Türk Devleti ve Milleti Olmadan Olmaz!

Dünyanın çok önemli araştırmacı ve tarihçilerinin ifadelerine göre, Dünya ve insanlık tarihinden, Türk milleti ve Türkleri çıkardığımız zaman geriye tarih adına hiçbir şey kalmayacaktır. Bugün yine aynı tarihteki sıkıntılar, değişim, dönüşüm ve yeni bir dünya sistematiğinin kurulmakta olduğu çok sancılı günlerden geçmekteyiz! Tabii ki değişim, dönüşüm ve özellikle de yeni bir dünya düzeni elbette sancılı olacaktır; Her doğum sancılı olduğu gibi! Dünya tarihine kabaca baktığımızda, devletler ve insanlık zaviyesinden, her yüz yılda büyük dönüşüm, değişimler ve yeni dizaynlarına şahit olmaktayız! Bu değişim ve dönüşümü çok iyi okuyan, stratejik ve taktik tedbirlerini de alan devlet ve milletler devamlılıklarını ancak  sürdürülebilir bir konum ve durumda olmuşlardır! Türk Devleti ve asil Türk Milleti tam da bu konum ve durumdadır! Aksi halde dünya hegemonyal sistemde sadece kontrol edilebilir ve yönetilebilir bir durumda kalırsınız! Türk devleti ve asil Türk milleti günümüzde yaşanmakta olan bu çok sancılı büyük değişim, büyük paylaşım, büyük plan, dönüşümün ve yenidünya düzeninin tam da ana merkezi, karargahı  ve katalizörü bir durumdadır! Devlet ve millet olarak son dönemde yaşamakta olduğumuz sosyal ve ekonomik krizler, bu konumumuzun ötelenmesi, örselenmesi, denetlenebilir bir konuma gelebilmesi veya tamamen yok edilmeye çalışılmasından kaynaklanmaktadır!

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 73. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısında; BM Güvenlik Konseyi, veto hakkına sahip 5 üyenin çıkarlarına hizmet eden, zulümlere seyirci kalan bir yapıya bürünmüştür. Onun için ‘Dünya 5’ten büyüktür’ derken insanlığın ortak vicdanının sesi olduğumuza inanıyoruz. Zira artık dünya, İkinci Dünya Savaşı sonrasının şartlarında değil. Burada 194 ülkeden temsilciler var. Niçin bu 194 ülkenin tamamı da Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde temsil eden durumuna gelmesin? Sadece 5 üye, diğerleri maalesef geçici, onların da orada hiçbir inisiyatifi yok. Dünyanın düzenini sağlayacak olan adalettir. Her şeyden önce bizim anlayışımıza göre dünyanın düzenini, kurtuluşunu ve mutluluğunu sağlayacak olan adalettir. Gelin, BM’yi adalet beklentisinin sözcüsü ve uygulayıcısı haline getirelim. Anadolu’nun ortasındaki Konya’dan yaktığı ışıkla tüm dünyadaki gönülleri aydınlatan Hazreti Mevlana, adaleti, ‘Bir şeyi yerli yerine koymak’ yani hakkı sahibine vermek olarak tanımlıyor. Gelin, bu dünyada her şeyin yerli yerine konulmasını sağlamak için Birleşmiş Milletleri insanlığın adalet beklentisinin sözcüsü ve uygulayıcısı haline getirelim. Gelin, ezilene kalkan olacak, aç ve açıkta kalana el uzatacak, gelecek nesillere umut aşılayacak bir küresel yönetim sistemi kuralım. Çünkü yine Hazreti Mevlana’ya göre zalim, üzerine düşen görevleri yerine getirmeyen kişidir. Birleşmiş Milletleri zulmün değil adaletin kaynağı haline getirmek istiyorsak, üzerimize düşen görevlere daha sıkı sarılmalıyız, şeklindeki vurguları ve konuşmalarının, kurulmakta olan yenidünya düzeni çerçevesinden, Türk Devleti ve Türk milletinin kadim tarihi medeniyet kodları olan Adalet ve Hakkaniyet esaslı duruşunun insanlığın geleceği ve dünyamızın da huzur ve refahı için çok önemli ve acil bir durumda olduğuna müşahit olmaktayız, kanaatini taşıyorum.

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 73. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısındaki konuşmalarının devamında, Dünyadaki ülkelerin pek çoğunun bünyesindeki radikal grupları ihraç ettikleri bir yer haline dönüşen Suriye’deki gelişmeler karşısında Türk Devleti olarak aktif bir tutum içindeyiz. Gerek Cenevre ve Astana süreçlerine verdiğimiz destekle, gerekse sahada oluşturmayı sürdürdüğümüz güvenli bölgeler aracılığıyla, Suriye’nin yeniden huzurlu bir yer haline gelmesini sağlamaya çalışıyoruz. Terör örgütlerine karşı ilkeli bir yaklaşım sergilenmesini istiyoruz. Taktik çıkarları uğruna teröristleri on binlerce tır ve binlerce kargo uçağı silahla donatanlar, gelecekte bunun acısını mutlaka çekeceklerdir. Bir yandan terör örgütlerini desteklemek, bir yandan kapıları mültecilere kapatmak, bunun tüm yükünü de Türkiye gibi birkaç ülkeye yüklemek, kimsenin geleceğini daha güvenli ve daha müreffeh yapamaz. Tam tersine bu şekilde ötelenen sorunlar, bir süre sonra artık mevcut tedbirlerle üstesinden gelinemeyecek boyuta ulaşır. Unutmayınız, dünyanın her yerinde asgari bir huzur ve refah düzeyi oluşturamazsak, hiç kimsenin kendi sınırları içinde güvenle yaşamayı sürdüremeyeceğini bilmeliyiz. Dünya İnsanlığı için, merhametin, vicdanın, hukukun, adaletin, hakkaniyetin ve umudun kaybolduğu bir dünya düzeni kadar büyük bir tehlike yoktur. Şu anda hep birlikte böyle bir tehlike ile karşı karşıyayız, şeklindeki uzayıp giden konuşmaları ve vurgularının, dünya insanlığı huzur ve refah içinde yaşamak istiyorsa, taktik çıkarlar uğruna, terör ve terörist ihraç ettikleri ülke ve bölgelerdeki yer altı ve yer sütü zenginliklerine sadece konuşlanmak ve sömürmek hedefleri ile ülkelerinde hiçbir zaman huzur ve refaha erişemeyeceklerinin bilinmesi, idrak edilmesi ve buna göre yen bir dünya düzeni kurulması gerektiğini de düşünüyorum.

Günümüzde Türk devleti ve Türk Milleti, elbette ki döviz ve dolar kuru üzerinden bir sıkıntı ve özelikle de ekonomik bir daraltılmaya şahit olmaktayız. Küresel güçler ve finans çevreleri, tarihteki dünya düzenlerini de böyle kurmadılar mı? Sakin ve normal bir değişim ve dönüşüm tarihte görebilir miyiz? Tabii ki hayır! Bugün de kurulmakta olan yenidünya düzeninin ana karargâh merkezi ve sıklet noktası Türkiye olduğu için yaşadığımız sorunlar ve imtihan şartları biraz daha ağır olmaktadır! Peki, ne yapmalıyız? Türk devleti ve Türk milleti olarak biraz maddi ve ekonomik sıkıntı ve imtihan karşısında tarihi hedefler ve kızıl elma ülküsünden vaz mı gececeğiz? Asla! Tarihte yaptığımız gibi asil bir millet olmanın gereği olarak birbirimize daha çok kenetleneceğiz! Ticari olarak Türk milletini ekonomik sıkıntıya sokmak ve hatta sosyal patlama çıkarabilmek adına girişimlerde bulunan küresel güçler ve işbirlikçiler, ekonomiyi daraltan, ticarete yön vermekte olan monopol firmalara karşı, kendi insanımız, çalışanlarımız, komşumuz, arkadaşımız ve iş adamlarımıza destek olmalıyız! Alacaklarımızı biraz öteleyebilmeliyiz! Dikkat edelim; Tahsil edilmesin demiyoruz! Sadece biraz yardımcı olmak suretiyle geciktirebilmeliyiz! Hammadde ve yarı mamul satmamak suretiyle de ekonomiyi kilitlemek isteyen bazı firmalara karşı daha dik ve kararlı olmalıyız! Beyler, sakin ve sükûn olalım! Aç mezarı hiç yoktur! Kara gün de kararıp kalmayacaktır! Bugünlerin ardından aydınlık, refah ve müreffeh dolu günler çok yakındır! Sadece tarihte dedelerimiz ve ninelerimizin yaptığı gibi var olan dünyalıklarımızı ve ekmeğimizi diğer bir kardeşimizle bölüşmesini ve paylaşmasını bilelim! Türk demenin sadece mazlumun yanında olduğunu tarihin her anında gösterdiğimiz gibi bugün zor ve ekonomik olarak sıkıntılı bir durumda olan kendi insanımıza bir de biz vurmayalım, yanında olalım! Millet olarak bir olmak ve beraber olmak, kenetlenebilmek için her şeyi ama her şeyi bir fırsat bilelim ve değerlendirelim! Aksi halde dönüşü ve çıkışı olmayan bir yola girebiliriz! Aksi halde, Bölgemizdeki devlet ve vatanları parçalanan, yok edilen ve vatandaşlarının da hayatları karartılan milletler gibi olmayalım!

Eğitim için ZİL Çalarken!

