Eski Sistemi Kimler Özlemektedir!..

16 Nisan 2017 tarihindeki Anayasa değişiklik referandum süreci ile başlayan, 24 Haziran 2018 genel seçimlerinde, TBMM’nin yeni üyeleri ve Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi ile birlikte, 9 Temmuz 2018 tarihinde yeni hükumetin kurulması akabinde Türk Devletinde resmen Cumhurbaşkanlığı hükumet yönetim sistemine geçilmiştir. Yeni yönetim sisteminin yürürlüğe girmesi ile birlikte bazı uygulamaları,  tam olarak anlayamayan, anlamak istemeyen ve idrak edemeyenler tarafından tabii ki bazı eleştirilere ve eski sisteme acil olarak dönülmesi gerektiği yönünde açıklama ve ifadelere de şahit oluyoruz! Perki neden?! Kim veya kimler, yeni hükumet yönetim  sisteminden rahatsızlık duymaktadır?! Kim veya kimler, eski sistemi özlemektedir?! Kim veya kimler, bürokratik oligarşi ve siyasal istikrarsızlığın bol olduğu bir dönemi arzu etmektedir? Kim veya kimler, 97 yıllık Cumhuriyet döneminde her on sekiz aya bir hükumetin düştüğü kaotik günleri özlemektedir?! Kim veya kimler, erkler arasındaki kavgalardan kaynaklı ekonominin duvara tosladığı günleri dört gözle beklemektedir? Kim veya kimler, erkler arasındaki krizlerin sebebiyet verdiği sosyal patlamaların doruğa ulaştığı günleri arzu etmektedir?! Kim veya kimler, yeni yönetim sistemi ile birlikte sistemin olmaz ise olmazı olan iki partili sistemden rahatsızlık duymakta, yüzlerce partinin ve uzlaşmanın olamadığı günleri beklemektedir?! Kim veya kimler, 15 Temmuz hain darbe kalkışmasından sonraki süreçte, devlet, millet, ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte Yeni kapıda şahlanan Türk Üçgeni ve İttifak sürecinden rahatsızlık duymaktadır?!  Kim veya kimler,  devlet ve milletine karşı her türlü hainlik ve  ihanet peşinde koşanların elini ve kolunu sallayarak meydanlarda gezdiği günleri bekleşmektedir?! Kim ve kimleri, sınırlarımız boyunca, küresel ve emperyalist güçler tarafından ulusal çıkarları uğruna kurmaya çalışılan kukla devletçik ve hibrid terör örgütlerine karşı, Türk Devletinin yeni yönetim sistemi ile birlikte  her an teyakkuz  halinde ve kararlı bir konumda  olması rahatsız etmektedir?! Peki, kimdir bunlar?! Ve nereden gelmişlerdir?! Kim veya kimler adına bu tipler, Türk Devletinin bekası  ve Türk Milletinin birliğini parçalamaya yönelik hangi küresel güçler ile   işbirliği içinde bulunmaktadır?!

Peki, 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasının akabinde, 16 Nisan Anayasa değişiklik referandum süreci ile başlayan ve 24 Haziran seçimlerinde de resmen yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı hükumet yönetim sistemini kabaca incelemeye çalışalım! Cumhurbaşkanlığı hükumet yönetim sistemi; Yasama, yürütme ve yargı organları arasında kesin bir ayrım ve dengeye dayanan, yasama ve yargı organlarının demokratik denetimi içinde, yürütmenin iktidar imkanlarını genişleten bir hükumet yönetim sistemidir. Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminin en tanımlayıcı özelliği yürütmenin nasıl ve ne şekilde seçildiğidir. Cumhurbaşkanı bu sistemde doğrudan halk tarafından seçilir.  Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminde yürütme organı ile yasama organı iç içe geçmiş değildir. Sabit bir Cumhurbaşkanlığı süresi vardır. Seçimler planlanan tarihlerde yapılır.  Bu nedenle yasama ve yürütme organın görev süreleri belli ve bu anlamda bir istikrardan söz edilebilir. Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminde, yasama tarafından güvensizlik oyu ile hükumet düşürülüp, erken seçim düzenlenemez.  Kabine üyeleri devlet başkanıyla birlikte çalışır ve yürütme ile yasama organlarının ilkelerini uygulamak zorundadır. Yürütme organı, güçlü yetkilerle donatılmış bir Cumhurbaşkanı devletin bekası ve milletin birliği adına tüm kararları ve değişiklikleri ivedilikle işleme koyar.  

Yüz kırk iki yıllık bir tecrübe ve deneyimi olan Parlamenter sistem; 1876 tarihli Kanun-i Esasi ile ilk yasama organı olan Meclis-i Umumi kurulmuş ve bu yolda siyasi tarihimizde ilk adım atılmıştır. 23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmış ve 1921 tarihinde yapılan Anayasa ile yasama ve yürütme yetkilerinin birleştiği, meclis hükumet sistemi ile yönetim sürdürülmüştür. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilanından sonra yapılan Anayasa değişikliği ile parlamenter hükumet sistemi benimsenmiştir. Sonrasında yapılan anayasa değişiklikleri ile meclis ve cumhurbaşkanının yetkilerinde değişikliğe gidilmiş, 1982 Anayasası ile cumhurbaşkanının yetkileri kısmen arttırılmıştır. 2007 yılındaki Anayasa değişikliği ile Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi süreci başlamıştır. Böylelikle parlamenter sistemdeki devlet başkanının meclis tarafından seçilme uygulaması son bulmuş ve parlamenter sistemden uzaklaşılmıştır. Parlamenter Sistemde, Hükumet yasama organından kaynaklanır, yani yasama organı tarafından güven oyu ile seçilir. Hükumet yasama organına karşı sorumludur. Yürütme organı iki yapılıdır; Cumhurbaşkanı ve Başbakan, Bakanlar kurulu olmak üzere! Aynı kişi hem yürütme hem de yasama da görev alabilir. Bakanlar kurulu yasama organının çalışmalarına da katılır.

MHP Lideri Devlet Bahçeli; 15 Temmuz tarihinde fiilen ömrünü dolduran parlamenter sistemin zaaf ve zayıflıkları, reformcu ve demokratik bir mücadelenin ilhamıyla aşılmış, yeni bir sistemin kurulması sonucunda da kalıcı olarak telafi edilmiştir. Türk Devleti ve Türk Milleti için Cumhurbaşkanlığı Hükumet yönetim sistemi, macera değil, mecburiyettir. Kim hangi yalanı söylerse söylesin, nasıl bir yanlışa düşerse düşsün, muhafaza etmek zorunda olduğumuz bir bekamızın olduğu kuşkusuzdur. Cumhurbaşkanlığı Hükumet yönetim sistemi, milli bekamıza yönelik saldırıların engellenebilmesi, ülkemizin içine girdiği karanlık tünel ve çok sarsıntılı türbülanstan çıkabilmesi için inşa ve ihya edilmiştir. Bu sayede tıkanan, tekleyen, yozlaşan eski yönetim sistemi yenisiyle değiştirilmiştir. Aziz milletimiz istikbalini Cumhurbaşkanlığı Hükumet yönetim sistemi ile tayin ve temin edecektir. Cumhurbaşkanlığı Hükumet yönetim sistemi varoluş gayemizin milli ve stratejik güvencesi, büyük Türkiye hedefinin hukuki ve ahlaki güç kaynağıdır. Türkiye’nin karşısında saf saf dizilen karanlık çevrelerin koro halinde ve ağız birliği içinde Cumhurbaşkanlığı Hükumet yönetim Sistemini karalamaları boşuna değildir. Maksat arızalıdır ve  ahlaken çarpıktır, vurgularının, Parlamenter sitemdeki arızalar ve Türk Devletinin yeni Cumhurbaşkanlığı hükumet yönetim  sistemi ile yolculuğuna devam edeceği,   artık bu topraklarda parlamenter sisteme asla dönülemeyeceği ve bu sistem ile birlikte Anadolu coğrafyasında üçüncü Cumhuriyet döneminin resmen başladığı, Kadim Türk Devlet ülküsü; Türk Devleti, ebed müddet devam ilkesi ve 20223, 2053 ve 2071 hedefleri çerçevesinde, kadim Türk Devlet aklı ile birlikte  beka yolculuğuna devam edeceğini düşünüyorum!.   

Cumhurbaşkanım!..

AK Parti Genel Başkanı ve Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 31 Mart mahalli seçimlerinde partisine en yüksek oyu veren şehrimize, teşekkür ve bir dizi açılış konsepti çerçevesinde, vatandaşlar ile buluşma ve hasret temalı  hafta sonu bir ziyaret tertip edildi.

Program  Mevlana meydanındaki  Cumhurbaşkanımızın  hitapları, vatandaşlar ile hasbi hal ve hasret giderme, Kamu kurumları tarafından hizmete açılan birimlerin toplu açılış töreni ve akabinde ise AK Parti teşkilatların da partinin kuruluşundan bugünlere kadar  sahanın tozunu yutan, koşan ve terleyen,  emek sarf eden teşkilat mensupları  ve basın üyelerinin katılımlarının  olduğu  akşam yemeği programı ile son buldu!.

Öncelikle Sayın Cumhurbaşkanımıza dünyada ve ülkemizdeki bu kadar  sorun, baskı ve yoğun programları arasında şehrimize yapmış oldukları  teşekkür ve hasret giderme temalı ziyaret için çok teşekkür ederim!.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Konya programının kesinleşmesi ile birlikte, kendisini, kurumunu ön plana çıkarmaya, yani pazarlamaya çalışanların medya ve meydanlarda boy gösterdiklerine de şahit oluyoruz! Peki, neden?

