Gündem çok yoğun! Peki, bu kadar yoğunluk arasında, işinde, gücünde ve aşında bir vatandaş ne yapacaktır? Tüm bu yaşadıklarımızı, normal bir vatandaşın takip etmesi ve gelişmeler hakkında fikir yürütmesi, yorumlaması ve karar verebilmesi çok zordur!
Asil millet feraset sahibidir! Mazlumu da zalimi de çok iyi bilir; haklıyı da haksız olanı da! Bu millet, adalet ve hakikat ehlidir! Tabii ki nerede durması ve kimi de seçmesi gerektiğini de çok iyi bilir!
Tüm bu gelişmeler, bir devrin yani siyasal İslam’ın son demleridir! Birileri adına ellerinde malzeme – argümanlar alınmakta, bir dönemin bittiğinin işaret göstergeleri ve yolun sonu görünmektedir! Peki, şöyle bir soru hemen aklımıza geliyor?
Birilerinin geçim kaynağı malzemeyi kim ellerinden almaktadır?! Kim ya da kimler? Yoksa DEVLET ve Kadim Türk Devlet Aklı mıdır?
Son günlerdeki gelişmeler ve olaylar zinciri hakkında, dost meclisi sohbetleri ve yazılarımızda, bazı analiz, tespit ve öngörülerde bulunuyor, strateji geliştiriyor, akabinde bıyık altından güleni mi ararsınız, arkamızdan konuşanları mı?
Onlar; sefil, akılsız, cahil ve avam biri ile karşılaştıklarında, SELAM der geçer giderler!
Her Peygamber, kendi toplumuna, yeni bir bilgi ile geldiği zaman, dönemin ileri gelenleri her şeyi bilen ve dünyalık sahipleri, bu bilgi bize gelmeliydi ve sen kimsin diye alay ettiklerini, hatta peygamberlerini de öldürmek istediklerini de, hatırlatmadan geçmeyelim!
Bilgi ağırdır! Bilgi sorumluluk ister! Bilgi her kişi ile paylaşılmaz ve bilgiyi de her kişi taşıyamaz! Sosyal bilimler ve özellikle de toplumların gelişmesi ve değişimi üzerine, iletişimci ve sosyologlar, öngörü ve strateji geliştirir! Peki, neden?
Sosyal bilimler, fen ve matematik bilimleri gibi 2+2’nin her zaman dört ettiği bir bilim değildir! Çünkü konu insan ve toplumdur! Et, kemik, sinir ve duygulardan yaratılmıştır!
Sosyal bilimler de, 2+2 bazen dört, bazen yirmi iki ve bazen de kırk dört ettiğini unutmayalım! Nasıl olacak dediğinizi de duyar gibiyim! Yaşayıp hep birlikte göreceğiz!
Zamanın ruhu ve zaman her şeyin ilacıdır! Zamanı gelmeden çiçek açmaz ve ağaçlar da meyve veremez!
2001 ekonomik krizi ve 2002 genel seçimler öncesi sosyal – siyasi ve ekonomik şartlarda benzerlikler var mıdır?
Seçim sonuçları açıklandığında, iktidarda ki üç koalisyon partisi barajı geçememiş, TBMM dışında kalmış, daha kurulalı bir yıl geçmeyen siyasi parti ve lideri seçimi göğüslemiş TBMM’de neredeyse yüzde altmış çoğunluğu elde edecek bir siyasi başarı sağlamıştır! Peki, bu başarı ve sonuç nasıl olmuştur?
Bu ülkede, her gün TV’lerde boy gösteren ve yazılı medyanın da çok bilen gazeteci, yazar, akademisyen ve toplumbilimcilerine sormak gerekir! Şu anda yaşamakta olduğumuz sosyal ve ekonomik kriz, 2001 ekonomik kriz ve 2002 genel seçim öncesinden bir farkı var mıdır?
Medyaya yansımadığına ve haber değeri olarak görülmediğine bakmayalım! Evine ekmek götüremeyen insanımız, kutsal olan canı, haram olduğunu bile bile, kıymaktadır! Neden acaba?!
Tarihteki Türk Devletleri, sıradan ve öylesine bir şekilde kurulmuştur! Birkaç kişi bir araya gelmiş, haydi bir devlet kuralım demiş ve on altı Türk Devletini de öylesine mi kurmuştur?
Aşağıdan yukarıdan, YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR! Sayılı günler tükendi, YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR! Kılavuzun gereği yok, YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR! Bak feleğin çemberinden, YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR! YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR! YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR!
Rusya ve Ukrayna ile başlayan süreç! Hamas ve İsrail ile yeni bir döneme evirilmiştir! İran Cumhurbaşkanın bir suikasta kurban gitmesi! Son olarak, Hamas siyasi liderinin şehit edilmesi!
Peki, devamı gelir mi? Hepsi sıradan ve spontane gelişmeler, öyle mi? Küresel iki GÜÇ ve EKOL, bölgemizde resmen tepişmektedir!
Peki, Ne zaman ve nereye kadar? Nerede ve Ne zaman son bulacaktır? Ya da bir DUR noktası olacak mıdır?
İki testinin çarpışması sonucunda biri mutlaka kırılacaktır! İki testinin çarpışmasından sadece testinin biri mi kırılacaktır?
Güncel haberler ve olaylar arasındaki toz dumandan gelişmelerin arka planındaki küresel kirli kurguyu, anlamakta ve yorumlamakta, sebepler ve sonuçlar arasında bağlantılar kurmakta zorlanıyoruz! Peki, neden?
Dünya ve bölgemizde, küresel ve emperyalist güçlerin, kısa, orta ve uzun vadeli hesapları ve çıkarları çerçevesinde, aksiyon geliştirmekte, ya geç kalıyoruz, ya da karar verirken hatalar yapabiliyoruz! Neden acaba?
Aksi halde bölge halkları olarak bir yüz yılı daha kaybedebiliriz! Yeniden bir hata daha yapma lüksümüz olamaz ve olmamalıdır!
Dünya, yeni bir değişim, denge ve yeni bir düzenin arifesindedir! Peki, DENGE; birinci ve ikinci dünya savaşlarında olduğu gibi KANLI ve SANCILI mı olacak? Nükleer bir dünyada, SAVAŞIN boyutlarını hayal edemiyorum!
Dünyada meydana gelen, tüm suikast, patlama, olay ve olguların arka planında, Küresel iki EKOL ve GÜÇ arasındaki, hegemonya, rekabet ve mücadelesini görmeden, ne olduğu ya da nereye varılmak istenildiği anlaşılmayacaktır!
Küresel iki EKOL ve GÜÇ, hegemonya ve nüfuz, ekonomik ve askeri olarak her alanda ve her bölgede, kıyasıya bir rekabet, mücadele ve bilek güreşi halindedir!
Bir güç, askeri ve teknolojik silahları ile sahada iken, bir diğeri de günümüzün SAVAŞ ve ALGI alanı, Sosyal Medya üzerinden sokaklar karıştırılmaktadır! Şehirler ve ülkelerin güvensiz olduğu imajı ve algısı verilmektedir!
Küresel iki GÜÇ ve EKOL arasında ki mücadele ve bilek güreşi, birinci Dünya Savaşı galipleri ve ikinci Dünya Savaşının galipleri arasında geçmektedir!
Birinci dünya Savaşı sonrası, emperyalist planlar çerçevesinde, cetvel ile çizdikleri haritalar ve sınırlar, bir bir yırtılmaya ve yok hükmüne düşmeye başlamıştır!
Dünya, Soğuk Savaş sürecinde olduğu gibi iki blok arasında gel git yaşamaktadır! Doğal olarak gel git yaşayan ülke ve bölgelerde, hesap ve planda olmayan, olaylar meydana gelmektedir!
İkinci Dünya Savaşın akabinde, Birinci dünya Savaşında elde etmiş oldukları hegemonya ve nüfuz alanlarının büyük bir kısmını kaybeden emperyalist güçler, yeniden dünya sahnesinde yer alma mücadelesi olduğunu, bir kenara not edelim!