Eğitim bir millet ve devlet için olmazsa olmazlardandır. Eğitim konusuna önem vermeyen bir millet, orta ve uzun vadede, başka milletlerin esiri olmak zorunda kalacaktır. Buradaki esaret sadece silahlı veya yönetim manasında olmadığını da ifade etmek isterim. Teknoloji ve bilim alanında geri kalan bir devlet ve millet, mutlaka gelişmiş ve bilim noktasında zirveye ulaşmış bir devlet ve milletin elbette ki esiri olmak zorundadır! Teknoloji üretmeyen bir milletin sanayisi nasıl gelişebilecektir? Veya teknolojik olarak yatırım yapmayan bir millet neyi ve neleri, nasıl üretebilecektir? Bunları hiç düşünüyor muyuz? Türk milleti ve devlet tarihine kabaca baktığımızda tüm dünyaya model olmuş bir eğitim ve eğitimci  sistemi,  bunun sonucunda da örnek bir toplum, gelişme ve devlet yönetim sistemi ile karşı karşıya kalıyoruz. Peki, iki bin yıllık Türk devlet tarihinde eğitim ve eğitimci konusuna bu kadar önem veren, bilim adamları ile dünyaya nam salmış asil Türk milletinin bakiyesi olan, yüz yıllık Cumhuriyetin yetiştirmiş olduğu neslin eğitim ve bilim, teknoloji araştırma ve geliştirme noktasında nerelerde olduğuna bir bakalım! Yerlerde sürünüyoruz desem birileri mutlaka alınacak ve bizlere de kızacaktır! Beyler, hadi biraz abarttığımızı düşünelim de, son günlerdeki sadece F35 uçaklarının ve S-400 hava savunma sistemlerini Türk Devleti olarak başka ülkelerden parasını peşin ödediğimiz halde vermemek için üretilen bahanelere ve yaşadıklarımıza neler demeli? Nasıl izah etmeli? Bilmiyorum ki! Bu teknolojileri araştıran, geliştiren ve üreten insan değil midir? Bu insanlar okullarda ve üniversitelerde yetişmediler mi? Bu insanları yetiştirenler  de bir Eğitimci ve Akademisyen ise bizdekilere ne demeli?! Bilim sadece başka milletler için mi vardır? Bilim bizim insanımıza yabancı mıdır? Son yıllarda neden bir Türk bilim adamının ismini duyamaz olduk? Neden? Artık bu ve benzeri soruları daha fazla bir şekilde sormamızın ve Türk milleti olarak da kendimizi sorgulamanın zamanı geldi ve geçmektedir, diye düşünüyorum!

Peki, Eğitim ve Öğretim nedir kabaca incelemeye çalışalım, eğitim ve öğretimi sürekli olarak birbirleri ile karıştıran bir millet olduğumuza göre! Eğitim, Bireyin toplum yaşamında yer edinmek için edinilen bilgi, beceri ve anlayışlara denir. Eğitim, İnsan davranışlarında bilgi, beceri, anlayış, ilgi, tavır, karakter ve önemli sayılan kişilik nitelikleri yönünden belli değişmeler sağlamak amacıyla yürütülen düzenli bir etkileşimdir. Yani eğitim kabaca bireyin kültürlenme sürecidir. Eğitim birey doğduğu andan itibaren başlar, aile, okul ve çevre etkileşimiyle yaşam boyu devam eder. Öğretim ise eğitimin okullarda planlı programlı yapılan kısmıdır. Öğretim, belirlenmiş olan müfredatı öğrenmek ve bu aşamadan sonra da uzmanlık kazanmak anlamında kullanılır. Anaokulu ya da ilkokuldan başlayan öğretim süresi üniversiteye kadar devam eder ve bu aşamadan sonra da kişiler istedikleri öğretimi alarak hayata atılıp öğrendikleri bu öğretimleri işlerinde kullanırlar. Eğitim, bireye yaşamış olduğu toplumda kişilik ve şahsiyet kazandırırken, öğretim ise kişinin yaşam boyu çalışacağı bir iş veya meslek edinme aşamasının uzmanlaşmaya kadar varma süreci olarak da ifade edebiliriz.

3797 sayılı yasaya göre kurulmuş olan Millî Eğitim Bakanlığı ne iş yapar? Milli Eğitim bakanlığının görev alanı ve sınırları nedir? Devlet ve millet hayrına nasıl bir birey ve vatandaş yetiştirmek için çalışmalar yürütür? Eğitim sadece Milli Eğitim Bakanlığın işi midir? Millet olarak bizlerin de sorumluluğu yok mudur? Eğitim konusu bakanlığın görevi deyip insani  sorumluluğu üzerimizden atabilir miyiz? Günümüzde Milli eğitim sadece öğretim alanına yoğunluk vermekte midir? Ahlakı olmayan bir meslekte uzmanlaşmış kişilerle nereye varabilirsiniz? Milli Eğitim Bakanlığı; Türk milletinin millî, ahlakî, manevî, tarihi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren, ailesini, devletini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan bireylerin yetişmesi için çalışmalar yürüten bir kurumdur. Tüm bunlara ilaveten, İnsan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş bireyler ve vatandaşlar yetiştirmek.. Bakanlığa bağlı her kademedeki öğretim kurumlarının öğretmen ve öğrencilerine ait tüm eğitim ve öğretim hizmetlerini plânlamak, programlamak, yürütmek, izlemek ve denetim altında bulundurmak, şeklindeki görevlerini kabaca ifade edebiliriz. Yazımızın başlığında vurguladığımız gibi Eğitim için yarın  hakikaten zil çalmaktadır!  Yarın okula başlayacak olan, tüm öğretmen, öğrenci, idareci ve velilerimize de hayırlı ve başarılı bir Eğitim – Öğretim yılı olmasını dilerim.

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, sonsuz ilmi ile her şeyi kuşatmış ve her şeyi de yaratmıştır. Sonsuz ilmi ile kuşattığı ve yaratmış olduğu bilimin kulları tarafından bulunmasını ve keşfedilmesini de murat etmiştir. Müslüman olduğunu iddia eden İslam âleminin bilim ve teknolojide geldiği yere bir bakar mısınız? Bilim ve teknoloji sadece Avrupalı, Amerikalı ve İman ehli olmayan kişiler tarafından araştırılmak, bulunmak, keşfedilmek ve insanlığın da hizmetine sunulmaktadır! Peki, Neden? Son yüz yılda bilim alanında bir icat  geliştiren ve bir  keşif yapan İslam dünyasından bir bireyi gösterebilir misiniz? Tabii ki hayır! Okullarımızda asil Türk milletinin evlatları, bu topraklar, bu millet ve bu devlet için hiçbir ideali ve hedefi olmayan akademisyen,  eğitimci ve öğretmenler elinde beyinleri ve  ruhları köreltilmekte ve karartılmaktadır! Acaba neden? Peki, üniversitelerde araştırma ve geliştirmeye önem vermesi gereken akademisyen dünyada yaşananlara neler demeli? Akademisyen dediklerimiz, devletin parası ile,  akademik gezi veya konferans adı altında, orası senin burası benim dünya turundalar! Daha ne olsun ki! Adamlar koca koca profesör olmuş, araştırma ve geliştirme de neymiş! Bir dost meclisinde, adının başında kocaman titri olan bir  akademisyen profesörün ismi zikredilince, çalışmakta olduğu alanda yaptığı veya yapacağı çalışmalar değil, ismi geçen eğitimci  ve akademisyenin bilmem şu kadar ayakkabısı, saati, elbisesi ve şunları bunları bulunmaktadır, şeklindeki sohbet uzayınca, Türk  devleti, Türk  milleti, Türk eğitim sistemi  ve  Türk gençliği  adına içimiz sızlamıştı! Neymiş efendim! Bilmem dünyanın şu üniversitesinde şöyle bir sunum yaptı ve çalışmakta olduğu alandaki literatüre de katkı sağladığını konuşmuyoruz! Ya neyi konuşuyormuşuz, eğitimci ve akademisyen dost meclislerinde, profesör veya akademisyen  devletten aldığı  maaşı ile aldığı veya alacağı  tüm dünyalıkları! Afiyet olsun da! Bunların da bir hesabı olacak ve  birgün mutlaka sorulacaktır; tabii ki İnsan olana! Bu topraklarda elbette ki Bilim gelişmez ve BİLİM adamı da yetişmez! Asil Türk milletinin evlatları imam ve hoca dediklerimiz elinde, İmanın değil, abdestin detaylarında bilinçli olarak neden oyalanmakta, uyutulmakta  ve boğulmaktadır! Bunları yapanlar kimlerdir? Bunların nesebi ve cibilliyetleri nedir? Bu tipler nereden gelmişlerdir? Müslüman görünümlü Yahudi, Hıristiyan ve Sebatayist olabilirler mi? Bilemiyorum! Bireyde, İman varsa Bilim ve İnsanlık  için İmkân vardır! İman varsa gelişme ve keşifler vardır! İman varsa İnsanlığa da mutlaka hizmet vardır! İki bin yıllık, Asil Türk Milleti ve Türk  Devletinin tarihi bunların canlı örnekleri ile doludur! Yüz yıllardır asil Türk milletini neden uyuttuklarını ve uyuşturduklarını zannediyordun! Bugün, Türk Devleti ve asil Türk Milleti her alanda,  iki bin yıllık tarihsel Devlet ve kadim medeniyet KODLARINA dönmektedir! Başkaca bir çaremiz, seçimimiz ve çıkışımız da yoktur!

Devlet Varsa Millet Vardır!

Son günlerde, Türk Devleti ve Türk milleti üzerindeki, yüz yıllık kirli plan ve karanlık hesaplarını yeniden hayata geçirmeye ve uygulamaya çalışan küresel güçler, küresel finans çevreleri ve işbirlikçilerin değişik tür ve formatta ki şantaj, tehdit, ekonomik ambargo ve operasyonlarına şahit olmaktayız. Peki, tüm bunlar neden olmaktadır? Dünya, devlet ve milletler tarihine kabaca bir baktığımızda, her yüz yılda bir, büyük değişimler ve dönüşümler karşımıza çıkmaktadır. Bazı devletler bu zamanlarda tarihten silinip, yok olup yıkılırken, bazıları da serpilip büyümektedir! Değişimin olmadığı bir yüzyıl girişi neredeyse yok denecek kadar azdır! Günümüzün küresel ve emperyalist güçleri de aynı hegemonya konumlarının devamı için bu yüzyılın başlarında bölgemizdeki Yirmi İki ülkenin siyasi ve idari yönetimlerinin değişeceğini bölge halklarının gözlerinin içine baka baka ayan beyan hem ilan, hem de ifade ettiler! Peki, bu devlet ve milletler ile küresel güçler ve küresel finans çevrelerinin dertleri nedir? Veya bu Yirmi İki ülkenin devlet başkanı ve halkları küresel güçlere karşı ne gibi bir hata, düşmanlık veya hadsizlik işlemişlerdir? Bence hiçbir şey! Kuzu kurt hikayesinde olduğu gibi, suyumu bulandırıyorsun! Kuzuyu Yemeyi Kafasına koymuş bir kurt başka ne diyebilir! Veya Sarı öküz hikayesinde olduğu gibi, bu sarı öküzün rengi bizim canımızı sıkıyor, iştahımızı kabartıyor, diyen aslanlar gibi! Neden böyle bir cezaya çarptırılıyorlar, bu Yirmi iki devlet ve millet? Neden bu devlet ve milletin canı, malı, huzuru ve rahatını bozmak için girişimlerde bulunuyorlar? Tek bir büyük insani hedef ve gayeleri; Afganistan, Irak ve Libya gibi ülkelere getirmiş oldukları ve bölge halklarının da çok memnun kaldığı, rahat ettiği ileri demokrasiyi buradaki Yirmi İki ülkeye de getirmek istiyorlar! Ne diyorsunuz? Başkaca ne olabilir ki?

Millet kavramını kabaca incelediğimizde; Ortak bir kültür çerçevesinde bütünleşmiş ve tarih bilincine sahip en büyük insan topluluğudur. İnsanlar, benzer özellikleri nedeniyle ortak sosyal, siyasi ve iktisadi işleyişler içinde uzun tarihi süreçler boyunca birlikte yaşamak ve aktarılan miras sonucu millet olgusu ortaya çıkmaktadır. Milleti meydana getiren en önemli unsur, tarihi bir süreç içindeki kültür ve birlikte yaşama şeklinde ortaya çıkan ortak bir iradenin varlığıdır. Burada söz konusu edilen ortak kültür, birlikte yaşama iradesi ve ortak tarih gibi unsurlar, esasen karşılıklı bir etkileşim içindedir. Devlet ise belirli bir toprak parçası üzerinde insanların oluşturduğu bir oluşumdur. İnsan, toprak, egemenlik (siyasi otorite) unsurlarını bir arada barındırır. Bu unsurlardan birinin kaybı devleti sonlandırır. Bir coğrafya üzerinde tarihi bağlarla bir arada bulunan insan kümesinin üzerinde egemenlik haklarının uygulandığı kurumlar üstü yapı, halkın örgütlenme biçimlerinden birisi ve halkın örgütlenmiş bütününün temsilidir. Toplum halinde yaşamak insanın güvenlik ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Toplumsal iş bölümünün gelişmesi de toplum halinde yaşamayı zorunlu kılan nedenlerdendir.

Asil Türk milleti tarihten gelen ortak kültür ve birlikte yaşama iradesi ile devleti ve milletinin varlığına yönelik olan tüm saldırıları birlik ve beraberlik ruhu çerçevesinde bertaraf etmiştir. Asil Türk milletinin tarihi bunun canlı örnekleri ile doludur. Yüz yıl önce yine bu milleti yok etmek ve Orta Asya’ya geri göndermek için çullanan veya gelen yedi düvel, geldikleri gibi gitmeleri yine bu iradenin çok güçlü ve gür şekilde zuhur etmesi ile olmuştur. Peki, 15 Temmuz tarihinde yaşadığımız karanlık darbe ve işgal gecesine ne demeli? Bu gecede aynen diğer dönemlerde olduğu gibi devlet ve milletin anahtarı küresel güçler ve küresel finans çevrelerine teslim edilmek istenmiştir. Asil Türk milletinin bin yıllardır istiklal ve istikbaline olan aşkı bu karanlık kalkışmayı da boşa çıkarmıştır. Yeniden böyle bir ihaneti deneyen veya hain kalkışmada bulunan soyu  ve nesebi bozuk, cibilliyetleri belli ve tipleri bizden çipleri de ağababalarının kontrol, denetim ve elinde olanların kökü,  vatanperver şehit kanları ile sulanmış, bu  topraklardan sonsuza kadar tamamen kazınacaktır! Böylece de bilinmelidir!

Asil Türk milleti ve Türk devletinin ekonomisine yönelik, son dönemde yine aynı odakların döviz ve dolar kuru üzerinden ekonomik saldırıları ile karşı karşıya bulunuyoruz. Peki, ne yapmalıyız? Rahat ve israflarımızdan bazılarını terk etmeli miyiz? Yoksa aynı israf ve lükse devam mı etmeliyiz? Savaş dönemlerinde insani bazı istek ve arzularımızı terk edebilmeli veya bir kenara bırakabilmeli miyiz? Yoksa eski tas eski hamam deyip aynen lüks ve israfa devam mı etmeliyiz? Bu millet acil ve ivedi olarak özüne dönmelidir! Ne diyorsunuz? Bugün yaşamakta olduğumuz saldırılar da bir ekonomik savaş olduğuna göre! Ekonomik olarak bazı firmalar ve şahıslarda sıkıntılar ve sorunlar tabii ki olacaktır! Olması kadar da doğal bir şey olamaz! Neymiş efendim, Devlet sıkıntıda olan bazı firma ve şahıslara destek olmalı ve yardım etmesi gerekiyormuş! Devlet dediğimiz kurum zaten milletin ta kendisi değil midir? Devlet dediğimiz kurumu da yok eder veya parçalarsak geriye ne kalır ki?! Devletin gücü ve iradesi olmayan bölgemizdeki milletler bizlere hisse olarak neler söylemektedir? Beyler, bugünler, sıkıntılar ve zorluklar elbette ki geçecektir! Kara gün kararıp kalmayacaktır! Öncelik tabii ki biraz sabır, biraz metanet, biraz kanaat, biraz şükür ve en önemlisi de sonsuz kudrete ihlaslı bir tevekkül ve tam teslimiyet! Tabii ki bu meşakkatli yolda iradesine yenik düşenler, dünyalık arzu, istek ve zevklerini bir an için terk edemeyenler, dökülenler ve yarı yolda kalanlar olacaktır! Talut ve Calut kıssası biz müminlere neyi ve neleri anlatmaktadır? Elbette, Müslüman görünümlü Yahudi, Hıristiyan, Siyonist ve Sebatayist değilseler! Tabii ki buradan  akıl  ve idrak  mimetini kullanmak suretiyke ders ve hisse almak isteyene! Doğanın kanunu da böyle değil midir?

Savaş, dediğiniz, Birlik Ruhu ile Kazanılır!

Türk Devleti ve asil Türk Milletine yönelik, 7 Şubat MİT krizi başlayan, dış ve iç baskısı da durmaksızın ve artarak devam eden, 2013 yılındaki Gezi olayları, 17/ 25 Aralık Yargı ve Polis darbesi, son olarak da 15 Temmuz 2016 tarihindeki işgal kalkışması, küresel güçler ve küresel finans çevrelerine de içimizdeki işbirlikçiler maharetiyle, bin yıllardır vatan sevdalısı şehit kanları ile suladığımız ve yurt edindiğimiz Anadolu diyarını tamamen teslim etmek istemişlerdir. Peki, bu saldırılar bitti artık, keyfimize bakıp, rahat edebilir miyiz? Köşemize çekilip bir elimizde ayna, bir elimizde cımbız çal çal oyna konumuna geçebilir miyiz? Tabii ki Hayır! Anadolu’da yaşamanın çok ağır şartları ve bedeli olduğunu sürekli olarak vurgulamaya çalışıyoruz! Anadolu diyarını bizlere vatan olarak bırakan dedelerimiz her an teyakkuz halinde olmuşlardır! Bir de bizlere bakalım! Bir de bugünün Müslümanlım diyenlerine bakalım! Neler yapıyoruz! Nelerle meşgul oluyoruz! Eskilerin ifadesi ile tamamen dünyalık keyif ve rahat peşindeyiz! Savaş bizim işimiz değil ki! Savaş da neymiş, canım! Savaş sadece devleti yönetenlerin işidir, diyoruz! Öyle mi?! 

Anadolu diyarında yaşamanın çok ağır bedeli ve şartları olduğunu ifade etmiştik! Küresel güçler ve finans çevrelerinin iki yüz yıl önce başlayan hesap ve planları çerçevesinde altı yüz yıllık bir İmparatorluğu planlarının yüzüncü yılında parça parça ettiler! Aynı imparatorluğun bakiyesi olan Türk Devletini de bugün yeniden küçük parçalara ayırmak için her türlü kirli plan ve hesaplarını devreye koymaktalar! Her zaman çok kolay bir şekilde buldukları içimizdeki işbirlikçileri ile üzerimize gelmekteler! Bin yıllardır içimizdeki işbirlikçileri tanıyamadığımız için sürekli olarak kaybediyoruz! Artık yeter! Mümin uyanık olmak zorundadır! Mümin feraset sahibi olmak zorundadır! Mümin dediğiniz aynı delikten iki defa ısırılmaz! Eğer tüm bunlar oluyor ve kul olarak da tekrar tekrar yaşıyorsak, İmanımız ve Müminliğimizde çok ciddi sorun ve sıkıntılar var demektir! Ne buyurdunuz?!

Küresel güçler ve küresel finans çevreleri yüz yıllık plan ve büyük hesapları çerçevesinde Anadolu diyarı ve tüm hinterlandımızda kirli bir oyunu yeniden sahneye koymak girişimlerine devam etmekteler! Sınırlarımızda kukla devletçikler kurmak için her türlü girişimi de alenen bulunmaktan bir an bile vazgeçmediler! Peki neden? Küresel güçler ve finans çevreleri, içimizdeki hain ve satılık ruhlar, tipleri bizden fakat çipleri küresel güçlerin elinde olanlara çok güvenmekteler! Adamlar asil Trük milleti ve Türk devletine ihanet etmek ve parçalayabilmek için her an emir ve komuta için hazır kıta beklemektedir! Peki, bu vatan sevdalısı Anadolu insanımız neler yapmaktadır? Eli kolu bağlı bekleyecek midir? Yoksa İman ve mümin olmanın gereği, ‘ELA’ emrinde olduğu gibi her an teyakkuz halinde ve uyanık olmak zorunda mıdır? Başkaca bir seçimimiz yoktur! Ya bu topraklarda uyanık olacağız! Ya bu topraklarda var olacağız! Ya adam gibi savaş kurallarına uygun savaşacağız! Ya var olacağız, ya öleceğiz! Ya da buralardan terki diyar edip yok olup gideceğiz! Hangisi?!

Türk devleti ve Türk milleti olarak, son birkaç aydır dolar ve döviz kuru üzerinden çok büyük bir ekonomik saldırı ve kuşatma tehditleri ile karşı karşıya bulunuyoruz. Daha önceki hain darbe ve saldırılardan hiçbir sonuç alamayan küresel güçler, küresel finans çevreleri ve işbirlikçiler son bir çare olarak ekonomi üzerinden saldırıya geçmişlerdir! Peki, bu saldırıların olmasını bekliyor muyduk? Yoksa hiçbir şey olmaz mantığında ve kafamızı da kuma gömüp, tedbirlerimizi de almadan sadece kuru kuru teslimiyet ve tevekkül mü ediyorduk? Hangisi! İslam ve İman öncelikle tüm maddi tedbirleri almayı ve daha sonra da sonsuz kudret sahibi yüce yaratıcıya tevekkül ve teslim olmayı gerektirir! Eskilerin ifadesi ile eşeğini öncelikle sağlam kazıya bağlamadan sadece tevekkül olmaz derler! Yok, öyle yağma hasan böreği! Evet, Türk Devleti ve asil Türk milleri olarak bir varlık ve beka sorunu, ekonomik olarak da bir saldırı, sosyal patlama ve tehdit altında bulunuyoruz! Her zaman ifade ettiğim, bugün yaşamakta olduğumuz döviz kuru krizi, AK Parti iktidarları döneminde, servetlerine servet katan iş adamlarımızın rahatları ve ceplerine azıcık dokununca, bağırmaya, sızlanmaya, hemen acil ve ivedi bir şekilde personel çıkarmaya başladılar! Bu personelin ahları nereye varacak! Hiç düşündünüz mü?! Son ve tek çare, çıkar yol bu mudur?! Başkaca çözüm yolları yok mudur?! Beyler! Durun bakalım, ekonomik saldırı ve kriz daha yeni başladı! Sadece personel çıkarmakla nereye varmayı düşünüyorsunuz?! Personel çıkarmaktaki hedefiniz ve derdiniz nedir?! Arka planda başkaca hesaplarınız mı bulunmaktadır?! Ne demek istediğimiz ehlince malumdur! Rahatınızdan, lüksünüzden ve keyfinizden çok değil, birazcık taviz verin bakın neler olacak! Küresel güçler ve finans çevreleri zaten senin bu zafiyetini bildiği için ekonomi, para ve dünyalıklar üzerinden gelmektedir! Savaş dediğiniz milletler tarihinde ancak ve ancak birlik ve beraberlik ruhu çerçevesinde kazanılabilir! Bakın asil Türk milletinin tarihine! Tabii ki nesebinizde, cibilliyetinizde ve kan soyunuzda hiçbir sorun yoksa! Hani Toplu vurdukça sineler onu top dahi sindiremezdi! Yoksa, bunlar sadece sohbetleriniz ve kitap sayfalarında mı kaldı?! Personel çıkarmakla bu şekilde işinizi, paranızı, tüm maddi ve dünyalık varlıklarını korumayı düşünüyorsanız, kesinlikle toptan kaybedersiniz! Ne diyorsunuz?! Peki, bekleyelim ve hep birlikte görelim! Mevlâ görelim neyler, Neylerse güzel eyler…

Yerel Medya Var Olmalı!

Yerel  ve yerli medya veya gazete, ulusal basın kadar geniş çaplı olmayan, il, ilçe ve beldelerde günlük, haftalık ya da daha farklı aralıklarla çıkan, ulusal haberler yanında, bölge haberlerine daha fazla yer veren, yöresel gelişmeyi ve bölgenin sorunlarını ön planda tutmaya çalışan, Basın İlan kurumu kanunlarına göre, belli sayıda Basın personeli çalıştırmak zorunda olan, ticari bir işletme olan yayın mecrası, olarak tanımlanabilir.

Yerel ve yerli medya adından da anlaşılacağı üzere, bölgesindeki tüm gelişmeleri, yatırımları ve hizmetleri izleyici ve okuyucuları ile paylaşan, kamu ile kamuoyu arasında köprü vazifesi gören, sorumluluk ve tarafsızlık ilke sahibi olması gereken ticari kuruluşlardır.

Yerel medya, her ne kadar kamu adına iş yapıyor olmasına rağmen, resmi ilan ve işletme reklam gelirleri ile ayakta kalmaya ve varlığını da sürdürmeye çalışan ticari işletmelerdir. Resmi ilan ve ticari reklam gelirleri olmadan yerel medya kamu adına hizmetlerini tam ve sağlıklı olarak yerine getiremez.

Son birkaç yıla kadar ticari reklam ve Basın İlan Kurumu gelirleri ile varlığını sürdürmeye çalışan yerel medya, sektöre yeni giren işletmelerden kaynaklı olarak gelirleri tamamen erimeye başlamıştır.

Gelirlerin artması için ya yerel medya işletmelerden bazılarının kapanması, ilan ve ticari reklam pastasının büyütülmesi, personel çıkarılması veya birleşmelerin, güç birliğinin yapılmasına ihtiyaç duyuluyor.

Bunların hiçbiri de olmayınca, sektör içten içe kaynamaya, erimeye ve hatta bazı yerel medya kuruluşları hakkında şehrimizdeki derin kulislerdeki söylentilerle birlikte satılıyor veya kapanıyor dedi dokuları yapılmaya başlanmıştır! Tabii ki doğal olarak!  

Kamuoyuna sağlıklı bilgi ve doğrudan iletişim kurmadığınız takdirde tabii ki dedi kodu ortalığı kaplayacaktır! Doğa boşluğu kabul etmeyeceğine göre!

Peki, Medya veya yerel medya nedir kabaca incelemeye çalışalım. Kamuoyunun ülkede ya da yaşanılan bölgedeki olup bitenden haberdar olabilmesi adına, basın kuruluşları görevlerini yapmaktadır. Kitle iletişim araçlarından olan gazete, televizyon, dergi, radyo gibi araçlar, bu anlamda sorumluluk duygusu ile hareket etmesi beklenen basın organlarıdır.

Basın organları görsel, işitsel, hem görsel hem işitsel olmak üzere, birkaç kola ayrılmaktadır. Yerel basın, hitap ettiği kitle olan lokaldeki insanları ilgilendiren haberleri okuyucuları, dinleyicileri ve izleyicileri ile paylaşmak zorundadır.

Bu görevi de, tarafsızlık ve sorumluluk ilkesi ışığında yapmalı, yaptığı işin kamu ve kamuoyu adına sorumluluklarını da unutmamalıdır.

Yerel gazeteler, sektördeki en hareketli mecralardan biridir. Her sabah, abone iş yerleri ve evlere dağıtılmak suretiyle okuyucuyla buluşan, özellikle iş ilanları ve şehir haberlerinin detaylarını okumak, şehirde ya da ilçedeki yaşayanlar adına önemli bir haberleşme aracıdır.

Birey; doğası gereği, öncelikle yaşadıkları çevrelerden, ardından da makro düzeyde memleket meselelerinden haberdar olmak ister.

Bu noktada, yaşadığı şehirdeki olayları merak eden, yeni açılan işyerlerini, kamunun alt yapı ve üst yapı çalışmalarını, kamunun yapmış olduğu veya yapamadığı tüm yatırımlar ve hizmetlerini, kamuoyu adına kamuyu denetleme görevini, ya da cinayet ve hırsızlık haberlerini takip etmek isteyen birey, yerel medyadan faydalanır.

Yerel medya, yerel basın bu tip haberleri okuyucu ile buluşturarak, farkındalık yaratma anlamında çok kritik bir görev üstlenir. Yerel medya, istihdam ile ilgili tüm şehirlerdeki yerel basın organlarından yetişerek, deyim yerindeyse çekirdekten iletişim fakülteleri ve meslek liselerinden gelen mesleğe sevdalı gençlerimizi, ulusal basın sahasına çıktıklarında deneyimlerini kazanmış, iyi birer gazeteci veya medya uzmanı olarak göz doldurmaya aday meslektaşlarımızın yetiştirmekte olduğunu da söyleyebiliriz.

Yerel ve yerli  medyanın kamuoyu adına ve kamu ile kamuoyu arasındaki vazifesini de sorumluluk ve tarafsızlık ilkesi çerçevesinde yapabilmesi ve varlığını da sürdürebilmesi için resmi ilan ve reklam gelirlerine şiddetle ihtiyacı olduğunu vurgulamıştık!  

Yerel ve Yerli medyanın çok önemli olduğunu ve Milli bir duruşla görev yaptığını da 15 Temmuz hain darbe ve işgal gecesinde yaşamıştık!  Aman Allah’ım neydi o gecede yaşadığımz dezenfermasyon!

Medya için asli olan Yerli ve Milli olmaktır! Yerel medya işletmeleri daha önceden gelirlerinin fazlalığı ve rahatlık hastalığı ile sektörün gelişimi ve varlığına yönelik tabii ki bazı hataları olmuştur. Bugün mezkûr hataları tekrardan zikretmenin kimseye faydası da olmayacaktır!

Yani yerel medyadaki tüm çalışanlar olarak, Nasreddin hoca hikâyesinde olduğu gibi kendi bindiğimiz dalı kesmek için elimizden, dilimizden ve kalemimizden geleni de ardına koymadık!

Bugün geldiğimiz noktada ise bazı yerel medya kuruluşları ya kapanacaktır, bazı medya kuruluşları ya el değiştirecektir, ya da giderlerini çok görmeye başladıkları personelden bazılarını çıkarmak zorunda kalacaklardır!

Her seçim ve seçişin bir vazgeçiş olduğu bir dünyada yaşadığımıza göre! Bu seçimlerin ve kararların hiç birisi de yerel ve yerli medyanın içine düştüğü sıkıntıyı, kötü gidişatı ve hastalığı kurtaramayacaktır! Sadece günü kurtarmaya yönelik pansuman tedavileri olarak kalacaktır!

Yerel ve Yerli  medya, sektördeki asli görevini sadece kamuoyu  adına,  kamu denetçiliği için GAZETECİLİK yapanlar VAR olmaya, BÜYÜMEYE ve GELİŞMEYE devam edecektir!

Gerisi, yani başkaca düşünce ve ajandalarla yerel gazete,   yerelde medyacılık oynayan ve  yaptığını da zannedenler;  YOK olmak ve KAYBETMEK zorunda kalacaktır!  Tarihin tozlu sayfalarında yerlerini alacaklar! Doğa boşluğu asla kabul etmez! 

Güvenlik İnsani bir ihtiyaçtır!

Kurban Bayramının dördüncü günü, Konya ili Karatay ilçesi Mar- San Sanayi sitesindeki  kereste ve dekorasyon atölyesinde yangın çıkmıştı. Büyük şehir belediyesine ait 30 itfaiye aracı, 3’üncü Ana Jet Üs Komutanlığı’na ait araç, ilçe belediyelerin arozözleri ve Orman Bakanlığı’na bağlı helikopterle müdahale yapıldı. Yangın güçlükle kontrol altına alınırken,  müdahale sırasında 5 kişi dumandan etkilenmeleri sonucu hastaneye kaldırılmıştı. Yangında dokuz iş yeri kül olurken, 10 milyon TL’nin üzerinde bir ekonomik hasar olduğu da ifade edilmiştir.  Öncelikle yangında zarar gören tüm firmalara ve sanayi sitesine geçmiş olsun dileklerimi sunarım.

Yangının söndürülmesinin ardından çalışmalara başlayan polis ekipleri, sanayi sitesinde bulunan güvenlik kameralarını incelemeye almıştı! Görüntüleri izleyen ekipler, yangının çıktığı iş yerinden, yangın çıkmadan kısa süre önce sanayi sitesinin özel güvenlik görevlisi A.B.’nin ayrıldığını, polis, bunun üzerine A.B.’yi gözaltına almıştı. A.B. polisteki ifadesinde suçunu itiraf ettiği, yangının çıktığı iş yerindeki hızar makinesinde odun kestiğini, çıkan kıvılcımların ağaç parçalarını tutuşturduğunu, alevleri görünce de paniğe kapılıp kaçtığı, alevlerin büyümesi ve arasında kalan forkliftin de patlaması ile birlikte yangın kontrol dışına çıktığı öğrenildi. A.B.’nin yanan iş yerinden ayrıldıktan sonra polisi arayarak yangın ihbarında bulunduğu, ifadesi tamamlanan A.B.  ‘genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması’ suçundan adliyeye sevk edildiği bilgilerine şimdilik sahip bulunuyoruz. 2016 yılında aynı sitede bir yangın çıktığını ve büyümeden kontrol altına alındığı da buradan sadece hatırlatmak isterim!

Özel güvenlik şirketleri nasıl kurulur, özel güvenlik görevlilerinin yetki ve sorumluluk alanları nelerdir, kanun maddesine kabaca bir bakalım. 10.6.2004 tarihli ve 5188 sayılı yönetmelik, Özel Güvenlik Hizmetlerine dair kanunun uygulanmasına yönelik usul ve esasları düzenlemektir.   Bu Yönetmelik, 5188 sayılı Kanun kapsamında özel güvenlik şirketi  izninin verilmesi.. Özel güvenlik şirketlerine ve özel eğitim kurumlarına faaliyet izni verilmesi.. Özel güvenlik görevlilerine çalışma izni verilmesi.. Özel güvenlik eğitiminin niteliği, müfredatı, eğiticilerde ve eğitim merkezlerinde aranacak şartlar ve eğitim sonucu yeterliliğin belirlenmesi ve Özel güvenlik hizmetlerinin denetlenmesi ve diğer hususları kapsamaktadır. İçişleri Bakanlığı’nın yürütücülüğünde, her ilde valinin atayacağı bir vali yardımcısının başkanlığında, il emniyet müdürlüğü, il jandarma komutanlığı, ticaret odası ve sanayi odası başkanlığı temsilcilerinden oluşan özel güvenlik komisyonu, yetkilidir. Özel güvenlik şirketlerindeki yöneticiler, alarm izleme merkezlerinde, konut, işyeri ve tesislerin güvenliğini sağlamak amacıyla,  özel güvenlik görevlilerini emir ve komuta etme,  alınacak güvenlik tedbirlerini, bunların yerini, sırasını ve zamanını belirleme ve değiştirme yetki ve sorumluluğuna sahip olan yöneticiler ile özel güvenlik eğitim kurumlarında eğitimden sorumlu olan kişilerdir.

İnsan ihtiyaçlarını Maslow şu şekilde ifade etmektedir; Fizyolojik İhtiyaçlar, Güvenlik İhtiyaçları, Ait Olma ve Sevgi İhtiyacı, Saygı İhtiyacı ve Kendini Gerçekleştirme İhtiyacı! İnsan kademeli olarak bu ihtiyaçlarından birini gerçekleştirmeden bir diğerine geçemez! Yani, Bir insan, Fiziksel ihtiyaçları olan açlık,  susuzluk ve barınma ihtiyacını gidermeden güvenlik, sevgi, saygı ve ait olma ihtiyacını karşılamayı düşünemeyecek ve böyle bir gereksinim de duymayacaktır.  Uzmanlar, insanların yaşamlarını sürdürmesi için en çok karşılanması gereken ihtiyacın fiziksel ihtiyaçlar olduğunu da bildirmektedir. İnsanlar yaşamları boyunca fiziksel ihtiyacını gidermek için çalışmak ve çaba sarf etmektedir. Fiziksel ihtiyacı gidermiş olan bireyler ise Güvenlik ihtiyacını talep etmeye başlayacaktır.

Peki, Güvenlik ihtiyacı nedir? Güvenlik ihtiyaçları, dış faktörlerden korunma ve emniyet içerisinde, yaşamak ve bulunmak demektir. Güvenlik ihtiyacı, korku ve endişeli bir durumda kalan insanın çözüm yöntemleri bulmaya ve bu durumla baş etmeye çalışması ile ortaya çıkmaktadır. Belirsiz ve güvenli olmayan durumlarda, insanın fiziksel ve psikolojik olarak da gelişimsel açıdan zarar gördüğünü de söyleyebiliriz.

Mar-San Sanayi sitesindeki işletme sahibi iş adamlarımız, fiziksel ihtiyaçlarını giderdikten sonra, sahip oldukları işletmelerinin korunması ve güvenliğinin de sağlanması için özel bir güvenlik şirketi ile karşılıklı olarak bir sözleşme imzalamışlar. İnsan ve hayatın akışı gereği çok doğal ve olması gereken şeylerdir! Peki, fiziksel ihtiyaçlarını karşılamış bir işletme sahibi güvenlik ihtiyacı hissederken, almış olduğu ücretlerle, fiziksel ihtiyaçlarını dahi karşılaması mümkün görünmeyen güvenlik görevlisi bir insan ne yapacaktır?

Firmalar ve kurumlarımız güvenlik görevlilerinin daha ucuz olması için güvenlik şirketleri ile fiyat indirimi değil de, neden almış oldukları hizmetin niteliği ve kalitesinin pazarlığı yapmamaktadır?

Bir iletişimci ve gazeteci olarak, sorulması ve sorgulanması gereken konu tam da burasıdır! Güvenlik görevlisi, çalışma saatleri çerçevesinde tabii ki fiziksel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için alternatifler üretmeye çalışmıştır. Doğal olarak ve insani bir şekilde!  Yani buradaki güvenlik görevlisi de insani olarak fiziksel ihtiyaçlarını gidermek için odun kestiğini ifade etmektedir! Kendisinin fiziksel ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan, güvenlikle ilgili bir dergi veya kaygıyı da  hissetmeyen bir güvenlik görevlisi,  nasıl bulunduğu yerin veya çalışmakta olduğu işletmelerin güvenliğini düşünebilecektir?! Tabii ki çok zor diye düşünüyorum!

Zaferler Ayı Ağustos!

Yıldırımlar yaratan bir ırkın ahfadıyız,

Tufanları gösteren, tarihlerin yâdıyız,

Kanla, irfanla kurduk, biz bu Cumhuriyeti,

Cehennemler kudursa, ölmez nigâhbanıyız.

Sarsılmayan azminle, çelik kalalar erir.

Şahikalar üstünde, meydan okur bu erler,

Yaklaşacak düşmana, mezar olur bu yerler,

Bağlayamaz bir kuvvet, bu kasırga milleti,

Tarihlere sorun ki bize “ Ölmez Türk ” derler.

Harbiye marşının yukarıdaki dizeleri Türk milletinin tarihindeki destansı kahramanlıkların mesajı ve özeti şeklindedir. Anadolu coğrafyasının her bir metrekaresi asil Türk milletin her bir evladının kanları ile sulanmıştır! Harbiye marşında ifade edildiği gibi ölmez Türk derler bu asil milletin her bir ferdine! Tarihi şan ve şöhretle geçmiş asil Türk milletinin mazisinde Ağustos ayının ayrı bir yeri ve önemi bulunmaktadır. Bu ay asil Türk milleti için birçok defa dönüm noktası niteliğindedir. Zaferler dendiği zaman Türk milletinin tarihinde Ağustos ayı aklımıza gelir.

 Asil Türk milletinin Ağustos ayındaki zaferleri; 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi, 11 Ağustos 1473 Otlukbeli Zaferi, 23 Ağustos 1514 Çaldıran Zaferi, 24 Ağustos 1516 Mercidabık Zaferi, 29 Ağustos 1521 Belgrad’ın Fethi, 29 Ağustos 1526 Mohaç Zaferi, 1 Ağustos 1571  Kıbrıs’ın Fethi, 5 Ağustos 1919 Erzurum Kongresi, , 23 Ağustos 1921 Sakarya Meydan Savaşının başlaması, 26 – 30 Ağustos 1922 Büyük Taarruz gibi.

Asil Türk milletinin Ağustos ayındaki zaferlerden bir kaçını kabaca incelemeye çalışalım.  

26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferi; Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan ile Bizans İmparatoru IV. Romen Diyojen arasında gerçekleşen bir savaştır. Alp Aslan’ın zaferi ile sonuçlanan Malazgirt Muharebesi, Asil Türk Milletine Anadolu’nun kapılarında kesin zafer sağlayan son savaş olarak bilinir.  Malazgirt Muharebesi,  şüphesiz Anadolu’nun kapılarını Türk Milletine açmakla kalmamış, aynı zamanda dünya siyasi tarihinin mecrasını da Türk Milleti lehine değiştirmiştir. Hristiyan Batı dünyası Anadolu’nun Türklerin eline geçmesini hiçbir zaman hazmedememiş ve hemen her vesile ile intikam almak istemiştir. İnsanlık ve Hristiyanlık tarihinin yüz karası Haçlı Seferleri bunun için başlatılmıştır. Batı Hristiyan dünyası korkunç hülyasını gerçekleştirmek için 26 Ağustos 1071’den başlayarak, 26 Ağustos 1922 yılına kadar tam dokuz asır Türk milleti ve Türk devletine karşı kılıç ve silah çekmiştir.

23 Ağustos 1514 Çaldıran Zaferi;  Osmanlı padişahı I. Selim ile Safevi hükümdarı Şah I. İsmail arasında 23 Ağustos 1514’te, günümüzde İran sınırları içinde olan Maku şehri yakınında yer alan Çaldıran Ovasında yapılan savaş Muharebe Osmanlı Ordusunun kesin zaferiyle sonuçlanmıştır.

24 Ağustos 1516 Merci dabık Zaferi;  Yavuz Sultan Selim, 5 Haziran 1516’da Mısır seferine çıktı. 27 Temmuz günü Osmanlı Ordusu Mısır sınırına dayanmıştı. Mısır Sultanlığı’na bağlı Antep ve Besni kaleleri birer gün arayla teslim oldular. Ancak asıl savaş 24 Ağustos 1516’da Merci dabık’da oldu. Mısır Ordusu Osmanlıların ezici top ateşi karşısında fazla dayanamadı. Kazanılan Merci dabık zaferi sonunda Suriye’nin kapıları Osmanlılara açılmış oldu.

29 Ağustos 1526 Mohaç Zaferi;  Osmanlı İmparatorluğu ve Macaristan Krallığı orduları arasında meydana gelen ve Macaristan’ın büyük bölümünün Osmanlı hakimiyetine girmesiyle sonuçlanan savaştır. Osmanlı Ordusu, Macar Ordusunu hezimete uğratmıştır. Savaş iki saat kadar sürmüştür. Dünyada en kısa sürede en ağır yenilgiyle sonuçlanan savaştır.

23 Ağustos 1921 Sakarya Meydan Savaşı; Yunan ordusu, hazırlıklarını tamamladıktan sonra 23 Ağustos 1921 günü Sakarya Irmağının gerisinde bulunan Türk ordusu mevzilerine saldırıya geçtiler. Yunan saldırıları kıt’alarımız tarafından ağır kayıplar verdirilerek durduruldu. Buna rağmen takviyeli Yunan kuvvetleri önemli mevzilerimizi ele geçirerek Polatlı’ya kadar yaklaştılar. Bunun üzerine Başkomutan Mustafa Kemal yeni bir savaş taktiği ile “ Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla sulanmadıkça, terk olunmaz ” diyerek vatanın her karış toprağı için asil Türk milletine savaşmayı emrediyordu. Bu emri alan her birlik ve her asker, vatan toprağını sonuna kadar savunmaya başladı.

26 – 30 Ağustos 1922 Büyük Taarruz; Kütahya’ya bağlı Dumlupınar yakınında 30 Ağustos 1922’de Türk ve Yunan orduları arasında meydana gelen savaştır. Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından yönetildiği için Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak anılır. İstiklal Savaşının kesin bir Türk zaferiyle sonuçlanmasını sağlayan bu çarpışmanın yıl dönümü ülkemizde ulusal bir bayram olarak kutlanmaktadır. Kurtuluş Savaş’ının son evresi 26 Ağustos 1922’de Afyon Kara hisar  – Kocatepe’de başlayan Büyük Taarruz ile açılmış ve 9 Eylül 1922’de Türk Ordu’sunun İzmir’e girmesiyle sonuçlanmıştır.

Bugün, 26 Ağustos 2018 tarihinde, Muş ile Malazgirt ilçemizde, 1071 Malazgirt zaferinin 947. Yılı Cumhurbaşkanlığı himayesinde, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, tüm devlet erkanı, MHP lideri Sayın Devlet Bahçeli, çalışma arkadaşları ve vatandaşlarımızın da çok yoğun ilgi ve katılımları ile coşkulu bir şekilde kutlandı. Anadolu coğrafyasının günümüze kadar Türk yurdu olarak kalması için şehit olan asil Türk milletinin her bir ferdine Allah rahmet eylesin!  30 Ağustos tarihinde de aynı coşku ve yoğun bir katılım ile Büyük Taarruz Başkomutanlık meydan muharebesi Afyon ili Kocatepe’de kutlanacaktır! Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Malazgirt zaferinin 947. Yılı kutlamaları, asil Türk milletine Anadolu’nun kapılarının açıldığı, Türk milletinin tarih sahnesine Ben de varım dediği ve Anadolu’yu Yurt edindiği, bugün de tarih sahnesine Yeniden Diriliş ve Uyanışın işaretleri ve emareleri olacaktır, şeklinde çok veciz bir konuşma yaptılar. Daha önceki yazılarımızda sürekli olarak vurgulamaya çalıştığımız gibi Türk Devleti ve Türk Milleti tarihi iki bin yıllık devlet ve kadim medeniyet kodlarına dönmektedir! Küresel güçler ve işbirlikçilerin günümüzdeki çok bağırmaları ve her bir koldan saldırmalarının sebebi hikmeti de budur!

Son günlerdeki ekonomik saldırı, tehdit ve şantajları hangi ekonomik kural  ve  hangi iktisadi literatüre sığdırabiliriz ki?!  Türk uyanır ve dirilirse neler olacağını tarihten gelen örnekleri ile küresel güçler ve işbirlikçiler çok iyi bilmektedir! Tüm mesele bu kutlu uyanışı ve dirilişi durdurmak, ertelemek veya yüz yıllardır olduğu gibi Türk devleti ve Türk milletini de denetim ve kontrolleri altına almaya çalışmaktır! Mazlum milletler ve tüm gönül coğrafyamız Yeniden bu kutlu uyanışı ve dirilişi beklemektedir!

Türk Milleti ve Türk Devletinin kutlu uyanış ve dirilişini, 2023 Hedeflerini, 2053 ve 2071 vizyon ve yürüyüşünü, tüm küresel güçler ve işbirlikçiler Durduramayacaklar, Engelleyemeyecekler!  Ne yapsalar Boş, Başaramayacaklar! Hz. Mevlana’nın çok güzel ifade ettiği gibi; “Aç gözlülüğü, tamahkârlığı ve hırsı yüzünden, her önüne gelenin tokadını yiyene Türk demezler. Türk ona derler ki; onun korkusundan dolayı hiç bir eşkıya, bir kasabadan haraç kesmeye kalkışamasın.”

Artık, Eski Türk Devleti Yoktur!

24 Haziran seçimleri ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetim sistemi zaviyesinden, tüm kurum ve kuruluşları ile yeni bir döneme geçtiğini ve milat olduğunu sürekli olarak yazılarımızda vurgulamaya ve tekrar etmeye çalışıyoruz. Yeni bir dönem ve milat derken içerideki bazı aklı evvel ve taşeron işbirlikçiler de bu durumu tabii ki tehdit olarak algıladılar! Türk Devleti ve milletinin varlığı ve bekası adına yanlış yerde duruyorsanız ve kimin adına da çalıştığınız belli değilse elbette ki sizler için bu durum mutlaka tehdit olacaktır! Durduğunuz yeri  ve kimin adına çalıştığınızı  bir sorgulayın?! Yanlış yapanın yanına artık kar kalmayacaktır! Elbette ki sistem dışına atılacaksınız! Devletin ne yapmasını bekliyordunuz? Yüz yıllardır bu topraklarda at koşturduğunuz ve asil Türk milletinin ensesinde boza pişirdiğiniz yetmedi mi? Artık Yeter! İnin bu milletin sırtından, tüm küresel güçler ve taşeron, işbirlikçiler olarak! Zaten siz inmek istemeseniz de yeni devlet yönetim sistemi ve iki bin yıllık devlet aklımız otomatik olarak sizleri hem oyun, hem de devre dışı kesinlikle bırakacaktır! Başkaca bir tercihimiz yoktur! Başkaca bir çıkış yolumuz da yoktur! Aksi halde bin yıllardır yurt edindiğimiz Anadolu coğrafyasındaki Türk Devlet ve milletinin varlık ve bekası sıkıntıya girecektir! Devlet aklı buna asla izin vermeyecektir!

24 Haziran Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi ile birlikte yeniden tasarlanan ve tanımlanan tüm devlet yönetimi, bütün unsurlarıyla hayata geçmeye başlamıştır. Yürütmeyi oluşturan Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi, yasamayı oluşturan milletvekilleri ve partiler,  bağımsız yargıyı da dikkate aldığımızda Türkiye yeniden doğmuş gibi yeni bir sisteme geçmiştir. Bu yeni dönem ve sistem, 94 yıllık Cumhuriyet tarihimizde üçüncü yeni bir evredir. Bunun birinci evresi Cumhuriyetimizin kuruluşudur. İkinci evresi çok partili hayata geçiş ve dolayısıyla parlamenter sistemin 71 yıldan beri uygulanmasına sebebiyet veren bir süreçtir. Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi ise Cumhuriyetimiz ve Türk Devletinin yeni ve daha güçlü bir evresi olacaktır. Üçüncü evre, Türkiye’nin Anadolu’da ve bölgesindeki geleceğini belirleyecek, 21. yüzyılda lider ülke olmasına yol açabilecek etkinliği, kararlılığı ve azmini de ortaya koyabilecek yeni bir yönetim sistemidir.  Bu yeni sistem, iki bin yıllık Türk devleti, Osmanlı ve Selçuklu medeniyet kodlarımızdır! Bu yeni sistem, devlet kod tanımlarımızda kayıtlı bulunan, Adalet ve Hakkaniyeti esas alan, mazlum milletlerin de umudu ve tüm gönül coğrafyamız ile birlikte yürüme kararlılığı olan tarihsel bir süreçtir!  Bu sistemin hayata geçmesi 24 Haziran seçimlerinde seksen bir milyon asil Türk milletinin yoğun katılımları ile gerçekleşmiştir. Asil Türk milletinin her bir ferdine ayrı ayrı teşekkür ederim. Bu asil millet savaş meydanında kahramanca cenk etmekten, istiklal ve istikbali için de her türlü fedakârlık ve cefadan, vatanı ve kutsalları uğruna canını da feda etmekten hiçbir zaman çekinmemiştir! Anadolu coğrafyasında yaşamanın zorlukları yanında, çok ağır bedelleri vardır! Anadolu coğrafyasını yurt edinmiş asil Türk milletinin her bir evladı, kutsal değerleri, varlığı, birliği, bekası ve bağımsızlığı için her türlü bedeli tarihte ödemiş ve bugün de ödemeye her an hazır ve nazırdır! Küresel güçler ve taşeron işbirlikçiler, bu durumu kesin olarak idrak etmelidir!

Son günlerde, özellikle de son birkaç gündür döviz ve dolar kuru üzerinden Türk devleti, Türk milleti ve ekonomisine yönelik olarak yapılan saldırılara şahit olmaktayız! Yapılanları kabaca ifade edersek ekonomik bir saldırı, şantaj, tehdit ve savaştır! Çünkü bu yüzyıldaki savaşlar siber ve dijital dünya üzerinden yürütülmektedir! Iskaladığınız an zaten kaybedersiniz, tarihte olduğu gibi! Bugün böyle bir lüksünüz kesinlikle yoktur!  Daha önceden bu topraklarda bir kaşık suda fırtına koparanlar, hedeflerine erişememektedir! Dolar kuru üzerinden ekonomimizi çökertemeyenler, ikinci aşamadaki planlarında neyi ve neleri hedeflemekteler? Neyi olabilir? Gezi benzeri sosyal bir hareketlenmeyi, sokak terörü ve sosyal bir kaosu zorlamaktalar! Gerisi zaten onlar adına çorap söküğü gibi gelecektir! Böyle bir hareketlenmeye kalkışan veya alet olan kesinlikle af edilmeyecek, kökleri de tamamen kurutulacaktır! Türk devletinin varlığı, bekası ve milletimizin de birliğine karşı olabilecek, dışarıdan ve içeriden her türlü saldırı ve ihanet misli ile karşılığını görecektir! Böyle de bilinmelidir! Çünkü içerideki aparatlar bir bir temizlenmekte ve sistem dışına atılmaktadır! Daha önceki yıllarda, sistemin içindeki taşeron ve işbirlikçiler maharetiyle Türk devletinde her türlü pis ve hain emellerine çok kolay ve seri bir şekilde erişmişlerdir! Artık eski Türk devleti yok! Artık eski Türk devlet yönetim sistemindeki kullanışlı aparat ve adamlarınız da yoktur! Yeni bir devlet aklı, yerli, milli, bağımsız ve yeni bir yönetim sistemi olan Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi vardır! Sistemin her bir zerresinde,  asil Türk milletinin kendi öz evlatları bulunmaktadır! Devşirme ve taşeronlara kesinlikle yer yoktur! Hele Müslüman görünümlü Yahudi, Hristiyan ve Siyonistlere tüm kapılar tek tek kapanmaktadır! Sisteme dışarıdan dahil olan yabancı çipler artık sisteme uyum ve giriş yapamamaktadır!  Türk devleti için bam teli dediğimiz yer tam da burasıdır! Yok, efendim şu bakan giderse ekonomi düzelirmiş! Yok, efendim Cumhurbaşkanı ve şu bakanların danışmanları değiştirilirse ekonomik saldırılar son bulurmuş! Yok efendim şu şu isimler ekonomi, hazine ve maliyenin başına getirilirse ekonomimiz stabil bir duruma geçer, yabancı para akışı başlar, tüm ekonomik saldırı, tehdit ve şantajlar da son bulurmuş! Başka bir arzunuz! Anadolu’da eskilerin ifadesi ile geçti Borun pazarı sür eşeğini Niğde’ye derler!

Mesele  sadece Dolar  Kuru mu?!

Cuma günü, sabah erken saatlerde, dostlarla mutat olduğu üzere, kahvaltı yaparken bir anda döviz kurlarındaki hareketlilik gözümüze çarptı!  TV’ler ve haber siteleri son dakika olarak geçmeye başladı! Neler oluyordu?  Aman Allah’ım dolar kuru  6,5 TL’yi gösteriyordu! Bir gün önce 5,3 TL seviyesinde seyreden dolar kuru,  24 saat geçmeden bir TL artış gösteriyordu!  Bu gece itibari ile de dolar kuru 7 Tl’den işlem görmeye başlamış! Türkiye’de Darbe mi olmuştu?!  Yoksa  Türkiye Dünya Savaşına mı girmişti?!  Tabii ki Hayır! Bunların hiçbiri olmamıştı! Gezi ayaklanması, 17 -25 Aralık ve 15 Temmuz hain darbe gecesinin ertesinde  döviz ve emtia piyasalarında böyle bir hareketlilik olmamıştı! Neler oluyordu? Döviz kurları ve özellikle de dolar üzerinden Türk devletine ayar vermeye ve hizaya getirilmeye mi çalışıyordu?  Türk devleti ne gibi kararlar alıyor ve bunları yaşamak zorunda kalıyorduk!  Neler mi oluyor?  Türk Devleti ne mi yapıyor? Türk devleti sadece yerli ve millik olmak, Bağımsızlık ve İstiklal  savaşı veriyor! Anlamayan ve anlamak istemeyenlere  de tekraren duyurulur!

Tarihler 1999 yılını gösterirken, üstat ve ağabey olarak tanımladığımız bir köşe yazarı, Türk devletinin yaşamakta olduğu tüm sosyal, siyasi ve ekonomik sorunlarla boğuşurken, şöyle bir yazı kaleme almıştı.   Üstat yazısının bir buklesinde;  Aynı gemideyiz! Gemi batarsa hepimiz birlikte batacağız! Geminin sağlam kalmasına itina göstermemiz gerektiğini ileri sürenler bu güne kadar bize bu vasıtanın hangi tehlikeyle yüz yüze kaldığını hiç söylemedi. En azından şunu bilmiyoruz: Türkiye gemisinin dibi delindiği ve bu sebeple su aldığı için mi batma tehlikesi geçirmektedir,  yoksa Türkiye’nin varlığını geminin rotası iyi tespit edilemediği için kayalara çarpıp parçalanma ihtimali mi tehdit etmektedir? Eğer birincisi ise yani geminin dibi delindi ve bu sebeple de su alıyorsa, milli bir seferberlik tehlikeyi savuşturmamıza kafi gelecektir.  El birliği ederek, iş bölümü yaparak bazılarımız su boşaltmakla uğraşırken bazılarımız da deliği küçültme ve tıkama işiyle meşgul olur. Gemi mürettebatı ve yolcular su alan gemiyi yüzdürmek için dayanışmakta zorluk çekmez. Ve lakin mesele geminin rotasındaysa ve birileri kayalara çarpıp parçalanma tehlikesinden söz ediyorsa mürettebat ile yolcular arasında sağlam bir dayanışma zemini bulmak hiç kolay değil. Yolcular rotanın değişmesini talep edebilir ama bu değişikliği kendilerinin yapmaya ehil olmadığını bilebilirler. Mürettebat nerede yanlış yaptığını keşfedemediği için rotanın yanlış olmadığı inancını koruyabilir. Giderek mürettebatı, yolcuları, rotayı aynı hizaya getirememek, başlı başına bir tehlike olabilir, şeklinde devam eden tespit, teşhis ve önerilerde bulunuyordu.

Türk devleti adlı geminin sakinleri olan tüm Türk milleti olarak şuna kesin olarak inanmalı ve öylece de davranması gerekir! Türkiye adlı gemi sağ ve salimen yolculuğuna devam etmek zorundadır! İki bin yıllık devlet geleneği olan, dünyaya adalet ve hakkaniyet dağıtmış, mazlum milletlere de her daim umut olmuş Türk devleti,  devleti ebet müddet ülküsü ve ideali çerçevesindeki kızıl elmaya ulaşmak mecburiyetindedir!  Genç Türk devleti kurulduğu tarihten kısa bir süre sonra tipleri bizden fakat çipleri başkalarının yani küresel güçlerin denetimi ve elinde olanlar maharetiyle, 15 Temmuz hain darbe ve işgal gecesine kadar geldi ve dayandı! 15 Temmuz gecesinde işbirlikçiler eliyle uzaktan denetim ve yönetim tamamen bitirilmek istenmiştir! 15 Temmuz gecesinde, Türk devletinin tapusu ve anahtarı yine bizden görünümlüler tarafından ağababaları olan küresel güçlere teslim etmeyi planlamışlardır! İstiklal ve İstikbaline aşık olan asil Türk milleti bu hain planı ve kahpe hesabı Çanakkale’de olduğu gibi İman dolu göğsünde parçalamıştır! Tabii ki böyle bir duruş ve tepki beklenmiyordu! Biz bu milleti iki yüz yıldır uyutmuştuk! Biz bu milleti uyuşturmuştuk! Biz bu milletin tüm milli ve manevi değerlerini de parça parça etmiştik,  diyen tüm küresel güçler ve içimizdeki taşeron işbirlikçiler, 15 Temmuz gecesi resmen şaşkına döndüler! Bu şaşkınlık ve kudurmuşlukla da ne yapacaklarını bilemediler! Buldukları her bir malzeme ile üzerimize gelmeye başladılar! Gelecekler ve sonunda da Çanakkale’de olduğu gibi geldikleri şekilde gidecekler!

18 Şubat 1952 tarihinden itibaren, NATO üyeliği ve Soğuk Savaş bahanesiyle,  ABD, Türk devletinin tüm yönetim ve karar mekanizmalarının her bir evresinde çok etkin olmaya başlamıştır! Türk devleti, ABD’ye sormadan, danışmadan ve hatta izin almadan adım atamaz ve karar dahi alamaz hale getirilmiştir! Yani Türk devleti adlı gemi su mu alıyor! Yoksa Türk devleti adlı geminin rotasını belirleyen ve kumanda güvertesinde de kimler oturmaktadır? Türk devleti adlı gemiyi kimler yönetmektedir? 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasının olduğu geceden itibaren Türk devleti, devlet yönetimindeki etkin ve yetkin noktalarda bulunan tüm taşeron işbirlikçileri bir bir temizlenmeye başlamıştır! 15 Temmuz hain darbe gecesinden sonraki günlerde, bir ABD’li yetkili, devletimiz tarafından görevden alınan üst düzey askerler için, endişeliyiz ve arkadaşlarımız görevden alınmaktadır, diyordu! Sana ne kardeşim! Sana mı soracaktık, kimi görevden alacağım ve kimi atayacağım! Tabii arkadaşlar alışmış oldukları için zorlarına gidiyordu!  15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, 16 Nisan referandumu ve 24 Haziran seçimlerindeki Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi ile birlikte, Türk devleti yönetim çerçevesinden yeni bir dönem ve hatta milat diyebileceğimiz adımları atmaya başlamıştır. Türk devleti adlı gemi tarihsel devlet kodları olan rotasına oturmaya başlamıştır! Türk devleti adlı gemi iki bin yıllık devlet ve medeniyet kodlarına dönmeye başlamıştır! Türk devleti adlı geminin maliyesi de ilk defa yerli ve milli politikalar üretmeye ve belirlemeye başlamıştır! Türk maliyesi de tüm gelir ve giderlerini,  ilk defa tek bir merkezden yönetebilir olmak kararı ve iradesini göstermiştir! Dolar neden yükseliyormuş, anladın mı şimdi?! Türk devleti döviz kuru ve dolar üzerinden,  bir Bağımsızlık, Yerli ve Milli olmak savaşını vermektedir! Sen neredesin?! Tarafını seçtin mi?! Kimin yanındasın! Hz. İbrahim’e su taşıyan karınca misali, Tarafımız neresidir?!

Hedef Türkiye!

Son günlerde döviz kuru üzerinden Türk devleti ve Türkiye ekonomisine karşı yürütülmekte olan ekonomik saldırıların hedefi nedir? Mezkur papaz veya rahip ülkemizde on altı aydır tutuklu değil midir?  Papaz ve ekonomi! Papaz ve döviz kurları!  Papaz ve ekonomik tehdit ve şantaj! Papaz ve müttefiklik ilkelerini yok saymak! Kel alaka dediğinizi de duyar gibiyim! Ben de aynen öyle düşünüyorum!  Kim veya kimler bu saldırıları yapmaktadır? Neden ve neler olmaktadır? Dünyamız ekonomik olarak batıyor mu? Dünya ekonomisi nereye gitmektedir?  Dünya üzerinde yaşamakta olan tüm insanlara yetecek kadar kaynakları sonsuz kudret sahibi yüce Allah yaratmasına rağmen; Sanki kıtlık varmış, Sanki kaynaklar tükeniyormuş gibi!  Nedir bu yaşadıklarımız? Türk ekonomisine karşı küresel güçler tarafından yapılan saldırıların arka planı nedir? Gerçekten Türk ekonomisi zor durumda mıdır? Türk devletinin ekonomik alt yapısı sağlam değil midir? Yani ekonomi güvenliği yok mudur? Bir ülke için iç güvenlik ve dış güvenlik kadar önemli olan ekonomi güvenliği tüm parametreleri sağlam ve sağlıklı olarak Türk devletinde yürütülmekte ve uygulanmakta mıdır? Bir iletişimci ve gazeteci olarak gözlemlerimize dayanarak Türk ekonomisi sağlam temeller üzerine oturmuştur. Ekonomik rasyo değerlerimiz çok yerinde ve ekonomisi de güvenliklidir. Kredi derecelendirme kuruluşlarının değerleme ve puanlarımız ile oynamasının bir geçerliliği ve anlamı da yoktur! Artık eskisi gibi bu ülkede yüz bin, iki yüz bin veya milyon dolarlar ile ne bir kriz, ne de ekonomik kaos çıkarabiliyorlar! Sorun da burasıdır! Bilmem anlatabildim mi?

Ülkemizde son dönemde döviz kurunda tabii ki hareketlenmeler olmaktadır. Peki, neden olmaktadır? Bu konuda bir izah ve açıklamanın da olması gerekmektedir! Ekonominin kendi işleyişi ve seyrindeki hareketlenmeler oluyorsa buna hiç kimsenin diyeceği bir şey olamaz! Fakat bu konuda bir devleti veya milleti dize getirme, dolaylı olarak darbe girişimleri hesap ve planları yapılıyorsa o zaman orada durmak ve uzun bir süre düşünmek gerekir!

2013 yılından itibaren örtülü ve aleni olarak saldırı altında olan ve 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması yaşamış bir ülkenin tüm fabrikaları, tüm işyerleri ve tüm bankaları ertesi günü tıkır tıkır işliyor ve her bir işyerinin de ertesi günü çalışmaya başladığı bir ortamda, siz hangi ekonomik kriz, sosyal veya ekonomik kaos, ekonomik sıkıntı veya sorundan bahsediyorsunuz? Kimi kandırıyorsunuz! Bu nasıl bir algı operasyonudur! Bu milletin aklı ile alay mı ediyorsunuz! Ekonomi dediğiniz bilim sadece sizin inhisarında mıdır? Bizler de bu bilimi öğrenmek ve uygulamak konusunda sizden daha fazla yetkili ve uzman olamaz mıyız? Ne diyorsunuz? Anlayamadım!

Türk devleti ve Türk milleti, 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması gecesinden itibaren,  16 Nisan Anayasa değişiklik referandumu ve 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçişi ile birlikte, devlet yönetiminin her bir alanında,  bağımsız, yerli ve milli politikalar üretmeye ve geliştirmeye başlamıştır!  Bu konuda emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunarım!  Kurtuluş savaşını vermiş olan asil Türk milleti,  dışı bizden ve içi, yani çipleri dışarıdaki güçlerin kontrol ve denetiminde olan taşeron ve işbirlikçiler maharetiyle, neredeyse yüz yıldır örtülü veya dolaylı olarak yönetilmektedir! Ne ala memleket! İstiklal ve istikbaline âşık olan asil Türk milleti 15 Temmuz hain ve karanlık darbe kalkışma gecesinde yeniden ve tarihi bir kahramanlık destanı yazmıştır! Yani asil Türk milleti tarihi devlet ve medeniyet kodlarına dönmeye başlamıştır!

Bu devleti ve milleti taşeronları maharetiyle yönetmeye alışkın olanlar, artık hiçbir hareketimiz ve planlarımızdan anında haberdar olamadıkları için kudurmaktadır! Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı harekâtları ve daha sayamadığımız tüm askeri operasyonları içimizdeki adamları halen olsa, bu operasyonları yapabilir ve başarılı olabilir miydik?  Sonuç alınabilir miydi? Anında haberdar oluyor ve gerekeni de yapıyorlardı! Artık eski Türkiye yok! Köprünün altından çok sular akmıştır! Eskilerin çok güzel ifade ettiği gibi, Geçti Borun pazarı sür eşeğini Niğde’ye! Anladın mı şimdi neden saldırıyorlar?! Anladın mı şimdi döviz kurları üzerinden ve ekonomik olarak  neden saldırıya geçmişlerdir?!

AK Parti iktidarları ile istikrarlı bir döneme giren Türk siyasi hayatı ve ekonomisi, tüm iş dünyasının derin bir nefes almasına,  kazançlarına yeni kazançlar eklemesine, evlerine yenilerini, araçlarına daha lüks olanlarını ve daha modern fabrikalarda üretim yapar hale gelmişlerdir! Afiyet olsun! Allah daha çok versin!  Tebrik ederiz! Başarılar dileriz!  Kimsenin ne kazancında, ne arabasında, ne evinde,  ne de malı ve mülkünde gözümüz vardır! Hayırlı mübarek olsun! Güle güle kullansın ve otursunlar! Fakat TÜRK DEVLETİ bir saldırı altında ve sıkıntı halinde bulunurken, devlet varlık ve yokluk, beka savaşı verirken, bir iş adamı olarak, 16 yıllı AK Parti iktidarları dönemindeki kazançlarından bir kısmını kaybetmeyi göze alamıyorsam, bu saldırıları,  SAVAŞI  baştan ve toptan kaybederiz! Tüm STK ve ODA başkanlarından rica ediyorum! Tüm iş adamları olan üyeleriniz kazançlarından, bu güne kadar kazandıklarından, almış olduğu evlerden, arabalardan, arsa ve tarlalardan sadece bir kısmını, bir kaçını devleti için kazançlarından kaçırmış olduğu vergileri veya  az vermiş olduğu kazançlarının vergisini bugün tam olarak verebilmelidir!

Aksi halde yarın DEVLET kalmaz ise zaten külliyen ve toptan kaybedeceksin! Örnek mi, Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Mısır, Yemen ve daha sayamadığım tüm devletleri parçalanan ülkeler, kaos ve sıkıntıda olan memleketlere sadece şöyle bir BAK, DÜŞÜN, TEFEKKÜR ve TEZEKKÜR ET!  Yarın çok geç olabilir! Hemen şimdi, acil ve ivedi olarak Bugün! Peki, İman ehli müminlere, Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah;  Vallahi, Biz sizleri elbette, biraz korku ile biraz açlık ile mallardan, canlardan, mahsulâttan biraz eksiklik ile imtihan edeceğiz. Ey Peygamber, Sabredenleri müjdele, buyurmaktadır!