Sykes – Picot ne ola ki?

Sykes – Picot; Birinci Dünya Savaşı yıllarında İngiltere – Fransa ve Rusya arasında, Osmanlının paylaşımı üzerine, yapılan gizli bir anlaşmadır. Rusya savaştan çekilip, orada komünist bir yönetim kurulunca, Lenin, emperyalistlerin aralarındaki bu çirkin anlaşmayı dünya proletaryasına ifşa etti

Dolayısıyla 1917 yılının sonlarında Osmanlı üzerindeki bu paylaşım anlaşmasını duymayan kalmamıştı. Antlaşmanın esas amacı, Orta Doğu’nun savaştan sonra Osmanlı’dan geride kalacak olan kısımlarında İngiltere ile Fransa’nın payını ayırmaktı.

Bunun için 1915 yılının Kasım ayından 1916 yılının Mart ayına kadar bu devletlerarasında görüşmeler yapıldı ve sonunda 16 Mayıs 1916’da anlaşma imzalandı. Yakında anlaşmanın 100. yıldönümünü anmaya hazır olabiliriz. Bölgemizdeki karışıklıkların sebebi hikmeti mi acaba? Anlamakta zorlandığımız değişik kavgaların sebebi de olabilir mi?

Bugünkü Orta Doğu sınırlarının bu anlaşmayla gerçekleştiğini sanıyorsak, fena halde yanılıyoruz demektir. İlk olarak, Orta Doğu’nun sınırlarının yeniden belirlenmesinde bir hareket noktası oldu. Sınırlar, gelişigüzel ve diplomatik, siyasî ve askerî pazarlıkların sonucunda, herhangi gerçek bir temele dayanmaksızın çizilirken, her çizik zaman içinde yeniden farklılaştı.

İngiltere aslan payını alırken, Fransa daha küçük bir payla yetinmek zorunda kaldı. Hiçbir bağımsızlık sözünde durulmadı. Paylaşım haritası tamamen ve temelinden değiştirildi. İlk hazırlandığında bölüşüm, paylaşım sınırları olabildiğince düzgün cetvelle çizilmişti. Sonra sınırlar yeniden oluşturuldu. Her geçen sürede konjonktür bu sınırları zorladı, değiştirildi.

Bütün bunlar günümüz Orta Doğu’sunun sorunlarını hazırladı. Hemen herkesin fark edeceği gibi, uzun yıllarca sonu görünmeyen bir kör dövüşü işte böyle başladı, gelişti. Daha çok uzun yıllar boyunca da aynı şekilde süreceğinin işaretini her gün vermekten geri durmaksızın…

100 yıl önce Osmanlıyı parçalayıp, küçük parçalarını kendi adamları, yani içerideki taşeronları vasıtası ile bu güne kadar idare ettiler. Bu gün ise zikredilen anlaşmanın 100. yılı yaklaşırken birileri tekrar böyle bir anlaşma ve paylaşım derdindeler.

İngiltere ve Fransa kervanına bugün de Almanya’nın katılımı ile paylaşma operasyonu devam ettirilmek istenmektedir. Küçük resme bakarak, bu olayları anlamamız mümkün değildir. Büyük devletler  emperyalist hedeflerine ulaşmak için ter türlü organizasyonun ve oluşumun içerisine girerler..

Bugün; Türkiye ve bölgemiz üzerinde bu oyun ve parçalama işaretlerini, yüzyıllardır aynı kaderi paylaşan, Alevi ve Kürt kardeşlerimiz üzerinden yürütmekteler. Aman ha dikkat…

İleride çok büyük pişmanlıklara sebebiyet verecek davranış ve faaliyetlerde bulunmayalım…  Bir 100 yıl daha bölgenin kan gölüne dönmesine izin vermeyelim. Bu topraklar üzerinde yaşayan bu asil milletin evlatları olan bütün etnik gruplarla bu vatanı hep birlikte savunduk ve savunmaya da devam edeceğiz. Oyuna gelmeyelim…

Birileri bu oyuna gelmemizi istiyor ve oyun bozulduğunda bölgede bu devletlerin esamisi okunmayacaktır. Bölgenin çocukları kendi mahallesinde söz sahibi olacaktır. Kavganın ve kaosun bütün sebebi budur.

Basın Kartı bir Şehir için zenginliktir

Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Konya İl Müdürlüğüne birkaç ay önce atanan ‘Aile Eğitim ve İletişim Uzmanı’  Cemil Paslı Bey ile Konya basını ve sarı basın kartı hakkında sohbet ettik. Öncelikle Cemil Beye yeni görevlerinde Başarılar dilerim.

Cemil Bey, sohbetimize başlamadan önce, basın sektörü ve ilimiz için çok önemli iki konuya değinmek istediklerini.. Benden önce bu görevi başarı ile yürüten ve Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğüne Daire başkanı olarak atanan Tuncay Karabulut beye bugüne kadar burada yapmış oldukları çalışmalar ve bundan sonra da yeni görevinde Başarı dileklerinde bulundular. Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, Basın Kartı Komisyonuna seçilen Konyalı hem şehrimiz, Basın İlan Kurumu (BİK) Genel Kurulu Anadolu Gazete Sahipleri Temsilcisi Mustafa Arslan beyi Tebrik ettiğini ve Anadolu gazetelerinin artık her yerde söz sahibi olmaya başladığını vurguladı.

Geçtiğimiz hafta, Konya Gazeteciler Cemiyet Başkanı Sefa Özdemir ve yönetim kurulunun tensipleri ile düzenlenen, bu kadar kargaşanın ve kanın aktığı bir ortamda kardeşlik ruhu çerçevesinde, Van gezisinden dolayı Teşekkürlerini ifade etti. Bu etkinliğe katılan İç Anadolu Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Adem Alemdar,  Basın İlan Kurumu (BİK) Genel Kurulu Anadolu Gazete Sahipleri Temsilcisi Mustafa Arslan, diğer katılımcı gazeteci ve gazete imtiyaz sahibi arkadaşlara böyle bir etkinliğe sebep oldukları için minnettarlığını ifade ettiler. Gazetecilerin ve sektörün gelişimi adına bu vb. gezileri önemsediğini de ifade ettiler.

Cemil Bey basın sektöründe çalışan arkadaşlarımızın teşvik edilmesi noktasında, yapmış oldukları özel haber ve röportajlarla ilgili olarak muhabir arkadaşlarımıza prim sisteminin devreye girmesi gerektiğini ifade ettiler.  Bu sistemle masa başı gazeteciliğin de önüne geçilmiş olabileceğini vurguladılar. Ajans haberciliği ile yerel basının gelişmesinin mümkün olmadığını da vurguladı.

Cemil Bey; Genel Müdürlüğümüzün koordinasyonunda, sektör temsilcileri ve basın meslek kuruluşlarının da dâhil edildiği çalışmalar sonucunda ortaya çıkartılan 10 alt meslekten; Muhabir, Uzman Muhabir, Foto Muhabiri (Seviye 5- Seviye 6) alt meslek gruplarına ait standartlar Mesleki Yeterlilik Kurumu Yönetim Kurulu tarafından onaylanarak 20 Ağustos 2015 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandı. Yayımlanan bu belge ile gazetecilik mesleğini icra edenlerde bulunması gereken nitelikler bir standarda kavuşturuldu.  İstihbarat Şefi (Seviye 6), Sayfa Editörü (Seviye 6), Editör (Seviye 5), Görsel Yönetmen (Seviye 6) , Sayfa Sekreteri (Seviye 5), Düzeltmen/Musahhih (Seviye 6) alt meslek gruplarına ait standartların belirlenmesi çalışmaları ise devam ediyor. Genel Müdürlüğümüzce yürütülen çalışmaların devamı kapsamında sektör temsilcileri ve çalışanları ile bir araya gelinecek ve düzenlenecek çalıştaylar sonucunda bu meslek gruplarına ait standartlar oluşturulacağını ifade etti.

Cemil Bey,   Şehirler açısından Sarı Basın kartı adedi ve sahipliğinin çok önemli zenginlik olduğunu vurguladı. Basın sektöründe çalışan arkadaşlarımızın sarı basın kartı üyeliği noktasında teşvik edilmesi gerektiğini de… Ulusal basın ve Türkiye genelinde bir şehirde ne kadar aktif basın kartı sahibi varsa o kadar önemli ve değerli olduğunu da… Bu konuda kurum olarak üzerlerine düşen her göreve hazır olduklarını ve şehirde bulunan gazeteci dostlardan bu konuda daha fazla duyarlılık göstermelerini ve kurum olarak desteklerini beklediklerini de sözlerine ekleyerek sohbetimizi noktaladık.

 

Siyasi Parti Teşkilatlarında Seçim Heyecanı

 

Partiler 4 yılda bir yapılan genel veya yerel seçimlere hazırlanmak ve teşkilatlarına bir hedef belirleme adına seçim dönemleri çok önemlidir. Seçim dönemlerinde teşkilatlarına seçim havasını,  seçim heyecanını veremeyen partilerin siyasi ömürleri de kısıtlı olur, iktidar hedefleri de tabana pek yansımaz. İstediğiniz kadar birinci partiyiz diye bütün toplantılarınızda söylem olarak ifade edin, davranışlarınıza,  tutumlarınıza ve ifadelerinize yansımıyorsa işiniz çok zordur. Teşkilatlar açısından her seçim döneminde yakıtı heyecan olan ve teşkilatlarına bunu verecek olan yönetimdir. Yönetim bu konuda zafiyet göstermeye başladığı zaman bir sorun yumağı var demektir.  Bir İletişimci olarak,  7 Haziran genel seçim sonuçlarından tek başına bir iktidar çıkmadığı ve koalisyon görüşmelerinden de bir hükümet kurulamadığından, 1 Kasım tekrar seçime hazırlanırken, siyasi partilerin teşkilatlarına bir söylem, hedef, heyecan ve gaz verme dönemleridir diye düşünüyorum.

AK Parti teşkilatlarında, 7 Haziran genel seçimlerindeki milletvekili adayları ile 1 Kasım tekrar seçimine girmeli diye düşünüyorum. 7 Haziran da seçilen milletvekilleri hakkında, birileri tarafından kendilerinin önünün açılması veya bir başka dostlarına kapı aralamak adına,  bir nevi algı yönetimi yapılmakta olduğunu bilmemize,  bütün bu karalama, kara propaganda ve yıpratma kampanyalarına rağmen, aynı adaylar ile tekrar seçime girmelidir diyorum. AK Parti Genel Başkanı ve karar vericilerin burada bir ahde vefa örneği gösterileceğine inancım tamdır.

1 Kasım tekrar seçime yol alırken, AK Parti teşkilatlarındaki yorgunluk, bıkkınlık ve heyecansızlıktan bir önceki yazımızda vurgulamaya çalışmıştık. Yazımızdaki tespit ve önerilerimizle ilgili olarak arayan dostlara teşekkürler. İl yönetim yedek listesinde bulunan bazı dostların sitem ve uyarılarını sizlerle paylaşmak istiyorum. AK Parti teşkilatlarında halen İl yönetim yedek listesinde bulunan fakat İl teşkilatının kapısından girmeyen yöneticilerin olduğundan…  İl Başkanı ve yönetimden bir kişi tarafından aranıp ‘ Kimsiniz, Ne iş yaparsınız, Neler yapabilirsiniz, İl teşkilatına bir çaya, kahveye bekleriz vb. ‘  formatında bir iletişime dahi geçilemeyen il yönetim kurulu yedek listesi. Canla başla her göreve hazır ve nazır olduklarına ifade eden dostlarımıza, İL başkanı ve diğer yöneticiler tarafından Allahın selamı esirgenen yedek yöneticiler.. Siz bu şekilde mi 1 Kasım tekrar seçimine gireceksiniz? Bu şekilde mi tek başına iktidar olacaksınız? Aile üyelerini tanımadan, güçlü ve zayıf taraflarınıza odaklanmadan, takım üyelerini tanımadan, selam vermeden, heyecan veremeden mi?   Spor müsabakalarında yedek oyucusuz maça çıkmak gibi bir nevi… Takımların yedek oyuncularına bakılarak strateji belirlenen rakiplerin olduğu bir arenada; İşiniz, işimiz Allaha kalmış dostlar…

AK Parti Teşkilatlarına Neler Oluyor

Hafta sonu, AK Parti Konya İl Teşkilatının 46. Danışma Meclisi toplantısını bir gazeteci, iletişimci penceresinden izlemeye çalıştım.  Danışma Meclisi toplantısına;  Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme eski Bakanı Lütfi Elvan,  Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık yanı sıra AK Parti Konya 22.23.24 dönem eski milletvekilleri, 25. dönem Konya milletvekilleri, 25. dönem milletvekili aday adayları ve teşkilat yöneticilerinin katılımı ile gerçekleştirildi.

AK Parti Konya İl 46. Danışma Meclisi toplantısındaki izlenimlerime göre, parti teşkilatındaki kişilerde bir çözülme, güven ve ifade etmekte zorlanılan bir  sorunlar  yumağı var gibi.. Bu izlenimlerime katılırsınız veya katılmazsınız.  İletişimcinin görevi kamuoyuna tarafsız bir şekilde izlenimlerini aktarmaktır. Resmi çekmek, resme herhangi bir yorum ilave yapmadan, resmi okumasını okuyucuya bırakmasını bilmek gerekir. Bir İletişimci olarak gördüklerimi, izlenimlerimi dostane olarak aktarmaya çalışıyorum.  Teşkilatlardaki bireyler kimin yanında duracağına karar verememiş, aman görünmeyelim havasındalar…  İzle gör politikasına benzer, bir bakalım görelim der gibi… Büyükler, ağabeyler, eskiler bir yerleşsin biz de duruma göre bir yer tutarız. Zaten bu vb. toplantılarda meydan ‘Önemli’  insandan geçilmiyor. Siyaset mezarlıklarının kendilerini ‘önemli’ zanneden insanlarla dolu olduğunu da unutmamak gerekir. AK Parti teşkilatlarında 2002 yılından beri yönetici vb. kadrolarda bugüne kadar bulunan, ihale, rant, makam, mevki peşinde koşan insanlardan,  gerçekten dava ideali ile çalışacak insanlara engel mi olunmaktadır. Kaba ifadesi ile eşek arılarından bal arılarına çalışacak saha mı kalmamaktadır diye insanın aklına geliyor.

7 Haziran seçim sonuçlarından tek parti iktidarı çıkmadığı ve herhangi bir koalisyon da oluşmayınca tekrar seçim gündeme geldi. 1 Kasım tekrar seçimine doğru hızla yol aldığımız şu günlerde,  önceki dönemlerde olduğu gibi bir seçim atmosferini, sokaklarda ve teşkilat üyelerinde görmekte zorlanacak gibiyiz. Seçim dönemleri, teşkilatlar için heyecan ve koşturma dönemleridir.  AK Parti teşkilatları üst üste gelen seçimlerden yorgun düşmüşe benziyor. Teşkilatlara bu dönemde heyecanı ve çalışma azmini veremeyen yöneticilerin, seçim döneminden sonra o makamlarda durmaları çok zor demektir.  Partilerde insanlar sorunlarına herhangi bir çözüm aramaya gelirler. Sorunlarına ilave sorun eklemek için değil. Çünkü partiler insanların sorunlarına çözüm üretme merkezidir. Vatandaşın sorunlarına ek sorun değil farklı çözüm yolları üretmek zorundasınız.  Vatandaşın sorunlarına çözüm üretemediğiniz anda zaten siyaseten ‘yok’ hükmündesinizdir. 1 Kasım tekrar seçim sonuçlarının teşkilatlardaki yorgunluk, yılgınlık, bıkkınlık ve bu çalışma azmi ve heyecanı ile AK Parti açısından 7 Haziran seçim sonuçlarından farklı olamayacağını düşünüyorum.

 

Otel Sektörüne Yeni Cencept; NOV Otel Konya

NOV  & İBİS Konya otellerinin Genel Müdürü Berati Tuncer ve Kurumsal İletişim Müdürü Haydar Çekkılıç beylerle yeni yatırımları ve Konya turizm hizmet sektörü hakkında sohbet ettik. NOV ve İBİS Konya Otellerini Eylül ayında açmayı planladıklarını fakat inşaat vb. kaynaklı olarak bir ay erteleme ile Ekim ayı içerisinde hizmete gireceğini ifade ettiler.

Her iki dostumuza çıkmış oldukları bu yolda Başarılar dilerim.

Öncelikle ticaret adamlarına, özellikle de ekonominin durağan olduğu dönemlerde,  yatırım kararı alan cesaret sahibi iş adamlarını Tebrik ederim.  Turizm sektöründe Konya’ya yenir bir soluk ve heyecan kazandıracağına inanılan,  NOV ve İBİS otellerinin yatırımcısı,  İstanbul’da ikamet eden ve İstanbul’da kazanan,   sevdalı olduğu memleketine yatırım kararı alan,  Konyalı Mustafa Özşenol beye almış olduğu bu kararından ve cesaretinden dolayı çok Teşekkürler. Mustafa Beyin ticari mantığı ‘’  Hayatımızda dürüstlük ilkesi ile bilimsel çalışmayı ve kaliteyi yan yana getirmeyi hedefledik. Bu yolda genç yöneticilerimiz de yürüyecekler. Hiç yerimizde saymayacağız. Her gün bir öncekinden daha önde.. Daha donanımlı. Daha yenilikçi’’..   Mustafa Bey Konyalı olmanın ve Mevlana felsefesine sahip olmanın vermiş olduğu heyecanla… Hz. Mevlana’nın  ‘Her gün bir yerden göçmek,  Ne iyi,  Her gün bir yere,  Konmak ne güzel, Bulanmadan, donmadan, Akmak ne hoş, Dünle beraber  Gitti cancağızım, Ne kadar söz varsa, Düne ait, Şimdi yeni şeyler Söylemek lazım ‘’ buyurduğu gibi…  Rabbim Hayırlı ve bereketli kazançlar versin.

Genel Müdür Berati Bey,  Otel hizmet sektörüne yeni bir concept hedefi ile çıktığımız bu yola, otel sektöründe sadece konaklama noktasına odaklanmadıklarını, müşteri veya misafirleri için her noktada yani misafirlerimize dokunduğunuz her alanda,  VIP hizmet anlayışına sahip olduklarını ve bütün personel olarak bu anlayışta hizmete odaklandıklarını ifade ettiler.

Kurumsal İletişim Müdürü Harday Bey, Toplantı salonları, yüzme havuzları ve yeni hizmet alanları ile Konya, Karaman bölgesinde İş âlemine ve ailelere hizmete odaklandıklarını, 180 eğitimli personeli ve VIP hizmet anlayışımıza uygun, müşteri memnuniyetine odaklı bir anlayışla, otelimizin taksilerini Audi A3 markası ve eğitimli taksici arkadaşlarla yola çıktıklarını vurguladılar. Havaalanına inen ve bizim otele gelecek olan misafirlerimize otelimizin taksi operatörleri tarafından, misafirimizin talep etmeleri halinde, Konya hakkında kabaca bir bilgilendirme yapılacağına da vurgu yaptılar. Konya ve Karaman bölgesinde, yurt dışına seyahat edecek olan müşterilerimize, dünyanın her bir bölgesinde bulunan 4.000 adet otel grubumuzla irtibata geçerek hizmete hazır olduklarını ifade ettiler.

Bir şehrin gelişiminde, özellikle de yerli ve yabancı turizm açısından otel yatırımları çok önemlidir. Ülkemizde son yıllarda ön plana çıkan İnanç turizminde bir merkez olma noktasında gelişme gösteren Konya’nın yeni Otel vb. yatırımcıları da desteklenmeli diye düşünüyorum. Ülkeler, şehirler ve ekonomiler için; Otel seyahat demek,  otel turizm demek, otel hareketlilik, dinamizm ve canlılık demektir.

 

Suriyeli Mülteciler Meselesi

Dünya kurulduğu günden bu güne sürekli olarak savaşlar gündeme gelir. Bu savaşların bir kısmına mantıklı bir cevap, sebep bulunabilirse de… Çoğuna bir sebep, cevap  dahi üretemeyiz..  Çünkü büyük devletlerin ekonomik kaygıları bu savaşları sürekli olarak tetiklemiştir. İçerideki taşeronları vasıtası ile savaş zemini hazırlanmıştır. Dünya üzerinde savaşların olduğu her yerde, komşu ülkelere sığınmacı konusu gündeme gelir. Rabbim, kimseyi evinden, barkından, yurdundan edecek noktada bırakmasın..   İnsanlık adına çok zor bir durum..  Bu kadar zor ve zahmetli durumda bir de çocukları ve yaşlıları düşünmek gerekir.. Rabbim, kimseye böyle bir durumu yaşatmasın…

2011 yılından bu güne sınırımızda bir Suriye iç savaşı yaşanmaktadır. Bu savaşın da bir gerekçesini Suriye halkına ve dünya milletlerine büyük devletler açıklayamazlar… Emperyalist ülkeler, Irak, Afganistan ve daha başka ülkelerin işgalinin gerekçesini hala açıklayamadıkları gibi… Yitirilen ve karartılan umutlar, talan edilen hanümanlar… Gerekçesi ekonomik kaygılar ve birkaç damla petrol için… Ne kadar kanın aktığı ve ne kadar hayatın yitirildiği büyük devletlerin umurunda mı? Dünya milletleri,  İnsanlık adına bir çözüm ve arayışa geçmediği müddetçe, devam edecek bir seremoni…

Suriyeli mülteciler ülkemizin her tarafında serbeste dolaşmaktadır. Hatta büyük bir kısmı ticari hayata bile atıldılar. Bulundukları bölgede vatandaşın güven ve emniyetine zarar verici bir faaliyette bulunmadıkları sürece, güzel bir gelişme… Kendilerine sahip çıkan bu asil devlet ve milletin; Can, mal ve namus emniyetine tasallutta bulunmadıkları müddetçe… Bu asil millet ‘Ensar ruhunu’  hiçbir zaman kaybetmediğini de dünya milletlerine bu davranışları ile göstermiş oluyor. Suriyeli mülteci kardeşlerimiz, ‘Ensar ruhlu’ bu asil millete ihanet etmek akıllarından bile geçmez, umarım…

Konya özelinde, Gazeteci duyarlılığı çerçevesinde kamuoyundan aldığımız bilgiler doğrultusunda, Suriyeli mülteciler meselesi çok sıkıntılı bir duruma doğru gitmektedir. Konyalı vatandaş sokak emniyetinden şüphe eder hale gelmiştir.  Araboğlu makası denilen bölge tamamen Suriyeli vatandaşlarımız tarafından nerdeyse işgal edilmiş durumda… Konyalı bir vatandaşımız akşam saatlerinde bu bölgeden geçemez hale gelmiş… Akşam saatlerinde kendine güvenen bir vatandaş Zafer bölgesinde yaya olarak yürüyemez noktasında… Yeni mahalle denilen bölgedeki vatandaşlarımız dahi durumdan bizar etmiş haldeler… Suriyeli mülteciler, Sınır bölgemizde kontrollü bir bölgede tutulabilir miydi?  Suriyeli mülteciler konusunda acaba bir yerlerde stratejik bir hata mı yapıldı sorusu akla geliyor…

 

Stratejik akıl ve Siyasi İrade

Müslüman Birey Uyanık olmak zorundadır. Müslüman’ım diyen her bireye Hz. Allah Kutsal Kitabımızda sürekli olarak  ‘Akıl etmez misiniz’,  ‘Düşünmez misiniz’, ‘ Çok az Düşünüyorsunuz’  vb. olarak uyarılar da bulunur.  Hz. Peygamber efendimiz, bireyin olaylara bakış açısı noktasında ‘Müslüman Feraseti ile bakar’ vb. ikazlarda bulunur.

Hz. Peygamber, Uhut savaşında stratejik akıl ile olaylara bakmamış olsa idi, Okçuları Okçular tepesine yerleştirmez ve Okçulara Okçular tepesinden ayrılmayın talimatında bulunmazdı. Okçuların ganimet vb. için Hz. Peygamberin talimatına muhalefet etmeleri ile Hz. Peygamberin dava arkadaşlarından birçok sahabeyi ve Hz. Peygamberin biricik amcaları Hz. Hamza’yı kaybettik. Günümüzde de birilerinin mutlaka Okçular tepesini tutmaları gerekmektedir.. Okçular tepesinin stratejik önemde olduğunu anlayabilecek noktada stratejik akla ve siyasi iradeye sahip olmak gerekir.

Ülkeleri idare edenler, herhangi bir gücün emri ve vesayet altında değil ise Stratejik akıl ve siyasi iradelerini göstermek zorundadır. Ülkemizde şu anda bir stratejik akıl ve siyasi irade gösterilmesine, bugüne kadar bölgemizi karıştıranlar ve içerideki taşeronların rahatsızlığını görmekteyiz. Tarihin seyrini, stratejik aklı ve siyasi idare ile bunu uygulayan Liderler ve Devletler uzun soluklu olarak dünya sahnesinde ayakta kalabilirler. Aksi halde tarih olmak gerçeği ile karşı karşıya kalırlar.

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın sürekli olarak vurgulamaya çalıştığı, ülkemizde oynanan oyun, dolap ve kaosun temeli tamamen bir ‘Üst Aklın’ ürünüdür.  Üst akla karşılık olarak bizlerin de bir Stratejik aklı olmak zorundadır. Aksi halde ülke ve millet olarak bütün olaylara karşı ‘Reaktif’ pozisyonunda kalırız. Proaktif olmanın temeli stratejik akla sahip olabilmektir. Bu ülke 100 yıllardan beri ilk defa stratejik akla ve devlet aklına, özellikle de siyasi iradeye sahip oluyor.

Stratejik akıllarını kullanarak, geleceği planlama ve tarihin nesnesi değil, öznesi olma azim ve kararlılığını gösteremeyen ve bölgemizde seyretmekte olduğumuz Müslümanların hali , “Hak şerleri hay reyler, sen sanma ki gayr eyler, arif anı seyreyler, görelim Mevla’m neyler neylerse güzel eyler” avuntusuyla beklemeye devam ettikleri sürece.. Müslüman birey, olaylara ve dünyaya bakışı noktasında, bütün maddi ve manevi tedbirlerini aldıktan sonra elbette ki gücünün yetmediği noktada gerisini Yüce Yaratıcıya bırakıp Tevekkül etmesini de bilecektir. Fakat önce bütün tedbirler alınacak, sonra tevekkül ve teslimiyet… Yalnızca başkalarının kurgulayıp oluşturdukları tarihin figüranları olmaya devam ederler. Stratejik akla sahip olduğumuz takdirde bu bölgede kimse oyun oynayamaz. Bu oyunu biz kurar ve oyunu da biz oynar, oynatırız.  Bölgemizde oynanan oyunda, Figüranlıktan, Yönetmenliğe terfi ederiz.  Bölgemizdeki kavgaların sebebi, bu Asil millet  ‘ Figüran’ mı olacak, yoksa ‘ Yönetmen’ mi olacak…  Karar bizim…

Osmanlı Mirası ve Reddi Miras

Tarih konusunda özellikle Osmanlı tarihi ve son 100 yıllık tarihimiz noktasında fikir beyan edecek noktada değilim. Bir İletişimci olarak, bölgemizde dönen 200 -300 yıllık planları ve etrafımızın neden ateş çemberi halinde olduğunu okuyabilmek adına birkaç kelam sarf etmeye çalışacağım.  Osmanlının bütün borçlarını ödemekle mirasçı olan bir millet fakat Osmanlı bakiyesi topraklar üzerinde herhangi bir söz veya iletişime mirasçı olamasın… Bu nasıl bir Miras hukuku… Medeni Avrupalıya bakar mısınız? Osmanlı İmparatorluğu, Avrupalı devletler tarafından uzun yıllardır planladıkları şekilde her bölgesinde savaşma noktasına getirilmişti. Her taraftan bağımsızlık ve hürriyet nidaları yükselmeye başlanmıştı. Osmanlı, 1854 yılında Kırım savaşı ile başlayan Avrupalı devletlerden hem devletin cari masraflarını karşılamak hem de savaş tazminatını ödemek maksadı ile ilk defa borç alınmaya başlandı.

Osmanlı İmparatorluğunun parçalanması ve Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren 100 yıllık süreçte, 1954 yılına kadar bu asil devlet ve millet Osmanlının borçlarını ödemeye devam etti. Bu tarihte Osmanlıdan kalan borcun tamamı ödenmiştir. Alacaklı devletler birbirlerini ibra işini ise 30 yıl erteleyerek, 1984 yılında Rahmetli Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde, Osmanlıdan kalan borç bitmiştir, ödenmiştir şeklinde ‘İbra’ vermişlerdir.

Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren, dışarıdan ve içerideki taşeronlar vasıtası ile toplumsal kavgalar ve ekonomik sorunlarla boğulmaya çalışılmıştır.  Dünyada neler olup bittiği, hatta kendi bölgesinde meydana gelen olaylara dahi müdahale edecek bir gücü dahi olamamıştır. Bu devlet, Osmanlıdan kalan borçlarını ödemekle mükellef iken sorun yok… Fakat Osmanlı bakiyesi olan bölgelerle, yani kendisinden zorla koparılan gönül bağı olan, kardeş milletlerle iletişim kurması yasak. Bu nasıl bir Miras ve devletler hukuku..

Türkiye, devlet ve millet aklı devreye girerek,  Osmanlı bakiyesi olan bölgelerle her türlü ticari, ekonomik, sosyal ve kültürel faaliyetler içerisinde bulunması doğal hakkıdır. Devlet ve millet aklı bu irtibatı sonuna kadar götürmelidir, diye düşünüyorum. TİKA vb. kuruluşların çalışmaları Osmanlı bakiyesi bölgelerle işbirliği noktasında, bölge üzerinde hesapları olan birilerini çok rahatsız etmektedir. Buna hiçbir kuvvet ve devlet de engel olamamalıdır.  Devlet ve millet aklı ve özellikle siyasi irade buna izin vermeyecektir. Sen misin bu bölgelerle ticari ve her türlü iletişime geçen… Osmanlı bakiyeleri ile irtibatı koparılan bu millet, tekrar bir araya gelmeyecek şekilde bütün bağlantıları tekrar koparılmaya çalışılmaktadır. Bölgesinde koparılan fırtınanın ve içeride Alevi – Sünni, Türk- Kürt vb. kavgaların sebebi hikmeti… Bölgesinin, evinin içinin kan gölüne ve etrafının ateş çemberi ile sarılmasının hikmeti…

Akil Adamlar Tekrar Göreve

Bir İletişimci ve gazeteci olarak,  din bilgini değilim.  Kendimi bu konularda fikir beyan edecek noktada ise kesinlikle görmüyorum.  Bölgemizde,  Müslüman’ın Müslüman’a nasıl ve neden kırdırıldığını anlamak noktasında, bir gazeteci duyarlılığı çerçevesinde,  İslam âleminde mezhepler üzerinden oynanan oyun ve planların,  kendisini Müslüman olarak kabul eden herkesin, daha fazla feraset sahibi ve uyanık olması noktasında gözlemlerimi aktarmaya çalışacağım.

Hz. Allah, Banisi olduğu dinin tam ve net olarak anlaşılır şekilde kılmak için Peygamberi vasıtası ile Kutsal kitabımız olan Kuran-ı Kerim’i göndermiştir. Müslüman’ım diyen kişinin, tüm ibadet ve amelleri Kuran-ı Kerim’e göre olmalıdır. İslam’ın dört ana temel bilgi ve başvuru kaynağı;  Kitap, Sünnet, Kıyas ve İcma’dır.  Bunların dışındaki kaynaklar bireyi yanlış yollara, yanlış itikadı noktalara sevk edebilir. Dinin temeli İman, yani İtikattır. Ancak bazen dinimizle ilgili herhangi bir sorunun, konunun cevabını Kuran-ı Kerim’de bulamayız veya yorumlayamayız. İşte bu noktada hadis ve sünnetlere başvururuz. Ayet, hadis ve sünnetlerin farklı fıkıh âlimlerince yorumlanmasıyla ortaya çıkan görüş ayrılıkları ise mezhepleri oluşturmuştur. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki mezhepler asla bir dinmiş gibi görülmemeli, gösterilmemelidir. Mezhep kurucuları ise din kurucuları veya tebliğcisi değildir. Mezhepler için “İslam dininin anlaşılma, yorumlanma hatta bir çeşit düşünce ekolleridir” ifadesi kullanılabilir.

İslam dininde mezhepler Fıkhı ve İtikadı olmak üzere 2 ana gruba ayrılır;  Fıkhı Mezhepler; Hanefi, Maliki, Şafii ve Hambeli..  İslam dininde ibadet, evlilik, boşanma, ticaret, miras ve amel gibi konularda ortaya çıkan görüşlerin sistemli olduğu mezheplerdir.

İtikadı Mezhepler;  İtikat kelime anlamı olarak aksine ihtimal vermeyecek şekilde bir şeyi kabullenmek, gönülden bağlanmak,  İman etmek demektir. İtikadı mezhepler ise iman ve inançla ilgili konuların sistemleştiği mezheplerdir;  Ehl-i Sünnet Mezhebi: Mâtüridiyye Mezhebi,  Eş’ariyye Mezhebi; İkisi de peygamber efendimizin sünnetlerine uygundur.

Ehl-i Bid’a Mezhebi: Hz. Muhammed (s.a.v.)’in getirdiği emirleri ve Kuran-ı Kerim’in hükümlerini kendilerine göre yorumlayıp uygulayan kimselerdir. Yani bid’ata giren, sünnet yolundan sapan kişilerdir. Bid’at dinin esaslarına ters düşen her türlü davranış, söz, düşünce fiil demektir.

Avrupa’nın tarihinde 30 yıl savaşları olarak da bilinen mezhep savaşlarında,  şehirlerin sokaklarında nehirler gibi kan akmıştır. Avrupa kendi tarihinde yaşadıklarının benzeri Müslüman topraklarında birlik, beraberlik ve bütünlüğün olmaması adına mezhepçiliği körüklemektedir.  Halifelik makamının ortadan kaldırılması ve bir daha BİRliğin zuhur etmemesi için de her yol denenmektedir. İslam âleminin bir ve beraber olmaması adına… İslam âleminde, Mezhep savaşlarının çıkması için her türlü yollara başvurulmaktadır. Bölgemizde zuhur eden mezhepçikler ve akan Müslüman kanın durması adına, daha önce uygulanmış olan, Akil Adamların tekrar sahalara inmesi gerektiğini… Özellikle ülkemizde, hak mezhepler ve bidat mezhepler konusunun topluma anlaşılır bir şekilde aktarılması gerektiğini düşünüyorum. İnsan bilmediğinin düşmanı olur düsturundan hareketle, toplumun büyük bir kısmının bu şekilde aydınlanacağını ve bölgemizi mezhepler üzerinden karıştırmaya çalışan büyük devletler ve onların taşeron örgütleri olan İŞİD, DAES, YPG vb. katılımın, maddi ve manevi desteğin düşeceği kanaatindeyim.

ÇİN İşi ve Acele Karar vermek!

 Çin Hükümeti’nin Doğu Türkistan’daki Müslümanlara yönelik uygulamaları Türkiye’den büyük tepki topluyor. Türkiye’nin yaşanan olaylara karşı gösterdiği protesto eylemleri ve Çinli turistlere yapıldığı söylenen saldırı haberleri, Çin ve Türkiye’nin ekonomik ilişkilerine yansıyıp yansımayacağı sorusunu gündeme getiriyor.

Doğu Türkistan’da yaşanan olumsuzlara karşı gösterilen tepkiler, ne kadar doğru ve ne kadar gerçeği yansıtıyor. Türkiye’nin ÇİN hükümeti ile varmış olduğu silah antlaşmalarının diğer büyük devletler tarafından başka bir şekilde her iki tarafında cezalandırılması olabilir mi? Yaşanan gelişmelere bir de bu açıdan bakmak gerekir diye düşünüyorum.

Doğu Türkistan bölgesinde ne kadar yabancı ülke casusu olduğu bilinmemektedir. Sadece bizim bölgemiz olan Suriye sınırımızda 9 bin yabancı ülke casusu olduğu tahmin ediliyorsa… Yabancı casuslar tarafından Doğu Türkistan bölgesi karıştırılarak acaba her iki ülkeye de bir uyarı mı verilmeye çalışılmaktadır.  Acele karar vermek ve olayların detaylarını, arka planını araştırmadan,  görmeden AKIL tutulmaması yaşanmaması adına! Konu ile alakalı bir Çinli hikâyeyi sizlerle paylaşmak istiyorum…

Öykümüz ünlü Çin düşünürü Lao Tzu’nun zamanında geçer.. Lao Tzu bu öyküyü çok sever, sık sık anlatırmış!.

Efendim köyde bir yaşlı adam varmış! Çok fakir.. Ama kral bile onu kıskanırmış! Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki! Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış!  “Bu at, bir at değil benim için!  Bir dost.. İnsan dostunu satar mı” dermiş hep!  Bir sabah kalkmışlar ki, at yok!  Köylü ihtiyarın başına toplanmış; “Seni ihtiyar bunak.. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler!

İhtiyar “Karar vermek için acele etmeyin” demiş: Sadece ‘At kayıp’ deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez!   Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler.

“Babalık” demişler:  “Sen haklı çıktın.  Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için.. Şimdi bir at sürün var..  “Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?

Köylüler, bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden “Bu herif sahiden gerzek” diye geçirmişler. Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara.  “Bir kez daha haklı çıktın” demişler. “Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler.

İhtiyar “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz” diye cevap vermiş. “O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar.. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez.

Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş.

Köylüler, gene ihtiyara gelmişler: Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.

“Siz erken karar vermeye devam edin” demiş, ihtiyar. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor.”  Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatle tamamlarmış, etrafına anlattığında:

“Acele karar vermeyin.  O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz.  Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir  hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”