Bugün bölgemizdeki ülkelerde yaşadığımız ekonomik kaos, suikastler ve siyasi türbülansı, anlayabilmek ve yorumlayabilmek için küresel iki EKOL ve GÜÇ arasında, yeni bir DENGE çerçevesinde, birbirlerine karşı salvolara şahit olmaktayız!
Aksi halde, dünya ve bölgemizdeki, tüm ekonomik kaos ve siyasi türbülans, olay ve olguları, ya kör dövüşü olarak görmeye ya da spontane meydana geldiği şeklinde; okumaya, anlamaya ve yanlış yerde konum almaya devam ederiz!
Küresel iki EKOL ve GÜÇ arasında, Dünyanın Barış ve Huzuru, SOĞUK SAVAŞ benzeri Yeni bir DENGE adına, bir masa kurulamaz ise dünya halkları adına, yandı gülüm keten helva demektir! Kurulamayacak gibi! Tanrılar, SAVAŞ ve KAN istiyor!
Büyük değişimler, göstere göstere değil, öngörülemeyen patlamalar veya oluşumlarla ortaya çıkar!
Akla gelmeyen ve beklenmeyen, benzeri duyulmamış olaylar, yepyeni fikir ve teknolojiler dünyayı büyük çapta etkiliyor!
Dünya; bilmediklerimiz ve bildiklerimizden daha önemli, öngörülebilir ve öngörülemeyen nadir olaylar dünyanın yeniden şekil almasına, yeni bir düzen ve sistematiğin kurulmasına sebebiyet vermektedir!
Selçuk Üniversitesi rektörlüğüne ataması yapılan, Prof. Dr. Hüseyin YILMAZ, hocamın şahsında, öncelikle kendisi ve yeni kuracağı ekibe, üniversite ve şehrin kalkınması adına, yapacakları çalışmalar ve projelerde, tekrardan başarılar dilerim!
Rektörlük devir teslim töreninde, basına yansıyan fotoğraflar sonrası, üniversitede; KAOS – KARMAŞA ve KARŞAŞAYA mahal vermemek, Kurumsal BARIŞ ve HUZUR adına sorumluluk alan şehrin derin ağabeylerinin devreye girmesi akabinde, uzun bir sessizlik süreci olmuştur!
Yerel Dinamikler ve şehirdeki DERİN Ağabeyler ya da AK Saçlılar; Yarım Asırlık bir Eğitim Kurumunda; Akademik ve İdari kadro arasında, KAOS – KARMAŞA ve KARGAŞAYA Mahal vermemek ve Kurumsal BARIŞ – HUZUR ve AİDİYETİN yeniden tesis edilebilmesi adına; stratejik ve taktik kararlar öncesi, dokunuşlar yapabileceğini ya da istişare de HAYR vardır ilkesi çerçevesinde, İSTİŞARE müessesinin devreye alınacağını düşünüyorum!
Ve onlar Rablerine icabet ederler ve namazı kılarlar ve işlerini aralarında toplanıp İSTİŞARE EDERLER ve onları rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler. ( Şûra – 38 )
Rektörlük devir teslim töreninde basına yansıyan fotoğrafta ki malum şahıslar, Rektör Yardımcısı olarak atanacaklarını fısıltı gazetesinde yaymak suretiyle, dolaylı olarak, kin ve nefret besledikleri bireylere, intikam mesajları vermeye çalışmaktadır! Neden ve Nasıl olabilir?
Rektörlük devir teslim töreninde basına yansıyan fotoğrafta ki malum şahıslar, toplu halde gezmek suretiyle, daha önce dekanlık görevinde bulunan bir akademisyen hocaya, PARMAK sallaması ve HESAPLAŞACAĞIZ şeklinde, tehdit ifadelerde bulunmasını nasıl izah edeceğiz? Anlayan var ise beri gelsin!
Peki, burası arena meydanı mı? Yoksa bir eğitim kurumu mudur?
Peki, burası agora meyhanesi mi? Yoksa yüksek öğretim ve bilim yuvası mıdır?
Peki, burası kin – nefret ve intikam hissi ile yanıp tutuşan zavallı tiplerin bulunduğu köy kahvesi mi? Yoksa ülke ve şehrin kalkınması adına, araştırma – geliştirme ve bilim üretmesi gereken bir kurum mudur? Hangisi?
Tüm bu soruların cevaplarını, Selçuk Üniversitesine yeni rektör olarak atanan, Prof. Dr. Hüseyin YILMAZ hocanın alacağı kararlar ve atayacağı yol arkadaşları ile verecektir!
Üniversiteler; ülkenin ihtiyaç duyduğu insan gücünü yetiştiren, kaynak ve kadrosuyla bilim ve teknoloji üreten, araştırmaları teşvik eden, toplumsal gelişmelere öncülük yapan ve bilimsel yöntemlerle her meseleye çözüm arayan kurumlardır!
Üniversiteler; bilgi üreten ve bilgiyi kullanabilecek insan yetiştiren kurum demektir! Üniversiteler, üretilen bilginin topluma yayılmasını sağlamaktır! Üniversiteler, devlet ve millet adına, araştırma ve geliştirme, bilim, uygulama ve kalkınma demektir!
Üniversite yönetimleri; toplum ve şehrin tüm dinamikleri ile ilişkili ve bağlantılı olmak zorundadır!
Üniversite yönetimlerinin çevresini kuşatan, fitne – fesat ruhlu kişiler ve iletişimin ne olduğunu anlamayan ve bilmeyen bir güruh ile bir yere varılamaz!
Üniversite yönetimleri; sadece ve sadece üç beş siyasetçi veya siyaset yaptığını zanneden, yerelde ki ayak takımları ile iletişim halinde olmak zorunda, değildir!
Devletin kişilere bahşetmiş olduğu makamlar, kimseye babasından miras kalmamıştır!
Devletin makamları, kibir ve ego tatmin yerleri değildir! Devletin makamları, asil millet ve evlatlarına sadece hizmet yerleridir!
Devletin makamlarında temel olan hoş bir seda ve kalıcı eserler bırakabilmektir! Devletin makamları kimseye baki değildir!
Devletin makamlarına oturanlar, asla la-yüs-el değildir! Devletin makamlarına oturanlar, öncelikle açık, şeffaf, dürüst ve hesap verebilir olmak zorundadır!
Basının görevi de, devletin makamlarına oturanlara, kamu adına soru sormak ve cevapları da kaleme almaktır!
Üniversite yönetimleri ve tüm akademisyenler, ülkesi ve milletin geleceği ve kalkınması adına, aklı ve vicdanı hür olmalı ve göbekten bir yerlere asla bağlı ve bağımlı olmamalıdır!
Üniversiteler, araştırma – geliştirme, soru sorma ve sorgulama kültürünün öğretildiği kurumlardır!
Mesleğinin gereği olarak, hakaret içermeden ve kamu adına soru soran bireyleri, kadı veya mahkemelerde, ya da başka şekilde, sindiremez ve yıldıramazsınız! Bu sokak çıkmaz ve buradan da bir yere varamazsınız!
Bir Gazeteci ve İletişimci olarak, kamu adına, kamuoyunu aydınlatmak, kamu kurum ve kuruluşlarında ki işleyiş hakkında, kamuoyunda ki iddia, sorular ve istifhamlara cevap bulabilmek adına, soru soran beş dakika ve soru sormayan da ömür boyu aptal olur ilkesi çerçevesinde, elbette ki sorularımız olacaktır!
Devlet; kanun, kural, nizam, yönetmelik, adalet, hukuk ve hesap verebilirlik demektir!
Adalet, hakkaniyet, hesap verebilirlik, kanun, kural ve hukukun olmadığı durum ve kurumlarda, kaos ve karmaşa hakim olur! Yönetim, kaos ve karmaşaya asla mahal vermemeli!
Eğer bir memleket ve kurumda, namus sahipleri, en az kötü insanlar ve fesatçılar kadar, sabırlı ve cesur olmazsa, o memleket ve kurumlar, mutlaka batarmış!
Bu ülke ve yarım asrı devirmiş bir yüksek öğretim kurumunun batmaması; kaos, karmaşa ve kargaşa ortamına mahal verilmemesi adına kalem oynatmaya ve bir kaç kelam etmeye devam edeceğiz!
Soru soran beş dakika, soru sormayan kişi de ömür boyu aptal olur ilkesi çerçevesinde, mesleki sorumluluk gereği, kamu ve kamuoyu adına, üniversiteler kuruluş kodlarına dönebilmesi için sorularımız her daim olacak ve Kamu adına olan her KONUYU ve her OLAYI – OLGUYU takip etmeye devam edeceğiz!
1 -) 27 Temmuz 2024 tarihli KÖŞE YAZIM; Selçuk Üniversitesi yeni Rektörü, Prof. Dr. Hüseyin YILMAZ, Hayırlı olsun!
Güven, bireysel ve toplumsal sağlıklı bir ilişkinin en önemli unsurudur! Güvenin olmadığı durumlarda; kaygı, tereddüt, kuşku ve şüphe var demektir! Bu durum, kişiye yanlış kararlar almaya sevk etmektedir!
Güven, yalnızca bir duygudan ibaret değildir! Güven; dürüstlük, açıklık, şeffaflık, tutarlılık, sadakat, yakınlık, bağlılık ve tahmin edilebilirlik gibi kavramdan oluşan çok kapsamlı bir olgudur!
Bireysel ve toplumsal güvenin olmadığı durum, kurum ve toplumda kaos olur! Bugün yaşamakta olduğumuz ekonomik kriz de olduğu gibi! Her şey var fakat hiçbir şey yok gibi! Ya da hiç bir şey yok fakat her şey var gibi!
Kişi, fiziksel ve duygusal olarak güvenmediği birini hayatına almak istemez! Güven, birine herhangi bir kaygı, kuşku ve tereddüt duymadan bağlanmak ve inanmaktır!
Size karşı dürüst, yakın ve destekleyici olduğuna inandığınız kişiye güvenirsiniz! Bu inancı oluşturan şey; kişinin tavır, davranış ve kişiliğiyle verdiği taahhüt ve o kişiye güvenmek sizin yaptığınız bir seçimdir!
Güven duygusu, kendimiz, karşı taraf ve ilişkiler hakkında olumlu düşünce ve duyguların oluşmasını sağlar!
Güven, ilişkilerdeki sorun ve çatışmaların çözümünü kolaylaştırır! Güven ile güvensizlik arasındaki ince çizgiyi bir kere geçtikten sonra geri dönülemez!
Yalan, aldatma, dürüst olmama ve tutarsız davranışlar, güveni geri dönülmez çizginin ötesine geçirir!
Sosyal barış, huzur, istikrar ve adaletin tesisi için hem emin ve güvenilir olmaktan dem vuracağız, hem de rotasız ve belirsiz bir minvalde, emanet ve güveni zedeleyen sözler ve davranışlar sergileyeceğiz!
Son günlerdeki döviz fiyatları ve ekonominin her alanında, bu fiyatlara bir daha bu malı satın alamayız kaygısı ile, vatandaşlar, belirsizlikten kaynaklı, güvenlik ya da güvensizlik endişeleri içinde izliyor! Neden acaba?
Döviz olarak sermayesi veya borcu olmayanların da bu kaygıları taşıması, güvenlik duygusu ve kavramın yapısına işaret ediyor!
Neredeyse devlet ve toplumların dışa bağımlı hale geldiği bir sistemde, döviz fiyatı temel ihtiyaçlar dâhil bütün ürünlerin fiyatını belirleyen asli unsura dönüşmüş durumdadır!
Döviz kurlarındaki yükseliş ve yansıması, temel ihtiyaçların fiyatlarının anormal olarak yükselmesi, geleceğe yönelik bir güven problemine şahit olmaktayız!
Peki, neden? Çözümü nedir diye bir soru aklımıza gelebilir! Siyasete ve Ekonomiye olan güveni acil ve ivedi olarak tesis etmektir!
Siyaset kurumu ve ekonomiye olan güven; Sosyal, siyasi ve ekonomik istikrarı, ulusal güvenliği de beraberinde getirecektir!
Peki, bugün siyaset kurumuna güven var mıdır? Vatandaş fiyatlar zaviyesinden yarın ne olacağından endişe duymaktadır! Neden Acaba?
Vatandaş, bugün X fiyata aldığı bir ürünü, yarın aynı fiyata alamayacağı ya da erişemeyeceğinin kaygılarını yaşamaktadır!
Peki, bu durumu nasıl ve ne ile izah edeceğiz? Ya da Sosyal, siyasi ve ekonomi literatüründe bir açıklaması ve çözümü var mıdır?
Peki, GÜVEN kavramını kaybeden bir Siyset kurumunun böyle bir durumda neler yapması beklenir?
Ekonomik istikrar ve güvenlik, ulusal güvenlik tartışmalarının temel konularından biri haline gelmiştir. Ekonomik istikrar ve güvenlik aynı zamanda ulusal güvenlik demektir!
Günümüz dünyasında tehdidin nereden geldiği ve düşmanın kim olduğunun net olmaması, güvenlik tanımının muğlâklaşması, ekonomik güvenlik alanında da hissedilmektedir!
Ekonomik istikrar ve güvenlik konusunda sözün fazlasını konunun uzmanı ve ehline bırakmak evla olacaktır!
Soğuk Savaşın bitişinden itibaren siyasi ve askeri güvenlik ile ekonomi güvenlik konularının birbiriyle örtüşmeye başladığından bahsedilir!
Yeni güvenlik tehditleri olarak sunulan konuların önemli bir bölümü ekonomik istikrar ve güvenlik konuları olarak görülmektedir!
Güven ruh gibidir, terk ettiği bedene asla geri dönmez! Güven, tek kullanımlıktır! Özgüven, insanı bazen uçuruma itebilir!
Hiçbir şey güvenden daha önemli değildir! Panzehire güvenilerek, zehir içilmez! Güven duygusu bir kere kaybedilir ve sonrası hep şüphedir!
Son bir kaç yıldır, gıda ve konut sektöründe yaşadığımız balon fiyatlar, ekonomi güvenliği ya da ekonomik güvensizlik; panzehire güvenmek suretiyle zehir içmişe benzer bir halimiz var gibi! Ne diyorsunuz?
Ekonomik güvensizlik, insanları; işleri ve gelecek konusunda, endişeli, gergin ve kaygılı hale getirmektedir!
TBMM çalışmalarının uzun tatile gireceği bir dönemde, Asil Milletin Vekili ve Vekil kimdir, ne iş yapar, tanımaya çalışalım!
17 Nisan Anayasa değişiklik referandum öncesi; Ülkemizde ilkokul mezunu ve 25 yaşını doldurmuş, askerlik ilişkisi bulunmayan, her Türk vatandaşı milletvekili seçilebiliyordu!
17 Nisan Anayasa değişiklik referandumu ve Cumhurbaşkanlığı Hükumet sistemi ile, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, milletvekili sayısı 600 ve seçilme yaşı da, 18 olarak belirlenmiştir!
Milletvekilleri; seçilmelerinin ardından görevlerini icra etmeye başlamadan önce TBMM Meclis kürsüsünde; Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma.. Hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma.. Toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasa’ya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim, şeklinde yemin etmektedir!
Anayasamızda milletvekili görevleri ya da yetkileri diye bir bölüm bulunmamaktadır! Ancak milletvekili görevleri ve yetkileri meclisin görev ve yetkileri bölümünde detaylı bir şekilde ele alınmıştır!
Milletvekillerinin temel görevleri ve yetkileri; Kanun koymak, değiştirmek veya kaldırmak! Bakanlar Kurulunu ve Bakanları denetlemek! Bakanlar Kuruluna belli bazı konularda kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermek! Bütçe ve kesin hesap kanun tasarılarını görüşmek ve kabul etmek! Para basılmasına karar vermek! Savaş ilanına karar vermek! Milletler arası antlaşmaların onaylanmasını onaylamak! TBMM’nin üye tam sayısının beşte üçlük çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilanına karar vermek! Anayasanın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmek, şeklinde kanun ile ifade edilmektedir!
Yukarıda ana hatlarını çizmeye çalıştığım, vatandaşların oyları ile seçilen bir Milletvekili kimdir ve millet adına ne gibi işler yapmaktadır, şeklinde bir soru her daim tüm vatandaşlarımızın aklımıza takılmaktadır!
⦁ Peki, Millet ya da Asil Milletin VEKİLİ kimdir? Bir de kendi ve çevresine, oğlu ve kızına, gelini ve damadına, bir güç odağı, bir kliğe ve bir iş adamları grubuna VEKİL olan tipler, var mıdır?
⦁ Peki, asil Milletin VEKİLİ ve diğer VEKİL tiplemesi arasında ne gibi farklar bulunmaktadır?
⦁ Peki, Asil Milletin Vekili olarak meydana çıkanlar, seçildikten sonra vatandaş ile bağlarını koparmakta ve küçük bir KLİK ve bir azınlığın VEKİLİ mi olmaktadır?
⦁ Peki, Halkın içinden çıkan, halkla bir ve beraber olması gereken, halkın sorunlarını TBMM’de, Bakanlıklarda, diğer kamu kurum ve kuruluşlarında çözmek için çalışması ve mesai harcamasını beklenen vekil gerçekten bu şekilde mi çalışmaktadır?
TBMM’de Millet Vekili ve Asil Milletin Vekili olarak görev yapan, vatandaşın dertleri ile hemdert olanları her daim takdir ederiz!
Fakat Asil Milletin Vekili olarak meydanlara çıkıp, vatandaşın oyları ile seçilip, daha sonra küçük bir azınlık – klik – grup ve zümrenin iş takipçiliği konumuna düşen Vekilleri de, yazılarımız ve kalemimiz ile eleştirmesini de, biliriz!
Meydanlarda vatandaşın oylarını alabilmek için her yolu deneyen ve daha sonra ASİL Milletin Vekiliolmaktan sıyrılıp, bir zümre ya da bir sermaye grubunun temsilcisi ve bir KLİĞİN VEKİLİ gibi davrananları tanımaya çalışalım!
⦁ Vatandaştan kaçan ve vatandaşın sorunlarına bigane bir kişi; acaba kim ya da kimlerin vekili olabilir?
⦁ Vatandaş bir iş sürecek diye hafakanlar basan, seçim sürecinde kullanmakta olduğu ve meydanlarda 24 saat telefonunun açık olduğunu vurgulayan, Ankara’ya gidince telefon numaralarını değiştiren, bir daha nasıl olsa vatandaşa gitmeyecek bir kişi, acaba, kim ya da kimlerin Vekili olabilir?
⦁ Milletvekili seçim süreci ve daha sonraki süreçte, kendilerine sürekli destek olan ve her daim yanında bulunan, Bakanlık düzeyinde iş adamlarının işleri için canla başla koşturan; bir iş adamı grubunun, bir derneğin, bir vakfın, bir kliğin veya bir sermaye grubunun temsilcisi konumunda ki bir kişi; acaba, kim ya da kimlerin Vekili olabilir?
⦁ Sokakta gördüğü, en küçüğünden en büyüğüne kadar tüm vatandaşlardan ‘DUA’ talep eden Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı numune-i timsal almaları gerekenler, acaba kimleri kendilerine örnek almaktadır?
⦁ Asil Milletin duasını talep etmeyen ve ihtiyacı olmayanlar, acaba kim ya da kimlerin dua ve desteklerini talep etmektedir?
Yapılanları gördükçe, bazı arkadaşlardan aynı şikayet ve sitemleri duydukça, bir iletişimci ve gazeteci duyarlılığı çerçevesinde, KAMUOYU adına, sorgulamaktan kendimi alamıyorum!
16 Nisan 2017 tarihinde yapılan Anayasa değişiklik referandum süreci ile Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminde; TBMM’den güvenoyu alarak kurulan bir hükumet ve Bakanlar Kurulu sistemi yerine, teknokrat nitelikli bir hükumet ve yürütme sistemi ile karşı karşıya kaldık!
Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminde; Milletvekilleri asli görevleri olan sadece kanun yapmakla yükümlü olacaktır!
Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminde; Vatandaş, milletvekilline işi düşmeyecek! Vatandaş, milletvekili telefonlarıma çıkmıyor, şeklinde şikayetler ve sızlanma bitecek! Vatandaş, şu işimi, şu vekil dikkate dahi almadı! Milletvekilleri, icra ile yürütme ile işleri olmayacak, derken!
Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminde; Devlet ve milleti ile barışık, her daim vatandaşın yanında ve milletin içinde, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde bir yürütme, bir hükumet ve bir icra var, derken!
Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminde; Vatandaş derdini, sıkıntılarını her daim yanında hissettiği, kendisinden bildiği ve güvendiği, her zaman kolay bir şekilde erişebildiği, hükumet ve yürütmenin başı konumundaki; Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a ulaşabilecek, derken!
Yerleşik oligarşik bürokrasiyi aşıp, Sayın Cumhurbaşkanına erişemeyeceğine göre! Yine olan vatandaşa olmaktadır! Vatandaş dertleri ile baş başa kalmaktadır!
Vatandaş derdini anlatacak, derdini dinleyecek, derdini anlayabilecek ve dertlerine de çözüm yolları bulacak bir makama erişememektedir! Neden Acaba?
⦁ Bir yakını, oğlu, kızı, gelini ve damadını; KPSS ve diğer sınavlara girmeden tepeden inme şeklinde, ballı maaş veren bir KAMU Kurumuna işe katmak için her yolu deneyen, bir klik ve bir grubun temsilcisi VEKİL için neler demeli?
⦁ Sonra da bir KLİK ve bir GRUBUN temsilcisi, eşine ve dostuna canla başla koşturan mezkur VEKİL; vatandaşın dertlerinin sanki dinlermiş sanki çözecekmiş gibi sosyal medyadan POZ ve RESİM paylaşımlarına neler demeli?
Peki, Asil Milletin Vergileri ile BALLI maaş alan VEKİL ve BÜROKRASİ; kim ya da kimlerin işlerine canla başla koşturmaktadır? Vatandaşa ne zaman sıra gelecektir?
Peki, Vatandaşı muhatap almayan, dertlerini dikkate almayan, çözüm üretmek için kılını dahi kıpırdatmayan sadece bir kliğin temsilcisi; bir siyaset – siyasetçi ve hükümet sürdürülebilir olabilir mi? Bu kafadaki bir siyaset ve siyasetçi için ABBAS YOLCU ya da YOLUN SONU GÖRÜNÜYOR demektir!
Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırması; ( TÜMA-2024 ) Yükseköğretim Kurulu (YÖK) istatistiklerine bağlı olarak, 2023 – 2024 öğretim yılında, lisans öğrencisi bulunan; 126’sı devlet ve 74’ü vakıf olmak üzere 200 üniversitenin öğrencileri üzerinde gerçekleştirilmiştir.
Araştırma, lisans düzeyindeki üniversite öğrencilerinden geri bildirimler toplamak sureti ile Yükseköğretim Sisteminin gelişimine katkı sağlamayı amaçlamaktadır!
Üniversite öğrencilerinin deneyim ve memnuniyetlerini anlamak, öğrenci deneyimini zenginleştirmek ve üniversiteleri daha öğrenci merkezli olmak yolunda, yol gösterici olması açısından önemli olduğu ifade edilmektedir!
Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırması ( TÜMA – 2024 ) Türkiye’deki üniversiteleri;
Kurumun yönetimi ve işleyişi açısından öğrencilerin taleplerini hızlı ve memnuniyet verici düzeyde karşılayabilmekte midir?
Öğrencilerin kişisel gelişimini ve gelecekteki kariyerlerini destekleyebilmekte midir, sorularına cevap aranarak öğrencilerin üniversite deneyimleri hakkında geniş bir bakış açısı sağlanmakta mıdır!
TÜMA – 2024’de veriler 2016 yılından itibaren bütün TÜMA araştırmalarında kullanılan “ Öğrenci Memnuniyet Ölçeği ” kullanılmaktadır!
Öğrenci Memnuniyet Ölçeği öğrencilerin üniversitelerini 6 alanda değerlendirmeleri amacıyla geliştirilmiştir. Ölçeği oluşturan altı alan ise şu şekildedir:
Öğrenim Deneyiminin Tatminkârlığı; Derslerin ve içeriklerinden, öğretim elemanlarının ilgisinden, sınavların geçerliğinden, öğrenci odaklı iklimden, sınıflardaki öğretme yöntem ve yaklaşımlarından memnuniyeti içermektedir!.
Yerleşke ve Yaşamının Doyuruculuğu; Yerleşke ortamının çekiciliğinde, sosyal tesisler, yurt imkânları ve kalitesinden, ulaşım rahatlığından, güvenlikten, fiziki mekânların estetik ve kullanışlılığından, yerleşkenin konumlandığı çevreden memnuniyeti içermektedir!.
Akademik Destek ve İlgi; Öğretim elemanları ve danışmanlara ulaşılabilirlikten, öğrenme güçlüğü durumlarında yardım bulabilmekten, danışmanların akademik soru ve sorunlarına duyarlılıklarından memnuniyeti içermektedir!.
Kurumun Yönetim ve İşleyişinden Memnuniyet; Öğrenci işleri, sınav programları, akademik takvim, yönetime katılım, yöneticilere erişim, yönetsel işleyişin etkililiği ve duyarlılığından memnuniyeti içermektedir!.
Öğrenme İmkân ve Kaynaklarının Zenginliği; Kütüphane, araştırma kaynakları, laboratuvarlar, merkezler, araştırma imkânları, özel çalışma alanları, akademi destek birimlerinden memnuniyeti içermektedir!.
Kişisel Gelişim ve Kariyer Desteği; Sertifikalar, kariyer ve yönlendirme, kişisel yetkinlik artırma faaliyetleri, öğrencilere yönelik kurslar, istihdam beklentisi ve desteğinden memnuniyeti içermektedir!.
Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırması; ( TÜMA-2024 ) sonuçlarına göre; Selçuk Üniversitesi, Türkiye Üniversiteleri Memnuniyet Araştırma Sonuçlarına göre; Genel Memnuniyet Sıralamasında Türkiye genelinde 95. sırada, Kurum Yönetimi ve İşleyişinden Memnuniyet yani tüm idari personel arasında yapılan memnuniyet araştırma sonuçlarına göre de, 140. sırada olduğunu vurgulamak isterim!
Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırması ( TÜMA – 2020 ) Selçuk Üniversitesi Genel Memnuniyet sıralaması 58 ve Kurum Yönetimi ve İşleyişinden Memnuniyet Sıralamasının da 62 olduğunu, hatırlatmak isterim!.
Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırması ( TÜMA – 2021 ) araştırma sonuçlarına göre; Üniversitelerin ‘Genel Memnuniyet’ sıralamasında, Konya’da bulunan üniversitelerin sıralaması şu şekildedir! Konya Teknik Üniversitesi – 18, KTO Karatay Üniversitesi – 63, Selçuk Üniversitesi – 87, Necmettin Erbakan Üniversitesi – 90, Konya Gıda ve Tarım Üniversitesi -131. sıradadır.
Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırması ( TÜMA – 2021 ) araştırma sonuçlarına göre; Üniversitelerin ‘Kurumun yönetim ve İşleyişinden’ Memnuniyet sıralamasında, Konya’da bulunan üniversitelerin sıralaması şu şekildedir! Konya Teknik Üniversitesi – 24, Selçuk Üniversitesi – 68, KTO Karatay Üniversitesi – 83, Necmettin Erbakan Üniversitesi – 117, Konya Gıda ve Tarım Üniversitesi – 142. sıradadır.
Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırması ( TÜMA – 2020 – 2021 ) ve Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırması; ( TÜMA-2024 ) sonuçlarına göre, Konya Üniversitelerinin MEMNUNİYET genel durumu ve özelliklede Selçuk Üniversitesinin durumunu Kamuoyunun takdirlerine sunarım.
18 Temmuz 2021 tarihli KÖŞE YAZIM; Türkiye Üniversite Memnuniyet Araştırması ve Konya Üniversiteleri!
Selçuk Üniversitesi Rektörü Metin Aksoy; yerel bir gazeteye yapmış olduğu açıklamasında; Bir idareci için görevi sürdürme isteği, iki sebeple gönlünde yer edinebilir. Bunlardan ilki insanın nefsiyle, kişisel ihtiraslarıyla ilgilidir. Kendisinden başka hiç kimseyi kendi makamına layık görmez ve tek arzusu ne olursa olsun mevcut makamında kalmaktır. Zira artık sahip olduğu makam ile kişisel itibarı eş değer olmuştur, makamsız bir hiçtir. Bu bakımdan gönlümde böyle bir istek olmasını bugüne kadarki yaşam çizgime asla yakıştıramam. İnsanın gönlünde mevcut görevinin sürmesine dair isteğin olmasının bir diğer sebebi ise kurumsal aidiyet ve makama değil, göreve aşık olmak ile açıklanabilir. Bu bakımdan benim değil ama sürekli iç içe olduğum idari personelimizin, akademisyenlerimizin ve öğrencilerimizin içimde yeşerttiği bir devam isteği olduğunu itiraf etmeliyim. Çünkü ekseriyetle bana ya da benim gıyabımda arkadaşlarıma “Metin Hoca rektör olsun” şeklinde konuştuklarını duyuyorum. Bu cümlenin bende yarattığı hissin tarifi imkânsız. Dikkat ederseniz benim şahsım değil, yönetme ve iş yapma tarzım gönüllerine girmiş. Zira en basitiyle öğrencilerimiz, eğitim olanaklarından ve kampüs şartlarından memnun, idari personelimiz çalışma koşullarından memnun, akademik personelimiz ise daha önce kendilerine karşı bir silah olarak kullanılan özlük haklarına ve kadrolarına kavuşmaları açısından memnun. Ancak ve ancak bu ilişkiyi sürdürmek, kurumsallaştırmak ve daha da ileriye taşıyabilmek için böyle bir isteğin bende mevcut olduğunu söyleyebilirim, ifade ve vurgularının, Türkiye Üniversite MEMNUNİYET araştırma sonuçlarına göre; Selçuk Üniversitesinin Genel Memnuniyet ve ‘Kurumun yönetim ve İşleyişinden’ ( İDARİ KADRO ) Memnuniyet sonuçlarını, Kamuoyunun takdirlerine sunarım!
Türk Silahlı Kuvvetlerinin ( TSK ) 20 Temmuz 1974 tarihinde, Rumların, Kıbrıslı Türklere karşı uyguladıkları zulme son vermek, Ada’ya barış ve huzur getirmek amacıyla düzenlediği Kıbrıs Barış Harekatı’nın üzerinden ELLİ yıl geçmiştir!
Türk; Adalet ehli ve Adalet dağıtan, Hakikat – Hakkaniyet ehli ve Hakkaniyet dağıtan, Mazlumların da Hamisi olduğuna göre!
KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar; Bizim burada teminatımız Türk Silahlı Kuvvetleri’nin barışı korumasıdır. Aynı zamanda Türkiye’nin her türlü gücüyle Kıbrıs Türk halkının kültürel, ekonomik, siyasi varlığının burada sürmesi için destek vermesi çok önemlidir. Aksi takdirde büyük toplum, küçük toplumu yutar. Eşitlik eğer tabanda değilse, eğer ekonomik güç olarak, nüfus olarak bir yakınlığınız yoksa, biri çok üstte, biri çok altta, öyle bir federal yapının başarıyla çalışması mümkün değildir, diyor! .
20 Temmuz, Kıbrıs Türkleri için var oluş mücadelesinin önemli günlerinden biridir!
1974 harekâtına giden sürecin ilk adımları 1950’li yıllarda atılmıştır! Rumlar, Yunanistan’a katılmak için faaliyetlere girişmiş! Türkiye, Ada’da iki toplumlu Kıbrıs Devleti’nin kurulması için harekete geçmiş!
Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin yürüttüğü görüşmeler sonucunda, 1959 yılında, Türk ve Rum halklarının ortak yönetecekleri bir Kıbrıs Devleti’nin kurulması kabul edilmiştir!
Varılan mutabakata göre Türkiye, Yunanistan ve İngiltere garantör ülke olacaktır! Kıbrıs’ta anayasal düzeni bozmaya yönelik herhangi bir girişimde, söz konusu üç devlete müdahale yetkisi verilmiştir!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, harekâtın Zürih ve Londra Antlaşması’nın 4. maddesine istinaden gerçekleştirdiğini savunmaktadır! Birleşmiş Milletler ve Avrupa Konseyi, bu harekâtı işgal olarak değerlendirmektedir!
20 Temmuz 1974 tarihinde, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 353 sayılı kararında, Uluslararası güvenlik ve barış için ciddi tehlikeye yol açan ve bölge üzerinde olağanüstü infiale müsait bir ortam oluştuğundan Birleşmiş Milletler ciddi bir endişe duymakta olduğunu! Yabancı askeri müdahaleye derhal son verilmeli, diyerek harekâta karşı olduğunu belirtmiş ve ateşkese çağırmıştır!
Doğu Akdeniz’in en büyük, Akdeniz’in ise üçüncü büyük adası Kıbrıs; Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail, Filistin, Mısır, Yunanistan ve Libya’nın ortasındadır. Kıbrıs, Avrupa haritasında gösterilmesine rağmen coğrafi olarak Orta Doğu’da kabul edilmektedir.
Asya, Afrika ve Avrupa’nın merkezi bir konumundadır! Kıbrıs adasının konumu Anadolu ve Ortadoğu arasında bir durak noktası gibidir. Osmanlı Devleti’nin de adayı fetih nedeni bu gerekçeler olmuş, geçen gemilere korsanların verdiği zararlar üzerine Kıbrıs II. Selim döneminde 1571 tarihinde fethedilmiştir.
Adanın merkezi konumundan ötürü İngiltere başta sömürge yollarının güvenliğini sağlamak amacıyla Kırım Savaşı sonrası Osmanlı İmparatorluğu ile yaptığı bir antlaşma ile 1878’den itibaren geçici olarak Kıbrıs’ın yönetimini devir almıştır.
İngiltere bugün, Güney Kıbrıs Rum kesimi bölgesini adeta bir askeri uçak gemisi ve askeri üs olarak görmekte ve kullanmaktadır!
Kıbrıs, tarih boyunca Orta Doğuya açılmak isteyen küresel güçler ve emperyalist devletler için, vazgeçilmez stratejik, askeri ve ticari bir üs olarak görülmüştür.
Kıbrıs, etrafını saran bölgelere “bölgesel ve stratejik güç” olma yolunda bir açılım sağlamaktadır!
Kıbrıs; Coğrafi konumu göz önüne alınarak, İskenderun Körfezi’ne doğru uzanan ‘bir uçak gemisine’ benzetilen, her dönemde stratejik önem ve özelliğini korumaktadır.
Adayı elinde bulunduran bir güç, her zaman Türkiye’den Mısır’a, Lübnan’dan, İran’a kadar olan tüm bölgeyi kontrol etmektedir! Bugün için Kıbrıs adeta dünya hegemonya güç savaşı ve bilek güreşine sahne olmaktadır, diyebiliriz!
Kıbrıs, küresel dünya hegomanya güçleri için bir BEKA meselesi, konumuna gelmiştir!
İçeride bazı aklı evvel de, ne işmiz var orada – şurada ve burada diyor!
Türkiye; Lozan antlaşması ile Kıbrıs’ta İngiliz yönetimini kabul ettikten sonra Kıbrıs ile ilgili herhangi bir politika üretememiştir. Bu dönemde Kıbrıs’ı adeta yok saymış, siyasiler, Türk Devletinin Kıbrıs sorunu diye bir sorunumuzun olmadığını söyleyerek, “Kıbrıs meselesi diye bir mesele yoktur” demiştir.
KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar; Türk Devletleri Teşkilatı’nın medya toplantılarına katıldığımda görüyorum, bunlar hep bizim soydaşlarımız. Çünkü hepimizin soyu aynı yer. Konuştuğumda gerçekten onların da hep Türkiye’ye anavatan olarak baktıklarını görmeye başladık. Çünkü dil birliği var, kültür birliği var. Ama Türkiye önde. Türkiye gerçekten her alanda önde, diyor!
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhuriyet Meclisi Başkanı Zorlu TÖRE; NATO Kuzey Atlantik Paktına karşı TÜRK PAKTINI kuralım, ifadelerinin dünyanın yeniden bloklara ve kutuplara ayrılmaya başladığı bir dönemde çok manidar ve dikkate değer olduğunu ifade etmeliyim!
Türkiye Cumhuriyeti Devleti Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan; 6 Temmuz’da Şuşa’da gerçekleştirilen Türk Devletleri Teşkilatı Gayri resmî Zirvesi’ne KKTC’nin de katılmasına matuf; KKTC bizim nezdimizde zaten Türk Devletleri Teşkilatı’nın tam üyesi konumundadır. Bu konuda başta Azerbaycan olmak üzere onların yaklaşımı da bizimle hemen hemen aynı konuma gelmiştir, diyor!
Türk Devlet Aklı; Türk Devletleri Teşkilatı ile birlikte, TURAN – KIZIL ELMA ve NİZAM_I ALEM ülküsü ve Türk Devleti ebed müddet devam vizyonu çerçevesinde, varlık ve birliğine yönelik, içeride ve sınırlardaki tüm tehdit ve sorunlara karşı Beka zaviyesinden daha dikkatli ve teyakkuz halinde olmaya devam edecektir!
Güvenlik; dijital bir dünyada ve insanların sanal olduğu bir ortamda, her şeyi emniyet altına alabilmektir!
Peki, güvenlik sadece jeo-politik ve jeo- stratejik, askeri ya da sınırları korumaktan ibaret midir?
Ulusal güvenlik; Ekonomik, askeri, politik, sosyal ve teknolojik unsurların tamamını kapsamaktadır!
Geleneksel güvenlik anlayışına göre ulusal güvenlik; bir devletin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığını korumak olarak tanımlanmaktadır!
Toprak bütünlüğü ve bağımsızlık kadar, ekonomik istikrar ve ekonomik bağımsızlık da önemlidir!
Ekonomik istikrar ve güvenliği tesis edemeyen ülkeler, ulusal güvenliğini de tesis edemez!
Devletler her türlü tehdide karşı, toprak bütünlüğü ve ulusal güvenliğini korumak için strateji ve taktik geliştirmek zorundadır!
Ulusal güvenlik, bir devlet ve millet için olmaz ise olmazlar arasındadır! Aksi halde, devlet ve millet varlığını sürdüremez!
Güvenliğin askeri yönü, ulusal güvenliğin tek unsuru olmamakla, önemli bir bileşenidir!
Güvenliğin askeri yönünün yanı sıra, diplomasi yönü ile toplum ve çevre, enerji ve doğal kaynaklar, ekonomi ve siber yönleri de bulunmaktadır!
Ekonomik güvenlik; Bir ülkenin refahı ve ekonomik sisteminin işleyişini tehlikeye atabilecek potansiyele sahip, ekonomisine yönelmiş tehditlerle ilgilidir!
Peki, bugün için gelişmekte olan ülkeler adına böyle bir tehdit var mıdır?
Nüfusun büyük bir bölümü temel gıda maddelerine erişim, balon konut fiyatları ve kiralar maharetiyle barınma sorunu yaşamaktadır!
Peki bir çözüm yolu var mıdır? Yoksa balon fiyatları şişirmeye birileri devam edecek midir?
Konut sektöründe, malzeme fiyatlarına gelen zamlar yüzde 300 – 500 bandında gezerken! Konut fiyatları ve kiralarda, neredeyse YİRMİ KAT bir artış gözlenmektedir! Neden acaba?
Ekonomik araçlar, ülkelerin ekonomik ve dış politikalarını etkilemede kullanılma imkânları artmıştır!
Ekonomik güvensizlik ise diğer devletlerin ekonomik araçlar üzerinden etkisine açık durumda bulunmaktır!
Ekonomik istikrar ve güvenliğe ilişkin tehditler, dış güçlerin diğer ülke ekonomisi ve ekonomik egemenlik gücünü zafiyete uğratmak ve aynı zamanda kendi dış politika veya ekonomik amaçlarına ulaşmak amacıyla, ekonomik yöntemler kullanılmak suretiyle oluşturdukları tehditleri içermektedir!
Peki, ülkemizde; on yıllardır savaş olan ülkelerde göremediğimiz döviz kuru artışı ve temel gıda ürünlerdeki fiyat artışları ve enflasyona neler demeli?
Peki, neler olmaktadır? Ya da kimler kimlere, ekonomi üzerinden ne gibi mesajlar vermektedir?
Peki, Küresel finans sisteminin içerideki uzantıları, vatandaşları birbirine düşürebilmek için konut ve gıda sektöründe ki; balon fiyatlar üzerinden nereye hizmet etmektedir?
Özellikle temel gıda maddeleri ve konut sektöründeki fiyat artışlarını, nasıl izah etmeliyiz?
Enflasyon bahane edilerek balon bir şekilde enflasyonun çok üzerinde fiyatlar şişirilmekte, ahlaki bir çözülme ve çöküntü yaşanmaktadır!
Peki, Ahlaki sorumluluğunu kaybeden ya da dünyalık çıkarlar uğruna ahlaki çözülme ve çürüme yaşayan toplumların bekası – varlığı ve birlikteliği sürdürülebilir olabilir mi?
Ekonomideki krizler, fiyat artışları, çözülme ve çöküntüyü atlatabiliriz de, toplum olarak, ahlaki çözülme ve çöküntüyü nasıl telafi edeceğiz?
Ekonomik istikrar ve güvenlik, bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için hem sosyal barış ve huzur, hem de ulusal güvenliğin olmaz ise olmazlarıdır!
Siyaset ve ekonominin gündemi, çok yoğun! Takip etmekte zorlandığımız anlar olmaktadır!
Peki, Siyaset kurumu nereye evirilmektedir? Ya da, dün olduğu gibi ekonomik kriz maharetiyle, siyasi olarak yeni bir MİLAT ve dönemin eşiğinde miyiz?
Siyaset kurumuna güven kalmadığından kaynaklı, siyasi ve ekonomik istikrar yok hükmündedir!
Peki, Ekonominin ateşi böyle devam edecek midir? Yoksa düşmesi ya da düşürülmesi bir başka bahara mı bırakılmaktadır?
Sosyal, siyasi ve ekonomideki yangını, AK Saçlı İhtiyar dostum ile konuşmaya ve yorumlamaya, çalıştık!
AK Saçlı İhtiyar dostum; 2000’li yıllarda yaşanılan siyaset ve iktidar değişimin temeli, sermaye ve medyanın dizayn edilmesi, sermaye ve medyanın el değiştirmesi, sivil toplum örgütleri vasıtası ile başlatıldığını, vurguladı!
Peki, bugün yaşadığımız ekonomik KRİZ bahane edilerek, SERMAYE el mi değiştirmektedir?
Her siyasi iktidar kendi sermayesini oluşturacağına göre! Ya da her siyasi iktidar kendi sermayesi ile birlikte geleceğine göre!
AK Saçlı İhtiyar dostum; 2000’li yılların başında, Siyasal İslam temsilcisi partideki çatırdama ve partiden ayrılmalar suretiyle yeni bir partinin kurulduğu günleri, bir film şeridi gibi gözlerimin önüne serdi!
AK Saçlı İhtiyar dostum; daha sonra günümüze kadar geldi! Peki, 2000’li yılların başında ülkemizde yaşanılan sosyal, siyasi ve ekonomik kriz aynen devam ediyor mu, diye sordu?
Cevap veremedim! Ne devam ediyor ne de etmiyor, diyemedim!
AK Saçlı İhtiyar dostum; Ülke, bölgemiz, vatandaşlar ve tüm mazlum milletler adına, hayırlara vesile olacak, ne ve neler olmalı, sorularını ekledi ve gözlerden kaybolup gitti!
Bugün, ülkemizde yaşamakta olduğumuz sosyal ve ekonomik konjonktür, 2002 yılında yaşanılan ve Kasım genel seçimleri öncesinden bir farkı var mıdır? Hatta daha fazla can yakıcı olduğunu vurgulamak gerekir!
Siyasi ve ekonomik istikrar; ekonomi güvenliğini de beraberinde getirecektir! Tabii ki ulusal güvenliği de!
Ya da siyasete olan güven ve siyasette ki istikrar, aynısı ile ekonomiye de yansıyacaktır!
Ekonomi güvenliği aynı zamanda ulusal güvenlik demektir!
Küresel iki ekol, hem dünya üzerinde, hem bölgemizde ve hem de ülkemizde meydan savaşı vermektedir! Doğal olarak, bizim gibi ülkelerde ekonomiye yansıması daha ağır olacaktır!
İthalata ya da borç ekonomisine dayanan bir ekonomide KRİZ veya KAOS çıkarmak çok kolay olacaktır!
Peki, Dünyada savaş olan ülkelerde, özellikle de gıda maddelerinde fahiş fiyatlar, ekonomik kriz ya da kaos var mıdır?
Siyasi İstikrar; Ehliyet – liyakat ve adaletin devletin her kademesinde içselleştiği, döviz kurları ve mutfaktaki ateşin söndüğü, bir dönemi de beraberinde getirecektir!
Ülke ekonomisibdeki; DÖVİZ – FAİZ ve FİYAT artışları SARMALINA acilen DUR denmeli! Aksi halde bu sarmal çok canları yakacaktır!
Ya da Siyasette, Güvene dayalı siyasi bir değişim ile yeni bir MİLAT ve DÖNEM başlayacaktır!
2053 ve 2071 hedeflerindeki Büyük ve Güçlü Türkiye yolculuğuna; ehliyet ve liyakat, adalet ve hakkaniyet üzerine bina edilmesi, bürokrasideki restorasyon süreci akabinde, toplumsal barışın temin edilmesi suretiyle başlayacaktır!
Aksi halde, siyasi ve ekonomik istikrar olmadan, sosyal barış ve huzur tesis edilemez! Ekonomik istikrar ve ekonomik güvenlik olmadan, tabii ki ulusal güvenlik de sıkıntıya uğrayacaktır!
Türk Devlet Aklı; Kaos ve kaotik bir durumdan, özellikle de KAMU KAYNAKLARINDAN birilerinin beslenmesine, devlet ve milletin sıkıntıya düşmesine, izin vermeyecektir!
Bir Çin atasözü der ki: Gülmesini bilmeyen, dükkân açmasın!
İki komşu; biri balcı ile diğeri turşucu olan dükkân sahibinin hikâyesini bilmeyen yoktur!
1 -) 4 Şubat 2017 tarihli Köşe Yazım; Gülmesini Bilmeyen ‘Başkan’ Olmasın!
Gülmeyi ve Gülümsemeyi bilmeyen kişileri; Kamu Kurumlarına müdür veya Rektör atanmasına vesile olan siyasetçi ve yerel aktörlerin bu konuda, KAMU ve KAMUOYU adına, vebali olduğunu düşünüyorum!
Yerel siyasi aktörler ve şehrin derin ağabeylerine; Gülmesini ve Gülümsemeyi dahi bilmeyen kişileri, vebal ve ah almamak adına, müdür ve rektör olarak atanmasına aracılık etmeyin, derim!
Hem karşımızdaki kişiye ya da misafire gülümsemenin SADAKA olduğunu iddia eden bir geleneğin – bir dinin ve bir peygamberin temsilcisi olduğumuzu iddia edeceğiz ve hem de, gülmeyi ve gülümsemeyi, çok göreceğiz, öyle mi?
Bir kez GÖNÜL YIKTIN ise, Bu kıldığın NAMAZ değil!
15 Mayıs 2017 tarihli, Selçuk Üniversitesi; Tekrar mı Bölünüyor, köşe yazımda; Konya ili, Selçuklu İlçesi, Dikilitaş Mahallesindeki bazı taşınmazlar ve üzerindeki varlıkların ‘’Selçuk Üniversitesi Sanayi Kampüs Sahası’’ olarak kullanılması ve tahsis nedeninin tapu siciline şerh edilmesi kaydıyla 4046 sayılı kanunun 2/i maddesine istinaden, Bila bedel Maliye Hazinesine devredilmesine ilişkin Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun (ÖYK) 28 Aralık 2016 tarihli kararıyla, toplamda 5 adadan oluşan yaklaşık DOKUZ YÜZ BİN metrekare taşınmazların Selçuk Üniversitesine tahsis işlemi gerçekleştirilmiştir! Bu karar Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından 10.02.2017 tarihinde Selçuk Üniversitesi Rektörlüğüne bildirilmiştir!
2 -) 15 Mayıs 2017 tarihli köşe yazım; Konya Teknik Üniversitesi Kurulmasına matuf; Selçuk Üniversitesi Tekrar Bölünüyor?
Üniversite Sanayi işbirliği çerçevesinde, Konya Teknik Üniversitenin alt yapısını oluşturmak adına, Organize Sanayi bölgesindeki arsa tahsisi, Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatları doğrultusunda, Selçuk Üniversitesi bünyesinde Sanayi Kampus Alanının kurulabilmesi için şehirdeki tüm siyasiler, Konya Valiliği, Konya Büyükşehir Belediyesi ve diğer paydaşların destekleri olmuştur! Şehirlerin gelişiminde, Üniversite Sanayi işbirliğinin önemi büyüktür!
Selçuk Üniversitesi Sanayi Kampus alanı ve 28 Aralık 2016 tarihinde tahsis edilen arsa, Konya Teknik Üniversitesinin alt yapısına matuf olarak hayata geçecektir; başkaca bir saik ile kullanılamayacaktır!
Konya Sanayisinin bilimsel altyapısını oluşturmak ve üniversite sanayi işbirliğini geliştirmek adına, sanayi bölgesi içerisinde yeni bir kampus oluşturulması ve bu yeni kampusta, halen eğitimlerine Selçuk Üniversitesi bünyesinde devam eden; Mühendislik Fakültesi, Mimarlık Fakültesi ve Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu, 8 Mayıs 2018 tarih ve 30425 sayılı Resmi Gazetede yayımlanmış olan 7141 sayılı kanunun yedinci maddesiyle 2809 sayılı kanuna eklenen Ek Madde – 179 ile kuruluşu tamamlanmış olan Konya Teknik Üniversitesine devir olmuştur!
Tüm bu gelişmeler ve bilgiler çerçevesinde, ilgili ve yetkili konumda olanlara, Konya Sanayisinin bilimsel altyapısını oluşturmak ve üniversite sanayi işbirliğini geliştirmek adına, Konya Teknik Üniversitesi Kampüs İnşaat alanı ile ilgili, bir gazeteci olarak, KAMU ve KAMUOYU adına, bir kaç sorumuz olacaktır!
8 Mayıs 2018 tarihinde resmi kuruluşu gerçekleşen ve bir yıl önce de, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından Teknik Üniversitenin alt yapısı için Organize Sanayi Bölgesindeki; DOKUZ YÜZ BİN metrekare arsa tahsisi yapılan, Konya Teknik Üniversitesi Kampüs İnşaatı, neden başlamıyor ya da yapılamıyor?
Organize Sanayi Bölgesindeki şerhli arsa, Konya Teknik Üniversitesi Kampüs Alanı, bir Kamu Kurumuna, hangi gerekçeler ve şartlarda, neden devir edilmiştir?
Organize Sanayi Bölgesindeki şerhli arsa, bir Kamu Kurumuna, başka bir bölgede, Konya Teknik Üniversitesi Kampüs alanı yapılması için DEVİR edilmiş ise bu güne kadar neden bir gelişme olmamıştır? Ya da ne zaman olacaktır?
Organize Sanayi Bölgesindeki şerhli arsa, sadece ve sadece Teknik Üniversitesi Kampüs alanı olarak, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından tahsis edilmesine rağmen, Konya Teknik Üniversitesi Senatosu, mezkur DEVİR işlemine NEDEN ve HANGİ GEREKÇELERLE imza atmıştır?
Yoksa DEVİR işleminde, Konya ve Kamuoyundan gizlenen, başkaca saik ve gerekçeler mi vardır?
Konya Teknik Üniversitesi bünyesinde, Mimarlık ve İnşaat Fakültesi olmasına rağmen, Konya Teknik Üniversitesi Kampüs inşaatı PROJESİ ne durumdadır?
Konya Teknik Üniversitesi Kampüs İnşaatı PROJESİ; Kurum içinde DÖNER SERMAYE kapsamında, Bir Milyon Türk Lirasına yaptırabilecek iken, Mimarlık Fakültesi akademisyenleri, yok sayılmakta mıdır? Peki, Neden?
Konya Teknik Üniversitesi bünyesinde, Mimarlık ve İnşaat Fakültesi olmasına rağmen, Üniversitenin Kampüs inşaatı PROJESİ, Hazine ve Maliye Bakanlığının Tasarruf Tedbirlerine rağmen, dışarıda bir Mimarlık firmasına, ELLİ – ALTMIŞ MİLYON Türk Lirası bir bedel karşılığında, PROJE yarışmasına kapsamında, görüşmeler yapıldığı, kulislerde konuşulmaktadır! Peki Neden Acaba?
Konya Teknik Üniversitesinin kuruluş tarihinden bu günlere kadar, koskoca ALTI YIL geçmiş olmasına rağmen, KAMPÜS İnşaatı ile ilgili çalışmalar ve PROJESİ, ne durumda ve hangi aşamadadır?
Konya Kamuoyu, özellikle de İÇ ve DIŞ paydaşlar adına, bir gazeteci ve iletişim uzmanı olarak, soruyorum!
Konya Kamuoyu ilgililerden konu ile ilgili bir açıklama beklemektedir?
3 -) 6 Ocak 2019 tarihli KÖŞE YAZIM; Konya Teknik Üniversitesinde YER Sorunu!
4 -) 20 Ocak 2019 tarihli KÖŞE YAZIM; Teknik Üniversite üzerinden RANT devşirmek!
5 -) 16 Temmuz 2022 tarihli KÖŞE YAZIM; Konya TEKNİK Üniversite REKTÖR Ataması!
6 -) 12 Ağustos 2022 tarihli KÖŞE YAZIM; Konya TEKNİK Üniversitesi REKTÖR Adayları!