İnsan denen varlık görünmeden yapamaz! İnsan denen varlık önemsenmeden duramaz! Bu kişi hangi makam ya da mevkide olur ise olsun!  Bu kişi hangi ekonomik seviyede olursa olsun! Hiç fark etmez! Hele bir de bu kişi ya da kişilerin ticari ve gelecek ile ilgili siyasi kaygı ve hesapları da var ise! Medya ve meydan onlarındır; Zaman ve zemin çok müsait olduğu için!  Şehirler ve vatandaşlar ne olacak?! Konya’ya yapılması gereken hizmet ve yatırımlar ne olacak, dediğinizi de duyar gibiyim!

Şehirler de neymiş?! Vatandaş da kimmiş?! Dostlar, Medya ve meydanlarda gördüğümüz eni sonu bin kadar kişinin egosu tatmin olduktan sonra zaten bu şehre hizmet de gelmiş sayılacaktır! Ne buyurdunuz?! Bu tipler yüzünden, Sayın Cumhurbaşkanımızın çevresi kuşatıldığı için sıradan bir vatandaş Cumhurbaşkanımıza en ufacık bir derdini ya da selam ve kelamını dahi eriştiremeyen mutlaka olacaktır! Vatandaş da neymiş canım! Vatandaşın Cumhurbaşkanı ile ne işi olabilir?!

Vatandaş dediğin vergisini öder,  çağrılınca askere gider ve meydanlara da gel denince, bin kadar ekâbir mahcup olmasın diye,  meydanları sadece doldurur! Cumhurbaşkanın sadece ve sadece ekâbir takım ve ekip ile işi olabilir! Öyle değil midir?!

Sayın Cumhurbaşkanım! Muhafazakar düşünce ve duruşun kalesi konumunda ve hinterlandında en az kırk şehrimizdeki vatandaşların da buradan beslendiği, buraya baktığı kadim şehir Konya ve Konyalı sizleri hassaten çok seviyor! Bölgesindeki kırk kadar şehrimizin insanı siyaseten kadim şehir Konya ve Konyalı ne karar verecek diye bekler!

Kadim Başkent olmanın vermiş olduğu bir vakur duruş, muhabbet ve saygıdır!  Konya ve çevresi, bu sevginin yerine de bir başka siyasetçiyi koyamaz ve koymak istemez! Türkiye Cumhuriyeti 8. Cumhurbaşkanı ve ANAP kurucu genel başkanı rahmetli Turgut Özal, muhafazakar camianın kalesi konumundaki kadim şehir Konya, siyasi olarak yanınıza ya da arkanıza almadan başarılı olmanız mümkün değildir, şeklinde bir sözü aklıma geldi! AK Parti için de bu durum aynen böyledir!

Kurulması planlanan bir başka muhafazakar parti için de durum aynı olduğunu düşünüyorum! Bugünlerde siyaset çok hızlı, kaygan ve hareketli! AK Parti bünyesinde siyaset yapan, bakan ve başbakan olanlar tarafından bugün yeni siyasi parti kurma hazırlıklarına da şahit oluyoruz! Normal bir durum! Kesinlikle kızılacak bir şey değildir! Fakat unutulmaması gerek bir şey vardır!

Türk Devleti 1990’ların sonu ve 2000’lerin başlarındaki Türkiye değildir! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki Türk Devleti başkaca bir hal almıştır! Türk Devleti, Cumhurbaşkanlığı Hükumet sistemi ile birlikte tüm birimleri ile bugün için çok daha güçlüdür! Türk Devleti bugün devlet, millet, ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte daha fazla bir ve beraberdir!  Hedef Türk Devletinin Bekası ve Türk milletinin birliğidir! Anadolu’da bin yıllarca daha baki olarak var olmaktır!

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, Yeni Kapı ruhu ile şahlanan, devlet, millet, ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte ki Cumhur İttifakını bozmaya, dağıtmaya ve parçalamaya yönelik girişim ve çalışmalara şahit oluyoruz! Peki, neden?

Küresel ve emperyalist güçler, içimizdeki işbirlikçiler, ülkemiz ve bölgemizdeki hesaplarının devamı ve bölgedeki çıkar ve varlığını korumak adına, her türlü kirli operasyon ve oyunlarına devam etmektedir! Daha önceki yazılarımızda vurguladığımız ve ifade ettiğimiz gibi Türk Devleti, kadim Türk Devlet Aklının devreye girmesi ile birlikte, 15 Temmuz hain darbe kalkışmasından sonraki süreçte çok daha güçlüdür!

Devletin bekası ve Milletin birliği adına hareket eden devletin tüm birimlerinde bir uyumsuzluk ya da başıboşluk oluşturamayan küresel ve emperyalist güçler, içerideki işbirlikçileri mahareti ile siyaseten bu birlikteliği bozmak için bölgemiz ve ülkemizdeki hesaplarına erişmeyi planlamaktadır! Peki, başarılı olabilirler mi?!

Küresel güçler yüz yıl önce olduğu gibi  içimizdeki işbirlikçiler  mahareti ile bu defa hedeflerine erişebilirler mi?! Hiç sanmıyorum! Başaramayacaklar! Türk Devletinin bekası ve Türk Milletinin Birliği adına kurulan bu kutlu ve kutsal siyasi ittifakı dağıtamayacak, parçalayamayacak ve bozamayacaklar!

İnsanı Yaşat ki Devlet Yaşasın!..

Asil Türk milletinin Ağustos ayında ki zaferler; 26 Ağustos 1071 Malazgirt, 11 Ağustos 1473 Otlukbeli, 23 Ağustos 1514 Çaldıran, 24 Ağustos 1516 Mercidabık, 29 Ağustos 1521 Belgrad’ın Fethi, 29 Ağustos 1526 Mohaç ve 1 Ağustos 1571 Kıbrıs’ın Fethi.. 5 Ağustos 1919 Erzurum Kongresi.. 23 Ağustos 1921 Sakarya Meydan Savaşının başlaması.. 26 – 30 Ağustos 1922 Büyük Taarruz gibi.. Anadolu’nun kapılarını Türklere açan 26 Ağustos 1071 Malazgirt Zaferini şöyle izah edebiliriz!  Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan ile Bizans İmparatoru IV. Romen Diyojen arasında gerçekleşen bir savaştır. Alp Aslan’ın zaferi ile sonuçlanan Malazgirt Muharebesi, Asil Türk Milletine Anadolu kapılarında kesin zafer sağlayan son savaş olarak bilinir.  Malazgirt Muharebesi,  şüphesiz Anadolu’nun kapılarını Türk Milletine açmakla kalmamış, aynı zamanda dünya siyasi tarihinin mecrasını da Türk Milleti lehine değiştirmiştir. Hristiyan Batı dünyası Anadolu’nun Türklerin eline geçmesini hiçbir zaman hazmedememiş ve hemen her vesile ile intikam almak istemiştir. İnsanlık ve Hristiyanlık tarihinin yüz karası Haçlı Seferleri bunun için başlatılmıştır. Batı Hristiyan dünyası korkunç hülyasını gerçekleştirmek için 26 Ağustos 1071’den başlayarak, 26 Ağustos 1922 yılına kadar tam dokuz asır Türk milleti ve Türk devletine karşı kılıç ve silah çekmiş, halen de çekmeye devam etmektedir! Peki, neden?!

Küresel ve emperyalist güçler, içimizdeki işbirlikçiler, Türk milletini uzun bir dönem kendi iç sosyal, kültürel, dini, siyasi ve ekonomik meseleleriyle uğraştırmakla, medeniyetinden, tarihinden, kültüründen ve yirmi dört milyon kilometrekarelik gönül coğrafyasındaki bağlarından koparma çalışmaları bugün için boşa çıkmıştır! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, devlet, millet, ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte, Türk Devleti ve Türk Milleti, kadim tarihi Türk devlet kodlarına dönmektedir! Türk Devleti ve Türk Milleti, tarihi devlet kökleri ve özüne dönmektedir! Türkiye’deki bu birliktelik, tarihi devlet kodlarına dönüş ve gönül bağlarını da muhafaza ettiği sürece, tarihte olduğu gibi her alanda dünyanın en güçlü ülkelerinden biri olacağını düşünüyorum! Küresel ve işbirlikçilerin korkulu rüyası da buradan kaynaklanmaktadır! Türk Devleti ve Tük Milleti uyumaya devam etsin ve kesinlikle uyanmasın! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasının akabinde seksen milyon tek yumruk şahlanan Yeni kapı ruhu dağılsın ya da parçalanabilsin! Türk Devleti ve Türk milleti tarihsel özüne, köklerine ve tarihi dere yatağına asla dönemesin!  Türk Devleti ve Milleti, geçmişteki şanlı tarihi zaferlerine güçlü bir şekilde sahip çıkar, özümser ve içselleştirdiği takdirde,  gelecekteki hedeflerini hayata geçirme iradesi her daim canlı olacağı kanaatindeyim!  

