Dünya İkiye Bölünüyormuş!..

Geçtiğimiz günlerde, yazılı basın ve sosyal medyada bir haber dikkatimi çekti! Aslında her gün yaşadığımız vakıa veya şeylerden bir tanesi! Çünkü Müslüman kişi Mümin olmanın bazı gerekleri ve değerleri kaybetti! Müslümanlar; makam, mevki, para, kadın, iktidar ve güç, İslami  kaygı ve değerlerimizin kaybolmasına sebep oldu!. Dünyaya yenildik! Tabii ki bu değerleri kaybedince de dünya ve ukba olarak felaketi bekleyebiliriz! Haber ne diye soracak olursanız! Libya’da, Müslümanların önünde namaz kıldıran, cami de imamlık yapan ve Müslüman gençleri kandırıp IŞİD’e yollarken suçüstü yakalanan kişi, bir İsrailli Yahudi ve Mossad ajanı çıkıyor! Ne tesadüf! Adamlar,  Hem IŞİD’i kuruyor, hem ajanlarını İmam diye Müslümanların önüne koyuyor!  Hem de Müslüman gençleri kandırıp IŞİD’e yolluyor! Hem o gençler vasıtası ile de masum insanları hem öldürüyor, hem kafasını kesiyorlar! Hem de Müslümanları ve İslam’ı tüm dünya insanlığına terörist ve terör kaynağı diye servis ediyorlar! Bir taşla beş on kuş birden vuruyorlar! Akıl ve strateji! Hem IŞİD sayesinde ülkeleri işgal et,  hem de o ülkelerin Enerji ve Petrollerine kon!  Ne ala memleket!  Libya hükümeti, Ebu Hafs isimli bir cami imamının aslında Benyamin Efrahim adlı MOSSAD ajanı olduğunu açıklamış! Allah Allah! Günaydın!

Mezkûr yukarıdaki hikâye, dünya üzerinde insanlık ile beraber yaşanmış veya yaşanacak olan bir realitedir! Aklı kullanmadıktan sonra! Çünkü Akıl ve Strateji böyle bir şey! Hz. Peygamber, döneminde ki, İslam düşmanları ile neden savaşmıştır?! Hz. Peygamber, tüm savaşlara giderken günün tüm teknolojik imkân ve silahları ile  neden kuşanmıştır?! Neden?! Peki; Osmanlı nasıl ve neden parçalanmıştır? Tarihte Lawrence diye bir adam vardı! Hem de Kuran Kerimi hıfzetmiş! Hem vaaz ediyor! Hem de tefsir ve meal yapıyor! Sanki bugünü tarif eder gibi! Tabii ki adamın hedefi başka! Saf ve temiz, fakat imanın gereği takva, basiret, feraset, izan ve idrak yoksunu Müslümanlar, elbette ki böyle şeytanın dostu ve havarisi bir adama kanıyor ve teslim oluyor! Hani, Müslüman iki defa aynı delikten ısırılmazdı?! Gerisi zaten çok basit! Çorap söküğü gibi arkası gelecektir!  Hani Müslüman Feraset sahibi olurdu! Hani Müslüman’ın ferasetinden sakınılacaktı?!  Ya da;  Onlar dediler ki; Biz iman ettik. De ki: Siz iman etmediniz; velâkin deyiniz ki, biz İslâm’a girdik. Ve henüz iman sizin kalplerinizin içine girmiş değildir ve eğer Allah’a ve Resulüne itaat ederseniz sizin amellerinizden hiçbir şeyi sizin için noksan kılmaz. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ gafur ve rahîmdir, buyurmakta olduğu gibi! İçimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden bizi helâk edecek misin?

Geçtiğimiz günlerde, BM Genel kurulunda, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres,  Körfez’de sonuçlarını kaldıramayacağımız endişe verici silahlı bir çatışma olasılığı ile karşı karşıyayız!  Büyük bir kırılmadan korkuyorum ve dünya ikiye bölünüyor! Dünyanın en büyük iki ekonomisi kendi para birimleri, ticari ve finansal kuralları, kendi internetleri, yapay zekâları,  sıfır kazanımlı jeopolitik ve askeri stratejileriyle birbirleriyle rekabet eden iki ayrı dünya yaratıyor, diyor! Neymiş efendim! Neler diyor; BM Genel sekreteri! Dünya ikiye bölünüyormuş! Bu bölünme ile her iki bölümde ki devletler, kendi parası ve kendi finansal kurallarını getiriyormuş! Kendi internetleri ve yapay zekâyı da devreye alıyormuş!  İlim, Bilim ve Teknoloji adına daha neler neler! Aman Allah’ım!..

Şimdi soralım! Seksen milyonluk ve yüzde doksan dokuzunun da Müslüman olduğu bir ülkede, bilmem şu kadar imam, müftü, vaaz, tefsir hocası, kuran kursu, kuran kursu hocası,  imam hatip okulu, ilahiyat fakültesi, ilahiyat profesörleri, öğretim üyeleri ve daha sayamadığım bir o kadar şeyh ve şeyhe tabi insanlar! Peki, bu kadar adam, hacı, hoca ve akademisyen;  Allah, Din, Peygamber, Kitap, Sünnet, Dünya ve diğer Âlem hakkında, neler anlatır bu insanlara! Yoksa, İslam ve Müslümanlığın sadece bir hikayeden ibaret olduğunu mu?! Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Yaratıcı,  sonsuz ilmi ile yaratmış olduğu tüm ilim, bilim ve teknolojinin tüm insanlığa faydalı olması için yine kulları ve insanlar tarafından bulunması ve keşfedilmesini murat etmektedir! Peki, bizim hacı, hoca takımı neler anlatıyor?! Hacı, hoca, müftü, imam ve ilahiyat fakültelerimizdeki çok değerli ilahiyat profesörlerine soralım; BM Genel sekreteri nelerden bahsediyor?! Yoksa adam kafayı mı yemiş! Acaba, bizim hacı ve hocalarımız, talebe ve öğrencilerine, sadece  nakli ilimleri anlatacağız derken, AKLİ ilimleri es mi geçiyor?! AKLİ ilimler olmasa da olur canım formatındalar mı?! Peki, AKLİ ilimleri yaratan kimdir?!  Sonsuz Yaratıcı; Güneş kendisine ait yerleşik bir düzene göre yörüngesinde akıp gider. Bu, çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir. Ay için de menziller belirledik; sonunda o, hurma salkımının ağaçta kalan yıllanmış sapı gibi olur.  Ne güneşin aya yetişip çatması uygundur ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri bir yörüngede yüzüp gider, buyurmaktadır! Bunlar bilim ve ilim değil midir?! Evrenin her bir zerresinde, rastgele veya dek gele bir düzen var mıdır?! Olabilir mi böyle bir şey?! Mümkün olmadığına göre! Hacı ve hocalarımız; ceplerindeki  son teknoloji telefonları   acaba neden  kullanır?! Veya daha sayamadığımız tüm teknolojik gelişmeleri ve aletleri?! Birisi haram ya da mekruh mu dedi?! Ya da tüm bunlar gâvur icadı canım! F35, S400 ve daha başka teknolojik silah ve aletleri alabilmek için üretici ülke ve firmalara neredeyse yalvarıyoruz! İslam alemi böyle teknolojik ürünleri neden üretemiyor?!  Hz. Peygamber; İlim Çin’de de olsa arayınız, buyurmaktadır!. İlim öğrenmek her Müslüman için farz hükmündedir! TEKNOFEST ve diğer benzeri aktivite ve çalışmaların bu alanda gençlerimizde bir kıvılcım yakacağına ve ülkemiz adına da güzel gelişmeler olacağını ümit ediyorum!

Şimdi yazımızın başına tekrardan dönelim ve sorularımızı yeniden sormaya başlayalım! Neymiş efendim! Bir İsrail ajanı cami de imamlık yapıyor, imamete kendisine tabi olan saf Müslümanları kandırıyor,  bunlar adam öldürüyor ve terörist olarak kullanıyor! Hani meşhur ifade; Soru soran belki beş dakika ‘aptal’ durumuna düşebilir,  fakat soru sormayan ise ömür boyu ‘aptal’ kalır!  Yüce Yaratıcı; Taha suresi,  20. Ayetinde, De ki: Ey Rabbim! İlmimi artır.  Zümer suresi 39. Ayetinde,  De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Mücadele suresi 39. Ayetinde;  Allah içinizden iman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir. Fatır suresi 35. Ayetinde,  Allah’tan kulları içinde ancak ilim sahibi olanlar korkar, buyurmaktadır! Peki, Kuranı Kerimin birçok ayetinde, Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah; Akledesiniz diye!  Akıl etmez misiniz? Akıl etmiyor musunuz? Akıl edenler için ibretler, dersler vardır! Çok az düşünüyorsunuz gibi uyarı ve ikazlarda neden bulunmaktadır?! Allah’ın insana bahşetmiş ve yüklenmiş; akıl, idrak, izan, feraset ve basiret melekelerimizi de bir başkasına devir etmeyelim! Her birey Allah indinde  kendisi sorumlu değil midir?! Hesaba sadece kendisi çekilmeyecek midir?! Ya da toptan mı hesaba çekileceğiz!  Yüce Allah; İnfitar suresi 82. Ayetinde; O gün, kimsenin kimseye hiçbir fayda sağlamayacağı bir gündür. O gün buyruk, yalnız Allah’ındır, buyurmaktadır!

Anadolu’da Küresel Plan Bitmez!..

