Payitahtta Entrika Bitmez!

Geçtiğimiz günlerde, Ak Saçlı ihtiyar bir dost ile sohbet ederken, konu Konya’da dönmekte olan dolaplar, siyasi entrikalar ve ayak oyunlarına geldi dayandı! Konya’daki ayak oyunları ve siyasi entrikalar neden hiç bitmiyordu? Nasıl ve neden olabilir? Siyasi entrikalar her daim artarak devam ediyordu; hem de her seçim öncesi dönemde! Huzur ve sükûn şehri olarak tanımladığımız Konya’da yaşamakta olduğumuz siyasi entrikaları anlamakta, algılamakta ve yorumlamakta zorlandığımız anlar sürekli oluyor! Fakat seçim öncesi ve seçim dönemlerinde ise daha bir başka oluyor, entrikaların şiddeti ve boyutu! Peki, neden? Ak saçlı ihtiyar, bilgi ve tecrübesini konuşturmakta mahir olduğu üzere, cevabı da hemen eklemişti! Yaşadığımız şehir bir Payitaht olduğuna göre; Payitahtta yaşamanın tabii ki bir bedeli olacaktır! Entrika zaviyesinden Payitaht ile diğer şehirleri kıyas dahi edemezsiniz! Payitahtta kavga, ayak oyunları, saray kavgaları ve entrika hiç bitmez! Payitahttaki saray entrikaları da bitmez! Sürekli olarak neden sızlanıyor ve şikâyet ediyorsunuz, deyiverdi!

Peki, Entrika ne demektir? Entrika, kelime ve kavram olarak, bir işi sağlamak veya bozmak için girişilen gizli çalışma, oyun, dolap, düzen, dalavere, desise ve hile olarak ifade edebiliriz! Tabii burada ifade edilmeye çalışılan entrika, herhangi bir işi bozmak veya sağlamak için girilen her türlü hile, dolap, oyun ve dalavere! Peki, bir de işin içine siyaset, rant, güç, iktidar, makam, mevki, çıkar, paylaşım, para ve kadın girerse, entrikanın boyutunu, şiddetini ve artçılarını da tarif etmekte zorlanabiliriz! Tam da bugün kadim şehrimizde yaşamakta olduğumuz siyasi entrika ve ayak oyunları gibi! Ne diyorsunuz?

31 Mart mahalli seçimlerine doğru yol alırken, aday adayları meydanlarda boy göstermeye başladı! Bazı büyük şehir ve il adayları netleşiyor ve akabinde de kamuoyuna açıklanıyor! Şehrimizde de Büyük Şehir Belediye başkan adayı Uğur İbrahim Altay, AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklandı! İsmi açıklanan adaylara şimdiden, başarı dileklerimizi sunar ve hayırlı, mübarek olsun! Allah, bu asil millete ve aziz devlete hayırlı hizmetler ve çalışmalar yapmayı nasip eylesin! Şehrimizdeki merkez ve taşra ilçe adaylarının da en kısa zamanda açıklanması kamuoyu tarafından heyecanla bekleniyor! Şehirdeki, güç, çıkar, denge ve paylaşım grupları bu süreçte adaylarını, pardon piyonlarını, bir bir siyasi arenaya sürdüler! Peki neden? Çünkü kimse bulunduğu güç, iktidar ve rantı kaybetmek istemiyor? İktidar, güç ve paradan destek ve kuvvet alanlar tabii ki bu durum, bu konum ve makamlara tapınacaktır! Varlıkları ve yaşamaları için ancak ve ancak iktidar olmaları ve gücün de ellerinde olması kaçınılmazdır! Aksi halde bir hiç olduklarının kendileri de farkındalar! Vatandaşa, hizmet ve çalışma dediğinizi de duyar gibiyim! Ne hizmeti! Ne çalışması! Kendilerini bu yüce makama taşıyan ağabeylerine hizmet etmek varken, vatandaş ne oluyormuş, vatandaş da kim oluyormuş! Onun için şehrimizdeki çıkar, denge, güç ve paylaşım grupları son bir hareketle var güçleri ile ilçe belediyeler için saldırıyorlar! Dışarıdan kontrol ve denetimleri dışındaki bir Vezir oyuna dâhil olmasın diye her türlü ayak oyunu ve siyasi entrikalara şahit olmaktayız! Kimse şehirdeki konum, iktidar, mevzi ve gücünü kaybetmek istemiyor! Çünkü, Güç ve İktidar VAR olmak demektir! Aksi halde bir HİÇ ve YOKLAR!

Tarihi kaynakları kabaca incelediğimizde, tarihte bu şehirdeki yani payitahttaki entrika ve ayak oyunlarına karşı, bir şekilde dur diyebilmek ve önlem alabilmek için dönemin sultanı tarafından, Hz. Mevlana ve ailesi Belh’den bu şehre neden davet edilmiştir? Hz. Mevlana, herhalde turistik bir seyahat ve gezi için kadim şehir payitahtta gelmemiştir! Tabii ki bir misyon ve vazife tamamlamak için Sultan tarafından payitahtta özel olarak davet edilmiştir! Peki, bu kadim şehir payitahtta yıllarca yaşamış, bu günlerde de İrtihali ve Yüce Yaratıcıya kavuşması Şeb-i Arus’un 745. yıl dönümünde, yüzlerce beyit ve kitaplar yazmış Hz Mevlana; Konya, şehir olarak altın bir kâse, fakat içinde akrepler dolaşır, tespit ve ifadeleri öylesine ve gelişi güzel mi söylenmiştir! Konya, bir Altın kâse ne demektir? Akrepler neyi ifade etmektedir?! Arka planı ve yaşanmışlıkları da var mıdır? Bugün için bizim almamız gereken tecrübe ve dersler var mıdır? Tabii ki olmalıdır! Tarihten ibret ve ders alınmadığı için tekerrür etmiyor mu?! Allah, biz kullarına, öncelikle akıl, basiret ve feraset vesin! Daha sonra da şuurumuzu, idrakimizi, muhakeme yetimizi ve fehimimizi artırsın! Âmin!

Her şey Bir Telefonla, Mı, Başladı?!

Geçtiğimiz günlerde, Cumhurbaşkanımız ve AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından, 31 Mart 2019 Yerel Seçimlerinde, Konya Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak açıklanan, mevcut başkan Uğur İbrahim Altay, AK Parti Konya İl Teşkilatı tarafından, düzenlenen bir programla tanıtıldı.

Tanıtım toplantısına AK Parti Milletvekilleri, İlçe belediye başkanları, ilçe teşkilat başkanları, belediye meclis üyeleri ve tüm teşkilat mensuplarının yoğun katılımı ile gerçekleştirildi. Emeği geçen tüm teşkilat mensupları ve ayrıca böyle programların görünmeyen kahramanlarına da teşekkürlerimi sunarım.

31 Mart yerel seçimlerine doğru gün sayarken, aday adayları meydanlarda boy göstermeye başladığı süreçten bil itibar, AK SAÇLI bir DOST  ile siyaset ve başkanlık konulu sohbetimiz, Cumhur İttifakı ve Türkiye’de olağanüstü bir gelişme olmaz ise, Uğur İbrahim Altay’ın kesinlikle, Konya Büyük şehir belediye başkan adayı olarak gösterilecektir, şeklinde uzar giderdi!

Şehirdeki güç, denge, çıkar ve paylaşım gruplarının konumlarını korumak adına, piyonları üzerinden bir Vezir çıkarma hamleleri ve yapmış oldukları bel altı hareketler, salvolar, haberler ve ayak oyunu girişimlerinin sonuçsuz kalacağı ve berhava olacağını da sohbetlerimizde vurgulardık!

Tabii ki Aklın yolu birdir! Tabii ki doğru sadece bir tanedir! Birilerinin hoşuna gitmese ve doğruların üzeri her daim kapatmaya çalışmalarına rağmen!

Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, tanıtım toplantısında teşkilat mensuplarına hitaben; Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın takdirleri ve teşkilatın desteği ile Konya Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak açıklandım.

Bana gösterilen bu teveccühte, öncelikle Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan ve AK Parti Genel Merkezi, AK Parti Genel Başkan Yardımcıları, Milletvekilleri, il ve ilçe teşkilat mensuplarına teşekkürlerimi sunarım.

AK Parti’nin yerel yönetimlere bakışı, bir hizmet yarışı, gönüllere girmek ve şehrin emini olmaktır! AK Parti Belediyeciliği sadece günü kurtarmak değil, şehirlerin ve insanların geleceğine yatırım yapmaktır! AK Parti belediyeciliği sadece laf üretmek değil, ortaya bir vizyon koyabilmektir! AK Parti Belediyeciliği halka hizmetkâr olmak ve Hakk’ın rızasını kazanabilmektir!

Yerel yönetimlerin bir bayrak yarışı olduğu ve her belediye başkanı bir önceki belediye başkanından aldığı bayrağı daha yukarıya taşımak için gayret edecektir! Gayesi hizmet olanın yardımcısı Allah’tır ilkesi ile çalışmalarımızı yürütüyoruz! Allah’ın izniyle yine el ele, gönül gönüle vereceğiz ve Konya’mız için gecemizi gündüzümüze katıp, yeniden aşkla hizmet edeceğiz!

Biz hizmeti ibadet kabul eden bir ecdadın torunlarıyız; Allah doğru bildiğimiz yoldan ayırmasın! Bu güne kadar büyük önem verdiğimiz Gönül Belediyeciliğini, “Benim Şehrim” konsepti çerçevesinde yeniden yaşamak ve yaşatmak amacındayız, şeklindeki duygusal ve bir o kadar da hizmet aşkı ile dolu konuşmalarının çok manidar olduğunu da buradan ifade etmek isterim.

Tam on yıl önce, her şey, bir telefon ile başladı! Bu gelen telefon biraz da;  ‘SAKLI SEÇİLMİŞ’ bir kişi olmamızdan kaynaklanıyor olabilir mi? Bilemiyoruz!

SAKLI  SEÇİLMİŞ  kavramının ne demek olduğu zaten ehlince  ve ehline malumdur!

Doğup büyüdüğümüz ve havasını teneffüs ettiğimiz bu şehre hizmet, bir şükür vesilesidir. Belde-i Muhayyere ’de şehrin emini olmak ve bu şehirde yaşayan tüm canlıların da zikrine vesile olmak, ayrıca bir şereftir. Konya’ya hizmet etmiş bir başkan olarak, öncesinde olduğu gibi bundan sonraki hedefimiz de, hizmetkârı olduğumuz kadim topraklardaki insanımızın yüzündeki tebessümü biraz artırma vesilesi olacaktır.

Dünya, Yeni bir SAVAŞ için, Isınırken!

Geçtiğimiz günlerde, Rusya ve Ukrayna arasındaki Karadeniz’deki bilek güreşine şahit olduk! Normal şartlar altında Ukrayna gibi bir devletin, değil Rusya ile bilek güreşi, güreşe dahi cüret etmesine imkân ve fırsat yoktur! Peki, Ukrayna’da neler oluyor? Ukrayna nasıl ve nereden böyle bir cüret ve cesareti bulabiliyor? Ukrayna’ya kim veya kimler GAZ veriyor? Neden? Hafızalarımızı biraz tazeler ve 2004 yılına doğru geriye gittiğimizde, Ukrayna’daki her şey Turuncu devrim ile birlikte başlamıştır! Batı bloğu, Ukrayna’yı Rusya’dan koparmak, kontrol altına alabilmek için Turuncu bir devrim gerçekleştirmiş ve sonunda da başarıya ulaşmıştır! Peki, Rusya’nın Karadeniz’e diğer bir sınır komşusu Gürcistan’daki Kadife devrime ne diyeceğiz? Batı bloğundaki küresel emperyalist güçler, Rusya’nın tabir yerinde ise Karadeniz’e açılan iki adet ümüğünü bu renkli devrimlerle sıkmaya çalışmıştır! Peki, bu hareket ve örtülü saldırıların karşılıksız kalmasını beklemek kadar safdil olmak gerekir mi? Rusya’da devlet olarak gereğini yapacaktır!

Tarih yapraklarını yüz yıl öncesine götürelim, zaman makinesini geriye saralım ve Birinci Dünya savaşının arka planındaki sebepleri anlamaya çalışalım! Birinci Dünya Savaşı’nın nedenleri arasında öncelikli olarak Sanayi Devrimini sayabiliriz. Sanayi Devrimi ile birlikte büyük devletlerin ham madde ve pazar arayışına yönelmesi, bu devletlerarasındaki sömürgecilik yarışını da hızlandırmıştır. Birinci Dünya Savaşının çıkış sebeplerinden bir diğeri de Fransız İhtilalı’dır. Fransız İhtilalının sonucu olarak ortaya çıkan milliyetçilik akımı, çok uluslu devletlerdeki azınlıkların dış baskılarla isyan etmelerine sebebiyet vermiştir. Osmanlı Devleti ve Avusturya – Macaristan imparatorluğu bu isyanlardan çok etkilenmiştir. Savaşın en önemli nedenlerinden bir diğeri ise hiç şüphe yok ki, Osmanlı Mirası üzerindeki Petrol ve diğer zengin kaynaklarla ilgili paylaşım çatışmasıdır. Siyasal birliğini tamamlayan İtalya, Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’de yayılmaya çalışmıştır. İtalya ve Almanya’nın giriştiği sömürge arayışı dönemin en büyük sömürge imparatorluğu olan İngiltere’yi endişeye sevk etmiştir. Bu gelişmeler üzerine İngiltere, Uzak Doğu’daki sömürgelerine giden deniz yolunun güvenliği için Mısır’ı işgal etmiş ve Alman tehdidine karşı Rusya ile yakınlaşmaya başlamıştır.

20. yüzyılın başlarına geldiğimizde Avrupa’da siyasi ortam, mezkûr sebeplerden dolayı oldukça gergin bir konumda bulunuyordu. Bu gergin atmosferde, Saray Bosna’yı ziyaret eden veya ettirilen Avusturya – Macaristan veliahdının bir Sırp tarafından öldürülmesi sadece savaşın bahanesi ve görünen sebebi olmuştur. Avusturya – Macaristan İmparatorluğu, suikasttan sorumlu tuttuğu Sırbistan’a 28 Temmuz 1914’te savaş açmıştır. Kısa süre içerisinde savaşa diğer Avrupalı ülkeler ve Osmanlı Devleti, Japonya ve ABD’nin de katılımıyla bir dünya savaşına dönüşmüş ve savaş tam dört yıl sürmüştür! ABD ve Japonya İtilaf Devletlerinin yanında yer almıştır. Birinci Dünya Savaşı, milyonlarca insanın ölümüne ve sakatlanmasına, çok büyük maddi hasarların ortaya çıkmasına, İmparatorlukların parçalanmasına, birçok yeni devletçiklerin de ortaya çıkmasına ve tüm dünyayı ekonomik, siyasal ve toplumsal açıdan derinden etkileyen çok büyük bir olaydır.

Osmanlı Devletinin Birinci dünya Savaşına girmesinin arka planına kabaca baktığımızda, Osmanlı savaşın başladığı ilk dönemlerde önce tarafsızlığını ilan etmiştir. Almanya, Osmanlı’nın jeopolitik konumu ve halifelik sıfatından yararlanmak için savaşa girmesini istiyordu. İttihat ve terakki yönetimi Almanya’nın savaşı kazanacağını ve kaybedilen toprakların da geri alınacağını düşünerek, iki Alman gemisine Midilli ve Yavuz adı verilerek, boğazları geçmek suretiyle Karadeniz’deki Rus limanlarını bombalamıştır. Bu gelişme ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu bu savaşa otomatik olarak girmiş oldu.

Günümüze geldiğimizde, küresel emperyalist güçler ve küresel finans çevreleri, bugün yeni bir dünya savaşı çıkarabilmek için Akdeniz, Doğu Akdeniz ve Karadeniz’deki enerji zenginliklerine hâkim olabilmek adına, giriştikleri her türlü ayak oyunları, kirli hesaplar, vesayet – vekâlet savaşları ve büyük planlarına şahit olmaktayız! Dün, Birinci dünya Savaşını çıkarmak için Avusturya – Macaristan’a gaz veren küresel güçler, bugün de Ukrayna ve diğer devletçiklere tam gaz vermektedir! Türkiye, Rusya ve İran, ülkeleri ve bölgelerindeki, huzur ve kalkınma için birlikte hareket etmesi tabii ki birilerinin uykularını kaçırmakta ve bölgemizdeki büyük planları da bozulmaktadır! Küresel güçler ve küresel finans çevrelerinin, kontrol ve denetimleri dışındaki, Türk Akım projesini nasıl hayata geçirirsiniz?! Küresel güçler ve küresel finans çevrelerinin, kontrol ve denetimleri dışındaki, 65 ülkenin birlikte kalkınma hamlesi, bir Yol ve bir Kuşak projesini nasıl devam ettirmeye çalışırsınız?! Akdeniz, Doğu Akdeniz ve Karadeniz’deki zenginliklerden bize sormadan ve danışmadan nasıl hak talep edersiniz?! Vereceğimiz ve verdiklerimiz kadarı ile neden yetinmiyorsunuz?! Anladık mı şimdi, neler oluyormuş, Ukrayna’da?! Anladık mı şimdi, Ukrayna, neden efeleniyormuş? Anladık mı şimdi, Akdeniz ve Karadeniz’de neler oluyormuş?! Anladık mı şimdi, Akdeniz’deki yüzlerce savaş gemisinin neden safari yapmakta olduğunu?! Anladık mı şimdi, Akdeniz ve Karadeniz neden ısınmaya başlamış?! Anladık mı şimdi, yeni bir Dünya savaşının Akdeniz ve Karadeniz’deki zenginlikler ve paylaşım üzerinden çıkarılmaya çalışıldığını?!

Kasım’da AŞK Başkadır!

Yazımıza konu olan başlık, geçtiğimiz yıllarda hangi Saikler ve neler hedeflendiği de belli olmayan Kasım’da aşk başkadır filminden esinlenmemiştir. Böyle bir film ile belki de Kasım ayındaki ilahi bir aşkın başlangıcı olan bir gelişmeyi, basit dünyalık bir aşk seviyesine indirmeye çalışmaları olabilir mi? Bilemiyoruz! Yine bir Kasım ayında Konya İlinde iki mübarek ve ehli dünya olmaktan uzak Hz. Mevlana ve Hz. Şems arasında başlayan ve dünya gözü, dünya bakışı ve dünyalık akıl ile bu aşkın anlaşılamayacağı ve ham olanların böyle İlahi bir aşkı hazmedemeyeceğini de ifade edebiliriz. Kasım ayının son günlerinde Mevlana türbesindeki ağaçlar ve çiçeklerde meydana gelen değişiklikler, ne demek istediğimiz zaviyesinden, ehlince zaten malumdur! Peki, Hz. Şems ve Hz. Mevlana arasındaki ilahi aşk nasıl ve nerede başlamıştır? Bu ilahi aşk her iki tarafta ne gibi inkişaflara vesile olmuştur? Böyle bir aşkı hazmedemeyen kıt akıllılar neler yapmaya cüret etmiştir? Aralık ayının ilk haftasından itibaren on gün süre ile kutlanılacak olan ‘Selam Vakti‘ temalı Mevlana ihtifallerinin bireysel olarak bizlerde manevi inkişaflara, şehrimizde de bereket ve hayırların fethine, şerlerin de define vesile olmasını dilerim. 17 Aralık tarihinde Yüce Yaratıcıya kavuşmayı Şeb-i Arus olarak tanımlayan İlahi Aşk insanı Hz. Mevlana’yı hakiki manada anlamayı ve anlamlandırabilmeyi de bizlere nasip eylesin.

Babası Bahattin Veledin vefatında yirmi dört yaşında olan Hz. Mevlâna, dönemin Sultanın emri ile babasının yerine oturdu. Mevlâna’nın ilk mürşidi babası, zamanın ilim ve irfan merkezi olan Halep ve Şam’da ders görmüş, zahir ve batın ilimleriyle mücehhez bir âlim ve bir zahit olmuştur. Bilgide, keşifte, keramette, güzel söz söylemede, güzel huyda eşi benzeri yoktur. Akıllara hayret veren bir zekâ ve bir irade sahibi, Mollayı Rum diye namı ile dillere destan konumda bulunuyordu! Ders verdiği medreseler, hayranları ile dolup taşıyordu. Bu vaziyet, Tebrizli Şems’in Konya’ya vasıl oluşuna kadar beş sene sürdü ve her şey birdenbire değişti. Bu değişimi, Şeyhi Ekber’in senelerce evvel, Mevlâna’nın aslında uçsuz bucaksız bir UMMAN oluşunun icabıdır, diyordu!

1224 senesinin bir Cumartesi günü, Hz. Mevlâna’nın etrafını talebeleri sarmış, hürmet ve sevgilerinden yaya yürüyorlar, aniden önüne kalenderi kıyafetli bir derviş çıkıverdi! İleri atılarak Mevlâna’nın katırını çevikliği ile durdurdu. Derviş: Ey, madde ve mana altınlarının sarrafı! Muhammed Mustafa mı büyük, Beyazidi Bestami mi? Mevlâna irkildi: Bu nasıl sualdir? Elbette Muhammed Mustafa, bütün enbiya ve evliyanın serveri ve lideridir, dedi. Derviş: Evet ama Muhammed (a.s.); Yarabbi, seni tenzih ederim, biz seni layıkı ile bilemedik, buyurdu. Bayezid ise; Kendimi noksan sıfatlardan tenzih ederim, cübbemin içinde Hak’tan gayrı varlık yok, dedi. Mevlâna cevaben; Bayezid bir Hak tecellisine mazhar olunca kabının darlığından taştı. Hz. Muhammed ise hangi mertebeye varsa evvelki makamlardan istiğfar ediyor, Ey bizim düşünce ve idrakimizden olan Allah, biz seni layıkı ile bilemedik, diyor, dedi. Yabancı derviş bir çığlık kopardı. Mevlâna katırdan aşağı atladı. Ortalığı telâş ve uğultu kaplamıştı. Birbirlerine büyük bir cezbeyle bir “an”da bağlanan bu iki ulu zat beraber Gevhertaş Medresesi’ne geldiler. Bir hücreye girdiler. Bir rivayete göre, kırk gün, bir rivayette üç ay kimseyi içeri almadılar. İstiğrak, sema, Hak sohbeti ve visal orucu ile manevi günler geçirdiler. Bu derviş, Şemsi Tebrizi’den başkası değildi! Mevlâna ile Şemsi Tebrizi’nin Konya’da birbirlerine kavuştukları yere Maracel Bahreyn yani, İki denizin kavuştuğu yer, olarak ifade edilmekte ve her yıl törenler düzenlenmektedir! Mevlâna üstat bir şeyh idi, fakat yeniden mürit oldu! Nihayete ermişti, baştan yeniden başladı! Mevlâna, Mümin, müminin aynasıdır, hadisine göre bir ayna gibi Hz. Şems’te gördüğü kendi güzelliği ve aslına âşık olmuştur!

Şemsi Tebrizi ve Hz. Mevlâna’yı anlamayanlar, gün geçtikçe dedikodularla işi büyüttüler. 1225 yılının bir Perşembe günü dedikoduların artmasıyla Şemsi Tebrizi ortadan kayboldu. Hz. Mevlâna’nın emri ile her taraf arandı, fakat hiçbir iz bulunamadı. Şems Konya’yı terk ettikten sonra doğru Şam’a gitmiş bir han köşesine yerleşmişti. Bir ay sonra Şemsi Tebrizi, Sultan Veledin refakatinde Konya şehrine geri geliyordu. Tebrizli Şems’in büyüklük ve kudretine inananlar karşılamaya iştirak etmişlerdi. Dedikodu yapanlar ise pişmanlık hisleri içinde, Şems ve Mevlâna kucaklaştılar. Mevlâna, Şemsi Tebrizi’yi ikinci sefer gelişinde kendi çocukları gibi bakıp büyüttükleri Kimya Hatun ile evlendirdi. Belki de bu evlilikle Şemsi Konya’ya bağlamak istiyordu. Günler tekrar, sohbet, sema, istiğrak ve murakabe ile geçiyordu. Şemsi Tebrizi’nin Mevlâna ile olan manevi alışverişinin eskisinden fazla, daha derinlerde olduğunu gören fesat kişiler, kıskançlık ve kötü görüşlerinden ortalığı tekrar karıştırmaya başladılar. Nihayet 1227 senesinde bir gece Hz. Şems’in ortadan kaybolmasına sebep oldular. Bazı kaynaklarda Şems, çekemeyenleri tarafından şehit edildiği, bazısında ise izinin bulunmadığı yazılıdır. Bu kayboluş olayının rivayetleri çeşitli fakat doğrusunu sadece Allah bilir. Mühim olan, Hz. Şems’in misyonu ve vazifesini tamamlamasıdır. Şems’in kayboluşundan sonra Hz. Mevlâna yine her tarafı aratmış, bizzat Şam’a gitmiş fakat boş dönmüştür. Mevlâna, Şems’in adını zikreden ve Filan yerde gördük, diye konuşanlara üstündeki cübbesini bağışlıyor, Bu senin yalanına armağan, doğru olduğunu bilsem canımı verirdim, diyordu.

MENA Bölgesi ve Yereldeki GÜÇ Savaşı!

Dünya küresel güçleri ve küresel finans çevreleri, emperyalist ve hegemonya konumlarının devamlılığı adına her daim büyük planlar, hesaplar, stratejiler ve taktiksel oyunlar peşindedir! Bugün yaşamakta olduğumuz gibi! Dünya halklarının bunları anlaması, okuması ve pro-aktif taktik geliştirmesi ise imkânsız denecek bir durumdadır! Çünkü dünya halkları bölgesindeki küçücük makamlar, mevkiler, rant, çıkar ve menfaatler peşinde koşmaktan böyle minnacık(!) işlerle meşgul olamaz! Adamın dünyası, vizyonu, çapı ve ufku bu kadar! Ne bekleyebilirsin?! Adamın dünya ve insanlık diye bir derdi yok! Varsa yoksa tek bir hedefi, bugün sahip olduğu makamı ve gücü sonsuza kadar koruyabilmek! Kendi adamlarını da bir yerlere yerleştirmek ve getirebilmek! Bunun için de her şeyi yapacaktır; Aklımızın ve havsalamızın alabileceği ve alamayacağı her şeyi! Ölmek diye bir şey var mıdır?! Tanrıların ölmediğini biliyorduk! Çünkü adamlar ne de olsa dünyanın, bölgesinin ve bulunduğu yerelin tanrısı! Allah akıl, fikir ve feraset versin!

2003 yılında ABD eski Dış İşleri Bakanı Condoleezza Rice tarafından kaleme alınan bir makalede, Ortadoğu’da Türkiye dâhil yirmi iki ülkenin sınırları değişecek, ifadesiyle başlayan analizlerine şahit olduk. 2010 yılına geldiğimizde ise Küresel Güçler ve Küresel finans çevreleri yirmi iki ülke için düğmeye bastı! Artık vakit gelmişti! 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta bir gencin kendini yakmasının ardından tüm Tunus halkının giriştiği eylemle beraber Arap dünyasındaki bunalım dönemini birileri ise Arap Baharı olarak isimlendirmektedir! Ne bahar? Aman Yarabbi! Tabii ki baharın gelmesi için öncelikle şiddetli bir kışın yaşanması gerektiğini de düşünmeliydik! Yapılan protestolar sonucu birçok Arap ülkesi, Tunus’tan etkilenip özgürlük için savaşmıştır. Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Ürdün, Yemen Arap baharından etkilenen ülkelerdir. Mısır’ın hali ortada! Karşımızda Libya diye bir devlet ve Libya halkı var mıdır?! Irak’ı zaten konuşmaya gerek yoktur! Suriye ise her gün gözlerimizin önünde erimekte, lime lime edilmekte ve parçalanmanın eşiğindedir!

ABD eski Dış İşleri Bakanının 2003 yılında yirmi iki ülkenin sınırları değişecek diye tanımladığı bölge; MENA, Middle East and North Africa, yani Orta Doğu ve Kuzey Afrika kelimelerinin baş harflerinin bir araya getirilerek elde edilen bir kısaltmadır. MENA Bölgesi olarak isimlendirilen ve İsrail Devleti hariç büyük çoğunluğu Arap veya İslami vasıfları ile ön plana çıkan Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkeleri arasında; Mısır, Ürdün, Lübnan, Fas, Tunus, Cezayir, İran, Yemen, Suriye, Irak, Suudi Arabistan, Katar, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Bahreyn ve Libya sayılabilir. MENA Bölgesi’yle (Orta Doğu ve Kuzey Afrika) dünya petrol rezervinin % 70’ini, doğal gaz rezervinin % 46’sını, eski İpek yolu, yeni bir Yol ve Bir Kuşak, 65 ülkenin birlikte kalkınma projesinin ana güzergâhı, Akdeniz ve Doğu Akdeniz’deki zenginliklerin de bekçisi ve tam da bir askeri üs konumunda olan bir bölgedir!

Peki, mezkûr özellikler aklımıza hemen firavunu getirecektir! Firavun kimdir? Firavunun özellikleri nelerdir? Mısır’da yüzyıllarca hâkim ve hüküm sürmüş yirmi altı firavun ailesi bulunmaktadır! Her aile ortalama otuz yıl idarede hüküm sürdüğü tahmin edilmektedir! Firavun isim olmayıp bir sıfattır; Yani yapılan haksızlık ve zulümlerin toptan bir tanımlamasıdır! Ayrıca bunlardan büyük bir kısmı da kendisini tanrı olarak ilan etmiştir! Makam, mevki, güç ve tanrı olduğunu iddia etmek veya zannetmek! Aman Allah’ım! Allah muhafaza eylesin! Firavunun kabaca özeliklerine baktığımızda karşımıza çıkan tablo, bugün yaşamakta olduklarımız ve özellikle de yerelde son günlerdeki belediye başkanlıkları için oynanan ayak oyunlarından bir farkı var mıdır, siz okuyucularımın takdirlerine bırakıyorum! Her şeyi kontrol etme ve yönetme isteği; Bütün Firavunların ortak özellikleri çevresinde gördükleri her şeyi yönetme ve kontrol altında tutmak hırsı vardır! Hatalı olduğunu kabul etmemek; Zira tanrılar hatasızdır! Adam tanrı olduğuna zaten inanmakta ve hatadan tabii ki münezzeh olacaktır! Üstünlük iddiası; Tanrılık taslamaktan kaynaklı olarak diğer insanlardan elbette ki üstün olacaktır! Üstünlük için de her şeyi yapacaktır! Makamını koruma isteği; Makamını korumak adına doğru bildikleri her şeyi yalanlayabilir ve yok hükmünde sayabilir! Güç tutkusu; Firavun zihniyetinin önemli özelliklerinden birisi de güç tutkusudur. Bu niteliklere haiz kişiler güç olgusu olmadan kesinlikle yaşayamazlar! Güçlerini korumak adına da her şeyi yapacaktır!

Enerji Üssü Türkiye!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti uzun yıllardan beridir iç karışıklıklar ve sınırlarımızda küresel güçlerin kontrolü altındaki terör örgütleri üzerinden oluşturulmaya çalışılan yapay sorunlar nedeniyle kafasını bir türlü kaldıramamıştır. Ne zamana kadar? 1980’li yılların son dönemlerinde ağırlığını hissettirmeye başlayan doğalgaz enerji ihtiyacı ile birlikte dünyamız yeni bir dönem başlamıştır, şeklinde okuyabiliriz! Türk Devleti jeo-stratejik konumu gereği bu tarihten itibaren hem kendi ihtiyaçlarını gidermek, hem de Avrupa’nın enerjisine de çözüm getirebilmek hedefleri doğrultusunda bir dizi doğal gaz ve enerji hatları notasından anlaşma ve sözleşmelere imza atmıştır. Türk Devletinin enerji aktarım hatlarının çözüme yönelik girişimleri sürekli olarak akametle sonuçlanmıştır! Neden? İçerideki siyasi, sosyal ve ekonomik krizlerle boğuşturulmak suretiyle enerji zaviyesindeki tüm girişimlerinde bir adım ileriye gidememiştir! Neden ve nasıl olabilirdi? Neler oluyordu? Tanımlayamadığımız bir el sürekli olarak yapmış olduğumuz tüm bu hamlelerin önüne geçmek için her şeyi yapıyordu? Peki, kim veya kimler bunları yapıyordu? Tabii ki Türk Devleti ve Türk milletinin bağımsız ve milli politikalar geliştirmemesi için girişimlerde bulunan tüm iç ve dış mihraklar! 15 Temmuz hain darbe kalkışması sonrası engellerinden bir bir kurtulan Türk Devleti her alanda olduğu gibi enerji konusunda da çok etkin bir konuma geçmeye başlamıştır! Akdeniz ve Doğu Akdeniz enerji bölgelerindeki doğal gaz arama çalışmalarında Türk Devletinin yapmakta olduğu hamleler ise bir kenarda durmaktadır!

Türkiye’nin coğrafi konumu, doğusundaki Hazar Denizi havzası ve güneyindeki Ortadoğu bölgesinin zengin petrol ve doğalgaz kaynakları, büyük tüketim pazarı olan Avrupa ve açık denizlere ulaşımı açısından büyük bir önem arz etmektedir. Türkiye’nin bu konumu, enerjide sadece Enerji Koridoru değil aynı zamanda bir Enerji Üssü olma stratejisiyle de uyumlu hale gelmektedir. Türkiye, Rusya ve Azerbaycan ile geliştirdiği işbirliğinde, hem enerji ihtiyacını uygun koşullarda karşılamakta, hem enerji koridoru oluşturmakta, hem de rafineri ve diğer enerji yatırımlarının önünü açarak enerji üssü haline gelmesini sağlayacak fırsatları yakalamaktadır. Doğalgaz hatları, stratejik açıdan pek çok ülke için çok önemli bir konudur! Türkiye’nin jeopolitik konumu gereği, Asya’dan Avrupa’ya uzanması gereken enerji hatları, topraklarımız üzerinden geçmektedir. Bir başka deyişle topraklarımızdan çıkmayan enerjinin transferinden devlet ve millet olarak, hem maddi olarak gelir elde ediyor, hem de enerji ihtiyacımızı daha ucuza karşılayabiliyoruz.

1980’li yıllardan itibaren günümüze kadar, Türk Devletinin imzalamış olduğu enerji ve doğalgaz anlaşmalarına kabaca baktığımızda karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır. Rusya – Türkiye doğal gaz boru hattı; Alternatif enerji kaynaklarının araştırılması çalışmaları sonucunda, 18 Eylül 1984 tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti ve Eski Sovyetler Birliği hükümetleri arasında doğal gaz sevkiyatı konusunda hükümetler arası bir anlaşma imzalanmıştır. Bu kapsamda, 14 Şubat 1986 tarihinde, Ankara’da, BOTAŞ ile Soyuz Gaz Export arasında 25 yıl süreli Doğal Gaz Alım-Satım Anlaşması imzalanmıştır. Mavi Akım Gaz Boru Hattı; 15 Aralık 1997 tarihinde BOTAŞ ve Gaz export arasında imzalanan 25 yıllık Doğal Gaz Alım- Satım Anlaşması kapsamında, doğal gaz Rusya Federasyonu’ndan Karadeniz geçişli bir hat ile Türkiye’ye ulaşmaktadır. Doğu Anadolu Doğal Gaz Ana İletim Hattı (İran – Türkiye); Yıllık 10 milyar m3 İran doğal gazının boru hattı ile Türkiye’ye arzı amacıyla 8 Ağustos 1996 tarihinde İran ile Türkiye arasında Tahran’da Doğal Gaz Alım – Satım Anlaşması imzalanmıştır. Bakü – Tiflis – Erzurum Doğal Gaz Boru Hattı; Azerbaycan’ın Güney Hazar Denizi kesiminde yer alan Şah Deniz sahasında üretilecek doğal gazın Türkiye’ye arzını amaçlayan Boru Hattı 12 Mart 2001’de Türkiye – Azerbaycan hükümetler arası anlaşması çerçevesinde hayata geçirilmiştir. Türkiye – Yunanistan Doğal Gaz Enterkoneksiyonu; Avrupa Birliği INOGATE Programı kapsamında geliştirilen Güney Avrupa Gaz Ringi’nin ilk aşaması Türkiye ve Yunanistan doğal gaz şebekelerinin enterkoneksiyonunu ile doğal gazın Türkiye üzerinden Yunanistan’a arz edilmesine olanak sağlayan boru hattıdır. Trans – Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı (Tanap) projesi; Ülkemizin artan doğal gaz talebinin karşılanabilmesi amacıyla Azerbaycan Hükümeti ve Azerbaycan’ın Şah deniz Sahasını geliştiren Şah deniz Konsorsiyumu ile görüşmeler yürütülmüş ve 25 Ekim 2011 tarihinde 2018 yılından başlayarak Azeri gazının Ülkemize arzını öngören anlaşma imzalanmıştır.

Türk Akım Gaz Boru hattı projesi; Bu projeye yönelik siyasi destek sağlamak ve teknik, ekonomik, hukuki çerçeveyi belirlemek amacıyla Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Federasyonu Başkanı Putin arasında 10 Ekim 2016 tarihinde İstanbul’da bir anlaşma imzalanmıştır. Daha önce Avrupa kıtasına doğalgaz satışını Ukrayna üzerinden yapan Rusya, Ukrayna ile yaşanan sorunlar sonrasında yeni bir çözüm arayışına girmiştir! Toplamda dört ayrı hattan oluşması planlanan ve gerçekleştirilmesi beklenen doğal gaz transfer miktarı ise yıllık 63 milyar metreküptür. 63 milyar metreküplük doğalgazın 14 milyar metreküpü Türkiye’nin ihtiyacı için kullanılacak ve geri kalan kısmı ise Rusya tarafından Avrupa’ya ihraç edilmesi hedeflenmektedir. Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da düzenlenen bir törenle Türk Akımı Projesi’nin deniz bölümüne döşenen son boru, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in katılımıyla denize indirildi. Emeği geçenlere çok teşekkür ederim.

PESCO ve UZAY Komutanlığı!

Dünya ve İnsanlık tarihi, kanlı savaşlar, saldırılar, yıkımlar, işgaller, kayıplar, yeni dönüşümler ve yeni düzenlerin kurulduğu dönemlerle doludur! Yeni bir düzen kurmayı yüz yıl önceden planlayan ve hesap eden küresel güçler ve küresel finans çevreleri, bu hedefleri doğrultusundaki bölgelerde her türlü saldırı, patlama, vesayet ve vekâlet savaşlarına girişmekten kesinlikle kaçınmazlar! Çünkü dünya hegemonya sisteminin devamlılığı için bu plan ve hesaplarını realize etmeleri şarttır! 2000’li yılların başlarında Çin öncülüğünde kurulan, eski İpek Yolu, yeni Bir Yol ve Kuşak projesini, kontrol ve denetimleri altına alabilmek için bu güzergâhta aklımızın almayacağı olaylara, saldırılara ve işgallere şahit olduk! Neden? Tüm bunlar neden olmaktadır? Adamlar insanlık adına mı bu işleri yapmaktadır? Evet! Daha doğrusu bu bölgelerdeki halklara demokrasi getirmek için mi bu kadar masrafa girmekteler?! Neymiş efendim! Sadece Demokrasi getirmek için! Ortadoğu, Afrikalı ve tüm bölgedeki saf Müslümanlar da bu iddialara kanmakta ve inanmaktadır; Yüz yıl öncesinde olduğu gibi! İman olsa idi, Müminin feraseti ve basiretinden sakınmaları gerekirdi! Saf bir Müslüman olunca!

Avrupa Birliği, ABD Başkanı Trump’ın NATO ile ilgili sert çıkışları sonrasında, Fransa’nın öncülüğünde yeni bir Avrupa ordusu kurmak için girişimlerde bulunmaya başladlar! Avrupa Birliği’nin yirmi üç üyesi savunma alanında daha sıkı işbirliği ve koordinasyon için kısaca PESCO olarak adlandırılan Kalıcı Yapılandırılmış İşbirliği Savunma Anlaşması’na imza attı. AB için ortak savunma ordusu ve politikası özellikle Almanya ve Fransa’nın desteklediği bir konudur! AB üyeleri, ABD Başkanı Donald Trump’ın Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO) giderek daha fazla mesafeli durmasından kaynaklı, Pesco’nun Avrupa için güçlü bir alternatif olacağı iddia ediyor! AB’nin gündeminde olan savunma politikalarının entegre hale getirilmesi projesine, Donald Trump, Avrupa ülkeleri NATO bütçesinde üzerine düşeni yapmalı, söyleminin ardından hız verildiği de ifade ediliyor. PESCO anlaşmasına taraf olmayı reddeden; İngiltere, Danimarka, Malta, İrlanda ve Portekiz, beş AB ülkesi bulunuyor!

Peki, tüm bunlar olurken, ABD neler yapıyor? ABD boş mu duruyor? ABD’nin eli armut mu topluyor? ABD, her zaman olduğu gibi daha büyük bir projenin peşinden mi yürümektedir?! ABD dünya anakarasında bitirmeyi düşündüğü çıkış noktalarından sonra, tüm dünyamızı da uzaydan kontrol etmeyi mi planlamaktadır?! ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Silahlı Kuvvetlerin hava, kara, deniz, deniz piyadeleri ve sahil güvenlik komutanlıklarının yanı sıra altıncı bir komutanlık olarak, Uzay Kuvvetlerinin 2020’de kurulmasına dair bir plan açıkladı. ABD’li yetkililer, uzay bir zamanlar barışçı ve rekabetten uzak olduğunu ama şimdi kalabalık ve çekişmeli bir hal almakta olduğunu düşünüyor! ABD yönetimi, bir sonraki savaş sahasına hazırlanmak, ABD ülkesi ve halkına yönelik yeni nesil tehditleri caydırmak ve yenmek için zamanı geldiğine de inanıyor! ABD yönetimi, sadece uzaydaki varlığımız yetmez, uzayda hâkimiyet sağlamalıyız ve bunu yapacağız, vurgusunu yapıyor! ABD Silahlı Kuvvetleri’nin 6. kolu Uzay Kuvvetlerini organize edecek, eğitecek ve donatacak yeni bir komutanlık kurulması için Kongre’nin harekete geçmesi de gerekmektedir!

Dünya hegemonya ve küresel güçleri, küresel finans çevreleri, dünyamızda yeni bir düzen ve yeni bir paylaşım, daha doğrusu emperyalist konumlarının sürekliliği ve devamlılığı adına, çok büyük projeler ve planlarını devreye almakta iken, ülkemizde ve özellikle de yereldeki yaşananlara neler demeli? Adamlar dünya kara parçasını kuşatmayı ve çevrelemeyi bitirmişler, uzayı parselliyor, uzayda bir askeri komutanlık kuruyor, ülkemizde ve özellikle de yerelde ise magazinsel gelişmeler pençesinde boğuluyoruz! Beyler! Aklınızı başınıza alın! Elin oğlu dünyayı ve daha sonra da uzayı parselliyor, bizimkiler de, oğlum, kızım, yeğenim, gelinim, damadım ve daha sayamadığımız tüm akraba-ü taallukatı için yereldeki egemenliklerinin devamlılığı adına olmadık ve akla hayale gelmedik plan ve ayak oyunu peşindeler! Ne diyelim! Allah akıl, fikir ve feraset versin! Neymiş efendim! Elin adamı dünyamızı ve uzayı parselliyor, bizimkiler de yereli parsellemek ve çevresine de rant dağıtmakla meşgul olsun! Ne ala memleket! Ufuk, vizyon, öngörü, fikir, feraset, ehliyet, liyakat, sorumluluk ve basiret başkaca bir şeydir! Olmayan şeyler üzerinden konuşmanın tabii ki ne ülkemize, ne şehrimize ve ne de insanlık için bir faydası olacaktır!

Yerel Siyasette Oyun Başladı!

    Dünya yönetim sistemine kabaca baktığımızda, küresel güçler ve küresel finans çevreleri arasında bir ahenk ve uyum karşımıza çıkar. Tabii ki bunların kendi çapına göre de irili ufaklı ve bir o kadar yandaşı ve destekçileri vardır! Dünya yönetim sistemi veya yeni kurulmakta olan yenidünya düzeninin sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için tüm bu güçlerin kendi aralarına bir anlaşma, uzlaşma ve işbirliği oluşması gerekir. Aksi halde dünyamızı kan götürür! Son dönemde dünyanın her bir bölgesindeki yaşadığımız saldırılar, patlamalar, vekâlet ve vesayet savaşlarında olduğu gibi! Anlaşma ve işbirliğinin olmadığı, birinci dünya savaşının yüzüncü yıldönümü kutlanan şu günlerde ve çalkantılı dönemlerdeki insani kayıpların rakamı belli değildir! Yeni nizam ve kaotik bir duruma mahal vermemek için tüm oyuncular ve katılımcılar arasında anlaşmalar, uzlaşmalar, pazarlıklar ve işbirlikleri kesinlikle yaşanmalıdır!

    Peki, dünya nizamı ve düzeni böyle oluşurken, yerel siyasi dinamikler nasıl işlemektedir? Yerelde siyasi denge nasıl yaşanmaktadır? Tabii ki yerel siyasette dünya ölçeğinde olduğu gibi, denge, çıkar, paylaşım ve güç gruplarını görmekteyiz! Yerel siyasette de bu güç ve çıkar grupları arasındaki işbirliği ve uzlaşmayı göremediğimiz dönemlerde, sürekli olarak bir kaos ve çalkantılara şahit olmaktayız! 2019 mahalli seçimleri için aday adayları meydana çıkmaya başladı. Yani yereldeki çıkar, güç, denge ve paylaşım grupları piyonlarını bir bir siyaset arenası ve kamuoyunun önüne sürmeye başladılar! Tüm bu güçler, arka planda, anlaşma, uzlaşma, pazarlık ve işbirliği için bir birlerine karşı zemin yoklaması yapmaktadır! Biz de bu durumu oyun teorisi olarak tanımlıyoruz? Peki, oyun nedir? Oyun teorisi ne demektir? Yerel siyaset ile oyunun ne ilgisi vardır? Yoksa yereldeki siyaset bir satranç ustalığını mı gerektirmektedir?

    Oyun teorisi, iki veya daha fazla oyuncu arasındaki hamle ve etkileşimleri, sosyal ve siyasal problemleri açıklamak ve çözmeye yardımcı olabilecek karar verme çalışmalarında matematiksel yaklaşımlar sunan, güvensiz katılımcılar arasındaki iş birliği potansiyeli ve bunlarla ilişkili riskleri gösteren, her oyuncunun kendi hamlesine karşın diğerlerinin yapacağı hamleyi de hesaba kattığı stratejik durumlardaki insan davranışlarını ve tercihlerini inceler. Çoğunlukla rekabet ve işbirliği arasındaki seçimler ve tercih üzerine odaklanma eğilimlidir. Bununla birlikte, hem oyunda, hem de gerçek dünyada kazanmak için bir dizi kural vardır! Bazı oyunlar doğaları gereği çok rekabetçidir ve yalnızca bir kişi kazanabilir ve bazı durumlarda birlikte kazanabilmek için de iş birliği yapmak zorunluluktur! Gerçek hayat, kişilerin, bilerek veya istemeden, kendi çıkarlarını diğerlerinin zararına bile olsa koruduğu durumlarla doludur. Bu ilişkileri göstermek için kullanılan oyunlarda, genellikle iki oyuncunun çıkarları çatışır. İşbirliği, her iki oyuncunun da taviz vermesini ve bireysel kazançların bir kısmından vazgeçmesini de zorunlu kılar! Ancak oyuncular, uzlaşmak yerine kendi çıkarlarını maksimize etmekte ısrar ederse, sonunda herkes tamamen kaybedebilir. Bu görüşten hareketle, karar vericiler eylemlerinin potansiyel etkilerini daha iyi değerlendirmeli ve daha fazla istenen hedefleri üreten, çatışmayı önleyecek anlaşmacı, işbirlikçi ve uzlaşmacı kararlar vermelidir!

    2019 mahalli seçimleri için aday adaylık sürecinde şehrimizdeki güç, denge, çıkar ve paylaşım grupları arasında da örtülü bir savaşa şahit olmaktayız! Neden ve nasıl olabilir? Siyaset arenası ve meydanına sürülen aday adaylarına kabaca baktığımızda geri planda, güçlü bir aday yani Vezir için ön hazırlık, saha temizliği ve pazarlıkları göslemliyoruz! Şehirlerde daha önceleri abi konumundaki bir kişi, aday adaylığı ve adaylık süreçlerini karmaşa ve kaosa sebebiyet vermeden tereyağından kıl çeker gibi çözerdi! Çünkü buradaki hedef şehrin birliği, beraberliği ve şehre yapılması planlanan yatırımlar ve hizmetlerdir! Şehirlerdeki güç ve denge grupları kendi çıkar ve menfaatlerine göre hareket etmeye başladığı dönemler her zaman kaosa sebebiyet vermiştir! Bugün de aynen bunlar yaşanmaktadır! Şehrimizdeki güç, çıkar, denge ve paylaşım grupları da piyonları üzerinden çıkar ve menfaatlerini maksimize edebilmek için işbirliği ve pazarlık gücünü artırmaya yönelik hareketlere şahit oluyoruz! Piyonlarla yaşadığımız sadece Vezire alan açabilmek için çıkar ve güç grupları arasındaki pazarlıktan başkaca bir şey değildir! Dikkat edin, diğer kurumlarda olduğu gibi, kendi aranızdaki çıkar ve güçten kaynaklı kaotik durumdan istifade ile yabancı veya ithal bir Veziri göndermesinler! Olabilir mi? Neden olmasın! Her zaman yaşanabilen ve olan şeyler değil mi?! Aman dikkat! Elinizi çabuk tutun, işbirliğine, anlaşmaya ve uzlaşmaya bakın derim!

Yerelde Siyaset!

31 Mart 2019 mahalli – yerel seçimlerine doğru hızla yol almaktayız! Bulundukları bölge ve yerel mahalde, Şehrin Emini olmak için aday adayı olan ve daha sonrasında aday olarak meydanlara ve vatandaşların karşısına çıkacak dost ve ağabeylerimize şimdiden hayırlı olmasını ve seçildikleri takdirde de başarılı ve kalıcı hizmetlerde bulunabilmelerini, Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’tan niyaz ederim. Makamlar, mevkiler ve sıfatlar geçicidir! Makam, mevki ve sıfatlar; İnsanı, ben neymişim be abi konumu ve formatına her an getirebilir! Daha doğrusu, Allah; makam, mevki ve güç sarhoşu eylemesin! Âmin! Bir gün mutlaka bu makamları terk edeceksiniz! Bulunulan makam ve mevkilerde sonsuza kadar kalıcı olma şansımız var mıdır? Bilemiyorum! İman ehli bir insana yakışan ve önemli olan geçici sıfat ve makamda bulunurken gök kubbede hoş bir seda bırakabilmektir! Gerisi laf-ü güzaftır! Mal sahibi, mülk sahibi, makam, mevki ve güç sahibi; Hani bunun ilk sahibi, Gel biraz da sen oyalan! Siyaset ve Yerel Siyaset! Siyaset ve Yerelde hizmet! Siyaset ve Yerel siyasette Açık ve Şeffaf olabilmek! Siyaset ve Yerelde Hesap verebilir olabilmek! Makam ve mevkileri işgal eden ve 2019 yerel seçimlerinde yeni seçilecek, tüm dost ve ağabeylerimize, hesap verebilir, açık ve şeffaf olabilmeyi tavsiye ederim! Aksi halde işimiz ve halimiz çok zor! Aksi halde tüm bunların hesap ve kitabını çok zor veririz! Yine de siz bilirsiniz; Bizden âcizane ve dostane hatırlatması!

Siyaset nedir? Siyaset neden yapılır? Siyaset kim veya kimler için neden yapılır? Siyaset; Devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili özel görüş veya anlayıştır. Siyaset, Devletin etkinliklerini amaç, yöntem ve içerik olarak düzenleme ve gerçekleştirme esasının bütünüdür. Siyaset, mecazi anlamda, bir hedefe varmak için karşımızdakiler veya bölgesindeki vatandaşların duygularını okşama, zayıf noktaları veya aralarındaki uyuşmazlıklardan yararlanma ve bu yolla işini yürütme ve hedefe varmak anlamına gelir! Her dönem ve her topluma göre bir yerlere gelebilmek için vatandaşları etkileme biçim ve yöntemleri farklılık gösterir. Fransız ihtilalı ile birlikte ulus devletlerin kurulması siyaset ve yerel siyasetin yaygınlaşmasına da neden olmuştur.

Yerel siyaset nedir? Yerel siyaset neden yapılır? Yereldeki siyasetin ana aktörleri kimlerdir? Yereldeki siyaset bu aktörlere göre mi şekil almaktadır? Ulusal veya genel siyasetin karşıtı olarak anlaşılabilen yerel siyaset kavramı, yerelde siyasetin yapılmasıdır. Yerel siyaset, kabaca, yerel siyasal kurum veya kişiler ile yereldeki çıkar gruplarının, yerelde hizmet sunan, yerel veya ulusal düzeydeki siyasal otoriteleri ve onların kararlarını etkilemeye yönelik etkinlikler olarak açıklayabiliriz. Burada geçen yerel hizmet kavramı; bir yer, yöre, mahal veya bölgeyi ve orada yaşayan vatandaşları ilgilendiren ve ulusal çapta olmayan, tüm çalışmalar ve hizmetleri ifade eder. Yerel hizmetler, özellikleri itibariyle yerel halkın günlük yaşamını sürdürebilmesinde önemli bir yeri olan tüm etkinlik ve çalışmalardır. Diğer bir ifade ile yerel yönetimler, yerel siyaset yaparak yerel hizmetleri sunmaya talip kişi, grup veya birimlerdir.

31 Mart 2019 yerel seçimlerinde aday adayları siyaset meydanına çıkmaya başladı. Siyasi partilerin aday adayı başvuru tarihleri ve temayül sonuçları bu ayın sonunda bitmesi bekleniyor. Yereldeki adayların bir ay içinde siyasi karar verici makamlar tarafından açıklanmasını ve netleşmesi de, kamuoyu tarafından ümit edilmektedir! Yerelde siyasetin çok zor olduğunu dostlarımız sürekli olarak ifade etmektedir! Yerel ölçekte, genel seçim, yerel seçim veya herhangi boşalan bir makam için her daim aynı isimlerin birileri tarafından dolaştırılması, algı oluşturulması ve basındaki dostlarımıza da bu isimlerin sürekli köşelerinde yazdırılmasını biraz yadırgıyorum desem yanlış olmaz! Bir şehir, yirmi yılda mezkûr makamlar için hiç mi nitelikli ve liyakatli bireyler yetiştirmez! Yoksa yetişen bireyler, bu makamlar için bizden veya bizim adamımız olmadığı kaygıları ile yok mu sayılmaktadır? 2002 seçimlerinden bu yana bu şehirde her seçim atmosferine girdiğimizde kamuoyunda dolaştırılan baştan ve sondan yirmi isim harici başkaca isimleri duymadık! Neden? Bu şehirdeki güç, denge ve çıkar gruplarının işine böylesi mi gelmektedir? Böyle gelmiş böyle de devam etmeli midir? Nereye ve ne zamana kadar bu şekilde devam edecektir? Bu şehirdeki denge, güç ve çıkar gruplarına göre şekillenen bir siyaset kurumu ve yerel yöneticilerden, kamuoyunun hizmet ve çalışma beklemesi ne kadar doğru olacaktır? Kamuoyu ve seçmen, tabii ki hizmet ve çalışma beklemeyecektir!

Akdeniz’de Türbülans Yaşanıyor!

Dünya tarihi her yüz yılda büyük bir değişim ve dönüşüm ile karşı karşıya kaldığını yazılarımızda sürekli olarak vurgulamaya ve hatırlatmaya çalışıyoruz. Bu değişim ve dönüşümün nasıl olması gerektiğine ise dönemin güçlü emperyalist – hegemonya devletleri ve küresel güçler karar vermektedir! Yani bir nevi değişim altındaki bu paylaşım ve dizayn için mezkûr güçlerin küçücük dahi olsa anlaşmaları gerekmektedir! Anlaşma ve uzlaşmanın olmadığı dönemler, dünya ve insanlık tarihi için çok büyük acılar, yıkımlar ve sancılarla doludur!

Birinci dünya savaşı öncesi dönemin güçlü devletleri, İngiltere, Fransa ve daha sonradan Çarlık Rusya’nın dağılması ile ikilinin birlikteliğinde Osmanlı İmparatorluğunun hâkim olduğu bölgelerin nasıl pay edileceğinin karara bağlanmış olması gibi! Çarlık Rusya’nın dağılması ile paylaşım anlaşması Sykes- Picot’u dünya halkları ancak öğrenebilmiştir!

Dünyamız, Osmanlı İmparatorluğunun hakim olduğu yirmi dört milyon kilometre karelik topraklar ve özellikle de Akdeniz havzası bugün yeniden bir paylaşım ve dizayn ile karşı karşıya kalmıştır; yüz yıl öncesinde olduğu gibi! Paylaşım noktasında günümüzün hegemonya devletleri ve küresel güçler arasında anlaşma sağlanamadığı için dünya hakları ve özellikle de Akdeniz havzası türbülans yaşamaktadır! Bu türbülans ne zamana kadar devam edecektir? Türbülans dönemlerinde dünya halkları çok büyük zarar görmeden nasıl kurtulabilecektir? Yaşanan türbülans tek boyutlu mu, yoksa çoklu mu olmaktadır? Yani, bu güçler; sosyal, ekonomik, şantaj, tehdit, adam öldürme, patlamalar, sabotaj, siyasi, mali, psikolojik olarak paylaşım zaviyesinden anlaşamadıkları bölgede, devlet, millet ve toplum hayatına dokunan tüm çevreleme ve türbülans tekniklerini kullanılmaktalar!

Peki, türbülans kelime olarak ne demektir? Dünya ve Akdeniz havzasında yaşanan türbülans kalıcı ve süreklilik arz edecek midir? Yoksa yaşamakta olduğumuz türbülans arızı mıdır? Hegemonya devletler ve küresel güçler arasındaki bilek güreşi veya türbülans ne zamana kadar devam edecektir? Dünya ve bölge insanlığı adına, yaşanan bu türbülanstan kurtulabilmek için bir önder veya denge gücü ortaya çıkacak mıdır? Türbülans kelime anlamı, çalkantı sözcüğü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bilim alanında akış rejimi olarak gösterilen, sıvı ve ya gaz halindeki maddelerin hareket eğilimi, içlerindeki düzensizliğe türbülans denilmektedir. Türbülansın oluş sürecinde olaya birçok etken dâhil olmaktadır. Bunlar; hız olasılıkları, basınç, yüksek moment konveksiyonu ve de moment difüzyonu adı verilen etkenlerdir. Tüm bunların yanında, türbülans, daha çok uçak yolculuklarında duyulan bir kavram olarak karşımıza çıkar. Uçakla seyahat edenlerin korkulu rüyası türbülans, sıcak ve soğuk havanın yer değiştirmesi, ya da rüzgarın etkisiyle bulutlarda hareketlilik meydana gelmesinden oluşmaktadır. Türbülans sırasında uçak sallanır, yüksek ses çıkarır ve bu durum özellikle uçaktan korkanları zor durumda bırakabilir. Kuvvetli türbülansa girildiğinde uçak yüzlerce metre irtifa kaybedebilir, bazen çok şiddetli sarsıntılar olabilir, yolcular yerinden fırlayabilir, kafasını ya da vücudunun başka organlarını çarpan olduğu gibi yaralananlar dahi olmaktadır!

MHP Lideri Devlet Bahçeli, bölgemiz ve Akdeniz havzasında yürütülmekte olan yeniden paylaşım hesap ve planlarına yönelik ortaya çıkan kaos ve türbülans için; Türkiye terörle mücadele halindeyken Doğu Akdeniz’de sabır ve sinirlerimizi zorlayan gelişmeler yaşanmaktadır. Doğu Akdeniz’deki doğal kaynakların üzerine KKTC ve Türkiye’yi yok sayarak çöreklenmek isteyen zalimler koalisyonu, egemenlik haklarımızla oynamanın ağır bedelleri olacağını çok iyi bilmelidirler! Oldubittiye getirilip hukuki ve tarihi haklarımızdan ödün vermemizi bekleyenler yanıldıklarını, yanlışa düştüklerini er ya da geç anlayacaklardır! Türkiye’yi dışlayarak Ege ve Akdeniz’de asla hâkimiyet kurulamaz, buna ne tarih ne de Türk milleti müsaade etmez, etmeyecektir! Doğu Akdeniz’deki provokasyonlar Türkiye’yi pes ettiremez, aba altından sopa gösterilmesi, tehditvari bir dile tevessül edilmesi meşru haklarımızı kesinlikle gölgeleyemez! Akdeniz bir zamanlar Türk gölüydü; Biz bunu unutmadık, sabrımızı yanlışa yormasınlar, olgun tavrımızı ürkeklik görmesinler, gelişmeleri soğukkanlılıkla izlememizi pısırıklık sanmasınlar! Türk milleti yeni Barbaros Hayrettin Paşaları sinesinden çıkaracak, korsanların başını ezecek kutlu ve muhkem iradeye çok şükür hala sahiptir! Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe ne ilimizi, ne de töremizi hiç kimse, hiçbir mihrak bozamayacaktır! Türkiye’nin önünü kesmek, büyümesine, gelişmesine ve yükselmesine mani olmak için küresel ve bölgesel ayak oyunları uzun süredir devrededir! Bu sinsi ve alçak oyunların milli birlik ve dayanışma ruhuyla aşılacağına inancımız tamdır! Türk’ün öz yurdu Kıbrıs’ta yeni ve tehlikeli müzakere taktikleri dolaşımdadır! Küresel baskılar ve Rum tezleri, Türksüz bir Kıbrıs için oldukça faaldir! Türk milletinin mücavir bölgelerdeki tarihsel bağlantıları koparılmak istenmekte, derin izlerinin ve eserlerinin bulunduğu coğrafyalar üzerinde kâbus bulutları dolaşmaktadır, şeklindeki vurgu ve ifadelerinin, dünyamız ve insanlık adına Akdeniz havzasına kara bulut gibi çöken kaos ve türbülanstan, hegemonya devletler ve küresel güçler, Türk devleti ve Türk milleti olmadan, Osmanlı bakiyesi yirmi dört milyon kilometrekarelik gönül coğrafya bölgemiz ve Akdeniz havzasında, barış ve huzuru getiremeyecekler, yeniden bir dizayn ve paylaşım hesaplarını da asla temin edemeyecek ve kesinlikle başaramayacaklar!