Türkler ve Maturidi İslam Anlayışı!..

Günümüzde bazı olaylar ve gelişmeler karşısında,  karşımızdaki kişiyi çok kolay bir şekilde dinden çıktığını ya da dinsizlikle itham etmekteyiz! Neden? İnsan ve Müslüman olarak bu vebali taşıyabilir miyiz?! İnsanların günahını gördük fakat tövbesine de mi ortak oluyoruz! Nereden  biliyoruz?! Karanlık gecede, kara taşın üstündeki kara karıncanın hareket ettiğini gören ve duyan Yüce Allah, tövbeleri de çokça kabul edendir!

Bin yıllardır birlikte bu topraklarda et ve tırnak olarak yaşamakta olan insanlar, dini veya siyasi bir konudaki eylem veya görüşten kaynaklı olarak birbirlerini neden inkar, tekfir ve küfür yolunu tercih etmektedir? Bu anlayış bize nereden gelmiştir?

Yirmi dört milyon kilometrekarelik  gönül coğrafyasında Adalet ve Hakkaniyet, mazlumların hamisi  ve hoş görünün de temsilcisi bir milletin torunları olarak neden bu konuma geldik? Kim veya kimler bizleri buralara düşürdü? Hedefleri nedir?

Daha dün diyebileceğimiz yakın bir zaman diliminde, Dünya halklarına her türlü kültür, medeniyet ve insani değerleri öğreten ve yerleşmesine de sebep olan asil Türk milleti bugün ilim ve fen alanında herhangi bir gelişme sağlayamamakta ve Batının üretmiş olduğu  bilimin sadece kullanıcı ve tüketici konumunu da geçememektedir! Neden?

Şimdi tüm bunları neden yazıyorsun diye bir soru ile karşı karşıya kalabilirim! Yani Allah, Peygamber ve Kitap uğrunda bir seçim veya tercih konumunda değiliz! Allah şaşırtmasın!

Allah inanan kullarına her daim neden akletmiyorsunuz ve çok az düşünüyorsunuz şeklinde, ikaz ve uyarılarda bulunmaktadır! Neden? Aynı topraklarda birlikte yaşadığımız, bu vatanı da birlikte savunduğumuz, Çanakkale ve Kurtuluş savaşını da hep birlikte verdiğimiz insanların siyasi görüşleri tabii ki farklılık arz edecektir! Koyun veya Sığır  sürüsü müdür, bu asil millet! Olmadığına göre!

Selçuklular döneminde, Gazali ve diğer Farisi alimlerin etkisi ile birlikte,  Mutezile,  ve İsmailli ve diğer başkaca yeni mezhep ve görüşler zuhur etmeye başlamıştır! Neden? Kim veya hangi güçler buna öncülük etmiştir?! Bu mezhep ve görüşler çok küçük nüans ile birlikte birbirine çok benzemektedir! Bu mezhep ve görüşlerin temel ilkeleri; Büyük günah işleyen kimse iman ile küfür arasındadır!

Tüm bu gruplar siyasal bir topluluktur! İmamlık sıra ile soya geçer, başkasının yönetimi eline alması, yasaya ve inanca aykırıdır! İmamlar yanılmaz, yaptıkları da söyledikleri de doğrudur ve  tartışılmaz! İmamın tüm sözü Kuran’dır ve buyruğu tanrı buyruğudur, gibi..

Mâturîdî, böyle bir dönemde ve bu kadar ağır şartlar altında, kendisini ilme vermiş ve bütün Türk dünyasını etrafında toplayan ve kendi adıyla anılan itikadı bir mezhep kurmuştur! Türklerin  din ve İslam anlayışı, dini düşünce tarihi açısından da yeni bir çığır açmıştır! Çünkü  eserleriyle birlikte, akılcılık ve hoşgörü,  Türk İslam anlayışının  temel taşları olmuştur.

Maturidiliğin hakim olduğu kültür havzasında, bugün dahi eserleri Türk boyları arasında ezbere okunan Ahmet Ye-sevi, Hz. Mevlana, Hacı Bektaşi Veli  ve Yunus Emre gibi büyük Türk mutasavvıflarının yetişmesine, Türk boylarının Hanefi – Mâturîdî din ve İslam  anlayışı etrafında toplanmasına ve büyük Türk devletlerinin kurulmasına da zemin hazırlamıştır!.

Peki, Maturidiliğin temel ilke ve görüşleri nelerdir diye kabaca incelediğimizde! İnanç ilkeleri ve akaid ile ilgili en kapsamlı eseri Kitab üt-Tevhid’dir.  Bu esere göre dinin öğrenilmesinde başvurulacak vasıtalar biri nakil ve  diğeri de  akıldır.

Nakil’den maksat Kur’an ve Sünnet’tir. Matüridî, İslam’ın evrenselliğine zarar vermeyecek biçimde, itici olmaktan çok kucaklayıcı bir yaklaşımla dini anlatır. Bu sebeple Matüridî, dinin özünü ilgilendirmeyen görüş farklılıklarını hoş görür, onların sahiplerini dinden çıkmış olarak görmez!

Akıl, bilgi kaynaklarından biri  ve insana verilmiş ilahi bir emanettir! İnsanlar akılları sayesinde güzellik ve çirkinlikleri tanır, kendi üstünlüklerini de onun sayesinde anlar! Kulun kusur işlemesi aklını kullanmayışı yüzündendir! Allah’ın emirleri aklı olana ve aklını kullanan insanlara hitabendir!

Allah’ın emirlerini anlayacak akıl seviyesine sahip olmayanlar, ilahi emirlerin dışında kalır ve sorumlu olmazlar! İnancın ana ilkelerini ilgilendirmeyen ve esasa müteallik olmayan,  eylem ve ibadet farklılıklarını hoşgörü ile karşılar, kelime-i şehadet getiren ve Kıble’ye yönelen herkesi mümin olarak değerlendirir! Ancak Allah-u Teala Kuran’da, sadece Allah’a ulaşmak isteyenleri de Hak Mümin ve  bu insanların da tevhidi oluşturan takva sahipleri olduğunu,  cennete  de gireceğini  açık bir dille anlatmıştır! Açık bir yalanlama ve  inkarda  bulunmadıkları sürece insanların ibadet ve işlerine karışılmaması gerektiğini savunur! Yani, Matüridi inanç sistematiğinde dinde zorlama yoktur, yaklaşımını esas alır!

Türk kültür havzasında ortaya çıkan ve Türklerin geneli tarafından benimsenen Maturidiliğe,  asil Türk Milleti  mezkur kaideler çerçevesinde daha büyük önem atfetmiştir. Bunun yanı sıra Hanefilik ve Mâturîdîlik Türk dünyası açısından etle kemik gibidir. Her Mâturîdî Hanefî, her Hanefi de Maturididir!

Selçuklu ve  Osmanlının ilk döneminde Türk denilince Mâturîdî ve Hanefi olarak anlaşılıyordu. Ancak Osmanlı döneminde Gazâlî’nin sufilikle ilgili eserleri ve Cumhuriyet döneminde de, bazı grup, kişi, görüş ve eserler, Türkler arasında Hanefi – Mâturîdî kimliğinin zayıflamasında etkili olmuştur. Peki neden? Hatta İlmihal kitapları veya din görevlileri için hazırlanan el kitaplarında “fıkıhta mezhebimiz Hanefilik, itikatta Mâturîdîlik ” şeklinde bir kimlik oluşturulmaya çalışılmıştır.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşuyla birlikte, Selçukludan devir alınan geleneğin etkisi, yerli  ve milli  Türk devlet anlayışının sonucu olarak Mâturîdî din ve İslam anlayışı  daha fazla ilgi görmeye başlamasına rağmen, sonraki süreçte, İmamlar yanılmaz, yaptıkları da, söyledikleri doğrudur ve  tartışılmaz,  imamın tüm sözü Kuran’dır ve emirleri de tanrı buyruğudur, görüş ve akımları ön plana çıkmaya başlamıştır! Neden?

Kim veya kimler bu konuda öncülük etmektedir?! Büyük oyun, büyük plan ve büyük hesaplar nelerdir?! Yeni dönem ile birlikte, Türk dünyasında ve özellikle de Türkiye Cumhuriyeti Devleti sınırlarında, Türk Devlet aklı ve kadim devlet geleneğimiz çerçevesinde, 2023 – 2053 ve 2071 vizyon ve hedefleri doğrultusunda,  Maturidi İslam anlayışının tamamen yerleşeceği ve gelişeceği kanaatindeyim!

Müslümanların İktidar ile İmtihanı!.

Ülkemizdeki 31 Mart 2019 mahalli seçimlerinde asil Türk milleti kararını sandıkta vermiş ve demokratik iradesini de izhar etmiş olmasına rağmen bazı büyük şehir ve ilçelerimizdeki tartışmalar ve seçim sonuçlarının bıraktığı tortu halen devam etmektedir! Neden?  AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan seçim gecesinden itibaren yapmış olduğu tüm beyanatlarında, 15 büyük şehir belediyesini kazandıklarını da vurgulamasına rağmen, AK Partinin kurulduğu tarihten bil itibar sırtından geçinen muhafazakar görünümlü bazı tipler ortalığı birbirine katmak için ellerinden ve dillerinden ne gelirse yapmaktadır? Peki neden? Bu tiplerin derdi nedir? Ve bu tipler kime ve nereye çalışmaktadır?!  Bu tiplerin, Türk Devleti ve Türk Milleti gibi bir dertleri de var mıdır? Tabii ki hiç sanmıyorum!  Daha önceki yazılarımızda sürekli olarak vurgulamaya çalıştığımız, Yeni bir Türk Devleti de kuramayacağımıza göre, Türk Devlet Aklı ve iki bin üç yüz yıllık Kadim Türk Devlet geleneği her an devrededir! Tüm bu gelişmeler ve sonuçların Kadim Türk Devlet aklının kontrolü ve denetimindedir, şeklinde düşünüyorum!.  Bu tiplerin sadece bir gayeleri vardır!  AK Parti iktidarları ile başlayan ve devam etmekte olan rant ve hortum düzeninin ila nihai sonsuza kadar sürdürülmesidir! Devlet ve Millet  ne olacak dediğinizi de duyar gibiyim!  Devlet ve Milletin tabii ki canı cehenneme! Adamların kurulu düzeni, rahatı, rant  ve hortumları yeter ki devam etsin!. Ne diyorsunuz?!
 
Muhafazakar camia, 1989 yılındaki yerel seçimler ile devlet,  makam, mevki, iktidar, güç, para, mal ve kadın ile tanışmıştır! Bu tarihten sonraki süreç, devlet kadrolarına yerleşmenin, iktidar, güç, mal ve para ile de daha fazla haşir neşir olmaya başladığımız bir dönem, olarak siyaset ve  sosyal tarihe geçecektir! Muhafazakar camia bu tarihten itibaren, ülkede daha önceden birileri tarafından kurulmuş ve karşı çıkılmış olan getto şehirler ve getto mahalleler kurmaya başlanmıştır! AK Partinin iktidara geldiği tarihten itibaren bu süreç daha büyük  bir ivme kazanmıştır! Neden? Çünkü iktidar, güç ve parayı artık  muhafazakar camia olarak bizler  yönetiyorduk! Peki, muhafazakar camia bu sınavı kazanmış mıdır? Tabii ki hayır! Muhafazakar camia bu süreçteki dünyalık tüm sınavlarda sınıfta kalmıştır! Uzatmadığımız kamu malı kalmamıştır!  Kamu kurumlarına personel alımlarındaki Ehliyet ve Liyakat tarih olmuştur! Adalet dediğinizi de duyar gibiyim! Bizden olanlara dağıtıyoruz ya, daha ne istiyorsunuz! Kamu işlerinde şura ise küçük bir çıkar ve menfaat grubu çerçevesinde yürütülmektedir! Daha ne olsun!. Peki, bu düzen ne zamana ve nereye kadar böylece sürdürülebilir? Elbette ki bir yerde durması, durdurulması ve patlaması da gerekiyordu! Tüm bu süreçte, Kadim Türk Devlet aklı ve devlet geleneğinin her an devrede olduğunu da düşünüyorum!. 31 Mart 2019 mahalli seçimleri bu birikmiş olan tortu ve arızanın  patlamasının da miladı olarak tarihe geçecektir!
 
Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah,  dünyalık makam, mevki, para ve mal gibi nimetler konusunda,  Müslüman ve İman ehline ne gibi uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır! Ve iyi bilin ki mallarınız ve evlatlarınız bir fitneden ibarettir, Allah yanında ise azim ecirler vardır. ( Enfal- 28 ) Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükâfat ise Allah’ın yanındadır. ( Teğabün -15 )   Ey İnananlar! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar ziyana uğrayanlardır, (Münafikun – 9) buyurmaktadır!
 
Peki, Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah,  iman ettiğini ve imanı çerçevede yaşadığını da iddia eden biz Müslümanlara, ehliyet, liyakat ve işlerimizi de şura ile nasıl yapmamız konusunda neler emretmektedir! Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla görendir. ( Nisa – 58 ) Ve onlar ki Rableri için davete uymakta ve namazı dürüst kılmaktadırlar.  Allah iman ve itaat için Peygamber tarafından yapılan davete uymaları ve dinin direği olan namazı kılmakla cemaat ve toplumu sağlam tutanların İşleri de aralarında şura’dır. İşleri, buyrukları zorbalıkla değil, aralarında danışıklı, görüşlerine başvurma iledir. ( Şura – 38 ) Sen, o zaman, sırf Allah’ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık onları sen bağışla, onlar için Allah’tan mağfiret dile. Yapacağın işlerde onlara da danış, bir kere de azmettin mi, artık Allah’a dayan. Muhakkak ki Allah kendine dayanıp güvenenleri sever, ( Ali İmran – 159 ) buyurmaktadır!.
 
Şimdi tüm bu sonuç ve izahat çerçevesinde, Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah Hac suresi 41. Ayeti kerimesinde Müslüman olduğunu da iddia eden günümüz tüm siyasal İslamcı muhafazakar camiaya hitaben; mal, mülk, para, kadın, güç ve iktidar sahiplerinin nasıl bir davranışta bulunmaları gerektiği konusundaki uyarı ve ikazlarına bakalım! Onlar ki, eğer onları yeryüzünde yerleştirirsek, bir makam ve bir iktidara getirirsek,  namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler, maruf ile emrederler, münkirden nehy ederler ve bütün işlerinin akıbeti ise Allah Teala’ya aittir, buyurmaktadır! Peki şimdi yeniden ve tekrardan bir kez daha soralım! Allah aşkına muhafazakar camia olarak neyin muhafazakarıyız?! Neyi ve neleri  muhafaza ediyoruz?!. 

Yeni Bir Dönem Başlıyor!..

31 Mart 2019 mahalli seçim sonuçlarının  öncelikle Türk Milleti ve Türk Devleti, gözü ve gönlü burada olan tüm mazlum coğrafyalar, şehirlerimiz, ilçelerimiz ve mahallelerimize hayırlı olmasını,  başkan seçilen adayların da bulundukları beldelerde  hayırlı hizmetlerde bulunabilmeyi, beş senelik hizmet dönemlerinde de  vatandaşlarımızın  gönüllerine girmeyi ve  gök kubbede  hoş bir seda bırakabilmelerini dilerim. Şimdi diyeceksiniz ki; Amma da çok şey talep ediyorsun, seçilen  belediye başkanlardan, dediğinizi de duyar gibiyim! Başkan seçilmek sadece mal,  mülk, para yığmak, zevk-ü sefa peşine düşmek  ve makam  koltuğuna gömülmek, vatandaşa tepeden bakmak, vatandaşa eziyet etmek ya da vatandaşın işlerine zorluk çıkarmak için talep edilmiyor, herhalde! Bunları yapan başkanlar bir sonraki dönem zaten normal olarak  oyun dışına atılmaktadır!  Tabii ki  başkan; bölgesindeki vatandaşlarımızın  hayatını kolaylaştırmak için yer altı ve yer üstü hizmetlerde bulunmayı, tüm  işlerini de kanun ve kurallara uygun bir çerçevede çözüme kavuşturmak demektir!  Bir insan, başkaca ne için başkan olmayı talep edebilir ki?! Şehrin emini olabilmek ve uzun yıllar  hayırla yad edilebilmek! İnsan daha ne isteyebilir ki?!
 
31 Mart mahalli seçimleri bitti! Vatandaşlarımız kararını verdi! Seçim hakkında bazı bölgeler ve şehirlerimizle ilgili olarak vatandaşlarımızda çok kolay olmayan bir kabul ortaya çıkmış olsa da, sonuçlar meydandadır! AK Parti bazı bölge ve şehirlerimizde vatandaşlarımız tarafından  siyasi olarak kırmızı kart ile cezalandırılmıştır! Bazı şehirlerde ve ilçelerimizde  AK Parti  siyaseten oyun dışına atılmıştır! Tabii ki bu durum insani olarak  da  kabulü  kolay olmayan ve çok zor bir durumdur! Demokrasinin güzelliği de burada değil midir? Vatandaşlarımız, bir önceki seçim döneminde oy verdiği, desteklediği ve seçmiş olduğu bir parti veya  adayı,  yeni dönemdeki  seçimde  beğenmediğini de siyaseten oyun dışına atarak göstermektedir! Vatandaşımızın bu feraseti ve idrakine de tabii ki saygı duymak gerekir! Vatandaşlarımız,  bölgelerindeki  bir  partinin meclis üyesine oy verirken,  aynı partinin başkan adayını tercih etmemektedir! Neden acaba? Siyaset mühendislerinin üzerinde çokça durması gereken ve üniversitelerimizde de  case niteliğinde okutulması gerekir, diye düşünüyorum!
 
31 Mart mahalli seçimlerinden birkaç gün önce köşe yazımızdaki vurgularımıza kabaca bir bakalım! Türkiye’de her seçim biraz hengameli geçer! Her seçimde olduğu gibi 31 Mart mahalli seçimlerindeki seçim meydanlarında kırgınlık, yorgunluk ve iletişim kazalarının da bolca yaşandığı bir dönem olarak siyaset tarihimizde yerini alacaktır! Siyasal iletişim ve propaganda teknikleri açısından söylenmemesi gereken sözler ve ifadelere de şahit olduk! Neden? Bazı ifadeler karşısında neredeyse küçük dilimizi yutacak noktaya geldik! Nasıl olabilir? Böyle bir ifadeyi  veya iletişim kazasını bir siyasi parti mensubu veya aday, nasıl ve neden kullanabilir, dedik?! Tabii ki tüm bu  yaşadıklarımızın bir arka planı ve açıklamasının da olması gerekir? Türk Devlet Aklı ve iki bin üç yüz yıllık kadim devlet  geleneği doğrultusunda, seçim  meydanlarındaki olaylar, ifadeler ve tüm  gelişmelere  baktığımızda, bu sözler, bu  ifadeler ve iletişim kazalarını da değerlendirdiğimizde, öylesine sehven yapılan bir konuşma veya  hata olarak bakamayız! Peki, nasıl bakmalıyız?  Ülkemizdeki  16 Nisan Anayasa değişiklik referandum süreci ile başlayan ve Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminin de olmaz ise olmazı, iki partili sistemin tam olarak oturması ve yerleşmesi için, kadim devlet aklının denetim ve kontrolünde bilinçli bir şekilde yapılmakta olan ‘Seçmen ve Oy konsolide’  teknikleri olarak düşünüyorum, şeklinde bir değerlendirmede bulunmuştum!
 
Hulagu, Moğol İmparatorluğunun kurucusu Cengiz Han’ın torunu, İlhanlı Devletinin kurucusu Mengü Kağan’ın da kardeşidir. Hulagu 1258 tarihinde Bağdat’a girerek Abbasi Halifesi Mutasım’ı keçeye sarıp Moğol atlarının ayakları altında ezdirerek öldürtür. Şehirde katliamlara başlar ve şehri yağmalar. Kadın, yaşlı, çocuk ve hamile demeden bazı kaynaklara göre iki yüz bin, bazılarına göre de  dört yüz bin insanı katleder. Sadece bir ülkenin, bir  devletin,  bir milletin  ve toprakların  neden böyle bir istila, katliam ve sonuç  ile karşı karşıya kaldığını idrak edebilmek için zalim komutan Hulagu ile Kadı han  arasında geçen konuşma ise çok manidardır! Hulagu karşısına gelen Kadı han isimli kişiye;  Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir, diye sorar. Kadı han, Hulagu’ya;  Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetini bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki ve  mal mülk peşine düştük. Zevk ve sefaya daldık. Cenabı  Hak bize verdiği nimetleri de almak üzere seni gönderdi, der.
 
1989 yerel seçimleri ile başlayan hizmet belediyeciliği, 1994 yerel seçimlerinde bu hizmet kervanına  İstanbul ve Ankara gibi metropol şehirlerin de  dahil olması ile tüm Türkiye’ye yayılmış ve 2002 genel seçimlerinde de Türkiye Cumhuriyetinin yönetim kademesine bu mantık,  bu düşünce,  bu görüş  ve bu hizmet anlayışı konuşlanmıştır! 16 Nisan tarihindeki Anayasa değişiklik referandum süreci ile başlayan, 15 Temmuz hain darbe  ve işgal kalkışması akabinde ki Yeni Kapı ruhu ile de perçinlenen ve 24 Haziran 2018  tarihindeki Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi seçimleri ile Türk Devlet yönetimi yeni bir döneme, yeni  bir sisteme ve yeni bir viraja girmiştir! Siyasi parti hayatımızda artık iki partili sistem adım adım oturmaktadır! 31 Mart 2019 mahalli seçim sonuçları da bize şunu göstermekte ve işaret etmektedir ki; Kadim Türk devlet aklı ve  devleti ebed müddet vizyonu, şuuru ve ülküsü çerçevesinde, iki bin üç yüz yıllık kadim devlet geleneği Türkiye Cumhuriyeti Devlet yönetim sistemine el koymuş, devletin yönetim kademesi ve kadrolarında  artık yeni bir ‘MİLAT ve DÖNEM’ başlamaktadır, şeklinde düşünüyorum! Buradan kesinlikle geriye bir dönüş de olmayacaktır! 

Dünle Beraber Gitti, Ne Kadar Söz Varsa, DÜNE AİT!..

31 Mart mahalli seçimler için oy verme işlemi biz bu satırları karalamaya başladığımızda bitmek üzereydi! Seçim takviminin açıklanması ve adayların da kamuoyu ile paylaşılması akabinde seçim çalışmaları da başlamış oldu.  Seçime katılan tüm parti teşkilatları, adaylar ve vatandaşlarımız seçim döneminde gerçekten çok yoruldular!  Seçime iki gün kala yapılan bir basın toplantısı münasebeti ile teşkilat mensubu dostlarla ayak üstü sohbetimizde enerji olarak tükenmek üzere olduklarını da ifade etmişlerdi. Yani seçimler bir hafta veya bir ay ertelendi diye  ‘Bir Nisan’  şakasını dahi kaldıramayacak ve isyan noktasına gelmiş bulunan teşkilat mensubu dostlarımız bulunuyordu! Tabii ki kolay değil! Seçimler tamamen insanüstü bir gayret ve çalışma gerektiriyor! Dostlar ile sohbetlerimizde, Cumhurbaşkanımız ve AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bir günde iki veya üç ilde yapmış oldukları meydan toplantılarını, seçim meydanlarındaki performansını ve enerjisini vurgular, takdir ve hayretler içinde bu durumu ifade ediyoruz!   Elbette ki seçimler çok yorucudur! Elbette ki seçimler insan üstü bir gayret ve çalışma gerektirir!  Teşkilat mensuplarının Konya gibi illerde aynı gün içinde birkaç ilçemizde bulunmaları da gerekmektedir! Seçim döneminde tüm bu gayret ve çalışmaları yapan teşkilat mensupları dostlar ve arkadaşlarımıza da teşekkürlerimi hassaten ifade etmek isterim! Seçim sürecinde başkan adayları ve teşkilat mensuplarının vatandaşlarımız ile görüşmek ve tokalaşmak yarışına girdiklerini unutmamalarını, seçim sonuçları açıklanıp ve mazbatayı aldıktan da sonra başkan olunca vatandaştan kaçmamalarını, telefon numaralarını değiştirmemelerini ve seçim meydanlarında olduğu gibi vatandaşa verdikleri sözleri de tutmalarını tavsiye ederim! Makamlar kimseye baki değildir! Tüm mesele gök kubbede hoş bir seda bırakabilmektir! Beş yıl çok uzun bir zaman dilimi değildir! Göz açıp kapayıncaya kadar gelip geçer, bizden hatırlatması!

Artık seçimler bitti! Seçime dair tüm sözler meydanlarda söylendi ve bitti, sandıklar kapandı ve oylar sayılmaya başlandı! Ve bugün sabah itibari ile seçim sonuçları ülke genelinde tamamen netleşmeye başladı! 31 Mart mahalli seçimlerinde seçime giren tüm partiler ve adaylar, seçim meydanı ve sosyal medya üzerinden seçmeni ikna edebilmek ve oylarını da alabilmek için söyleyecekleri her şeyi söylediler. Akabinde de dün saat 17.00 itibari ile de seçmen kararını vermiş ve son sözünü de söylemiştir. Peki, bu saatten sonra ne yapmalıdır? Seçmen, 31 Mart mahalli seçimlerinde kararını verdiğine ve tercihini de yaptığına, bu kararı da ilgili ilgisiz herkes öğrendiği ve kabul ettiğine göre, seçim kampanyası dönemi ve meydanlarda söylenenler artık dünde kalmıştır! Seçim meydanlarındaki ifadelere, sözlere ve konuşmalara bugün için takılıp kalmanın kimseye ve özellikle de bu ülkeye hiçbir faydası olmayacaktır! Şimdi, Türk Devleti ve Türk Milleti için seksen milyon tüm farklılıklarımızla yeni şeyler söylemenin, devleti ebed müddet ve 2023, 2053 ve 2071 vizyon, hedef, ülkü ve ideal yolunda daha güzel şeyler söylemenin, daha çok çalışmanın ve yapmanın tam zamanıdır, diye düşünüyorum!

17 Nisan Anayasa referandum süreci ile başlayan, 24 Haziran 2018 genel seçim sonuçlarının akabinde de 9 Temmuz tarihindeki Cumhurbaşkanımızın yemin etmesi ve Cumhurbaşkanı Hükumetinin de açıklaması ile birlikte Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi tam olarak ülkemizde yürürlüğe girmiştir. Peki, Türk devlet yönetim sistemi olarak neden bu konuma gelmiştir? Parlamenter sistem neden terk edilmek zorunda kalınmıştır? Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulmasından sonraki süreç ve çok partili hayata geçilmesi ile birlikte,  ülke yönetim sistemindeki açıklardan kaynaklı olarak, her on yılda bir inkıta, darbe ve muhtıralar süreci ile karşı karşıya kalmıştır!  Böyle gelmiş böyle de devam etmeli miydik? Yoksa yeni bir yol açmalı ve yeni bir yol bulmalı mıydık?  Ya da bize biçilen dar elbisenin içinde patlamalı mıydık? Hangisi?! Tabii ki kadim Türk devlet aklı ve devlet geleneği bize yeni bir yol bulmayı önermektedir! 16 Türk Devleti de bu akıl ile kurulmuştur!  Başka bir Türk Devletini yeniden kuramayacağımıza göre! 15 Temmuz 2016 tarihindeki hain darbe ve işgal kalkışması Cumhurbaşkanlığı hükumet sistemine geçiş sürecine aciliyet ve ivedilik kazandırmıştır! 31 Mart 2019 mahalli seçimler bittiğine, meydanlardaki tüm sözler de orada kaldığına ve seçmen de demokratik kararını verdiğine göre, seçmenin kararına tüm taraflar saygı duyulmalı ve artık ülkemizin birlik, beraberlik ve kalkınması için hep birlikte daha çok çalışılmalıdır! Sınırlarımız bölgesinde kukla devletçik kurmaya çalışan emperyalist ve küresel güçlere tokat gibi bir milli birlik ve beraberlik cevabı verilmelidir! Sınırlarımızda yapılan tüm yığınaklara karşı seksen milyon tek yürek ve tek ses olduğumuz ve yüz yıl öncesinde olduğu gibi,  Kuvayi milliye ve Çanakkale ruhumuzun yeniden neşvünema bulduğu tüm kürsel emperyalist güçler ve işbirlikçilerine gür bir seda hatırlatılmalıdır! Peki, Akdeniz ve Karadeniz’de dönen hesaplar, planlar, dolaplar ve olaylara neler demeli? Tabii ki tüm bunlara tek yürek  ve tek ses cevap verebilmek için seksen milyon artık bir ve beraber olmalıyız! Başkaca bir tercih ve seçimimiz de yoktur!

Hz. Mevlana sekiz asır önce ne güzel ifade buyurmuş!

Her gün bir yerden göçmek ne iyi! Her gün bir yere konmak ne güzel!
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş! Dünle beraber gitti cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım!

Söz ve Karar, Artık, Seçmenin!

31 Mart mahalli seçimlerine iki gün kaldı. Seçime girecek olan parti  başkanları, teşkilat mensupları ve adaylar, seçim meydanları, basın  ve sosyal medya üzerinden müşteriyi yani seçmeni  etkilemek, ikna etmek ve oylarını da alabilmek  için  söylenmesi gereken tüm sözlerini söyledi ve  bitti! YSK tarafından kendilerine tanınan süre doldu!  Söz ve  karar artık seçmen ve yüce Türk Milletinin! 31 Mart mahalli seçim sonuçlarının ülkemiz, bölgemiz, mazlum milletler, parti teşkilat mensupları ve seçimi kazanan tüm aday ve başkanlara da şimdiden hayırlı olmasını dilerim.
 
Türkiye’de her seçim biraz hengameli geçer! Her seçimde olduğu gibi 31 Mart mahalli seçimlerindeki seçim meydanlarında kırgınlık, yorgunluk ve iletişim kazalarının da bolca yaşandığı bir dönem olarak siyaset tarihimizde yerini alacaktır! Siyasal iletişim ve propaganda teknikleri açısından söylenmemesi gereken sözcükler ve ifadelere de şahit olduk! Neden? Bazı ifadeler karşısında neredeyse küçük dilimizi yutacak noktaya geldik! Nasıl olabilir? Böyle bir ifadeyi  veya iletişim kazasını parti mensubu veya aday, nasıl ve neden kullanabilir, dedik?! Tabii ki tüm bu  yaşadıklarımızın bir arka planı ve açıklamasının da olması gerekir? Türk Devlet Aklı ve iki bin üç yüz yıllık kadim devlet  gelenek tecrübesi doğrultusunda, seçim  meydanlarındaki olaylar, ifadeler ve tüm  gelişmelere  baktığımızda, bu sözler, ifadeler ve iletişim kazalarını da değerlendirdiğimizde, öylesine sehven yapılan bir konuşma veya  hata olarak bakamayız! Ülkemizde 17 Nisan Anayasa değişiklik referandum süreci ile başlayan Cumhurbaşkanlığı hükumet sisteminin de olmaz ise olmazı, iki partili sistemin tam olarak oturması ve yerleşmesi için, bilinçli bir şekilde yapılmakta olan seçmen ve oy konsolidasyon teknikleri olarak değerlendiriyorum!
 
Peki siyasal iletişim nedir? Siyasal iletişim teknikleri nelerdir? Siyasal iletişimi siyasal arenada birbirini anlama ve anlatma biçimi, olarak kabaca ifade edebiliriz! Siyasal iletişim, inandırmak, ikna etmek, yönlendirmek, bilgilendirmek, kumanda etmek, görüşmek ve tüketmek gibi değişik siyasal önerilere ulaşır. Bir siyasal görüş ya da organın, etkinlikte bulunduğu siyasal sistem içinde kamuoyu güvenini ve desteğini sağlamak, dolayısıyla iktidar olabilmek için zaman ve konjonktürün gereklerine göre reklam, propaganda ve halkla ilişkiler tekniklerinden yararlanarak sürekli bir biçimde gerçekleştirdiği tek veya çift yönlü iletişim çabasıdır. Siyaseti, toplumun farklı kesimleri ve güç odaklarının ortak bir zeminde uzlaştırılması olarak tanımladığımızda, iletişim de ortak semboller üzerinden bir uzlaşı  oluşturma sanatı ve bunlar üzerinde tartışarak bir anlaşmaya varma süreci, şeklinde açıklayabiliriz. Siyasal pazarlama; pazarlama yönetim sürecinde ve pazarlama karması kararlarında önemli bir değişken olan tüketici, burada seçmen olarak değerlendirilmektedir. Ticari alanda tüketicinin sahip olduğu rol aynı biçimde seçmen için de geçerlidir. Parti, program ve lider olarak nitelenen siyasal ürünün tasarlanması, pazar koşulları ve beklentilerinin, pazar boşluklarının da iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Seçmenlerin beklentilerini doğru ve net bir şekilde belirleyemeyen siyasal parti ve liderler, seçmenleri ile doğru bir pazarlama iletişimi de kuramayacakları için seçim kazanamayacak ve iktidar da olamayacaktır! Seçimlerin kuralı da budur! Bu kurala seçimlere katılan herkes demokrasinin gereği olarak da uyacak ve kabul edecektir!
 
31 Mart mahalli seçimlerinde diğer seçimlerde olduğu gibi  sokaklardaki seçim araçlarının gürültüsü, seçim afiş ve  broşür kirliliğine şahit olmadık! Böyle bir karar ve uygulamayı yürürlüğe  koyan tüm yetkililere de buradan teşekkürlerimi sunarım! Bu seçimde adaylar daha çok sosyal medya ve diğer iletişim teknikleri üzerinden seçmen ile buluşmaya çalıştılar! AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, gençlere hitaben QR kodlu bir seçim manifestosu da göndermiştir! Daha doğrusu adaylar seçmene dokunmak için her yolu denediler! Seçmen ve hedef kitlesine dokunamayan ve seçmen tarafından kabul görmeyeceği için oy da vermeyecektir! Dünyadaki tüm seçimleri incelediğimizde aynı iletişim teknikleri  ve siyasal pazarlama yöntemleri karşımıza çıkmaktadır!
 

Ülkemizdeki 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması, daha önceden yaşanmış olan darbeler, muhtıra ve post-modern darbe  tecrübeleri doğrultusunda, Türk Devleti olarak belediye başkanlıkları ve tüm yönetim kademelerinde, yeni bir sistem ve karar almak için çalışmalar yürütülmektedir. Bunlardan  yürürlüğe giren; 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 47. maddesindeki düzenleme; Görevleriyle ilgili bir suç nedeniyle haklarında soruşturma veya kavuşturma açılan belediye organları, buradan maksat otuz büyük şehir belediye başkan ve bu organların üyeleri, kesin hükme kadar İçişleri Bakanı tarafından görevden uzaklaştırılabilir, hükmünü taşıyordu. Yani Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi ve Cumhurbaşkanı kararnamesi ile, İçişleri Bakanı yerine Cumhurbaşkanı tarafından otuz büyük şehir belediye başkanı görevden uzaklaştırılabilir, ibaresi yer almaktadır. Peki, bu ve benzeri karar ve uygulamalar neden alınmaktadır? Devletin şahıslar ile bir dedi mi vardır? Devlet dediğiniz kurum kişilerle uğraşır mı? Tabii ki hayır! Cumhurbaşkanlığı Hükumet Sistemi ile birlikte, Türkiye Cumhuriyeti Devletinden başka  yeni bir devlet kuramayacağımıza göre ve Türk Devleti ebed müddet ülküsü, ideali ve ulusal güvenliğimiz çerçevesindeki yeni sistem ile birlikte, bu topraklarda darbe ve benzeri bir kalkışmanın bir daha yaşanmaması adına, devlet tüm açıklarını kapatacak ve emniyet supaplarını da bir bir devreye alacak ve almalıdır! Peki, daha ne olmasını bekliyorduk?! 

Avrupalılar TÜRKLERİ Sevmez!.

Türk Devleti ve özellikle de Türk Milleti dünya üzerinde her daim barış ve huzur, Adalet ve Hakkaniyetin temsilcisi ve mazlum  milletlerin de hamisi olmuştur! Tarih bunların canlı örnekleri ile doludur! Her ne kadar birileri  bu gerçekleri yok saymaya ve silmeye devam etse de! Türk Milletini dünya insanlık tarihinden çıkardığımız vakit geriye tarih adına da hiç bir şey zaten kalmayacaktır! Türk Milleti dünya üzerinde son altı  yüz yıllık dönemde yirmi dört milyon kilometrekarelik bölgesinde yaşamakta olan tüm insanların ırk ve din farkı gözetmeksizin koruyucusu ve gözetleyicisi olmuştur! Osmanlı İmparatorluğunun dağılma süreci ile birlikte küresel ve emperyalist güçler tarafından   yirmi dört milyon  kilometrekarelik gönül coğrafyamız ile bağlarımız tamamen koparılmaya çalışılmıştır! Sınırlarımız boyunca kukla devletçiklerle  çevreleme operasyonları yapılmıştır! Halen de aynı girişimler vekalet ve vesayet orduları üzerinden  yapılmaya devam etmektedir! Peki, neden? Türk Milleti, dün olduğu gibi bugün de,  dünya küresel ve emperyalist güçlerinin paylaşım ve çıkarlarına ne gibi zararı olmaktadır ki, yirmi dört milyon kilometrekarelik gönül coğrafyamız ile bağlarımız koparılmaya, bitirilmeye ve içeride de her türlü parçalama ve bölme operasyonlarına  devam etmekteler?! Neden?
 
AK Saçlı ve Ak Sakallı ihtiyar dostum,  Türkiye Cumhuriyetinin kurulması akabinde devletimizin yeniden yapılanma süreci ve Almanya’daki Hitler zulmünden kaçan bir bilim adamı ile öğrencileri arasındaki yaşanmış bir hikaye ve konuşmayı yerel seçimler öncesinde yaşanmakta olanlar çerçevesinde ders alabilmemiz zaviyesinden  aktardıktan sonra gözlerden kayboldu! 1930 yılında Hitler zulmünden kaçarak Türkiye’ye gelen Yahudi asıllı Alman Prof. Dr. P. Neumark, Hukuk ve İktisat fakültelerinde hocaların hocası olarak ders vermiştir. Neumark  ile bazı öğrencileri Boğaziçi’nde bir geziye çıkar ve öğrencilerinden  birisi hocaya  şu soruyu sorar: Avrupalı bizi neden sevmez, hocam? Prof. Neumark’ın cevabını cep defterine kaydeden bir avukat:  Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalılar Türkleri gerçekten sevmez ve sevmeleri de mümkün değildir. Çünkü; Türk ve İslam düşmanlığı, asırlardır kilisenin ve Hristiyanların en küçük hücrelerine kadar sinmiştir. Sebeplerine gelince; Avrupalılar sizleri Müslüman olduğunuz ve İslam’ı yaydığınız ve Müslümanları asırlarca himaye ettiğiniz için sevmez!  Sizler farkında değilsiniz ama onlar şu gerçeği çok iyi bilirler; Tarihten Türk çıkarılırsa tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihin yeniden yazılması gerekir. Osmanlı arşivi kasıtlı olarak çürütüldü ve imha edildi!  Dün Avrupa’nın pazarı idiniz, şimdi Avrupayı pazar yapmaya başladınız! En az dört yüz yıl Avrupa’nın sırtında ve ensesinde at koşturdunuz!  Selçuklular Anadoluyu, Osmanlılar ise Balkanlar ve Orta Avrupayı  Hristiyan Haçlılara mezar ettiler! Sizi silah ile yenemeyenler, kendilerine benzeterek, milli ve manevi değerlerinizden kopararak yendiler ve hakimiyet sağladılar. Giyiminizden yaşantınıza kadar her şeyi kendilerine benzettiler ve  Ahlaki değerlerinizi yıprattılar. Ve sonra kendi içinizde sizi bölmeye başladılar!  Selçuklu ve bilhassa Osmanlı canını, kanını ve malını İslamiyet uğruna feda etmeseydi Kuzey Afrika Orta Doğu Hristiyan ülkesi olurdu. Ve belki İslamiyet Hicaz’da azınlık olarak kalırdı. Batı her yerde İslam’ı kendi inançlarına göre kanalize etti. Ama Osmanlı Asr-ı Saadet devrindeki inancı devam ettirdi! Kilise size kin kusmaktadır. Sebepleri yukarıdadır! Ben İstanbul’a geldiğimde Türkiye’de iki  üniversite vardı. Şimdi on dokuza çıktı. Osmanlı devrinde medreseler köylere kadar yaygın ve her medresede bilim vardı. İlk deniz altıyı Osmanlı yaptı, sizin haberiniz yok ama Avrupalı biliyor! Sizler milli kimliğinize dönerseniz Avrupa’nın medeniyeti ve refahı yıkılır. Ama Batı size bu imkanı vermez!, diyor! ,
 
15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması akabinde, devlet, millet, ana muhalefet ve muhalefeti ile  seksen milyon milli bilinç ve milli şuur ile birlikte Türk devletinin  iki bin yıllık devleti ebet müddet ülküsü çerçevesinde yerli ve milli birlik ve beraberlik Yeni kapı ruhu ile şahlanan ve daha sonraki süreçte Cumhur İttifakı olarak karşımıza çıkan ve yeniden vücut bulan Beka Birlikteliğini  parçalamak  ve dağıtmak için her türlü operasyon ve saldırılara şahit olmaktayız! Yahudi asıllı Alman Prof. Dr. P. Neumark, ifadelerinde de buyurduğu gibi, milli ve manevi değerlerinizle bütünleşmeye ve kadim medeniyet tarihiniz ile yüzleşmeye başladığınız an, Avrupa ve küresel emperyalist güçlerin yok olması ve hegemonya konumlarının da sallanmasına sebebiyet verecektir! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonra devlet yapılanmamızdaki süreç, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de  kuruluş felsefesi olan Selçuklu ve kadim Türk Devlet kodlarına dönüş başlamıştır! Türk Devleti ebet müddet ve kızıl elma ülküsü olarak ifade ettiğimiz bu birliktelik ruhunu yok etmek için gelmekteler! Gelecekler! Kapılarımızı zorlayacaklar!  Her bir yön ve koldan gelecekler! Başarabilecekler mi? Tabii ki HAYIR! Sınırlarımız ve içerideki çevreleme operasyon, saldırı ve kalkışmalarına da her an şahit olacağız! Yeter ki içeride seksen milyon olarak  tüm farklılıklarımızla  bir, beraber ve hep birlikte Türk Devleti ve Türk Milleti olmaya devam edelim! 

Birlikte Yaşama Kültürü!.

İnsanoğlu için  ilk  insan Adem peygamber ile  birlikte yaşam başladı diyebiliriz! Ve insanlık için  birlikte yaşamanın birçok nedenleri de bulunmaktadır! Antropologların belirlediği göre insanlar birlikte yaşamaya zorunlu olmuştur. İnsan insanın kurdu mu yoksa insan insanın kardeşi midir? Hangisi?! Bizim kültürümüzde insan insanın kurdu değil, kardeşidir! Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, insan insanın kurdu olmadığını, faklı dil, kültür ve inançlardan geldiğimiz doğru, ama hepimiz insanız, bizi birbirimizden uzaklaştıran kültürümüz, dilimiz ve inancımız değil, bizi birbirimizden uzaklaştıran ve ayıran bizi birbirimize yabancı kılan ön yargılarımızdır, diyor! İnsanların birbirine muhtaç olmasından dolayı birbirinden kopup gidemeyecektir. Günümüzde, etnik ve  mezhebi konularda sorunlar bulunmaktadır ve dinler birbirleriyle çatışmıyor, aslında mezhepler, cemaatler, tarikatlar, hizipler, güçler, iktidar  ve çıkarlar çatışıyor, desek yanlış olmaz! Haçlı seferleri dinler arası bir çatışma mı yoksa emperyalist hedefler için mi yapılmıştır?!  Birleşmiş Milletler UNESCO verilerine göre dünyada 300 etnisite bulunmaktadır! Bu 300 etnisitenin 100’ü çatışmaya ramak vaziyette olduğuna göre sorun,  bunları birlikte nasıl yaşatırız ve bir arada nasıl tutarız, dünya ve insanlık için bu birliktelikten faydalı şeyler nasıl üretebiliriz, şeklinde olmalıdır diye düşünüyorum!
 
Geçtiğimiz günlerde, İngiltere’nin başkenti Londra’da, ‘Birlikte Yaşamak  Kültürü’ temalı bir konferans tertip edildi. Konferansa dünyanın her bir köşesinden ve Türkiye’den de katılımcılar vardı. Toplantıya Türkiye’den katılımcıların konuşmalarına kabaca baktığımızda ise tablo aynen şu şekildedir! Türkiye Katolik Ruhani Reisler Kurulu Basın Sözcüsü Rinaldo Marmara, Türkiye  çok kültürlülüğün merkezi ve bu anlamda da Avrupa Birliğinin  öncüsüdür. Çok kültürlülüğün Bizans döneminde başladığını ve İstanbul’un Osmanlı tarafından fethedilmesinden sonra da sürmüştür. Osmanlı İmparatorluğunda farklı milletlerin bir arada yaşadığını, kendi kültürlerini ve  hatta hukuklarını korumuştur. Bugün de Türkiye’de 3,5 milyondan fazla Suriyeli var ve  diğer Avrupa ülkeleri bir, iki bin mülteci gelince duvarlar örüyor, fakat Türkiye milyonları kabul ediyor. Demek ki gelenekleriyle Osmanlı İmparatorluğu bugün de devam etmektedir. AB’ye de seslenen, ders vermek gibi olmasın ama Osmanlı İmparatorluğunu yani Türkiyeyi örnek almaları gerekiyor. Kurtuba Vakfı Yöneticisi Enes el-Tikriti; Dünyanın gidişatı içinde birlikte yaşamanın çok önemli bir mesele haline gelmiştir. Birlikte yaşama sadece birbirimizin varlığına tahammül etmek değil, aynı zamanda dünyanın son derece kutuplaştığı ve bölündüğü bir zamanda ortak bir şey inşa etmektir. UID Başkanı Bülent Bilgi; Birlikte yaşama kültürünün ne kadar önemli olduğunu göstermek gerekir. Türkiye’nin Osmanlı İmparatorluğundan itibaren bunu gerçekleştirmiştir, şeklinde ifade ve vurgularının, son günlerde yaşamakta olduğumuz bireysel ve toplu olaylar zinciri çerçevesinde insanlık adına çok önemli ve manidar olduğunu da düşünüyorum.  

Peki, birlikte yaşamak nedir? Birlikte yaşamanın temel kural ve kaideleri nelerdir? Bu kurallar ihmal ve ihlal edildiği zaman toplumlarda neler olmaktadır? Birlikte Yaşama kültürü, farklı kültürel kimlikleri olan değişik grupların bir topluluk içinde varlıklarını sürdürülebilmelerini, şeklinde ifade edebiliriz! Her kültür, kendi içinde diğerleriyle eşit ölçüde değerlidir. Bu nedenle herkes birbirini hiçbir sınır koymaksızın karşılıklı kabul edip tanımalıdır. Birlikte yaşamak aile, topluluk, ulus ve  siyasi parti birlikteliklerinde olduğu gibi, farklı ortamlarda da olabilir. Birlikte yaşamak bütün bu topluluklarda kurallar manzumesine ihtiyaç gösterir. Herkesin fikirlerini ifade etmesine olanak sağlamak birlikte yaşamak için temeldir. Ailede, okulda, mahallede, arkadaşlar arsında ve toplumda birlikte yaşamak açısından farklılıklara saygı, başkalarının fikirlerini ifade etmelerine fırsat tanıma, diyalog ve etkili iletişimin önemli rolü vardır. Eğitim de karşılıklı ön yargıların törpülenmesine katkı sağlar. İnsanlar kendilerini ifade edemedikleri sürece birlikte yaşam çabalarının sağlıklı bir şekilde oluşturulması mümkün olmaz. Birlikte yaşamanın olanaklı kılınması için kültürel alanda kişilerin kendi dilleri, kendi dinleri, kendi kültürleri ile toplumda var olmalarının önündeki çok yönlü engellerin kaldırılması, her alanda ayrımcılığa son verilmesi gerekir. Birlikte yaşamayı kolaylaştıran ve  mümkün kılan ögelerin başında, ortak fikirler, ortak hedefler, idealler ve kültürel  uyum gelir. Bu ögeler deki farklılıklar çoğaldıkça birlikte yaşama kurallarına daha çok ihtiyaç duyulmaktadır. Kurallar sayesinde farklılıkların meydana getirdiği çatışmalar en aza indirgenebilmekte, farklılıklar içinde ortak ögeler ve benzeşmeler yakalayabilmekte, birlikte yaşamanın uyum içinde olması sağlanabilmektedir. Bu toprakların yetiştirdiği Yunus Emre mısralarında; ‘Gelin tanış olalım, işi kolay tutalım, sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz’ diyor!
 
Sonsuz Kudret Sahibi Yücel Allah Kutsal Kitabımızda, öncelikle ve özellikle iman edenler ve daha sonra da tüm insanlara hitaben; “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır” şeklinde uyarı ve ikazlarda bulunmaktadır!
 
 
 
 
 
 
 

Yeni Zelanda, Türkler ve Yeni Dünya Düzeni!.

Yeni Zelanda’daki cami saldırganı silahının üzerine yazdıkları ve aracında dinlediği Sırpça marşlar, Bosna’daki Boşnak katliamları ve Türklere yönelik nefret sözcükleri! Ayasofya’nın  minarelerini yıkmak, İstanbul’u kurtarıp tekrar Konstantinopolis yapmak ve Beşiktaş’a  Beyoğlu’na gelmeyin öldürürüm zırvaları! Endülüs ve 2. Viyana Kuşatmasından söz etmesi,  hem de bu vahşetin 15 Mart tarihinde gerçekleşmesi ve Haçlı Seferleri hatırlatması! Hepsi sıradan, öylesine ve tesadüfü mesajlar mıdır?! Ya da deli saçması deyip geçmeli miyiz?! Saldırıda ölenlere Allah’tan rahmet ve yaralılara da acil şifalar dilerim! Bu ifadelerin tamamı Osmanlı, İslam ve özellikle de Türkler ve Türkiye’ye yönelik ideolojik ve küresel bir hedeftir! Bu operasyonun arkasında ne kadar büyük bir akıl, plan ve hesabın olduğu da aşikardır!  Adamlar bizim tarihimizi, tarihçi geçinenler akademisyenlerimizden daha iyi biliyor, desek yanlış olmaz! Hem de birileri bu topraklardaki gerçekleri ve asil tarihimizi de unutturmaya çalışmasına rağmen!  Yeni Zelanda nere; Türkiye nere! Yeni Zelanda halkının Türk milleti ile ne sorunu olabilir ki?! Yüz yıl önce Çanakkale’ye Anzak olarak neden ve niçin geldiklerini dahi bilmiyorlardı! Mesele Yeni Zelanda ve Türkiye arasındaki uzaklık ya da yakınlık değildir!  Tüm mesele, Küresel ve emperyalist güçlerin denetim ve kontrolünden çıkmakta olan muhataplarına, yani buradaki asıl hedef Türk Devleti ve Türk Milletine, karşı doğrudan veremedikleri mesajlarını uşaklar, piyonlar ve kuklalar üzerinden vermeleridir! Peki Türk devleti ve Türk milleti olarak mesajı aldık mı?! Cevabımız olacak mıdır? Eski Türk devletini karşılarında bekleşenler, Yeni Türk devleti olarak mesajlar alınmış ve günü geldiğinde cevapları da anladıkları dilden, Adalet, Hakkaniyet ve kadim medeniyet ideal ve ülkümüz çerçevesinde verilecektir, diye düşünüyorum!

18 Mart Çanakkale zaferlerinin yıl dönümü öncesi  Yeni Zelanda canisinin yayınladığı yazının To Turks, dikkat edelim To Muslims değil,  yani Türkler diye başlıyor! Acaba neden? Türkler ile böyle bir caninin ne gibi derdi olabilir ki?! Yoksa cani ve arkasındaki küresel güçler tarafından, Müslümanların güçlü ve kontrol edilemeyen tek temsilcisinin Türk Devleti ve Türk Milleti olduğunun da alenen kabulü müdür!  Bu saldırı, Çanakkale’nin kinidir ve tek dertleri bin yıldır vatan edindiğimiz Anadolu’dan Türk Milletini atmak olduğunun da işaret ve göstergeleridir!  Peki, buna güçleri yetebilir mi? Başarabilirler mi? Elbette hayır! İçeride yüz yıl önceki küresel oyun ve büyük hesaplara bugün de alet olmadığımız takdirde! İçeride tüm farklılıklarımızla birlikle bir, beraber, iri, diri ve hep birlikte Türkiye olduğumuz şuuruna erebilirsek; tabii ki!. 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması akabinde,  devlet ve millet olarak Yeni Kapı ruhu ile ortaya çıkan ve şahlanan, daha sonraki süreçte de Cumhur İttifakı olarak vücut bulan,  parçalamaya ve koparmaya da güçlerinin yetmediği, birlikteliği de her daim koruyabilirsek, kesinlikle başaramazlar!

Yeni Zelanda’daki saldırının mesajları ve sloganları İslam Dünyasından ziyade Türk Devleti ve Türkiye’nin kadim medeniyet ülküsü ve ideallerinin hedef alındığını, ifade etmiştik! Peki, nedir bu kadim medeniyet ideal ve ülküsü?  Yirmi dört milyon kilometrekarelik bölgeye sadece bir Selam ün Aleyküm ile kurulmakta olan bağlar ve tüm gönül coğrafyamızı da yeniden hatırlamaktır! Peki, uluslararası güçlerin derdi nedir?  Bugün, yeni kurulmakta olan yenidünya düzeni Türk Devleti olmadan kesinlikle kurulamaz! Ya da, yeni kurulmakta olan yenidünya düzeni, Türk Devletinin bulunduğu taraf kesinlikle bu savaşın doğal  galibi sayılacağı için olabilir mi?! Neden olmasın? Terörist öyle pervasız ki; mesajını Facebook ve diğer sosyal medya ağları üzerinden hem de 70 sayfalık bir bildiri ile önceden duyuruyor! Tabii dünyayı her an gözetleyen ve dinleyen tüm küresel istihbarat örgütlerinin de haberi olmuyor! İnandınız mı?! Peki,  bu saldırıyı planlayan üst aklın başkaca hedefleri nedir, diye baktığımızda! Müslümanlarla Hristiyanları, Avrupalılar ile Türk ve Batı Asyalıları, Rusya’daki  Müslümanlar ile Ortodoksları, Çin’deki Uygurlarla yönetimi ve Türkiye’deki dindarlar ile laikleri karşı karşıya getirmeyi hedeflemektedir! Gerisi zaten çorap söküğü gibi gelecektir! Tam da istedikleri ortam oluşacağı için! Peki, bu oyuna gelecek miyiz?! Feraset ve Basiret sahibi mümin bu tuzağa düşecek midir?! Türk Devletinin bölgesinde bağımsız politikalar izlemesi ve yürütmesi, Türkiye’nin kararlı ve güçlü duruşu, kontrol ve denetimlerinden çıkmakta olması, küresel ve emperyalist güçler ve kuklalarını da sadece kudurtmaktadır!  

Peki,  bu saldırı ile birlikte, dünya milletlerine tüm insani değerler, medeniyet rehberi ve önderi bir devlet ve millet olarak yapmamız gerekenler nedir diye kabaca baktığımızda, karşımıza çıkan tablo şöyledir! Dünya çapında Türk algısına karşı açılan topyekun ideolojik saldırılara karşı ideolojik bir savunma ve kadim medeniyet tezleri acilen ortaya konmalıdır!.  İdeolojik, psikolojik ve algı savaşlarını kazanmadan,  ne ekonomik, ne siyasi ve ne de askeri bir zafer kazanmak mümkündür! İslam Dünyası ve özellikle de yüzyıllardır İslam’ın temsilcisi konumundaki Türk Milleti açık saldırı altındadır ve buna karşı nasıl bir duruş ve mukabele etmek lazımdır!  Tarihte, Batıya ve Doğuya, mazlum milletler ve insanlığa sadece huzur, umut,  adalet, hakkaniyet temsilcisi ve güvenlik sağlamış, bugün de bunları başarabilecek tek millet ve tek devlet, dünyaya yeniden insani ve adil bir düzen getirebilecek, kadim medeniyet düşüncesini de yeniden Türk Devleti ve Türk milleti olarak ortaya koymadan barış ve huzur   gelmeyecektir, diye düşünüyorum! Milli şairimiz  Mehmet Akif Çanakkale Şehitleri şiirinde şöyle diyor;   

Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?  En kesif orduların yükleniyor dördü beşi!
…   
                                    
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvam-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, tufan gibi, mahşer mahşer! 
….
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk; Sade bir hadise var ortada: VAHŞETLER DENK!  
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…

Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer; 

Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,  Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!     
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!  Gökten ecdat inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhidi… Bedrin aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?  “Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın.

Sen ki, son ehli salibin kırarak savletini,  Şarkın en sevgili sultanı Selahaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran… Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;  Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın; 
Sen ki, asara gömülsen taşacaksın… Heyhat, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat…  
Ey şehit oğlu şehit, isteme benden makber, Sana agu-şunu açmış duruyor Peygamber!.

 

Müslüman, Güzel, Ahlak Sahibi Olmalıdır!.

Ülkemiz ve dünya genelindeki  İslam alemi ve Müslüman kişilerin durumu ve haline bakıp ya da özenip, İslami tercih eden ve daha sonra da Müslüman olan bir gayri Müslim kişinin olduğunu hiç zannetmiyorum! Peki neden? Böyle bir durum, bizlerdeki Müslüman algısı ve yaşantımızdaki sorunun da göstergeleri olarak karşımıza çıkmaktadır! Yoksa Müslüman olmayı ya da Müslümanlığı ticari bir meta haline mi indirgedik! Allah korusun! Siyasi kaygılarımıza mı alet ettik! Ya da makam, mevki, para, güç, iktidar, ihale ve rant için Müslümanlık alır ve  satar hale mi geldik?! Allah affetsin! Böyle bir durum, Müslüman kişilerdeki ahlakın çözülme ve çürümeye doğru gitmekte olduğuna da işaret etmektedir! Allah  akı, fikir, izan, basiret ve feraset versin! Nasıl olabilir? Müslüman kişilerle ticaret yapmak dahi güven kavramının örselenmesine sebebiyet vermektedir! Tüm kamu kurumlarındaki üst düzey amirinden en aşağıdaki çalışanına kadar herkes çok kallavi Müslüman olduğunu iddia ederken, yaşantımız, çalışma şeklimiz ve davranışlarımıza bunun aksetmediğine de şahit olmaktayız! Neden? Bazı dost sohbetlerimizde, ısrarla ifade etmekte olduğum, günümüz Müslümanları olarak din taciri olduk, yani din alır ve din satar hale geldik, sözlerime alınan ve kırılan dostlarımız da bulunmaktadır! Ya da siyasal İslam’ın bizleri getirdiği son nokta burası mıdır?! Ya da Siyasal İslam’ın artık bittiği yerde miyiz?! Peki, yanlış olduğunu kim iddia edebilir?!  Geçtiğimiz yıllarda Türkiye’de yapılan bir anket ve araştırma da, Dindar olmak, ahlaklı olmayı gerektirir mi, sorusuna verilen cevapların yüzde 70’i hayır gerektirmez, şeklinde olmuştur!  Böyle bir soruya yüzde doksan dokuzu Müslüman olduğu iddia edilen bir ülkede, hayır efendim, bir insan, dindar ve Müslüman olduğunu iddia ediyorsa mutlaka ve kesinlikle ahlaklı olmalıdır, şeklinde olması beklenirdi! Oysa günümüz insanı, dindar fakat ahlaklı olmayabilir, diye düşünülmektedir!. Müslüman bireyin en temel ve bariz özelliği güvenilir ve güzel ahlaklı olmasıdır. Ne buyurdunuz?!
 
İslam, Müslüman ve Mümin olmanın temel şartı, ahlak ve özellikle de güzel ahlak sahibi birey olmaktır!   Peki, Ahlak ve güzel ahlak nedir? Ahlak, insanın kendisi dahil, varlık ve insanlarla ilişkilerinde nasıl davranması, ya da davranmaması gerektiğini gösteren değer yargıları bütünüdür. Ahlak, bir toplumda genel olarak uyulması beklenilen kurallar ve yapılması gereken görevlerin tümüdür. Güzel ahlak ise, bireysel ve toplumsal olarak takdir edilen davranışların bütünüdür.  Herkes ahlak sahibidir ve ahlaklı olunmaz, sadece “güzel ahlaklı” olunur ve ahlaksız olunmaz “kötü ahlaklı” olunur. İslamiyet de zaten güzel ahlak dinidir. Sonsuz Kudret Sahibi yüce Allah Kutsal Kitabımız Kuranı Kerimde, İman ehlini güzel ahlaklı olmaya davet etmektedir.  Onlar ki; bollukta ve darlıkta mallarını Allah yolunda sarf ederler, kızdıkları zaman öfkelerini yener ve insanları affederler. Allah ise iyilik yapanları sever. Ve onlar çirkin bir iş yaptıkları veya nefislerine zulmettikleri zaman, Allah’ı zikredip günahlarının bağışlanmasını isterler. Zaten Allah’tan başka günahları kim bağışlayabilir. Hem onlar işledikleri günahlarında bile bile ısrar etmeyen kimselerdir, buyurmaktadır!

Ahlak ve güzel ahlaklı Müslüman ve iman ehli birey olmanın  gayesi, her daim ilahi kameralarla gözetim altında olduğu idrak ve şuurunu kazanmak ve bireyi de insan-ı kamil seviyesine ulaştırmaktır!. Bu bakımdan ahlak ve güzel ahlak,  din ve imanın ayrılmaz bir parçası, hatta onun ruhu ve özü olarak da ifade edebiliriz. Nitekim alemlere rahmet olarak gönderilen hidayet rehberi Peygamber Efendimiz (s.a.s); Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim, buyurmaktadır. Güzel Ahlakı tamamlamak için gönderildiğini ifade eden peygamberin ümmeti ne durumdadır?! Ahlak ve özellikle de güzel Ahlakı dünyalıklar için berhava ettik! Yine sevgili Peygamberimiz; Müminlerin iman zaviyesinden en mükemmeli, ahlak bakımından en güzel olanıdır. Kıyamet günü müminin mizanında güzel ahlaktan daha ağır bir haslet yoktur, buyurarak,  güzel ahlakın  önemini vurgulamıştır. Müslüman, dilinden ve elinden diğer insan ve Müslümanların emin olduğu ve zarar görmediği kimsedir, buyurur.

Sohbetimiz, İslam, Müslüman ve Mümin bireyin özellikleri ve güzel ahlaklı insan nasıl olmalı, Türk demenin dünya insanlığındaki karşılığının da İslam ile eş değer olduğu bir dönemde ve Türk’ün Adalet, Hakkaniyet ve mazlum milletlerin de hamisi olduğu şeklinde devam ederken, Ak Saçlı ve Aksakallı ihtiyar dostum, yaşanmış bir hikayeyi bizlere ibret ve ders alabilmek noktasından aktardı ve hızla  gözlerden kayboldu! Mısır ve Arapların övüncü Muhammed Ali Rişvan başarılarını çok insanın bilmediği Mısırlı bir judo sporcusudur! 1984 yılındaki Los Angeles olimpiyatlarında judoda altın madalyayı hak ettiği halde gümüş madalya kazanmıştır!  Peki neden? Şöyle; son maçta Japon rakibiyle karşılaşmış, Japon rakibinin sol ayağındaki ten donlarında yırtılma olmuş ve bu yüzden Sol tarafı çok zayıftır! Müsabaka da Mısırlı judo sporcunun antrenörü ısrarla rakibinin sol bacağına saldırması için bağırıyordur! Fakat Mısırlı sporcu hiç aldırmaz ve böyle bir çabaya da girmez ve yenilir, maçın sonunda da Gümüş madalya kazanır! Bu durumu daha sonra ki bir röportajda soran gazetecilere; Benim dinim yaralıya vurmayı yasaklar! Eğer o durumdayken sol bacağına yüklenseydim sakat kalabilirdi ve madalya için bunu ona yapamazdım, diyor! Onun bu tavrı ayakta alkışlanmış ve UNESCO tarafından dünyanın en güzel ahlak sahibi sporcusu ödülüne layık görülmüştür! Daha sonra Japon’lar Mısırlı sporcuyu bir kral gibi ülkelerinde karşılamış ve ağırlamışlar! İstatistiklere göre Mısırlı sporcunun bu tavrından etkilenip ve İslami inceleyip, dünyada elli binden fazla kişi Müslüman olmuştur! Hatta bunlardan biri Japon Riko Hanım ona âşık olmuş, evlenmiş ve halen İskenderiye’de yaşamaktadır! Ne diyorsunuz?! Bizim Müslümanlığımıza, yaşantımıza, sözlerimize ve yapmakta olduğumuz tüm işlerimize özenen ve imrenen var mıdır, yok mudur?! İslam’ı tercih etmesine mi ya da nefret etmesine mi sebebiyet vermekteyiz?! Hangisi?!.
 

ÖLÜM; İnsana, Ne Uzak, Ne de Yakın!.

Üç günlük dünya hayatı,  yani dün, bugün ve yarın için, neredeyse birbirimizi yemekle, paçalarımızdan çekiştirmekle ve olmadık  eziyet, zulüm ve hareketlerle meşgul olmaktayız! Peki neden? Hem de siyasetin çok alevli olduğu şu yerel seçim öncesinde? Peki değer mi? Bir makam ve mevkie  gelebilmek, iktidar, para ve güç sahibi olabilmek  için bu kadar fırıldak olmaya değer mi?! Makam ve Mevkie değer katabilecekseniz ne ala! Peki, Makam ve mevkiden değer almak ve dünyalık da bir şeyler toplamak için mi talep ediyoruz! Bu kadar fırıldaklıktan sonra gelinen makamlarda ebediyen kalınabilir mi? Var mıdır böyle bir şey?! Kalan olmuş mu mudur?! Ya da  gelmek için çokça istenilen  makam ve mevki sadece vatandaşa hizmet etmek ve işlerini kolaylaştırmak için midir?  Yoksa  bu makamlar, vatandaşa tepeden bakmak, işlerini daha da zorlaştırmak ve eziyet etmek için midir? Bilemiyorum! Nasıl olsa bir gün hesabı sorulacaktır! Sen kabul etsen de,  etmesen de! İman etsen ve  İnkar etsen de, mutlaka hesabı görülecek ve sorulacaktır!  İnsanoğlu kendisinin başı boş bırakılıvereceğini mi sanıyor ki!? Hayvanlar ya da diğer tüm canlılar gibi! Öyle mi?!
 
Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, Kuranı Kerimde tüm insanlığa ve özelliklede müminlere hitaben; Her canlı ölümü tadacaktır. Ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete sokulursa gerçekten kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı, aldatıcı metadan başka bir şey değildir. (Ali İmran, 3/185)  O, hanginizin daha güzel amel işleyeceğini, yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yaratandır, buyrulmaktadır! (Mülk, 67/2) Son Peygamber Hz Muhammed (s.a.s) efendimiz de; Lezzetleri yok eden ölümü çokça anınız, buyurmaktadır! Acaba neden?!
 
Ölüm hakkındaki  bazı yazı ve sözlere kabaca baktığımızda insan için  ibret ve ders alabilecek nasihatlerle doludur! Zengin – fakir, işçi – patron, amir – memur, güzel – çirkin, sağlam – özürlü, yönetici – tebaa farkını son demde eşitleyen tek vakıadır, Ölüm! İnsanların makam, mevki, rütbe ve statülerine göre değil, iman, ihlas, amel ve samimiyetine göre VİP muamelesine tabi tutulduğu seyahatin başlangıcıdır, Ölüm! Çivi çakmak için geldiğimizi sandığımız dünyaya, pamuk ipliğiyle bağlı olduğumuzun idrakine varmaktır, Ölüm!  Hayat sandığımız sanal gerçeklikten, hakikat alemine uyanmaktır, Ölüm!  Çevreye beğendirmek için bin bir zahmetle süslenen bedenin, ruhun gidişiyle birlikte dayanılmaz kokuşmaya başlamadan, toprağın derinliğine terk edilmektir, Ölüm! 14 milyar senelik kainat ömrüne kıyasla, bir saliselik zaman dilimine tekabül etmeyen hayatın nihayete ermesidir, Ölüm! Kıyamet ne zaman kopacak, yarın  ne yapacağım, yazlık, kışlık evi nereye yapayım, taksitler  ne zaman bitecek, çocuğum sınavda nereyi kazanacak gibi tela şenin, bir anda anlamını yitirmesidir, Ölüm! Başlangıcı belli lakin bitiş saatini bilmediğimiz bir sınavda, kağıt kalemi bırakın, komutuna muhatap olmakla, daha çok zamanım var zannediyordum, mahcubiyetiyle bütünlemesiz bir sınavdan çakmaktır, Ölüm!. Keşke şöyle yapsaydım, türü pişmanlıkların çokça yaşanıp, hiçbir fayda sağlamadığı geri dönüşümsüz bir hesaplaşmayla randevulaşmadır, Ölüm! Hayatı boyunca hep dört ayak üzerine düşmüş zalimin hüsranı, garip gurebanın umutla beklediği ilahi adalete kavuşmasıdır, Ölüm! Siz Dünyayla ebediyen vedalaşmışken, birilerinin yakınlarınıza, hayat devam ediyor, tesellisinde bulunuyor olmasını, hiçbir zaman duyamayacağınız için gönül koymamaktır, Ölüm. Son nefeste neler yaşanır, ruh bedenden nasıl ayrılır gibi, merak celbeden soruları hiçbir tecrübe sahibinden öğrenmeden provasız bir şekilde Azrail’le yüzleşmektir, Ölüm! Sevgili peygamberimiz, günde yirmi kez ölümü hatırlayan kişi şehitlerle beraber haşır olunacaktır, buyurmuş! Öyle ya, günde yirmi kez ölümü hatırlayan kişi hangi kötülüğü yapabilir ki! Hasetmiş, kıskançlıkmış, iftiraymış, hırsmış, kin gütmekmiş, çalmaymış, mal biriktirmek ve  kul hakkı yemekmiş; hangi kötü haslete imza atabilir ki! Tabii ki hiç birisine! Öyle iken üç günlük dünyada,  bu kadar kötülük ve  zulüm, nasıl ve neden oluyor?!
 
Cahit Sıtkı Tarancı bir şiirinde, insanın ölüm karşısındaki çaresizliğini şu dizelerle dile getirir; Neylersin ölüm herkesin başında, Uyudun uyanamadın olacak. Kim bilir nerede, nasıl, kaç yaşında, Bir namazlık saltanatın olacak, Taht misali o musalla taşında! 
 
Hazret-i Mevlana (ks) ölümü de şöyle ifade eder: Ölüm gününde tabutum götürülürken, bende, bu dünyanın dert ve gamı var sanma! Dünyadan ayrıldığıma üzülüyorum zannetme! Sakın ola ki, öldüğüm için bana ağlama! Yazık oldu, yazık oldu! deme! Eğer ben yaşarken nefse uyup şeytanın tuzağına düşersem, işte hayıflanmanın sırası o zamandır! Cenazemi görüp de; Ayrılık, ayrılık! deme! Bilesin ki o vakit, benim ayrılık vaktim değil, Rakibimle buluşma, vaktidir! Beni toprağın kucağına verdikleri zaman sakın; Veda, veda! deme! Çünkü mezar, öteki alemin, cennetler mekanının perdesidir! Mezar, insana hapishane gibi, zindan gibi görünse de, orası aslında vuslata susamış ruhların kurtulduğu yerdir! Hangi tohum toprağa atıldı ve  ekildi de tekrar bitmedi,  vakti gelince topraktan filizlenmedi? Niçin insan tohumu hakkında yanlış bir zanna düşersin?, buyurmaktadır!.
 
Şair, bir gönül ehlinin dünyadaki huzur hayatının kabir aleminde de devam edeceğini ne güzel ifade eder: Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde, Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter. Ve serin serviler altında kalan kabrinde, Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter!  Bir başka Şair de ne güzel ifade etmiş: Ölüm bize ne uzak bize ne yakın, ölüm! Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm! Ne mutlu ölmeden önce ölüp, hayatın sürprizi olmaktan çıkaranlara!…