Tarih, Kimler için, Tekerrürden İbarettir?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kurulduğu tarihten itibaren hiçbir zaman kendi haline bırakılmamıştır. Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamaya başladığı süreçle dış saldırılar hız kazanmıştır.  1839 Islahat Fermanı ile başlayan süreçle bu saldırılar değişik bir form almıştır. Artık içerideki adamları vasıtası ile olaylara müdahale, hatta çıkacak yasa vb. dahi müdahil olmaya başlamışladır. 15 Temmuz hain işgal denemesi ile bu süreç içerideki işbirlikçiler vasıtası ile teslim alınmak suretiyle tamamen kapatılmak istenmiştir. Bu süreç ve saldırılar artık bitmiştir, durmuştur diyebilir miyiz? Artık millet olarak İşimize gücümüze bakalım rehavetine kapılabilir miyiz? Yoksa devlet ve millet olarak her daim teyakkuz halinde olmamız bir dönem ve bölge olduğumuz gerekiyor mudur?  Tek farkı ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ve bölge halkları olarak, küresel güçler ve sistemin ülkemiz ve bölgemiz üzerindeki oyun ve tezgâhlarını hiçbir zaman net olarak anlayamadık, teşhis edemedik ve ona göre taktikler, stratejiler ve tedbirler alamadık.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu tarihlerden hemen sonraki süreçte İngilizler tarafından kurulan silahlı çeteler, bu ülkenin selameti ve hayrına mı çalışmışlardır?  Bu silahlı çeteler sürekli isim değiştirmek suretiyle bu günlere kadar gelmiş midir? Artık, dünya savaşlarının devletlerin kendi silahlı güçlerinin karşı karşıya gelmesi ile olmayacağını bölge halkları olarak idrak edemedik? Adamlar kurmuş oldukları ve lojistik olarak destekledikleri terör örgütleri üzerinden ülkemizi, bölgemizi ve hatta tüm emperyalist olarak baktıkları bölgeleri karıştırmakta ve dizayn etmekteler.  Bölge halkları da içeride halen birbirleri ile uğraşmaktadır.  Halen sen – ben kavgaları, senin partin – benim partim kısır çekişmeleri ile günlerini heba etmektedir.

1979 yıllarının son günleri, daha 12 Eylül askeri darbesi olmamış, ülkede siyasi ve ekonomik kaos had safhadadır. Ülkesini seven ve ülkesi adına dertleri olan bir Milletvekili TBMM kürsüsünde; ‘ Değerli milletvekili arkadaşlarım; 1979 Türkiye’sinin gündeminde çok önemli iki konu vardır: 1- Devletin iç ve dış güvenliğine yönelik tehdit ve tehlikeler, devletimizi çökertmeye müteveccih şiddet hareketleri, teşkilatlı terörist faaliyetler. Devletin ülke ve millet bütünlüğüne yönelik hareketler. Yani Devletin Varlığı ve Milletin bekası ile ilgili konular. 2- Ekonomik konular, hayat pahalılığı ve geçim sıkıntısı vb. Türkiye jeopolitik konumu itibariyle dünyanın çok nazik bir noktasında bulunmaktadır. İspanyadan Japonya’ya kadar Ortadoğu’nun tek hür ve demokratik ülkesi, hür ve parlamenter rejimle idare edilen tek ülkesi, büyük devlet olarak Türkiye vardır. Son zamanlarda Türk Devletinin, Türkiye’nin etrafında devletimizle yakından ilgili ve bu devlete gönül vermiş, bu devletin her türlü sorumluluğunu hisseden herkesi endişelere sevk eden olaylar cereyan etmektedir.  Bugün,  sen –  ben kavgalarıyla geçirecek vaktimiz yoktur. Yapacağımız hareketler, seviyesiz kısır münakaşalar, bu devletin dış düşmanlarına, devletimize karşı olanlara Türk Devletinin büyümesini, Türk devletinin bütünlüğünü istemeyenlere fırsat ve zemin hazırlar.   Temel meselelerde birleşmemiz lazımdır. Mademki Türkiye iç ve dış tehlikelere, tehditlere maruzdur, bunun idraki içerisinde olan herkesin sorumluluk ölçüsü içerisinde görev yapması lazımdır. Siyasi hesaplarını, partizanca duyguların bir kenara atılması zamanında bulunduğumuzu işaret etmek istiyorum. Teşkilatlı terörist hareketler, devleti çökertmeye müteveccih hareketler karşısında, zannediyorum teşhis birliğine varmak, olayların kökenlerine inmek, iç ve dış mihrakları çok iyi araştırmak suretiyle bulduktan sonra, geçerli ve müessir tedbirler almak lazımdır. Bu konuda anlaşamayacağımız bir husus yoktur diye düşünüyorum.  Ortadoğu’da dünya şartları muvacehesinde, dünya dengesini bozacak olayların cereyan ettiği bu devrede ve bundan sonra da büyük Türk Devletinin kurulmasını ve büyümesini istemeyen güçler vardır. Süper devletlerin, emperyalist güçlerin de Türkiye’yi parçalama, Türkiye’yi küçük devlet haline getirme tertip ve oyunlarını her sorumlu insanın, her vatanperver insanın hesaba katması lazımdır’  vurguları ile dolu, yaklaşmakta olan tehlikelere karşı, öngörü sahibi olarak çok veciz bir konuşma yapar.

Yukarıda zikretmeye çalıştığımız,  bu ülke ve millet için derdi olan bir milletvekilinin TBMM kürsüsünden, sorumluluk sahibi olanlara ve tüm milletimize yönelik çırpınışlarıdır. 40 yıl önce tedbir almış olsa idik millet olarak yaşadığımız tüm ekonomik ve siyasi krizler meydana gelir miydi?  Neredeyse 40 yıl önceki durumun bugünden ne farkı vardır?  Devlet ve millet olarak, bu gün de aynı durumla karşı karşıya değil miyiz?  Tüm vatandaşlar olarak artık bir ve beraber düşünme ve davranma vaktidir. Artık ayrılıklarla, sen ve ben kısır çekişmeleri ile bir yüz yılı daha heba etmenin kimselere faydası olmayacaktır. Tarih tekerrürden ibaret derler. Tarihten hisse alan, ders alan için tarih tekerrürden ibaret olmasa gerekir. Hele bir de bu tekerrürü yaşayan bizler, iman ettik ve MÜ’m in olduğumuzu iddia ediyorsak; Daha fazla uyanık olmamız, Daha fazla feraset sahibi olmamız gerekir. MÜ’m in aynı delikten iki defa ısırılmaz kaidesi bizlere neleri hatırlatmaktadır. 1960 askeri darbesi ve kaybolan yıllarımız,  1970 askeri muhtırası ve 12 hükümet kurulan yıllar, 1980 askeri darbesi,  1990’lı yılarda yaşadığımız ekonomik  – siyasi krizler ve 28 Şubat süreci bizlere neleri hatırlatmaktadır? Bu yılları, devlet ve millet olarak neden kaybettik? Ne gibi işlerle meşgul olurken bir gençliği kaybettik? Nelerle iştigal ederken sanayileşmeyi, bilimsel çalışmaları ve dünya ile rekabeti kaybettik? Artık tüm bunlara bir DUR deme vaktidir; Tekrarı yoktur. Devlet ve millet olarak son dönemeçteyiz; Var ile Yok arasında bir durumdayız. Ya Devlet ve Millet olarak BİR – BERABER olur BÜYÜRÜZ- GÜÇLENİRİZ, ya da Küresel güçler, küresel sitem ve İşbirlikçilerini hedeflediği gibi Ayrılır, PARÇA PARÇA oluruz… 

Emeklilikte Yaşa Takılanlar; Yaşamasın!