Türk medeniyeti tabii ki bir fetih medeniyetidir! Bu fetih sadece toprakların ve coğrafyanın fethi değildir! Elbette ki asıl fetih gönüllerin ve zihinlerin fethidir.  Ecdad, asırlar boyunca huzur ve güvenle müreffeh bir şekilde yönettiği coğrafyada,  bunu gönüllerin fethi ile sağlamıştır!  Bugün ise aynı bölgeler zulüm ve sefalet içinde kıvranmaktadır! Peki, neden?! Şeyh Edebali; İnsanı yaşat ki devlet yaşasın, buyurmaktadır! Peki, Şeyh Edebali kimdir? Şeyh Edebali; Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin kayın pederi ve Anadolu Ahileri’nin reislerindendir! Peki, Dursun Fakih kimdir? Dursun Fakih, Osmanlı’nın kuruluş döneminde yaşamış ünlü bilginlerden ve yine Şeyh Edebali’nin damadı, Osman Gazi’nin ise bacanağıdır! Şeyh Edebali ve diğerlerini  kim veya kimler  yüz yıllardır bu asil millete  unutturmaya çalışmaktadır?! İnsan ve devlet! Elbette ki, insana yatırım yapmayan, insanı yok sayan ve önem vermeyen hiç bir devlet yeryüzünde baki kalamayacaktır!

Anadolu, Türkler için büyük bir mesuliyet ve davanın sembolüdür!  Türk’ün bin yıllardır bu coğrafyadaki davası hep inşa olmuştur! Birileri gibi sadece yıkmak, yakmak, sömürmek ve yok etmek üzerine kurulu olmamıştır!  Anadolu çok zor ve bir o kadar da zorlu bir coğrafyadır! Mademki coğrafya kaderdir! Asil, Türk Milleti bu coğrafyadaki kaderine sonuna kadar teslim olmuştur!  Anadolu tarihte olduğu gibi, kadim Türk Devlet Aklı ile birlikte, Türk milletinin yeniden dirilişine ve yeniden yükselişine, Türk medeniyetinin yeniden ihyasına ve büyük Türk Devletinin yeniden inşasına şahitlik edecektir! Elbette ki böyle bir hedef ve ideal birilerinin uykularının kaçmasına da sebebiyet vermektedir!  Türk Milleti,  Hz. Ömer’in adaleti ve Hz. Ali’nin cesareti ile tüm insanlık ve mazlum milletler adına, Adalet ve Hakkaniyetin temsilcisi ve yeniden medeniyet inşa yolculuğuna, Anadolu’da ve tüm gönül coğrafyasında, kadim Türk Devlet Aklı ve Türk Devlet hafızası ile kararlılıkla yürümeye devam edeceğini de düşünüyorum!  

Siyasette makam, mevki ve unvanlar gelip geçicidir! Fakat geride bırakılan eser, başarı ve fedakarlık kalıcı olacaktır! Peki, bugünün siyaseti  böyle midir?! Ya da bu şekilde siyaset yapan kaç siyaset adamı vardır?! Bugün siyaset, kendisi ve çevresindekiler için makam, mevki, para, ihale, rant, iktidar ve güç devşirmek üzerine kurulmuştur! Vatan ve Millet dediğinizi de duyar gibiyim! Vatan ve Milleti düşünen kaç siyaset adamı vardır?! Ya da, Siyasiler, vatan ve milleti düşünmüş olsalar idi  her gün yeni bir siyasi parti kurma çalışmaları ve siyasi partilerdeki bu kadar parçalanmışlık neyin işaretidir?! Ecdat canını ve canından aziz bildiği evladını bu topraklar için feda etmiştir!  Neden?! Her Türk anası, evladına, vatanını, bayrağını, toprağını kurtarmadan dönersen sana hakkım helal değil! Evlatsız yaşarım fakat vatansız yaşayamam, şeklinde düşünür ve böyle yaşar, her daim bu bilinç, bu idrak ve bu ferasette olmuştur! Siyasiler de aynı bilinç ve duruş da mıdır?! Tabii ki hayır! Sınır bölgelerimizdeki küresel ve emperyalist hesaplar, planlar ve tuzakların çokluğu, Türk Devleti ve Türk Milletini asla kutlu davasın alıkoyamayacaktır! Harbiye marşındaki dizelerde olduğu gibi;  Yaklaşacak düşmana mezar olur bu yerler, Bağlayamaz bir kuvvet bu kasırga milleti, Tarihlere sorun ki bize “ Ölmez Türk ” derler!

Önce Millet ve Önce Memleket!..

Dünyada ve ülkemizde her gün siyasi, askeri ve ticari açıdan sıcak gelişmeler yaşanmaktadır! Peki, tüm bu yaşananlar neyin göstergesidir? Ya da yaşamakta olduğumuz tüm bu gelişmeler neyi ve neleri işaret etmektedir? Dünyamız ikinci dünya savaşı devam ederken ve akabinde savaşın galipleri tarafından planlanan ve kurulan iki kutuplu dünya sistematiğinde, görünürde sakin ve savaşsız bir yarım yüzyılı geride bırakmıştır! Bu dönemi Soğuk Savaş yılları olarak tanımlamıştık! Bugün dünya ve özellikle de dünyanın sıklet merkezi konumundaki ülkemizde ve bölgemizdeki tüm yaşananların yenidünya düzeni ve sistematiğinin nasıl ve ne şekilde kurulması gerektiği konusunda küresel ve bölgesel güçler arasında varılamayan mutabakat ve anlaşmanın gecikmesidir!  Yenidünya düzeni ve sistematiği artık Türk Devleti olmadan kesinlikle kurulamaz! Dünya küresel ve emperyalist güçleri yenidünya sistematiği için Türk Devletini yanına çekebilmek için girişilen operasyon ve çekişmelere de şahit olmaktayız! Peki, ne olacaktır? Böyle devam edecek midir? Yoksa küresel ve bölgesel güçler arasında kalıcı ya da geçici de olsa bir mutabakat olacak mıdır?  Böyle bir mutabakat olmadığı takdirde dünyamız, ülkemiz ve bölgemizde neler olacaktır?

Daha önceki yazılarımızda sürekli olarak vurguladığımız halkın gündemi ve dertleri tabii ki başka olacaktır! Halkın gündemi günlük siyaset ve iaşe olacaktır! Günlük siyaset dediğimizde,  kim ne demiş ve neden demişten öteye geçemeyecektir!  Peki, kadim bir devlet olan Türk Devleti   ve bu devletin yöneticilerinin gündemi neler olmalıdır?! Halkın gündemi ile eş değer olmalı mıdır? Tabii ki hayır! Türk Devleti, Türk Devlet Aklının denetim ve kontrolünde,  Türk Devletinin bekası ve Türk Milletin birliği adına, içeride ve dışarıda her türlü tedbir ve önlemleri almak zorundadır! Türk ifadesi birileri tarafından yanlış anlaşılmaması adına! Türk ifadesi burada ırk olarak kesinlikle kullanılmamaktadır! Türk demek, dünya hakları ve mazlum milletlerdeki karşılığı olan, Adalet ve Hakkaniyeti temsil eden ve mazlum milletlere de sahip olan demektir! Türk devleti her gün on sekiz yaşında olduğu için varlığına yönelik gelebilecek olan tüm tehlike ve saldırılara karşı teyakkuz durumunda olmak zorundadır! Aksi halde, Anadolu bizim için yaşanmaz bir durum alır! Aksi halde, bin yıl önce geldiğimiz bölgelere dönmek zorunda kalırız! Aksi halde, Anadolu’yu Türklere dar ederler!

ABD ve Türk Devleti arasında, Suriye ve sınırlarımızdaki terör örgütlerine yönelik olarak Urfa bölgesinde kurulan Urfa Müşterek Harekât merkezi akabinde, etkili ve yetkili olduğunu zanneden kişiler tarafından ileri geri ve olur olmaz ifade ve açıklamalara şahit olduk!   Peki, neden?! ABD ile Türk Devleti arasında bugün kurulan Urfa Müşterek Harekât merkezi, 1990’lı yıllardaki Körfez Savaşı’ndan sonra, Kuzey Irak’taki Kürtleri Saddam Hüseyin’in saldırılarından korumayı amaçlayan, ABD öncülüğünde savaşa katılan diğer müttefik ülkelerin de dâhil olduğu ve Türkiye üzerinden gerçekleştirilen ” Huzur ya da Huzuru temin Çekiç Güç”  askeri harekâtını da bizlere yeniden hatırlatmış ve hafızalarımızın da tazelenmesine sebep olmuştur! Urfa Müşterek Harekat Merkezi ile Çekiç Güç aynı hükümde midir?! Tabii ki hayır!  1990’lı yıllardaki Türk Devleti ile bugünün Türk  Devlet Aklı ve Devlet yönetim kademesi aynı mıdır?! Elbette ki hayır! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte Türk Devleti, devlet kademesine sızmış, tipi bizden fakat çipleri kürsel güçlerin denetim ve kontrolündeki tüm işbirlikçileri devletin her birimi ve kademelerinden bir bir temizlemiştir! Türk Devletinin 1990’lı yıllarda Çekiç Güç sürecinde belki sadece A ve B planı vardır! Bugün ise Türk Devletinin Kadim Türk Devlet Aklının denetim ve kontrolünde, Devletin Varlığı, Bekası ve Milletimizin de Birliği adına alfabedeki tüm harfler ile dolu plan ve hesapları vardır ve olmak zorundadır! Başkaca bir tercihimiz de yoktur! Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile birlikte devletin tüm birim ve kademelerine BEKA ve VARLIK adına insicam ve birliktelik tezahür etmiştir!