Bu topraklar, kadim Anadolu! Bu topraklar, Dünyanın kilidi ve sıklet merkezi! Bu topraklar, Dünyadaki tüm medeniyet ve kültürlerin beşiği!  Tarihte, dünya üzerindeki kültür ve medeniyet üreten, tek devlet ve millet Türkler olduğuna göre! Tarihten Türkler çıkarılırsa insanlık adına, tarih diye bir şey de kalmayacağına göre! Bu topraklar, enerjinin merkezi,  dağıtım üssü ve kavşak noktası! Sınırlarımız boyunca terör örgütlerine verilen lojistik destekler  ve Akdeniz bölgesindeki savaş gemileri neden gelmiştir?! Tüm Dünya savaşları, bu topraklarda çıkar, tarihte olduğu gibi!  Anadolu kara parçasına hâkim olmak isteyen tüm küresel ve emperyalist güçler,  bölgemizde ki hain plan ve sinsi oyunları hiçbir zaman bitmeyecektir!. Peki, ne zamana kadar? Bölge devlet ve halkları varlıkları adına bir ve beraber oluncaya kadar!  Küresel ve emperyalist güçlerin beka ve varlığının devamlılığı ancak bu topraklara bağlıdır!. Çünkü hayat damarları bu topraklara  hakim olmakla sağlanabilir!.  Aksi halde yok olacaklar! Yüz yıl önce olduğu gibi bölgemiz için hain ve sinsi plan işlemeye devam ediyor! Peki, tüm bu gerçekler ve göstergelere rağmen içerideki siyasi gelişmeleri nasıl okumalıyız?! İçerideki siyasi hareketlenme, bölünme ve parçalanma girişimleri neyin işaretidir?! İçerideki akla ziyan siyasi açıklamaları nereye koymalıyız?! Öylesine sıradan açıklama ve gelişmeler midir?! Tabii ki hayır!  Türk Devleti ve Kadim Türk Devlet Aklı neler yapmaktadır?! Sadece izleyici locasında mıdır?! Ya da Anadolu’daki beka ve varlığı adına,  devleti ebed müddet devam ülküsü çerçevesinde tüm bu siyasi hareketlenme ve gelişmeler Kadim Türk Devlet Aklının kontrol ve denetiminde midir?! Elbette ki böyle olduğunu düşünüyorum!

Bölgemizde yirmi iki ülkenin rejim değişikliği ve parçalanması, bu bölgelerde de kukla devletçikler kurmak için sinsi plan yapan küresel ve emperyalist güçler,  hedeflerine adım adım ulaşmaktadır!.  Tunus ile başlayan Arap baharındaki sürecin son kalesi Suriyedir!. Suriye, küresel ve emperyalist güçlerin  hain planlarına uygun şekilde parçalanırsa bölgemizdeki hakimiyetleri süreklilik kazanacaktır!. Suriye’nin bölünmemesi, parçalanmaması ve toprak bütünlüğü için çalışan Türk Devleti, küresel ve emperyalist güçleri elbette ki rahatsız etmektedir!. Tabii ki ülkemizde sosyal, ekonomik ve siyasi kaos peşinde olacaklar! Bölgemizdeki üç ülkenin Suriye’nin toprak bütünlüğü adına Astana süreci ile başlayan ve geçtiğimiz günlerde Ankara’da varılan mutabakat, küresel ve emperyalist güçlerin ülkemiz, bölgemiz ve sınırlarımızdaki sinsi planların değişmesine sebebiyet vermekte olduğunu da düşünüyorum! Vazgeçmeyecekler!  Fakat kapıda bekleyecekler! Ne zamana kadar dediğinizi de duyar gibiyim?! İçeride 15 Temmuz hain darbe kalkışması akabinde şahlanan ve kilitlenen milli birlik ve beraberliği bozmak için yeniden gelecek ve zorlayacaklar!

Küresel ve emperyalist güçler, tüm stratejistler,  Avrasya bölgesi için Türk devletini anahtar, kilit ve denge ülke, Ortadoğu’dan başlayan, Asya ve Orta Asya bölgesine kadar olan bölgeyi,  Dünyanın en büyük enerji deposu,  en büyük kara ve nüfus parçası,  dünyanın güç savaşında satranç tahtası olarak tanımladığını da ifade etmiştik!  Avrasya satranç tahtasına hakim olan küresel ve emperyalist güçler, dünyanın hegemonya olarak da üstünlüğü bir yüz yıl daha elinde tutmaya devam edecektir!.  Afganistan ve Irak işgalleri, bölgemizde ki asimetrik savaş, sınırlarımızdaki askeri yığınak ve Akdeniz’deki hareketlilik, küresel ve emperyalist güçlerin tanımladıkları Avrasya büyük satranç tahtasına hegemonya kurma girişimlerinden başkaca bir şey değildir!.

Avrasya bölgesinde dünyanın siyasal olarak dinamik devletlerin bulunduğunu, ABD’den sonra dünyanın en büyük altı ekonomisi, ticareti ve en büyük altı silah alıcısı da bu bölgededir! Dünyanın biri hariç resmi olarak bilinen tüm nükleer güçleri ve gizli nükleer güçlerin tümü Avrasya bölgesindedir!  Avrasya üzerinde birden fazla oyuncunun hegemonya ve hakimiyet kurmasına matuf ‘Büyük Satranç Tahtası’  olarak ifade edilmiştir!. Büyük Satranç Tahtasında; Fransa, Almanya, Rusya, Çin ve Hindistan büyük ve etkin oyuncular!. İngiltere, Japonya ve Endonezya çok önemli ülkeler olmakla birlikte,  büyük ve etkin bir oyuncu değildir!. Ukrayna, Azerbaycan, Güney Kore, Türkiye ve İran kritik olarak önemli jeo-politik mihver rolünü oynarken;  Türkiye ve İran’ın her ikisi de, jeo-stratejik olarak büyük satranç oyununda çok etkindir! Avrasya bölgesindeki tüm devlet ve halklar, dışarıdan herhangi bir müdahaleye izin vermeden, bölgenin huzur ve barışı,  varlık ve  beka adına,  Bir ve Beraber hareket etmek  zorundadır!. Başkaca bir seçimleri de yoktur!

Avrasya bölgesini Büyük Satranç tahtası olarak tanımlayan, küresel ve emperyalist güçler, Türk Devletine bu oyunda,  tarihi ve kültürel bağları ile etkin olabilecek tek devlet ve millet olarak yer verdiğini de vurgulamıştık! Türk Devleti, 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması akabinde içeride şahlanan devlet, millet, ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte ki Türk Üçgeni, kadim Türk Devlet Aklı ve devlet geleneği ile Avrasya satranç tahtasında oyun kurucu ve bölgemiz için planlanan sinsi oyunları bozucu olarak konumlanmıştır! Böylece,  küresel ve emperyalist güçlerin bölgemizdeki tüm sinsi planları da çöpe gitmektedir! Türk Devleti tarihin, kültürün  ve medeniyetin yüklemiş olduğu sorumluluk gereği, Avrasya Büyük Satranç tahtasında OYUN Kurucu olmak zorundadır!. Şimdi tüm bu realiteler zaviyesinden içerideki siyasi gelişmeleri tekrardan okumaya başlayalım!  İçeride birileri siyasi olarak  neden kaos peşindedir?!  Plan nedir?! Nereye varmayı düşünüyorlar?! Kim veya kimler adına hareket ediyorlar!  Bu süreçte, Cumhurbaşkanlığı hükumet yönetim sisteminin temel ilkelerinden iki partili sistem ve bu sistemde kurulmuş ve sağlama alınmış olan ittifakları bozma girişimlerine de şahit olmaktayız!  Başarılı olabilirler mi? Hiç sanmıyorum! Peki, tüm bunlar olurken Devlet nerededir?! Devlet eskiden olduğu gibi bu sürece sadece seyirci midir?! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonra Türk Devletinin Kadim Türk Devlet Aklı ile çok güçlü olduğunu ve her an teyakkuz halinde olduğunu vurgulamıştık!  Türk Devleti, devletin varlığı ve Türk Milletinin de birliğine halel getirebilecek herhangi bir girişime asla müsaade etmeyecektir! Böyle bir girişimde kadim Osmanlı tokadı her an tepelerine inecektir! Bundan kimsenin şüphesi olmasın! Çünkü Türk Devletinin başkaca bir tercihi yoktur! Çünkü tünelin son çıkışındayız! Dünya için yeni bir düzen ve sistematiğin tam arifesi ve eşiğindeyiz! Türk Devleti olmadan, dünya ve bölgemizdeki barış ve huzuru sağlama adına, yenidünya düzeni ve sistematiği kesinlikle kurulamaz!

Başaramayacaklar!..

Ülkemizdeki 31 Mart mahalli seçim sonuçları ve  23 Haziran 2019 tarihinde yenilenen  İstanbul büyük şehir belediye başkanlık seçimleri akabinde, kurulması planlanan siyasi  partiler ve AK Partiden istifa etmek sureti ile yeni parti kurma çalışmalarına hız veren  ve daha önceki yıllarda  AK Parti bünyesinde siyaset yapan eski başbakan, bakan ve siyasetçilere  şahitlik ediyoruz!. Peki, neler oluyor? Siyasetteki bu hareketlenme ve çalışmalar neyin işaretidir?! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kakılmasından sonraki süreçte, devletin bekası ve milletin birliği adına,  16 Nisan 2017 Anayasa değişiklik referandum süreci ile başlayan, Cumhurbaşkanlığı  Hükümet sistemi ve bu sistemin de olmaz ise olmazı TBMM’deki siyasi partiler tarafından  kurulmuş ve sağlama alınmış olan  İttifak sürecini baltalamak, parçalamak ve dağıtmak ya da yeni başkaca bir siyasi parti ittifak kurulması yönündeki dışarıdan ve içeriden tazyik ve baskılara mı müşahit oluyoruz!.

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonra, Yeni kapıda şahlanan ve halen  devam eden, Devlet, Millet, Ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte, devletin bekası ve milletin birliği adına yürütülen İttifakların durumu ve devamlılığı  hakkında, ittifak üyesi  siyasi parti liderlerinin açıklamalarına kabaca değinelim!. AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan; Cumhur İttifakı ile çok partili siyasi hayatımızda sadece ülke ve millet için bir ittifakın kurulabileceğini göstermiş olduk. Cumhur İttifakını dik tutmaya gayret edeceğiz ve yolumuza devam edeceğiz.  Ülkemizin bekası, milletimizin istikbalini ilgilendiren konularda MHP ile güç birliği yapmaya devam edeceğiz. Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminde olduğu gibi Türk demokrasisini güçlendirecek yeni reformlara Cumhur ittifakı olarak imza atacağız. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu; Millet ittifakına bağlıyız. Hiçbir zaman millet ittifakından vazgeçme gibi bir düşüncemiz yok. Destek veren ve demokrasiden yana olan herkese teşekkür ediyorum.  MHP Lideri Devlet Bahçeli de;  Bilinmelidir ki Cumhur İttifakı kutlu varlığını güçlü bir şekilde muhafaza ve müdafaa edecektir. Hiç kimse Cumhur İttifakı üzerinde spekülasyona tevessül etmemelidir, diyor!.

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan;  Siyasi olarak elbette farklı görüşlere ve duruşlara sahip olabiliriz ama ülkemizin ve milletimizin âli çıkarları söz konusu olduğunda birlikte hareket edebilme erdemini gösterebileceğimize inanıyorum. Ülkemizin, birliğe, beraberliğe ve kardeşliğe en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde ortaya koyduğumuz fotoğrafı çok önemli görüyorum. Milletimizin de bizlerden istediği görüntünün bu olduğuna eminim.   Ülkenin ve milletin menfaatleri söz konusu olduğunda toplumumuzun farklı kesimlerini aynı ortak paydada buluşturmak için gerçekten samimi gayret gösterdik, vurgularının seksen milyonun tek yürek ve tek yumruk, enerjimizi tüm farklılıklarımızla birlikte bir ve beraber olmaya harcamanın, yine geçmişte yaşamış olduğumuz acı hadiselerdeki bu asil milletin fertleri arasına nifak sokmaya çalışan, üniversite gençliği üzerinden iç savaş ve sokak hareketleri çıkarmak isteyen, küresel ve emperyalist güçler, içimizdeki işbirlikçilere en üst perdeden verilen mesajı,  Devlet Aklı ile birlikte, Türk Milleti ve Türk Devletinin Anadolu’daki varlığı, bekası ve Türk Milletinin de birliği adına,   çok manidar olduğunu da düşünüyorum!  

Yazımızın başına tekrar dönecek olursak, AK Parti bünyesinde daha önceden siyaset yapan, bugün ise parti içinde muhalefet yapmak ya da istifa etmek sureti ile yeni bir siyasi parti kurma çalışmalarının hız kazandığını ifade etmiştik!

Cumhur ve Millet İttifakını bozamayan, dağıtamayan ve parçalayamayan küresel güçler ve içimizdeki işbirlikçiler, siyaseten başkaca sinsi hesap ve planın içindeler! Küresel ve emperyalist güçlerin Türk Devleti üzerinde ve bölgemizdeki hain hesap ve planları hiçbir zaman durmayacak ve bitmeyecektir! Peki, ne zamana kadar?!

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, Devlet Aklının devreye girmesi, Türk Devlet yönetimindeki Cumhurbaşkanlığı Hükumet yönetim sistemi ile istikrar, süreklilik, yerli, milli ve bağımsız politikalar sergilemeye başlamıştır!

Türk Devletinde ki hain plan ve hedeflerine erişebilmek için siyaseten bir parçalanma ve dağıtma girişimlerinde başarılı olamayan, küresel güçler ve işbirlikçiler;  sınırlarımız boyunca terör örgütlerine lojistik destek vermeye neden devam etmektedir?!  Yine aynı güçler Doğu Akdeniz’de ne aramaktadır?!  Kırk ülkenin iki yüz adet savaş gemisinin Doğu Akdeniz’de ne işi vardır?! Türk Devleti askeri harekatlar ile küresel güçlerin sınırlarımız boyunca ve Akdeniz’deki hain plan ve operasyonlarını bir bir bozmakta ve dağıtmaktadır! Tüm hain ve sinsi plan ve hesapları bozulan ve hayal kırıklığına uğrayan küresel ve emperyalist güçler, içimizdeki işbirlikçileri, başkaca plan ve oyun içindeler! Peki, nedir bu hain ve sinsi plan diye bir soru iletecek olursanız! Üniversitelerin yeni eğitime açılma günlerinde, üniversite gençliği üzerinden, sosyal bir hareketlenme ve sokak hareketlerinin peşindeler! Peki, başarılı olabilirler mi?! Hedeflerine önceki yıllarda olduğu gibi erişebilirler mi?! Hiç Sanıyorum!.  

Türk Devleti eski Devlet değildir! Bugün karşımızda yerli, milli ve bağımsız politikalar sergileyen bir Türk Devleti vardır! Türk Devleti ve devlet yönetim kademesi,  varlığı ve bekasına yönelik tüm tehditlere karşı her an teyakkuz halinde ve her gün on sekiz yaşındadır!

Gün; BİRLİK ve BERABERLİK günüdür!..

Türk Devleti ve asil Türk Milleti,  1071 tarihinde Anadolu’ya girmesi ve tüm Anadolu’ya da beyliklerin dağılması ile kültür,  medeniyet  ve devlet  zaviyesinden kurumsallaşma  başlamıştır!. Devlet dediğiniz kurum, kurallar ve kurumsallaşması ile ancak var olabilir! Devlet dediğiniz kurum, kurallar manzumesi olmadan var olamaz! Devlet dediğimiz kurum, beka ve varlığını, ancak kurumsallaşmış kurum ve kurallar çerçevesinde var edebilir! Mezkur devlet, dünyanın gözü ve kulağı konumunda olan Türk Devleti ise! Mezkur devlet, dünyanın merkezi ve sıklet konumundaki Türk Devleti ise! Mezkur devlet, dünyanın yeniden dizayn edildiği ve yenidünya sistematiğinin de yeniden kurulması için denge konumundaki Türk Devleti ise!. İşte tam bu noktada; 15 Temmuz hain karanlık gece ve Yeni kapıda şahlanan, Türk Üçgeni ve İttifak süreci, Türk Devleti ebed, müddet, devam ülküsü ve 2023 -2053 ve 2071 vizyonu çerçevesinde,  Kadim Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet yönetim geleneği ve hafızası devreye girmiştir!

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, Türk Devleti, kadim Türk Devlet aklının denetim ve kontrolünde, içimizdeki tipi bizden fakat çipleri ve yönetimleri de küresel güçlerin elinde olan işbirlikçileri devlet kademesinden tek tek ayıklamıştır! 12 Eylül 1980 askeri darbesinin seneyi devriyesinin olduğu bu günlerde,  bekamız adına elbette ki bir nasip ve dersler de çıkarmak gerekir! Türk Devletinde ki darbeler neden olmuştur?! Küresel güçler,  içimizdeki işbirlikçiler mahareti ile Türk Devleti ve Türk milletinden darbelerle neyi hedeflemiştir! Türk devlet yönetimi küresel güçlerin beğenmediği ya da çıkarları aleyhinde neler yaptığı için darbe veya muhtıralar ile karşı karşıya kalmıştır?!  Bugün,  Türk Devleti, Kadim Türk Devlet Aklının denetiminde,  devletin tüm yönetim kademesi; muhtarından Cumhurbaşkanına kadar, Anadolu’daki varlık ve bekası yönünde yerli, milli ve bağımsız politikalar geliştirmektedir!

Türk Devlet yönetim kademesindeki erkler arasındaki güç ve iktidar çatışması, toplumdaki ırk ve mezhebi farklılıkların da kaşınması sureti ile sosyal patlamalar ve kavgaya dönüşmesi, küresel güçler ve işbirlikçilerin Türk Devlet yönetiminin üst kademesinde uzun yıllar at koşturmasına sebebiyet vermiştir! Aman Allah’ım! Neydi o günler! Bu topraklarda bin yıllardır birlikte yaşayan  ve tüm farklılıklarını da büyük bir zenginlik olarak gören asil Türk milleti, farklılıklar zaviyesinden neden  kavga eder bir duruma gelmiş ya da getirilmiştir?! Neden?!. Türk Devletindeki bu kavga kimlerin işine gelmiştir?! Bu kavgadan kimler beslenmiştir?! Herhalde bu kavgalar, kadim Türk Devleti ve Asil Türk milletinin hayrına ve faydasına olmamıştır!

Cumhurbaşkanlığı Külliyesinde düzenlenen ve 30 Büyük Şehir Belediye Başkanından 29’unun katılımı ile gerçekleşen toplantı da Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan;   Siyasi olarak elbette farklı görüşlere ve duruşlara sahip olabiliriz ama ülkemizin ve milletimizin âli çıkarları söz konusu olduğunda birlikte hareket edebilme erdemini gösterebileceğimize inanıyorum. Ülkemizin, birliğe, beraberliğe ve kardeşliğe en çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde burada ortaya koyduğumuz fotoğrafı çok önemli görüyorum. Özellikle de terörle ve terör örgütleriyle, hukuksuzlukla arasına mesafe koymayı başarmış belediye başkanlarımızla birlikte olmaktan memnuniyet duyuyorum. Milletimizin de bizlerden istediği görüntünün bu olduğuna eminim.   Türkiye nüfusunun neredeyse 4’te 3’ünün 30 büyük şehirde yaşadığını ve sizler de büyük şehirlerimizin yönetimini üstlenmiş belediye başkanları olarak gerçekten büyük bir sorumluluğun altına girmiş bulunuyorsunuz. Siyasi çekişmelerin geçici, buna karşılık ülkemize ve şehirlerimize yapılan hizmetlerin kalıcı olduğu gerçeğini hiç unutmadık.  Çalışmadan, çabalamadan ve eser vermeden yapılan siyaset, şehirlerimize ve insanlarımıza vakit kaybettirmekten, ülkemizin enerjisini heba etmekten öte bir işe yaramaz. Belediye başkanlarının görevi devri sabık peşinde koşmak değil şehirlerine en güzel, kalıcı ve verimli hizmetleri getirmek için çalışmaktır. Bundan sonra da aynı anlayışla hareket edeceğimizden kimsenin şüphesi olmasın.  Ülkenin ve milletin menfaatleri söz konusu olduğunda toplumumuzun farklı kesimlerini aynı ortak paydada buluşturmak için gerçekten samimi gayret gösterdik. Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sisteminin en büyük katkısı, siyasetin uzlaşmaya ve kucaklaşmaya dayalı bir yapıya kalıcı bir şekilde kavuşması olacaktır. Bugünkü toplantımızın, hedeflediğimiz demokratik uzlaşmanın ilk adımı olmasını temenni ediyorum,  değerlendirmelerinin, seksen milyon tek yürek ve tek yumruk, enerjimizi de tüm farklılıklarımızla birlikte Türk Devletinin Anadolu’daki varlığı, bekası ve Türk Milletinin de birliği için harcayabilmek adına dikkate değer olduğunu düşünüyorum!   

Dünya yüz yıl önce 1. Dünya Savaşı devam ederken ve savaşın akabinde, savaşın galipleri tarafından yeni bir sistem ile karşı karşıya kalmıştır! 2. dünya savaşı ile daha farklı bir sistem, Soğuk Savaş olarak tanımladığımız ve yarım yüz yıl da devam eden bu düzen ve sistem ile bugünlere kadar geldik! Günümüze geldiğimizde, dünya hegemonya ve emperyalist devletleri ile küresel güçler arasında çıkarları doğrultusundaki uzlaşmanın olmaması neticesinde kurulması sıkıntılı ve çok uzun bir dönem alan yenidünya düzeni ve sistematiğinin de eşiğindeyiz!  

Dün, Türk Devleti ve Anadoluyu dağıtmak ve parçalara ayırmak sureti ile dünyada yeni bir düzen kuran emperyalist ve küresel güçler! Bugün ise Anadolu ve Türk Devleti olmadan yenidünya düzeni ve sistematiği kurulamaz bir noktaya gelmiştir!  Türk Devleti olmadan yenidünya düzeni bugün için kesinlikle kurulamaz! Türk Devleti,  bugün, Atlantik ve Avrasya güçleri arasında hem merkez ve hem de denge konumundadır! Peki, tüm bu veriler ve göstergeler ışığında Türk Devleti, Türk Devlet yönetimi ve asil Türk milleti neler yapmalıdır?! Herhalde eskiden olduğu gibi enerjimizi içerideki sen, ben ve iktidar, güç ve çıkar kavgaları ile tüketmemeliyiz! Enerjimizi, Türk Devletinin bekası için seksen milyon tek yürek ve tek yumruk olmalıyız;  tarihte olduğu gibi! Dün, 1071 tarihinde Anadolu’ya tüm farklılıklarımız ile tek bir ideal çerçevesinde birlik ve beraberlik içinde girdiğimizde olduğu gibi! Yüz yıl önce Çanakkale ve Kurtuluş savaşında Anadolu’daki varlık ve bağımsızlığımız için birlikte mücadele de olduğu gibi! Bugün de tüm küresel güçler ve emperyalist devletler, çıkarları doğrultusunda, sınırlarımız boyunca kukla devletçiklerini kurmak, Akdeniz bölgesindeki tüm zenginliklere de erişmek ve enerji yollarını da kontrolleri altına alabilmek için bekleşmektedir! Peki, Ne yapmalıyız?!

Aşure gibi Olmalıyız!..

İslam alemi  ve uzun bir dönem Türk – İslam dünyasına önderlik,  liderlik ve ağabeylik  yapan Türk Devletinde,  Hz. Hüseyin efendimiz ve yetmiş arkadaşının şehit edilmesi ile birlikte günümüze kadar birlik, beraberlik ve barış olamamıştır!. Peki, neden? İslam dünyası neden bir araya gelemiyor? İslam dünyası liderleri ne zaman bir araya gelecektir?! İslam alemi neyi paylaşamıyor?! İslam dünyası  ülke liderleri, ülkelerinin bağımsızlık ve vatandaşlarının huzuru  adına ne zaman ellerini taşın altına koyacaktır?! Allah’ın emrettiği  mübarek gün ve geceler sadece anmak ve kutlamak için midir?!  Bugünler sadece oruç tutmak ve sadece  ibadet etmek için midir?! Bugün ve gecelerden ne zaman ders ve ibretler çıkaracağız?! Bugünlerde meydana gelen olaylardan ne zaman dersler çıkaracağız?!  Ne zaman anlamlandıracağız?! Ne zaman akdedeceğiz?! Ne zaman birlik ve beraberlik adına  bir kaç kelam edeceğiz?!  İslam âlemi ne zamana kadar dağınık ve parça parça bir durumda kalacaktır? Bir olabilmek ve BİR olanın şanı hürmetine  harekete geçmenin zamanı bugün değil de ne zamandır?!

Muharrem; sözlükte, haram kılınan, yasaklanan,  kutsal olan, saygı duyulan, anlamlarında, savaşmanın haram kabul edildiği dört haram aydan biridir!. Hac mevsimini savaşsız geçirmek için uygulanan bir barış geleneğidir. Haram aylar; Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarıdır!. İlk üç ay ardışık,  Recep ise daha sonradan gelmektedir!.  Hz. Peygamber risaletten önce ve Medine’ye hicretinden sonra bu günde bir kaç defa oruç tutmuş, Müslümanlara da tutmalarını emretmiş ve Ramazan orucunun farz kılınması ile birlikte bu orucu isteğe bırakmıştır. Muharrem ayının onuncu günü  “ aşure ” olarak adlandır ve kabul edilir!  

Aşure gününün hikmeti, Cenabı-ı Hak on peygamberine, on değişik ikram ve ihsanda bulunduğu için iman ehli zaviyesinden bugün çok önemlidir! Allah, Hz. Musa’ya (a.s.) aşure gününde bir mucize ihsan etmiş denizi yararak Firavun ile ordusunu sulara gömmüştür. Hz. Nuh (a.s.) gemisini Cudi Dağı’nın üzerine aşure gününde demirlemiştir.  Hz. Yunus (a.s.) balığın karnından aşure günü kurtulmuştur. Hz. Âdem’in (a.s.) tövbesi aşure günü kabul edilmiştir.  Hz. Yusuf (as) kardeşlerinin atmış olduğu kuyudan aşure günü çıkarılmıştır.  Hz. İsa (as) o gün dünyaya gelmiş ve o gün Sema’ya yükseltilmiştir. Hz. Davut (a.s) tövbesi o gün kabul edilmiştir. Hz. İbrahim’in (a.s.) oğlu Hz. İsmail (as) doğmuştur. 9. Hz. Yakup (a.s.) oğlu Hz. Yusuf’un (as) hasretinden dolayı kapanan gözleri o gün görmeye başlamıştır.  Hz. Eyyüp (a.s.) hastalığından o gün şifaya kavuşmuştur.

Hz. Hüseyin ve aile fertlerinin 10 Muharrem 61’de ( 10 Ekim 680 ) Kerbela’da şehit edilmesi üzerine Muharrem ayı başka bir anlam kazanmıştır! Bazıları için bu tarih Hz. Hüseyin’in intikamını alma ahdinin tazelendiği bir matem günü olmuştur. İman ve intikam! Çok da uyumlu! Öyle değil midir?! Özellikle İran’da 10 Muharrem “ taziye ” adı verilen törenlerin düzenlenmesi ve yas merasimlerinde ağıtların söylenmesi gelenek halini almıştır. Günümüzde Mısır, Tunus, Cezayir ve Fas gibi ülkelerde bu ayda çeşitli kutlama törenleri düzenlenmektedir.

Nuh Aleyhisselamın gemisi karaya çıktığı gün, gemideki uzun yolculuktan sonra geride kalan çeşitli tahılları bir araya getirip pişirdiği ve günümüzde de halen şükür manasındaki yemek veya tatlıya verilen isim aşuredir! Aşure tatlısında bir araya gelmez ve olmaz denilen tahıllar, öyle bir karışır ve kaynaşır ki çok enfes bir tatlı oluşur!  İman ettiğini iddia eden fakat ayrılık ve düşmanlık için bahaneler arayan İslam dünyası ne zaman aşure gibi olacaktır?! İslam dünyası ve özellikle de Orta doğu coğrafyasında iki ülkenin bir araya gelmesi dahi bölgenin huzuru için çok büyük katkı sağlayacaktır! Peki, neden bir araya gelemiyoruz?! İslam dünyası bu durumda iken, ülkemizde son günlerdeki siyasi gelişmelere neler demeli?! Siyasi iktidar ve güç kavgası adına parçalanmak için bahaneler arıyoruz?! Ondan sonra da İslam ve Müslüman  olduğumuzdan dem vuruyoruz?! Çok değişik tahılın bir araya gelmesi ve kaynaşması ile oluşan enfes tatlı aşureyi, imanımızın gereği olarak,   muharrem ayı aşure günü hürmetine hem ikram ediyor hem de afiyetle yiyoruz! Bir buçuk milyar İslam alemi, ne zaman aşure gibi olacaktır? Ne zaman, birbirleri ile hem hal olacak, karışacak ve kaynaşacaktır? Ne zaman, bireysel çıkar ve egolarından  sıyrılabilecektir?! Ne zaman, ırk ve mezhep ayrılıklarından vazgeçeceğiz?! Ne zaman, bir olan Allah’a, Kitaba, Peygambere, Sünnete ve diğer Kutsal değerler etrafında birleşeceğiz?! Ne zaman , Ülkemizin  ve bölgemizin birliği ve huzuru adına,   aşure olmayı göze alabileceğiz?! Aksi halde,  İslam alemini ırk ve mezhep olarak dağıtmak ve parçalara ayırmak için bekleşenlere sadece hizmet ederiz!  Aksi halde, küresel ve emperyalist güçlerin ülkemiz ve bölgemiz üzerindeki çıkarlarına erişebilmeleri için sadece işlerini kolaylaştırmış oluruz! Madem ki, hayat ve dünya zıddı ile kaimdir! Bir şey zıddı olmadan var olamaz ve değeri de anlaşılamaz! Gece ve gündüz gibi! İyilik ve kötülük gibi! İnsan denen varlık, hem de iman ettiğini de iddia eden bir Müslüman, kendisi gibi olmayan ve düşünmeyeni neden yok etmeye çalışır?! Yüce Yaratıcı, insan ve dünya hayatı için zıtların birlikteliği ve gücünden kaynaklı bir nizam ve düzen kurmuştur! İnsan denen aciz ve zavallı varlık bu nizamı neden bozmaya çalışır?! Aşure de olmaz ve bir araya gelemez denilen tahıllar birlikte, karışmak ve kaynaşmak sureti ile çok güzel bir tatlı meydana getiriyor, demiştik! Zıtların birlikteliği ya da zıtların birlikteki gücü!.. Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, iman ettiğini iddia eden biz Müslümanlara,  mübarek Muharrem ayı ve Aşure günündeki meydana gelen  tüm olaylar ve gelişmeler  hürmetine, öncelikle, akıl, fikir, feraset, tefekkür, tezekkür  ve biraz da cesaret vermesini dilerim!.

Eski Sistemi Kimler Özlemektedir!..

16 Nisan 2017 tarihindeki Anayasa değişiklik referandum süreci ile başlayan, 24 Haziran 2018 genel seçimlerinde, TBMM’nin yeni üyeleri ve Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ile birlikte, 9 Temmuz 2018 tarihinde yeni hükumetin kurulması akabinde Türk Devletinde resmen Cumhurbaşkanlığı hükumet yönetim sistemine geçilmiştir. Yeni yönetim sisteminin yürürlüğe girmesi ile birlikte bazı uygulamaları,  tam olarak anlayamayan, anlamak istemeyen ve idrak edemeyenler tarafından tabii ki bazı eleştirilere ve eski sisteme acil olarak dönülmesi gerektiği yönünde açıklama ve ifadelere de şahit oluyoruz! Perki neden?! Kim veya kimler, yeni hükumet yönetim  sisteminden rahatsızlık duymaktadır?! Kim veya kimler, eski sistemi özlemektedir?! Kim veya kimler, bürokratik oligarşi ve siyasal istikrarsızlığın bol olduğu bir dönemi arzu etmektedir? Kim veya kimler, 97 yıllık Cumhuriyet döneminde her on sekiz aya bir hükumetin düştüğü kaotik günleri özlemektedir?! Kim veya kimler, erkler arasındaki kavgalardan kaynaklı ekonominin duvara tosladığı günleri dört gözle beklemektedir? Kim veya kimler, erkler arasındaki krizlerin sebebiyet verdiği sosyal patlamaların doruğa ulaştığı günleri arzu etmektedir?! Kim veya kimler, yeni yönetim sistemi ile birlikte sistemin olmaz ise olmazı olan iki partili sistemden rahatsızlık duymakta, yüzlerce partinin ve uzlaşmanın olamadığı günleri beklemektedir?! Kim veya kimler, 15 Temmuz hain darbe kalkışmasından sonraki süreçte, devlet, millet, ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte Yeni kapıda şahlanan Türk Üçgeni ve İttifak sürecinden rahatsızlık duymaktadır?!  Kim veya kimler,  devlet ve milletine karşı her türlü hainlik ve  ihanet peşinde koşanların elini ve kolunu sallayarak meydanlarda gezdiği günleri bekleşmektedir?! Kim ve kimleri, sınırlarımız boyunca, küresel ve emperyalist güçler tarafından ulusal çıkarları uğruna kurmaya çalışılan kukla devletçik ve hibrid terör örgütlerine karşı, Türk Devletinin yeni yönetim sistemi ile birlikte  her an teyakkuz  halinde ve kararlı bir konumda  olması rahatsız etmektedir?! Peki, kimdir bunlar?! Ve nereden gelmişlerdir?! Kim veya kimler adına bu tipler, Türk Devletinin bekası  ve Türk Milletinin birliğini parçalamaya yönelik hangi küresel güçler ile   işbirliği içinde bulunmaktadır?!

Peki, 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasının akabinde, 16 Nisan Anayasa değişiklik referandum süreci ile başlayan ve 24 Haziran seçimlerinde de resmen yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı hükumet yönetim sistemini kabaca incelemeye çalışalım! Cumhurbaşkanlığı hükumet yönetim sistemi; Yasama, yürütme ve yargı organları arasında kesin bir ayrım ve dengeye dayanan, yasama ve yargı organlarının demokratik denetimi içinde, yürütmenin iktidar imkanlarını genişleten bir hükumet yönetim sistemidir. Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminin en tanımlayıcı özelliği yürütmenin nasıl ve ne şekilde seçildiğidir. Cumhurbaşkanı bu sistemde doğrudan halk tarafından seçilir.  Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminde yürütme organı ile yasama organı iç içe geçmiş değildir. Sabit bir Cumhurbaşkanlığı süresi vardır. Seçimler planlanan tarihlerde yapılır.  Bu nedenle yasama ve yürütme organın görev süreleri belli ve bu anlamda bir istikrardan söz edilebilir. Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminde, yasama tarafından güvensizlik oyu ile hükumet düşürülüp, erken seçim düzenlenemez.  Kabine üyeleri devlet başkanıyla birlikte çalışır ve yürütme ile yasama organlarının ilkelerini uygulamak zorundadır. Yürütme organı, güçlü yetkilerle donatılmış bir Cumhurbaşkanı devletin bekası ve milletin birliği adına tüm kararları ve değişiklikleri ivedilikle işleme koyar.  

Yüz kırk iki yıllık bir tecrübe ve deneyimi olan Parlamenter sistem; 1876 tarihli Kanun-i Esasi ile ilk yasama organı olan Meclis-i Umumi kurulmuş ve bu yolda siyasi tarihimizde ilk adım atılmıştır. 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmış ve 1921 tarihinde yapılan Anayasa ile yasama ve yürütme yetkilerinin birleştiği, meclis hükumet sistemi ile yönetim sürdürülmüştür. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilanından sonra yapılan Anayasa değişikliği ile parlamenter hükumet sistemi benimsenmiştir. Sonrasında yapılan anayasa değişiklikleri ile meclis ve cumhurbaşkanının yetkilerinde değişikliğe gidilmiş, 1982 Anayasası ile cumhurbaşkanının yetkileri kısmen arttırılmıştır. 2007 yılındaki Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi süreci başlamıştır. Böylelikle parlamenter sistemdeki devlet başkanının meclis tarafından seçilme uygulaması son bulmuş ve parlamenter sistemden uzaklaşılmıştır. Parlamenter Sistemde, Hükumet yasama organından kaynaklanır, yani yasama organı tarafından güven oyu ile seçilir. Hükumet yasama organına karşı sorumludur. Yürütme organı iki yapılıdır; Cumhurbaşkanı ve Başbakan, Bakanlar kurulu olmak üzere! Aynı kişi hem yürütme hem de yasama da görev alabilir. Bakanlar kurulu yasama organının çalışmalarına da katılır.

MHP Lideri Devlet Bahçeli; 15 Temmuz tarihinde fiilen ömrünü dolduran parlamenter sistemin zaaf ve zayıflıkları, reformcu ve demokratik bir mücadelenin ilhamıyla aşılmış, yeni bir sistemin kurulması sonucunda da kalıcı olarak telafi edilmiştir. Türk Devleti ve Türk Milleti için Cumhurbaşkanlığı Hükumet yönetim sistemi, macera değil, mecburiyettir. Kim hangi yalanı söylerse söylesin, nasıl bir yanlışa düşerse düşsün, muhafaza etmek zorunda olduğumuz bir bekamızın olduğu kuşkusuzdur. Cumhurbaşkanlığı Hükumet yönetim sistemi, milli bekamıza yönelik saldırıların engellenebilmesi, ülkemizin içine girdiği karanlık tünel ve çok sarsıntılı türbülanstan çıkabilmesi için inşa ve ihya edilmiştir. Bu sayede tıkanan, tekleyen, yozlaşan eski yönetim sistemi yenisiyle değiştirilmiştir. Aziz milletimiz istikbalini Cumhurbaşkanlığı Hükumet yönetim sistemi ile tayin ve temin edecektir. Cumhurbaşkanlığı Hükumet yönetim sistemi varoluş gayemizin milli ve stratejik güvencesi, büyük Türkiye hedefinin hukuki ve ahlaki güç kaynağıdır. Türkiye’nin karşısında saf saf dizilen karanlık çevrelerin koro halinde ve ağız birliği içinde Cumhurbaşkanlığı Hükumet yönetim Sistemini karalamaları boşuna değildir. Maksat arızalıdır ve  ahlaken çarpıktır, vurgularının, Parlamenter sitemdeki arızalar ve Türk Devletinin yeni Cumhurbaşkanlığı hükumet yönetim  sistemi ile yolculuğuna devam edeceği,   artık bu topraklarda parlamenter sisteme asla dönülemeyeceği ve bu sistem ile birlikte Anadolu coğrafyasında üçüncü Cumhuriyet döneminin resmen başladığı, Kadim Türk Devlet ülküsü; Türk Devleti, ebed müddet devam ilkesi ve 20223, 2053 ve 2071 hedefleri çerçevesinde, kadim Türk Devlet aklı ile birlikte  beka yolculuğuna devam edeceğini düşünüyorum!.   

Cumhurbaşkanım!..

AK Parti Genel Başkanı ve Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 31 Mart mahalli seçimlerinde partisine en yüksek oyu veren şehrimize, teşekkür ve bir dizi açılış konsepti çerçevesinde, vatandaşlar ile buluşma ve hasret temalı  hafta sonu bir ziyaret tertip edildi.

Program  Mevlana meydanındaki  Cumhurbaşkanımızın  hitapları, vatandaşlar ile hasbi hal ve hasret giderme, Kamu kurumları tarafından hizmete açılan birimlerin toplu açılış töreni ve akabinde ise AK Parti teşkilatların da partinin kuruluşundan bugünlere kadar  sahanın tozunu yutan, koşan ve terleyen,  emek sarf eden teşkilat mensupları  ve basın üyelerinin katılımlarının  olduğu  akşam yemeği programı ile son buldu!.

Öncelikle Sayın Cumhurbaşkanımıza dünyada ve ülkemizdeki bu kadar  sorun, baskı ve yoğun programları arasında şehrimize yapmış oldukları  teşekkür ve hasret giderme temalı ziyaret için çok teşekkür ederim!.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Konya programının kesinleşmesi ile birlikte, kendisini, kurumunu ön plana çıkarmaya, yani pazarlamaya çalışanların medya ve meydanlarda boy gösterdiklerine de şahit oluyoruz! Peki, neden?

İnsan denen varlık görünmeden yapamaz! İnsan denen varlık önemsenmeden duramaz! Bu kişi hangi makam ya da mevkide olur ise olsun!  Bu kişi hangi ekonomik seviyede olursa olsun! Hiç fark etmez! Hele bir de bu kişi ya da kişilerin ticari ve gelecek ile ilgili siyasi kaygı ve hesapları da var ise! Medya ve meydan onlarındır; Zaman ve zemin çok müsait olduğu için!  Şehirler ve vatandaşlar ne olacak?! Konya’ya yapılması gereken hizmet ve yatırımlar ne olacak, dediğinizi de duyar gibiyim!

Şehirler de neymiş?! Vatandaş da kimmiş?! Dostlar, Medya ve meydanlarda gördüğümüz eni sonu bin kadar kişinin egosu tatmin olduktan sonra zaten bu şehre hizmet de gelmiş sayılacaktır! Ne buyurdunuz?! Bu tipler yüzünden, Sayın Cumhurbaşkanımızın çevresi kuşatıldığı için sıradan bir vatandaş Cumhurbaşkanımıza en ufacık bir derdini ya da selam ve kelamını dahi eriştiremeyen mutlaka olacaktır! Vatandaş da neymiş canım! Vatandaşın Cumhurbaşkanı ile ne işi olabilir?!

Vatandaş dediğin vergisini öder,  çağrılınca askere gider ve meydanlara da gel denince, bin kadar ekâbir mahcup olmasın diye,  meydanları sadece doldurur! Cumhurbaşkanın sadece ve sadece ekâbir takım ve ekip ile işi olabilir! Öyle değil midir?!

Sayın Cumhurbaşkanım! Muhafazakar düşünce ve duruşun kalesi konumunda ve hinterlandında en az kırk şehrimizdeki vatandaşların da buradan beslendiği, buraya baktığı kadim şehir Konya ve Konyalı sizleri hassaten çok seviyor! Bölgesindeki kırk kadar şehrimizin insanı siyaseten kadim şehir Konya ve Konyalı ne karar verecek diye bekler!

Kadim Başkent olmanın vermiş olduğu bir vakur duruş, muhabbet ve saygıdır!  Konya ve çevresi, bu sevginin yerine de bir başka siyasetçiyi koyamaz ve koymak istemez! Türkiye Cumhuriyeti 8. Cumhurbaşkanı ve ANAP kurucu genel başkanı rahmetli Turgut Özal, muhafazakar camianın kalesi konumundaki kadim şehir Konya, siyasi olarak yanınıza ya da arkanıza almadan başarılı olmanız mümkün değildir, şeklinde bir sözü aklıma geldi! AK Parti için de bu durum aynen böyledir!

Kurulması planlanan bir başka muhafazakar parti için de durum aynı olduğunu düşünüyorum! Bugünlerde siyaset çok hızlı, kaygan ve hareketli! AK Parti bünyesinde siyaset yapan, bakan ve başbakan olanlar tarafından bugün yeni siyasi parti kurma hazırlıklarına da şahit oluyoruz! Normal bir durum! Kesinlikle kızılacak bir şey değildir! Fakat unutulmaması gerek bir şey vardır!

Türk Devleti 1990’ların sonu ve 2000’lerin başlarındaki Türkiye değildir! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki Türk Devleti başkaca bir hal almıştır! Türk Devleti, Cumhurbaşkanlığı Hükumet sistemi ile birlikte tüm birimleri ile bugün için çok daha güçlüdür! Türk Devleti bugün devlet, millet, ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte daha fazla bir ve beraberdir!  Hedef Türk Devletinin Bekası ve Türk milletinin birliğidir! Anadolu’da bin yıllarca daha baki olarak var olmaktır!

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, Yeni Kapı ruhu ile şahlanan, devlet, millet, ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte ki Cumhur İttifakını bozmaya, dağıtmaya ve parçalamaya yönelik girişim ve çalışmalara şahit oluyoruz! Peki, neden?

Küresel ve emperyalist güçler, içimizdeki işbirlikçiler, ülkemiz ve bölgemizdeki hesaplarının devamı ve bölgedeki çıkar ve varlığını korumak adına, her türlü kirli operasyon ve oyunlarına devam etmektedir! Daha önceki yazılarımızda vurguladığımız ve ifade ettiğimiz gibi Türk Devleti, kadim Türk Devlet Aklının devreye girmesi ile birlikte, 15 Temmuz hain darbe kalkışmasından sonraki süreçte çok daha güçlüdür!

Devletin bekası ve Milletin birliği adına hareket eden devletin tüm birimlerinde bir uyumsuzluk ya da başıboşluk oluşturamayan küresel ve emperyalist güçler, içerideki işbirlikçileri mahareti ile siyaseten bu birlikteliği bozmak için bölgemiz ve ülkemizdeki hesaplarına erişmeyi planlamaktadır! Peki, başarılı olabilirler mi?!

Küresel güçler yüz yıl önce olduğu gibi  içimizdeki işbirlikçiler  mahareti ile bu defa hedeflerine erişebilirler mi?! Hiç sanmıyorum! Başaramayacaklar! Türk Devletinin bekası ve Türk Milletinin Birliği adına kurulan bu kutlu ve kutsal siyasi ittifakı dağıtamayacak, parçalayamayacak ve bozamayacaklar!

İnsanı Yaşat ki Devlet Yaşasın!..

Asil Türk milletinin Ağustos ayında ki zaferler; 26 Ağustos 1071 Malazgirt, 11 Ağustos 1473 Otlukbeli, 23 Ağustos 1514 Çaldıran, 24 Ağustos 1516 Mercidabık, 29 Ağustos 1521 Belgrad’ın Fethi, 29 Ağustos 1526 Mohaç ve 1 Ağustos 1571 Kıbrıs’ın Fethi.. 5 Ağustos 1919 Erzurum Kongresi.. 23 Ağustos 1921 Sakarya Meydan Savaşının başlaması.. 26 – 30 Ağustos 1922 Büyük Taarruz gibi..

Anadolu’nun kapılarını Türklere açan 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferini şöyle izah edebiliriz!  Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan ile Bizans İmparatoru IV. Romen Diyojen arasında gerçekleşen bir savaştır. Alp Aslan’ın zaferi ile sonuçlanan Malazgirt Muharebesi, Asil Türk Milletine Anadolu kapılarında kesin zafer sağlayan son savaş olarak bilinir. 

Malazgirt Muharebesi,  şüphesiz Anadolu’nun kapılarını Türk Milletine açmakla kalmamış, aynı zamanda dünya siyasi tarihinin mecrasını da Türk Milleti lehine değiştirmiştir. Hristiyan Batı dünyası Anadolu’nun Türklerin eline geçmesini hiçbir zaman hazmedememiş ve hemen her vesile ile intikam almak istemiştir.

İnsanlık ve Hristiyanlık tarihinin yüz karası Haçlı Seferleri bunun için başlatılmıştır. Batı Hristiyan dünyası korkunç hülyasını gerçekleştirmek için 26 Ağustos 1071’den başlayarak, 26 Ağustos 1922 yılına kadar tam dokuz asır Türk milleti ve Türk devletine karşı kılıç ve silah çekmiş, halen de çekmeye devam etmektedir! Peki, neden?!

Küresel ve emperyalist güçler, içimizdeki işbirlikçiler, Türk milletini uzun bir dönem kendi iç sosyal, kültürel, dini, siyasi ve ekonomik meseleleriyle uğraştırmakla, medeniyetinden, tarihinden, kültüründen ve yirmi dört milyon kilometrekarelik gönül coğrafyasındaki bağlarından koparma çalışmaları bugün için boşa çıkmıştır!

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, devlet, millet, ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte, Türk Devleti ve Türk Milleti, kadim tarihi Türk devlet kodlarına dönmektedir! Türk Devleti ve Türk Milleti, tarihi devlet kökleri ve özüne dönmektedir! Türkiye’deki bu birliktelik, tarihi devlet kodlarına dönüş ve gönül bağlarını da muhafaza ettiği sürece, tarihte olduğu gibi her alanda dünyanın en güçlü ülkelerinden biri olacağını düşünüyorum!

Küresel ve işbirlikçilerin korkulu rüyası da buradan kaynaklanmaktadır! Türk Devleti ve Tük Milleti uyumaya devam etsin ve kesinlikle uyanmasın! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasının akabinde seksen milyon tek yumruk şahlanan Yeni kapı ruhu dağılsın ya da parçalanabilsin! Türk Devleti ve Türk milleti tarihsel özüne, köklerine ve tarihi dere yatağına asla dönemesin!  Türk Devleti ve Milleti, geçmişteki şanlı tarihi zaferlerine güçlü bir şekilde sahip çıkar, özümser ve içselleştirdiği takdirde,  gelecekteki hedeflerini hayata geçirme iradesi her daim canlı olacağı kanaatindeyim!  

Türk medeniyeti tabii ki bir fetih medeniyetidir! Bu fetih sadece toprakların ve coğrafyanın fethi değildir! Elbette ki asıl fetih gönüllerin ve zihinlerin fethidir.  Ecdad, asırlar boyunca huzur ve güvenle müreffeh bir şekilde yönettiği coğrafyada,  bunu gönüllerin fethi ile sağlamıştır!  Bugün ise aynı bölgeler zulüm ve sefalet içinde kıvranmaktadır! Peki, neden?!

Şeyh Edebali; İnsanı yaşat ki devlet yaşasın, buyurmaktadır! Peki, Şeyh Edebali kimdir? Şeyh Edebali; Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin kayın pederi ve Anadolu Ahilerinin reislerindendir! Peki, Dursun Fakih kimdir? Dursun Fakih, Osmanlı’nın kuruluş döneminde yaşamış ünlü bilginlerden ve yine Şeyh Edebali’nin damadı, Osman Gazi’nin ise bacanağıdır!

Şeyh Edebali ve diğerlerini  kim veya kimler  yüz yıllardır bu asil millete  unutturmaya çalışmaktadır?! İnsan ve devlet! Elbette ki, insana yatırım yapmayan, insanı yok sayan ve önem vermeyen hiç bir devlet yeryüzünde baki kalamayacaktır!

Anadolu, Türkler için büyük bir mesuliyet ve davanın sembolüdür!  Türk’ün bin yıllardır bu coğrafyadaki davası hep inşa olmuştur! Birileri gibi sadece yıkmak, yakmak, sömürmek ve yok etmek üzerine kurulu olmamıştır!  Anadolu çok zor ve bir o kadar da zorlu bir coğrafyadır! Mademki coğrafya kaderdir! Asil, Türk Milleti bu coğrafyadaki kaderine sonuna kadar teslim olmuştur! 

Anadolu tarihte olduğu gibi, kadim Türk Devlet Aklı ile birlikte, Türk milletinin yeniden dirilişine ve yeniden yükselişine, Türk medeniyetinin yeniden ihyasına ve büyük Türk Devletinin yeniden inşasına şahitlik edecektir! Elbette ki böyle bir hedef ve ideal birilerinin
uykularının kaçmasına da sebebiyet vermektedir!  

Türk Milleti,  Hz. Ömer’in adaleti ve Hz. Ali’nin cesareti ile tüm insanlık ve mazlum milletler adına, Adalet ve Hakkaniyetin temsilcisi ve yeniden medeniyet inşa yolculuğuna, Anadolu’da ve tüm gönül coğrafyasında, kadim Türk Devlet Aklı ve Türk Devlet hafızası ile kararlılıkla yürümeye devam edeceğini de düşünüyorum!  

Siyasette makam, mevki ve unvanlar gelip geçicidir! Fakat geride bırakılan eser, başarı ve fedakarlık kalıcı olacaktır! Peki, bugünün siyaseti  böyle midir?! Ya da bu şekilde siyaset yapan kaç siyaset adamı vardır?!

Bugün siyaset, kendisi ve çevresindekiler için makam, mevki, para, ihale, rant, iktidar ve güç devşirmek üzerine kurulmuştur! Vatan ve Millet dediğinizi de duyar gibiyim! Vatan ve Milleti düşünen kaç siyaset adamı vardır?! Ya da, Siyasiler, vatan ve milleti düşünmüş olsalar idi  her gün yeni bir siyasi parti kurma çalışmaları ve siyasi partilerdeki bu kadar parçalanmışlık neyin işaretidir?!

Ecdat canını ve canından aziz bildiği evladını bu topraklar için feda etmiştir!  Neden?! Her Türk anası, evladına, vatanını, bayrağını, toprağını kurtarmadan dönersen sana hakkım helal değil! Evlatsız yaşarım fakat vatansız yaşayamam, şeklinde düşünür ve böyle yaşar, her daim bu bilinç, bu idrak ve bu ferasette olmuştur! Siyasiler de aynı bilinç ve duruş da mıdır?! Tabii ki hayır!

Sınır bölgelerimizdeki küresel ve emperyalist hesaplar, planlar ve tuzakların çokluğu, Türk Devleti ve Türk Milletini asla kutlu davasın alıkoyamayacaktır! Harbiye marşındaki dizelerde olduğu gibi;  Yaklaşacak düşmana mezar olur bu yerler, Bağlayamaz bir kuvvet bu kasırga milleti, Tarihlere sorun ki bize “ Ölmez Türk ” derler!

Önce Millet ve Önce Memleket!..

Dünyada ve ülkemizde her gün siyasi, askeri ve ticari açıdan sıcak gelişmeler yaşanmaktadır! Peki, tüm bu yaşananlar neyin göstergesidir? Ya da yaşamakta olduğumuz tüm bu gelişmeler neyi ve neleri işaret etmektedir? Dünyamız ikinci dünya savaşı devam ederken ve akabinde savaşın galipleri tarafından planlanan ve kurulan iki kutuplu dünya sistematiğinde, görünürde sakin ve savaşsız bir yarım yüzyılı geride bırakmıştır! Bu dönemi Soğuk Savaş yılları olarak tanımlamıştık! Bugün dünya ve özellikle de dünyanın sıklet merkezi konumundaki ülkemizde ve bölgemizdeki tüm yaşananların yenidünya düzeni ve sistematiğinin nasıl ve ne şekilde kurulması gerektiği konusunda küresel ve bölgesel güçler arasında varılamayan mutabakat ve anlaşmanın gecikmesidir!  Yenidünya düzeni ve sistematiği artık Türk Devleti olmadan kesinlikle kurulamaz! Dünya küresel ve emperyalist güçleri yenidünya sistematiği için Türk Devletini yanına çekebilmek için girişilen operasyon ve çekişmelere de şahit olmaktayız! Peki, ne olacaktır? Böyle devam edecek midir? Yoksa küresel ve bölgesel güçler arasında kalıcı ya da geçici de olsa bir mutabakat olacak mıdır?  Böyle bir mutabakat olmadığı takdirde dünyamız, ülkemiz ve bölgemizde neler olacaktır?

Daha önceki yazılarımızda sürekli olarak vurguladığımız halkın gündemi ve dertleri tabii ki başka olacaktır! Halkın gündemi günlük siyaset ve iaşe olacaktır! Günlük siyaset dediğimizde,  kim ne demiş ve neden demişten öteye geçemeyecektir!  Peki, kadim bir devlet olan Türk Devleti   ve bu devletin yöneticilerinin gündemi neler olmalıdır?! Halkın gündemi ile eş değer olmalı mıdır? Tabii ki hayır! Türk Devleti, Türk Devlet Aklının denetim ve kontrolünde,  Türk Devletinin bekası ve Türk Milletin birliği adına, içeride ve dışarıda her türlü tedbir ve önlemleri almak zorundadır! Türk ifadesi birileri tarafından yanlış anlaşılmaması adına! Türk ifadesi burada ırk olarak kesinlikle kullanılmamaktadır! Türk demek, dünya hakları ve mazlum milletlerdeki karşılığı olan, Adalet ve Hakkaniyeti temsil eden ve mazlum milletlere de sahip olan demektir! Türk devleti her gün on sekiz yaşında olduğu için varlığına yönelik gelebilecek olan tüm tehlike ve saldırılara karşı teyakkuz durumunda olmak zorundadır! Aksi halde, Anadolu bizim için yaşanmaz bir durum alır! Aksi halde, bin yıl önce geldiğimiz bölgelere dönmek zorunda kalırız! Aksi halde, Anadolu’yu Türklere dar ederler!

ABD ve Türk Devleti arasında, Suriye ve sınırlarımızdaki terör örgütlerine yönelik olarak Urfa bölgesinde kurulan Urfa Müşterek Harekât merkezi akabinde, etkili ve yetkili olduğunu zanneden kişiler tarafından ileri geri ve olur olmaz ifade ve açıklamalara şahit olduk!   Peki, neden?! ABD ile Türk Devleti arasında bugün kurulan Urfa Müşterek Harekât merkezi, 1990’lı yıllardaki Körfez Savaşı’ndan sonra, Kuzey Irak’taki Kürtleri Saddam Hüseyin’in saldırılarından korumayı amaçlayan, ABD öncülüğünde savaşa katılan diğer müttefik ülkelerin de dâhil olduğu ve Türkiye üzerinden gerçekleştirilen ” Huzur ya da Huzuru temin Çekiç Güç”  askeri harekâtını da bizlere yeniden hatırlatmış ve hafızalarımızın da tazelenmesine sebep olmuştur! Urfa Müşterek Harekat Merkezi ile Çekiç Güç aynı hükümde midir?! Tabii ki hayır!  1990’lı yıllardaki Türk Devleti ile bugünün Türk  Devlet Aklı ve Devlet yönetim kademesi aynı mıdır?! Elbette ki hayır! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte Türk Devleti, devlet kademesine sızmış, tipi bizden fakat çipleri kürsel güçlerin denetim ve kontrolündeki tüm işbirlikçileri devletin her birimi ve kademelerinden bir bir temizlemiştir! Türk Devletinin 1990’lı yıllarda Çekiç Güç sürecinde belki sadece A ve B planı vardır! Bugün ise Türk Devletinin Kadim Türk Devlet Aklının denetim ve kontrolünde, Devletin Varlığı, Bekası ve Milletimizin de Birliği adına alfabedeki tüm harfler ile dolu plan ve hesapları vardır ve olmak zorundadır! Başkaca bir tercihimiz de yoktur! Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte devletin tüm birim ve kademelerine BEKA ve VARLIK adına insicam ve birliktelik tezahür etmiştir!

31 Mart mahalli seçimlerinde HDP’li  belediye başkanlarının kazandığı üç büyük şehir belediye başkanlıklarına, teröre yardım ve lojistik destekten kaynaklı,   kayyum atamasından sonraki  açıklamalara ve yaşananlara neler demeli?! Bu süreçteki ifade ve yaşananlar,  ABD eski dış işleri bakanı ve stratejist Kissenger’in sözleri aklıma geldi!  Henry Kissenger;  ” Biz Amerika olarak neden güçlüyüz, biliyor musunuz?  Çünkü… ;  bizler Amerika olarak içimizdeki vatan hainlerini bulur ve çabuk öldürürüz. Dünyanın birçok memleketindeki vatan hainlerini ise bulur ve kahraman yapar, ülkelerinde de önemli yerlere getirir ve kullanırız ” diyor! Başkaca bir söze gerek var mıdır? Bence bu konudaki çok söz, laf-u güzaftan öteye geçmeyecektir!

AK Partinin 18. Kuruluş yıl dönümü kutlamaları, kutlama ve akabinde ki açıklama ve konuşmalar, HDP’li üç büyük şehir belediyesine kayyum atanması, Türkiye’de yeni kurulmakta olan siyasi partiler ve siyasi aktörlerin de gün yüzüne çıkmasına ve siyaset sürecinin de hız kazanmasına sebep olmuştur! Kim kimler ile beraber hareket etmektedir! Kim kimlerle beraber yol arkadaşı ve siyaset yapacaktır! Yani turnusol kâğıdı gibi her şey halkın gözleri önüne ve meydanlara dökülmeye başlamıştır! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, Yeni Kapı ruhu ile şahlanan Cumhur İttifakını siyaseten parçalama ve dağıtmaya yönelik içeriden ve dışarıdan girişim ve hamlelere şahit oluyoruz! Peki, neden?!  Başarılı olabilirler mi?! Hiç sanmıyorum! Çünkü Türk Devleti, Kadim Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet geleneğinin denetim, kontrol ve yönlendirmeleri ile bugün dünden çok daha sağlam ve daha da güçlüdür! AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan;  ” Altını çizerek ifade etmek isterim ki, önce millet ve önce memleket diyen herkes ile çalışmaya hazırız. Mesele vatansa, gerisi teferruattır. Bu şuurla hareket eden herkese kapımız açıktır.  MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli ile 15 Temmuz ihanetinin ardından 7 Ağustos tarihinde Yenikapıda başlattığımız yakın işbirliğini 31 Mart seçimlerinde çok daha ileriye taşıdık. İçeriden ve dışarıdan nifak girişimlerine rağmen Yeni Kapı ruhunu diri tutmayı başardık. 15 Temmuz gecesi meydanlarda kurulan Cumhur İttifakı, aradan geçen süre zarfında Türkiye’nin bekası ve Türk demokrasisinin, milletimizin İstikbalinin garantisi olmuştur ”  ifade ve vurgularının, bugün yaşamakta olduğumuz siyasi süreç ve yeni parti oluşumları zaviyesinden,  çok manidar ve dikkate değer olduğunu da düşünüyorum!

Uzay Savaşları Yeniden Başlıyor!..

1970’li yıllarda başlayan uzay ya da yıldız savaşları kitap ve film serisini duymayan, okumayan ve izlemeyenimiz kalmamıştır! Hatta bugün dahi animasyon oyunlarında yıldız ve uzay savaşları halen geçerliliğini korumaktadır! Dünyamızı hızla yok etme yolunda ilerleyen insanoğlu, özellikle son yirmi yılda dünyadan göçüp gitmek için uzay çalışmalarına hız vermiştir! Peki, neden?  Bir yandan uzaya “ ilk kim gidecek ” yarışı sürerken, bugün ise uzayda hakimiyet göz ardı edilmemesi gereken bir durum olarak karşımızda durmaktadır!  Dünya küresel güçleri tüm bu çalışmaları neden ve ne adına yapmaktadır?! Dünyayı mahvettik sıra uzaya geldi kabilinden değildir herhalde!  Ya da dünyada canımız çok sıkıldı yeter artık birazda uzayda değişik macera arayalım diye de değildir! Dünyada uzay ile ilgili tüm bu gelişmeler olurken millet olarak içeride birbirimizle uğraşmakla, çekiştirmekle ve günümüzü gün etmekteyiz! Siyaseten o ne demiş ve bu ona ne cevap yetiştirmiş, durumundan öteye geçemedik! Sokak ve kahvehane dedikoduları ile ufkumuzu ve geleceğimizi karartıyor ya da gelecek ile ilgili vizyon ve öngörüden uzak yaşıyoruz! Devlet ihalelerinden pay kapmak için birbirimizi yiyoruz! Ya da bir yakınımızı devlet dairesinde işe katabilmek için olmadık taklalar atıyoruz! Halkın derdi tabii ki günlük iaşe ve geçim olacaktır! Bu durum kızılacak ya da küçümsenecek bir şey kesinlikle değildir! Halkı gündemi ve derdi tabii ki başkadır! Devletin gündemi ve dertleri ise elbette ki bambaşka olacaktır! Bu Devlet bir de Türk Devleti ise!  Peki, Devlet dediğiniz kurum neler yapmalıdır?! Hem de bu devlet Kadim bir Türk Devleti ve bu devletin de dünyanın her bir bölgesinde tarihi, kültürü ve medeniyet izlerini de var ise!  Tarihten Türkleri çıkardığımız vakit insanlık adına hiçbir şey de kalmayacağına göre! Türklerin insanlık ve mazlum milletler adına mes’uliyet ve sorumluluğu çok fazladır!

Peki, Uzay nedir? Uzay dediğimiz boşluk ve kavramın açılımı nedir? Uzay ya da feza, Dünya’nın atmosferi dışında ve diğer gök cisimleri arasında yer alan, evrenin geri kalan kısmındaki sonsuz olduğu düşünülen boşluğa verilen bir isimdir! Atmosfer ile uzay arasında kesin bir sınır bulunmamakta ve uzayda tahminen milyarlarca galaksi de bulunmaktadır! Bu galaksilerin içinde milyonlarca sistem ve gezegenler olduğu da artık gözlemlenmektedir!  Uzay’da zaman kavramı da yoktur!

Uzaya yolculuk ve uzaya ilk uydu fırlatma tarihini kabaca incelediğinizde karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır! 1947 – 1956 yılları arasında ABD, uzay çalışmalarına büyük hız vermiştir! ABD,  bu tarihlerdeki yapılan uzay uçuşu denemelerindeki hiç bir uzay aracını yörüngeye oturtmayı başaramamıştır! 1969 yılı Temmuz ayına geldiğimizde, Ay’ın ABD’li astronotlar tarafından fethedilmesi ve uzay çalışmalarında en önemli adımlardan biri olmuştur! ABD, Silahlı Kuvvetlerin 6. kolu olarak Uzay Gücü ya da Uzay Kuvvetler Komutanlığı kurması ve Uzay Kuvvetleri’nin Hava Kuvvetleri’nden ayrı ama ona eşdeğer olacağı bir döneme de şahitlik etmekteyiz!. Bugün itibari ile uzayda Amerikan hâkimiyetine sahip olmak zorundayız, diyen bir ABD Başkanı, uzayı fethedilecek yeni bir bölge ve sınır olarak ilan etmiştir! 

SSCB, 1957 yılında üç kademeli uyduyu Dünya çevresinde yörüngeye oturtarak uzay yarışında öne geçmiştir! Uydulardan elde edilen uzay üzerine bilgiler, canlıların ve özellikle insanların uzayda yaşayabilmeleri için hangi koşulların yerine getirilmesi gerektiğini ortaya koymuştur! Bu arada, insanların uzay boşluğuna yerleşmelerini sağlamak, uzayı uzaydan izlemek ve günümüzde Dünyadaki tüm iletişim ve haberleşme kolaylıklarını sağlamak için binlerce uydu uzayda yörüngeye yerleştirildi ya da uzayın boşluğuna halen fırlatılmaktadır! Peki, neden?! Bu kadar masraf ya da harcama ne için yapılmaktadır?!

Günümüzde ise uzay yarışı büyük bir hızla devam etmektedir. Özellikle de ABD, Rusya ve Çin  büyük yarışta amansız birer rakiptir!.  Çin, günümüzde her ay iki uyduyu uzaya gönderdiği ve bu sektördeki gidişatın da değişmeye başladığına şahit olmaktayız!  Bugün, gelişen teknoloji ile birlikte,  dünyadaki tüm gelişmelere, uzaydan müdahale döneminin başladığı ve uzaydan kontrolün her zaman bulunduğu ancak müdahale boyutunun da çok farklı olduğu ve ülkelerin özellikle de askeri alanlarda Dünya’ya müdahale edebilecek hale gelmekte olduğunu da gözlemliyoruz!  

Türk tarihindeki uçmak, uçuş, uçak ve havacılık ile ilgili gelişmeleri şöylece izah edebiliriz. Müslüman ve Türk bilgini Hezarfen Ahmet Çelebi, 10. Yüz yılda yaşamış yine Müslüman ve Türk bilgin İsmail Cevheri’den ilham almak suretiyle, 1632 yılında, lodoslu bir havada ve yapay kuşkanatlarına benzer bir aracı kendisine takarak, Galata Kulesi’nden kendini boşluğa bırakmış ve bu şekilde uçarak, İstanbul Boğazı’nı geçmiş ve 3358 metrelik mesafeyi kat edip, Üsküdar’daki Doğancılar mevkisine inmiştir!  Hezarfen Ahmet Çelebi, bu yönüyle, Türk havacılık tarihinin en önemli kişilerinden birisi olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan kısa bir süre sonra, Atatürk 1936 yılında havacılığa vermiş olduğu önem itibari ile Avrupa’ya heyetler göndermiş ve bu heyetin bir üyesi olan Vecihi Hürkuş, ilk Türk uçağını da 1936 yılında VECİHİ K-6 isimle üretime başlanmıştır! Türkiye’deki siyasi gelişmeler çerçevesinde, arka planı ve nedeni bilmediğimiz bir gerekçe ile havacılık ve uçak sanayindeki tüm yatırım, üretim ve çalışmalar 15 Mart 1950 tarihinde çıkan bir kanun ile iptal edilmiştir!

Tüm bu mezkur ifadeler ve havacılık konusundaki gelişmeler karşısında, Türk Devleti Uzay çalışmalarında ne durumdadır? Türk Devleti ne gibi çalışmalar yapmaktadır? Dünyadaki uzay alanındaki tüm bu gelişmeleri Trük Devleti sadece izlemekte midir? Ya da kadim ve tarihi bir medeniyet devleti olmanın vermiş olduğu vakur duruş ile uzay konusundaki tarihi bilgiler ve tecrübeler ışığında uzayda var olabilmek için gerekli tüm çalışmaları yürütmekte midir? 2018 yılı sonunda Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Türk Devleti ve Türk Milletinin bekası için uzayda var olabilmek adına, ” Türkiye Uzay Ajansı ” kurulmuştur!  Ajansın ilk işleri ise Milli Uzay Programı hazırlamak olmuştur!  Milli Uzay Programı; Türkiye’nin uzayda neler yapabileceğine karar verilecek bir programın geliştirilmesidir.  Uzay çalışmalarında kritik bir süreç bulunmakta  ve on yıl içerisinde uzayda olmayan bir devletin  ise uzayda herhangi bir söz hakkının olmayacağı bir dönemdeyiz!. Uzayda çok ciddi bir kontrol ağının kurulduğu ve bu kontrol ağının askeri anlamda büyük riskler içerdiği bir döneme de şahitlik ediyoruz! Türkiye Uzay Ajansının tüm bu çalışmaları çerçevesinde, Konya ilinin stratejik konumu ve 1200’lü yıllarda bu şehirdeki astronomi eğitim alt yapısı ve en az dört adet astronomi medresenin bulunduğu da dikkate alınmak sureti ile Türk Cumhuriyeti Devleti çok kısa bir zaman diliminde,  Konya hudutları içerisinden Türk patentli ve kendisine ait bir Uzay mekiğini de uzaya fırlatması beklenilmektedir!