Her çalışan bireyin umudu erken denecek bir yaşta emekli olmaktır. Ülkemizde 1999 yılına kadar çalışanlar 40’lı yaşlarda emekli olabiliyordu. Bu yaş emeklilik için erken midir? Elbette ki erken! Fakat yeni bir düzenlemeye de ihtiyaç var mıdır?  1999 yılında çıkan yasa ile kadınlar için 40 -48 yaş, erkekler için de 44–60 yaş aralığında kademeli emekli olunabiliyordu. Devletimiz bu konuda bir iyileştirme yapmak için sürekli olarak çalışmalar yapmaktadır. Bu güne kadar bir gelişme oldu mu? Hayır… Emeklilikte yaşa takılanlar dört gözle bu konuda devletimizden bir babalık ve büyüklük yapmasını da beklemekte midir? Tabii ki beklemektedir. AK Parti iktidara geldiği tarihten itibaren de toplumda bu konuda bir iyileştirme umudu da halen devam etmektedir. Emeklilikte yaşa takılanlar için bir düzenleme yapılmalı mıdır? 1999 yılında çıkan bu yasa da bir mağduriyet var mıdır? Kanunlar yayınlandığı tarihten itibaren meri değil midir? Geriye matuf yasa çıkarılır mı? Toplumda bu yasadan kaynakla yüzbinlerce hatta bir milyon insanımız zorluk ve sıkıntı çekmekte midir? Bir referandum süreci öncesinde neler yapılmalıdır ve Neler yapılabilir?

Mevcut sisteme göre primi dolduran emekli adayı yaşını beklemek zorunda. Birçok vatandaşın mağdur olduğu bu konuda 3 kıstas belirlenmiş durumda. İlk olarak SSK’lı olarak çalışanlar, 1999’a kadar emeklilik hakkını elde etmek için iki şartı yerine getirmek zorundaydı bu şartlar ise sigorta süresiydi. Sigorta süresi kadınlarda 20 yıl erkeklerde ise 25 yıl idi. İkinci şart ise 5000 bin gün prim sayısına sahip olmak gerekmekteydi. Daha sonra ise üçüncü şartta ilk iki şarta eklenerek emeklilik zorlaştırıldı. 1999 yılından önce işe girenlerde kadınlar 40 ile 58 yaşını erkeklerde ise 44 ile 60 yaşını bekleme şartı getirildi. Örneğin 1974 doğumlu ve 1992’de çalışmaya başlayan bir bayan 2012 yılında emekli olabilecekken, yeni yasaya göre emeklilik tarihi 2023 yılına uzadı. Yani bu bayan işe girerken beklediği tarihten 11 yıl daha geç emekli olacak.

emeklilikte-yasa-takilanlar1.jpg

Vatandaşlarımız penceresinden baktığımızda, Devletimiz elbette ki büyüktür. Büyüklüğünü de göstermelidir. Devlet olarak Suriye’den gelen vatandaşlarımıza bu güne kadar 25 milyar dolar harcandığı da ifade edilmektedir. Vatandaşlarımız bu konuda Ensar ruhunu da sergilemektedir. Helali hoş olsun. Aynı devletimiz Suriye’den gelen vatandaşlarımıza aylık 1.500 TL maaş bağladığı da duyumlarımız arasındadır. Bu da helal olsun. Büyük Devlet olmak kolay değildir. Devletimiz büyüklüğünü misafirlerine göstermektedir.

Vatandaşlarımız devletimizden bu konuda bir de ev sahibi olan kendi vatandaşlarına artık bir şeyler yapılmasını beklemektedir. Beklemesi kadar da doğal bir şey de yoktur. 50 yaşına gelmiş bir vatandaşımız yaşlı sınıfına konulmak suretiyle işverenlerimiz iş vermemekte, çalıştırmamaktadır. Bu vatandaş geçimini nasıl sağlayacaktır. Küçük esnaf bağ kur primlerini dahi ödemekte zorlanmaktadır. Yaşama hakkını da elinden alalım gitsin o zaman!  Primi dolmuş, günü dolmuş ve 1999 yılında çıkan yasadan kaynaklı sadece yaş bekleyen vatandaşlarımız için bir iyileştirme yapılmalıdır.  Kanunlarımızdaki kazanılmış hak durumu devreye alınmalıdır. Yasa çıktığı tarihten itibaren geriye dönük olarak değil de ileriye matuf olmalıdır. Hangi kanun geriye dönük olarak işletilmektedir.

Devletimiz küçük esnafa yönelik olarak KOSGEB üzerinden kredi vb. çalışmalar yürütülmektedir. Küçük esnafımız, Dünya savaşı vermekte olduğumuz şu dönemde sıkıntılı mıdır? Evet, gerçekten çok zor durumdadır. Yapılanlar yerinde ve doğru düzenlemelerdir. Sayın Bakanımızın Emeklilikte Yaşa Takılan 1 milyona yakın vatandaşımıza yönelik olarak biraz daha beklesinler, umutlanmasınlar açıklamasını da vatandaşlarımızın durumunu tanımadan, anlamadan ve bilmeden yapılan açıklamalar sınıfında değerlendiriyorum. Çalışan anneler için çocuklarına bakan babaanne ve anneanneye yönelik olan iyileştirmeler – destekler ve tüm yapılanları dikkate aldığımızda, Emeklilikte Yaşa Takılan bir milyona yakın vatandaşlarımız için de Devletimizden ülkemiz için çok kritik bir referandum süreci öncesinde yeni bir düzenleme ve iyileştirme yapılabilir ve yapılmalıdır, diye düşünüyorum.

Nereden mi çıktı bu referandum?

Dünya tarihine kabaca bir baktığımızda savaşlar, değişimler ve dönüşümler sürekli olarak vukuu bulmuştur.  Savaşların olmadığı bir dönem yok denilecek kadar azdır. Dünya üzerindeki sömürgeci devletler hâkimiyet kurabilmek ve emperyalist durumlarının devamı için dahi dünya savaşı veya bölgesel savaşlar çıkarmışlardır. Tarih bunun canlı örnekleri ile doludur.

Dünyayı yöneten küresel sermaye güçleri, her 100 yılda bir küresel sömürü düzenlerinin devamı için yeni bir sisteme yönelik olarak büyük bir hazırlık ve plan yaparlar. Dünya halklarının çoğu büyük plan ve başlarına gelecek olan büyük sıkıntıları anlayamaz ve algılayamaz.  Tarihte; Küresel güçler ve sistemin bu planını okuyan, gören ve buna karşı strateji –  taktik geliştiren liderler ve devletler de olmuştur. Devletlerin ve milletlerin devamlılığı ancak bu öngörü sahibi büyük liderler dönemlerinde varlığını sürdürebilmiştir.

Anadolu kara parçasının tarihi Dünya savaşların sürekli olarak hep merkezi olmuştur. Acaba neden?  Anadolu’da savaşlar tarihin hiçbir dönemde bitmez ve bitmeyecektir. Anadolu; insanlığın neşv-ü nema bulduğu ve tarihteki tüm medeniyetlerin kalbi topraklardır.  Tarihin tozlu sayfalarında, Anadolu kara parçasına hâkim olmak için tüm dünya devletleri ve küresel sistem saldırıya geçtiklerine şahit olmaktayız. Bu devletlerin ve halkların başkaca işi yok mudur? Neden bu topraklara saldırıya geçmekteler? Neden bu asil topraklara hâkim olmak istiyorlar? Anadolu, Dünyanın ana kavşak noktasıdır. Anadolu Dünyanın tüm enerji, petrol, gaz ve diğer madenlerin adeta fışkırdığı bir coğrafyadır. Anadolu, tüm yer altı enerji nakil hatlarının da hem kavşak noktası hem de merkezinde bulunmaktadır. Küresel sitem ve güçler bu kaynaklara kolayca ulaşabilmek ve sahip olabilmek adına saldırılar yapmaktadır. Durduk yere, boşuna yapılan işler değildir.  Anadolu kara parçasında yaşayan haklar olarak bizler, bu kara parçasının zekâtını ödemek zorundayız.  Bu bedeli ödemeyi göze alamayan tüm milletler bu topraklarda tarih olmuştur ve tarih olmak zorundadır.

cumhurbaskanligi_sistemi.jpg

Bugün itibari ile Anadolu kara parçasında, küresel güçler ve sistem yeni büyük bir plan ve saldırı için mevzi almışlardır. Vekâlet – vesayet savaşları üzerinden bölgemiz ve çevremiz barut fıçısı haline getirilmiştir.  Asimetrik olarak sürdürmekte oldukları gayri nizami savaşı, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin sahaya inmesi ile beraber başka bir çehre almaya başlamıştır. Bölgemiz, sınırlarımız ve çevremizde 63 ülkenin paralı askerleri ne için bekletilmektedir?  Herhalde tatil için gelmediler… Onları buralara kadar getiren güçlerin, bir beklenti ve hedefleri vardır. Akdeniz sahillerindeki yüzlerce savaş gemisi de zaten güneşlenmek için gelmişlerdir. Adamlar bu kadar silah vb. hazırlıkları zevk için mi yapmaktadır? Bölge devletleri buna ne kadar hazırdır? Bölge devletleri böyle bir plan ve saldırının ne kadarı farkındadır? Yoksa günlük işlerle mi meşgul olmaktadır? Bölgenin küresel ve bölgesel güç olmaya namzet olan devlet ve milletleri neler yapmaktadır? Bir hazırlık, plan, strateji ve taktik geliştirmek çabaları ve çalışmaları var mıdır? Bilemiyoruz.

Güzel ülkemiz Türkiye Cumhuriyetinde son günlerde meydana gelen gelişmelere zikretmeye çalıştığım çerçeveden bakmakta fayda olacağını düşünüyorum. Türkiye Cumhuriyeti Devleti neden öyle bir zaman diliminde güçlü yürütme sistemi için Anayasa değişikliğine gitmektedir? Halk penceresinden baktığımızda, Şimdi ne gereği Vardır,  Bu değişiklikler daha sonra yapılsa ne olur, Bir kişi için bu değişiklikler çok değil mi, Güç, makam ve iktidar adına neyiniz eksikti vb. sorular ve sorular. Bir İletişimci ve gazeteci olarak bende aynı soruları kendime soruyor ve kabaca cevaplamaya çalışacağım.  Devletleri ancak ve ancak Karizmatik Liderler değiştirir ve dönüştürür. Devletlerin tarihte yerlerini almaları ve hayatiyetlerini devam ettirebilmeleri de ancak üzerlerine gelmekte olan büyük oyunu gören ve bu oyuna karşılık bir taktik ve strateji geliştirebilen liderler döneminde olmuştur. Aslında yaşamakta olduğumuz hızlı değişim ve dönüşüm bunun işaretleridir. Sadece üzerimize gelmekte olan büyük sorunlara karşı bir ön alma ve büyük oyunu bozmak için yapılan büyük değişimlerdir. Devlet ve millet olarak; Bu değişimleri ve dönüşümleri yapmadığınız takdirde varlık ve yoluk durumunda kalırız.  1960 -1970 arası, 1970 – 1980 ve son olarak da 1990 – 2001 tarihlerinde devlet ve millet olarak yaşadığımız, hükümet krizleri, Cumhurbaşkanlığı krizleri ve ekonomik, siyasi, terör vb. kaos bunların canlı örnekleridir. 

Güçlü bir Yürütme Sistemi!

Anadolu, Dünyanın merkezidir. Anadolu, Dünyanın kavşak noktasıdır. Anadolu, tüm medeniyetlerin de merkezidir. Anadolu, aynı zamanda medeniyetler çöplüğüdür. Yüzlerce medeniyet ve devlet bu topraklarda kurulmuş ve tarih olmuştur. Acaba neden?  Tarihin tozlu sayfalarında hiçbir bölgede bu kadar devlet ne kurulmuş ne de yıkılmıştır. Bu toprakların, bu kara parçasının böyle bir özelliği de vardır.  Bölge insanları olarak kurmuş olduğumuz bu devletleri uzun soluklu olarak günümüze kadar neden devam ettiremedik?  Bu güne yönelik olarak almamız gereken dersler var mıdır? Tarihin tozlu raflarındaki bu devletler bizlere bu gün adına bir şeyler söylemekte midir? Anadolu medeniyetler tarihinden, dersler alamadığımız takdirde, bizlerin de ‘Yok’ olabileceğini ve tarihin tozlu sayfalarında yerimizi alabileceğimizi bizlere işaret etmekte midir?  Bu devletler ve milletler bir olamadığı ve dirlikleri koruyamadıkları için mi yıkılmıştır?

anasolmturkiyeyi1.jpg

Türkiye, 16 Nisan tarihinde yeni bir Yürütme sistemi için referandumda sandığa gidecek. Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihine kabaca bir baktığımızda, 90 yıllık tarihimizde neredeyse 1,5 yılı bir hükmet, yani yürütme sistemi karşımıza çıkmaktadır. 90 yıllık bir yürütme sisteminde 65. Hükümet ile yönetilmekteyiz. Bakiyesi olduğumuz Osmanlı İmparatorluğu ise 600 yıllık tarihinde 36 padişah ile yönetilmiştir. Dünyadaki diğer örnekleri anlatmaya hiç gerek yoktur. Burada da bizlere mesajlar var mıdır?  Türkiye olarak 90 yıllık tarihimizde sürekli olarak yürütme krizleri neden çıkmıştır?  Bu topraklarda sürekli olarak kaos ve kriz üretmek zorundalar.  Anadolu toprakları üzerinde hesabı olanlar, dışarıdan saldırıya geçemedikleri dönemlerde sürekli olarak içeride bizi birbirimize kırdırmak için her türlü yolları denemişlerdir. Aksi halde Küresel sistem varlığını sürdürmez. Türkiye de siyasi istikrar demek bölgenin emperyalist güçlere tamamen kapılarını kapatması ve kalkınması olduğunu tüm küresel sistem farkındadır.  Bu kaos ve krizler,  bazen ekonomik, bazen dini, bazen mezhebi, bazen de ırk üzerinden olmuştur.  İçeride buna her daim işbirlikçiler ve taşeronlar da bulmuşlardır. Bu toprakların böyle de bir özelliği vardır; Hainleri de çoktur; Vatanperver evlatları da.

7798_825711-001.jpg

Vatandaşlar olarak Referandumda nelere ‘Evet’ veya ‘Hayır’ diyeceğiz?  Yeni sistemin siyasi hayatımız açısından temel vaatleri nelerdir? Yeni sistemin yürütme açısından faydaları nelerdir? Ülkemize ve bölgemize neler getirecektir? Bu yeni sistemde ülke olarak,  istikrarsızlık ve krizler bir daha yaşamayacak mıyız?  Cumhurbaşkanları ve Başbakanlar arasındaki krizler Cumhuriyet kurulduğu tarihten bugüne Cumhurbaşkanları ve Başbakanlar hiç anlaşamadı. İlk kriz 1937’de Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk ve Başbakan İsmet İnönü arasında yaşandı. Atılım yapması gereken günlerde ülkemiz yerinde saydı; İçerdeki erk kavgaları yüzünden. Günümüze kadar da Cumhurbaşkanları ve Başbakanlar arasında çıkan anlaşmazlıklar ülkeyi kaosa ve istikrarsızlığa sevk etti. Bu durumda kazanan ise hep vesayet sistemi oldu. Koasun ardından darbeler gerçekleşti ve bunların maliyetini yine bu asil millet ödedi.  Ecevit- Sezer anlaşmazlığında ülke bir gecede % 25 fakirleşti.  Sezer’in Başbakan Ecevit’e MGK toplantısı devam ederken Anayasa kitapçığını fırlatması, piyasaları altüst etmiş ve ülkede büyük bir ekonomik kriz gerçekleşmişti.

Cumhurbaşkanı ve Başbakanlar arasında ki yukarıda zikretmeye çalıştığımız krizler Cumhurbaşkanlığı Sistemiyle son bulacaktır. Yürütmedeki çift başlılık ortadan kalkacak ve güçlü bir yürütme sistemi ile Türkiye atağa geçecektir.  Anadolu kara parçasında sürekli olarak tarih olan devletlerimiz bir daha bu durum ile karşı karşıya kalamayacaktır. Ülkede vatandaşlar olarak yapmamız gereken tek şey birlik ve beraberlik halinde olmaktır. Tüm küresel sitem ve işbirlikçileri içeride kenetlenmiş olan bu birlikteliğe karşı harekete geçemeyecektir. Ne zaman ki birliğimiz ve dirliğimiz bozuldu, işte o zaman saldırıya geçtiler, içerideki işbirlikçileri vasıtasıyla da başarıya ulaştılar. Bu referandum sürecinde, tüm küresel sistem ve işbirlikçileri, ülke ve millet olarak birlik ve beraberliğimizin test edileceği bir gündür, şeklinde düşünüyorum. Gün ayrılık – gayrilik – farklılık değil sadece BİRLİK olma günüdür. 

Kurumsal İletişim; İTİBARI Yönetmektir!

İletişim, meslek ve bilim olarak, diğer meslek dalları gibi bir eğitim sistematiği ve uzmanlık isteyen bir meslek ve bilim dalıdır. Dünyada; Bilim ve meslek olarak tanımlandığı için de Lisans eğitim kurumları açılmıştır. İnsanlar lisans eğitimleri akabinde bu bilim dalında uzmanlaşmak ve derinleşmek için de yüksek lisans ve doktora yaparlar. Her mesleğin kendine göre incelikleri olduğu gibi İletişim mesleğinin de kendine göre incelikleri ve uzmanlık alanları, daha fazladır. Her birey her işi yapabilir; eski Türkiye’de her işi yaparım, ne iş olsa yaparım abi formatındaki bireylerin olduğu gibi… Herkes her işi yapamaz; Hele bir de uzmanlık isteyen bir konu ise hiç yapamaz ve yapmamalıdır; Meslek ve bilim onuru, saygınlığı adına.

Sağlıkla ilgili bir sorunumuz ve sıkıntımız olduğunda nasıl işin uzmanını arıyorsak… Kalp ile ilgili bir sıkıntımızda, fizik tedavi doktoru aramadığımız gibi… Kurumlarımız, İletişim sorunları ve krizlerinde uzmana gitmediğimiz ve uzmanı ile çalışmadığımız takdirde sonuçlarına da katlanmak gerekir. Hayatın her anında krizler vardır.

İletişim krizleri de bunlardan bir tanesi ve en önemlisidir. Çözüm yolları da iletişim çerçevesinde olmalı ve kalmalıdır. Aksi halde kurumsal algı, kurumsal itibarımız, kurumsal markamız ve kurumsal makamımız zarar görebilir. Kurumlarımız için kurumsal itibarı yönetmek çok önemlidir. Kurumsal iletişim birimlerinin ve kurum yöneticilerinin kurumsal itibarlarını yönetmekten başkaca, acil ve önemli ne gibi işleri olabilir. Kurumsal itibar kurumlarımız için vazgeçilemez bir fonksiyondur.

İletişim; Ortak simgeler yoluyla sosyal paydaşlar asarında bir anlam yayma ve oluşturma etkinliğidir. İletişim tüm varlıklar arasında mevcuttur. Her şey iletişim halindedir. Yalnız her varlığın kendince bir iletişimi vardır. Dolayısıyla herkes başkasının iletişimini kendince anlar. İletişim kurulabilmesi için, karşı tarafın kullandığı simgeler bilinmelidir. Karşıdaki kişinin zihninde doğru imgeyi canlandırmak için karşıdakinin simgelerini bilmelisiniz. Biz ortaklığımız ölçüsünde karşımızdakini anlayabiliriz. Bu minvalde hayatın her yerinde anlam verme çabaları olduğunu ve bununla uzlaşmamız ölçüsünde algılayabileceğimizi söyleyebiliriz.

itibar11.jpg

Kurumsal İletişim;  Kurumların stratejik iş hedefleri doğrultusunda tüm iletişim süreçlerinin bütünleşmiş bir şekilde yönetilmesi olarak tanımlanabilir.  Küreselleşme ile birlikte artan rekabet, bugün artık pazarlama iletişimi, itibar yönetimi, algı yönetimi, kriz iletişimi,  halkla ilişkiler ve iç iletişim gibi iletişimin çeşitli alanları arasındaki sınırların kaybolması sebebiyet vermiştir.  Kurumsal iletişim, bir yönetim destek fonksiyonu olmaktan çıkarak, iş stratejilerinin oluşturulmasında etkin rol oynayan stratejik bir kurumsal fonksiyon haline dönüşmektedir.

Kurumsal İletişim başlığı altında görülebilen diğer İletişim fonksiyonları;  Kurumsal İtibar Yönetimi,  Lider / CEO İletişimi,  Kriz yönetimi,  Gündem Yönetimi,  İç İletişim,  Kurumsal Sponsorluklar,  Etkinlik Yönetimi,  Medya İlişkileri,  KSS (Kurumsal Sosyal Sorumluluk), Kurumsal Algı Yönetimi,  Kurumsal Kimlik,  Pazarlama İletişimi, Spor-Sanat Faaliyetleri Yönetimi vb.

Kurumsal itibar; Bir kurumun görünen yüzü ile ilgili tüm materyallerin,  sosyal paydaşlar üzerinde bıraktığı izlenimlerin toplamına denir. Kurumsal itibar; bir kurumun muhatap olduğu kişi ve kurumların gözünde sahip olduğu değerdir. Diğer bir ifade ile sosyal paydaşlar arasındaki güvendir.  Kurumsal itibar; bir kurumun, hissedarlar, müşteriler, çalışanlar, sosyal kurumlar, yazılı ve sözlü medya ile halkın beynindeki algılamalarının, güvenin toplamıdır.

Kurumsal itibar; bir kurumun en önemli varlıklarındandır. İyi bir kurumsal itibarın birçok faydaları vardır; 1- Müşterilerini daha kolay etkiler, 2-  Marka sadakatini artırır, 3-  Kolay ve ucuz kredi bulur, 4-  Rekabet avantajları sağlar, 5-  Tedarikçiler daha kolay elde tutulur,  6-  Kurumsal yapı daha etkin hale gelir, 7-  Satış avantaları sağlar, 8-  Kaliteli eleman bulmaları kolaylaşır. 9- Sosyal paydaşlar üzerinde tam bir GÜVEN tesis eder.

itibar111.jpg

Üniversite yönetimleri, eğitim verdikleri fakültelerdeki bölümlere ve mesleklere saygılı olmalıdır. Üniversite yönetimleri, mezun verdikleri ve yetiştirdikleri bireylere saygılı olmadıkları takdirde, dolaylı olarak kime mesaj vermektedir. Fakülte yönetimleri ve koca koca profesörlere yetiştirmekte olduğunuz ve uzman olarak mezun ettiğiniz kişilere güvenmiyorum, beğenmiyorum demektedir. Üniversite yönetimleri beğenmediği bölüm ve fakülteleri kapatmalıdır; Ülkeye maliyet ve külfet noktasında sıkıntı verilmemelidir. Gençlerimiz de zamanlarını boşa harcamamalıdır. Sanayide bir meslekte çalışıp vatanına, milletine ve ailesine ekonomik olarak katkı sağlaması daha verimli olacaktır.

AK PARTİDEKİ AKP’liler; Yine Sahnede!

16 Nisan tarihinde, Anayasa değişiklik maddeleri için referandumda sandığı gideceğiz. Anayasa değişiklik maddeleri ile referandumda bu ülkede bir rejim değişikliği olacağını iddia edenlere de rastlıyoruz.  AK Parti kendi içindeki teşkilat üyelerine de değişikliğin detaylarını anlatmakta zorluklar mı yaşanmaktadır?  Yoksa taşra teşkilat üyeleri merkezin talimatlarına kulak mı asmıyor? Bütünlük sağlanamıyor mu? Anlamakta gerçekten zorlandığım anlar oluştur. Anayasa değişiklik maddelerine kabaca bir baktığımızda, karşımıza sadece güçlü bir yürütme ve Cumhur Başkanlığı sistemi çıkmaktadır.  Zaten bu ülke 100 yıllardır güçlü bir yürütme yokluğunun sıkıntılarını da yaşamaktadır.  90 yıllık Cumhuriyet tarihimizde, 65. hükümet iş başındadır. Mirasçısı olduğumuz, Osmanlı 600 yıllık imparatorluk tarihinde sadece 36 padişah ile yönetilmiştir. Günümüzde 300 yıllık tarihi olan ABD 45. Başkanını daha yeni seçmiştir.  Anayasa değişiklik referandum süreci ile ülkemizde bir rejim değil,  bir sistem değişikliği, daha güçlü bir yürütme için sistem değişikliği olduğunu anlatmakta, algılamakta, AK Parti teşkilat mensupları dâhil, zorluklar mı yaşanmaktadır? Bilemiyorum…

Geçtiğimiz günlerde, AK Parti Manisa teşkilat başkan yardımcısının açıklamaları hepimiz hatırlıyoruz. Daha bu açıklamaları hazmetmeden birkaç gün sonra, Anamur Gençlik Kolları başkanının açıklamalarına ne dersiniz? Bu arkadaşlar sizce ne yapmaya çalışmaktadır? Akıllarınca Anayasa değişiklik referandum sürecinde AK Partiye ve teşkilatlarına destek olduklarını mı zannediyorlar? Yoksa köstek olduklarının farkında değiller mi? Bu vb. açıklamalar, konuşmalar gafletten ve farkında olmaksızın yapılıyorsa, telafi edilebilir ve hatta affedilebilir. Peki, bilinçli olarak yapılmakta ise ne demelidir? Referandum sürecinde, kripto açıklamalar ve kripto bireylerin sayının artacağı kanaatindeyim.

Sağlık Bakanlığı, SGK, Maliye ve Polis teşkilatı vb. kurumların vatandaşlara ve iş adamlarına yönelik olan tutum ve davranışlarına ne demeli, bilemiyorum. Hem de bir referandum sürecinin arifesinde… Konya merkezinde, Sağlık Bakanlığı personeli, ülkemiz ve bölgemiz için kritik bir referandum öncesi, cafe vb. mekânları gecenin bir saatinde 6 kişilik ekipler halinde, hem de farklı 6 ekip olarak,  dolaşmalarına ve sigara içilmesinden kaynaklı olan yüklü miktarda kesmiş oldukları cezalara ne dersiniz… Kanunlara aykırı bir hata varsa elbette ki görevini yaparsınız. Vatandaşı devletine düşman edecek formatta değil tabii ki. Ülkemiz ve bölgemiz adına çok kritik bir referandum süreci öncesi bu yapılanları insan anlamakta gerçekten zorlanıyor.

ak-parti11.jpg

Anayasa değişiklik referandum süreci ile ilgili olarak sürekli anket ve piyasa araştırmaları yapılmaktadır. Bu araştırmalar neticesinde,  Hayır oyları biraz geriden gelmekle birlikte, Evet oylarını takip etmektedir.  Yine bir başka anket araştırma sonuçlarına göre 1 Kasım seçimlerinde AK Partiye oy veren kitlenin büyük bir oranının da Hayır için çalışmakta olduğunu duymaktayız.  Bu kripto kişilerden halen ne kadarı teşkilatlarda ve devlet yönetim kademelerinde, etkili ve yetkili yerlerde bulunmaktadır?  AK Parti merkez teşkilatı acilen ve ivedilikle bu kripto yöneticileri tespit etmeli ve gerekeni yapmalıdır.  Aksi halde referandum sürecinde de içeriden vurmaya devam edecekler;  7 Haziran seçim sürecinde yaşanan rehavet gibi. Bu ülke hiçbir zaman dışarıdan gelen bir saldırı ile yıkılamadı; 15 Temmuz gecesi yaşadıklarımız bunun en bariz göstergelerinden birisi…  İçeriden, içimizden sürekli olarak destekçiler ve işbirlikçilerini çok kolay bir şekilde buldular ve bu ülkenin bir güç olmasını ve kalkınmasını hep engellediler.

ak-parti22.jpg

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde bir açılışta yapmış olduğu; ‘AK Parti’ye, CHP’ye, MHP’ye gönül veren, hatta ve hatta HDP’ye gönül veren kardeşlerim sizlere sesleniyorum; Birlik ve beraberlikte gelin birleşelim. Biz millet olarak Türk, Kürt, Laz, Zaza, Roman, Boşnak, Arnavut’uyla tek millet, tek bayrak, tek vatan ve tek devlet olarak kalmaya devam edeceğiz.  Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır, toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır. 780 bin kilometre karesiyle bu vatanda; kimse operasyon yapamaz ve bu birlik ve beraberliğimizle operasyon yapmalarına da asla müsaade etmeyeceğiz. Türkiye Cumhuriyeti’nden başka bir devlet da tanımıyorum’ ifadelerindeki birleştirici, kucaklayıcı ve toplayıcı vurguyu,  tüm AK Parti teşkilat mensuplarına, Güçlü yürütme ve Cumhur Başkanlığı sistemi için yapılacak olan, Anayasa değişiklik referandum sürecinde bir ilke ve düstur olmasını dilerim. 

Denge Ülke; Türkiye!

Dünyanın 200 yıllık; Siyasi, Ekonomik ve Ticari Güç dengesine kabaca bir baktığımızda, Avrupa – Atlantik bölgesi en başta gelmektedir. Dünyanın Güç dengesi de artık Atlantik’ten, Avrasya –  Asya bölgesine kaymaktadır.   2. Dünya Savaşının akabinde, Savaşın galipleri olan Güçler, emperyalist sürecin devamı adına kurmuş oldukları Birleşmiş Milletler, IMF, Dünya Bankası ve NATO vb. örgütlerle de güçlerine güç katmışlardır. Avrupa ülkeleri de artık Dünyayı istedikleri gibi sömüremeyeceklerini anladılar. Dünya artık eski Dünya değil. Avrupa da artık eski Avrupa değil.  Afrika bölgesi artık uyandı.  Asya bölgesi ise daha önceden uyanmıştı. Asya bölgesi, Dünyanın ekonomik, siyasi, güç ve enerji üs merkezi olduğunun idrakine daha önceden vardı. Avrupa – Atlantik güçleri de bu uyanışın önüne geçebilmek, karşılarında bir Güç olmasının engelleyebilmek adına değişik atraksiyonlar ve girişimlerde bulunmaktadır.

Dünyanın güç merkezinin Atlantik’ten Avrasya bölgesine kaydığı ve adı konmamış bir küresel, asimetrik bir savaşın yaşandığı zaman diliminde,  ateş çemberiyle örülen Avrasya ve Ortadoğu’nun gözde ve lider adayı ülkesi Türkiye’ye Batılı liderlerin biri geliyor, biri gidiyor.  Acaba neden? İngiliz Başbakan Teresa May, Alman Başbakan Merkel, CIA Başkanı Pompeo, BM Genel Sekreteri Guterres, İngiltere Genelkurmay Başkanı Orgeneral Stuart Peach, Ankara’nın kapısını neden aşındırıyor? Artık, küresel nabız Avrupa’da değil, Ankara’da atıyor.  Osmanlı bakiyesi Türkiye olarak, 200 yıllık parantezi kapatıyoruz. Bu defa çok kolay bir şekilde parçaladıkları Osmanlı bakiyesi, Türkiye yok karşılarında.  Kafasını kaldıran, Dünya 5’ten büyüktür diyen, Dünya’da kaynak sorunu olmadığını, sadece bölüşüm, paylaşım ve adaletsizlik olduğunu vurgulayan, yeni yüzyılda yeni kurulacak dengenin mimarı olarak temayüz eden Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde, Yeni bir Türkiye var.  Bölgesinde ve Dünyada Büyük bir Güç olmaya karar vermiş, 80 milyonluk büyük bir Türkiye var.  500 milyonluk nüfusu ile Türk medeniyetini ve 1,5 milyarlık İslam âlemini canlandırmaya, uyandırmaya ve birlik olmaya karar vermiş, bir Türkiye ve lideri var.  Gelenler, Türkiye ve bölge hakkında, sadece Türkiye’den ve Liderinden bilgi almaya değil, her şeyi bizden daha iyi biliyorlar. Yeni Dünya düzeni kurulurken, haritalar yeniden çizilirken;  İngiltere, ABD, Fransa, Rusya ve diğerleri  “paylaşım ve bölüşüm savaşlarında, Müslüman ve mazlum halklar üzerinde eskisi gibi devam ettiremeyeceklerini’’  anladıkları için gelmekteler.

20170119_2_21380638_18107958.jpg

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın tüm İslam âlemine,  tüm Türk dünyasına ve tüm mazlum milletlere hitaben;  “Bu coğrafyada kaderimiz de kederimiz de ortaktır. Bu topraklarda mazimiz de istikbalimiz de müşterektir. Bugün Suriye’nin, Irak’ın, Libya’nın, oralarda yaşayan kardeşlerimizin başına gelenlerin, yarın bizlerin de başına gelmeyeceğinin de garantisi yoktur. Bu sebeple, daha sonra değil,  hemen acilen harekete geçmemiz ve birlik olmamız gerekiyor’’ vurgusu çok önemlidir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak kurulduğu tarihten itibaren, yönetim kademesindeki tüm erkler arasındaki çatışmalardan kurtulmak zorundadır. Yapılması planlanan tüm siyasi, tüm idari ve tüm kanuni düzenlemeler ve değişiklikler, yeni oluşmakta olan yeni Dünya düzenine, güçlü ve kararlı bir yürütme için devletimizin yeniden bir yapılanmasıdır. Nisan ayında yapılması kararlaştırılan Anayasa Referandum süreci ile Güçlü bir Yürütme ve Cumhur Başkanlığı sistemine geçiş vatandaşlarımızın onayına sunulacaktır. Dünyada ve bölgemizde ki paylaşım ve bölüşüm savaşlarına daha Güçlü bir Yürütmesi olan Türkiye ancak karşılık verilebilir. Bölge halkları ve tüm Türkiye olarak birlik, beraberlik halinde olmaktan başkaca seçimimiz ve çaremiz de yoktur.  Atlantik güçleri aslında Türkiye öncülüğündeki bölgemizde meydana gelmekte olan bu birlik ve berberlik ruhunu anlamaya ve çözmeye geliyorlar. Atlantik bölgesi, devlet liderleri ve diğer yetkililerin Türkiye ziyaretlerini,  bu çerçevede değerlendirdiğimiz takdirde, ülkemiz ve bölgemiz adına daha sağlıklı sonuçlara ulaşabiliriz. Aksi halde, Türkiye ve bölge olarak, kaybederiz. Aksi halde, Türkiye ve bölge olarak, Varlık ve beka sorunu ile karşı karşıya kalırız.

Eşek Arısı Stratejisi!

Dünya üzerinde, Küresel sistem, emperyalist varlığını devam ettirilebilmek adına sürekli olarak terör örgütlerini kurmuş ve kurulmasına, gelişmesine vesile olmuştur.  Kendi orduları üzerinden savaşmayı, soğuk savaş olarak bildiğimiz tarihin başlangıcı olan,  2. Dünya savaşı sonrasında terk etmişlerdir. 1. Dünya Savaşının akabinde, ülkemizde 30 yıldan fazladır PKK olarak bildiğimiz terör örgütünün temelleri ‘ Hoy bun çetesi veya Hoy bun dernekleri’ olarak kurulmak suretiyle, ülkemizdeki kaosun, fitnenin temelleri atılmıştır. Sosyal bilimciler ve toplum mühendisleri, başka bölgelerde kurulan, geliştirilen ve yetiştirilip, yerleştirildikleri bölgelerde fitne, fesat ve karışıklık meydana getirmesi hedeflenen bu örgütlere ise ‘eşek arısı stratejisi’ olarak isimlendirmişler. Bu gün siz değerli okuyucu dostlarla,  bal arısı nedir, ne iş yapar, eşek arısı nedir, ne gibi işler yapar, toplumları kaosa sürüklemek için neden eşek arısı stratejisinden faydalanırlar, toplumların hayatında eşek arılarının ne gibi etkileri vardır gibi konularda birkaç kelam etmek istiyorum. 

İşçi balarısı hayatlarının son dönemlerindeki görevleri besin toplamaktır. Arılar kışın besin bulamayacakları için kovanlarına bal depo ederler. Kış için ayrıca polen depo edilmez, yalnız yağmurlu havalarda kullanılmak üzere yavru arılara yetecek kadar polen biriktirilir. Arılar çiçeklerden topladıkları poleni doğrudan doğruya kullanmaz, “arı poleni” veya “arı ekmeği” adı verilen bir maddeye dönüştürürler. Bu dönüşüm çiçeklerden toplanan polenlere nektarla birlikte bazı enzimlerin eklenmesiyle sağlanır. Elde edilen bu madde sadece beslenme için kullanılır.   Polen ve nektar toplama görevi 21 günlük işçi arılara düşmektedir. Aynı zamanda arılar, kovan ve yiyecek kaynağı arasında sürekli uçuş halinde oldukları için de bu görev oldukça yorucudur. Uçuş kasları yıpranan arılar kısa bir süre sonra ölürler.  Arıların vücutları polen ve nektar toplamak için tasarlanmış özel sistemlerle donatılmıştır.

bal-arisi.jpg

Eşek arıları ağızlarındaki dişleriyle ısırır. Ancak zorda kaldığı vakit iğnesini batırır. Bu iğne zehirlidir. Sokması çok ağrı veren eşek arısının zehir insanda ağır alerji tepkilerine yol açabilir. Eşek arıları bal yapmazlar. Etçil canlılardır. Yağma için bir kovana saldıran 30 eşek arısı, üç saat içinde tam 30.000 balarısını öldürebilir. Bir eşek arısı, yeni bir arı kolonisi keşfettiğinde, bunu hemcinslerine duyurmak için özel bir koku salgılar. Kokuyu balarıları da algıladığından, kovanı savunmak üzere hemen girişe toplanmaya başlarlar. Bir eşek arısı yaklaştığında 500 balarısı havalanıp hemen eşek arısının etrafını sararlar. Bedenlerini hızla titreştirmeye başlarlar. Bu hareket arıların vücut ısılarının artmasına neden olur. Bu esnada eşek arısı adeta bir fırında pişiriliyormuşçasına ısınır ve sonunda kavrularak ölür. Bu türden bir saldırının, ısıya duyarlı filmle çekilmiş fotoğrafında, görünen beyaz bölgelerdeki sıcaklık 50 oC’ye kadar çıkmaktadır. Balarılarının dayanabildiği bu sıcaklık eşek arıları için ölüm demektir.

esek-arisi.png

Dünya üzerindeki terör örgütlerini kabaca incelediğimizde eşek arılarından ne farkları vardır? Küresel sistem; Eşek arılarını neden kullanır? Eşek arıları olarak adlandırdığımız terör örgütleri yerleştirdikleri bölgelerde toplumun huzuru bozmakla görevlendirilmişlerdir. Eşek arıları yerleştirildikleri bölgeleri dış müdahaleye müsait hale getirmeye çalışmaktadır. Eşek arılarının yerleştirildikleri bölgelerde toplumlar, öncü olarak gelen gruba bal arılarında olduğu gibi erken müdahale sistemi geliştiremezlerse eşek arıları başarıya ulaşırlar. 30 adet eşek arısının, 30 bin bal arısını yok etmeyi başardığı bir dünyada, yerleştirildikleri bölgelerde toplumların nasıl parça parça olduğunu, günümüzde çok net olarak görebilmekteyiz. Libya, Irak, Somali, Mısır vb. ülkeler eşek arıları kullanılmak suretiyle parçalama ve müdahale operasyonlarının canlı örnekleridir. Eşek arılarının başarılı olmaması için toplumların daha fazla uyanık olması gerekir. Toplumlar sadece birlik ve beraberlik halinde ancak eşek arıları ile baş edebilirler; Başkaca bir formülü yoktur, Var olabilmek için başkaca seçimleri de yoktur.  Ülkemizdeki terör olaylarının sadece terör olmadığına, sınırlarımızdaki terör örgütlerine, kaybettiğimiz ciğerparelerimize, her gün meydana gelen saldırılara ve patlamalara eşek arısı stratejisi zaviyesinden bakabilmeyi ve parçalanmış toplumlar, ülkeler adına da dersler alabilmeyi ve sadece BİR, BEBAER ve hep birlikte TÜRKİYE olabilmek dileklerimle.

teror-orgutu.jpeg

Önce Üniversite Yönetimleri Saygı Göstermeli!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, özellikle de kurumlarımızın başındaki yöneticilerin,  özellikle de personel istihdam edilmesi ve çalıştırılması noktasında, eski usul ve yöntemlerle,   yönetim şeklinden kurtulmak zorundadır.  Yeni Türkiyeyi kurmak için sanayisi ve ekonomisi gelişmiş, Dünya devletleri içinde de güçlü bir yerimizin olabilmesi adına, bireylerin mesleki uzmanlıklarına daha fazla önem vermemiz gerekmektedir.

Dünya’da güçlü bir devlet olabilmek için bireylerin mesleki uzmanlıklarına verilen önem ve bu konuda lisans eğitimlerini almış, emek harcamış, derinlemesine bulunduğu alandaki mesleki tecrübesini kazanmış insanların önlerini mutlaka açmalıdır. Aksi halde Dünya ile rekabet edemeyiz. Aksi halde gelişmiş ve kalkınmış bir ülke olamayız. Aksi halde sanayisi gelişmiş, bireyleri ve toplumu, mutlu ve huzurlu bir toplum, kesinlikle olamayız.

Bireyler, orta öğretim ve lise eğitimlerinden sonra, kendi tercihleri doğrultusunda, toplumdaki saygınlığı, kariyeri ve geliri iyi olan bir meslek sahibi olabilmek için lisans eğitimlerini tamamlar. Birey ancak almış olduğu eğitim ve uzmanlık alanında çalışmakla mutlu olabilir. Bireyler; almış oldukları lisans eğitimleri ve mesleki uzmanlık alanlarında çalışmayacaklarına, üniversite yönetimleri fakültelerde yeni yeni bölümleri neden açarlar? Devletimizi bu şekilde külfete ve zarara sokmanın kimlere faydası vardır? Gençlerimizin orta öğretim veya lise eğitiminden sonra sanayide meslek edinmesi devletimiz ve milletimiz için daha faydalı değil midir?  Üniversite yönetimleri, fakültelerinden mezun öğrencilerinin mesleklerine ve diplomalarına saygı duymayacaksa, piyasa neden saygı duysun ki? Her birey uzmanlık alanında çalışmakla, bu ülke ancak kalkınmış ve gelişmiş bir ülke seviyesine gelebilir. Her birey uzmanlık alanında çalışmak ve derinleşmekte ancak mutlu bir birey olabilir.

ehline.jpg

Meslek, insanın yaşamını sürdürebilmek için yaptığı ve genellikle yoğun bir eğitim, çalışma ve tecrübeyi de gerektiren sürecin sonunda kişilerin kazandığı unvanın adıdır. Genellikle her meslek, her bir diğer mesleğin değerlerini, gelişimini, lisanslanmasını ve diğer insanlar açısından tanınmasını, itibar görmesini ve saygı duyulmasını sağlayan kuruluşlara sahiptir. Yeryüzünde binlerce meslek bulunmaktadır. Türkiye’de resmi olarak tanımı yapılmış 600 civarında meslek vardır.  Her bir meslek için bir mesleki tanım, mesleki görev alanları, genel olarak kullandığı araç ve gereçler, mesleğin gerektirdiği özellikler, eğitiminin verildiği yerler, meslek eğitimine giriş koşulları, lisans eğitimin süresi ve içeriği, meslekte ilerleyebilme, meslekte derinleşebilme imkânları, destekleyici meslek kuruluşları, farklı özellikleri vardır.

Mesleki olarak; Tıp alanında eğitimini tamamlamış, tıbbi olarak bir dalda uzmanlaşmış bireyler dururken, mahalle aralarındaki kulaktan dolma bilgilerle kendini yetiştirdiğini iddia eden bir kişiye, kendinizi teslim edebilir misiniz?  Bazen filmlerde görürüz; Ameliyat yapmasını bilir misin; İnternetten çok ameliyat izledim, tabii ki yapabilirim, diyenleri… Her bir mesleğin kendine göre eğitim ve incelikleri vardır, bunlara da saygı duymak gerekir. Yarın biri dese ki çok hukuk kitapları okudum, artık avukatlık yapabilirim… Ne kadar inandırıcı olabilir?  İletişimci olmak için de mesleki eğitim şarttır.  Hele bir de kurumsal iletişimci olmak için daha fazla mesleki eğitim ve daha fazla mesleki tecrübe elzemdir. Bir meslek alanında uzman olabilmek için; Bence mesleki eğitimini almış olmak ve Outliers yazarı Malcolm Gladwell’in dediği gibi en az 10.000 bin saat, eğitim aldığı alanda çalışmış, tecrübe edinmiş olmak gerekir,  diye düşünüyorum.

Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde, biz inananlara hitaben,  işlerin ehli olana, yani layık olduğu, ehliyet ve liyakat sahiplerine – kimselere verilmesi emrediliyor. Görev yerlerinin emanet olduğu, bu emanetlere riayet edilmesi, uyulması emredilmektedir. Allah size, mutlaka emanetleri – işlerinizi ehli ve liyakati olanlara vermenizi, insanlar arasında hükmettiğiniz zaman da adaletle davranmanızı emreder.  Bir Hadis-i şerifte: İş ehli olmayana – layık olmayana,  tevdi edildiği – verildiği, zaman, kıyameti bekleyiniz, buyurmaktadır.  Emanet zayi edildiğinde kıyametin kopmasını bekleyin. Ya Resul Allah, emanetin zayi edilmesi nasıl olur? Denince, Görev – İşler, ehlinden başkasına verildiği zaman kıyameti bekleyin buyurmuştur.

ehline1.jpg

Güçlü Türkiye için Kararlı Adımlar!

Dünya ölçeğinde, Devletlerin büyüklük sıralamasında ki değerlemelere baktığımızda  ‘ekonomik, askeri, teknoloji ve kültür’ çok önemli bir yere sahiptir. Küresel Devlet ve küresel güç olabilmenin ilk şartlarından bir tanesi de ekonomik güç ve ekonomik büyüklük çok önemlidir.  Son yıllarda ülkemizde; askeri, kültürel ve teknolojik alanda çok önemli yatırımlar ve projeler desteklenmektedir. Özellikle Bilişim Bakanlığı, bilişim yazılımı ve ticaretine, çok büyük bir miktar ve oranda bütçeler tahsis edilmektedir. Dünyadaki devletlere kabaca bir baktığımızda, özellikle yer altı ve yerüstü kaynaklarının idaresi, Devlet Varlık Fon yönetimi sistemi ile yönetilmektedir. Özellikle de ‘ Enerji, Petrol ve Gaz’ yatırımları, ihracı ve satışı bu fon yönetimleri tarafından yürütülmektedir. Ülkemizde de son yıllarda bu konuda çok önemli adımlar atılmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu tarihten itibaren, Lozan antlaşmaları veya kamuoyu tarafından çok detaylarına vukuf olamadığımız sözleşmeler çerçevesinde, iktidara gelen siyasilerce, yer altı ve yer üstü kaynaklarımızı çıkarmak ve satışımız noktasında sorunlar, sıkıntılar olabileceği sürekli olarak ifade edilmektedir.  Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bu devletin ve milletin 90 yıllık parlamenter yönetim tarihinde, ilk defa 2023, 2053 ve 2071 gibi hedeflerden bahsetmektedir. Peki, nedir bu hedefler? Bu hedeflerin içeriği nedir? Bu hedefler doğrultusunda, devlet ve millet olarak atılması gereken, siyasi, idari ve ekonomik adımlar nelerdir?  Küresel sistem ile olan kavgalarımızın yegâne sebebi de bu atılması planlanan adımlar değil midir?100 yıllardır, tarihi ve kültürü unutturulan, uyuşturulan bu asil millet;  tarihi, kültürü ve medeniyet bağlarını hatırlamak ve bu bölgelerle siyasi, ticari ve kültürel yatırımlar yapmakla ilk adımlarını atmış oldu. Siyasi adımlar çerçevesinde, Güçlü bir Yürütme ve Cumhur Başkanlığı sistemi için Anayasa değişiklik teklifi TBMM’den geçti ve Nisan ayının son günlerinde vatandaşlarımızın destekleri için referanduma gidilecektir.

Güçlü Türkiye ve Güçlü Ekonomi için 26 Ağustos 2016 tarihinde Türkiye Varlık Fonu Yönetimi AŞ. Kuruldu. Peki, nedir bu Varlık fon yönetimi? Devletimiz neden böyle bir Varlık fonuna ihtiyaç duydu? Devlet, bu Varlık yönetim Fonu ile bir şeyleri mi saklıyor? Bu Fon yönetim şekli ile Ekonomide Denetimsiz bir dönemi mi giriyoruz? Bu kurumlar da daha önceki milli değerlerimiz gibi özelleştirilecek mi? Kamuoyunda, Varlık Fon yönetimi hakkında, Daha nice sorular, sorular ve cevaplar… Türkiye Varlık Fonu A.Ş. kuruluş yasası çerçevesinde;  Stratejik yatırım planında belirtilen hedeflerle likidite, yatırım, kıymetli madenler, kira ve gayrimenkul sertifikalarının, özel tasarlanmış yabancı yatırım araçlarının ve diğer araçların alım satımını gerçekleştirilecek. Şirket ayrıca her türlü proje geliştirme, projeye dayalı kaynak yaratma, dış proje kredisi sağlama ve diğer yöntemlerle kaynak temini işlemlerini, ulusal ve uluslararası birincil ve ikincil piyasalarda gerçekleştirecek.

varlik-fonu.jpg

Cari artısı olan tüm devletler, Dünya üzerindeki güvenli fonlarda, fazla miktarı yatırım olarak değerlendirirler. Özellikle; Japonya, Güney Kore, Çin ve Arap sermayesi, ABD ve Avrupa’daki fonlara bu cari fazlalarını yatırırlar. Güçlü bir Türkiye ancak Arap sermayesindeki cari fazlasını sağlam ve güvenli fonlarda değerlendirebilir; Ancak bu fonlarla, Yeni dev yatırımlar yapabilir, Yeni dev projeleri destekleyebilir.  Dünyanın birçok ülkesinde Fon yönetim sistemi vardır.  Dünyanın en büyük 15 varlık fonu toplamda 12 trilyon dolar değerinde bir büyüklük bulunmaktadır. Türkiye Varlık Fonu AŞ’nin en kısa zamanda 300 – 400 milyar dolar bir büyüklüğe ulaşabileceği tahmin edilmektedir. Türkiye Varlık Fonu AŞ’nin bu rakam ile Dünyadaki Devlet fonları büyüklüğünde ilk 20’ye girmesi de hedeflenmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, dünya klasmanında ve bölgesinde güçlü bir Devlet olmak zorundadır. Başkaca bir tercihi olamaz; Dünya, tüm birlikler ve bölgemiz yeniden şekillenirken, haritalar yeniden çizilirken… Bölgemiz ve ülkemiz, küresel oyuncuların kurmuş oldukları terör örgütleri üzerinden vekâlet ve vesayet savaşlarına sürekli olarak sahne olmaktadır. Terör üzerinden hizaya getiremedikleri, 15 Temmuz tarihinde teslim alamadıkları ülkemizi de son yıllarda ekonomik kriz çıkarmak için ve döviz kurları üzerinden neden gelmekteler acaba? Siyaseten ve ekonomik olarak güçlü bir Türkiye bölgesindeki bu vb. sorunların üstesinden ancak gelebilir. Zayıf, kontrol edilebilir ve yönetilebilir bir Türkiye hayal eden tüm küresel oyuncular ve işbirlikçileri, elbette ki Güçlü bir Türkiye’den rahatsız olacaktır. Devletimiz, güçlü bir yürütme ve güçlü Cumhur Başkanlığı sistemi için siyasi ve idari adımlar atmıştır. Yine Devletimiz Dünya ölçeğinde ve bölgesinde önemli yatırımlara finans desteği, projelerin hayata geçirilmesi noktasında yaşanan kaynak ve finans sorunları bertaraf edebilmek adına Varlık Fon yönetimini kurmuştur.  Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 2015 ve 2016 yıllarında 750 milyar dolar olarak gerçekleşen yıllık GSMH rakamlarını dikkate aldığımızda, yeni kurulan ve Başbakanlığa bağlı kuruluşların devri ve en kısa zamanda ulaşmayı hedeflediği 300 -400 milyar dolar büyüklüğü de buradan kıyaslamayı tavsiye ederim. Neredeyse tüm Türkiye’nin GSMH’ne eşdeğer bir büyüklük… Güçlü Türkiye ve Güçlü Ekonomi için atılan tüm siyasi, idari ve ekonomik adımların hayırlara vesile olmasını dilerim.

varlik-fonu1.jpg