31 Mart mahalli seçimlerinde HDP’li  belediye başkanlarının kazandığı üç büyük şehir belediye başkanlıklarına, teröre yardım ve lojistik destekten kaynaklı,   kayyum atamasından sonraki  açıklamalara ve yaşananlara neler demeli?! Bu süreçteki ifade ve yaşananlar,  ABD eski dış işleri bakanı ve stratejist Kissenger’in sözleri aklıma geldi!  Henry Kissenger;  ” Biz Amerika olarak neden güçlüyüz, biliyor musunuz?  Çünkü… ;  bizler Amerika olarak içimizdeki vatan hainlerini bulur ve çabuk öldürürüz. Dünyanın birçok memleketindeki vatan hainlerini ise bulur ve kahraman yapar, ülkelerinde de önemli yerlere getirir ve kullanırız ” diyor! Başkaca bir söze gerek var mıdır? Bence bu konudaki çok söz, laf-u güzaftan öteye geçmeyecektir!

AK Partinin 18. Kuruluş yıl dönümü kutlamaları, kutlama ve akabinde ki açıklama ve konuşmalar, HDP’li üç büyük şehir belediyesine kayyum atanması, Türkiye’de yeni kurulmakta olan siyasi partiler ve siyasi aktörlerin de gün yüzüne çıkmasına ve siyaset sürecinin de hız kazanmasına sebep olmuştur! Kim kimler ile beraber hareket etmektedir! Kim kimlerle beraber yol arkadaşı ve siyaset yapacaktır! Yani turnusol kâğıdı gibi her şey halkın gözleri önüne ve meydanlara dökülmeye başlamıştır! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, Yeni Kapı ruhu ile şahlanan Cumhur İttifakını siyaseten parçalama ve dağıtmaya yönelik içeriden ve dışarıdan girişim ve hamlelere şahit oluyoruz! Peki, neden?!  Başarılı olabilirler mi?! Hiç sanmıyorum! Çünkü Türk Devleti, Kadim Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet geleneğinin denetim, kontrol ve yönlendirmeleri ile bugün dünden çok daha sağlam ve daha da güçlüdür! AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan;  ” Altını çizerek ifade etmek isterim ki, önce millet ve önce memleket diyen herkes ile çalışmaya hazırız. Mesele vatansa, gerisi teferruattır. Bu şuurla hareket eden herkese kapımız açıktır.  MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli ile 15 Temmuz ihanetinin ardından 7 Ağustos tarihinde Yenikapıda başlattığımız yakın işbirliğini 31 Mart seçimlerinde çok daha ileriye taşıdık. İçeriden ve dışarıdan nifak girişimlerine rağmen Yeni Kapı ruhunu diri tutmayı başardık. 15 Temmuz gecesi meydanlarda kurulan Cumhur İttifakı, aradan geçen süre zarfında Türkiye’nin bekası ve Türk demokrasisinin, milletimizin İstikbalinin garantisi olmuştur ”  ifade ve vurgularının, bugün yaşamakta olduğumuz siyasi süreç ve yeni parti oluşumları zaviyesinden,  çok manidar ve dikkate değer olduğunu da düşünüyorum!

Uzay Savaşları Yeniden Başlıyor!..

1970’li yıllarda başlayan uzay ya da yıldız savaşları kitap ve film serisini duymayan, okumayan ve izlemeyenimiz kalmamıştır! Hatta bugün dahi animasyon oyunlarında yıldız ve uzay savaşları halen geçerliliğini korumaktadır! Dünyamızı hızla yok etme yolunda ilerleyen insanoğlu, özellikle son yirmi yılda dünyadan göçüp gitmek için uzay çalışmalarına hız vermiştir! Peki, neden?  Bir yandan uzaya “ ilk kim gidecek ” yarışı sürerken, bugün ise uzayda hakimiyet göz ardı edilmemesi gereken bir durum olarak karşımızda durmaktadır!  Dünya küresel güçleri tüm bu çalışmaları neden ve ne adına yapmaktadır?! Dünyayı mahvettik sıra uzaya geldi kabilinden değildir herhalde!  Ya da dünyada canımız çok sıkıldı yeter artık birazda uzayda değişik macera arayalım diye de değildir! Dünyada uzay ile ilgili tüm bu gelişmeler olurken millet olarak içeride birbirimizle uğraşmakla, çekiştirmekle ve günümüzü gün etmekteyiz! Siyaseten o ne demiş ve bu ona ne cevap yetiştirmiş, durumundan öteye geçemedik! Sokak ve kahvehane dedikoduları ile ufkumuzu ve geleceğimizi karartıyor ya da gelecek ile ilgili vizyon ve öngörüden uzak yaşıyoruz! Devlet ihalelerinden pay kapmak için birbirimizi yiyoruz! Ya da bir yakınımızı devlet dairesinde işe katabilmek için olmadık taklalar atıyoruz! Halkın derdi tabii ki günlük iaşe ve geçim olacaktır! Bu durum kızılacak ya da küçümsenecek bir şey kesinlikle değildir! Halkı gündemi ve derdi tabii ki başkadır! Devletin gündemi ve dertleri ise elbette ki bambaşka olacaktır! Bu Devlet bir de Türk Devleti ise!  Peki, Devlet dediğiniz kurum neler yapmalıdır?! Hem de bu devlet Kadim bir Türk Devleti ve bu devletin de dünyanın her bir bölgesinde tarihi, kültürü ve medeniyet izlerini de var ise!  Tarihten Türkleri çıkardığımız vakit insanlık adına hiçbir şey de kalmayacağına göre! Türklerin insanlık ve mazlum milletler adına mes’uliyet ve sorumluluğu çok fazladır!

Peki, Uzay nedir? Uzay dediğimiz boşluk ve kavramın açılımı nedir? Uzay ya da feza, Dünya’nın atmosferi dışında ve diğer gök cisimleri arasında yer alan, evrenin geri kalan kısmındaki sonsuz olduğu düşünülen boşluğa verilen bir isimdir! Atmosfer ile uzay arasında kesin bir sınır bulunmamakta ve uzayda tahminen milyarlarca galaksi de bulunmaktadır! Bu galaksilerin içinde milyonlarca sistem ve gezegenler olduğu da artık gözlemlenmektedir!  Uzay’da zaman kavramı da yoktur!

Uzaya yolculuk ve uzaya ilk uydu fırlatma tarihini kabaca incelediğinizde karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır! 1947 – 1956 yılları arasında ABD, uzay çalışmalarına büyük hız vermiştir! ABD,  bu tarihlerdeki yapılan uzay uçuşu denemelerindeki hiç bir uzay aracını yörüngeye oturtmayı başaramamıştır! 1969 yılı Temmuz ayına geldiğimizde, Ay’ın ABD’li astronotlar tarafından fethedilmesi ve uzay çalışmalarında en önemli adımlardan biri olmuştur! ABD, Silahlı Kuvvetlerin 6. kolu olarak Uzay Gücü ya da Uzay Kuvvetler Komutanlığı kurması ve Uzay Kuvvetleri’nin Hava Kuvvetleri’nden ayrı ama ona eşdeğer olacağı bir döneme de şahitlik etmekteyiz!. Bugün itibari ile uzayda Amerikan hâkimiyetine sahip olmak zorundayız, diyen bir ABD Başkanı, uzayı fethedilecek yeni bir bölge ve sınır olarak ilan etmiştir! 

SSCB, 1957 yılında üç kademeli uyduyu Dünya çevresinde yörüngeye oturtarak uzay yarışında öne geçmiştir! Uydulardan elde edilen uzay üzerine bilgiler, canlıların ve özellikle insanların uzayda yaşayabilmeleri için hangi koşulların yerine getirilmesi gerektiğini ortaya koymuştur! Bu arada, insanların uzay boşluğuna yerleşmelerini sağlamak, uzayı uzaydan izlemek ve günümüzde Dünyadaki tüm iletişim ve haberleşme kolaylıklarını sağlamak için binlerce uydu uzayda yörüngeye yerleştirildi ya da uzayın boşluğuna halen fırlatılmaktadır! Peki, neden?! Bu kadar masraf ya da harcama ne için yapılmaktadır?!

Günümüzde ise uzay yarışı büyük bir hızla devam etmektedir. Özellikle de ABD, Rusya ve Çin  büyük yarışta amansız birer rakiptir!.  Çin, günümüzde her ay iki uyduyu uzaya gönderdiği ve bu sektördeki gidişatın da değişmeye başladığına şahit olmaktayız!  Bugün, gelişen teknoloji ile birlikte,  dünyadaki tüm gelişmelere, uzaydan müdahale döneminin başladığı ve uzaydan kontrolün her zaman bulunduğu ancak müdahale boyutunun da çok farklı olduğu ve ülkelerin özellikle de askeri alanlarda Dünya’ya müdahale edebilecek hale gelmekte olduğunu da gözlemliyoruz!  

Türk tarihindeki uçmak, uçuş, uçak ve havacılık ile ilgili gelişmeleri şöylece izah edebiliriz. Müslüman ve Türk bilgini Hezarfen Ahmet Çelebi, 10. Yüz yılda yaşamış yine Müslüman ve Türk bilgin İsmail Cevheri’den ilham almak suretiyle, 1632 yılında, lodoslu bir havada ve yapay kuşkanatlarına benzer bir aracı kendisine takarak, Galata Kulesi’nden kendini boşluğa bırakmış ve bu şekilde uçarak, İstanbul Boğazı’nı geçmiş ve 3358 metrelik mesafeyi kat edip, Üsküdar’daki Doğancılar mevkisine inmiştir!  Hezarfen Ahmet Çelebi, bu yönüyle, Türk havacılık tarihinin en önemli kişilerinden birisi olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan kısa bir süre sonra, Atatürk 1936 yılında havacılığa vermiş olduğu önem itibari ile Avrupa’ya heyetler göndermiş ve bu heyetin bir üyesi olan Vecihi Hürkuş, ilk Türk uçağını da 1936 yılında VECİHİ K-6 isimle üretime başlanmıştır! Türkiye’deki siyasi gelişmeler çerçevesinde, arka planı ve nedeni bilmediğimiz bir gerekçe ile havacılık ve uçak sanayindeki tüm yatırım, üretim ve çalışmalar 15 Mart 1950 tarihinde çıkan bir kanun ile iptal edilmiştir!

Tüm bu mezkur ifadeler ve havacılık konusundaki gelişmeler karşısında, Türk Devleti Uzay çalışmalarında ne durumdadır? Türk Devleti ne gibi çalışmalar yapmaktadır? Dünyadaki uzay alanındaki tüm bu gelişmeleri Trük Devleti sadece izlemekte midir? Ya da kadim ve tarihi bir medeniyet devleti olmanın vermiş olduğu vakur duruş ile uzay konusundaki tarihi bilgiler ve tecrübeler ışığında uzayda var olabilmek için gerekli tüm çalışmaları yürütmekte midir? 2018 yılı sonunda Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile Türk Devleti ve Türk Milletinin bekası için uzayda var olabilmek adına, ” Türkiye Uzay Ajansı ” kurulmuştur!  Ajansın ilk işleri ise Milli Uzay Programı hazırlamak olmuştur!  Milli Uzay Programı; Türkiye’nin uzayda neler yapabileceğine karar verilecek bir programın geliştirilmesidir.  Uzay çalışmalarında kritik bir süreç bulunmakta  ve on yıl içerisinde uzayda olmayan bir devletin  ise uzayda herhangi bir söz hakkının olmayacağı bir dönemdeyiz!. Uzayda çok ciddi bir kontrol ağının kurulduğu ve bu kontrol ağının askeri anlamda büyük riskler içerdiği bir döneme de şahitlik ediyoruz! Türkiye Uzay Ajansının tüm bu çalışmaları çerçevesinde, Konya ilinin stratejik konumu ve 1200’lü yıllarda bu şehirdeki astronomi eğitim alt yapısı ve en az dört adet astronomi medresenin bulunduğu da dikkate alınmak sureti ile Türk Cumhuriyeti Devleti çok kısa bir zaman diliminde,  Konya hudutları içerisinden Türk patentli ve kendisine ait bir Uzay mekiğini de uzaya fırlatması beklenilmektedir!

Bir Resimle Kopan Fırtına!.

Geçtiğimiz günlerde, Taşkent Belediye Başkanı Osman Arı beyin davetlisi olarak Taşkent ilçesi basın ziyaret programına katıldık.  Torosların tepesinde,  iki bin metre rakım,  sıcak güneş ve ılık rüzgar altında gerçekleşen ziyaret programını tertip eden belediye başkanı ve belediye personeline hassaten çok teşekkür ederim.  Taşkent gibi bir taşra ilçesinin kıt kaynaklar ile ve kurumsal bir ilçe belediyesinin yapabileceği formatta ki böyle bir program için ayrıca ve özellikle de çok müteşekkirim. Taşkent Belediye Başkanı Osman Arı ve belediye personelinin böyle bir ziyaret program vesilesi ile diğer taşra ilçelerimize de örnek olmasını tavsiye ederim!  Taşra ilçelerimizin her biri ayrı ayrı gerçekten Saklı bir Cennet!  Bu ilçelerimizin her bir bölgesi Saklı Tarihi hatıralar ve eserlerle dolu! Bu saklı cennet ve tarihi hatıraların tüm şehir ve ülke insanımızın bilgilenmesi zaviyesinden bu formatta ki ziyaret programlarının çok manidar olduğunu da düşünüyorum!

Taşkent Belediye Başkanı Osman Arı, Çetmi beldesine doğmuş, çocuk denecek yaşta babasını kaybetmiş ve yetim olarak büyümüş yiğit bir Anadolu evladı!  İlk ve orta eğitimini Çetmi beldesinde tamamladıktan sonra Taşkent İmam Hatip lisesinden mezun olmuş.  2004 yılından 2014 yılına kadar Çetmi belde belediye başkanlığı yapmış!  Çetmi beldesine kazandırmış olduğu hizmetleri burada tek tek saymayacağım! Sadece Allah’ın bir lütfü Çetmi şelalesini kıt kaynaklar ile hizmete ve ziyarete açması,  beldesine böyle bir destinasyon merkezi kazandırmış olması dahi büyük bir hizmet ve başarı olarak değerlendiriyorum!  2013 yılında çıkan Büyük Şehir yasası çerçevesinde beldeliği kaldırılan Çetmi belde belediye başkanlığından sonra,  2014 yılındaki mahalli seçimlerinde AK Parti Taşkent belediye başkanı olarak seçilmiş ve bugün de ikinci dönem Taşkent ilçe belediye başkanlığına halen devam etmektedir!

Aslında bu ziyaret ve böyle bir gezi programın perde arkasında, Taşkent Belediye Başkanı Osman Arı beyin makam odasında beş yıldan beridir asılı duran bir resimden dolayı, bir kaşık sudaki gibi fırtına kopartan ve buradan başkana yönelik olarak itibar suikastı yapan gazeteci dostlarımızın sebep olduğunu ise daha sonradan öğrendik! Taşkent Belediye Başkanı Osman Arı ziyaret çerçevesinde yapmış olduğu basın açıklamasında, mezkûr resmi kesinlikle kaldırmayacağını iddia etti, şeklinde haber geçen arkadaşlarımız olduğunu da ertesi gün basından öğrendik! Peki, İnsani ve bir Müslüman olarak sadece itibar suikastı adına girmiş olduğumuz bireysel hak ve günahı nasıl affettireceğiz! Değer mi tüm bunlara? Ne adına ne neyin karşılığı olarak?!  Ya da ne istiyoruz ki?! Taşkent Belediye Başkanı, sadece bu ülkeye ve beldemize hizmet etmiş, bu toprakların insanı, beldemizin her bir köşesinde, ailenin ve kendisinin hizmetleri bulunan bir siyasi kişinin resmi üzerinden şahsıma ve beldemize yönelik yapılmakta olan itibar suikastı ve sosyal medya kalemşorluğunu anlamakta zorluk çektiğini de sözlerine ekledi!

Taşkent Belediye Başkanı Osman Arı, iki dönem Çetmi belde başkanlığı ve ikinci dönemi olan Taşkent ilçesinde yapmış olduğu hizmetleri basından ve Taşkent belediyesi web sitesinden takip edebiliriz! Bir İletişimci ve gazeteci olarak, 28 taşra ve üç adet merkez ilçe belediyelerinin merkezi idareden gelen ödeneğin personel maaşları ödemeye yetmediği ve hatta bazı aylar personel maaşlarını ödeyebilmek için bu ilçe belediyelerimizin büyük bir kısmının kredi çekmekte olduğunu buradan sadece gazeteci dostlarımıza hatırlatmak isterim! Taşkent Belediye Başkanı kıt kaynaklar ile ve Torosların tepesinde,  neredeyse iki bin metre rakımda bu işleri çözmüş! Taşkent Belediyesi merkezi idareden beş kuruş ödenek almadan personel maaşlarını ödeyebilecek yatırım ve gelir kaynaklarını bir bir hizmete geçirmiş!  Daha ne olsun! Daha ne bekleyebilirsiniz ki! Küçücük bir taşra belediyesi ve başkanından! Bir Kamu personeli ya da belediye başkanı idari açıdan bir yanlışı, hatası veya eksiği var ise idare gereken soruşturmayı yapmalıdır! Kamu personeli ya da belediye başkanı,  çalışmalarında yasal çerçeveden bir suç unsuru mevcut ise yargı, savcı devreye girmelidir, şeklinde düşünüyorum! Kamu görevi yapmakta olan biz iletişimci ve gazeteciler haddimizi aşmadan habercilik zaviyesinden sadece yapılan hizmetleri veya yanlışları sadece kamuoyunun dikkatine,  değerlendirmesine ve yorumuna bırakmalıyız! Eğer biz gazeteci ve iletişimciler,  karar veren ya da yargı konumunda kendimizi görmeye başlar isek bu işin sonu gelmeyecektir! Basın sadece ve sadece yapılan hizmetler ya da yapılan hizmetlerdeki aksaklıklar ile ilgili kamuoyunu aydınlatıcı bilgi, belge ve haber yapmalıdır! İdari soruşturma veya Yargı konusuna girmemelidir, diye düşünüyorum!  Basın olarak bazı durumlarda birazcık haddimizi aşıyor muyuz,  bilemiyorum! 

Ayrılıkta Tabii ki AZAB vardır!.

Yazıma başlamadan önce, geçmiş Kurban Bayramımızı tebrik ederim.  Allah yapmış olduğumuz ibadet ve sıla-i rahim ziyaretlerimizi kabul eylesin! Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, tam bir teslimiyet şuuru ile kurban etmiş olduğumuz hayvanları dergahında makbul eylesin! Kulun kesmiş olduğu hayvanların ne etleri ne  de kanları Allah’a ulaşır, sadece  sadakatiniz, teslimiyetiniz ve takvanız Allah’a erişir, buyrulduğu üzere, tam bir teslimiyet şuuru ve takva ile kesilen kurbanların kurbiyetimizi artırmasını dilerim!.  Allah için Kurban kesen  ve Kurbiyet makamına erişmesi beklenen  Müslümanların hali nicedir?! Kurbiyet için Kurban kesen Müslüman, diğer yaşantısında ise benlik ve ayrılıktan dem vurmaktadır! Dünyalık beklenti, çıkar ve kaygılar  Müslümanları nereye  evirmektedir?!  Müslümanlara neler olmaktadır?! Müslüman bunları bilinçsiz bir şekilde yapıyor ise belki af edilebilir!  Fakat bir de tüm bunları şuurlu bir şekilde bir yerlere şirin görünmek ve aferin almak için yapıyorsa! Vay onların haline! Böyleleri için, Veyl olsun diyor,  Hz. Allah!  Bu nasıl bir aymazlıktır! Bu nasıl bir şaşkınlıktır! Kimin değirmenine su taşımaktayız?! Kime ve kimlere ne adına ve ne için hizmet ediyoruz?!

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, Müslüman olduğunu iddia eden ve İman şerefi ile müşerref olan tün insanlara hitaben, birlik ve beraberlik içinde olunmasını emreder!  Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır, hadisi şerifte olduğu gibi!  İman ehline hitaben, bir ve beraber olmak hususunda, Kuranı Kerimdeki bazı ayetlerde; Allah dinden Nuh’a tavsiye buyurduğu şeyi sizin için de bir kanun yaptı ve Ey Muhammed sana vahiy ettiğimizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye buyurduğumuz da şeriat kıldı. Şöyle ki: Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin. Fakat senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kendisine yöneleni de doğru yola iletir. Onlar kendilerine bilgi geldikten sonra, ancak aralarındaki, çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer Rabbin tarafından azabın ertelendiğine dair bir söz geçmemiş olsaydı aralarında mutlaka hüküm verilirdi. Kendilerinden sonra Kitaba varis kılınan kitap ehli de Kuran hakkında bir şüphe ve tereddüt içindedirler. ( Şura 13-14 ) O müşriklerden olmayın ki onlar, dinlerini ayırıp öbek öbek olmuşlardır. Her grup kendilerindekine güvenmektedir. ( Rum 32 ) Hep birlikte Allah’ın ipine kitabına, dinine sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini düşünün. Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte Onun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki, doğru yola eresiniz. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte bunlar için büyük bir azap vardır.  ( Ali İmran 103-105 ) Dinlerini parça parça edip, grup grup olanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır, sonra Allah onlara yaptıklarını haber verecektir. ( Enam 159 ) Bir de Müslümanlara zarar vermek, kafirlik etmek ve Müslümanların arasına ayrılık sokmak ve daha önce Allah ve Resulü’ne karşı savaş açmış olanı beklemek için mescit yapanlar var. ” İyilikten başka bir maksadımız yoktu ” diye yemin de edecekler. Fakat bunların kesinlikle yalancı olduklarına Allah şahittir, ( Tevbe 107 ) buyrulmaktadır!

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, İman ehline hitaben kutsal kitabımızda sürekli olarak, Allah’ın kitabı ve dinine sımsıkı sarılın emretmesine rağmen, Müslüman olduğunu iddia eden bizler ayrılık ve gayrilik için olmadık bahaneler aramak ve bulmak peşindeyiz! Peki, neden?  Dünyalık, makam, mevki, para, pul, iktidar ve güç elde edebilmek için her türlü takla atmak peşindeyiz! Daha sonra da İslam alemi ve Müslümanlar neden bu halde, diye serzeniş ve şikayette bulunuyoruz! Peki, buna hakkımız var mıdır?! İslam alemi ve Müslümanlar bir ve beraber olursa dünya insanlığına huzur gelecektir! Aksi halde işimiz gerçekten çok zor! Bir ve beraber olmak ve birlikten de Allah’ın rahmetini beklemek yerine, ayrılık ve ayrılmak için bahaneler üretmek ve ayrılıktan dolayı da azabın gelmesi için olmadık şeyler yapıyoruz! Pek, böyle bir duruma düşmeye hakkımız var mıdır?!  Yüz yıl önce dünyalık iktidar ve makam için ayrılık peşinde koşanlar koca bir imparatorluğun parçalanmasına ve milyonlarca insanımızın da ölmesi ve sakat kalmasına sebebiyet vermiştir!  Bu tipler, belki bu dünyada bir makam elde etmiş olabilirler fakat ahir ömürlerinde ne kendileri ne de soyundan gelenler iyi bir gün gördüler! Dünyada ve ahrette hüsrana uğrayanlardan olmuşlardır!  Bugün de aynı küresel güçler ve emperyalist akıl, bölgemizdeki çıkarları ve sömürgelerinin de devamı için yine birilerine para, güç, iktidar ve makam havucunu uzatmaktadır!  Müslüman olmanın gereği emredildiği şekilde, Bir olmak, diri olmak ve mazlumların da hamisi olabilmek adına daha güçlü olmak varken, ayrılmak ve parçalara bölünmenin kime ve kimlere bir faydası olacaktır! Bilemiyorum!

Yeniden Asya ve Türk Devleti!.

Dünyamız,  2. Dünya Savaşından sonraki süreçte soğuk Savaş konsepti çerçevesinde, savaşın galipleri tarafından iki kutuplu olarak planlanmış, Sovyetler Birliğinin dağılması ile birlikte Tek Kutuplu ara bir dönem ve 11 Eylül saldırıları akabinde ise yenidünya düzenine matuf olarak ABD’nin Asya bölgesindeki silahlı operasyonları ve işgal şeklinde bölgeye konuşlanmaya başladığına şahit oluyoruz! Peki, Dünyanın jandarması konumundaki ve güçlü devleti ABD’nin bu bölgelerde ne işi olabilir? ABD, zevk için mi Asya bölgesine yerleşmeye çalışmaktadır? ABD’nin hegomanya konumunu devam ettirebilmesi için Asya’da olmak zorundadır! Varlık ve Yokluk meselesi!. Ya da yüz yıllık strateji çerçevesindeki büyük plan ve hesap işlemekte midir? Tabii ki! Avrasya bölgesinde insanlık tarihinin  hiçbir döneminde bağı ve bağlantısı olmayan  devletlerin başkaca ne gibi bir hesabı olabilir?! Türk Milletinin Asya bölgesindeki varlığı insanlık tarihi kadar eski ve bu bölgede yüzlerce devlet ve imparatorluk kurmuş ve yıkmıştır! Türkler tüm dünya ana karasına da Asya’dan dağılmıştır!  Asya bölgesinin her bir karesinde asil Türk Milletinin insanlık, medeniyet, kültür izleri ve gönül bağları halen vakur bir şekilde ayakta durmaktadır!

Mackinder, 1900’lü yılların başlarında yazmış olduğu Kara Hakimiyet Teorisine göre Avrasya’nın iç kısımlarını dünya siyasetinin coğrafi merkezi ve bu bölgenin denetiminin dünya hakimiyeti açısından belirleyici bir öneme sahip olduğunun altını çizmiştir! Doğu Avrupa’ya hakim olan Dünya Merkez Bölgesini kontrol eder. Merkez Bölgesine hakim olan Dünya Adasını yani Avrasya ve Afrikayı kontrol eder, diyor! Mackinder, Merkez Bölgesi çevresinde Almanya, Avusturya, Türkiye, Hindistan ve Çin’i kapsayan İç Hilal, İngiltere, Afrika, Avustralya, Japonya, ABD ve Kanadayı içine alan Dış Hilal bölgesi olarak belirlemiştir. Amerikan eski siyaset bilimcisi, starejist ve devlet adamı Zbigniew Brzezinski;  Avrasya; Büyük Satranç Tahtası eserinin ana teması; “ Avrasya bölgesine hakim olan dünyaya hakim olur ” şeklindedir!  Dünya hakimiyeti zaviyesinden;  Fransa, Almanya, Rusya, Çin ve Hindistan’ı büyük ve etkin Jeo-stratejik oyuncu, Ukrayna, Azerbaycan, Güney Kore, Türkiye ve İran’ı Jeo-politik mihver, olarak tanımlıyor. Türkiye ve İran aynı zamanda sınırlı çapta Jeo-stratejik oyuncu,  olarak nitelendiriyor!

Geçtiğimiz günlerde, Dış işleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu, 11. Büyük elçiler Konferansının açılışında,  Asya’nın farklılıklarını gözeten ancak bölgeye bütüncül bakabilen yeni politikayı oluşturma zamanı geldiğini ve  ” Yeniden Asya ( Asia Anew ) adını verdiğimiz açılımı bugün ilan ediyoruz. 21. yüzyılda ekonomi ve diplomasi, sahada ve masada etkili olmanın, Asya ile el ele olmayı gerektirdiğini, Asya dünyanın ekonomi merkezi haline gelmektedir. Uluslararası toplum Asya’da daha fazla yer almak için bir rekabet halindedir. Halbuki dünyanın en dinamik bölgesinde bizim köklerimiz derindir. Avrupa’da ve Avrupalı olmak gibi, Asya’da ve Asyalı olmak da bizim için değerlidir. Bizi biz yapan, özel yapan hasletlerden biri bu iki sacayağında yükselmemizdir.  İlişkilerimizi, bundan sonra bütüncül bir çerçeve dahilinde daha da ilerleteceğiz. Türkiye’nin Yeniden Asya girişimiyle amacının eksen seçmek olmadığını ve şimdi yine Batılı dostlarımız, ‘ Ne oluyor, dış politikanızda eksen kayması mı var, Türkiye sırtını Batı’ya dönüp yüzünü başka yere mi döndü ‘ diye sitem etmeye başlayacaklar! O zaman ben de size şunu sorarım; ‘ Siz oralara gidince dış politikanızda veya siz de eksen kayması olmuyor mu? Türkiye gidince niye eksen kayması oluyor?’ Esasen, Avrupa ve Asyayı birleştiren Türkiye, eksenin ta kendisidir ve eksenin merkezindedir,  vurgu ve ifadelerinin kurulmakta olan  dünya sistemi ve düzeni, Akdeniz, Doğu Akdeniz, Ege ve tüm sınırlarımız boyunca yaşadıklarımızı da dikkate almak sureti ile, Türk Devletinin 2023 vizyonu çerçevesinde yerli, milli ve bağımsız politikalar üretmesi  zaviyesinden çok manidar ve dikkate değer olduğunu düşünüyorum!.

Asya ve Kafkasya, soğuk savaş sonrasında, küresel egemenlik mücadelesinin oynandığı, zengin enerji kaynaklarına ulaşmak, kontrol etmek ve jeo- stratejik önemi ile dikkat çekmektedir. Günümüzde bu alanda yoğun bir hakimiyet mücadelesi verilmekte ve her geçen gün bölge ile alakası olmayan yeni aktörler bu mücadeleye dahil olmaktadır. Peki, neden? Kuşkusuz bu mücadelenin önemli aktörleri; ABD, Rusya, Çin ve Türkiyedir! Türk Devleti bu güçler arasında, eksen, merkez, denge, oyun kurucu ve sıklet konumundadır!  Türk Devleti içerideki sosyal, ekonomik ve siyasi kaostan kaynaklı, 1990’ların başında yakalamış olduğu Asya ve Kafkasya’nın lideri olma şansını iyi kullanamamıştır! Türk Devleti,  15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, erklerin birlikteliği Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi, Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet hafızasının kontrol ve yönlendirmeleri ile Devlet, Millet, Ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte, 2023 – 2053 ve 2071 vizyonu çerçevesinde bir ve beraber hareket etmektedir!. Türk Devleti, tarihi, kültürü, dini, gönül ve sosyal bağları ile her dönemde Asya bölgesinde daha etkin olabilme kapasitesine sahip olan tek ülkedir! Türk Devleti, içeride yakalamış olduğu güçlü birlik ve beraberlik ile Asya bölgesine yönelik sağlam temelleri olan bir devlet politikası, hükumetler üstü ve hangi siyasal görüşü benimsemiş olursa olsun ve Türk dış politikasının Asya önceliğine halel gelmemesi durumunda,  Türk Devleti merkez ve eksen olmanın vermiş olduğu jeo-starajik ve jeo-kültürel konumu ve tarihi bağları ile geleceğin güçlü devleti olmaya namzettir! Dünyanın ekonomik ve siyasi güç dengeleri Asya bölgesine doğru kaydığına göre!  Daha önceki yazılarımızda sürekli olarak Türk Devletinin tarihi kadim Türk Devlet kodlarına dönmekte olduğunu da vurgulamıştık! Türk Devleti, Atlantik ve Avrasya güçleri arasında tam bir denge, eksen ve merkez konumundan kaynaklı, Türk Dış Politikasının Yeniden Asya konsepti çerçevesinde, yerli, milli ve bağımsız politikalar geliştirmesi ve uygulaması, Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet geleneğinin denetiminde, içerideki siyasi parti kurma çalışmaları ve Türk Devleti yeni lider ve başkanın da bu minvalde şekil alacağının işaretlerini vermekte olduğunu düşünüyorum!

Siyaset Yol Ayrımında!.

İnsanlık tarihindeki savaşlar ilk insan Hz. Adem ve çocukları Habil ile Kabil arasındaki kavga ile başlamıştır! Peki, iki kardeş ve yeryüzünde kendilerinden başka insanın olmadığı bir durumda neden ve niçin kavga eder?! Kavganın gerekçesi neler olabilir?! Kavga bir diğer kardeşi öldürmeye  ve yok etme noktasına  ne ve neler  sebebiyet verebilir?! Tabii ki ilk kardeş katline sebebiyet, dünyalık mal – mülk ve iktidar kavgasıdır! Dünyadaki kavganın başkaca ne sebebi olabilir ki?! Dünyadaki ilk insan ile başlayan kavga ve öldürme, yani bir tarafta yıkmak, yakmak ve yok etmekten zevk alan ve bu şekilde ancak var olabileceğine ve yaşayabileceğine inanan bir ekip! Diğer tarafta ise işi – gücü ve düşüncesi tamamen yapmak ve onarmak olan bir ekip! Yakın tarihimizdeki Birinci ve ikinci dünya Savaşları da aynı kaygılar ile çıkmıştır!  Bu savaşlardaki ne kadar insanın öldüğü ya da sakat kaldığı bu Yıkım ekibinin umurunda değildir! Yıkım ekibinin dünyada düşündüğü tek şey mal, mülk, para, güç ve iktidarı elde etmektir!  Aksi halde Var olmayacaktır! İnsanlık tarihi ve Dünya,  bu iki ekip arasındaki kavga ve savaşlar ile bugünlere kadar gelmiştir!

Geçtiğimiz günlerde, Cumhurbaşkanımız  Sayın Recep Tayyip Erdoğan, MHP Lideri Devlet Bahçeli’yi  evinde ziyaret etmesi, Mili Güvenlik Kurulunda öncelikli ve acil olarak güney bölgemiz için  alınan Barış Koridoru ve akabinde ki Yaş Kararları, birileri tarafından tartışma konusu yapılmaktadır!. Peki, neden? Barış Koridoru kimleri rahatsız etmektedir? Türk Devleti, sınır ve ulusal güvenliği için alacağı kararları kime soracaktır?! Tabii ki hiç kimseye! Barış Koridorundan kimler ve neden rahatsızlık duymaktadır?! Barış Koridoru kararı kimlerin büyük hesap ve planını bozmaktadır?! Türk Devleti, Türk Devlet Aklı ve kadim Türk Devlet kodlarının gereği, devletin bekası ve millerimizin birliği adına, 2023 –  2053 ve 2071 hedefleri doğrulturunda, varlığı için tehdit oluşturabilecek her türlü durum ve girişime karşı elbette ki acil ve ivedi önemleri alacak, gerektiği durumlarda da vurucu gücünü hem gösterecek ve hem de kullanacaktır! Bundan hiç kimsenin de şüphesi olmasın!  15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonra ki süreçte, devletin en kılcal yerlerine kadar sızmış, tipleri bizden fakat çipleri küresel güçlerin elinde olan tüm işbirlikçi ekipler, devletin karar mekanizması ve yönetim kademesinden bir bir temizlenmektedir! Elbette ki bu süreç hem dışarıda hem de içeride birilerini rahatsız edecektir! Elbette ki adamlar endişeliyiz şeklinde açıklamalarda bulunacaktır! Çünkü Türk Devleti artık kontrol ve denetimlerinden çıkmaktadır! Türk Devlet, artık Varlığı ve Bekası adına, Yerli, Milli ve Bağımsız politikalar geliştirmekte ve uygulamaya da koymaktadır!

Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah Kuranı Kerim Maide suresi 82 ve 83. Ayetinde, İman edenlere sevgi bakımından en yakın olarak da ‘Biz Hıristiyanlarız,’ diyenleri bulursun! Sen, iman edenlere, düşmanlık besleme bakımından onların en şiddetlilerinin de Yahudiler ile müşrikler olduğunu görürsün!  Müminlere sevgi bakımından en çok yakınlık duyanların ise ‘Biz Nasarayız  (Hıristiyansız)’ diyenler olduğunu görürsün. Bunun sebebi, onlar arasında bilgin keşişlerin, dünyayı terk etmiş rahiplerin bulunması ve onların kibirlenmemeleridir. Peygamber’e indirilen Kur’ani dinledikleri zaman, onun hak olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolup taştığını görürsün. Onlar:  Ey Rabbimiz iman ettik, bizi de şahitlerden yaz, derler, şeklinde buyurmaktadır!. Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, bu ayeti keriminde, yeryüzünde insanlık için,  yakıp yıkan ve yok eden yıkım ekibine karşı,  dünya barışı ve huzuru için,  Müslümanların ve Müslümanlara da sevgi bakımından en yakın olan Hristiyanlar ile işbirliği yapılabileceğini ifade etmektedir! Bu durum  Müslümanlar için bir taviz midir?! Tabii ki Hayır!

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte,  Devletin içindeki kuvvetler ayrılığından kaynaklı güç ve iktidar kavgasının yerine, 16 Nisan Anayasa değişiklik referandum süreci ile başlayan ve 24 Haziran seçimlerinde de yürürlüğe giren erkler birlikteliği Cumhurbaşkanlığı Hükumet sistemine geçilmiştir! Kuvvetlerin birliğinden kaynaklı daha güçlü ve istikrarlı bir hükumet yönetim sistemi!. Önceki sistemde kuvvetlerden birini denetim veya kontrol altına alan işbirlikçi bir güç sistemin tamamen tıkanmasına veya işlemesine de engel olabiliyordu! Peki, 15 Temmuz hain darbe kalkışmasından sonraki süreçte siyaset ve siyasi partiler ne durumdadır! Eski Türkiye’de siyaset ve siyasi partiler üzerinden devlet kontrol altına alınıyordu! Devlet artık bu açıklarını kapatmaktadır!  Sisteme yönelik, sızma girişimlerine karşı her türlü tedbirleri almaktadır! Bugün siyaset ve siyasi partiler bir yol ayrımında mıdır?! Yakın tarihte bir değişim görülmekte midir?! Tabii ki Evet!.  Siyasette ki bu yol ayrımı Türk Devleti ve Türk Milletinin hayrına mıdır?! Daha önceden siyasette ki yol ayrımı başkaca güçler tarafından denetim ve kontrol altında olduğu için tabii ki sakıncaları vardır! Fakat bugün ise siyasette ki yol ayrımı ve değişim tamamen Türk Devleti ve Kadim Türk Devlet Aklının denetim ve kontrolünde olmaktadır, şeklinde düşünüyorum! Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın MGK toplantı sonrası ve YAŞ kararları öncesi MHP Lideri Devlet Bahçeliyi evinde ziyaret etmesi, AK Parti içinden ayrılan eski Bakan, Başbakan ve Cumhurbaşkanının yeni parti kurma çalışmaları ve devlete yakın üst düzey bir gazetecinin bir sermaye patronunu şehrimizdeki ziyaretlerini de bu çerçevede değerlendiriyorum! Peki, niçin?! Devletin Bekası,  Milletimizin de Birliği ve bölgemizdeki tüm yasal haklarımız, ulusal ve sınır güvenliğimiz adına yapılmaktadır! Aksi halde Anadolu’da duramazsınız! Aksi halde Anadoluyu dar ederler!

Aradığın ancak Sensin, SEN..!

İnsan denen varlık, Sonsuz Yüce Yaratıcının ifadeleri ile Ahsen ve Ahsen-i takvim üzere yaratılmıştır!. Tabii ki Sonsuz Yaratıcı Ahsen-i takvim üzere yarattığı ve yine güzel bir şekilde dünyada yaratmış olduğu diğer bütün nimetleri de onun emrine vermiştir! Öbür âlemde iman ehli insanın emrine verilen ve serilen nimetleri tabii ki bilemiyoruz! Sonsuz Yaratıcının Kuran’daki ifadesi ile öncelikle İman ehline ve tüm insanlara hitaben,  çevir bak etrafına bir kusur ya da eksik görebilir misin? Elbette ki göremeyeceksin!. Tekrar tekrar bir daha çevir bak âlemde eksik ya da noksan bir şey görebilecek misin, şeklinde uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır! Peki, Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, Ahsen-i takvim üzere yarattığı ve diğer yaratmış olduğu her şeyi de insan denen varlığın  emrine inhisar ettiği bu  varlıktan bunların karşılığında  ne beklemektedir?! Hiçbir şey desek herhalde yanlış olmaz! Şimdi diyeceksiniz ki olur mu canım böyle bir şey, dediğinizi de duyar gibiyim!  Sonsuz Yaratıcı, dünyada iken sadece ve sadece iyi bir İnsan ve Kul olmamızı talep ediyor! Hz. Peygamber s.a.s.’de, İyi İnsanı; ‘elinden ve dilinden başka insanlara zarar gelmeyen insan’ olarak ifade buyurmaktadır! Bir başka Kuran ayetinde; “Allah müminlerden canlarını ve mallarını, karşılığında cenneti onlara vermek suretiyle satın almıştır” buyurmaktadır!  Başkaca bir talebi var mıdır?!

Peki, Ahsen nedir? Ahsen-i takvim ne demektir? Ahsen, güzel olmak manasına gelen hüsün kökünden türetilmiş olup genel olarak başkasına iyilik etmek ve yaptığı işi güzel yapmak şeklinde iki anlamda kullanılmaktadır. Bir insanın gerçekleştirdiği işin ihsan seviyesine ulaşabilmesi için hem neyi nasıl yapması icap ettiğini iyi bilmesi, hem de bu bilgisini en güzel biçimde eyleme dönüştürmesi gerekir. Ahsen’i takvim, And olsun ki biz insanı en güzel şekilde yarattık, mealindeki ayette geçmektedir. Yaratıkların en mükemmeli olan insandaki güzelliğin kaynağı, Allah’ın onu tesviye etmesi, kendi eliyle yaratıp ruhundan üflemesi, kendi sureti üzere yaratması ve onu yeryüzünde kendine halife kılmasıdır. Hz. Ali r.a. İnsanlar işlerini ihsanla yapmalarına göre değer kazanır, buyurmaktadır!. İhsan, yaptığını güzel yapmak şeklinde özetlenen ve kulun Allah’a karşı hissettiği derin saygı, bağlılık, itaat,  ruhunu ve bulunduğu ruh halinin ürünü olan iyi davranışları kapsar.  İhsan, Muhsin ve Ahsen kelime olarak aynı kökten gelmektedir! Hz. Peygamber s.a.s. ‘İhsan Allah’ı görür gibi yaşamak ve  ibadet etmektir; çünkü sen O’nu görmesen de, O seni görmektedir’, buyurmaktadır!. 

Peki, Ahsen-i takvim olarak yaratılan ve diğer yaratılmış olan her şey de onun emrine verilen insan, nasıl Esfel-i safilin derekesine düşebilir? Nasıl ve neden olabilir? Esfel-i safilin, dünyada iken aşağıların en aşağısı, sefillerin en sefili ve cehennemin en derin azap mahalli,  şeklinde tarif edilmiştir! İnsan denen varlık,  aynı zamanda nihayetsiz tedenni ve alçalma kabiliyetine de sahiptir. Dünya imtihanı içinde bir insan tedenni ve terakki arasında gidip gelebilir! Terakki ve tekamülde nasıl sayısız mertebe ve ara tonlar olduğu gibi  tedenni ve alçaklıkta da vardır!.   Çünkü dünya hayatı ve dünya nimetleri tatlıdır! Dünyalık makam, mevki, para, mal,  mülk, kadın, siyasi kaygılar, güç ve iktidar ise çok daha tatlıdır! Peki, dünyadaki  bu kadar  nimet, mal, mülk, güç, iktidar  ve makam için kaygı duymaya ve kavga etmeye, olmadık taklalar atmaya, birilerini karalamaya ve hem Dünyamızı, hem de sonsuz  alemi karartmaya değer mi?! Bu dünyada kalıcı olan nimetler için Alay-ı illiyyun derecesine çıkmak varken, bu nimetlerle imtihanımızdan kaynaklı Esfel-i safilin derekesine  düşmeye değer midir?! Bilemiyorum ki! İnsanın dünyalık bu nimetler karşısındaki duruşu ve tercihleri nerde olduğunu ifşa edecektir! Dünyalık nimetler karşısında insan denen aciz varlık bazen tabii ki zaafa düşebilir! Bir Müslüman günahı ile Esfel-i safiline düşebilir, fakat tövbe ve istiğfar ile tekrardan temizlenebilir. Çünkü Allah’ın rahmet, mağfiret ve affı geniştir! Yeter ki İmanı noktadan bir zafiyete düşmesin!  Biz insanı Ahsen-i takvim üzere, en güzel şekilde yarattık. Sonra insanların bir kısmını bu güzel surette yaratılmaları nimetinin şükrünü yerine getirmediklerinden, yani küfürleri ve isyan etmeleri sebebiyle Esfel-i Safilin derecesine indiriveririz!  Yeniden ve  tekrardan,  İman edip, tövbe edip ve Salih amel işleyenler bundan müstesna, onlar için çok büyük  bir mükâfat vardır, buyrulmaktadır!.

Alay-ı illiyyun ise İnsanın manen mazhar olabileceği terakki ve tekemmül seviyesidir.  Yücelerin en yücesi, en ileri nokta ve cennetteki üstün makam şeklinde ifade edilir!   İnsan zaten bunun için yaratılmıştır! Yani dünyada iken İnsan olarak Kemalat derecesine erişebilmek için!  Kutsal kitabımız Kuran’da;  O ki, ölümü ve hayatı yarattı, hanginizin amelce daha güzel olduğunu imtihan için ve O, bihakkın galiptir ve çok yarlıgayandır, buyurmaktadır!. İnsan denen varlık nefsi mutmaine makamına ermeden cennete giremeyeceği ifade edilir!   Her nefsin bir âlemi, bir seyri, bir hâli, bir yeri, bir müşahedesi, bir ismi ve bir nuru vardır.  Nefsin derece ve şubeleri en aşağıdan en yüksek makama doğru; Nefsi Emmare,  Nefsi Levvame, Nefsi Mülheme, Nefsi Mutmainne, Nefsi Razıye, Nefsi-i Marziyye ve Nefsi Kamile / Safiye şeklinde sıralanır!

Hz. Mevlana der ki: Aradığın ancak sensin, Sen…

Eğer sen, can konağını arıyorsan, bil ki sen cansın.

Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan, sen bir ekmeksin.

Bu gizli, bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen, anlarsın ki

Aradığın ancak sensin, Sen.

Madendeki inciyi aradıkça madensin.

Ekmek lokmasına heves ettikçe ekmeksin.

Şu kapalı sözü anlarsan, anlarsın her şeyi;

Neyi arıyorsun, Sen Osun.

Senin canın içinde bir can var, o canı ara!

Beden dağının içinde mücevher var, o mücevherin madenini ara!

A yürüyüp giden sofi, gücün yeterse ara;

Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara..