sorusu akla geliyor…

 

Stratejik akıl ve Siyasi İrade

Müslüman Birey Uyanık olmak zorundadır. Müslüman’ım diyen her bireye Hz. Allah Kutsal Kitabımızda sürekli olarak  ‘Akıl etmez misiniz’,  ‘Düşünmez misiniz’, ‘ Çok az Düşünüyorsunuz’  vb. olarak uyarılar da bulunur.  Hz. Peygamber efendimiz, bireyin olaylara bakış açısı noktasında ‘Müslüman Feraseti ile bakar’ vb. ikazlarda bulunur.

Hz. Peygamber, Uhut savaşında stratejik akıl ile olaylara bakmamış olsa idi, Okçuları Okçular tepesine yerleştirmez ve Okçulara Okçular tepesinden ayrılmayın talimatında bulunmazdı. Okçuların ganimet vb. için Hz. Peygamberin talimatına muhalefet etmeleri ile Hz. Peygamberin dava arkadaşlarından birçok sahabeyi ve Hz. Peygamberin biricik amcaları Hz. Hamza’yı kaybettik. Günümüzde de birilerinin mutlaka Okçular tepesini tutmaları gerekmektedir.. Okçular tepesinin stratejik önemde olduğunu anlayabilecek noktada stratejik akla ve siyasi iradeye sahip olmak gerekir.

Ülkeleri idare edenler, herhangi bir gücün emri ve vesayet altında değil ise Stratejik akıl ve siyasi iradelerini göstermek zorundadır. Ülkemizde şu anda bir stratejik akıl ve siyasi irade gösterilmesine, bugüne kadar bölgemizi karıştıranlar ve içerideki taşeronların rahatsızlığını görmekteyiz. Tarihin seyrini, stratejik aklı ve siyasi idare ile bunu uygulayan Liderler ve Devletler uzun soluklu olarak dünya sahnesinde ayakta kalabilirler. Aksi halde tarih olmak gerçeği ile karşı karşıya kalırlar.

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın sürekli olarak vurgulamaya çalıştığı, ülkemizde oynanan oyun, dolap ve kaosun temeli tamamen bir ‘Üst Aklın’ ürünüdür.  Üst akla karşılık olarak bizlerin de bir Stratejik aklı olmak zorundadır. Aksi halde ülke ve millet olarak bütün olaylara karşı ‘Reaktif’ pozisyonunda kalırız. Proaktif olmanın temeli stratejik akla sahip olabilmektir. Bu ülke 100 yıllardan beri ilk defa stratejik akla ve devlet aklına, özellikle de siyasi iradeye sahip oluyor.

Stratejik akıllarını kullanarak, geleceği planlama ve tarihin nesnesi değil, öznesi olma azim ve kararlılığını gösteremeyen ve bölgemizde seyretmekte olduğumuz Müslümanların hali , “Hak şerleri hay reyler, sen sanma ki gayr eyler, arif anı seyreyler, görelim Mevla’m neyler neylerse güzel eyler” avuntusuyla beklemeye devam ettikleri sürece.. Müslüman birey, olaylara ve dünyaya bakışı noktasında, bütün maddi ve manevi tedbirlerini aldıktan sonra elbette ki gücünün yetmediği noktada gerisini Yüce Yaratıcıya bırakıp Tevekkül etmesini de bilecektir. Fakat önce bütün tedbirler alınacak, sonra tevekkül ve teslimiyet… Yalnızca başkalarının kurgulayıp oluşturdukları tarihin figüranları olmaya devam ederler. Stratejik akla sahip olduğumuz takdirde bu bölgede kimse oyun oynayamaz. Bu oyunu biz kurar ve oyunu da biz oynar, oynatırız.  Bölgemizde oynanan oyunda, Figüranlıktan, Yönetmenliğe terfi ederiz.  Bölgemizdeki kavgaların sebebi, bu Asil millet  ‘ Figüran’ mı olacak, yoksa ‘ Yönetmen’ mi olacak…  Karar bizim…

Osmanlı Mirası ve Reddi Miras

Tarih konusunda özellikle Osmanlı tarihi ve son 100 yıllık tarihimiz noktasında fikir beyan edecek noktada değilim. Bir İletişimci olarak, bölgemizde dönen 200 -300 yıllık planları ve etrafımızın neden ateş çemberi halinde olduğunu okuyabilmek adına birkaç kelam sarf etmeye çalışacağım.  Osmanlının bütün borçlarını ödemekle mirasçı olan bir millet fakat Osmanlı bakiyesi topraklar üzerinde herhangi bir söz veya iletişime mirasçı olamasın… Bu nasıl bir Miras hukuku… Medeni Avrupalıya bakar mısınız? Osmanlı İmparatorluğu, Avrupalı devletler tarafından uzun yıllardır planladıkları şekilde her bölgesinde savaşma noktasına getirilmişti. Her taraftan bağımsızlık ve hürriyet nidaları yükselmeye başlanmıştı. Osmanlı, 1854 yılında Kırım savaşı ile başlayan Avrupalı devletlerden hem devletin cari masraflarını karşılamak hem de savaş tazminatını ödemek maksadı ile ilk defa borç alınmaya başlandı.

Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması ve Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren 100 yıllık süreçte, 1954 yılına kadar bu asil devlet ve millet Osmanlının borçlarını ödemeye devam etti. Bu tarihte Osmanlıdan kalan borcun tamamı ödenmiştir. Alacaklı devletler birbirlerini ibra işini ise 30 yıl erteleyerek, 1984 yılında Rahmetli Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde, Osmanlıdan kalan borç bitmiştir, ödenmiştir şeklinde ‘İbra’ vermişlerdir.

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren, dışarıdan ve içerideki taşeronlar vasıtası ile toplumsal kavgalar ve ekonomik sorunlarla boğulmaya çalışılmıştır.  Dünyada neler olup bittiği, hatta kendi bölgesinde meydana gelen olaylara dahi müdahale edecek bir gücü dahi olamamıştır. Bu devlet, Osmanlıdan kalan borçlarını ödemekle mükellef iken sorun yok… Fakat Osmanlı bakiyesi olan bölgelerle, yani kendisinden zorla koparılan gönül bağı olan, kardeş milletlerle iletişim kurması yasak. Bu nasıl bir Miras ve devletler hukuku..

Türkiye, devlet ve millet aklı devreye girerek,  Osmanlı bakiyesi olan bölgelerle her türlü ticari, ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetler içerisinde bulunması doğal hakkıdır. Devlet ve millet aklı bu irtibatı sonuna kadar götürmelidir, diye düşünüyorum. TİKA vb. kuruluşların çalışmaları Osmanlı bakiyesi bölgelerle işbirliği noktasında, bölge üzerinde hesapları olan birilerini çok rahatsız etmektedir. Buna hiçbir kuvvet ve devlet de engel olamamalıdır.  Devlet ve millet aklı ve özellikle siyasi irade buna izin vermeyecektir. Sen misin bu bölgelerle ticari ve her türlü iletişime geçen… Osmanlı bakiyeleri ile irtibatı koparılan bu millet, tekrar bir araya gelmeyecek şekilde bütün bağlantıları tekrar koparılmaya çalışılmaktadır. Bölgesinde koparılan fırtınanın ve içeride Alevi – Sünni, Türk- Kürt vb. kavgaların sebebi hikmeti… Bölgesinin, evinin içinin kan gölüne ve etrafının ateş çemberi ile sarılmasının hikmeti…

Akil Adamlar Tekrar Göreve

Bir İletişimci ve gazeteci olarak,  din bilgini değilim.  Kendimi bu konularda fikir beyan edecek noktada ise kesinlikle görmüyorum.  Bölgemizde,  Müslüman’ın Müslüman’a nasıl ve neden kırdırıldığını anlamak noktasında, bir gazeteci duyarlılığı çerçevesinde,  İslam âleminde mezhepler üzerinden oynanan oyun ve planların,  kendisini Müslüman olarak kabul eden herkesin, daha fazla feraset sahibi ve uyanık olması noktasında gözlemlerimi aktarmaya çalışacağım.

Hz. Allah, Banisi olduğu dinin tam ve net olarak anlaşılır şekilde kılmak için Peygamberi vasıtası ile Kutsal kitabımız olan Kuran-ı Kerim’i göndermiştir. Müslüman’ım diyen kişinin, tüm ibadet ve amelleri Kuran-ı Kerim’e göre olmalıdır. İslam’ın dört ana temel bilgi ve başvuru kaynağı;  Kitap, Sünnet, Kıyas ve İcma’dır.  Bunların dışındaki kaynaklar bireyi yanlış yollara, yanlış itikadı noktalara sevk edebilir. Dinin temeli İman, yani İtikattır. Ancak bazen dinimizle ilgili herhangi bir sorunun, konunun cevabını Kuran-ı Kerim’de bulamayız veya yorumlayamayız. İşte bu noktada hadis ve sünnetlere başvururuz. Ayet, hadis ve sünnetlerin farklı fıkıh âlimlerince yorumlanmasıyla ortaya çıkan görüş ayrılıkları ise mezhepleri oluşturmuştur. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki mezhepler asla bir dinmiş gibi görülmemeli, gösterilmemelidir. Mezhep kurucuları ise din kurucuları veya tebliğcisi değildir. Mezhepler için “İslam dininin anlaşılma, yorumlanma hatta bir çeşit düşünce ekolleridir” ifadesi kullanılabilir.

İslam dininde mezhepler Fıkhı ve İtikadı olmak üzere 2 ana gruba ayrılır;  Fıkhı Mezhepler; Hanefi, Maliki, Şafii ve Hambeli..  İslam dininde ibadet, evlilik, boşanma, ticaret, miras ve amel gibi konularda ortaya çıkan görüşlerin sistemli olduğu mezheplerdir.

İtikadı Mezhepler;  İtikat kelime anlamı olarak aksine ihtimal vermeyecek şekilde bir şeyi kabullenmek, gönülden bağlanmak,  İman etmek demektir. İtikadı mezhepler ise iman ve inançla ilgili konuların sistemleştiği mezheplerdir;  Ehl-i Sünnet Mezhebi: Mâtüridiyye Mezhebi,  Eş’ariyye Mezhebi; İkisi de peygamber efendimizin sünnetlerine uygundur.

Ehl-i Bid’a Mezhebi: Hz. Muhammed (s.a.v.)’in getirdiği emirleri ve Kuran-ı Kerim’in hükümlerini kendilerine göre yorumlayıp uygulayan kimselerdir. Yani bid’ata giren, sünnet yolundan sapan kişilerdir. Bid’at dinin esaslarına ters düşen her türlü davranış, söz, düşünce fiil demektir.

Avrupa’nın tarihinde 30 yıl savaşları olarak da bilinen mezhep savaşlarında,  şehirlerin sokaklarında nehirler gibi kan akmıştır. Avrupa kendi tarihinde yaşadıklarının benzeri Müslüman topraklarında birlik, beraberlik ve bütünlüğün olmaması adına mezhepçiliği körüklemektedir.  Halifelik makamının ortadan kaldırılması ve bir daha BİRliğin zuhur etmemesi için de her yol denenmektedir. İslam âleminin bir ve beraber olmaması adına… İslam âleminde, Mezhep savaşlarının çıkması için her türlü yollara başvurulmaktadır. Bölgemizde zuhur eden mezhepçikler ve akan Müslüman kanın durması adına, daha önce uygulanmış olan, Akil Adamların tekrar sahalara inmesi gerektiğini… Özellikle ülkemizde, hak mezhepler ve bidat mezhepler konusunun topluma anlaşılır bir şekilde aktarılması gerektiğini düşünüyorum. İnsan bilmediğinin düşmanı olur düsturundan hareketle, toplumun büyük bir kısmının bu şekilde aydınlanacağını ve bölgemizi mezhepler üzerinden karıştırmaya çalışan büyük devletler ve onların taşeron örgütleri olan İŞİD, DAES, YPG vb. katılımın, maddi ve manevi desteğin düşeceği kanaatindeyim.

ÇİN İşi ve Acele Karar vermek!

 Çin Hükümeti’nin Doğu Türkistan’daki Müslümanlara yönelik uygulamaları Türkiye’den büyük tepki topluyor. Türkiye’nin yaşanan olaylara karşı gösterdiği protesto eylemleri ve Çinli turistlere yapıldığı söylenen saldırı haberleri, Çin ve Türkiye’nin ekonomik ilişkilerine yansıyıp yansımayacağı sorusunu gündeme getiriyor.

Doğu Türkistan’da yaşanan olumsuzlara karşı gösterilen tepkiler, ne kadar doğru ve ne kadar gerçeği yansıtıyor. Türkiye’nin ÇİN hükümeti ile varmış olduğu silah antlaşmalarının diğer büyük devletler tarafından başka bir şekilde her iki tarafında cezalandırılması olabilir mi? Yaşanan gelişmelere bir de bu açıdan bakmak gerekir diye düşünüyorum.

Doğu Türkistan bölgesinde ne kadar yabancı ülke casusu olduğu bilinmemektedir. Sadece bizim bölgemiz olan Suriye sınırımızda 9 bin yabancı ülke casusu olduğu tahmin ediliyorsa… Yabancı casuslar tarafından Doğu Türkistan bölgesi karıştırılarak acaba her iki ülkeye de bir uyarı mı verilmeye çalışılmaktadır.  Acele karar vermek ve olayların detaylarını, arka planını araştırmadan,  görmeden AKIL tutulmaması yaşanmaması adına! Konu ile alakalı bir Çinli hikâyeyi sizlerle paylaşmak istiyorum…

Öykümüz ünlü Çin düşünürü Lao Tzu’nun zamanında geçer.. Lao Tzu bu öyküyü çok sever, sık sık anlatırmış!.

Efendim köyde bir yaşlı adam varmış! Çok fakir.. Ama kral bile onu kıskanırmış! Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki! Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış!  “Bu at, bir at değil benim için!  Bir dost.. İnsan dostunu satar mı” dermiş hep!  Bir sabah kalkmışlar ki, at yok!  Köylü ihtiyarın başına toplanmış; “Seni ihtiyar bunak.. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler!

İhtiyar “Karar vermek için acele etmeyin” demiş: Sadece ‘At kayıp’ deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez!   Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler.

“Babalık” demişler:  “Sen haklı çıktın.  Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için.. Şimdi bir at sürün var..  “Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?

Köylüler, bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden “Bu herif sahiden gerzek” diye geçirmişler. Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara.  “Bir kez daha haklı çıktın” demişler. “Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler.

İhtiyar “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş. “O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar.. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.

Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş.

Köylüler, gene ihtiyara gelmişler: Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.

“Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor.”  Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatle tamamlarmış, etrafına anlattığında:

“Acele karar vermeyin.  O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz.  Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir  hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”

Akademisyenlerin ya da EĞİTİMCİNİN Eğitimi – 2 –

Bir önceki yazımızda, eğitim sistemimiz özellikle de üniversitelerdeki eğitim sistemi;  üniversite nedir, akademisyen – hoca iletişimi ve akademisyenlerin kendilerini hem bilimsel,  hem de insani noktada geliştirmeleri vb. hakkında kalemimizin yettiği kadar bir şeyler paylaşmıştım.

Bugünkü yazımızda konunun diğer bir boyutu olan,  İnsan ilişkileri, öğrenci – hoca iletişimleri, iletişim krizleri ve çözüm yolları hakkında bir İletişim Uzmanı olarak bir şeyler karalamaya çalışacağım.

Üniversite ve Akademi;  bilimler evi, araştırma ve geliştirmenin  yeri, hakikatin sınırsızca araştırıldığı  – özgür beyinlerin yetiştiği yer ve kurumlar olarak bilinir!

İletişim uzmanları; İletişimi  ‘iki birim arasında bir biriyle ilişkili mesaj alışverişi’ şeklinde açıklamıştır. Üniversite Öğretim görevlisi de öğrenci ile iletişime açık olmalıdır.  Öğrencinin gelişimi açısından çok önemlidir. Öğrenci, herhangi bir sorunu veya ders – konu – gündemle alakalı her şey için hocası ile mobil telefonla, yüz yüze veya sosyal medya üzerinden iletişim kurabilmelidir.

Bir akademisyen, öğrencisine; Beni telefonla arayamazsın, sen benim kim olduğumu biliyor musun, sen kiminle konuştuğunun farkında mısın, edasında iletişim şeklinde olamaz, olmamalı, odama gel odamda konuşalım vb. bir iletişim şekli veya üslubu da çok yanlıştır!

İşte tam bu noktada taraflar açısından iletişim kazası geliyorum demeye başlar! Tarik kazaları genelde cahillikten ve kurallara uymamaktan olur. Cahil cesareti denilebilecek kendine aşırı güvenden, alkollü araç kullanmaktan meydana gelir.

Akademisyen öğrenci İletişim kazaları da aynı trafik kazaları gibi kontrolsüz, plansız iletişim kurmaktan, bulunulan konumun vermiş olduğu ego şişkinliğinden ve sindirilemeyip sahip olunan akademik unvandan meydana gelir!

Sen benim kim olduğumu biliyor musun, sen kiminle konuştuğunun farkında mısın,  dört beş tane daha dersine giriyorum, bu okul sana bitmez, telefonu öğrencisinin suratına kapatmak, öğrenciye ben hocanım bana telefonda soru soramazsın, haddini bil vb. üst perdeden yapılan  ve hakarete varan aşağılayıcı ve ego tatmini konuşmalar!

İletişim kazalarını engellemek için seçilmiş davranış ve sözler sergilemek gerekir. Herhangi bir şey söylemeden önce, yerini, zamanını, ne söyleyeceğini ve nasıl söyleyeceğimizi seçmek gerekir. İletişimde kazaların olmaması için ne söylediğimizden çok nasıl söylediğimiz de çok önemlidir.

İnsanın olduğu her yerde, okulda, işyerinde, evde, üniversite ortamında ve insan ilişkilerinde iletişim kazaları, kırılmalar, kavgalar, hatalar olur ve olması en doğal halidir. Sorunun olmadığı yerlerde çok büyük boyutta Sümen altı edilen başka bir şeyler var demektir.

Kurumlar açısından, şikâyet veya kriz, bir sorunun veya ileride patlak verecek daha büyük bir olayın habercisi veya işaret fişeği olarak değerlendirilmelidir. Önemli olan bu krizlere yaklaşım ve çözüm yollarını aramasını bilmek gerekir.

İletişim krizlerini kurumlar, akademik veya mesleki taassupla ne kadar süre görmezden edebiliriz ki? Kurumlar açısından iletişim kazasına sebebiyet veren taraflar, seçilen bir kurul tarafından, tarafsız bir şekilde dinlenir ve tarafların hataları, insan onuruna yaraşır bir şekilde ve bireyin saygınlığına zarar vermeyecek şekilde kendilerine ifade edilir.

Krizler insanları ve kurumları geliştirir, ufkunu açar. Önemli olan iletişim kazalarını taraflara çok büyük hasar vermeden, İnsan onuruna yakışır bir şekilde çözüme ulaştırabilmektir.

Çin atasözünde olduğu gibi  ‘Krizler bir Fırsat’ olarak değerlendirilmelidir. Özellikle de günümüzde kurumların ve bireyin gelişimi, saygının tezahürü açısından İletişim kazaları çok önemli bir fırsattır. Kurumlar açısından işaret fişeklerini değerlendirebilmek ümidiyle!

Dost, Düşman ve Yol Arkadaşlığı

Dostlar; 7 Haziran seçim sonuçlarına istinaden, AK Partinin neden oy kaybettiğine dair ulusal ve yerel medyada çokça şeyler yazıldı ve söylendi.  AK Partinin seçimlerdeki oy kaybından ziyade başka bir konuya değinmek istiyorum. Seçimim hemen ertesinde yol ve dava arkadaşlığına zarar verecek mahiyette,  bir danışmanın kitabı üzerinden koparılan fırtınalar ve daha nicesi… Necip Fazıl merhumun; ‘’ Yola çıktıklarını yolda bulduklarına değişirsen, hem yolunu hem de dostunu kaybedersin ‘’ ne güzel ifade ettiği gibi…

Ebu Müslim Horasani hazretleri; ‘ Onlar, zarar vermeyeceklerinden emin oldukları için dostlarını kendilerinden uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar. Yakınlaştırılan düşman dost olmadı. Ama uzaklaştırılan dost düşman oldu. Herkes düşman safında birleşince de yıkılmalar mukadder oldu.’’ diyor. Ebu Müslim buradaki ikaz ve uyarıları;  Sakın ola ki beni terk etmez diye dostlarınızı örselemeyin, ötelemeyin. Ötelenen öteki olur karşı tarafa geçer, sizi unutur. Düne kadar düşmanınız olana nasıl olsa ortak çıkarlarımız ve artık bendendir demeyin. O hiçbir zaman sizden olmayacak, aksine sizden kopan dostlarınızın düşmanlığı ile birleşerek düşman sayınız artacaktır. Kısacası düşmanınız hiçbir zaman dostunuz olmayacak, lakin siz öteledikçe düşmanlaşan dostlarınız olacaktır, onları asla ötelemeyin…

21 yılı sizin dünya görüşlerinize ve değerlerinize karşı olan bir medyada geçen ve uzun yıllar grubun menfaatleri çerçevesinde çalışan çabalayan bir kişiyi siz dost olur diye yanınıza danışman veya her ne sıfatta olursa olsun alırsanız, size ve davanıza bir gün gelir ihanet edebilir. Çünkü bu vasıftaki kişilerde dava hukuku vb. konular aranmaz. Onlar sadece profesyonel olarak işlerini yapar ve karşılığını alırlar. Başka bir düşünceleri olamaz. Siz o makamlardan düşünce zaten sizinle paylaşabileceği bir dünya ve hayat felsefesi olamayacağı için kendileri sizi ve ortamınızı terk etmek zorunda hissederler.

İnanan kullarına ve özellikle de Müslümanlara, Dostluk, yol ve dava arkadaşlığı ile ilgili olarak,  Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah; ‘’ Sizin asıl dostunuz Allah’tır, O’nun Resulüdür ve namazlarını kılan zekâtlarını veren ve rükû eden müminlerdir.  Kim Allah’ı, O’nun Resulünü ve müminleri dost edinirse, (iyi bilsin ki) Allah’ın taraftarları galip geleceklerdir. Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dininizi alay ve eğlence konusu yapanları dost edinmeyin. Eğer (gerçekten) iman ediyorsanız, Allah’tan gereğince korkun ( Maide  55,56,57 ). Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin ve onu her kim yaparsa Allah’tan ilişiği kesilmiş olur, ancak onlardan bir korunma yapmanız başkadır. Bununla beraber Allah sizi kendisinden korunmanız hususunda uyarır. Nihayet gidiş Allah’adır’’ ( Ali İmran 28 ) buyurmaktadır.

 

Siyasi İletişim Planlama İşidir

Dostlar; 7 Haziran genel seçim döneminde siyasi parti liderlerinin iletişim faaliyetleri hakkında çokça şeyler yazıldı, söylenildi. İletişim faaliyetlerinin özellikle de siyasi iletişimin bir planlama, strateji ve taktik işi olduğu noktasında bir iletişimci olarak bir şeyler karalamaya çalışacağım. Planlama olmadan yapılan iletişim çalışmalarından hedeflenen sonuçları vermesi beklenemez. Planlama ve strateji iletişimin temelidir. İletişimin planlama olmasının temel noktası, hedef kitlede yapmayı planladığınız kanaat değişimi için çok önemlidir.

Pazarlama iletişimi stratejisi; “Pazarlama iletişimi amaçlarının ve uzun dönemli ana faaliyetlerinin belirlenmesi ve bu hedeflere ulaşabilmek için gerekli kaynak dağılımının yapılması ve faaliyetlerin yönünün saptanması” şeklinde tanımlanabilir. Pazarlama iletişimi stratejisini belirlemek; iletişimin nasıl gerçekleşeceğinin belirlenmesi anlamına gelmektedir. Pazarlama iletişimi stratejileri pazarlama iletişimi amaçlı ve hedeflerine ulaşmayı sağlayacak yol ve yöntemlerin seçimiyle ilgilidir.  Bu aşamada tüm kaynak ve imkânları birbiriyle uyumlu hale getirmeli, faaliyetler arasında bir bütünlük sağlamalıdır. Bütünleşik pazarlama iletişimi stratejisi şu unsurlardan oluşmalıdır:  Pazarlama iletişimi stratejisine maruz kalacak hedef kitle birimlerini değerlendirmeye almak, Hangi iletişim aracının en etkili şekilde mesaj ilettiğini belirlemek, İletişimcinin, nerede ve ne zaman iletişim kuracağını ayarlamak, Hangi pazarlama iletişimi karmasının kullanılacağına ve bütçesinin nasıl paylaştırılacağını programlamak.

AK Parti iktidar olmanın verdiği güç ve rehavetle, seçim döneminde iletişim çalışmalarına ve özellikle de seçmen hedef kitle segmentasyon iletişimin planlama ve strateji boyutuna çok fazla önem vermemiştir. Bu kanaate nerden ve nasıl geldik. Ülkemizde yüz binlerce çiftçinin olduğu gerçeğine dayanarak, özellikle de doğu illerinin büyük bir kısmında seçimden önce hasat mevsiminin başlamasına rağmen, hububat alım taban fiyatları ve diğer tarım ürünleri ile ilgili taban fiyat açıklaması ertelenmiş, geciktirilmiştir. Hangi siyasi veya ekonomik gerekçe ile anlamak mümkün değil.. Mayıs ayının son haftasına doğru Adana’dan itibaren hasat mevsimi açılmış bulunmaktadır. Seçinden bir hafta sonra hububat alım taban fiyatları TMO tarafından açıklanmıştır. AK Parti teşkilatlarını  ve Başbakanı bu noktada yanlış yönlendirme de bulunan bürokratlar mı vardır.. Yoksa ülke gerçeklerini, hedef kitlesini ve kamuoyunu tanıyamamış , tam olarak kavrayamamış bürokrat ve danışman kitlesi mi? Hükümeti kurmak için  ülke genelinde toplamda kaybedilen oy  doksan bin olduğu gerçeği ile sonuçlara göre bakarsak.. Ne demek istediğimiz çok net anlaşılacaktır…

Dostlar; Yedi düvele karşı alınan seçim sonuçlarını başarı olarak da görebiliriz. Yedi düvel, sizinle savaşırken oyunu kuralına göre oynamıyorsa, sizin oyunu kuralına göre oynayacağım diye ısrar etmenin bir anlamı olmasa gerekir.  İletişim, rakiplerin analizi ve durum analizi ile başlar. İletişimin rakipler olmadan bir anlamı yoktur. Özellikle de siyasi iletişimin… Pazarlama savaşı ve Marka savaşları olarak boşuna isimlendirmiyoruz. Siyaset de bir yönlendirme ve vaat savaşı değil mi?  Boş laf ve gerçekçi olmayan vaatler değil tabii ki… Siz de inancınız ve duruşunuz gereği, kamuoyuna, seçmen hedef kitlenize açıklayacağınız siyasi vaatlerinizi dürüstlük çerçevesine indirgemeye çalışırsınız.

 

İletişim Kazaları

Dostlar; Hayatımız boyunca sürekli olarak iletişim halinde bulunuruz. İletişim halinde olmadığımız bir anımızı düşünmek dahi imkânsızdır. Ailemiz, dostlarımız ve iş  âleminde iletişim halinde olurken bazen de farkında olmadan iletişim kazalarına sebebiyet veririz. Bu kazaların belki görünürde yaralanan veya öleni yoktur fakat bir kıran ve bir de kırılan, her zaman için mevcuttur. Ağzımızdan çıkan ve çıkacak her kelimeyi planlı ve düşünerek seçmemiz gerekmektedir. Topumda, ailelerimizde ve çevremizde bu kadar kırılma ve küslüklerin tek sebebi bana göre iletişim de yapılan bilinçsiz hatalardır. Eskiler  ‘İnsan insanın zehrini alır’  derler. Zehrini nasıl alacak, elbette ki iletişim halinde olarak, konuşarak…

İletişim;  Duygu, düşünce ve görüşlerin sözlü olarak karşılıklı alışverişidir. Başka bir tanıma göre; bizim başkalarını başkalarının da bizi anlaması süreci olarak tanımlanmaktadır.  İletişim uzmanları ise; İletişim “iki birim arasında bir biriyle ilişkili mesaj alışverişidir” şeklinde açıklamıştır. Birbiriyle ilişkilerde zaman zaman karşı taraf gönderilen mesajı algılayamazsa veya kendi algıladığı gibi mesaj gönderirse o zaman İLETİŞİM KAZASININ sinyalleri de çalmaya başlar.

İletişim uzmanları;  İletişim kazalarının trafik kazalarından hiç farkı olmadığını, 2001 yılında yaşadığımız MGK’da Anayasa kitapçığını fırlatma olayının bir iletişim kazası olduğunu ifade etmekteler. .  Maliye Bakanının seçim dönemindeki‘ çerez ‘ ifadeleri ve HDP Eşbaşkanı’nın   ‘ Taksim – Kâbe ‘ benzetmesi gibi… Trafik kazaları cahillikten oluyor. Kurallara uymamaktan oluyor. Cahil cesareti denilebilecek kendine aşırı güvenden, alkollü araç kullanmaktan oluyor. İletişim kazaları ise kontrolsüz ve plansız iletişim kurmaktan meydana gelir. İletişim süreci planlı olmak zorundadır. Özellikle iletişim kazasını engellemenin en tipik yolu ağızdan çıkanı kulağın duymasıdır. Yani önce beyin harekete geçmeli, sonra ağız harekete geçmelidir. Aile içi sorunların yüzde 99’u iletişim kazasından kaynaklanmaktadır. İletişim kazası, sorunu çözme şansını engellemektedir.  İşyerlerinde, okulda, sokakta, toplantılarda vb. birçok yerde  aynı sorunla yani “iletişim Kazaları”yla  sık karşılaşmaktayız. Kazaları engellemek için seçilmiş davranış sergilemek gerekir, herhangi bir şey söylemeden önce, yerini, zamanını, ne söyleyeceğini ve nasıl söyleyeceğimizi seçmek gerekir. İletişimde, ne söylediğimizden çok nasıl söylediğimiz çok önemlidir.

Dostlar; Bir genel seçim dönemini çok büyük iletişim kazaları vb. olaylar olmadan atlattık. Elhamdülillah; Allah şükürler olsun. Bu yazımızda sizlerle seçim sürecinde yapılan iletişim hatalarına ve kazalarına işaret etmek ve toplumda iletişim hataların, kazalarının nelere sebebiyet verdiğine vurgu yapmaya çalıştım. İletişim kazasız günler dileklerimle…

 

AK Parti neden kaybetti -2-

Dostlar; 7 Haziran seçim sonuçlarına, özellikle de AK partinin Konya özelinde neden oy kaybettiğine dair iki güz önce yazmış olduğum yazı ile bu konuyu kapatmayı düşünmüştüm. Fakat aday adayları ve başka arkadaşlardan, teşkilatlar ve bireysel bazda yapılan hatalara istinaden sitem dolu ifadeler alınca, bir kez daha bir şeyler karalamayı düşündüm.

Pazarlama İletişimi ve Pazarlama yönetiminde; “Kırık Camlar Teorisi”  (Broken Windows Theory) olarak bilinen;  “Bir kaç camı kırık – dökük bir bina düşünün. Eğer camlar zamanında tamir edilmezse, kimi insanlar başka camları da kırmakta bir sakınca görmeyecektir. Bu şekilde devam ettiği görüldüğünde, binaya daha büyük zararlar vereceklerdir.  Sonunda bina ve binanın bulunduğu o sokaktaki diğer binalar, bir viraneye dönüşerek, yaşanamaz hale gelecektir.”  Demek ki; “ İlk camın kırılmasına, kurumda hata yapan birine ya da çevreyi kirleten ilk duvar yazısına izin vermemek gerek. Aksi halde kötü gidişatı engelleyemeyiz.”

AK Parti Genel Merkez teşkilatı, özellikle de İl, ilçe teşkilatları, teşkilatın adı ile iş yapan ve hata yapan kişi ve kurumları ayıklamasını, temizlemesini beceremediler. Partinin adı ile cebini dolduran, dertleri ihale vb. işler koşturmak ve takip etmek olan; Topluma tepeden bakan, yanına ulaşılamayan, sorun çözmek için geldikleri makamlarda sorun olan – sorun üreten,  egosu ve kibri kendilerinden büyük bireyler ve kocaman bir kitle oluştu. Bu kitleye cevap da toplum tarafından gecikmedi. Cevap aslında kurumsal olarak partiye değil, bu kişilerin tavır ve davranışlarına yönelik olarak toplumsal bir tepki… Onlar o makamlara gelirken sermayeleri neydi… Halen belediye başkanı olan ve birkaç dönemdir devam eden milletvekillerinin, hangi sermaye, bilgi, tecrübe ve diploma ile bu makamlara geldiler sizce… Birey olarak, kendi ismi ile herhangi bir seçimde halkın önüne çıksalar 100 kişiden oy bile alamayacak olanların yanına varılamaz, selam verilemez hale geldiler… Tek sermaye ve dayanakları var, tek bir isim… O sermayenizi de yiyin  bitirin efendiler, …  Güvendiğiniz deniz derya bittiğinde, sizler de zaten çoktan bitmiş ve yok olmuş olacaksınız.

10 Şubat devlet memurlarının istifası ve 20 Şubatta aday adaylıklarının açıklanması ile başlayan 25. dönem milletvekilliği sürecinde,  aday adaylarına, bu davaya göstermiş oldukları ilgi ve teveccühten dolayı bir teşekkürü çok gören teşkilat yöneticileri, bir selamı, başarı dileklerini, 5 dakikalık bir randevuyu çok gören seçilmiş belediye başkanları… AK Parti genel merkeze başvurusuna yapan aday adayı arkadaşlara, il teşkilatındaki bazı yöneticiler tarafından, ilçe teşkilatlarının aranarak, kesinlikle randevu dahi vermeyin, görüşmeyin… Bu nasıl bir mantalite anlamak mümkün değil… Giden kim, arayan kim… Başka bir partiden istihbarat için geliyorlar sanki de görüşmeyin… Suçu nedir. Aday adaylık müracaatını genel merkeze yapmak… Nasıl süper bir deha…

Dostlar; Siyaset uzun soluklu bir maraton işidir. Bu yolda küsmeler, kırılmalar ve darılmalar olabilir. Önemli olan bu olayı, partiye ve kuruma zarar verecek hale gelmeden çözüm yollarını aramaktır. Bir kurumda ve partide elbette ki, kurumdan ve partiden istifade etmek, kullanmak için gelenler olacak. Önemli olan bu düşüncedeki kişileri kurumsal kültür çerçevesinde değiştirebilmek, dönüştürebilmek veya ayıklayabilmektir. Bir milletin ve siyasetinin düzelmesi, kötü görünen insanların imhasıyla değil, iyi görünen insanların çoğalmasıyla mümkündür. Kaliteli insanlarımızın her alanda çoğalması dileklerimle… Hz. Mevlana ne güzel ifa etmiş;

Her gün bir yerden göçmek ne iyi,

Bulanmadan donmadan akmak ne hoş,

Her gün bir yere konmak ne güzel,

Bulanmadan donmadan akmak ne hoş,

Dünle beraber gitti cancağızım,

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım,

Ne kadar söz varsa düne ait,

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım…