Değişen Sistem Neden Tartışılıyor?!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti 1900’lü yılların başlarında bir önceki yüzyıldan kalma büyük sorunlarla boğuşa boğuşa ve  Çanakkale, Kurtuluş savaşı zaferlerinin akabinde  kurulmuştur!. Türk devleti, kurulduğu tarihten itibaren  yatırım ve kalkınma hamlelerine başlamış fakat 2. Dünya savaşında anlaşmalı iki kutuplu bir dünyanın dizayn edilmesi ile birlikte kendisine tanımlanan konum ve durumun dışına çıkamamıştır!. Türk Devleti Soğuk Savaş felsefesinin gereği olarak küresel sistemin kendisine tanımladığı küresel tanımlı alan dışına çıkmaya başladığı her dönemde bir darbe ile durdurulmuştur! Neden? Çünkü Türklerin tarih sahnesine yeniden, Türk denilince, Medeniyet, Adalet, Hakkaniyet ülküsü ve mazlum milletlerin de hamisi olarak bir daha çıkması istenmiyor! Tabii ki  bu darbeler sadece dış kaynaklı olmamış, içeriden de işbirlikçi ve destekçilerini  her zaman ya üretmiş ya da bulmuştur!. Tüm yaşanmışlıkların tecrübeleri ile 15 Temmuz hain darbe ve işgal kakışmasından sonraki süreçte devlet yönetimdeki zafiyetlerin giderilmesi için Yeni Kapı Ruhu ile şahlanan ve erkler ayrılığı değil erklerin güçlü birlikteliği ilkesi çerçevesinde yeni bir dönem ve yönetim sistemine geçilmiştir!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti Osmanlı İmparatorluğunun bakiyesi olarak kurulması ve özellikle de tarihte kurulmuş olan tüm Türk Devletlerinde devletin bekası ve milletin birliği adına daha iyi bir yönetim sistemine geçilmesi için yapılan araştırma ve geliştirme çabaları hiçbir zaman bitmemiştir!  Neden? Bu arayış ve gelişme çabaları  her dönem devam etmiştir!. Neden? Çünkü bu arayış ve çabaların asıl gaye ve hedefi,  Türk Devleti ebed müddet devam ilke ve vizyonu çerçevesinde olmasıdır! Tüm mesele milli bekamızın ve milli varlığımızın güvenli ve istikrarlı şekilde sadece istikbale taşınmasıdır! Anadolu gibi zor bir coğrafyada baki kalabilmek elbette ki çok meşakkatlidir! Anadolu insanı da bu meşakkatlere bin yıldan beri taliptir! Kimi canları ile şahadet mertebesine erişmekle! Kimisi  de kanları ile  gazi şerefine nail olmakla!.  Anadolu gibi verimli bir coğrafyada tüm küresel güçler ve işbirlikçilerinin emelleri de halen devam etmektedir! Elbette ki bu sıkıntılı coğrafyanın sonsuza kadar Türk yurdu olarak kalması için bu vatanın öz evlatları her türlü sıkıntılara göğüs germiş ve halen de germeye devam etmektedir! Anadolu coğrafyası dün olduğu gibi bugün de dünyanın sıklet ve hegemonya hâkimiyet merkezidir!

Anadolu coğrafyasındaki yönetim sistemi tartışmalarını tarihte de görmekteyiz! Anadolu coğrafyasındaki demokrasi ve yönetim sistem serencamını şöylece özetleyebiliriz!  19. yüzyılda içine düştüğümüz sıkıntılı durum toplumun  huzurunu kaçırmış ve çok büyük miktarda  toprak kaybına neden olmuştur!.  Anadolu coğrafyasında,  1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanından bugüne kadar geçen 180 yılda devlet ve millet hayatını istikrara kavuşturmanın ve güvenceye almanın çalışmalarına şahit olmaktayız! Türk Devleti ve Türk Milletini, dışarıdan gelip yenemeyenler, içeriden işbirlikçilerle çözme girişimlerine halen direniyor! Neden? Merhum Erol Güngör; geçmişin olaylarını manalı bir bütün halinde yorumladığımız anda meselelere tarih şuuruyla bakmamız mümkün hale gelecek, nereden gelip nereye gittiğimiz hakkında bir fikir sahibi olunacaktır, şeklindeki  tarihi perspektifle bakabilmenin ve bugüne de daha net bir şekilde okuyabilmenin, anlayabilmenin ve yorumlayabilmenin,  tüm küresel ve işbirlikçi sinsi ve kirli oyunlara karşı  da strateji ve taktik geliştirebilmek zaviyesinden dikkate değer ve bir o kadar da manalı olduğunu  düşünüyorum!.    

Ekonomik ve siyasi istikrarı  temin edememiş Anadolu coğrafyasında, Tanzimat reformlarının yetersiz kalması ve  emperyalist güçlerin baskı ve dayatmaları sonucunda daha iyi bir yönetim arzusu çerçevesinde  1856 tarihinde Islahat Fermanı ilan edilmiştir!. Kökten, yerli ve milli çerçevede bir değişim ve dönüşüm olmadığı için daha sonraki süreçte Anayasa ve Meşrutiyet çalışmalarını görmekteyiz! Tüm bu yönetim sistemi değişim ve dönüşüm hamlelerinin arka planında ise devlet idaresinde birliği temin edilememiş paşalar arasındaki güç ve iktidar tartışmaları vardır! Neden? Paşalar neyi hedeflemektedir? Paşalar kim veya kimler adına tüm bu girişimlerde bulunmaktadır? Paşaların derdi nedir? Paşaların devlet yönetim sistemine bu kadar müdahil hale nasıl gelmiştir?  Tabii ki tüm bunları tarih ve tarihçiler yazacaktır! Tarihteki paşalar arasındaki yönetim sistem tartışmalarının bugün yaşamakta olduğumuz siyasi gerilim, sistem tartışması ve gelişmelerden bir farkı var mıdır? Elbette ki yoktur!   

Merhum Erol Güngör;  Süleymaniye’nin yapılması için Sinan gibi bir dehaya, Kanuni gibi bir hükümdara, Osmanlının organizasyon kabiliyetine ve yıllar süren emeklere ihtiyaç vardır. Ama ellerine birkaç sandık dinamit verilmiş iki geri zekalı bu yapıyı yıkmaya yeterlidir,  diyor!. 15 Temmuz hain darbe, işgal ve Anadolu coğrafyasını da tamamen küresel güçlere teslim gecesinden sonraki süreçte,  Türk Devlet Aklı ve kadim Türk devlet hafızasının denetiminde, Türk devleti ebed müddet devam ilkesi ve 2023 vizyonu çerçevesinde, devlet yönetimindeki erklerin zıtlığı değil erklerin güçlü birlikteliği yönetim sistemi için 16 Nisan 2017 tarihindeki Anayasa değişiklik referandum yapılmıştır!  24 Haziran genel seçimleri ve 9 Temmuz 2018 tarihinde resmen yürürlüğe giren, tüm kurum ve kurulları ile yerleşmeye başlayan Cumhurbaşkanlığı Hükumet sistemine yönelik, bugün eski ve yeni siyasetçiler tarafından gizli mahfiller ve basın önündeki tartışma ve eleştirilere şahit oluyoruz! Peki, neden? Merhum Erol Güngör hocanın ifadelerinde ki; ellerine birkaç sandık dinamit verilmiş iki geri zekalı bu yapıyı yıkmaya yeterlidir,  vurgularının Türk Devleti ve Anadolu coğrafyasına küresel güçlerin emelleri için dışarıdan yenemeyenlerin içeriden çözme hamlelerinin halen devam ettiğinin yeni yönetim sistem tartışmaları üzerinden yürütülmekte olduğunu düşünüyorum!

Türk Stratejik Aklı!.

ABD’li politikacı ve dış işleri eski bakanlarından Henry Kissinger; Eğer savaş tamtamlarını duymuyorsanız, sağırsınız demektir,  diyor!.  İlaveten 3. Dünya Savaşının yakın olduğunu da ifade ediyor! ABD’li stratejist Zbigniew Brzezinski; Avrasya’ya hâkim olan dünyaya hakim olur, diyor!. Tarihin seyri içerisinde, denizlere kıyısı bulunan ülkelerin yükseliş ve düşüş eğrilerinin denizdeki hakimiyetleri ile doğru orantılı olduğunu büyük Türk denizcisi Barbaros Hayreddin Paşa;  Denizlere hakim olan cihana hakim olur, diyor!. Zira denizler, taşımacılıkta kestirme ve çok alternatifli güzergahlar sağlamasının yanı sıra, günümüzde petrol ve enerji boru hatlarının geçişinde  büyük imkan sağlaması ve teknolojik gelişmelerin de denizlerdeki enerji rezervlerinden yararlanmayı mümkün kılması ile hayati önem arz eden bir ağırlık kazanmış ve stratejik boyutları da derinleşmektedir!.

Sanayi devrimi ve seri imalatın gelişimi ile üretimde ihtiyaç duyulan enerji miktarı artmıştır!   Günümüze kadar devam eden süreçte, orta çağın takas aracı olan baharat yerini petrol ve diğer enerji unsurlarına bırakmıştır! 19. Yüzyılda enerji ve petrol rezerv coğrafyanın tamamına hâkim Osmanlı İmparatorluğu’nun bölünmesine ve yıkılmasına sebep olmuştur!  Enerji faktörü, günümüzde uluslararası ilişkilerde barışın ve savaşın belirleyici bir unsur olduğu için bulunduğu ülkeler kadar enerjinin taşındığı güzergâhları da etkin ve güçlü kılmaktadır!  Kuzeyinde Rusya, doğusunda İran ve Hazar havzası, güneyinde Irak gibi önemli hidrokarbon rezervlerine sahip ülkeler ile batısında yer alan tüketim ihtiyacı sanayi ülkelerinin geçiş güzergâhı!.  Ve 65 ülkenin birlikte kalkınma ve kazan kazan hamlesi bir yol ve kuşak projesinin de kavşak merkezindeki Türkiye,  jeo-politik ve jeo-stratejik olarak bugün de çok büyük bir önem ve konum kazanmaktadır!

ABD’li stratejist Zbigniew Brzezinski, Avrasya’ya hâkim olan dünyaya hâkim olur, felsefesi ve Avrasya’nın, büyük bir satranç tahtası olduğu varsayımından hareketle, bölgedeki oyuncu ülkeleri, Jeo-politik Mihver ve Jeo-stratejik Oyuncu olarak ikiye ayırır! Jeo-politik Mihver olan ülkelerin önemlerinin, hassas coğrafi konumlarından kaynaklandığını ve bu konumun önemli bir bölgeye girmek veya çıkmak için o ülkeye özel bir değer kattığına işaret etmektedir! Bazı durumlarda ise bu konumun ülkelere hayati bir önem kazandırdığına ve konu ülkelerin bazen bir bölge için koruyucu kalkan fonksiyonu bulunduğunu, Türkiye ve İran,  jeopolitik iki mihver ülke olduğunu da vurgulamaktadır!  Jeo-stratejik oyuncular ise ABD’nin çıkarlarını etkileyebilecek mevcut jeo-politik ortamı değiştirmek için sınırlarının ötesinde güç uygulama veya oyunu etkileme yeteneğine sahip ülkelerdir!  Jeo-stratejik oyuncu olan ülkeler maksatlarına ulaşmak için ABD’nin gücünü tartar, kendi çıkarları ile ABD’nin çıkarlarının örtüşme nispetini belirler ve daha sınırlı olan kendi Avrasya hedeflerini şekillendirir!  Jeopolitik mihver olan Türkiye ve İran, aynı zamanda iki Jeo-stratejik oyuncu olarak nitelendirir ancak Jeo-stratejik oyuncu ve Jeo-politik mihver ülkelerin bu durumlarının kalıcı ve sabit olmadıklarını da ifade etmektedir!

Avrasya’ya hakim olan dünyaya hakim olacağına ve Avrasya da büyük bir satranç tahtası olduğuna göre, Avrasya’nın genel özelliklerine şöylece bir bakalım! Avrasya neden çok önemlidir? ABD’li stratejist ve uzmanlar, Avrasya bölgesine neden bu kadar önem atfediyor? Avrasya dünyanın en büyük kıtası ve jeo-politik eksen bir coğrafyadır!. Avrasya’ya egemen olan güç, dünyanın en gelişmiş ve ekonomik olarak en üretken üçte ikilik bölgesini kontrol eder! Avrasyayı kontrol eden Afrika’ya da egemen olur!. Dünya nüfusunun %75’i Avrasya’da yaşamaktadır! Dünyanın fiziki zenginliğinin çoğu bu bölgededir!. Avrasya dünyanın gayrisafi hasılasının %60’ ına ve dünyanın bilinen enerji kaynaklarının dörtte üçüne sahiptir!  ABD’den sonra dünyanın altı büyük ekonomisi ve ABD dışındaki bütün nükleer güçler Avrasya’dadır!. Tüm bu saydığımız nedenlerle Avrasya, dünyanın hegemonya ve küresel üstünlük için sürdürülen gayretlerin elbette ki satranç tahtasıdır!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğu tarihten itibaren ABD ve Avrupalı bilim adamları ve strateji uzmanlarının kendisi için belirlemiş olduğu stratejik çerçevenin dışına çıkamamıştır! Çıkmak istediği her dönemde ise bir darbe veya inkıta ile karşı karşıya kalmıştır!  Avrasya bölgesine hakim olmakla dünyaya hakim olmayı planlayan küresel güçler,  Avrasya’nın da anahtarı konumundaki Türkiye’de sürekli olarak bir kaos ve kriz üretecekleri de ifade etmekteler! Aksi halde Türk Devletini durduramayacaklarını biliyorlar! 15 Temmuz hain darbe ve işgal gecesi Türk Devleti ile olan işleri tamamen kapatılmak istenmiştir! Türk Devleti karanlık gece resmen teslim alınmak ile yüz yüze kalmıştır! Türkiye tarihin, coğrafyanın ve kültürün kendisine yüklemiş olduğu sorumluluktan kaçamaz!  Türkiye, Türk dünyasının en önemli ülkesi, Selçuklu ve Osmanlı Devletinin de mirasçısıdır! Türkiye,  kültürler ve coğrafyalar arası bir köprü ve resmi olarak, Atlantik bölgesinde fiilen de Avrasyacı bir konumdadır!  Türkiye, aynı zamanda ne o, ne de bu, başlı başına Türk ve Türkiye olmaya da mahkumdur! Başkaca bir tercihi de yoktur! Türkiye gibi tarihi olan bir ülkenin stratejisinin de kendisine özgü olmak mecburiyeti vardır! Hatta Türk Devletinin açık stratejisi ile mahrem stratejisi arasında büyük fark olması da gerekir! Herkesin bilmesi gereken açık stratejisi farklı, bazı kurum ve kuruluşların bilmesi gerekenler daha farklı, hiç kimsenin bilmemesi gerekenler ise daha da farklı olmak zorundadır! Bugün olduğu gibi!. Türkiye, 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, kadim Türk Devlet Aklı ve Türk Devlet hafızasının  kontrol ve denetiminde, Türk Devleti ebed müddet devam ilkesi ve 2023 – 2053  ve 2071 vizyonu çerçevesinde,  Akdeniz, Doğu Akdeniz, Kıbrıs ve sınırlarımızdaki tüm küresel kirli oyun, plan  ve hesaplara yönelik olarak, ABD’li stratejist Brzezinski, Türkiye Stratejik Mihver durumundan her an Stratejik Oyuncu konumuna geçebilir, ifadelerinde olduğu gibi, Devletin bekası ve Milletin Birliği için,  ‘Yeni bir Türk Stratejisi” ile hareket etmekte olduğunu düşünüyorum!.  

Değişen Sistem ve Tartışmalar!.

Türk Siyasi hayatının  her on yılda bir kırılma ve erkler arasındaki uyumsuzluk ve çatışmalarla geçtiğini sürekli olarak vurguluyoruz!. Neden?  Peki, böyle bir ortamda ülkenin birliği, kalkınması ve dünya ile rekabetinden bahsedilebilir mi? Tabii ki hayır! İkinci dünya savaşından yerle bir olarak çıkmış ülkeleri bugün için yakalamamız hayal bir durumdadır!. Neden? İkinci dünya savaşına dahi girmemiş bir Türkiye neden kalkınamıyor? Neden gelişmiş ülkeler listesinde yerimizi alamıyoruz? Türk Devleti gelişmiş teknoloji ve silahları neden üretemiyor? Bu teknoloji ve silahları satın alabilmek için parasını vermiş olmamıza rağmen teslim almak için neredeyse yalvarıyoruz? Neden? Tüm bunlar neden olmaktadır? Türk Devleti ve Türk Milleti bu davranışı hak ediyor mu? Peki, bu durumdan rahatsız olan siyaset ve devlet adamları var mıdır? Yoksa böyle gelmiş böyle gider konumundalar  mı?! Ya da aziz Türk Devleti ve asil Türk Milleti böyle bir muameleyi, hem hak etmiyor hem de kabul etmiyoruz durumunda olan, Türk Devlet Aklı ve kadim Türk Devlet hafızasının gereği olarak,  Türk Devleti ebed müddet devam ilkesi ve 2023- 2053 ve 2071 vizyonu çerçevesinde de çareler üretmek için gaye ve dert edinen siyasetçiler de var mıdır? Tabii ki vardır! Elbette ki olacaktır! Tarihte sayısını bildiğimiz on altı Türk Devleti neden yıkılmış ve yenileri de neden kurulmuştur! Son Türk Devleti de Türkiye Cumhuriyeti olduğuna göre!.

MHP Lideri Devlet Bahçeli partisinin grup toplantısında yapmış olduğu konuşmasının ilk cümlelerinde; Anadolu’nun bin yıl önce ecdadımız tarafından fethi yalnızca askeri başarıların eseri değildir.  Yurt olarak tuttuğumuz bu topraklar üzerinde daha istikrarlı bir yönetim sistemi, daha gelişmiş bir toplum yapısı ve daha güçlü bir devlet gerçeğini inşa etmek için asırlar boyunca mücadele verilmiştir. İnsanlık sürekli bir arayışın içindedir ve bu durum Türk milleti için de geçerlidir. Sözünü ettiğimiz arayış kimi zaman törpülenmekte, kimi zaman torpillenmekte ve kimi zaman da müessir ölçülerde tetiklenip teşvik görerek ilerleyiş hattını korumaktadır. Yönetim sistemleri ayet hükmünde değildir; ihtiyaç hâsıl olduğunda değişecek ve dönüşecektir, sözleri ve vurgularının son günlerde Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine yönelik olarak yapılmaktaki eleştiriler zaviyesinden çok dikkate değer olduğunu  düşünüyorum!. 

MHP Lideri Devlet Bahçeli partisinin grup toplantısında yapmış olduğu konuşmasının devamında, Türk siyasi hayatının bir kronoloji ve resmini çıkarmış, siyasi partiler ve Cumhuriyetimizin üç evresini de şu şekilde izah etmiştir! 1923-1946 arasındaki tek parti dönemi imparatorluk bakiyesi yeni devletimizin ilk evresidir. İkinci Dünya Savaşı’nda sonra yeniden tesis edilen uluslararası siyaset ve ekonomik düzene uyum sancılarını, buna uygun davranma sorunlarını en aza indirme konusunda çözüm yolları aranmış, böylelikle Cumhuriyet döneminin ikinci evresi olan çok partili sisteme geçiş sağlanmıştır. Ancak yönetim sistemindeki aksaklık ve tıkanmalar, erkler arasındaki tehlikeli kayma ve kopuşlar, yaşanan kavga ve gerilimler, devlet çarkının paslanmasına ve karar süreçlerinin laçkalaşmasına neden olmuştur. Darbeler, kutuplaşmalar, vesayetçi özlemler, statükocu emeller, ekonomik krizler, devlet ve toplum hayatını rehin alan istikrarsızlıklar ve parlamenter sistemle daha fazla mesafe alamayacağımız 15 Temmuz hain ve karanlık gecesinde belli olmuştur. Devletin hızlı karar alması, etkin ve verimli çalışması ve üç erk arasındaki demokratik ayrımın belirginleştirilmesi büyük bir zorunluluktur. Milli güvenliğimiz ağır baskı ve dayatmalar altında bulunuyor, iç ve dış sorunlarımız artıyor ve tırmanıyordu! Bu ortamda; Türk milleti, 16 Nisan 2017 halk oylaması ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine evet demiş ve geleceğini bu yeni sistemde görmüş ve kabullenmiştir.  Türkiye Cumhuriyeti Devleti 16 Nisan 2017 tarihi  itibari ile fiilen ve  9 Temmuz 2018’de de resmen cumhuriyetin üçüncü evresine geçmiştir, vurgu ve ifadelerinin, bugün eski kaotik ve  hengameli  siyasi günleri  özleyen  eski siyasetçi, eski devlet adamı ve bugünün de yeni parti kurma aşamasındaki siyasetçilerine hakiki manada bir Osmanlı tokadı olarak değerlendiriyorum!.

MHP Lideri Devlet Bahçeli partisinin grup toplantısında yapmış olduğu konuşmasına son günlerde Cumhurbaşkanlığı Hükumet sistemine yönelik eski siyasiler tarafından yapılmakta olan eleştirilere; Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi Türkiye Cumhuriyetinin yaşama azminin ve payidarlık iradesinin, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün aynen tecellisi ve tescili, ilaveten siyasi istikrarın teminatıdır.  Türkiye’nin yönetim sisteminden kaynaklanan zafiyetleri son bulmuş ve nihayete ermiştir. Bu gerçeğe rağmen, sistem tartışmasını yeni baştan açmanın ne ülkeye, ne millete, ne de demokrasimize hiçbir yararı olmayacaktır. Bunlar ne istiyor? Neyi amaçlıyorlar? Koalisyonlar dönemine geri mi dönülsün?  Devletteki sonuçsuz güç ve yetki mücadeleleri yeniden mi alevlensin? Bu şaşkın ve şuursuzlar nereye ulaşmayı düşünüyorlar? Karar alma mekanizmalarının çatışmasını ve çökmesini mi arzuluyorlar? Çırpınışları boşunadır; Zira Türkiye’nin geleceği Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemindedir, şeklinde cevap niteliğindeki konuşmaları ve vurgularının artık Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yönetim sistemi olarak  cumhuriyetin üçüncü evresi  Cumhurbaşkanlığı Hükumet sisteminin devletin bekası ve milletimizin de birliği  için ne kadar elzem olduğu, bölgemizdeki paylaşım savaşları ve kurulmakta olan yeni dünya düzeni çerçevesinden  çok manidar olduğunu düşünüyorum!.

31 Mart yerel seçimleri ve 23 haziran tarihinde yenilenen İstanbul Büyük şehir Belediyesi başkanlık seçimlerin de AK Partinin biraz zayıflaması, eksik oy alması ve bazı büyük şehir belediye başkanlıklarını da kaybetmesi ile birlikte ülkemizde yeni parti kurulma ve sistem tartışmalarına da şahit olmaktayız!. Neden? 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte Yeni Kapı ruhu ile şahlanan Devlet, Millet, Ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte devletin bekası ve milletin birliği için 2023 vizyonu çerçevesinde Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemine geçilmiştir! Cumhurbaşkanlığı Hükumet sisteminin olmaz ise olmazı % 50+1 oy alan bir parti ve başkanı ile devam edilmesi için güçlü iki partili bir sistem ve bu iki güçlü ana partinin de yanında yandaş partilerin olması gerektiğini de daha önceki yazılarımızda vurgulamıştık!  Toplumun talebi doğrultusunda ve yasal çerçevede elbette ki yeni partiler kurulacaktır! Peki, bu ülkede bazı partilerin kurulması ve iktidara taşınması da konjonktür gereği olduğu gerçeği de karşımızda dururken! Bugün ülkenin ihtiyacı yeni bir siyasi parti midir? Yoksa kurulmakta ve kurulacak olan yeni partiler, 1946 tarihinde çok partili hayata geçtiğimiz tarihten itibaren, yeni partilerin,  konjonktür partilerinin ya devamı ya da öncekini  dağıtma, parçalama, imha ve yok etme görevleri olduğunu da bir kenara not edelim! Şimdi sorumuzu yeniden soralım? Bugün kurulmakta olan partilerin birincil amaçları ve görevleri nedir? Siyasi hayatlarının devamı olacak mıdır? Ya da Türk Devlet Aklı tarafından kendilerine tanımlanan görevleri hitam olunca, daha öncekiler gibi,  sıra kendi kendilerini de  imha etmek mi olacaktır?!  Bilemiyorum!. Ehline malumdur!

İstanbul Seçimleri ve G20 Toplantısı!.

Türk siyasi hayatını kabaca incelediğimizde her on yılda konjonktür gereği bir parti kurulmakta olduğunu ve bu parti de iktidara taşınmak sureti ile on yıllık bir kalkınma ve istikrar devam etmektedir! Peki, bu on yıllık süreç sonunda neler mi olmaktadır? Mutlaka bir darbe veya inkıta ile devlet ve millet karşı karşıya kalmaktadır!  Neden?  Çünkü iktidara taşınan parti ve lideri, dışarıdan tanımlanan kod dışına çıkmakta ve yerli, milli ve bağımsız politikalar sergilemeye başlıyor! Şimdi tekrar olması bakımından konjonktür gereği bir parti kurulmakta olduğunu ifade etmiştik! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki sürçte devletimiz her alanda çok güçlüdür! Devlet daha önceden dışarıdan ve içeriden müdahalelere açık olan kapılarını bu süreçte bir bir kapatmaktadır! Elbette ki bu durum birilerini çok rahatsız edecektir! Devlet güçler ayrılığı prensibinden güçlerin birlikteliğine doğru yol almakla her alanda daha da güçlü ve istikrarlı bir konuma gelmektedir! Eskiden güçler ayrılığından kaynaklı hükümetin doğru dediğine bir başka erk yanlış diyordu!  Peki, neden?! Yani devletin üst kurumları ve özellikle de erkler arasında insicam olmuyordu! Neden?! Türk Devleti ve Türk Milletini dizayn edebilmek, balans ayarı yapabilmek ve hizaya getirmek için her alanda karıştırmak ve  kaosa sürüklemek, sosyal ve ekonomik kriz çıkarmak, sokakları da her an hareketlendirmek  çok kolay olduğu için olabilir mi?! Bilemiyorum!.

AK saçlı ve AK sakallı ihtiyar dostum, 31 Mart yerel seçimleri ve akabinde yenilenen 23 Haziran İstanbul büyük şehir başkanlık seçim süreci hakkında, kabaca bir değerlendirme de bulundu!. Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet hafızasının yeniden neşv-ü nema bulması  ile birlikte Yerli ve Milli Devlet kodlarına dönülmesi ve formatına geçilmesi, Konjonktür gereği yeni kurulacak olan  partilerin yaşama şansının olmadığını ve artık bu ülkede yumurtalar dışarıdan kırılmayacağını; yumurta dışarıdan kırılırsa ölüme, içeriden kırılırsa yaşama dönüşür, dedi ve gözlerden kayboldu!.  Türk siyasi hayatına katılan ve iktidara taşınan tüm siyasi partiler bir dış gücün maddi ve manevi destekleri ile birlikte vatandaşın rüzgârını almıştır! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonra bu ülkede kurulacak her bir siyasi parti ve aktör tamamen yerli ve milli olmak zorundadır! Kadim Türk Devlet Aklı ve kodlarına göre yerli ve milli, bağımsız davranış sergilemek ve politikalar üretmek zorunda kalacaktır! Aksi halde halen aktif yüz adet olan siyasi parti listesinde ve tozlu raflardaki yerini de alacaktır!

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump’ın G20 Liderler Zirvesi kapsamındaki görüşmede, Trump; “Türk Devleti, müttefikimiz olmasına ve büyük ordusu olmasına rağmen, Patriot almak istedi ama Obama yönetimi ‘hayır’ dedi ve sürekli ‘hayır’ dediler! Ve savunması için ihtiyacı vardı!. Sonra Rusya’ya gittiler, S-400 aldılar, çünkü Patriot almasına izin vermediler! Benden önceki yönetim bunu satın almasına izin vermedi; bunun o kadar da iyi olmadığını düşünüyorum. Bu arada Türkiye 100 tane de F-35 satın aldı ve 116 tane daha almak istiyor! Türkiye bizim dostumuz!. Büyük bir ticaret ortağımız!. Obama yönetimi gibi davranamazsınız; Bu iki yönlü bir cadde! Cumhurbaşkanı Erdoğan benim bakış açımla çok çetin biri ve bu gerilimde Erdoğan’ın suçu yok! Ben iyi anlaşıyorum ve ona adaletsiz davranıldığını düşünüyorum, ifadelerinin bölgemiz üzerinden yeni bir dünya düzeni kurulurken ve özellikle de bu yeni dünya düzeninin de sıklet merkezi  de Türkiye olduğunu ve Türk Devlet Başkanı Sayın Erdoğan, Kadim Türk Devlet Aklı ve kodlarına göre yerli, milli ve bağımsız politikalarının  gereği olarak bu övgüye ve takdire layık olduğunu da düşünüyorum!.    

ABD Başkanı Donald Trump G20 Liderler Zirvesi kapsamındaki görüşmede,” Türkiye bizim dostumuz, büyük bir ticaret ortağımız, Obama yönetimi gibi davranamazsınız ve bu iki yönlü bir cadde, sözleri ve vurgularının, ikinci dünya savaşı esnasındaki yenidünya düzeni ABD ve Sovyetler birliği arasında iki kutuplu olarak nasıl dizayn edildi ise, bugünün yenidünya düzeni de çoklu dengeli, yani, ABD, Rusya, ÇİN ve Türkiye arasında,  bu dengenin de merkezi ve olmaz ise olmaz konumundaki ülkesi Türk Devleti ve Başkanı Sayın Erdoğan olduğunu da tüm dünya devletleri ve özellikle de G20 zirvesine katılan dünyanın en büyük yirmi ekonomik güçlü devlet başkanlarına resmen ilan etmiştir! Türk Devleti olmadan bu yeni düzeni kesinlikle kurulamaz! Akdeniz, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs açıklarındaki enerji paylaşımı ve yenidünya düzeni konusunda da Türk Devleti, yerli ve milli duruşu, bağımsız politikalarının gereği hakkı olanı mutlaka alacaktır! Şimdi 31 Mart yerel seçimleri, akabinde yenilenen 23 Haziran İstanbul Büyük şehir başkanlık seçimleri ve daha sonrasında da AK Partinin bu seçimlerde biraz zayıflaması ile birlikte yeni kurulma aşamasındaki tüm parti ve liderlere bir de bu zaviyeden bakılmasını tavsiye ederim!’ Başarı şansları nedir?! Nereye kadar gidebilirler?! Kaç atımlık pardon kaç seçimlik ömürleri olabilir?! Ya da Kadim Türk Devlet Aklı ve bugünün Devlet Aklı ve Lideri, kadim Türk Devlet gelenek ve hafızasının Türk Devleti ebed müddet devam ilkesi gereği kendilerine tanımladığı alan kadar büyür, gelişir ve görevleri de tamam olunca ölür,  pardon hitama ererler!  AK saçlı ve AK sakallı ihtiyar dostumun veciz ifadesi ile artık bu ülkede yumurta dışarıdan değil mutlaka içeriden kırılacaktır! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kakışmasından sonraki 16 Nisan Anayasa değişiklik referandum süreci ile birlikte yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı Hükumet sistemi Türk Devletinde güçlü iki  partili bir  sistemi  ve bu iki  güçlü ana partinin yanında da bunlara destek olacak küçük küçük partileri zorunlu kılmaktadır, şeklinde düşünüyorum!.

Yeni bir Sayfa Açılıyor / Dönem Başlıyor!..

Bundan 250 yıl geriye giderseniz dünya tarihinde Amerikalı bulamazsınız! 700 yıl geriye giderseniz Rus bulamazsınız! 1200 yıl geriye giderseniz İngiliz, 1300 yıl geriye giderseniz Fransız,  1500 yıl geriye giderseniz Alman ve 2200 yıl geriye giderseniz de İtalyan  bulamazsınız!  Fakat 5000 yıl geriye gitseniz tarihte mutlaka TÜRK`E rastlarsınız! Tarihten TÜRKÜ çıkarırsanız geriye insanlık adına hiç bir şey kalmaz ve bulamazsınız! Tabii ki bu geriye gidiş sadece kalıtsal olarak değildir! Türk Devlet yönetim geleneği, hafızası, adalet, hakkaniyet, kültür ve medeniyet eserlerini de elbette ki görürsünüz!  Şimdi böyle tarihi bir gerçek karşımızda dururken ve Avrupalı tarih bilimciler de bu konuda konsensüs sağlamış iken, bugün Türk Devletinde meydana gelen siyasi ve diğer gelişmeler için kendiliğinden oluyor diyebilir misiniz? Tüm bu olaylar ve gelişmelerin arka planında Türk Devlet Aklı ve kadim Türk Devlet hafızası yok mudur, diyeceksiniz?! Olabilir mi böyle bir şey?!  Saldım çayıra Mevla kayıra, kabilinden, öyle mi?!  Türk demek, Adalet ve Hakkaniyet olduğuna göre! Türk Devleti ve Türk Milleti insanlık için sıradan bir devlet ve millet de olmadığına göre! 

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan; 23 Haziran İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlık seçimleri akabinde yapmış olduğu açıklamasında;  Bizim için her seçim, aziz milletimize hesap verdiğimiz bir imtihandır ve milletimizin iradesi her zaman, her şeyin üstündedir.  AK Parti olarak bundan önce olduğu gibi önümüzdeki süreçte de demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, ülkemizin barış, refah ve istikrarından taviz vermeden, Cumhur İttifak ilkeleri çerçevesinde, birlik ve beraberlik içinde 2023 hedeflerine yürüyeceğiz. Bugün  ”yeni bir dönemin” eşiğindeyiz.  Birlikte yürünecek daha çok yolumuz, bu eşsiz vatanı ve aziz İstanbul’u taşıyacak daha çok hedefimiz var” ifadelerinde bulundu.

Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, Yeni Kapı Ruhu ile perçinlenen, 16 Nisan Anayasa değişiklik referandum süreci ile başlayan ve 24 Haziran 2018 genel seçimler ile de tamamen yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı yeni Hükümet yönetim sistemi.. Dev ekonomi, dijital dönüşüm, bilimsel atılım, sosyal devlet ve lider ülke anlayışıyla harmanlanan,  hızlı, modern ve birlikte yönetim modeli ile daha şeffaf bir yapıya kavuşuyor. Yeni yönetim modeli; yalın ve makamların azaldığı, yeniliklere hızlı adapte olan ve insan kaynağının gelişmesine imkân sağlayan, dijital dönüşümü gerçekleştiren, karar alma süreçlerini hızlandıran ve küresel rekabet gücünü yükselten, ortak aklı kurumsallaştıran, yetki ve sorumlulukları net bir yapı ortaya koyuyor. Yeni hukümet yönetim modeli ile  ”Küresel Güç ve Hedef 2023″  sloganıyla dizayn edilen sosyal devlet ve lider ülke “Güçlü Hükümet, Güçlü Meclis ve Güçlü Türkiye” hedefini taşıyor.

23 Haziran 2019 tarihinde yenilenen İstanbul seçimlerinde,  İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı seçilen Ekrem İmamoğlu, ” Bu seçim herkesin ”yeni ve ortak bir sayfa” açması anlamına geldiğini ve bu ”yeni sayfada” İstanbul’da artık adalet, eşitlik, sevgi ve hoşgörü olacağını!  Sevinmek bir başka kimsenin kalbini kırmak anlamına asla gelmez. ”Bu bir zafer değildir, yeni bir başlangıçtır!” Partiler kutsal yapılar değildir, tabu değildir! Yani partiler bir amaç değil, hizmette araçtır! Partiler gibi liderleri de kutsal değildir! Bir parti başkanı, bir belediye başkanı ya da bir cumhurbaşkanı, fark etmez, onları kutsallaştırmak ve milletin üzerinde bir yere konumlandırmak asla doğru değildir! Liderlerin yeri milletlerin üstü değil, içinde olmayı gerektirir! En büyük millettir, çünkü egemenlik kayıtsız şartsız sadece ve sadece milletindir! Milyonlarca oy almak, çok büyük sevgi gösterilerine mahzar olmak, iltifatlar duymak liderlerin ayaklarını yerden asla kesmemeli! Başta kendim gösterilen bu ilgi ve büyük sevgi karşısında ancak boynumu bükerim. Rahmetli dedem ”makamın büyüdükçe boynun bükülsün” derdi. Yolum o yoldur. Milyonlarca insana mahcup olmamak için çok çalışacağım” ifadelerinin çok manidar olduğunu ve yeni dönemin de işaret fişekleri olduğunu düşünüyorum!.  

23 Haziran 2019 tarihindeki  İstanbul Büyük Şehir Belediyesi başkanlık seçim süreci ve sonrasında yaşadıklarımız,  3 Kasım 2002 tarihindeki genel seçimlere giderken, 11 Eylül  saldırıları akabinde, ABD ve şürekası,  bölgemizde özellikle IRAK ve Afganistan’a operasyonlar yapmak için bahaneler aradığı ve bölge insanlarına da demokrasi getirmek için  girişimler de bulunduğu hengameli  dönem, film şeridi gibi gözlerimin önünden akıp gitti!. Şimdi,  Türk devletindeki yerel seçimler ve özellikle de İstanbul Büyük Şehir   belediyesi Başkanlık seçimlerinin yirmi yıl önceki  olaylar zinciri ve bölgemize getirilen kanlı ve çok pahalı demokrasi,  sınırlarımız boyunca kurulmak istenen kukla devletçikler ve  özellikle de Doğu Akdeniz ve Kıbrıs açıklarında ki paylaşım gelişmeleri ile  ne alakası var, dediğinizi de duyar gibiyim?! Tabii ki hiçbir ilgi ve alakası da yoktur!.   

ABD, bugün de sınır komşumuz İRAN’A karşı yaptırım,  ambargo ve başkaca operasyonlar için BM nezdinde ve yandaşı bölge ülkeler ile görüşmelerde bulunmaktadır! Peki, neden? Dünyanın sıklet ve güç merkezinin Batıdan Doğuya doğru kaymakta olduğunu,  65 ülkenin birlikte kalkınma ve kazan kazan hamlesinin ana kavşak ve merkez noktasının da Türk Devleti olduğuna göre! Türk Devletinin İstanbul ölçeğindeki bir seçim çok önemlidir! AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, 23 Haziran İstanbul başkanlık seçimleri akabinde ‘Yeni bir dönemin başında’ olduğumuzu vurgulamaktadır!  Yeni bir dönem, ne demektir?! Peki,  İstanbul Büyük Şehir’in çiçeği burnundaki başkanı, seçim akşamı yapmış oldukları açıklamalarına da kulak verelim! Bu seçim, ‘yeni bir ortak sayfa ve yeni bir başlangıç’, olduğunu ifade etmiştir!  Yani,  yeni bir dönem, yeni bir başlangıç ve yeni bir sayfadan ne  anlamalı ve nasıl okumalıyız?! Şimdi şöyle mi  değerlendireceğiz veya  düşüneceğiz?! AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun seçim gecesi ve daha sonraki benzeşen ve aynı anlamları çağrıştıran ifadelerinin bir rastlantı  ve tesadüfen olduğunu ya da bu ifadeler ile sadece  pişti oldukları gibi sıradan ve avam  bir zaviyeden mi değerlendirmeliyiz?!  Tabii ki hayır! Tüm bu ifadeler ve gelişmelerin arka planında, büyük bir plan, strateji, taktik olarak Türk Devlet Aklı ve kadim Türk Devlet hafızasının, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ebed müddet devam ilkesi ve 2023, 2053 ve 2071 vizyonu çerçevesindeki, 16 Nisan Anayasa değişiklik referandum süreci ile başlayan ve 24 Haziran 2018 genel seçimleri ile birlikte yürürlüğe giren Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sisteminin olmaz ise olmazı iki partili bir siyaset sistemine tüm parti ve vatandaşlarımıza yumuşak bir geçişin, mührü ve tezahürü olarak değerlendiriyorum!.

İstanbul Başkanlık Seçimi Yerel bir Seçim midir?!

Dünyamız ikinci Dünya Savaşı sürerken hegemonya güçleri tarafından varılan bir mutabakat ile iki kutuplu olarak planlanmış ve yürürlüğe konulmuştur! Ne ala memleket! Neredeyse yarım asır iki güç arasında anlaşmalı olarak gidip gelen dünya devletleri ve bir dünya sistemi! Berlin Duvarının yıkılması ve Sovyetler Birliğinin dağılması ile birlikte iki kutuplu olarak devam eden düzen ve tek kutuplu ara bir geçiş dönemi!. Akabinde ise bugün yeniden yeni bir dünya sistematiği ve düzen kurulması için küresel ve emperyalist güçler arasında hem bölgemiz, hem de denizlerimiz ve sınırlarımız boyunca yaşamakta olduğumuz bir kaotik döneme şahitlik etmekteyiz! Peki neden? Çünkü Türk Devleti olmadan bugün yeni bir dünya sistematiği ve düzeni kesinlikle kurulamaz! Türk Devleti ve hinterlandı dün olduğu gibi bugün de dünyanın ve bölgemizin sıklet merkezi ve denge ülkesi konumundadır!  Tabii ki küresel ve emperyalist güçlerin beka, varlık ve yokluk sebebi olduğu için on bin kilometre uzaklardan buralara kadar gelecekler ve kapımıza dayanacaklar!  Bugün kurulmakta olan yenidünya düzeni eskiden olduğu gibi iki kutuplu, ya da tek kutuplu bir dönem olmayacaktır! Çok kutuplu ve çok dengeli olmak zorundadır! Aksi halde dünya halkları olarak her gün bir sorun ile uyanır ve sıkıntılara da düçar oluruz!

Geçtiğimiz günlerde Japonya’nın başkenti Tokyo’da düzenlenen ‘Asya’nın Geleceği’  temalı konferansta,  Malezya Başbakanı Mahathir Muhammed,   dünya genelinde yaşanan çatışma, iç savaş ve milletler arası problemler olduğunu vurgulamıştır! Ve akabinde, Ülkeler arasındaki sorunların çözülmesi için yeni bir dünya düzeni çağrısında da bulunmuştur! ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşı, çatışmanın içinde olmadığımız halde bizler etkileniyor ve Filler tepişince altta ne varsa onlar da eziliyor, diyor!  Sorunları çatışma ve savaşla çözmeyi planlayan mevcut düzenlerin ilkel olduğunu da ifade etmiştir! ABD, bir ülkeyi kötü olarak nitelendirip ve o ülkede yatırım yapmak isteyenleri etki altına almaya çok meraklı bir konumdadır! Bu şekilde demokratik olamazsınız!. Ve kararı da tek bir güç veremez!.  Bugün gelinen noktada, Dünyadaki genel durumun insanlık için  istikrarlı olmadığını  da görüyoruz, diyor!. Her bölgede bir sorun olduğunu, Latin Amerika’da, Avrupa’da, Asya’da ve Ortadoğu’da!.. İslam dünyası ve özellikle de Asya bölgesinden öne çıkan,  dünyamızdaki kurulu ve tüm insanlık için adaleti temsil etmeyen eski düzene karşı konuşan ve dik duran iki lider; Biri Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve diğeri de Malezya Başbakanı Mahathir Muhammed! Her iki lider de;  Dünyada  artık istikrar ve huzur için yeni bir düzen ve sistematiğe  ihtiyaç olduğunu, çünkü mevcut düzen iflas etmiş  ve bu sistem tüm  insanlık için barış ve huzur  getirmekten çok uzak ve  başarısız olduğunu  da vurgulamaktalar!.

Küresel ve hegemonya güçleri,  15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte bağımsız politikalar üreten,  Türk Devlet Aklı ile yerli ve milli bir duruş sergileyen Türk Devlet  siyaseti ve stratejisini  anlamıyor!. Aslında anlamak istemiyor desek yanlış olmaz, çünkü işlerine gelmiyor! Bugün itibari ile Türk Devleti, 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte Kadim Türk Devlet Aklının denetiminde  yerli, milli ve bağımsız politikalar ile uluslararası ilişkilerde yeni bir statü kazanmaktadır!.  Ve bu durum  küresel güçler ve içimizdeki işbirlikçileri hem korkutuyor ve   hem de ürküyor!. Türk Devleti,  köprüleri, tünelleri, hava limanları, gemileri ve özellikle de Fatih ve Yavuz sondaj gemilerini yapıyor ve denize indiriyor! Neden? Büyük devletler de var bizim de olsun diye midir?!  Tabii ki hayır! Küresel ve emperyalist güçler karşılarında,   eski Türk Devletinin durumunu aramak ve özlemektedir!  Neden? Yani ne derlerse onları yapan, uygulayan ve sorgulamayan bir devlet! Türk Devleti, yeni kurulmakta olan yenidünya düzenindeki masada kadim Türk Devlet Aklı ve hafızası, Türk devleti ebed müddet devam ilke ve ülküsü ile birlikte yerini almaktadır! Küresel güçler ile Türk Devleti arasındaki görünen ve gün yüzüne çıkan kavga ve ekonomik saldırılar tamamen yeni dünya düzenindeki masadaki yerimiz ve bağımsız politikalardan kaynaklıdır!  Bugün itibari ile dünya, yeni bir Dünya düzeni ve sistematiğine girmekte olduğu kesindir! Fakat bu sürecin daha başındayız ve bir dünya savaşı içinde de değiliz! Fakat Akdeniz, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs açıklarında elli ülkenin savaş gemileri bir dünya savaşı için hazırlık yapmakta ve savaş tamtamlarını da çalmaktadır!

Dünyadaki ekonomik ve teknolojik güç dengesi Atlantik’ten Asya ve Avrasya bölgesine doğru kaymakta olduğunu vurgulamıştık! Çünkü üretim için gerekli olan tüm hammadde ve insan kaynakları, akıl ve strateji, enerji ve petrol, finans ve para, artık Asya ve Avrasya bölgesindedir! Asya ve Avrasya bölgesinin de anahtar ve kavşak ülkesi, merkezi de Türkiye olduğuna göre! Türk Devletinin ekonomik ve üretim olarak da kalbi mesabesinde olan İstanbul seçimleri manidar ve çok mühimdir! Mademki Türk Devleti olmadan yeni bir dünya düzeni ve sistematiği kurulamaz!   İstanbul seçimleri sadece yerel ölçekteki bir belediye başkanlığı seçiminden ibaret midir? Tabii ki hayır!  Dün İstanbul’un fethi ile nasıl karanlık bir devir kapanıp ve yeni bir çağ Türk Milleti ile birlikte açıldı ise!. Ve 1994 yılındaki yerel seçimler ile de bir siyasi lidere, kadroya  ve düşünce yapısına,  Türk Devlet Aklı yol vermek ve önünü açmakla,  yeni bir dönem başladı ve yirmi beş yıldır da  yerel ve merkezi idarede kalkınma hamleleri de devam ediyor ise!. Bugün de İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Başkanlık seçimleri ile  2023, 2053 ve 2071 hedefi ve ülküsü çerçevesindeki  aziz Türk Devleti ve asil Türk Milleti,   hinterlandımızda ki tüm Türk halklar, mazlum milletler ve Avrasya bölgesi için de, yeni bir dünya düzeni ile birlikte, yeni ve başka bir dönemin işaret fişeği mesabesinde olduğunu, düşünüyorum! Çünkü Türk demek;  tüm insanlık için Adalet, Hakkaniyet ve Medeniyetin temsilcisi ve Mazlum milletlerin de hamiliği demektir!

İstanbul Seçimleri ve Türk Devlet Aklı..!

31 Mart 2019 yerel seçimler sonrası ülkemizde yaşanan siyasi olaylar, açıklamalar, gelişmeler ve akabinde İstanbul Büyük şehir belediyesi başkanlık seçimlerinin iptali,  YSK tarafından iptal gerekçeli kararın açıklanması ve seçimlerin 23 Haziran 2019 tarihinde yenileceği bir sürece şahitlik etmekteyiz! Peki, neler oluyor? Dünyada büyük bir değişim ve dönüşüm için küresel ve hegemonyal güçler arasındaki pazarlıklar yaşanırken Türkiye’de neler olmaktadır? Hem de, Küresel ve emperyalist güçler Akdeniz ve Doğu Akdeniz’e yığınak yaptıkları ve iki yüz adet savaş gemisini de yüz yıl önceki gibi kapımıza dayandıkları ve yığdıkları bir dönemde! Güney sınırlarımız boyunca kurulmaya çalışılan koridor ve kukla devletçikler de cabası bir durumda iken!  Türk Devlet Aklı neler yapmaktadır?! Tüm bunlar bir film gibi izlenmekte midir?! Ya da Türk Devleti ebed müddet devam ülküsü çerçevesinde yerli ve milli  stratejik ve taktik planlar hazırlanmakta ve bir bir devreye alınmakta mıdır?! Bilemiyorum!.

31 Mart 2019 yerel seçimlerinde Cumhur İttifakının İstanbul Büyükşehir Belediye başkan adayı eski Başbakan ve TBMM başkanı Binalı Yıldırım,  23 Haziran tarihinde yenilenecek olan İstanbul seçimlerinin de yeniden ortak adayıdır! 31 Mart seçimlerinde meydan meydan koşturan Cumhur İttifak tarafları yenilenecek olan İstanbul Büyükşehir belediye başkanlık seçimlerinde çok fazla göremiyoruz! Neden? Neler oluyor? Sanki görünmez bir el çıkmayın, konuşmayın ve meydanlarda çok fazla görünmeyin der gibi!  Ne diyorsunuz?! Cumhur İttifakı lider takımı bu seçimde sanki havlu atmışa benziyor! Ne buyurdunuz?! Peki, Cumhur İttifak adayı Binalı Yıldırım ile Millet İttifak adayının  geçtiğimiz pazar akşamı ortak canlı yayın TV programını izlemeyeceğini de  ifade eden ve vurgulayan  MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeliye neler demeli?! Neler olmaktadır?!  MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli neyi ve neleri protesto etmektedir?! Yoksa,  Kadim Türk Devlet Aklı tarafından  Türkiye Cumhuriyeti Devleti için hazırlanmış olan stratejik  plan nakış nakış işlenmek sureti ile devreye mi alınmaktadır?! Ehlince ve taraflarca malum olan bize müphem olduğu için bilemiyoruz!  Bir iletişimci ve gazeteci olarak  sadece  gelişmelerin seyrine göre okuma, anlama, öngörü  ve yorum  yapmaya çalışıyoruz!.

Siyasetin zaman makinesini geri saralım ve yirmi yıl öncesinde yaşanmış bir hikâyenin canlı şahidine kulak kabartalım! Neler anlatmaktadır! Ve bugüne yönelik bizlere ne gibi işaretler vermektedir!  Toplantıya şahitlik eden kişinin ifadeleri,  sanki yenilenecek olan İstanbul seçimlerinde yaşamakta olduğumuz süreç ve arka planını izah eder gibi! Bilemiyoruz! İfade ettiğimiz gibi ehlince malum olan bizlere müphem! Erol Mütercimler, 1999 yılında Münci İnci’nin evindeki bir toplantıya katılır.  Toplantının ardından, Münci İnci kendisine;  ”Recep Tayyip Bey bu ülkeye Başbakan olacak” dediğini  ifade etmiştir!. Tarihe dikkat buyurun, lütfen! Bundan sonrası olaylar zinciri zaten kamuoyu önünde ki gelişmelerdir! 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından kurulan AK Parti, seçimden birinci parti olarak çıkmasına rağmen,  seçilme engeli olduğu için milletvekili seçilememiştir!  Akabinde Siirt seçimlerindeki usulsüzlükten kaynaklı olarak YSK seçimleri iptal etmiş ve 9 Mart 2003 tarihindeki Siirt seçimlerinin yenilenmesi ile birlikte Sayın Recep Tayyip Erdoğan TBMM’ye Milletvekili olarak girmiş ve sonrasında da Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olmuştur! 

Küresel Sistem, küresel emperyalist güçler ve içimizdeki tipleri bizden fakat çipleri de küresel güçlerin elinde olan işbirlikçiler mahareti ile Türkiye gibi ülkeler raydan veya kontrolden çıkmaya başladığı her on yılda bir darbe veya benzerleri ile hizaya getirilmeye ya da balans ayarları yapılmıştır!  Yani, Türk Devleti olarak, dediklerimizin dışına çıkamazsın, kendi başına buyruk ve bağımsız, milli ve yerli politikalar üretemezsin! Peki, neden? 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması bu operasyonların son zirvesi olarak planlanmış, Türk Devletinin yönetim kademesi ve Devletin anahtarı tamamen küresel ve emperyalist güçlere teslim edilmeye çalışılmıştır! Türk Devlet Aklı ve Kadim Türk Devlet hafızası, 15 Temmuz gecesi küllerinden yeniden doğmak sureti ile Türk Devletine vurulmak istenen zincirleri, Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarında olduğu gibi asil Türk Milleti ile birlikte kırmış ve parçalamıştır! 15 Temmuz hain karanlık geceden itibaren Türk Devlet yönetim sistem içindeki hain ve işbirlikçi eller bir bir temizlenirken, sistem dışarıdan müdahaleye açık olan mekanizmalarını kapatmaya,  devlet yeniden dizayn edilmeye ve eski yönetim şekli olan güçler ayrılığı değil artık güçlerin birlikteliği Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemine geçilmiştir! Bugün karşımızda, 3 Kasım 2002 tarihindeki genel seçimler ile iktidara gelen ve neredeyse on yedi yıldır merkezde devleti yönetmekte olan, yorulan, yıpranan ve metal yorgunluğuna da düçar olan AK Parti kadroları!. 1999 tarihindeki toplantı notlarına geri dönelim, yeniden okumaya ve öngörülerde bulunmaya başlayalım! Bugün, Yerli ve Milli,  esas ve asıl olan Türk Devletinin güçlenmesine ve kalkınmasına inanan,  oyun kurucu, oyun ve tezgâh bozucu ve aynı zamanda da dönüştürücü, yapıcı, onarıcı ve çözüm bulucu Kadim Türk Devlet Aklı,   tarafından yeni bir siyasal kadro ve lideri, devlet ve sistem için hazırlamaktadır, şeklinde düşünüyorum! Anadolu’da ve Türk Devletinde hiçbir şey ama hiç bir şey tesadüfen olmaz! Yani hiç bir şey kendiliğinden olmaz! Bu topraklarda spontane hiç bir gelişmeye mahal yoktur! Burası Muz Cumhuriyeti değildir! Bu topraklar ve Anadolu diyarı bir İsveç ve bir Norveç hiç değildir!  Mutlaka büyük bir plan ve özellikle de Kadim Türk Devlet Aklı devrededir, diyorum! Dün ve Bugün olduğu gibi…

İLETİŞİM bir ‘MESLEK’ değildir!..

Hafta sonu Konya SMMM Odası seçimli genel kuruluna iletişimci ve gazeteci olarak katıldım. Biz bu yazıyı kalem aldığımız ve gazete baskıya verildiği saatlerde seçim sonuçları daha açıklanmamıştı. Beş adayın yarıştığı Konya SMMM Oda başkanlık seçimlerinin öncelikle seçilen başkan ve yönetim ekibine, Konya Meslek Odasına, Oda meslek mensuplarına, şehrimize ve ülkemize hayırlara vesile olmasını dilerim. Konya SMMM odası seçimli genel kurulunda,  beş aday ve diğer şehirlerden gelen misafir oda başkanları, TÜRMOB başkanı, siyasiler ve milletvekili,  genel kurula hitaben yapmış oldukları konuşmalarında,  meslek ve meslektaşlarının haklarını savunmaları ve diğer meslek gruplarının sahip olduğu yasal haklar çerçevesindeki tatlı rekabete dayalı ifade ve serzenişlerine de şahit oldum. Yani, diğer meslek grupları şu şu yasal hakları alabilirken, bizim meslek neden alamıyor ve meslektaşlarımız için de bu hakların mücadelesini verelim,  TBMM ve diğer siyaset düzeyinde çalışma ve lobi faaliyetlerine hız verelim şeklinde, devam edip gitti! Öncelikle bir İletişim mensubu ve gazeteci olarak meslek oda başkan adayları ve tarafların bu ifadelerinden memnun oldum ve gurur duydum!  Bir İletişim Uzmanı ve çalışan Gazeteci olarak da İletişim mesleğinin neden meslek tanımının olmadığına da gerçekten çok üzüldüm!

Peki, Meslek nedir? Yasal olarak Meslek tanımı nedir?  Bir işin Meslek olabilmesi için yasal düzenleme gerekli midir? Yasal düzenleme olmadığı zaman bir iş meslek olur mu?  Meslek, kişinin yaşamını sürdürmesi ve geçimini sağlaması için yaptığı sürekli bir iştir.  Meslek para kazanmanın ötesinde, kapasiteyi kullanma ve kendini gerçekleştirme yoludur. Ancak yapılan her iş, yasalarca meslek olarak kabul edilemez!  Bir uğraşın ve işin meslek özelliği taşıması için, yasal düzenlemesi, belli bir eğitimi, kuralları, statüsü ve kullandığı belli araç ve gereçleri olmalıdır. Bu durumda meslek, İnsanlara yararlı mal ve hizmet üretmek, karşılığında para kazanmak için yapılan, belli bir eğitimle kazanılan, sistemli bilgi ve becerilere dayalı, kuralları yasalarla belirlenmiş etkinlikler bütünüdür.  Meslek,  İnsana toplum içinde belli bir yer sağlar, kişiye sorumluluk ve mesleki olgunluk yükler. Meslek odaları ise üye meslektaşların mesleki yolda yaptıkları işleri kolaylaştırmak, mesleğin menfaatlerini korumak ve ihtiyaçlarını karşılamayı, aynı mesleği yapan meslektaşlar arasında iletişim ve yardımlaşmayı amaçlar. Türkiye’de tüm meslek gruplarının bir odası vardır. Yasalara ve kanunlara göre hareket eder ve ona göre davranır. Odalar, tüzel kişiliğe sahip kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarıdır. Şehrimizde  KONESOB Esnaf odaları bünyesinde  her meslek mensubunu temsil eden  seksen üzerinde ve Türkiye genelinde ise  Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonuna (TESK  ) bağlı dört bine yakın meslek odası bulunmaktadır!.

Yazımızın başlığına dönelim ve İLETİŞİM bir meslek midir, değil midir?  Hadi oradan İletişim diye bir meslek mi olurmuş?! İletişim öğrenmek için dört yıllık fakülte okumaya ne gerek var, dediğinizi de duyar gibiyim!  İletişim diye bir meslek için yasal düzenleme mi olur?!  İletişim diye bir meslek mi olur ve böyle bir meslek tabii ki de yok ise,  elbette ki yasal olarak Meslek tanımının da yapılmasına hiç gerek yoktur! Böyle bir mantıkta bulunan tüm etkili ve yetkililere de şu soruyu sormak gerekir! Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi ile birlikte Cumhurbaşkanlığı bünyesinde ”İletişim Başkanlığı” neden kurulmuştur?!  Hem de İletişim Başkanının eski bir İletişim Fakültesi Dekanı olduğu bir ülkede! Türkiye’de yetmişi aşkın İletişim fakültesinin tanıtım yazısında; Ulusal ve uluslararası bilim dünyası tarafından kabul gören kuramsal ve uygulamalı araştırmalar gerçekleştirmek, geleceğin iletişimcilerinin yetişmesine elverişli bilimsel bir ortam sunmak! İletişim mesleği ve sektörün ihtiyaç duyduğu, nitelikli, etik ve toplumsal değerlere bağlı mezunlar vermek, küresel rekabet ortamında iletişim mesleği ve sektörünün gereksinimlerine uygun vasıfları taşıyan, bilgiye kolay erişebilen, üretebilen ve paylaşabilen, yerinde ve doğru karar alma becerisine sahip İletişimci bireyler yetiştirmek temel misyonu, diyor!

Dedik ya, Türkiye’de sayısı 70 ‘i aşkın İletişim Fakültesi ve her sene On bin dolayında işsizler kervanına katılan dört yıllık eğitimli iletişim Fakültesi Mezunu bulunmaktadır! Halen yeni İletişim Fakülteleri açılmaya da devam ediyor ve binlerce yeni İletişim Fakülteleri mezunları da iş piyasasına umutsuz, mesleksiz ve sahipsiz bir şekilde salınıyor! Peki, neden?! Türkiye’deki İletişim fakültelerinin varlığı kırk yılı aşmasına rağmen mesleki olarak herhangi bir bakanlık, kamu kurum ve kuruluşlarınca muhatap alınmamaktadır! Acaba neden?!  Ülkemizdeki tüm diğer fakülteler, çeşitli bakanlıklar,  kamu kurum ve kuruluşları ile ilişkilendirilmesine, kamusal statü verilen meslek odaları çevresinde toplanmasına ve mesleki yasal çerçeveleri çizilmesine rağmen, kurulduğu günden bu yana İletişim Fakülteleri ve mezunları da adeta yok sayılmakta ve görmezden gelinmektedir!  Neden?! İletişim Fakültesi Mezunları kamu nezdinde muhatap bulamadığı ve mesleki yasal çerçevesi de çizilmediği için özel sektörde mesleki olarak tanınması mümkün olmamaktadır! Genel kanı ve uygulama olan, İletişim Fakültesi mezunlarının kurumlar ya da firmaların girişlerindeki bakımlı ve güzel giyimli bay veya bayan Halkla İlişkiler elemanları hiç değildir! Bu şekilde düşünüldüğü için zaten İmam Hatip lisesi ve İlahiyat eğitim almış kişiler tüm kamu kurumlarındaki İletişim birimlerine müdür veya koordinatör olarak atanmaktadır! Bu belirsizlik, İletişim Fakültesi Mezunlarının haksızlığa uğraması ve mağdur edilmesi anlamına gelmektedir! İletişim Fakültesi Mezunlarının karşı karşıya kaldığı muhatapsızlık, mesleki  yasal tanımsızlık, yaşadıkları  istihdam sorunları ve iş piyasasındaki itilmişliği, kakılmışlığı  öncelikle  mesleki yasal düzenlemelerin yapılamamış olmasından kaynaklanmaktadır, diye düşünüyorum!. Şimdi diyeceksiniz ki; Bu kadar Üniversite rektörü, yönetim kademesi,  yetmiş kadar İletişim fakültesi dekanı ve  fakülte yönetimleri,  İletişim fakültelerindeki binlerce  iletişim eğitimi veren  öğretim üyesi neler yapmaktadır?! İletişim Fakültelerinden mezun etmekte oldukları öğrenciler için yasal olarak bir İLETİŞİM MESLEK tanımı yapılmalıdır, şeklinde bir dertleri ve lobi faaliyetleri var mıdır? Tabii ki hiç sanmıyorum!  Eğer İletişim Fakültelerinin bulunduğu üniversitelerdeki üniversite rektörü,  üniversite yönetimleri ve iletişim öğretim üyelerinin böyle bir dert ve gayeleri olsa isi, kırk yıl önce kurulan İletişim fakülteleri ve İletişim mezunları için şimdiye kadar yasal bir MESLEK tanımı olması gerekirdi, şeklinde düşünüyorum!  

Kıbrıs’ı Yok mu Sayalım!

Yüz yıl önce yedi düvel, kimi Hindu kimi, yamyam ve kimi de ne bela oldukları belli olmayan sömürge ülkelerinden derleme ve toplama orduları ile emperyalist ve hegemonya hedef, çıkar ve planları doğrultusunda Çanakkale boğazına dayandılar! Dün, Türk Milleti yedi düvele karşı yediden yetmişe tek bir yürek olmuştur! Akıl, gönül ve yüreklerde sadece Çanakkale vardır ve Çanakkale geçilmeyecektir! 18 Mart 1915 tarihinde yedi düvel ve tüm Dünya Çanakkale’nin Geçilemez olduğunu idrak etmiştir! Bugünün yedi düveli de Akdeniz, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs açıklarına elli beş ülkenin iki yüz kadar savaş gemisi ile dayanmıştır! Milli şairimiz Mehmet Akif Çanakkale destanı şiirindeki dizelerinde;

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,

-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya-

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

….

Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvam-ı beşer,

Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer.

….

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;

Sade bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.

Peki, dün, yüz yıl önce Çanakkale’ye dayanan yedi düvel, bugün neler yapmaktadır? Boş mu durmaktadır? Tabii ki hayır! Dünün yedi düveli,  bugünün de Küresel ve emperyalist güçleri, yüz yıl öncesinden daha büyük iştah kabartan bölgemiz ve sınırlarımızdaki çıkarları için Akdeniz ve Doğu Akdeniz’e askeri yığınak yapmakta ve yüzlerce savaş gemisini de buralarda avlanmak için yüzdürmektedir! Dedik ya; dünyanın en kaliteli balık(!) ve balinaları(!) Kıbrıs açıkları ve Doğu Akdeniz’de bulunuyor!  Tamam, anladık;  Tüm bunlar olurken Türk Devleti, neler yapmaktadır? Eli ve Aklı armut mu toplamaktadır! Tüm bu gelişmeleri güvertesinden sadece izlemekte midir? Ya da Türk Devleti ebed müddet devam ilke ve ülküsü,  Türk  Devletinin  bekası ve Türk  Milletinin de   birliği adına  herhangi bir stratejisi var mıdır?! Kadim Türk Devlet Aklı tarihte bu kadar Türk Devletini neden yıkmış ve bir yenisini de  neden kurmuştur?! Yeni, bir Türk Devleti de artık kurulamayacağına göre! Ve son Türk Devleti de Türkiye Cumhuriyeti olduğuna göre! Tabii ki Kadim Türk Devlet Aklının derin bir stratejisi ve taktikleri de mutlaka olacaktır, diyorum!

Akdeniz’de on binlerce kilometre ötelerden elli beş ülkenin iki yüz kadar tam donanımlı savaş gemisi ile balina(!) avlanmak için gelen küresel ve emperyalist güçlere karşı; Türk Silahlı Kuvvetleri Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile müşterek olarak icra ettiği Şehit Teğmen Caner Gönyeli Arama Kurtarma Davet Tatbikatı – 2019’nı başlatmıştır! Tatbikat ile Türkiye ve KKTC arama kurtarma teşkilatlarının karşılıklı uyumunu ve işlerliğini denemek, birlikte arama kurtarma harekâtı icra edebilme yeteneklerini geliştirmeyi amaçlamaktadır. Deniz Kuvvetleri, ihtiyaç duyulması halinde tatbikat faaliyetlerini, Akdeniz Kalkanı Harekâtı kapsamında bölgede harekât icra eden ve Kıbrıs çevresinde faaliyetlerine devam eden Fatih sondaj platformu ile Barbaros Hayrettin Paşa araştırma gemisine refakat eden fırkateyn, korvet, hücumbotlar ve deniz karakol uçakları ile destekleyecektir!  Doğu Akdeniz’de suların hayli ısınmasıyla birlikte Kıbrıs Türk Gücü, adada ve Doğu Akdeniz’deki varlığıyla büyük bir gövde gösterisi yapacak, Türkiye’nin bölgedeki hakları ve menfaatlerinin korunmasında göreve her an hazır olunduğu bir kez daha küresel ve emperyalist güçlere resmen hem ilan edecek hem de vurgulayacaktır!.

Kıbrıs; Türkiye için Akdeniz’de bir UÇAK GEMİSİ ve AVRASYA’YI AFRİKA’YA ve ORTADOĞU’YU AVRUPA’YA bağlamaktadır! Akdeniz ve Kıbrıs beş yüz yıl önce Haçlı orduları tarafından geçilemediği gibi bugün de geçilemeyecek ve yine bir Türk gölü olarak kalacaktır!  Peki, Kıbrıs hangi tarihte ve hangi savaş sonucunda Türklerin hâkimiyetine geçmiştir? Kabaca incelemeye çalışalım! 27 Eylül 1538 tarihinde Barbaros Hayrettin Paşa komutasındaki Osmanlı donanması, Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanmasını Adriyatik Denizi’ndeki Preveze Kalesi önünde yendiği Deniz Savaşıdır! Preveze Deniz Savaşı,  sonunda Akdeniz’deki askeri üstünlük Osmanlı İmparatorluğuna geçmiş! Preveze Deniz Zaferinden sonra Akdeniz,  bir Türk gölü haline de gelmiştir! Avrupa krallarının desteğindeki deniz korsanlığının önüne geçilip, deniz seyahati, ticareti ve sahildeki tüm halkın emniyet ve huzuru sağlanmıştır! Kuzey Afrika’daki İslâm devletleri, Avrupa devletlerinin tecavüzlerinden korunmuş,  denizden hac yolu emniyet altına alınarak, hacılar, korsan taarruzundan emin olarak hac yapmaya başlamıştır!.

Milli şairimiz Mehmet Akif Çanakkale Destanı şiirinin son dizelerinde ise şunları ifade etmektedir;

…..

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler

Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;

Bu göğüslerse Huda’nın ebedî ser haddi;

“O benim sun’-i bediim, onu çiğnetme” dedi.

….

Şüheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…

O, rükû olmasa, dünyada eğilmez başlar,

Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilâl uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhidi…

Bedri’n aslanları ancak, bu kadar şanlı idi!.

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.

….

Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber,

Sana aguşunu açmış duruyor Peygamber!.

Siyasal Durumdan BİHABER Olmak!.

Türkiye gibi ülkelerde siyaset kurumu, iktidara taşınan siyasal parti ve lider, iktidara gelirken dünyanın ve özellikle de ülkenin içinde bulunduğu sosyal, siyasal ve ekonomik konjonktürel süreç çok önemlidir! Her konjonktür kendi siyasal düşünceyi ve partiyi iktidara taşımaktadır! Aksi halde şu anda ülkemizdeki aktif halde bulunan yüze yakın siyasal partinden her birinin iktidar olması ya da iktidara alternatif olması beklenirdi! Türkiye’deki irili ufaklı bir o kadar siyasal parti ve siyasetçi, sistem gereği sadece tanımlı görevlerini yapmaktadır! Yani devletine ve milletine dolaylı olarak hizmet etmektedir! Bazen bilinçli olarak bazen de farkında olmadan! Kadim Türk Devlet Aklı ve Türk Devlet yönetim geleneği, dünyanın ve ülkenin içinde bulunduğu ve geçmekte olan çok ağır şartları da dikkate almak sureti ile Devletin bekası ve Milletin birliği, Türk Devleti ebed müddet devam ilke ve ülküsü çerçevesindeki bir siyasal partiyi,  bir lideri ve siyasal kadroyu iktidara taşımaktadır, şeklinde düşünüyorum! Yani bu ülkedeki tüm siyasal süreç ve gelişmeler öylesine, sıradan ve spontane değildir! Arkasında çok büyük bir Kadim Türk Devlet Aklı, geleneği ve hafızası vardır!

Çok derinlemesine girmeden, siyasal hayatımıza kabaca bir bakalım! 1946 yılında çok partili hayata geçilmesi ile birlikte, CHP içinden yeni bir siyasal kadro çıkarılmakta, iktidara taşınmakta ve on yıl gibi bir süre bu ülkeye hizmet etmektedir! Akabinde 1960 askeri darbesi ile inkıtaa uğratılması ise bu ülkenin dünya sahnesine lider olarak bir daha çıkmaması için küresel ve emperyalist güçler tarafından duraklatma operasyonu! 1960 ve 1970 yılları arasındaki kaotik döneme hiç girmiyorum! Türk Devleti, 1970 yılında on yıl önceki darbenin yaralarını daha sarmadan bir başka askeri muhtıra ile karşı karşıya kalmıştır! Neden ve neler oluyordu? 1970 ve 1980 arasındaki siyasi, ekonomik ve sosyal kaotik dönemi hatırlamak dahi istemiyorum! 1980’lerin sonlarına doğru yeni bir askeri darbe daha! 1960 ve 1980 arasında siyaset kurumuna üç askeri darbe! Ne ala memleket! İkinci Dünya savaşına katılmamış bir ülke, ikinci dünya savaşında neredeyse yerle yeksan olmuş ülkelerden ekonomik ve kalkınma olarak çok daha gerilere düşmüştür! Neden? 1983 ve 1993 arasında yeniden bir kalkınma ve şahlanış dönemi! Akabinde ise 2002 yılına kadar yeniden siyasi, sosyal, ekonomik kriz ve kaotik dönem! Aman Allah’ım neydi o günler;  Her gün yeni bir faili meçhul ile uyanıyorduk! 2002 yılında AK Parti iktidarları ile sosyal, ekonomik ve siyasal olarak istikrarlı yeni bir dönem başlamıştır! Ülkede olmaz ve yapılamaz denilen işler başarılmıştır! Bugün yeni bir siyasal ve ekonomik kriz yani yeni bir konjonktürel durum ile karşı karşıya bulunuyoruz! Yani siyasal olarak yeni bir dönemi ve yeni bir siyasal değişimi işaret eder gibi!

Peki, şimdi bunları neden yazıyorsun? Bu durumu nasıl okumalıyız? Bu durum bizlere ve ülkeye neleri öngörmektedir? Peki, Durum nedir? Durumsal farkındalık nedir? Durumsal farkındalık,  kişinin etrafındaki olayları, tehlikeli durumları ve potansiyel tehditlerin farkında olması ve bir yetenekten çok bir zihniyettir! Bir akıl yürütme süreci, bu sürecin ana unsurları, algılama, bilgi toplama ve sezgilerine güvenmektir!  Türkiye gibi ülkelerde siyaset kurumundaki gelişmelere sürekli olarak şaşırıyor ve sürprizler yaşıyoruz! Pek, neden?!  Yaşadığımız hayatta çevrenizde olup bitenleri ve özellikle de siyaset kurumundaki değişim ve gelişmelerin ne kadar farkındayız? Vizyon, politika, strateji ve taktik geliştirebiliyor muyuz?    Bir bilinmezden diğerine doğru sürekli bir devinim içindeyiz! Neden? “Nasıl göremedim ve nasıl fark edemedim” diye sorguluyoruz kendimizi!  Neden? Oysa hayatımızda ve özellikle de siyaset kurumundaki her olay gelişini haber veriyor ve “Dikkat” sinyal ve işaretleri de yanıp sönüyor! Gören gözlerle bakabildiğimizde, önümüzdeki sahne netleşiyor ve anlama, anlamlandırma, yorumlama ve algılama süreçleri de artık başlamış oluyor! Fakat çoğunlukla çevremizdeki tüm gelişmeleri, olayları ve olguları göremiyor ve fark edemiyoruz! Eğer bunlardan habersiz bir konumda bulunuyorsak, hayatımız durgun bir sudaki saman çöpü gibi çevresel etkilere tabi ve sürüklenip gidiyoruz demektir!

Ramazan ayının son günlerine doğru, bu şehrin yetiştirmiş olduğu siyasi birey, şehrimizde kendisini seven bir dostluk grubu tarafından tertip edilen iftar programına katıldı! Programda eski siyasetçi ve iş dünyasından davetliler de bulunuyordu! Programa katılan siyasi birey,  burada ve daha önceki konuşmalarında; ”Yeni bir Hal ve Yeni bir Vizyon ihtiyacı var” ifadeleri çerçevesinde, ülkemizde ve şehirde yeni bir siyasal parti mi kuruluyor iddiaları ve dedikodusu da yayılmaya başlamış oldu! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreç ile başlayan Anayasa değişikliği ve Cumhurbaşkanlığı Hükumet sistemi ile birlikte böyle bir girişim ve çalışmaların akamete uğrayacağını düşünüyorum! Türk Devleti ve Kadim Türk Devlet Aklı, eski Türk Devleti değildir! Sistem kendisini tamamen korumaya almıştır! Sistem daha önceden kendisini güçler ayrılığının vermiş olduğu açıklardan kaynaklı olarak yeni bir siyasi açılım, girişim ve oluşumlara imkan verebiliyordu! Fakat Cumhurbaşkanlığı Hükumet sistemi tamamen güçlerin birlikteliği ve iki partili bir siyasal sistemi ve daha güçlü bir hükumet etme modelini dayatmaktadır! Bu ve benzeri girişim ve çalışmalar, 2002 yılının son demlerinde DSP iktidarı koalisyon ortaklarını da erken seçim ile tarihe gömen, o dönemde kurulmaya çalışılan ve bir tanesi de hayata geçen siyasal parti gibi Türk Devlet Aklınca kendilerine tanımlanan görevlerini sadece yapar ve siyasal tarihimizin tozlu raflardaki yerini alacaktır, diyorum!  Kadim Türk Devlet Aklı ve Lideri, ” oyun kurucu, oyun ve tezgah bozucu ve  aynı zamanda da dönüştürücü, yapıcı, onarıcı ve çözüm bulucu ”  özellikleri ile Türk Devleti ebed müddet devam ilkesi çerçevesinde her daim canlı ve diri bir şekilde ayaktadır, şeklinde düşünüyorum!