Montrö Sözleşmesi ve Karadeniz Güvenliği!

1. Dünya Savaşının başlarında; Alman Akdeniz Filo Komutanlığı’na bağlı, Goeben ve Breslau Kruvazörü;  İngiliz ve Fransız donanmalarının takibinde, Çanakkale Boğazı önlerine kadar gelmiştir! Osmanlı – Alman ittifak antlaşmasının sonrasında meydana gelen bu olay, uluslar arası bir krize neden olmuştur!  Sanki günümüzü ifade eder gibi! Tarih, tarihten ders almasını bilmeyenler için sadece tekrardan ibarettir! Tarihten ders ve  ibret alınsa tekerrür  edebilir mi?!

Alman savaş gemilerinin Boğazlardan içeri alınması, Avrupa Devletlerinin diplomatik baskısına maruz kalan Osmanlı devleti; gemileri satın aldığını,  Yavuz Sultan Selim ve Midilli adlarını aldığını; savaş süresince zırhlı gemilerin kontrolü ve icraatları ile ilgili inisiyatif Alman İmparatorluğu’nda bulunacağını, ilan etmiştir! Madem ki, inisiyatif ve icraat Alman imparatorluğunda;  Osmanlı Devletinin 1. Dünya savaşına girmesine, neden bahane aranmıştır! Demek ki; kirli ve sinsi plan başkacadır!  

Alman İmparatorluğu komuta heyetinin kontrolündeki mezkûr gemiler,  Karadeniz’e çıkarak Rus limanlarını topa tuttuğu Karadeniz Baskını, Osmanlı Devleti’nin 1.Dünya Savaşı’na girmesine yol açmıştır! Bugün, Türk Devletleri Teşkilatının merkez üssü konumundaki Türk Devletini zayıflatmak adına, emperyalist güçler tarafından bir bahane, dört gözle beklenilmekte olduğunu düşünüyorum! Türk Devlet Aklı böyle bir olaya asla izin vermeyecektir!

Birleşik Krallık Birinci Lordu Winston Churchill, birkaç yıl sonra yazdığı anılarında; Goeben ve Breslau Kruvazörü; Osmanlıları savaşa girmeye zorlayarak; Doğu ve Orta Doğu için bir geminin daha önce hiç olmadığı kadar fazla katliam, sefalet ve yıkım getirdiğini, ifade etmiştir!

Dünya petrol ve doğal gazının büyük bölümünü tüketen; ABD ve AB, her geçen gün istikrarsızlaşan Orta Doğu petrollerine alternatif olarak,  Hazar Bölgesi; petrol ve doğal gazı için plan ve taktikler geliştirmektedir!

ABD’nin Karadeniz enerji politikalarını istediği yönde uygulama arzusu paralelinde, Gürcistan’da Gül Devrimi ve Ukrayna’da Turuncu Devrim gerçekleştirilerek, bu devletlerde batı yanlısı hükümetler iktidara getirilmiştir!

Romanya ve Bulgaristan’ın 2004 yılında NATO’ya katılmasının yanı sıra, Romanya ve Bulgaristan’da askerî üsler açan ABD, Karadeniz’de askerî varlığını artırma gayreti içerisindedir! Neden acaba? Yoksa ulusal güvenlikleri buralardan mı başlamaktadır? Ya da Avrupa ülkelerini askeri olarak NATO ile olduğu gibi enerji vanasını da tamamen kontrol altına almayı mı planlamaktadır? Neden olmasın?

ABD’nin Karadeniz’de askerî varlığını arttırmasındaki en büyük engel, Montrö Boğazlar Sözleşmesidir! Sözleşme hükümlerine göre; Karadeniz’e kıyısı olmayan devletlerin Boğazlardan geçiş tonajı ve Karadeniz’de kalış süreleri sınırlandırılmaktadır! ABD, Karadeniz’e kıyı devletleri, NATO’ya almak sureti ile bu soruna çözümler aramaktadır!

Günümüzde; Ukrayna’nın NATO’ya alınmak istenmesi ve Rusya ile Ukrayna arasında devam eden gerilim, Moskova yönetiminin Ukrayna’yı işgaline dönüşmüştür! Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş; Montrö Boğazlar Sözleşmesini yeniden gündeme getirmiştir!  Peki, Montrö Boğazlar Sözleşmesi nedir? Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin maddeleri ve önemi nedir vb. sorulara cevaplar aramaya çalışalım!

Sözleşme; Boğazlardan geçiş ve ulaşım serbestîsi; ticaret gemileri, savaş gemileri ve uçaklar ayırımı yapılarak düzenlenmiştir! Barış zamanı, Türkiye’nin tarafsız olduğu savaş zamanı, Türkiye’nin muharip olduğu savaş zamanı ve Türkiye’nin kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidine maruz görmesi durumları da göz önünde bulundurularak ayırım yapılmıştır!

Sözleşme; Boğazların savaş gemileri tarafından kullanılmasında, Türkiye’nin güvenlik çıkarlarını gözeterek, Karadeniz’e kıyısı olan ve olmayan devletler ayrımı yapılarak, kıyısı olmanın yararına ayrıcalıkları da içermiştir! Bu ayrımlar sayesindedir ki Türkiye kendi güvenliğini sağlamıştır!

Sözleşme;  Türkiye’ye İstanbul ve Çanakkale boğazları üzerinde kontrol ve savaş gemilerinin geçişini düzenleme hakkı veren uluslararası bir sözleşmedir! Türkiye’ye Boğazlar üzerinde tam kontrol hakkı verir ve barış zamanı sivil gemilerin özgürce geçişini garantiler!  

20 Temmuz 1936 tarihinde; Bulgaristan, Fransa, Büyük Britanya, Avustralya, Yunanistan, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve Türkiye tarafından imzalanan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye’nin hakları iade edilmiş ve boğazlar bölgesinin egemenliği tamamen Türkiye’ye geçmiştir!

Kadim Türk Devlet Aklı denetimindeki Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, 1. Dünya savaşında olduğu gibi bir oldu – bitti bahane edilerek, 2. Dünya savaşı sonrasında kurulan Soğuk Savaş benzeri yenidünya düzeni ve sistematiğine matuf, emperyalist devletlerin gazlaması ile Rusya’nın önüne atılan Ukrayna işgalinin tarafı olmayacağını, tarihi medeniyet kodlarının gereği; bölgesinde ancak ve ancak BARIŞ ve HUZURUN tarafı olacağını,  düşünüyorum! Ukrayna yönetimini gazlayan güçler, nerededir? Gaz verenler, neden askeri yardım yapamamaktadır?! Yoksa, Gaz verenler, Enerji GAZININ ALTINDA mı kalmaktadır?!

1. ve 2. Dünya savaşlarında olduğu gibi,  YENİ bir DÜNYA DÜZENİ ve YENİ bir DENGEYİ kurmak isteyen üçlü taraf için ( İngiltere; ABD ve Rusya ) ne kadar insanın öldüğü ya da sakat kaldığı umurunda olmayacaktır! Mesele sadece ULUSAL ÇIKARLARIDIR! 2. Dünya Savaşı sonrasında Yalta’da olduğu gibi Avrupa; hem GAZ ve hem de ASKERİ olarak, tamamen DENETİM ve KONTROL altına alınacaktır!

Özellikle, Türkiye, bir savaşın tarafı olmadığı durumlarda, Boğazlar ile ilgili neleri yapması ve neleri de yapmaması ile ilgili, kamuoyundaki sorular çerçevesinde, sözleşmenin 19 – 20 ve 21. maddelerini takdirlerinize sunarım!

Madde -19; Savaş zamanında, Türkiye savaşan değilse, savaş gemileri; 10. maddeden 18.  maddeye kadar olan maddelerde belirtilen koşullarla aynı koşullar içinde, Boğazlarda tam bir geçiş ve gidiş -geliş özgürlüğünden yararlanacaklardır!

Bununla birlikte, savaşan herhangi bir Devletin savaş gemilerinin Boğazlardan geçmesi yasak olacaktır!  İşbu Sözleşmenin 25. Maddesinin uygulama alanına giren durumlarla, saldırıya uğramış bir Devlete, Milletler Cemiyeti Misakı çerçevesi içinde yapılmış, bu Misak’ın 18. maddesi hükümleri uyarınca tescil edilmiş ve yayımlanmış, Türkiye’yi bağlayan bir karşılıklı yardım antlaşması gereğince yapılan yardım durumları bunun dışında kalmaktadır!

Yukarıdaki 2. fıkrada konulmuş geçiş yasağına karşın, Karadeniz’e kıyıdaş olan ya da olmayan savaşan Devletlere ait olup da bağlama limanlarından ayrılmış bulunan savaş gemileri, bu limanlara dönebilir!  Savaşan Devletlerin savaş gemilerinin Boğazlarda herhangi bir el koymaya girişmeleri, denetleme hakkı uygulamaları ve başka herhangi bir düşmanca eylemde bulunmaları yasaktır!

Madde -20; Savaş zamanında, Türkiye savaşan ise, 10. maddeden 18. maddeye kadar olan maddelerin hükümleri uygulanamayacaktır; savaş gemilerinin geçişi konusunda Türk Hükümeti tümüyle dilediği gibi davranabilecektir!

Madde -21; Türkiye kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidi karşısında sayarsa, Türkiye’nin, işbu sözleşmenin 20. maddesi hükümlerini uygulamağa hakkı olacaktır!

Yukarıdaki fıkranın Türkiye’ye tanıdığı yetkinin Türkiyece kullanılmasından önce Boğazlardan geçmiş olan, böylece bağlama limanlarından ayrılmış bulunan savaş gemileri, bu limanlara dönebilecekler! Bununla birlikle, Türkiye, davranışıyla işbu maddenin uygulanmasına yol açmış olabilecek Devletin gemilerini bu haktan yararlandırmayabilecektir!

Küresel İklim Krizi ve Konya İklim Şurası!.

İklim; atmosfer, kara yüzeyleri, okyanuslar ve diğer su kütleleri ile canlıları kapsayan karmaşık ve etkileşimli bir sistemdir! Sistem, zaman içinde, kendi iç dinamiklerinin etkisi altında veya dış etmenlerde meydana gelen i değişikliklere bağlı olarak değişim göstermektedir!

Birleşmiş Milletler bünyesindeki Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli raporuna göre, küresel ısınma kesinlikle ” insan kaynaklı ve eşi görülmemiş ” bir düzeyde kötüleşti, diyormuş!

Jeolojik devirlerdeki iklim değişiklikleri, buzul hareketleri ve deniz seviyesindeki değişimler yoluyla, dünya coğrafyasını değiştirmekle kalmamış,  ilaveten ekolojik sistemlerde de kalıcı değişiklikler meydana getirmiştir!

Küresel iklim değişikliği; fosil yakıtların yakılması, ormansızlaştırma ve sanayi süreçleri gibi insan etkileri ile atmosfere salınan sera gazı birikimlerindeki artış, iklimde oluşan değişiklikleri ifade etmektedir!

Yeryüzünde ve atmosferde tutulan ısı enerjisi, atmosfer ve okyanus dolaşımıyla yeryüzüne dağılmakta ve atmosfere geri verilmektedir! Bunun bir bölümü, bulutlar ve atmosferdeki sera etkisini düzenleyen sera gazlarınca soğurularak atmosferden tekrar geri salınmaktadır!

Bu sayede yerküre yüzeyi ve alt atmosfer ısınmakta; yerkürenin beklenenden daha fazla ısınmasını sağlayan ve ısı dengesini düzenleyen bu süreç, doğal sera etkisi olarak ifade edilmektedir!

2020 sonrası iklim değişikliğinin çerçevesini oluşturan Paris İklim Anlaşması, 2015 yılında Paris’te düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, 21. Taraflar Konferansı’nda kabul edilmiştir!

Paris İklim Anlaşması, insan kaynaklı sera gazı salınımlarının neden olduğu küresel sıcaklık artışını, sanayileşme öncesi döneme kıyasla, 2 santigrat derecenin altına sınırlamayı hedeflemektedir!

Paris İklim Anlaşması, 2020 sonrası süreçte, İklim değişikliği ile mücadele bağlamında; azaltım, uyum, finansman, teknoloji geliştirme ve transferi, kapasite geliştirme, şeffaflık ve durum değerlendirmesi konularına ilişkin uygulama usulleri belirlenmek üzere bir çerçeve oluşturmuştur!

Paris İklim Anlaşması, emisyon azaltımı hususunda, gelişmiş ülkelerin mutlak emisyon azaltım hedeflerini sürdürmelerini! Gelişmekte olan ülkelerin emisyon azaltımı, zaman içinde tüm ekonomiyi kapsayacak yeni hedefler benimsemelerini telkin etmektedir!

Türkiye;  Paris İklim Anlaşması’nı, 22 Nisan 2016 tarihinde, New York’ta düzenlenen Yüksek Düzeyli İmza Töreni’nde, 175 ülke temsilcisiyle birlikte ve gelişmekte olan bir ülke olarak imzalamıştır!

Paris İklim Anlaşması, 7 Ekim 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı Kararı ile onaylanmış ve iç hukuk onay süreci tamamlanmıştır. Anlaşma onay belgesi, 11 Ekim 2021 tarihinde BM Sekretaryası’na tevdi edilmiştir!

Türkiye’de; kurumsal örgütlenme ve yapılanma, mevzuatta yapılan yeni düzenlemeler, iklim değişikliğine ilişkin, yaşanan ulusal ve uluslararası gelişmeler kapsamında, İklim Şûrası düzenlenmesi ihtiyacı ortaya çıkmıştır!

İklim Şûrası, 05.09.2012 tarihli ve 28402 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Çevre ve Şehircilik Şûrası ile Çalışma Gruplarının Oluşumu, Çalışma Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin hükümleri çerçevesinde düzenlenmektedir!

Türkiye’nin yeşil kalkınma devrimi ana teması ile 21-25 Şubat 2022 tarihleri arasında, Konya’da düzenlenen İklim Şûrasının temel amacı; Türkiye’nin yeni iklim değişikliği vizyonu, gelişen ve değişen koşullar çerçevesinde ele alınarak, yeşil dönüşüm anlayışını ortaya koymaktır!

İklim Şurasının yürütücüsü; Çevre Şehircilik ve İklim Bakanı Murat Kurum ve bakanlık personeline,  mihmandar konumunda ki;  Konya Büyükşehir Belediye Başkanı,   merkez ilçe belediye başkanları ve çalışanlarına, görüş ve önerileri ile oturumlara katılım sağlayan; akademisyen, yazar, sanatçı, katılımcı ve programda emeği geçen tüm görünmeyen kahramanlara da teşekkürlerimi sunarım!

İklim Şurasındaki görüş ve öneriler çerçevesinde, iklim değişikliğiyle mücadele ve uyum çalışmalarında, paydaşların aktif katılımı ve tüm Türkiye’nin ortak akıl ile yeşil dönüşüm için yeni yol haritasını oluşturulacaktır!

İklim Şurasındaki görüş ve öneriler çerçevesinde, İklim Kanunu taslağı ve diğer mevzuat için politika önerilerinin geliştirilmesi, sera gazı emisyonlarının azaltılması ve iklim değişikliğine uyum bağlamındaki sektörlerin stratejik hedefleri ile kurumların öncelikli eylemlerinin belirlenmesi için öneriler ortaya konulmuştur!

Türkiye; Küresel İklim krizi ve iklim sorunlarına karşı; Rüzgâr enerjisi,  Güneş enerjisi, Hidroelektrik enerjisi, Jeotermal enerji,  Dalga enerjisi, Biokütle enerjisi ve Hidrojen enerjisi gibi yenilenebilir enerji üretim alanlarına ilave yatırımlar yapmaktadır!

Cumhurbaşkanlığı verilerine göre, 2020 yılında Türkiye, elektrik üretiminin yüzde 42,3’ünü yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılandığı, vurgulanmaktadır!   

Avrupa Birliği İstatistik Ofisi verilerine göre, 2020 yılında, AB’nin bu alandaki ortalamasının yüzde 37,5 olduğu!  Yenilenebilir enerji üretiminde 35 ülkenin yer aldığı listede, Türkiye 14. sırada yer aldığı, ifade edilmektedir!

Küresel sera gazı emisyonunda büyük bir dengesizlik göze çarpıyor! Türkiye, iklim değişikliğinin geldiği noktadan sorumlu bir ülke değildir!

2020 verilerine göre; kömür, doğalgaz, benzin ve diğer fosil yakıtların kullanımı,  endüstriyel ve geri dönüştürülemeyen atıkların yakılmasıyla oluşan toplam emisyonun yüzde 28’i Çin, yüzde 15’i ABD, yüzde 7’si Hindistan ve yüzde 5’i Rusya’dan kaynaklanmaktadır!

Listede aşağıya doğru; yüzde 3 ile Japonya,  yüzde 2 ile Almanya, İran, Suudi Arabistan, Güney Kore, Endonezya ve Kanada yer alıyor! Türkiye ise küresel emisyonun yüzde 1’ine yol açarak Brezilya, Güney Afrika, Birleşik Krallık ve Avustralya ile aynı dilimde yer almaktadır!

Türkiye FulBright  Eğitim Komisyonu!

Konya Devlet Üniversitesinde bir akademisyenin,  Türkiye – ABD İlişkilerinin Eğitim Boyutu ve Fulbright Bursu doktora tez konusunu; Fulbright Eğitim Bursu anlaşması nedir ve detayları nelerdir vb. kamuoyundaki sorulara, kabaca bilgilendirme ihtiyacına binaen, kamu görevi yapan bir gazeteci duyarlılığı çerçevesinde,  yorum yapmadan, sadece anlaşmanın genel hatları hakkında, bir yazı kaleme almanın üzerimize düşen bir görev olduğunu düşünüyorum!  Öncelikle yazıya konu kitabı hazırlayan akademisyene teşekkürlerimi sunarım!

Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu veya Türkiye  – Amerika Birleşik Devletleri Kültürel Mübadele Komisyonu, 1949 yılında, Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri arasında imzalanan ikili anlaşma ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden 13 Mart 1950 tarihinde geçmiş ve 5596 sayılı kanun çerçevesinde çalışmalarına başlamıştır!

Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu, Türk ve Amerikalı üniversite mezunları, akademisyen, sanatçı ve kamu görevlilerini; eğitim, yaşam ve seyahat masraflarını kapsayan burslar ile desteklemekte ve ABD’de eğitim almak isteyen Türk öğrencilerine eğitim danışmanlığı hizmeti sunmaktadır! Türk ve Amerikan halkları arasında, eğitim ve kültürel değişim yoluyla, ortak anlayış geliştirmek için kurulmuştur!

Neymiş efendim! Kültürel değişim yolu ile karşılıklı anlayış geliştireceklermiş! Acaba, nasıl bir anlayış olacaktır?

Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonu, Yönetim Kurulu ve Genel Sekreterlikten oluşmaktadır! Komisyonun Yönetim Kurulu üyeleri, Türk ve Amerikan Hükumetleri tarafından atanmakta ve bu üyeler her iki ülkeyi temsil etmektedir! Komisyonun merkez ofisi Ankara’da olup, İstanbul’da da bir irtibat ofisi bulunmaktadır.

Fulbright mezunu Türk öğrenci ve öğretim üyeleri, ABD’deki çalışmalarını tamamladıktan sonra Türkiye’ye dönerek,  faydalı çalışmalar yapmaktadır!  Türkiye’ye gelen Amerikalı akademisyenler de, çeşitli dallarda gerçekleştirdikleri araştırmalar ve aldıkları eğitim ile alanlarına önemli katkılarda bulunmaktadır!  

Türkiye Fulbright Eğitim Anlaşmasına uzanan yol,  Truman yardımları çerçevesindeki krediler ile başlamıştır! Türkiye kredi taksitlerindeki ödemeler aksayınca,   Amerika ise bu durumu fırsata çevirerek, eğitim alanında yeni bir anlaşma teklifi ile Türkiye’nin kapısını çalmıştır!

Amerika Büyük Elçiliği, 12 Şubat 1948 tarihinde Dışişleri Bakanlığına müracaat ederek, Türkiye ile Kültür Anlaşması gerçekleştirmek istediğini belirtecek ve bir proje sunacaktır!  Tarih yaprakları 27 Aralık 1949’u gösterdiğinde, Türk Milli Eğitimi için Kırılma noktası olan Fulbright anlaşması imzalanacaktır!

Fulbright Anlaşması akabinde ABD, Beş yıllık kalkınma planları ve Köy Enstitüleri gibi uygulamaların kaldırılmasını talep etmiştir! Milli Eğitim sistemindeki müfredata kadar yapılan müdahalelere girmek dahi istemiyorum!

Türkiye Fulbright Eğitim Anlaşmanın 1. maddesinin ilk paragrafı;  Türkiye’de Birleşik Devletler Eğitim Komisyonu namı altında bir komisyon teşkil olunacak ve bu komisyon, anlaşmanın hükümleri dairesinde, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından temin edilen paralarla, finanse edilecek olan eğitim programının idaresini kolaylaştırmak için ihdas ve tesis edilmiş bir teşekkül olarak, Türkiye Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri Hükümetleri tarafından tanınacaktır, diyor!

Bu anlaşma ile Türk milli eğitim programını bahsi geçen komisyon idare edecektir! Anlaşmanın 5. Maddesine göre,  komisyon 4 Amerikalı ve 4 Türk üyeden oluşacak, Amerikan Büyük elçisi ise komisyonun fahri başkan olacaktır!  Kararlar,  oy çoğunluğuna göre alınacak komisyonda, oylar eşit çıkarsa, son kararı Amerikan Büyük elçisi vermektedir! Anlaşmanın 10. maddesine göre, Amerikan Dış işleri Bakanı  uygun gördüğü takdirde, komisyonun her türlü kararını gözden geçirme hakkına sahipmiş!

Neymiş efendim! Türk milli eğitim programı,  anlaşma çerçevesinde, tamamen bahsi geçen Komisyon tarafından idare edilecekmiş! Ve alınan kararlar da eşit oy çıkarsa, Amerikan elçisinin oyu ile son karar verilecekmiş! Ülkenin çıkarları nerede? Ne kadar demokratik ve dostane, değil mi?!

Fulbright komisyonunun başkanlık görevini John T.McCarthy yapmaktadır!   Peki, kimdir ve ne iş yapar, John T. McCharty?  Uluslararası küresel finans piyasalarının önemli aktörlerinden ING Bank Türkiye Genel Müdürü! Para sihirbazı bir kişi ve eğitim!

Acaba eğitim komisyonunda,  paradan nasıl daha çok para kazanılacağı konusunda tecrübeler mi paylaşmaktadır? Ya da başkaca parasal işler! Eğitim konusuna ise daha sonra girilecekmiş! Çünkü parasal işler daha mühim!

Türkiye Fulbright Derneği, 1992 yılında Türkiye Fulbright Eğitim Komisyonunun 1950 yılında faaliyetlerine başlamasını takiben, Fulbright programından yararlanan Türk bursiyerleri ve Türkiyeyi ziyaret etmiş ABD bursiyerleri arasında, Senatör Fulbright’ın ideallerine hizmet ederek profesyonel bağları güçlendirmek amacıyla kurulmuştur!

Neymiş efendim! Senatör Fulbright’ın ideallerine HİZMET etmek amacı ile ülkemizde bir de dernek kurmuşlar!

Fulbright Eğitim bursu ve komisyonun kurulmasının isim babası, Senatör J.William Fulbright;  Geleceğimiz yıldızlarda değil, akıllarımızda ve kalplerimizdedir! Birbirini tamamlayan yaratıcı liderlik ve çağdaş eğitim, insanoğlu için umut dolu bir geleceğe yönelik ilk gereklilikleridir! Kırk yıl önce Amerikan Senatosu’na önerme ayrıcalığını yaşadığım uluslararası burs programı, liderliği, öğrenmeyi ve kültürler arası anlayış geliştirmeyi hedeflemiştir! Bu mütevazı programın paha biçilemez hedefleri vardır, çünkü uluslararası ilişkilerin geçmişteki içi boş ve güce dayalı sistem yerine daha medeni, akılcı ve insani temeller üzerine kurulmasını başarmıştır! Ben bu işe başladığım zaman buna inandım ve hala inanıyorum, diyor!  

Neymiş efendim! ABD’nin tek mermi atmadan, küresel liderlik ve hegomonyal konumuna, dünyanın her bir bölgesinde, soft – power olarak adam devşirme süreci,  eğitim bursu vb. anlaşmalar ile başlatılmış ve halen de devam etmektedir!

Hayatı;  Biraz Sade ve Yavaş Yaşamalı!.

Minimalizm, sadeliği merkeze alan ve birkaç öğe kullanmak sureti ile maksimum sonuç elde etmeyi hedefleyen bir sanat akımı!  Ya da hayatta dağınıklığa sebep olan her şeyi bir kenara bırakmak veya daha basit bir hayat sürme biçimi!  

Pandemi döneminde, devasa işletme ve kamu binalarının bir anlam ifade etmediğine şahit olduk! Uzaktan da insanlar bir şeyler üretebilmektedir! Yeter ki,  çalışmak istesin! Yeter ki, aziz devlet ve asil millet için bir şeyler üretmek, çalışmak ve faydalı olmak istesin! İki metrekareye sığacak insanoğlu; devasa evlere, apartman dairesi,  villa, araba ve eşyalara sığamıyor! Neden acaba?

Peki, her şey ve özellikle devletin rutin işlerinin dahi dijitale dönmekte olduğu bir dönemde,  devlet kurumları için inşası devam eden devasa binalara neler demeli?

Hayat, hem dünya ve hem de çevremizdeki insanlar ile her daim bir yarış olarak algılandığı için insan denilen varlık, huzura erişemiyor! İç huzuru olmayan kişi, çevresi ile kavgalı bir konumda bulunacaktır!  Kavga ortamında ki kaos durumunda, ne üretebilirsiniz? Kocaman bir hiç!

Minimalizm; bireyin özgürlüğü bulmasına yardımcı olacak bir araçtır! Gelecek kaygısı, endişe, korku, depresyon ve tüketim çılgınlığından uzak,  özgür bir şekilde yaşama sanatı! Günümüz insanı her an endişe ve korku halindedir!  Neden acaba?

Bulunduğu durum ve sosyal konumu kaybetme endişe ve kaygısı olabilir mi? Mümin, ÜMİT ve KORKU arasındadır! Ümidin olmadığı korku, insanı hataya sevk eder! İnsan her daim ÜMİTVAR olmak zorundadır! Aksi halde, kaygı ve endişeler içinde bocalar!

Modern çağdaki teknolojik gelişmeler, hayatımıza yenilik ve kolaylık getirmektedir!  İstediğimiz ürün ve eşyaya erişimin hızlı olması, bir süre sonra hayatımızda karmaşaya neden oluyor! Bir şeyleri satın almak veya sahip olmak, elbette ki huzura ermek için kâfi olamıyor!

Hayatımız boyunca kullanmayacağımız ve depolama alanlarına sığmayan eşyalar, zaman içerisinde büyük bir yük haline geliyor! Peki, neden?

Bir akıl ya da sistem, sadece satın almak veya sahip olmak ile insan denilen varlığın iç huzura erişebileceğini, her daim bağırdıkları için olabilir mi? İnsan denilen varlık, durmalı ve hatta hayatı biraz olsun yavaşlatmasıdır!

Az tüketim ve çok huzur olarak özetlenebilen ve yaşamda karmaşaya sebep olabilecek her şeyden uzaklaşma ve sadece ihtiyaç olanlarla yetinme sanatı! Hz. Peygamber efendimizin; AZ UYU, AZ YE ve AZ KONUŞ buyurmasının ne kadar yerinde ve anlamlı olduğunu,  modern çağ insanı da idrak etmek zorunda kalıyor!

Neymiş efendim! Azdan Az, Çoktan da Çok gidermiş! Az parası olan az şeyleri alsın ya da alamasın! Çok parası ve kazancı olan da, ihtiyaç olup olmadığına bakılmadan,  çok şeyleri alsın! Yığmaya devam etsin, öyle mi? Peki, paylaşım nerede?

Hani,  insan paylaştıkça,  hem insan olduğunu ve hem de huzur dolu olabilir, diyorduk! Tüm fiyatların uçuşa geçtiği ve temel gıda maddelerine dahi erişilemediği bir dönemde, paylaşmanın ne kadar büyük bir insani erdem olduğuna, şahit olmaktayız!

Minimalizm, hayatımızda istenilen hedeflere odaklanabilir ve kendimiz ile ilgili konularda doğru kararlar almaya adım atabiliriz! İnsan denilen varlık, kendisini meşgul eden şeylerden arındıkça, içine dönecek ve iç huzura erişebilecektir!

İÇ HUZURU ve BARIŞI olmayan kişi, hem kendisi ve hem de toplum için sorun ve tehlikedir! Bireysel barışın olmadığı yerde toplumsal barıştan dem vuramayız!

Modern çağ insanı,  teknolojik alet ve edevat sayesinde çok meşgul bir durumda! Kendisine, ailesine ve sevdiklerine ayırabilecek ne zamanı ve ne de vakti vardır! ÇOK MEŞGUL ve ÇOK YOĞUN!

Peki, şimdi soralım? İnsanlık ve kendimiz adına, bu kadar yoğunluk arasında NE ÜRETİYORUZ? İnsanlığın HAYRINA ve FAYDASINA neler yapıyoruz? Kocaman bir HİÇ!

Fakat modern çağ insanı gerçekten ama gerçekten hem çok meşgul ve hem de çok yoğun! BOŞ zamanı yoktur! BOŞ bir saniyesi dahi yoktur! Ne kendisi ve ne de sevdiklerine ayırabilecek bir saniyesi dahi bulunmaktadır!  

İnsanı kontrol eden teknolojik gelişmeler; hem vaktini, hem ailesini, hem sevdiklerini,  hem huzurunu, hem parasını ve hem de sağlığını çalmaktadır! Hani tüm teknolojik gelişmeler sadece insanoğlunun hayatını kolaylaştırmak için üretiliyordu!

Yoksa tüm teknolojik ürünler, küresel güçler tarafından,  insan denilen eşrefi mahlukatı, hem esfel-i safilin ve hem de Modern Teknolojik KÖLE olması için geliştirilmekte ve üretilmekte midir?

Yerel Medya Çalışan Sorunları!.

Her sektörde olduğu gibi medya sektöründe de,  dünyalık çıkar ve menfaat karşılığı, insanın doğası gereği, yan yollara sapan kişiler elbette ki olacaktır! Beklenilen ve ümit edilen, yan yollara sapmadan, gök kubbede HOŞ bir seda bırakabilmek adına;  doğru, düzgün, sade, dürüst ve diğer insanlara da faydalı bir hayatı idame ettirebilmektir! 

Sıradan ve avam insanlar gibi mal ve mülk yığmak,  bunlarla övünmek değildir, iman ehli için dünyada ki VARLIK meselesi! Mesele takva sahibi ve Salih bir mümin olmak;  Cemali İlahi ile müşerref olabilmektir! Gerisi laf-ü güzaftan ibarettir,  iman ehli için!

Geçtiğimiz günlerde, yerel medya sektöründeki sorunları dile getirmiş ve mezkûr sorunlardan kaynaklı, bazı medya şirketlerinin kapanması, bazılarının tasfiye edilmesi veya birleşmelerin olabileceği ya da devletin yeni döneme matuf yerel medya operasyonu olduğuna dair kulis bilgilerini kaleme almıştım!

Devletin böyle bir girişimde, ne işi olabilir diyen arkadaşlara! Sektörde en büyük oyuncu ve parayı veren kimdir? Parayı veren her daim düdüğü de çalacaktır! Siyaseten de yeni bir dönem başlamak üzere olduğuna göre! Sermaye ve basın da, bu değişimden payına düşeni alacaktır!

Medya firmaları ve çalışanlar, sadece kendi işlerine odaklanmalıdır! Medyanın gücü ile devlete ve millete ayar vermeye kalkmamalıdır! Dördüncü kuvvet olduğu zannı ile başkaca işlere de tevessül etmemelidir!

Medya, ihanet durumundaki kişilere,  koruma veya kalkan olamaz! Devlet her gün on sekiz yaşındadır! Kadim Türk Devleti; devlet ve millete yapılan ihanetleri unutmaz! Sadece not eder! Vakti saati gelince de tüm kayıtları, raftan indirir ve gereğini de yapar!

Medya ve özellikle de yerel medyanın yasal çerçeveden iki kalem geliri bulunmaktadır! BİK resmi ilan ve özel sektör firmalarından alınan reklam gelirleri! BİK resmi ilan gelirleri son dönemde oldukça düşmüş veya düşürülmüştür! Neden acaba?  Reel ekonomideki sorunlar ve geleceğe dair belirsizlikten kaynaklı firmalardan alınan reklam gelirlerinde de azalmalar görülmektedir!

Yerel medya; sadece BİK gelirlerine odaklı ve masa başı ajans habercilik yayın politikası ile ayakta kalamaz! Gazetecilik yapmalı, sahada olmalı, firma tanıtım haber ve özel sektör reklamları ile BİK gelirlerinde ki eksik ya da açığı kapatma yoluna gitmelidir!  

Haber – Reklam ve Reklam – Haber ilişkisini ve Advertorial haberin de, ne ve nasıl olduğunu, bilmeyen, gazete yazı işleri çalışanları ile sektör bir yere gelemez! Böyle bir yöntem hem zahmetli ve hem de gazetecilik yapmayı gerektirdiği için sektörde kimse bu yolu tercih etmiyor!

BİK gelirlerindeki azalma veya planlı daralmadan kaynaklı, sektördeki bazı ağabeyler; FİKİR işçilerini savunur görünmekte ve kendi varlıklarının devamlılığı adına, doğal olarak kendi sorunlarına çareler aramaktadır! Sektörde, Fikir işçilerinin sorunları kimin umurunda ki?

Ya da devletin yerel medya operasyonundan haberdar olduklarını, ellerinde ki kartları okuduklarını ve yeni oyun planında, kendilerinin YOK sayılmaması ve OYUNA dâhil edilmeleri gerektiğini, fikir işçileri üzerinden mi hatırlatmaktalar? Neden olmasın?

Yoksa sektörde FİKİR işçilerinin var olduğu akıllarına yeni mi gelmiştir? Peki, akıllarına yeni gelen FİKİR işçileri için bugüne kadar, neler yapılmış ya da neler yapılmamıştır?

Sektöre YÖN ve DİZAYN veren,  sektörde kendilerinden başkasının VARLIĞINI da kabul etmeyen,  kendileri var ise sektörün de ancak VAR olabileceği ve aksi halde sektörün çok kötü durumlara da düşebileceği kanısındaki,  sağdan ve soldan saydığımızda, üç –beş duayen ağabeye,  birkaç sorumuz olacaktır!

  • FİKİR işçileri, sizden veya size BİAT etmediği, sizlere TABİ olmadığı ve sizlerden de DESTUR almadığı gerekçesi ile Kamu Basın kuruluşlarına işe başlamasına neden, OLUR vermediniz veya REFERANS olmadınız?
  • Yine aynı gerekçeler,  yalan ve  yanlış dedikodular ile kimlerin BASIN Kartları iptal edilmiştir? Kim veya kimler bu iptal işlemine aracılık etmiştir? Mademki böyle bir gücünüz vardı,  sektör ve sektör çalışanlarının menfaatleri için neden kullanmadınız?  
  • Daha düne kadar, sektördeki FİKİR işçilerinin varlığını dahi kabul etmeyenler, kendileri dara düşünce, fikir işçilerini siper etmek sureti ile kimlere neden ateş etmektedir!  
  • Yetkili ve karar mercilerinde bulunurken, Fikir işçilerinin menfaatine ya da hayat standartlarının yükselmesi adına ne gibi işler yapılmıştır? Kocaman bir hiç!
  • FİKİR işçilerinin 32’den yatırılması gereken sigorta primleri, 1a olarak gösterilir ve yatırılırken neredeydiniz? Buradan kaynaklı, FİKİR işçilerinin FİİLİ HİZMET ZAM kaybı, neden yok sayılmış veya göz ardı edilmiştir? Peki, bu konuda SGK nezdinde bir girişimde neden bulunulmamıştır? Yoksa gerek mi görülmemiştir?
  • Mesleğe gönül vermiş İletişim Fakültesi mezunu Fikir işçilerinin sürekli basın kartı alabilmesi için süre çerçevesinden bir çalışma neden yapılmamıştır?
  • Fikir İşçilerinin sadece yereldeki meslek örgütü üyeliğinden başkaca neleri bulunmaktadır? BİK, İletişim Başkanlığı ve Basın Sendikasının fikir işçilerine yönelik; tatil,  indirim veya sosyal tesis vb. uygulamalardan neden haberi yoktur?
  • Pandemi döneminde, KAMU Kurumlarından özellikle FİKİR işçilerinin MAĞDUR edilmemesi adına,  alınan destekler ile neler yapılmıştır? Yoksa yeni ev, araba veya başkaca mülkler mi alınmıştır? Peki, şimdi neden sızlanılmaktadır?
  • Pandemi döneminde, Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile FİKİR işçilerinin KISA Çalışma Dönemleri tam gün sayılacak ibaresine rağmen, konu ile ilgili, SGK nezdinde bir girişim ya da çalışma neden yapılmamıştır?
  • SGK taşra çalışanları, Cumhurbaşkanlığı kararnamesini dikkate almamakta ve doğal olarak kurum başkanlığından yönetmelik beklemektedir! Mezkûr konuda bir girişimde neden bulunulmamıştır? Ya da gerek mi görülmemiştir?

KITLIK; Yoklar & Kuyruklar ve Malum Siyasi Parti!

Ülke ve millet olarak, siyaset ve sosyoekonomik tarihimizde;  yokluk, kıtlık ve yokluktan kaynaklı kuyrukların netameli bir serüveni vardır!

Yokluk, kıtlık ve yokluktan kaynaklı kuyruklar denilince de, ülkemizde,  tabii ki malum tek bir siyasi parti akıllara gelecektir! Başka ne bekliyorduk!

Zaten, bu ülkede, yokluk ve kıtlık bir partiden dolayı olmaktadır!

Bu ülkede, siyaset tarihi neredeyse; yokluk, kıtlık ve yokluktan kaynaklı kuyruklar ile müsemma olmuş tek bir siyasi parti bulunmaktadır!

Yokluk ve kuyruklar denilince başkaca bir siyasi parti, var mıdır? Tabii ki yoktur ve olamaz! Bugün için durum ve realite gerçekten böyle midir?

Peki, ülkedeki yokluk, kıtlık ve yokluktan kuyruklara, dün ve bugün çerçevesinden kabaca bir bakalım!

Bugün için yokluk ve kuyruklar denilince, hangi siyasi parti akıllara gelmektedir? Otuz yaş civarındaki seçmen, ömründe başka bir siyasi parti görmüş müdür?  

Peki, bu süreç ve algı operasyonu sıradan bir gelişmeler midir? Yoksa bir akıl devrede midir? Ya da olmalı mıdır? Yoksa hepsi sıradan ve spontane gelişmeler midir? Olmayacağına göre!

Dün; Analar ve babaların nüfus cüzdanlarında özel kartlar, karneler ve mühürler vardır!  Yağ kuyrukları, benzin kuyrukları ve ilaç kuyrukları vardır!  Petrol, benzin, şeker, yağ kuyrukları vardır!  Vatandaş; et, süt, margarin, yağ, benzin, pasaport, tüp gaz almak için kuyruğa giriyordur!

Dün; Toplu taşıma alanlarında,  defa yolcular değil, yağ almak isteyen vatandaşlar tarafından doldurmuştur!  Kalabalığı sıraya koymaya çalışan polis ve jandarmaların da koşuşturması ile toplu taşıma alanları,  ana baba gününe dönmüştür!

Dün; Benzin kuyruğu gökyüzünden bile görünüyordur! Araç sahipleri oluşturdukları kuyruklarda beklemektedir! Bu kuyrukların uzunluğu kilometreleri bulmaktadır!

Dün; Karneler dağıtılmış fakat benzin yoktur! Trafiğe kayıtlı araçların yarıya yakını karne alamamıştır!  Karne satışına devam edilmektedir! 

Dün; Aylardır mazot olmadığı için tarım ve tarımcılık yapamadıklarını belirten köylüler, karne sahiplerine mazot dağıtımı yapacak,  mazot yüklü dört tankere el koymuştur!

Dün; Benzin sıkıntısının doruk noktaya ulaşması, vatandaşları güç duruma düşürmüştür!  Benzin yokluğu nedeniyle dolmuşların çalışmaması, otobüs ve dolmuş duraklarında, uzun kuyrukların oluşmasına neden olmuştur!

Bugün de; yazılı ve görsel medyada, her gün ve her saat neredeyse; Benzine Zam, Elektriğe Zam, Sigaraya Zam, Doğal gaza Zam, Dolmuşa Zam, Süte Zam, Peynire Zam, Tere yağına Zam, Suya Zam, Yağ ve Ekmeğe Zam, haberlerinden geçilmiyor! Neden acaba?

Tüm zamlara ilaveten bir de Elektrik, Gaz ve Ekmeğin YOK olması durumuna şahit olmaktayız! Neden acaba?

Peki, neler olmaktadır? Hepsi küresel ve hepsi sıradan gelişmeler, öyle mi? KABZ ( Sıkma – Daraltma ) ve BAST ( Genişlik – Ferahlamak – Refaha Ermek ) halini, kim veya kimler ve ne adına, neden yapmaktadır?

Neymiş efendim! Ekonomideki kötü gidişat dış güçlere bağlanmakta ve ülkede yokluk denen bir şey yoktur!  Her şeyde bolluk ortadadır, diyormuş, bir vekil!

Neymiş efendim! Benzin ve mazota gelen zamlarla ilgili kuyruk yoktur! Kuyruklar, araç sayısı çok fazla ondan kaynaklanmaktadır, diyormuş, bir başka vekil!

Neymiş efendim! Normal şartlarda ayda iki kilo et yiyorsak yarım kilo yeriz!  Domatesi iki kilo yerine iki tane alırız, diyormuş, bir başka sayın vekil!

Neymiş efendim! Yüksek doğal gaz faturaları ile ilgili;  sobanın yanında 26 derecede oturduğumuz yerde kedi gibi uyukluyorduk! Böyle bir sıcaklık yok! Yani evde atletle dolaşmamız gerekmiyor! Üşümeyecek kadar üzerimizde bir şey olsun, diyormuş, bir gaz şirketinin çok değerli müdürü!

Neymiş efendim!  Bugün, vatandaş; bir paket makarna, bir teneke yağ, bir paket mercimek ve ekmek vb. temel gıda maddelerine,  hem erişebilmek ve hem de üç kuruş daha ucuz alabilmek için saatlerce kuyruklarda beklemektedir!

Dün ve bugünün mukayesesi, mezkur tablo ve açıklamalar karşısında, yorum ve karar okuyucuya ya da vakti saati geldiğinde, özellikle de ömrü hayatı rahat ve bolluk içinde geçen, bugün de YOKLAR ile mücadele eden, OTUZ yaş civarında ki SEÇMENE kalmaktadır!

İktidara dün olduğu gibi mezkûr parti gelecek olursa, yine yeniden;  yokluk, kıtlık ve yokluktan kaynaklı kuyruklara şahit olunacağı algısı,  Kadim bir Akıl tarafından bertaraf edilmekte olduğunu düşünüyorum!

Bir nevi; Kabz ve Bast hali! Siyasette ALGI OPERASYONU her şeydir! Görene ve anlayana! Köre değil tabii ki! Neymiş efendim! Gerçekler hiç bir şey fakat ALGI her şeydir!

Peki, bugün;  yokluk, kıtlık ve yokluktan kaynaklı kuyruklar yaşadığımız bir dönemde, iktidarda ya da hükumette özellikle de son yirmi yıldır, hangi siyasi parti bulunmaktadır?

Kadim Akıl ne yapmaya çalışmaktadır? Sadece soruyorum! Yoksa yokluklar ile müsemma olan malum siyasi partiye,  yoklar ve kuyruklar üzerinden,  seçmen kitlesi KONSOLİDE mi edilmektedir? Neden olmasın? Peki, başkaca ne olabilir?

Türk Devleti; Tarihi Türk Devlet Kodları ve Kadim Türk Devlet Aklının denetim ve kontrolünde; yeni hükumet ve devlet yönetim modeli; Kuvay-i Milliye Ruhu ve Kurucu İrade gelenek ve kültürüne sahip, siyasi parti ve temsilcileri maharetiyle; 2023 – 2053 ve 2071 Büyük ve Güçlü Türkiye hedeflerine; seksen dört milyon bir ve beraber,  yeniden devletin milletiyle kucaklaşması ve barışması, tüm kurumlarda yeniden adalet ve güvenin tesis edilmesi, devlet bürokrasisinde yeniden ehliyet ve liyakatin öne çıktığı; bolluk, bereket ve refah dolu; yeni bir dönem yolculuğunun başlamak üzere olduğunu düşünüyorum!  

Başkaca bir çıkış yolu kalmamıştır! Bu kadar karamsar tablo ve yaşanmışlıklara rağmen, Kadim Türk Devlet Aklı denetiminde ki Türkiye’de; kazasız – belasız ve sağ – salimen bir seçim akabinde ki devir teslim ike birlikte; Tünelin Ucundaki IŞIK görülmektedir! Neymiş efendim! Görene! Köre Ne?!

Konya Basınında Kartlar Karılıyormuş!

Son günlerde, şehrin derin kulislerinde, Konya yazılı ve görsel basın hakkında dedikodulara şahit olmaktayız! Neden acaba? Yerel gazetelerin BİK gelirlerinin düştüğü ve gazete sayısının da fazla olmasından kaynaklı, birkaç gazetenin kapanacağı ya da birleşmelerin olabileceği hakkında,  dedikodular sektörde konuşulmaktadır!  Ya da bir akıl tarafından planlı olarak konuşturulmaktadır! Peki, neden?

Neymiş efendim! Konya yazılı ve görsel basında KARTLAR YENİDEN karılıyormuş! Peki, kartları kim veya kimler ve neden karmaktadır? Kim veya kimlerin işine yarayacaktır? Sektörde bir rahatlama olacak mıdır? Sektöre güven gelecek midir? Sektör kendi ayakları üzerinde, sadece gazetecilik yapmak sureti ile durabilecek midir?

Konya Yerel Basın tarihine, Caner Arabacı’nın editörlüğünde ki; Konya Basın Tarihi kitabından bir kaç pasaj alıntısı ile devam edelim! Konya Basın Tarihi kitabına, emeği geçen herkese öncelikle çok teşekkür ederim!

Yerel gazetelerin yayınlandığı kentler arasındaki Konya’da ilk matbaa, Konya Valisi Ahmet Tevfik Paşa zamanında Vilayet Matbaası ismiyle 1869 yılında ortaya çıkmıştır! 2 Kasım 1869 tarihinde, Vilayet Matbaasında basılan Konya gazetesiyle başlayan Konya Basın serüveni, Anadolu basın tarihinde önemli bir yere sahiptir! Konya yerel basının gelişmesi, II. Meşrutiyet devrinde olmuştur! Bu dönemde, yayın bolluğu yaşayan Konya’da, 11 gazete ve 8 dergi yayınlanmıştır!

Konya yerel basını, Cumhuriyetin ilanından 1949 yılına kadar 13 adet gazete çıkmıştır! Bunların arasında dikkat çeken ve bu gün yayın hayatını devam ettiren Yeni Konya gazetesidir! 1950 yılı tüm Türkiye’de olduğu gibi Konya basını içinde yeni bir evredir! 1950’li yıllarda Yeni Konya ve Yeni Meram gazetelerinin yayınlanması yeni bir gazetecilik anlayışını ortaya çıkarmıştır!

Bu dönem, Selçuk gazetesi, Mengene ve Akyokuş gazetesi bayrak yarışına katılan gazeteler olarak görülmektedir! 1960’lı yılların ortasında, Türkiye’de ilk olarak beş gazete bir araya gelerek bir gazete çıkarmaya çalışmıştır! Birlikte gazete çıkarma girişimi, 30 Eylül 1966 tarihinde beş gazete başyazarlarının “yarın birleşip tek bir gazete çıkaracağız” duyurusuyla ilan edilmiştir! Bu gazeteler Şehir Postası, Yeni Meram, Yeni Konya, Sabah ve Işık gazeteleridir!

Beş yerel gazetenin birleşmesindeki amaç,  İstanbul gazeteleri ayarında bir gazete çıkarmak ve bu anlamda Konya’nın gözü ve kulağı olmaktır! Bu gazeteler, Yeni Konya ismi altında yayın yapmaya başlamış! “Konya’da bir daha bu kuvvette gazete çıkmaz” denilirken, bu birleşmeden istenilen netice alınamamıştır!  

Konya Basın Tarihi, kitabında da ifade edilmeye çalışıldığı gibi Konya Yerel Basını, her dönemde BİRLEŞME veya KAPANMALAR ile karşı karşıya kalmaktadır! Neden acaba? Konya yerel basında yönetici konumundaki çalışanlar,  gazetecilik kisvesi altında başkaca neler yapmaktadır? Konya yerel basınında yönetici konumunda çalışan üç beş kişi semirilirken, sektör ve sektördeki çalışanlar neden küçülmektedir? Ya da kapanma veya birleşme noktasına gelmektedir? Yoksa Konya yerel basınındaki birileri sektör adını kullanmak sureti ile TAKLACILIK ve TORBACILIK mı yapmaktadır?

Yazımızın başına tekrar dönelim ve Konya Basınında Kartların, neden ve nasıl karılmakta olduğunu ifade etmeye çalışalım! Bizim gibi ülkelerde, siyaset veya iktidar,  kendi sermayesini oluşturmak zorundadır! Peki, basın bundan payını alacak mıdır? Ya da almalı mıdır? Yerel basın nerede duracak ya da durmalıdır? Yoksa yerel basın kendi haline mi bırakılacaktır? Parayı veren düdüğü de çaldığına göre! Peki, parayı veren kimdir?

Gazete sahiplerinin son dönemde dile getirdikleri, BİK gelirlerinde ki azalma veya daraltılmanın, KADİM bir AKIL tarafından, planlı bir şekilde yürütülmekte olduğunu düşünüyorum! Başka bir ifade ile YEREL BASIN, Kapanma veya Birleşmeye doğru yönlendirilmektedir! Karar ve tercih, sektördeki oyunculara kalmıştır!

Merkezi idaredeki muhtemel siyaset ve iktidar değişikliğine paralel, Konya YEREL BASINI da, Kadim Devlet Aklının yerel temsilcileri mahareti ile dizayn edilecek ve payına düşeni alacaktır! Anlayana! Yoksa spontane olduğunu mu zannediyoruz? Bu topraklarda kendiliğinden hiçbir şey olmaz! Hem de basın sektöründe hiç olmaz!

Peki, Konya yerel basınında kartların yeniden karılmakta olduğunu ifade eden arkadaşlara neler demeli? Kadim Akıl ve yereldeki temsilcileri mahareti ile yapılmakta olan dizayn ve değişimden haberdar olduklarını, kendilerinin yok sayılmaması ve yeni sistemde bir yerlerde mutlaka kullanılmaları veya monte edilmeleri gerektiğini mi, hatırlatmaya çalışmaktalar! Neden olmasın?  Beni al, beni al diye neden bağırmaktalar? Son birkaç yıldır, sistem tarafından ya tasfiye edildiler ya da sistemin tamamen dışına atıldılar! Neden acaba? Ehline malumdur!

Yeni bir sistem, ESKİLER ve EKSİLER ile kurulamaz! Yeni bir sistem, eski sistemden beslenen taklacı ve torbacılar ile de kurulamaz!

Yeni bir sistemi; Konya / Selçuklu Devlet Kodları minvalinde ki Türk Devletinin kurgusu ve değişimini, merkez ve yereldeki siyaseti; okuyan, anlayan ve yorumlayan;  Büyük ve Güçlü Türkiye hedefleri paralelinde, sadece gazetecilik mesleğini icra edebilecek ve sektörün gelişmesine de katkı verebilecek bireyler ile ancak kurabilirsiniz!

Aksi halde, her dönemde dejavu ile karşı karşıya kalırız! Aksi halde, her on yılda,   kapanma veya birleşmeleri tekrar tekrar yaşamaya devam ederiz!

Neymiş efendim! Çözümün bir parçası değilsen, mutlaka sorunun bir parçasısın demektir! Ya da sorunun parçası olanlar, çözümün de adresi olamaz!

2022’de ‘ON Küresel’ RİSK!

Siyasi risk analizi konusunda danışmanlık yapan Eurasia Group şirketi, 2022’nin en büyük ‘ON Küresel Riskleri’ sıralamış ve ABD merkezli TIME dergisindeki bir makalede yayımlamıştır! Makalede;  Türkiye’yi listenin 10’uncu sırasına yerleştirmiş! Neden acaba? Nedenlerini yazının sonunda ifade etmeye çalışacağım!  Makaleye göre, 2022’de dünya için en büyük riskleri taşıyan ON Konu başlığı şöyledir!

1 – Çin’in  ‘Sıfır COVID’ Stratejisi!  Küresel büyümenin ana aktörü Çin,  etkili aşıların yokluğu ve daha az insanı koruduğu bir ortamda,   yeni Covid-19 varyantlarıyla karşı karşıya kalacağı! Çin devlet medyasındaki “Covidi yendik” söyleminden halkın rahatsız olacağı! Gelişmiş dünyada, pandeminin ekonomik etkisinin süreceği ve bozulan tedarik zincirleri ile kalıcı enflasyonun devam edeceği!  Yeni salgınlar, gelişmekte olan pazarlarda ekonomik büyümeyi yavaşlatacağı ve yoksul hükümetleri daha fazla borç ile baş başa bırakacağı!

2 – Teknolojik Açıdan Çok Kutuplu Dünya!  Dünyanın en büyük teknoloji firmaları, ne gördüğümüz ve ne duyduğumuza karar veriyor! 2022 yılında yanlış bilgi ve özellikle ABD’de, halkın demokrasiye inancını zedelemeye devam edeceği! Teknoloji şirketleri ve hükümetlerin veri güvenliği, siber güvenlik ve yapay zekânın güvenli kullanımı gibi konulardaki anlaşmazlıklarının süreceği!  ABD ile Çin ve daha az düzeyde ABD ile AB arasında yaşanan gerilimin artacağı!

3 – ABD’deki Ara Seçimler! ABD’de Kasım ayındaki ara seçimlerde, Cumhuriyetçilerin Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu yeniden ele geçireceği ve Senato’daki dengenin değişebileceği! Cumhuriyetçilerin Başkan Joe Biden’ı azletmeye çalışabileceği ve Amerikan siyasi kurumlarına kamu güveninin azalacağı!  Kongre’nin her iki kanadının Cumhuriyetçilere geçmesi halinde, 2024 başkanlık seçimlerine yeniden girme ihtimali bulunan Donald Trump’ın yenilgiye uğrasa bile seçimleri tehlikeye atabileceği ve bir anayasal kriz çıkabileceği!

4 – Çin’in İç Politikası!  Çin’in ‘Sıfır Covid’ stratejisinin artan maliyeti ile Devlet Başkanı Şi Cinping’in reform planlarının, 2022’de piyasalara ve şirketlere istikrarsızlık getirebileceği! Çin’i güçlü kılmak için teknolojik açıdan kendi kendine yeterlilik, ekonomik güvenlik,  toplumsal uyum vizyonu ve Batı’dan gelen ters tepki, yorgun düşmüş bir büyüme modeli, dengesiz bir ekonomi ve hızla yaşlanan nüfus gibi sorunlarla karşılaşabileceği!

5 – Rusya! Ukrayna sınırına Rus birliklerinin yerleşmesi, Avrupa’nın güvenliği üzerinde daha geniş bir çatışma yarattığı!  Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin,  NATO’dan istediği, doğuya doğru daha fazla genişlememe, garanti konusunda bir anlaşma yapılmasının görülmediği! Rusya ve NATO’nun gemi ve uçaklar arasındaki yakın temas, 2022’de daha sıklaşacağı ve tehlikeli hale geleceği, kaza ihtimalinin artabileceği!

6 – İran!  Hızla ilerleyen nükleer program konusunda diplomasi yavaşladıkça ve Biden yönetiminin seçenekleri azaldıkça, İsrail, kontrolü almak isteyeceği! Bu durum, İsrail’in İran’a ait nükleer tesislere hava saldırısı düzenleme ihtimalini gündeme getirebileceği! Petrol fiyatlarının artabileceği, bölge devletleri arasındaki gerginliği artırabileceği ve çatışma riskini ortaya çıkaracağı!

7 – Çevre için Bir Geri Adım! 2022’de enerji maliyetini artıran baskılar nedeniyle hükümetler daha düşük maliyetli politikaları tercih edeceği ve iklim krizi konusunda harekete geçmeyi erteleyeceği! Enerji fiyatları, hükümetler üzerindeki iklim baskıları artarken,  hem seçmen ve hem de siyasetçiler için endişe düzeyini yükseltebileceği!

8 – İktidar Boşluğu ve Yönetilemeyen Krizler! Washington ve Pekin’in yerel sorunlara gömüleceği ve ortaya çıkan iktidar boşluğu; AB, İngiltere ve Japonya gibi ülkeler tarafından doldurulamayacağı!  Birçok ülke ve bölgenin yönetilmeyen krizlerle baş başa kalacağı! Afganistan’da Taliban’ın IŞİD’i militan çekmekten alıkoymakta zorlanacağı!  Yemen, Myanmar ve Etiyopada’ki iç savaşlar, yeni riskler yaratabileceği!  Venezuela ile Haiti’deki mülteci krizlerinin derinleşebileceği!

9 – Kültür Savaşlarını Kaybeden Şirketler!  2022’de dünyanın büyük şirketleri, gözlerini rekor kârlara dikmesine rağmen, siyasi açıdan zorlu bir sene geçireceği!  Sosyal medyayı arkalarına alan tüketici ve çalışanlar, çok uluslu şirketler ve onları denetleyen hükümetlerden yeni taleplerde bulunacağı! Çok uluslu şirketler;  çevre, kültür, toplum ve siyasi konularda sorun yaşamamak için daha fazla zaman ve para harcayacağı!

10 – Türkiye! Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2023 seçimleri öncesinde anketlerdeki düşüşü tersine çevirmek için 2022’de Türkiye ekonomisi ve uluslararası itibarını daha da düşük seviyelere taşıyacağı! İşsizlik ve enflasyonun yüksek, TL’nin daha zayıf ve oynak olacağı!   Seçmenin dikkatini ekonomik krizden başka yöne çekmek için daha sert bir dış politika izleyeceği! Bir erken seçim ihtimali olması halinde risklerin daha da ağırlaşacağı!

İki yüzyıldan beri, dünyayı ve dünya halklarını sömüren küresel ve emperyalist güçler, Covid pandemisi ile sömürge düzenini,  yeni bir sürece evirmek için her yolu denemektedir!

Kadim Türk Devlet Aklı denetiminde kurulan Türk Devletleri Teşkilatı ile, gönül coğrafyamızdaki tüm bölgelerde, küresel ve emperyalist güçler, eskiden olduğu gibi ellerini ve kollarını sallayarak rahat bir şekilde hareket edememektedir!

Dünya, bir dönem tek kutuplu ve bir dönem de Soğuk Savaş diplomasisi ile iki kutuplu bir düzeni geride bırakmıştır! Geldiğimiz noktada,  Tek veya İki kutuplu bir sistem veya düzen sürdürülebilir görülmemektedir!  Birlikte kazan kazan ve paylaşımcı bir sistem kurulacaktır!

Kurulacak olan yenidünya düzeni ve sistematiğinin olmaz ise olmaz başat aktörü Türkler olacaktır! Dünyamızda yaşamakta olduğumuz tıkanma, inkıtaa ve arızalar buradan kaynaklı olarak zuhur etmektedir! Türkler olmadan yeni bir sistemi asla kuramayacaklar!

Türkler olmadan yenidünya sistematiği dünya insanlığına barış ve huzur getiremez!  Dünya üzerinde sadece Türkler, nizamı âlem ülküsü ile hareket etmektedir! Türk; Adalet dağıtan, hakikat ehli ve mazlumların hamisi demektir!

Diğerleri ulusal çıkarları çerçevesinde,  yakmak ve yıkmak, öldürmek ve sömürü üzerine bir düzen kurabilir!  Böyle bir düzen veya sistemde, dünya ve dünya insanlığına barış ve huzur asla gelmeyecektir! Barış ve huzurun olmadığı durumda ise dünyamıza KAOS ve KARMAŞA hakim olacaktır! KAOS ve KARMAŞA ise YIKIM demektir!

YAKİN olarak BİLMEK!..

Son günlerde,  siyaset kurumu ve siyaset arenasındaki gelişmeler ve açıklamalar hakkında, analiz, tespit ve öngörülerde bulunuyor,  strateji geliştiriyor, akabinde bıyık altından güleni mi ararsınız, arkamızdan konuşanları mı? Aman, Allah’ım! Tabii ki sorun değildir!

Onlar; sefil, akılsız, cahil ve avam biri ile karşılaştıklarında, SELAM der, geçer giderler! Bazı kişiler, olaylar ve gelişmelere, sadece kişisel çıkarları çerçevesinden bakmakta ve değerlendirmekte olduğu için zafiyet durumunda kalmaktadır! Daha doğrusu, mezkur beslenme şeklinden kaynaklı, HAKİKAT konumuna asla erişemez ve gelemeyecekler!

Kadim Devlet Aklının Türk Devleti-i ebed müddet devam ilkesi çerçevesinde, siyaset kurumu ve siyaset arenasındaki aktörlerle ilgili gelecek kurgusunu okuduğunuz vakit, gelişmeleri ve olayları sadece tiyatro izler konumunda kalırsınız! Aksi halde, mahalle ya da kayıkçı kavgasının ortasında kendinizi bulabilirsiniz! Kim,  kime ne diyor! Kim, kimlere ne gibi laflar yetiştiriyor!

Hakikat bilgisine, bilge kişiler akıl ve araştırma yöntemiyle yükselir! Resul ve Nebiler ise hakikat bilgisine vasıtasız olarak tümel bir şekilde ulaşmıştır!

Hakikat bilgisine, akıl ve araştırma yöntemleri ile öngörülerde bulanan bireylere, günümüzde ya deli diyorlar ya da başkaca bir şey!  Neden acaba?

Siyaset kurumu ve siyaset arenasındaki aktörlere yönelik yapmış olduğumuz öngörülere, kafayı yediğimizi ifade edenlerin olduğu gibi! Zaman her şeyin ilacıdır! Bekleyip göreceğiz!

Özellikle, toplum olarak, DEVLET ve HÜKÜMET konusuna bakış açımızın arızalı olduğunu düşünüyorum! Neden acaba? DEVLET başka bir şey, HUKÜMET ise başkaca bir şeydir! DEVLET başka bir şey HUKÜMET Başkanı başkaca bir şeydir! HUKÜMET başkanı, asla baki değildir! Baki kalacak olan devlettir!

Yakin; sözlükte, sabit olmak, durulmak, sükûnete kavuşmak anlamındaki kelime kökünden türemiştir!  Yakin, tasdik ve inanca ulaştıran doğru bilgidir! Yakin, kişinin şüpheden kurtulmuş ve doğru, sağlam ve kesin bilgi, mutlak kanaat ve tam bir itminan anlamına gelmektedir!

Yakin şüphenin, bilgi cehaletin karşıtı sayılarak yakin ile bilgi arasında bir ayırıma gidilmişse de bu iki kavram arasında anlam yakınlığı bulunduğu, yakinin şüphe karışmayan bilgi olduğu ve marifet gibi terimlerle ifade edilen diğer bilgi türlerinin üstünde kesinlik taşıdığı kaydedilmektedir!

Bakara suresi 118. Ayetinde; Dinî bilgiden nasibi olmayan bir kısım cahiller; Ya Allah bizimle konuşsa veya bize apaçık bir işaret, bir mucize gelse, dediler! Kendilerinden öncekiler de aynen böyle söylemişlerdi! Bunların kalpleri birbirine ne kadar da benziyor! Biz, gerçeği tam manasıyla kavrayıp, ona şüphe duymadan inanacak bir topluluk için işaret ve delilleri apaçık ortaya koymuşuzdur, buyurmaktadır!

Müfessirlerin çoğunluğu;  bilgiden yoksun olanlar, Hz. Peygamber’e iman etmeleri için Kuran-ı Kerim’in getirdiği bilgi ve delilleri yeterli görmüyor; Allah’ın doğrudan kendileriyle konuşması gibi güya daha kesin ve ikna edici kanıtlar istiyorlar! Yüce Allah, gerçekten doğruları arayan, doğru inanç ve yaşayış konusunda samimi bir arayış içinde olanların yeterli bulacağı ayetleri, çeşitli kanıtları açık seçik bildirmektedir!

Yakin; sağlam bilgi ve iyi kati olarak bilmek!  İlmel Yakin; kati olarak edinilmiş, sağlam bilgi! Aynel yakin; bir şeyi kendi gözüyle görüp mahiyetini bilmek!  Hakkel yakin; gerçekliğinde hiç şüphe olmayan!  Falan yerde bir göl olduğunu bilmek ilmel yakin. O gölü gidip görmek aynel yakin. O göle girmek hakkel yakindir!

Aynel Yakin;  Müşahede etmek, manasındaki ayn ile gerçeğe uygun bilgi anlamındaki yakin kelimelerinin birleşmesinden meydana gelen aynel yakin, gözle görür gibi bilme. Keşif ve müşahede ile elde edilen bilgi anlamına gelmektedir.

İlmel Yakin; sözlükte, bir şeyi gerçek haliyle idrak etmek anlamına gelen ilim ile gerçeğe uygun kesin hüküm, inanç veya bilgi, manasındaki yakin kelimelerinden meydana gelen terkip, kesin olan aklî ve naklî delillerin ifade ettiği bilgi olarak tanımlanabilir.

Hakkel Yakin; Gerçek varlık ve doğru hüküm, anlamındaki hak ile gerçeğe uygun kesin bilgi, anlamındaki yakin kelimelerinden oluşan terkip, iç duyu veya iç tecrübe yoluyla ulaşılan ve kesinlik bakımından en son merhaleyi teşkil eden doğru bilgi, olarak tanımlanabilir.

Güvenilir LİMAN; Türkiye Merkez Bankası!

Geçtiğimiz günlerde, Merkez Bankası Kanununun “Para – kredi konusunda Bankanın görev ve yetkileri” başlıklı 40. Maddesine;  banka nezdinde bulunan yabancı ülke merkez bankalarına ait para, alacak, mal, hak ve varlıklar haczedilemez, Üzerlerine ihtiyati tedbir veya ihtiyati haciz konulamaz, bendi eklenmesi hususunda, TBMM’ye değişiklik teklifi verilmiştir! Neden acaba? Ya da neden dün değil de şimdi? Demek ki bazı hamlelerin yapılabilmesi için bazı şartların  olgunlaşması gerekmektedir!

Herhalde böyle bir çalışma ve hazırlık durduk yerde olmamıştır? Küresel ve yerel ölçekte, bir arka planı ve gerekçeleri vardır! Dünya yeniden bir para sistematiğine doğru giderken ve Kadim Türk Devlet Aklı denetiminde Türk Devletleri Teşkilatının kurulması akabinde, Türk Dünyası ve gönül coğrafyamızda ki tüm ülkelere, parasal çerçeveden bir güven ve sağlam bir LİMAN gerekli olacaktır! Tabii ki böyle bir LİMAN;  Dünyanın ve özellikle de Türk dünyasının parlayan yıldız ülkesi konumundaki Türkiye’den başkası olamaz!

Kadim Türk Devlet Aklı denetimindeki Türk Devletinde, 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonra, her alanda düzenleme,  sağlama alma ve gönül coğrafyasındaki tüm halklar ile yeniden kucaklaşma politikası yürütülmektedir! Dün görmezden geldiğimiz ya da selam veremediğimiz tüm akraba ve gönül dostları ile bağlar yeniden sağlama alınmaktadır!

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu; Para – Kredi konusunda, yürürlükteki kanunun 40. Maddesine göre,  bankanın görev ve yetkileri mevzuata göre şu şekildedir!

Banka, nihai kredi mercii sıfatıyla ödeme sisteminde aksamalara sebep olabilecek geçici likidite sıkışıklıklarını ve finansal piyasaların etkin bir şekilde çalışmasını engelleyebilecek teknik kaynaklı ödeme sorunlarını gidermek amacıyla, sisteme, teminat karşılığında gün içi veya gün sonu kredi imkânı sağlayabilir!

Bankaca, banka sisteminde belirsizlik ve güvensizlik oluşması ve fon çekilişlerinin hızlanması halinde, haklarında belirsizlik ve güvensizlik oluşan bankalara, şartları Banka tarafından kararlaştırılmak üzere, fon çekilişlerini karşılayacak miktarda kredi verilebilir! Bu hüküm gereğince kendisine kredi verilen bankaların iflası halinde Banka, verilen kredi miktarı ve faizi için iflas masasına imtiyazlı alacaklı sıfatıyla iştirak eder!

Bankalar ve elektronik ödeme araçlarını çıkaran kuruluşlar dâhil olmak üzere Bankaca uygun görülecek diğer mali kuruluşlar, Banka nezdinde açılacak hesaplarda bilanço içi veya bilanço dışı uygun görülen kalemlerini esas alarak, nakden zorunlu karşılık tesis ederler!

Bankaca yapılacak düzenlemeye göre zorunlu karşılıkların Banka nezdinde ki hesaplarda bloke olarak tutulmasının istenmesi hâlinde, bloke hesaplarda tutulan zorunlu karşılıklar, hiçbir amaç ve konunun finansmanı için kullanılamaz, temlik ve haciz edilemez!

Banka nezdinde ki hesaplarda faizsiz mevduat tutulmasını istemeye veya cezaî faiz tahakkuk ettirmeye yetkilidir! Tahakkuk ettirilen cezaî faiz alacakları, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümleri gereğince tahsil edilir! Tahsil edilen cezaî faizler Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonuna gelir kaydedilir!

Bankanın temel görev ve yetkilerinin yürütülmesi amacıyla mevzuatla Bankaya verilen yetkiler çerçevesinde bankalar, ödünç para verme işlemleri ve mevduat kabulünde uygulayacakları faiz oranlarını belirlenecek esaslara göre Bankaya bildirirler! Banka, bankalardaki mevduatın vade ve türleri ile özel finans kurumlarındaki katılma hesaplarının vadelerini belirler!

Yüz yıllardır, tüm gönül coğrafyası ülkelerde ki parasal varlıklar,  ABD ve Avrupa ülkelerinin Merkez Bankalarında tutulmaktadır! Neden acaba? Irak ve Libya’nın karışması akabinde, bu ülkelerin trilyon doları bulan parasal varlıkları,  neden iade edilmemiştir? Peki, bu parasal varlıkları,  ülkelerin ihtiyacı olduğu bir dönemde iade edilmeyecek de ne zaman iade edilecektir? Yoksa bu parasal varlıklarına bu ülkeler EL KOYMUŞ ve ÇÖKMÜŞ durumda mıdır? Peki, başka hangi ülkelerin ne kadar ve varlıklarına el konulmuştur?

Yirmi dört milyon kilometrekarelik gönül coğrafyasındaki tüm ülkelerin parasal varlıkları EMİN bir şekilde ve istedikleri tarihte de İADE alabilecekleri tek güvenilir LİMAN ülkesi Türk Devleti’dir! Şimdi anladık mı, her alandaki ve özellikle de parasal çerçevedeki küresel saldırıları?

Teklifte söz konusu düzenlemenin gerekçesi, madde ile merkez bankaları arasında kurulan ilişkilerin işin gerektirdiği diplomatik hassasiyet ve ekonomik güven temelinde yürütülmesini teminen, diğer merkez bankalarının banka nezdinde para, alacak, mal, hak ve varlıklarının haczedilmemesi amaçlanmaktadır!

Teklifte söz konusu düzenleme ile özellikle; Ukrayna, Kazakistan, Libya, Suriye gibi karışıklık yaşanan ülke örnekleri ve bu ülkelerin Merkez Bankalarının Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nda “muhafaza” amaçlı hesap açmak isteyebileceği ve mezkûr düzenleme ile Tahkimde dava açıp o ülkelerden paralarını isteyenlere;  “ Benim kanunumda haczedilemez diye bir madde var ben buna izin veremem ” diyerek güvence sunulacağı ifade edilmektedir!