Konya Teknik Üniversitesi Kurulmasına matuf; Selçuk Üniversitesi Tekrar Bölünüyor?

Selçuk Üniversitesi, 11 Nisan 1975’te yürürlüğe giren, 1873 Sayılı Kanunla öngörülmüş ve bu kanuna istinaden kurulmuştur. 1976 – 1977 eğitim – öğretim yılında, Fen Fakültesi ve Edebiyat Fakültesi olmak üzere 2 fakülte, 7 bölüm, 327 öğrenci ve 2 kadrolu öğretim üyesi ile faaliyete geçen Selçuk Üniversitesi, 1982 yılına kadar, kayda değer bir gelişme gösterememiştir. Selçuk Üniversitesi için atılım yılı 1982’den sonra olmuştur.

Selçuk Üniversitesi; Bu gün itibari ile bünyesinde 21 fakülte, 6 enstitü, 6 yüksekokul, 22 meslek yüksekokulu, 1 devlet konservatuarı, 3 binin üzerinde akademisyeni, 5 bin idari personeli ve 90.000’i aşkın öğrencisi ile Türkiye’nin en büyük yükseköğrenim kuruları arasında yer almaktadır. Şehrimizde bulunan bir adet devlet ve iki adet vakıf üniversiteleri de bünyesinden çıkmıştır. Bu üniversitelerimize akademisyen noktasında ve diğer konularda her zaman abilik ve hamilik görevlerine de devam etmektedir.

Şehrimizde yılardan beridir, bir Teknik Üniversite ihtiyacı olduğu ve kurulması gerektiği noktasındaki serzenişleri ve sitemleri sürekli olarak yetkili isimlerden duymaktayız. 2010 yılında Konya Üniversitesi kurulurken aynı konuşmaları hatırlayanlarımız vardır. 

Teknik Üniversite kurulması için halis bir niyetle çıkılan hedef, daha sonradan yol kazalarına sebebiyet verdi.  Selçuk Üniversitesinin kopyası, benzeri ve rakibi, ilk beş yılında neredeyse yönetilemez boyutlara gelen devasa bir devlet üniversitemiz daha oldu.

Yönetilemez kavramını neden ekliyorum diye soracak olan dostlarıma da, Sayın Rektör hocalarımızın sürekli basın toplantılarında ifade ettikleri, 35 bin öğrenciyi geçen bir üniversite gerçekten de yönetilemez boyutlara ulaşmaktadır vurgularında olduğu gibi.

Selçuk Üniversitesi bünyesinden yeni bir Üniversite daha mı doğmaktadır?  Selçuk Üniversitesi Sanayi Kampüsü kurulma çalışmaları, Teknik Üniversitenin alt yapısı için yapılmakta olan bir çalışmalar bütünü müdür?  Selçuk Üniversitesi Sanayi Kampüsü, Teknik Üniversite kurulması için çıkılan hedef daha önceki halis niyetlerde olduğu gibi bir yol ve iletişim kazalarına sebebiyet vermeden tamamlanır; Teknik üniversite bu şehrin çok acil ve önemli bir ihtiyacı ise tabii ki…

Konya ili, Selçuklu İlçesi, Dikilitaş Mahallesindeki bazı taşınmazlar ve üzerindeki varlıkların ‘’Selçuk Üniversitesi Sanayi Kampüs Sahası’’ olarak kullanılması ve tahsis nedeninin tapu siciline şerh edilmesi kaydıyla 4046 sayılı kanunun 2/i maddesine istinaden, Bila bedel Maliye Hazinesine devredilmesine ilişkin Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun (ÖYK)  28 Aralık 2016 tarihli kararıyla, toplamda 5 adadan oluşan yaklaşık 900 Bin metrekare taşınmazların Selçuk Üniversitesi’ne tahsis işlemi gerçekleştirilmiştir. Bu karar Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından 10.02.2017 tarihinde Selçuk üniversitesi rektörlüğüne de bildirilmiştir.

Şehirlerin gelişiminde, Üniversite – Sanayi işbirliğinin önemi gerçekten de çok büyüktür. Selçuk Üniversitesi Sanayi Kampüs alanı bu hedefe matuf olarak hayata geçecektir.  Konya Sanayisinin bilimsel altyapısını oluşturmak ve üniversite  –  sanayi işbirliğini geliştirebilmek adına, sanayi bölgesi içerisinde yeni bir kampüs oluşturulması ve bu yeni kampüste,  halen eğitimlerine devam eden yaklaşık 22.000 öğrencisi olan Mühendislik Fakültesi, Mimarlık Fakültesi ve Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu’nun taşınması da planlanmaktadır.

Üniversite – Sanayi işbirliği çerçevesinde SÜ bünyesinde bulunan diğer fakülte ve meslek yüksekokullarının neden bu sanayi kampüs alanı planlamasında alınmadığını da anlayabilmiş değilim? SÜ Rektörü Prof. Dr. Mustafa Şahin hocamın kamuoyunu ve üniversite camiasını bu konuda aydınlatıcı bir açıklama yapacaklarını da düşünüyorum.

Selçuk üniversitesinde halen eğitimlerine devam etmekte olan; Mühendislik Fakültesi, Mimarlık Fakültesi, Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu, Teknik Eğitim Fakültesi, Teknoloji Fakültesi,  üniversite – sanayi işbirliği içerisinde olan fakülte ve meslek yüksekokullarından, sadece 3 adedi,  Sanayi Kampüs alanına, neden tercih edilmiştir? Bu tercihte üniversite yönetiminin başkaca bir niyetleri mi bulunmaktadır?

Üniversite yönetimi bu kararları alırken fakülte yönetimleri ve akademisyen hocalarımızla istişareler sonucunda mı alınmaktadır? Yoksa ben yaptım oldu şeklinde bir yönetim ve üslup mu sergilenmektedir? Bir İletişimci ve gazeteci duyarlılığı çerçevesinde daha önceki halis niyetlerle çıkılan daha önceki Teknik Üniversitede olduğu gibi bir ‘ yol ve iletişim kazalarına ‘ sebebiyet vermeden,  önlemler ve tedbirlerin alınabilmesi adına, sadece soruyorum.

Üniversite sanayi işbirliğini çerçevesinde; Teknik Üniversitenin alt yapısını oluşturabilmek adına, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatları doğrultusunda, Selçuk Üniversitesi bünyesinde Sanayi Kampüs Alanının kurulabilmesi için şehrimizdeki tüm Siyasiler,  Konya Valisi, Konya Büyükşehir Belediye Başkanı ve diğer paydaşların çok önemli desteklerini görmüştür.

 Şehirlerin ve ülkelerin kalkınması için çok önemli bir yeri olan Üniversite Sanayi işbirliğinin ve Teknik Üniversitesinin ön hazırlık çalışmaları niteliğindeki SÜ Sanayi Kampüs Alanının arazi tahsis ve diğer çalışmalarını yürüten, emeği geçen tüm yetkililere ve çalışanlara teşekkürlerimi sunar, başarılar dilerim.

‘Bizim Medeniyetimiz; Tarih Yapmakla Maruf Bir Millettir’

Geçtiğimiz günlerde,  Selçuklu Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay ve çalışma ekibi ile Basın Buluşmaları Konsepti çerçevesinde,  kahvaltılı bir sohbet programı tertip edildi.  Böyle bir programı düşünen ve düzenleyen öncelikle başkan beye ve çalışma ekibine çok teşekkür ederim. Başkan Altay sohbet havasında gerçekleştirilen programda, 2009 yılından bu güne kadar yaptıkları ve yapmaya çalıştıkları belediye yatırımlarını,  sosyal, kültürel ve eğitim hizmetleri noktasında ki çalışmaları hakkında sohbet ettik. Başkan beyi belediyecilik noktasındaki yatırımlarını basından sürekli olarak izliyoruz.  Bugün köşe yazımızda, Selçuklu Belediyesinin Spor, eğitim ve kültüre yapmış oldukları yatırımlar ve hizmetleri kabaca zikretmeye çalışacağım.

1483620728.jpg

Selçuklu Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, belediyecilik hizmetlerimizin yanında, tarihimizin, kültürümüzün ve medeniyetimizin baş tacı olan eğitim ve kütüphanecilik hizmetlerine de çok büyük önem verdiklerini ve yatırımlar yaptıklarını ifade etti. Belediye olarak, 29 adet kütüphane yatırımı yaptıklarını ve yeni kütüphane yatırımlarının da devam etmekte olduğunu vurguladı. Kütüphanelerimizde kayıtlı ve tescilli,  halen 300 binin üzerinde kitap olduğunu ve 62 bin aktif olarak öğrenci üyesinin bulunduklarını da vurguladı. Kütüphanecilik kültürü ve tarihini kabaca incelediğimizde; Sümerler mali kayıtların tutulmasını başlatan ilk devlettir.  MÖ yaklaşık 8. yüzyıldaki bir dönemde Asur kralı Ashur banipal tarafından Mezopotamya’daki sarayında Nineve’de bir kütüphane kurulmuştur. Ashur banipal tarihte profesyonel bir meslek olarak kütüphaneci tanımlaması yapılan ilk kişidir. Bu dönemde Sümer ve Babillilerin sahip oldukları materyalleri kapsayan tarih, astronomik hesaplamalar, matematiksel kayıtları ve gramer ve dil yapıları ile ilgili kayıtları bulunduran tabletler, sözlükler, ticari kayıtlar, kanunlar ve kehanetleri içeren belge niteliğindeki kaynakların denetim ve düzenlenmesi kütüphane tarafından yapıldığı bilinmektedir.  Roma Cumhuriyetinin yaklaşık son dönemleri ve Bizans İmparatorluğu’nun başlangıç dönemlerinde, Romalı Aristokratlar kendi evlerinde oluşturdukları kütüphanelerde kaynaklarını muhafaza ediyorlardı.

Başkan Altay, Belediye olarak spora ve sporcu gençlerimize de çok önem verdikleri ve Selçuklu Belediye spor Kulübüne yatırımlarının da arttırarak devam ettiklerini ifade etti.  Belediye olarak 26 Spor tesisinde, 19 ayrı branşta, 18 binden fazla kayıtlı sporcu ve 6155 lisanslı sporcu ile Türk sporuna katkı sağladıklarını ve sporcu gençlerimize hizmet vermeye çalıştıklarını da vurguladı. Spor Kulübümüze kayıtlı sporcularımızın uluslararası başarılar elde ettiklerini de sözlerine ekledi.

1481114898.jpg

Selçuklu Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, Kadim Başkentte bulunmaktan, tarihi övgülerle dolu bir medeniyete mensup olmaktan ve hizmet etmekten duydukları mutluluğu sözlerine ekledi. Selçuklu Belediyesi olarak, Selçuklu Medeniyeti ve Anadolu Selçuklularının mimarını, tarihini, kültürel ve eğitim çalışmalarını gün yüzüne çıkarılması noktasında da çalışmalarda bulunduklarını ifadelerine ekledi. T.C. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın himayesinde ve Selçuklu Belediyesince yürütülen ‘Anadolu Selçuklu Çağı Mirası Projesi’ tamamladıklarını..  30.000 km yol kat edilerek, üçü mimari, ikisi müze eserleri olmak üzere, beş ciltlik eser ve 30 dakikalık belgesel ortaya çıktı. Projenin tamamlanmasının ardından, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ı proje hakkında bilgilendirdiklerini de ekledi.  Projenin sunumunda Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan; ‘’Köklerini kaybetmiş olanlar, bırakın göklere kanat açmayı, rüzgârın önünde nereye savrulacağını bilemeden sürüklenir dururlar. Böyle milletlerin kaderi de ‘tarih yapmak’ değil, ‘tarih olmak ’tır.  Hâlbuki bizim milletimiz, tarih yapmakla maruf bir millettir. Selçuklu dönemi, bu kadim tarihte özel bir öneme sahiptir. Selçuklunun hüküm sürdüğü kültür coğrafyasının en önemli yeri de, hiç şüphesiz, Anadolu’dur.  Bugün de ülke ve millet olarak, güçlü ve müreffeh geleceğimizin yolu, kendi tarihimize sahip çıkarak, oradan elde edeceğimiz dersler ışığında hedeflerimize yürümemizden geçiyor. İşte bu sebeple, “kökü mazide bir ati” şuuruyla hayata geçirilen çalışmaları destekliyor, teşvik ediyoruz’ ifadelerinde bulunduklarını vurguladı.

Selçuklu Belediyesi Başkanı Uğur İbrahim Altay ve ekibine, Kadim Başkent ve sakinlerine daha nice güzel hizmetlerde bulunmayı,  yatırımlar ve çalışmalara da imza atmalarını ve Başarı dileklerimi sunarım.

Durun!.. Bu Gidiş Nereye Böyle?

Anadolu diyarı güzel ülkemizde, son dönemde, insanlık havsalasının alamayacağı,  olamaz denilen şeyler yaşamaktayız. Acaba Neden?   Terör saldırıları ve patlamalar neden sadece bizim ülkemizde, Anadolu diyarında ve bölgemizde cereyan etmektedir? Daha nice bu vb. sorulara doğru ve net teşhisi koyabilir, doğru tahliller yapabilir ve tedavisi noktasında da sağlıklı adımlar atabilirsek,  ancak bu sorunlarla, saldırılarla o zaman baş edebiliriz. Aksi halde, tüm bu saldırıları yapanların ve planlayanların,  farkında olmadan sadece ve sadece emellerine ve hedeflerine ulaşmalarına yardımcı oluruz. Dün Libya’da, Irak’ta, Somali’de, Sudan’da yaşattıklarını ve bugün Suriye’de olduğu gibi, yaşam tercihi ve farklılıklar üzerinden ülkemizi karıştırmak ve kaos peşindeler.  Müslüman Uyanık olmak zorundadır. Müslüman Basiret sahibi olmak zorundadır. Müslüman Fehim sahibi olmak zorundadır. İnsan olmanın gereği de budur. İnsan olarak yaratılmanın en bariz özellikleri de bunlar değil midir? İnsan olmanın gerek ve yeter şartları da bu keyfiyetlere haiz olmayı gerektirir.

Geçtiğimiz günlerde, yılbaşı kutlaması, eğlencesi münasebeti ile kendini bilmez,  fakat ne yaptığının farkında olan, kendisine verilen görevi yerine getirmek için her şeyi göze alabilen bir insan müsveddesi, uşak,  taşeron, bir işbirlikçi vasıtası ile bir eğlence mekânına menfur bir saldırı düzenlendi. Bu vb. olayları yapanlara insan dahi denilemez. Hele bir de bu hain ve cani duygularla gerçekleştirdiği saldırıyı bir din, bir inanç ve yaşam tercihleri adına yaptığını veya yapabileceğini düşünüyorsak; yine aldanıyoruz, yine bizleri kandırıyorlar, yine birilerinin ekmeğine yağ sürmeye, hedeflerine ulaşmalarına sadece yardımcı oluyoruz demektir. Yine birileri ülkemizde ve bölgemizde cambaza bak oynuyor demektir. Uyanık olmamız gereken bir dönemden geçtiğimizi sürekli olarak vurgulamaya çalışıyoruz. Bu asil topraklarda, hangi tarih ve hangi dönemde,  insanların yaşam biçimine, tercihlerine, inançlarına ve dinlerine müdahale edilmiştir? Nerede görülmüştür? Daha dün İstanbul’u fethettiğimizde, tüm inançların ve tüm yaşam biçimlerinin ne kadar rahat bir şekilde hayatiyetlerini sürdürdüğüne tarih şahittir. Birkaç densiz, birkaç kendini bilmez uşak ve işbirlikçilerin insanlık dışı davranışları ile bir din, bir inanç sistemi, bir düşünce sistematiği ve yaşam biçimi hedef alınamaz, alınmamalı diye düşünüyorum. Bunlar her dönemde olmuştur, olacaktır ve olmaya da devam edecektir. Çünkü yaşamakta olduğumuz, üzerinde bulunduğumuz Anadolu toprakları dünyanın en cazibe merkezi, en verimli ve tüm enerji dağıtım merkezlerinin kavşak noktasında bulunmaktadır. Elbette ki birilerinin bu topraklarda gözü olacaktır. Elbette ki birileri de bu gözlere uşaklık etmeye de devam edecektir. Sadece uyanık olmak, bir ve beraber olmak zorundayız. Sadece farklılıklarımızla ne kadar zengin olduğumuzu idrak etmemiz gereken, çok önemli ve çetin bir dönemdeyiz. Sadece tarihin yeniden yazılmaya, sınırların yeniden çizilmeye çalışıldığı çok zorlu bir dönemdeyiz. Bir, beraber, iri, diri ve kardeş olmamızın, saflarımızı daha da sıkılaştırmamız gereken çok hayati bir dönemden geçmekteyiz

Bir eğlence mekânına yapılan bir hain saldırı sonrası, tüm Türkiye’de ve özellikle de yerelde, kendini bilmez birkaç kişi tarafından, yaşam biçimi ve tercihleri üzerinden olumsuz bir algı oluşturulmaya, saldırıyı yapanlara ve arkasındaki akla hizmet eden açıklamalar,  sosyal medyada yazılar, tweetler vb. paylaşımları görmekteyiz. Durun arkadaşlar! Ne yapıyorsunuz? Durun kalabalıklar! Ne yaptığınızın farkında mısınız?  Neye ve kimlere yaranmaya çalışıyorsunuz? Son 1,5 yılda yüzlerce askerimizi, polisimizi ve vatandaşımızı terör saldırıları ve patlamalarda şehit vermemize rağmen, dost bildiğimiz devletler ve birliklerden hiç ses duyuldu mu ki? Eğlence mekânı saldırısı sonrası müttefiki ve üyesi bulunduğumuz NATO denen birlikten yabancı uyruklu vatandaşlar için bayraklar yarıya indirildi. Anladın mı şimdi? Büyük oyunu; Gör, İdrak et ve Uyan artık!. Uyuma vakti değildir. Ne yapıyor ve ne yapmakta olduğunuzu bilinçli olarak yapıyorsanız; Adama sorarlar; Kime ve neye hizmet ediyorsunuz, diye? Farkında değilseniz de uyanmanızı tavsiye ederim. Büyük bir planın parçası ve oyuna geliyorsunuz… Büyük bir plan ve oyuna, akla ve hesaba hizmet ediyorsunuz.  

2016’yı Unutmak mı?. ASLA!

2016 takvim yılı bitip, 2017 yeni takvim yılının birey olarak tüm insanlık için ‘ sağlık, sıhhat ve afiyet ‘ getirmesini;  Ülkemiz, Bölgemiz ve tüm Dünya halklarına da  ‘ Barış, Huzur ve İstikrara ‘  vesile olmasını dilerim. 2017 takvim yılının daha ilk saatlerinde,  İnsanlıktan nasibi olmayan, terör odakları ve işbirlikçileri üzerinden, bir eğlence mekânına saldırı düzenlendi. Birileri bu yeni takvim yılında da boş durmayacaklar. Ayrıştırmak için gelecekler. Farklılıklarımız olan zenginliğimizi örselemek için gelecekler. Canlarımızı yakmaya devam edecekler. Ülkemizin birliği ve bölgemizin barışı, huzuru ve istikrarı birilerinin uykularını kaçırıyor. Bölgemizdeki istikrarsızlıktan nemalanan ve beslenen tüm taşeronlar, işbirlikçiler ve onların ağababaları konumundaki küresel aktörler; yine iş başındalar. Yine kan ve terörden medet umuyorlar; Yine masum insanlar üzerinden geliyorlar. Bölgemizin huzuru ve istikrara kavuşması, küresel aktörler ve oyuncaklarının bölgeyi tamamen terk etmelerinin işaretidir. Bunu çok iyi bilen küresel aktörler, bölgemizde sürekli olarak, vekalet ve vesayet savaşları üzerinden,  suni kaos peşindeler; Doğrudan gelemezler ve savaşamazlar. Bu asil millet ve bölge halkları bu defa,  oyuna gelmeyecektir. 100 yıl önceki büyük oyun; böl – parçala – yönet ve gizli anlaşmalarını bu defa yürürlüğe koyamayacaklar. Bu 100 yıllık plan ve anlaşmalarının bozulması, gecikmesi ve ertelenmesidir; tüm bu yaşadığımız; terör saldırıları, patlamalar ve krizler.

2016 takvim yılını, yaşanmış diğer yıllar gibi kolay bir şekilde unutmak ve bilinçaltımızı gömmek, gerekir mi?  Asla! Bazı devletlerin, milletlerin tüm tarihleri boyunca yaşayabileceklerini, biz millet ve devlet olarak, sadece 2016 yılında, neredeyse yaşadık. Bunları unutmak kolay mı? Asla! Bu asil millet ve devletini, içimizdeki taşeronlar ve işbirlikçileri maharetiyle; 15 Temmuz gecesi küresel sisteme tamamen teslim etmeye ve tamamen işgal edilmeye çalışılmıştır.  Bunları da mı unutalım?  Asla! Gençlerimize, okullarımızda anlatmayalım; Öyle mi? Asla! Birileri böyle bir sevda peşinde ise boşuna hülyalara kapılmasınlar. Birileri, millet olarak,  tüm bu yaşadıklarımızı, sanki normal bir yıl ve ömür yaşamış gibi tarihin tozlu sayfalarında yerini almasını beklemesin? Bu asil millet,  hainlerini ve vatan sevdalı yiğitlerini, asla unutmayacaktır. Bu asil milletin tarihi zaten hainlerle ve yiğitlerle doludur.  Her ikisi de anılması gerektiği şekilde, sürekli olarak hatırlanmaya ve tarihin tozlu sayfalarında yerini alacak, almaya da devam edecektir.

2016 takvim yılında,  canımızı sıkan, bizleri üzen ve sıkıntıya gark eden, zikredilen olumsuz yaşadıklarımıza rağmen, çok güzel gelişmeler ve yatırımları da asla unutmayacağız. Bu kadar saldırı ve ihanet altında ki bu asil devlet, milleti için çalışmaya ve yatırımlarına da devam etmiştir. Yavuz Sultan Selim köprüsü, Göktürk–1 Uydusu, Osman gazi Köprüsü, Ilgaz Tüneli, Avrasya tüneli, Kanal İstanbul, 3. Havalimanı vb. projelerle, bu ülkede kaos ve ekonomik kriz peşinde olan tüm küresel aktörlere, çok çalışmak ve dev yatırımlarla cevap vermeye de devam edeceğiz. Durmak yok; Çalışmaya devam edeceğiz. Durmak yok; Yatırımlarımıza, iş dünyası ve devlet olarak, devam edeceğiz. Durmak yok, düşmanlarımızı sevindirmeyeceğiz.  Küresel aktörler ve içimizdeki işbirlikçileri; gelmeye, saldırmaya, terör olaylarına, ekonomik kriz, kaos ve iç savaş çıkarmak için gelecekler. Durmak yok; , inadına sokaklarda olacağız, inadına işimize  – gücümüze sarılacağız, inadına çalışmaya, üretmeye ve ihracata devam edeceğiz. Durmak yok; inadına Birlik, inadına Beraberlik, inadına Kardeşlik, inadına Tek yürek ve Tek yumruk olmaya;  bu asil milleti ve devletimizi asla yıldıramayacaklar,  asla korkutamayacaklar. Kaos ve iç savaş peşinde olan, tüm küresel aktörler ve onların oyuncakları taşeronlarına da asla fırsat vermeyeceğiz ve asla da emellerine ulaşamayacaklar. 

Böl, Parçala ve Yönet; Sykes – Picot!

Türkiye Devleti, Milleti, Bölge Devletleri ve halkları olarak çok çetin ve zor bir dönemden geçtiğimizi, sürekli olarak vurgulamaya çalışıyoruz. Bu ülke ve bölge üzerinde hesabı olan tüm küresel aktörler, küresel sistem, 10 bin km. mesafelerden buralara kadar, çok büyük plan ve hesap için kapımıza, sınırlarımıza kadar dayandılar.  Adamlara başkaca dertleriniz yok mu diye sorarlar?

ON bin km. uzaklardan buralarda ne işiniz var demezler mi?  Sınır komşunuz da, size bir saldırı, terör, zarar vb. sıkıntıları def etmek için mi geldiniz, demek gerekmez mi? Sınırlarımızda, ülkemizin ve bölgenin güvenliğini tehdit eden her türlü terör olaylarına itiraz etmek ve müdahale etmek kadar doğal hakkımız da mı olmasın?

Küresel aktörler tarafından kurulan, yönetilen ve yönlendirilen, terör örgütleri üzerinden,  vekâlet ve vesayet savaşları, neden hep bizim bölgemizde, bizim sınırlarımızda cereyan etmektedir? Adamlar bunca masraf, zahmet ve sıkıntıyı sadece eğlence olsun diye mi yapıyorlar? Buradan neyi ve neleri hedeflemekteler?  Nereye varmayı düşünüyorlar?

Bölge halkları olarak günlük yaşadığımız için bu vb. stratejik sorulara cevap bulmakta sürekli olarak geç kalmışızdır. Stratejik ve taktik düşünme, olaylara ve gelişmelere bölgemizin huzuru, refahı ve selameti zaviyesinden bakmaya başladığımız gün, bölgemizde ki tüm dış destekli olaylar, saldırılar anında duracak ve bitecektir.

Son günlerde meydana gelen terör, patlamalar ve saldırılarda, canlarımız gidiyor, ciğer parelerimizi kaybediyor ve analarımız ağlamaktadır. Ülkemizde son 1,5 yılda meydana gelen terör olayları,  patlamalar, saldırılar, durduk yerden mi olmaktadır? Bu olayların arkasında büyük bir güç, büyük bir akıl ve strateji yok mudur? Bir ruh hastası çıkıyor ve bu patlamaları gerçekleştiriyor, Öyle mi?

Birileri bu şekilde inanmamızı bekliyorlar;  100 yıllardır olduğu gibi… Büyük oyunu planlayanlar, normal, sıradan bir vatandaş aklı ve penceresinden olaylara baktığı gibi, devlet aklının da bu şekilde bakmasını ve değerlendirmesini mi bekliyorlar? Artık bölge halklarının uyandığını daha önce vurgulamıştık.

Bölgemizdeki bazı devletler ve Liderler de artık,  küresel aktörlerin oyun ve planlarına, karşılık vermeye başladılar. Yaşanan tüm bu gelişmeler, verilen bu cevapların, bozulan oyun ve planlarının gerçekleşemeyeceğinin, bölgemizde istedikleri gibi at oynatamayacaklarını anlamalarının çaresizliği ve karşı saldırılarıdır. Bölge devletleri adına bir liderin, bölgenin selameti ve huzuru adına,  kendi planları çerçevesinde hareket etmeye başlamalarının, rahatsızlığı ve sıkıntılarıdır, tüm yaşananlar.

ABD eski dış işleri bakanı bundan 5–10 yıl kadar önce Ortadoğu bölgesinde en az 22 ülkenin sınırları ve iktidarlarının değişeceğini vurgulamıştı. Bölge halkları olarak bu cümleden ne demek istediğini, tam ve net olarak algılayamamıştık; Bölgemizde ki işgal ve terör olayları sürekli olarak tırmanmaya başlayıncaya kadar. Bölgemizdeki vekâlet ve vesayet savaşları üzerinden komşu devletlerin sınırları ve iktidarları değiştireceklerini de yeni yeni anlamaya başlamıştık.

1916 yılında, Osmanlı İmparatorluğunu bölmek, parçalamak ve her bir parçayı da çok kolay yönetebilmek adına, dönemin güçlü devletleri olan, İngiltere ve Fransa arasında imzalanan Sykes- Picot anlaşmasını çok iyi hatırlamalıyız. Bu gün yürürlüğe konulmaya çalışılan Sykes-Picot anlaşmasında ise en az 40 kadar emperyalist devlet bulunmaktadır.

Dünya’da 1. Dünya Savaşı yıllarında 50 kadar devlet bulunmaktadır. 2. Dünya savaşı sonrası ise BM üye devlet sayısının 70’e çıktığını görmekteyiz. Bu gün itibari ile BM üye devlet sayısı 193, fakat kabul ettikleri devlet sayısı ise 236’dır. Günümüzde ise bu sayı, küresel aktörler tarafından 500’lere çıkarmanın hesapları yapılmaktadır.  Neden acaba? Devletlerin sayısı neden arttırılmaktadır? Bu durumdan; Kimin, kimlerin, nasıl bir menfaati bulunmaktadır? Dünya halkları olarak hiçbir zaman bu soruya net bir cevap da bulamadık ve anlayamadık. Algılayabilsek ve anlayabilseydik, küresel aktörler ve işbirlikçileri,  bu günlerde de aynı senaryolarını devam ettirebilirler miydi? 

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan; ’Dünya 5’ten büyüktür’ dediği günden itibaren bölgemizdeki sorunlar, kaos ve terör tırmanarak devam etmektedir. Dünya yer altı ve yerüstü kaynaklarının tüm dünya halklarına yetecek miktarda bulunduğunu fakat bölüşümden kaynaklı sorunlar yaşadığımızı da vurgulamaktadır. Küresel aktörler ve onların finansörü konumundaki küresel sermaye, emperyalist hedefler ve kendi halklarının refahı adına, kendi atadığı valiler vasıtası ile dünya devletlerini yönetmeyi hedeflemektedir. Kendi valisini ataması içinde küçük kanton devletler kurmayı planlamaktadır. Küresel aktörler için tüm dünya üzerindeki büyük devletler,  kendi plan ve emperyalist hedefleri için engel teşkil ettiği düşünülmektedir. Bu hedefe ulaşabilmek adına, küresel aktörler ve küresel sistem; ulus devletleri, ırk detayları, mezhep ayrıştırmaları çerçevesinde, bölmek, parçalamak, yutmak ve kendi atadığı valiler vasıtası ile yönetmeyi arzu etmektedir; 100 yıl önceki Sykes-Picot yeniden, çok kanlı ve çok çetin bir şekilde devam etmektedir.  Günümüzde, Dünyanın ve bölgemizin yaşamakta olduğu ekonomik, sosyal ve terör saldırılarının arka planında ki büyük akıl, yeniden ve çok güçlü olarak gelmekteler. Gelecekler… Deneyecekler… Bölge halklarının ‘ BİR, BERABER ve KARDEŞ’ olduklarını, bölgemizin huzuru ve selameti adına tek yürek ve tek yumruk olduklarını,  idrak edinceye kadar; Gelmeye, saldırmaya, Canımızı yakmaya devam edecekler…  Bu gerçeği; Anladıkları gün, elleri bom boş olarak dönüp gidecekler, gitmek zorundalar… 

Milli Bilinç için Milli Seferberlik!

Türkiye,  Devlet ve Millet olarak son dönemde çok zor ve çetin bir dönemden geçiyoruz. Bu asil millet zor dönemlerinde her daim küllerinden yeniden doğmuş; Zor dönemlerde, bu asil millet tüm sınavlardan başarı ile geçmiştir. Bu asil milletin tarihi böyle destanlar ve başarılarla doludur. İçimizdeki vatan ve millet haini tipler, taşeronlar ve işbirlikçiler bu asil milletin bu duruşu ve inancını hiçbir zaman anlayamadılar, anlamak da işlerine gelmedi. Anadolu toprakları üzerinde hesabı olan küresel güçler, küresel sermaye ve onların içimizdeki uşakları ve işbirlikçileri, bu asil milletin inanmakta olduğu değerler silsilesinde, yaşamış oldukları kara parçasının her an zekâtını ve bedelini ödediği idrakinde olduğunu da hiçbir zaman anlayamadılar. Bu gün de çok çetin bir sınavdan geçmekte ve çok ağır bir bedel ödemekteyiz. Devlet ve Millet olarak, mazlum milletlerin umudu ve önderi olmamız, mazlum milletlerin dertleri ile hemhal olmamız, bölgemiz ve mazlum milletlerin yer altı ve yerüstü kaynakları üzerinde hesabı bulunan tüm küresel sermaye ve küresel güçleri, çok rahatsız etmekte, çok sıkıntı vermektedir. Devlet ve millet olarak, iç işlerimizle meşgul etmek, evinizin içini düzeltin, dünyanın sorunları ve büyük hedefler sizlerin neyine noktasında sürekli olarak terör olayları, patlamalar ve saldırılar gibi konularla sürekli olarak oyalanmakta ve enerjimiz içeride tüketilmeye çalışılmaktadır; 100 yıllardır olduğu gibi.  Artık oyunlarının, planlarının ve ihanetlerinin sonuna geldiklerinin onlar da farkında; Bu Asil millet uyandı…

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başkomutanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan; son dönemde, doğrudan, örtülü olmaksızın, devam etmekte olan vekâlet, vesayet ve terör saldırılarına, devlet ve millet olarak yaşadıklarımıza istinaden, bir savaş durumunda olduğumuzu, özellikle de bir kurtuluş savaşı halinde bulunduğumuzu ve tüm bu hainlere karşı, tüm devlet ve millet olarak; Milli Bilinç, Milli Birlik ve Milli Duruş sergileyebilmek adına, Milli seferberlik ilan edilmesi gerektiğini, tüm vatandaşlarımızdan ve yetkili kurumlardan bir talepleri olmuştu. Peki, nedir Milli seferberlik hali? Memleketin, maddi ve manevi bütün güçlerinin ( askeri, siyasi, ekonomik ve psikolojik güç ) topyekûn savaş ihtiyaçlarını karşılayacak ve savaşın devamını sağlayacak seviyeye getirilmesidir. Diğer bir deyimle maddi manevi bütün kuvvet ve kaynakların, savaş şartlarına göre yöneltilerek, barış durumundan sefer durumuna geçirilmesidir. Sefer kelimesi lügatte, devlet ve millet olarak topyekûn halde “yolculuk, savaşa gitme”,  seferberlik ise “yolculuğa, savaşa hazır hale gelme” anlamlarına gelir.

2013 yılından bugünlere kadar, Devlet ve Millet olarak; Gezi olayları, 17/25 Aralık operasyonları, 6/7 Ekim olayları, Hendek kalkışması ve son olarak tüm bu kalkışmalarda elde edemedikleri başarıyı, son bir vuruşla hedeflerine varabilmek için 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminde, bu ülke tamamen küresel güçlere ve küresel sermayeye, içimizdeki taşeronlar ve işbirlikçileri vasıtası ile teslim edilmeye çalışılmıştı.  Tüm bu kalkışmalar, saldırılar ve ekonomik operasyonlarda başarı elde edemeyen, tüm dâhili ve harici güçler, artık son kozlarını da oynamaya başladılar. Ülkemizin her bir bölgesinde,  uşaklarını kullanmak suretiyle, her gün bir patlama ve terör olayları ile karşı karşıyayız. Her gün canlarımızı kaybediyoruz. Her gün analarımız ağlıyor. Millet olarak canımız, canlarımız gidiyor. Tüm bu yaşananlara istinaden devlet ve millet olarak milli seferberlik halinde bulunmamız, yani psikolojik olarak, millet olmanın verdiği bilinçle bir kurtuluş savaşı halinde bulunduğumuzu idrak etmemiz, birlik, dirlik, beraber, tek yürek ve tek yumruk halinde olmamız gerektiği vurgulanmaktadır. 100 yıl önce, 7 düvele karşı millet olarak verdiğimiz bağımsızlık ve kurtuluş savaşı mücadelesini,  bu gün 7 düvelin kurduğu, yönettiği ve oyuncakları olan, en az 70 adet terör örgütlerine karşı, vekâlet ve vesayet savaşları üzerinden vermekteyiz. Dün karşımıza çıkan 7 düvel bugün artık doğrudan çıkamamakta, ajanları üzerinden, içerideki taşeronlarını, terör örgütlerini ve işbirlikçilerini üzerimize salmaktalar. Millet olarak bunu idrak etmemiz, bir bütün halinde bu mücadeleyi topyekûn olarak vermemiz gerekmektedir; Tüm farklılıklarımız ile…  Tüm siyasi partilerimiz ile… Tüm dernek ve vakıflarımız ile… Tüm oda, borsa ve sendikalarımız ile… Kabaca, tüm millet olarak bugün yaşamakta olduğumuz kurtuluş savaşını hep birlikte, topyekûn olarak vermemiz gerekir. Aksi halde kaybederiz… Aksi halde gidecek bir vatan toprağı bulamayız… Aksi halde parça parça oluruz… Aksi halde birliğimiz ve dirliğimiz gider,  gücümüz zayıflar ve düşmanlarımızın oyuncağı olur,  yok oluruz.

Hülagu, Moğol İmparatorluğunun kurucusu Cengiz Han’ın torunu, İlhanlı Devletinin kurucusu Mengü Kağan’ın da kardeşidir. 1255 yılında ağabeyi Mengü Han tarafından Ortadoğu’da henüz ele geçirilmemiş topraklar için görevlendirilir. Hülagu, tüm Ortadoğu bölgesini ele geçirdikten sonra, bölgenin âlimlerden birisini otağına çağırır ve tüm bu yaşadıklarınız başına neden geldi, tüm bu zulümleri neden yaşadınız; Makamına gelen Kadıhan âlim ile arasında kabaca şu şekilde bir sohbet gerçekleşir. Hülagu; “Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir?” diye sorar. Kadıhan, gayet sakin bir şekilde; “Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetin bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki, mal, mülk peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Cenab-ı Hak da bize verdiği nimetleri almak üzere de seni gönderdi” der. Hülagu bu sefer ikinci sorusunu sorar; “Peki, beni buradan kim gönderebilir?” der. Kadıhan’nın cevabı çok manidardır; “O da bize bağlı. Benliğimize dönüp, ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçer, birlik, dirlik, kardeşlik halinde, iri ve beraber olursak, işte o zaman sen buralarda barınamazsın,  duramazsın” şeklinde cevap verir.

Erdoğan’sız Türkiye Sevdalıları Çok Rahatsız!

Öncelikle geçtiğimiz hafta sonu ulusal bir maç sonrası meydana gelen hain patlamada, şehitlerimize Allah’tan Rahmet, yaralılarımıza acil şifalar, yakınlarına da sabrı cemil niyaz ederim. Milletimizin başı sağ olsun… Vatan Sağ olsun… Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan;  2. Dünya savaşı sonrası oluşan de facto duruma yönelik olarak, neler yapıyor ve neler söylüyor ki; Dünya üzerinde oluşan bu statükonun devam etmesini isteyen küresel güçler ve onların finansörü konumundaki küresel sermaye, özellikle de aynı durumun devamı noktasında, ülkemizde ki taşeronları ve işbirlikçilerinin çok sıkıntılı olduklarını ve bu durumdan oldukça da rahatsızlık hissettiklerini gözlemliyoruz.  Yabancı ülkeleri, küresel sermayeyi anladık tamam da… İçeride ki taşeronları ve işbirlikçilerinin durumunu ise çözümlemekte gerçekten zorlanıyoruz.  Bir insan;  Nelerin karşılığında ülkesine karşı ihanet konumunda olabilir ki?  Sayın Cumhurbaşkanımız neler söylüyor, kabaca bir baktığımızda; Dünya 5’ten büyüktür. Dünya bu şekilde adaletsizlik, haksızlık ve huzursuzluk ile artık devam edemez. Dünya halklarına barış ve huzurun gelmesi adına riskler almamız gerektiğini, özellikle de bizim bölgemizdeki karışıklıkların durması, bir bölge insanı ve lideri olarak, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan olmamak adına bir duruş sergilemeye ve birkaç kelam etmeye çalışıyor… Durum sadece bunlardan ibaret değil mi? Bizim göremediğimiz, anlayamadığımız başkaca neler olabilir ki? 

ABD eski dışişleri bakanı bundan birkaç yıl önce ‘Ortadoğu’da 22 ülkenin sınırları, idare şekli ve iktidarları değişecek‘ dediğinde, dünya üzerinde ve bölgemizden hiç kimsenin gıkı çıkmamıştı. Neden bizim bölgemizde devletlerin sınırları ve idari yapıları değişiyor, bölgemizdeki 22 ülkeden, 60 ile 90 arasında, yönetilmeye ve kontrol edilmeye müsait, mini mini kanton devletler üretmeye çalışıyorlar?  Neden bizim bölgemizde kendilerinin kurmuş oldukları terör örgütleri üzerinden ülkelerimizi karıştırıyorlar? Vekâlet ve vesayet savaşları sadece bizim bölgemizde, neden devam ediyor? Yüzbinlerce masum insanımızın canına kastediyorlar?  Neden; Ciğerparelerimizi yok ediyorlar, canlarımızı yakıyor ve acıtıyorlar? Bölgenin bir lideri çıkıyor ve bölge liderlerine ve halklarına hitaben; Durun kalabalıklar; 100 yıllardır devam eden bu Dünya düzeninde bir yanlışlık var… Bölge halkları olarak, Bir ve beraber olabilirsek;  bu akan kanı, gözyaşını, zulmü ve sömürüyü durdurabiliriz. Dünya ve bölgemiz halklarına, huzur ve selamet ancak o zaman gelebilir; Kabaca ifade etmek istedikleri bundan ibaret değil mi?

Son günlerde Dünya basınında, Sayın Cumhurbaşkanımıza yönelik olarak serdedilen seviyesi düşük ifadelere kabaca bir bakalım; DAEŞ diyor ki;  “Her Müslümanın bilmesi gerekir ki; Necmettin Erbakan ve Tayyip Erdoğan kâfir ve tağuttur.  Bunlara oy ve destek verenler de kâfir kullardır.  Her bir Müslümanın, bunlara kin ve öfke duyması ve elinden geldiği kadar bunlara düşmanlık göstermesi gerekir.   ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ise bir konuşmasında isim vermeden, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık sistemi için anayasayı değiştirmek istemesini eleştirdi.   Yolsuzluk artıyor. Otoriterlik artıyor. Bazı liderlerin gücünü pekiştirmek için anayasayı değiştirme hamlelerini görüyoruz. Bütün bunlar AGİT’in temel kurucu ilkelerine açık saldırı oluşturmaktadır. Stratfor;  ‘Dolarını bozdur’ domino etkisi doğurabilir.  Stratfor düşünce kuruluşu, Türkiye’nin yerel parayla ticaret hamlesinin başka ülkelerin de katılımıyla oluşturacağı bir dalga halinde, yeni bir küresel sistem değişikliği yaşanacağını iddia etti. Amerika’yı, Türkiye’de yaşanan milli paraya sahip çıkma hareketinin diğer ülkeleri de etkileyerek bir domino etkisi meydana getirebileceği endişelerini sıraladı.   Avrupa’dan gelen sesleri hepimiz yakinen zaten biliyoruz. Ülkemizden kaçan tüm ihanet ve terör şebeke üyelerine nasıl kucak açtıklarını, nasıl baş tacı ettiklerini de görüyor ve gözlemliyoruz. Çünkü Avrupa Birliğinin bu gününü kurtarmak adına bize saldırmaktan başka yapabileceği bir şeyleri kalmadı. Küresel sermaye,  Avrupa Birliğinin tamamen dağılma sürecine girmesine göz yumuyor.  Küresel güçler ve onların finansörü konumundaki küresel sermaye; Ortadoğu, Avrasya ve Afrika bölgesindeki yeni oluşacak, Yeni Dünya düzeni ve Paylaşım savaşında Avrupa Birliğini istemiyorlar.  Dağılmamak için de bizimle bir olmak, bizleri yanlarına almak zorundalar. Sadece bize saldırıyorlar. Yeni oluşmakta olan Dünya düzeninde Türkiye’nin gücünün farkındalar; Türkiye olmadan bu yeni düzen kesinlikle kurulamaz. Saldırmalarının hiçbir önemi olmayacak. Kaybetmek zorundalar ve Başaramayacaklar; Sadece canımızı yakmaya, ciğer parelerimizi almaya devam edebilirler.

Tüm bu ifadeler neyin rahatsızlığı olabilir ki? Dünya üzerinde, özellikle de ülkemizde 1856 Islahat Fermanı ile başlayan, kontrol ve denetim kademelerindeki taşeron elemanlarla ülkemizi ve bölgemizi yönetme sürecinin sonuna geldiklerini, fark ettikleri için olabilir mi? Bir Lider çıkıyor,  Ülkesinin, bölgesinin selameti ve huzuru adına bir duruş sergilemeye çalışmaktadır.   Dünya üzerindeki,  Erdoğan ‘sız bir Türkiye sevdalılarının, yanında olmak, içeride ve dışarıda,  kimlerin işine gelmektedir? Tüm Türkiye ve bölge halkları olarak, ya küresel güçler ve onların finansörü konumundaki küresel sermayenin oyunlarına destek olacağız, ya vekâlet ve vesayet savaşlarına alet olacağız,  ya onların dünya üzerinde yaktıkları ateşe odun atmaya, benzin taşımaya devam edeceğiz, ya da bu gidişe bir Dur diyeceğiz.  Artık, bu düzen böyle devam edemez diyecek miyiz? Artık, ayağa kalkmanın, şimdi tam zamanıdır. Artık, ülke ve millet olarak inancın, tarihin, kültürün, coğrafyanın ve medeniyetimizin bizlere yüklemiş olduğu mesuliyetlerin farkına varmanın, şimdi tam zamanıdır.  Ülkemiz ve bölge halkları olarak; Bir, Beraber, İri, Diri, Kardeş ve hep birlikte Türkiye olduğumuzun bilincine varmanın, şimdi tam zamanıdır. Ayrılıkların,  farklılıklarımızı öne sürmenin, hiç de vakti değildir. Küresel güçler ve küresel sermayenin plan ve oyunlarına alet olmanın; Kapımıza dayanmış, 100 ülkenin 300 bin paralı askeri ve Akdeniz sahillerinde bekleşen en az 100 savaş gemisinin olduğu bir dönemde,  aynı küresel güç odaklarının Erdoğan ’sız bir Türkiye için yapamayacakları hiçbir saldırı ve terör çeşidinin de kalmadığı bir zaman diliminde,  ayrılıkları,  farklılıklarımızı öne sürmenin, fitne ateşini körüklemenin, benzin ve odun atmanın, hiç de zamanı değildir,  diye düşünüyorum.  Onurumuzdan, Dik duruşumuzdan, Milli Birliğimizden, Bayrağımızdan, Vatanımızdan, Devletimizden, Ezanlarımızdan,  Bağımsızlığımızdan, Bölgemizin ve Bölge Halklarının Huzuru, Refahı ve Selametinden; Asla vaz geçmeyeceğiz;  Asla Teslim olmayacağız;  Asla Diz de çöktüremeyecekler… 

Her Şey Türkiye ile Başlayacak!

Ülkemiz ve bölgemizde 100 yıl önce yeni bir dönemin başladığının ilk işaretlerini, bizler 31 Mart vakası ile birlikte gözlemliyoruz. Aslında bunun ilk işaret fişeklerini de 1839 Islahat ve 1876 Tanzimat Fermanına kadar götürebiliriz.  31 Mart Vakası ile tahttan indirilen Osmanlı padişahı ve yönetim derdest edilmesine rağmen, Tanzimat Fermanı’nın hükümleri 1922 yılına kadar cari halde kalmıştır. Nasıl bir durum ise anlamak mümkün değil? 

İçeride, devlet yönetim kademelerinde emperyalist ülkelerin nasıl bir adamları mevcut ise bunu da çözümlemek ihtimaller dışında.. Artık, ülkemizde yönetim vb. konularda bazı uygulamalar eskisi gibi devam etmeyeceğinin, edemeyeceğinin ilk emareleriydi, tüm bu gelişmeler ve yaşananlar. Ülke ve bölge halkları bu gelişmeleri hiçbir zaman anlayamadık.

Dünya emperyalist güçleri, Osmanlı’yı parçalayabilmek ve her bir parçasına da kendi kukla yönetimlerini yerleştirebilmeleri için bu vb. gelişmelerin, kendileri adına olması gerekiyordu. Aksi halde ne Osmanlı’yı bölüp parçalayabilirlerdi, ne de yer altı yerüstü kaynaklarının kendi ülkelerinin refahı adına taşıyabilirlerdi.

Engellerin bir bir ortadan kaldırılması ve temizlenmesi kendi varlıkları için gerek şarttı. Bunun için de içeriden işbirlikçileri vasıtası ile çok büyük bir destek de sağlamışlardı.  Daha önce kendi ülkelerinde, bu ülkenin öz kaynakları ile okutmuş olduğumuz, bu ülkenin geleceği adına yurtdışında yetiştirdiklerimiz, eğitim aldıkları ülkeler adına çalışmalara, ihanetlere ve işbirlikçiliğe başlamışlardı.

1999 yılında, TBMM’de bir konuşma yapan ABD Başkanı Bill Clinton; ’’  Yeni Dünya Düzeninin başladığını ve 20. Yüzyıl, yeni bir dünyanın başlangıcı olduğunu.  20. Yüzyılı anlamak isteyenlere tavsiyem şu olur; Türkiye’nin anahtar olduğunu düşünün ve 20. Yüzyıl’ı anlamak için Türkiye’yi inceleyin. Çünkü Türkiye, 20. Yüzyıl’ın,  yani yeni bir başlangıcın anahtarıdır.  Şimdi yeni bir döneme girdik. Bambaşka yeni bir döneme! Önümüzdeki 100 yılın anahtarı Türkiye’de olacak. Türkiye, 21. Yüzyıl’da dünyanın şekillenmesini sağlayacak. Her şey Türkiye ile başlayacak…” ifadelerine vurgu yapmışlardı.

2009 yılında Türkiye’ye geldiğinde TBMM’de yine bir konuşma yapan bir başka ABD Başkanı Obama’da aynı minvalde bir konuşma yapmışlardı.  20. Yüzyılın anahtarı Türkiye’de olacak; Nasıl yani? Acaba, her iki ABD Başkanı da ne demek istiyorlardı? Türkiye’nin kontrol ve denetimleri altına alınmasının işaretlerini mi veriyorlardı? Bizlerin gözden kaçırdığı ve analiz etmekte zorlandığımız neler olmaktaydı? Bu gün, yaşadıklarımızın, 15 Temmuz gecesi başaramadıkları, teslim alamadıkları ülkemizi, bu  hedef ve stratejiye yönelik olarak bir ilgisi, alakası var mı? Daha nice benzer sorular…

Türkiye; 20. Yüzyılın, Yeni bir Dünya düzeninin, Bölgesinin ve Dünyanın anahtar ülkesi olacağını ve iyi incelemek gerektiğini, Dünyanın süper gücü konumundaki ve karşısında hiçbir küresel güç bulunmayan bir devletin, Soğuk savaş sonrası bir dönemdeki bir gücün, bir emperyalist devletin başkanları vurgu yapmaktadır.

Türkiye iyi incelecek ve anahtar konumunda bulunuyorsa ‘kendi haline bırakmaları’ da elbette ki mümkün değildir. Zaten uzun yıllar öncesinden sürekli olarak emperyalist ülkelerin stratejistleri de; “Türkiye, sadece Türklere bırakılamayacak kadar çok önemli bir ülke” olduğunu da vurgulamaktalar. Türkiye ve bölge üzerindeki tüm taktik ve stratejileri bu plan çerçevesinde yürümektedir. Bu plana aykırı olan her düşünce, hareket, lider, bölge üzerinde hesabı olanların çıldırmasına yetip artmaktadır.

15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi ile Dünya’nın anahtar ülkesi konumundaki ülkemizi, içerideki işbirlikçileri ve taşeronları vasıtası ile emperyalist ülkeler tamamen teslim almaya çalışmışlardır. Bu plan ve taktikleri tutmayınca,  ülkemiz ve bölge üzerinde hesabı olan tüm emperyalistler birbirlerine düştüler!

Başkaca planlarını devreye koymaya başladılar.  Ne yapacaklarını şaşırdılar! Ülkemize her bir koldan saldırmalarının sebebi hikmeti buradan kaynaklanmaktadır. Karşımıza doğrudan saldırıya geçemeyecekleri için de vekâlet ve vesayet savaşları üzerinden, kurmuş oldukları terör örgütlerini sahaya sürdüler, karşımıza çıkardılar. 

Dostumuz ve müttefikimiz kanaati taşıdığımız tüm medeni Avrupa devletleri, bu ülkeye silah doğrultan tüm terör örgütlerine kucak açtılar. Gerektiğinde de silah desteğini hiçbir zaman esirgemediler. Bu vb. gelişmeler, Neden ve Nasıl olabilir ki? Sade vatandaş olarak, anlamakta ve algılamakta gerçekten çok zorlanıyorduk. Neler oluyordu peki?

Dünyanın enerji deposu konumundaki Ortadoğu ve Avrasya’nın anahtar, köprü ve merkez ülkesi Türkiye olduğunu anlayamıyorduk. Bu zenginliklere ulaşabilmenin tek yolu da Türkiye’den geçtiğini bizlerden daha iyi biliyorlardı. Türkiye, ülkesi ve bölgesi ile bir ve beraber hareket etmemesi gerekiyordu.

Türkiye’nin bölge halkları ile birlikte hareket etmesi demek, tüm emperyalistlerin bu bölgeden defolup gitmesi demekti.  Bölgeye barış ve huzurun gelmesinin işaretleriydi! Bu gelişmelerin bizlerden çok daha farkında oldukları içinde ellerinde olan her bir araç ve adamlarını kullanmak sureti ile saldırıya geçtiler!

Son günlerde tüm emperyalistler ve içimizdeki işbirlikçileri üzerinden ekonomik olarak saldırıya geçtiler. Dolar kurundaki hareketlilik ve bankalar üzerinden de KOBİLERİMİZE zarar vermeye, bu ülkenin orta direği ve üreten kesinlerini, yok etmeye çalışıyorlar.

Bu vb. saldırıları ile de ‘ Devlet ve Milletimizin ‘ arasını açmaya, aradaki gönül bağı köprülerini yıkmaya çalışıyorlar. Bu asil milletin küllerinden tekrar doğabileceğini hiçbir zaman hesaba katmadılar; 15 Temmuz hain darbe ve işgal gecesi hesaplarında, bu asil milletin olmadığı gibi… Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında olmadığı gibi!

Ekonomik olarak bu ülkeyi ve asil milletimizi dize getireceklerini, iddialarımızdan vazgeçebileceğimizi, Ortadoğu ve Avrasya’daki zenginliklere ulaşabilmeleri için de ülkemizin tamamen denetim ve kontrollerine alabileceklerini zannettiler.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ının sürekli olarak vurguladığı;  ‘Öleceksek adam gibi ölelim’  fakat milli onurumuzdan, milli duruşumuzdan, tarihin, coğrafyanın, inançlarımızın, kültürümüzün, Anadolu medeniyeti mesuliyeti ve mensubiyetimizin bu asil millete yüklemiş olduğu farkındalıktan, bölgemizin ve bölge halklarının adaleti, barışı ve huzuru adına, bu hedef ve iddialarımızdan yeter ki vazgeçmeyelim… 

Tarihi, Yönünü ve Akışını, sadece Liderler Değiştirebilir!

Tarihi sadece liderler yazar ve değiştirebilir. Çok iddialı bir cümle olmakla beraber, içeriğinin de doldurulması gerektiği kanaatindeyim. Yakın tarihimizdeki liderlere baktığımızda;  1071 Anadolu’nun kapılarını açan Alpaslan, 1092 Kudüs’ü fetheden Selahattin Eyyubi, Osmanlı imparatorluğunun kurucusu Osman Gazi, İstanbul fatihi Fatih Sultan Mehmet, Mısır’ı fetheden Yıldırım Beyazıt han gibi. Dünyadaki son yıllarda yaşadıklarımız, bir lidere ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu bariz olarak göstermektedir. Dünyanın her bir bölgesinde akan kan ve sömürüde, her bir birey olarak sorumluluklarımız vardır. Bizler millet olarak inancımız ve insanlık adına mesuliyetlerimiz, dünyadaki meydana gelen her bir olaya karşı kayıtsız kalamayacağımızı da ifade eder. Tarih yazabilmek ve tarihin akışına yön verebilmek için mensubu bulunulan milletin de bir medeniyet, devlet ve liderlik kültürünün de olması gerekir.  Türkler, tarihte, devleti ve milleti ile dünyaya hükmetmiş, medeniyeti uygulamalı olarak göstermiş, insanlık ve devletler tarihine de örnek teşkil etmiş asil bir millettir. Bizler böyle bir millete ve devlete, medeniyet gelenek ve tarihine mensubiyetimizden dolayı ne kadar gurur duysak azdır.

Anadolu, tarihi İpekyolu’nun tam merkezi bir konumdadır. Anadolu, Maveraünnehirin tam odak noktasındadır.  Anadolu, Dünyanın kalp gâhi olarak tanımlanan ‘ Avrasya ‘  kıtasının da anahtarı ve kilidi bir durumdadır. Anadolu, dünyanın enerji, petrol, doğalgaz kaynaklarına ulaşabilmenin, dağıtım merkezi ve denetimlerinin en kolay olduğu bir bölgedir.  Anadolu kara parçası, dünya kıtasının ana rahmi konumundadır.  Dünyadaki her bir küresel ve bölgesel güçlü devletin bu bölge üzerinde hesabı ve planları vardır. Çünkü Anadolu kara parçasına hükmetmenin, dünya hegemonyalarının devamı noktasında çok önemli olduğunu, büyük devletlerin stratejistleri sürekli olarak ifade etmişlerdir. Bu bölgeyi kontrol ve denetimleri altına alabilmek adına girişemeyecekleri açık veya gizli operasyon ve savaş türü yoktur.  Bölgemizdeki vekâlet ve vesayet savaşları bunun en açık göstergeleridir.

Anadolu kara parçasında, yaşamanın elbette ki zorlukları vardır. Anadolu kara parçasında hiçbir zaman rahat yoktur. Ne zamana kadar diye bir soru da hemen ekleyebiliriz. Bölge ulus devletçikleri ve bölge halkları ‘ Bir ve Beraber ‘ oldukları gün ve bölge halklarının kukla yönetimlerden kurtuldukları ana kadar… Bu bölgede yaşayan halklar olarak bunun da bilincinde olmamız gerektiğini düşünüyorum. Anadolu kara parçasının bir İsveç, bir Finlandiya olmadığını sürekli olarak vurgulamaya çalışıyoruz. İddiası olan bir bölgede yaşamanın çok çetin günleri elbette ki olacaktır. İnsanlık ve medeniyet tarihi bu bölgede yazılmaya başlanmıştır. Günümüzün büyük ve güçlü devletleri her ne kadar bu tarihi izleri silmek için her türlü operasyon, vekâlet ve vesayet saldırılarına devam etseler de… İnsanlık ve medeniyet tarihinin beşiği ve merkezi Anadolu topraklarıdır.

Anadolu topraklarında yaşamanın zorluklarından, sıkıntılarından ve rahat bir bölge olmadığından bahsetmiştik. Ne zamana kadar? Bu sıkıntı ve zahmetin bir sonu var mıdır? Hiç bitmeyecek midir? Kara günler hep bu şekilde devam mı edecektir? Bölge halkları ‘ Huzur, Barış ve Kardeşlik’ halinde yaşamaya ne zaman kavuşacaktır? Kara bulutlar hep bu bölgede mi görünmeye devam edecektir? Bölge halkları ve liderleri olarak böyle gelmiş böyle gider aymazlığına mı düşmeliyiz? Bölge halkları ve liderlerini, insanlık ve inancımızdan kaynaklı, tüm insanlık adına bizlere yüklemiş olduğu mesuliyetlerimiz bizleri, harekete geçirmeli midir?

Türkiye, milleti ve devleti, 100 yılardır ilk defa, insanlık ve Anadolu kara parçası adına sorumluluklarımızın farkına varmaya başladık. Dünya emperyalist devletleri ve bölgesel birlikleri elbette ki rahatsızlık duyacaktır. Son günlerde yaşadıklarımız bunun en güzel göstergeleridir. Dünya tarihi yeniden yazılmaktadır. Dünya tarihi yeniden Anadolu topraklarında yazılmaktadır. Anadolu topraklarından, tarihin, kültürün, inancının mesuliyetlerinin bilincinde ve farkında bir liderin varlığı, tüm dünya devletlerine sıkıntılar vermektedir. Dünyanın tüm emperyalist ve bölgesel güçlü devletleri, varlıklarının devamı için Türkiye’yi yanlarına çekmek noktasında her türlü saldırıya geçmişlerdir. Türkiye, tarihin ve konumunun değerleri ile artık Dünyanın ‘Denge’ gücü bir ülkesidir. Dünya üzerindeki tüm birliklerin vazgeçilemez tek ülkesi ve lideri Türkiye’dir. Türkiye’nin bu konumu elbette ki rahatsızlık verecektir. Vermesi kadar doğal bir şey yoktur. Tarihi, övgüler ve medeniyetlerle dolu bir millet artık ayağa kalkmaya, silkelenmeye başlamıştır. Türkiye olarak, bunu da ancak güçlü, öngörüsü ve vizyonu olan, Anadolu medeniyeti mesuliyet ve mensubiyetinin bilincinde,  bir Liderin öncülüğü ve önderliğinde başaracaktır.

Bilmeyen ve bilmediğini bilen çocuktur, ona öğretin;

Bilen ve bildiğini bilmeyen uykudadır, onu uyandırın;

Bilmeyen ve bilmediğini bilmeyen aptaldır, ondan sakının;

Bilen ve bildiğini bilen liderdir, onu takip edin.” Çin atasözü

Dünyadaki Büyük Oyun, Yeniden, Sahne Alırken!

Dünya Emperyalistleri ve küresel sermaye,  200 yıl önce,  Dünya yer altı ve yerüstü kaynaklarının sömürülmesi, kendi ülke halklarının refahı ve gelişmesi,  zenginliklerine de zenginlik katmak adına, çok büyük bir plan ve oyun hazırladır.  Sahnelenen büyük oyunda, dünya üzerindeki imparatorlukların yıkılması, yok edilmesi ve ulus devletçiklerin ortaya çıkması hedeflenmişti. Küresel sermaye ve onların her bir ülkedeki işbirlikçilerinin, taşeronlarının maharetleri ile öncelikle ve özellikle Osmanlı İmparatorluğu ve Dünya üzerindeki diğer imparatorlukların parçalanması için büyük oyun planlanmış ve sahnelenmiştir. Dünya üzerinde güç olabilecek ve dünya siyasetinde söz sahibi olması muhtemel bir devlet kalmaması planlanmıştı.  Küresel emperyalistler, küresel sermayenin finansman gücü ve destekleri ile bu hedeflerine de adım adım 100 yıl önce ulaştılar. Dünya üzerinde sahnelenen Büyük oyunun birinci perdesi 2.Dünya savaşı dönemine kadar devam etmiştir. Artık Büyük oyunun 2. Perde zamanı çoktan gelmişti.

Dünya Emperyalistleri ve küresel sermaye, dünya üzerindeki sömürülerinin devam etmesi için sahnelemekte oldukları büyük oyunun ikinci perdesini,  ikinci dünya savaşının hemen akabinde perdeye koymaya başladılar. Dünya halklarını, özellikle de enerji ve petrol bölgelerinde,  yaklaşmakta olan ve çok büyük bir Komünizm tehlikesinden kurtarmak, insanlığa çok büyük bir hizmet ettikleri algı yönetimine başladılar. Dünya ulus devletçikleri,  kendi ulusal ve küresel güvenliklerini sağlamak için bir Blokta yer almak zorunluluğu hissetmeye başladı. Dünya ulus devletçikleri,  NATO ve VARŞOVA paktı etrafında kümelenmelerini sürdürdüler. Aslında bu sahnelenen de Büyük oyunun ikinci perdesi olduğunu, dünya halkları olarak bizler hiçbir zaman algılayamadık. Küresel güçler ve küresel sermayenin, dünya üzerindeki büyük plan ve oyunları çerçevesinde, farkında olmadan, bilinçsiz bir şekilde,  sadece izlemekle ve sahnelenen oyunda belki de bir figüran olmaya devam ediyorduk. Sadece oyunda sahne almaya devam ediyorduk.

Dünya Emperyalistleri ve onların finansörü konumundaki küresel sermayenin, dünya halklarının geleceğini karartmak ve sömürülerinin devamı noktasında, emperyalist hegemonyalarının inkıtaa uğramaksızın sürdürülmesi gerekmektedir.  Bu plan çerçevesinde, dünyanın her bir bölgesinde,  özellikle de Ortadoğu ve Asya kıtasında, vesayet ve vekâlet savaşları ile 200 yıllık bir planın devamı olan büyük oyunun son perdesi olan ‘büyük oyun 3’ sergilenmekte ve sahneye konulmaktadır. Dünya kara parçasının en büyüğü,  dünya nüfus oranının 3/1’nin yaşadığı, dünya enerji, petrol ve ticaretinin çok büyük bir oranının gerçekleşmekte olduğu ‘ Avrasya ‘ bölgesinde büyük oyunu gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Dünya emperyalistleri ve onların finansörü olan küresel sermayenin, hayatiyetlerinin sürekliliği için ihtiyaç duydukları enerji ve petrol bu bölgede bulunmaktadır. 100 yıl önce,  Ortadoğu ve Afrika kıtasını sömüren, kontrol ve denetimleri altında bulunduran küresel güçler ve onların finansörleri olan küresel sermaye,  Avrasya bölgesini de denetim ve hegemonyaları altına almaya çalışmaktalar. Bölgemizdeki savaşlar ve kan bunun için akmaktadır. Bölgemizde devam eden vekâlet ve vesayet savaşları bu hegemonyaya hizmet etmektedir. Sovyetler Birliğinin dağılması bahane edilerek, Yugoslavya’nın parçalanması,  Afganistan’ın işgali, Irak’ın işgali ve parçalanması ve diğer bölgemizdeki işgaller ve savaşlar,  Avrasya enerji havzasının kontrolü, denetimi ve hegemonyası çerçevesindeki büyük plan ve oyunun ayak sesleri miydi?

Türkiye devleti ve milletine, büyük plan 3 ve oyun çerçevesinde, çizilmek istenen rol bellidir. Türk devleti ve milleti, küresel emperyalistler ve onların finansörleri olan küresel sermayenin,  kendisine biçilen rol ve elbiseyi artık kabul etmemektedir. Türkiye devleti ve milleti artık bölgesinde ve ülkesinde tarihinden, kültüründen, sosyolojisinden ve inancından gelen sorumlulukların bilincinde ve farkındadır.  Küresel güçler ve onların destekçileri küresel sermaye, Türkiye liderinin ve milletinin bu duruşundan çok rahatsızlık duymaktadır. Kontrol edilebilir, yönetilebilir bir Türkiye karşılarında beklemekteler. Dünya tarihi yeniden bizim bölgemizde yazılmaktadır. Türkiye devleti ve milleti bu yazılmakta olan yeni tarihte çok ciddi bir denge unsurudur. Türkiye’nin olmadığı bir plan ve oyun, artık bölgemizde ve dünyada, yok hükmündedir. Tarih, yeniden bizim bölgemizde ve bizler olmadan yazılamayacaktır. Bizim olmadığımız bir plan ve büyük oyun ülkemiz, bölgemiz ve dünyanın enerji deposu konumundaki Avrasya kıtasında artık sahnelenemeyecektir.  Dolar kurunu,  kimler ve neden yükselmektedir?  Dolar kuru ile bizim gibi ülkelerde hangi savaş türü denenmektedir? Dünya, büyük devlet yönetici ve liderlerinin pedofili kasetleri ile çalkalandığı bir dönemde, TBMM’de görüşülen tecavüz yasası bahane edilerek, çıkarılmakta olan gürültü ve yaygara,  kimler ve nelerin üzeri örtülmeye çalışılmaktadır? Dünyada, kimler ve hangi güçler bizden yana dertli? Kimler ve neden, BÜYÜYEN, güçlenen ve Dünya’da Denge unsuru olan bir Türkiye’yi istemiyor?  İçimizde,  kimler ve neden aynı konumdalar?  Dünyada hangi örgütler ve devletler, kimler, kimlerle,  neden ve nasıl yan yana gelip Türkiye’yi durdurmak, yanlarına çekmek için ittifak yapıyorlar?