Türk Devleti ve Milletine İhanetin Bedeli Bellidir!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte, devletin  bekası ve milletin birliği adına çok ciddi kararlar ve adımlar atmıştır!. Daha önceki süreçlerde, yerli, milli ve istikbalimiz adına böyle  adımları ve kararları almanız dahi imkansız bir durumdadır!. Almak isteseniz dahi,  ehlince de malum olduğu üzere, mutlaka bir engel ile karşı karşıya kalırdınız! Devletin kılcalına kadar sızmış olan işbirlikçilerin bir bir ayıklanması ile birlikte, devletin tüm kurum ve kuruluşları devletin bekası, milletin birliği,  istiklal ve  istikbal uğruna  top yekun seferberlik mantığı ile hareket etmektedir!.

Coğrafyanın bir kader olduğunu ve Anadolu coğrafyasında yaşamanın da çok büyük zorluklarının bulunduğunu daha önceki yazılarımızda vurgulamıştık! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasından sonraki süreçte,  Devlet Aklı da böyle zamanlarda zuhur ettiğine göre, tarih, coğrafya, kültür, medeniyet ve kadim Türk Devlet Aklı, yüz yıl önce bir şekilde kendisinden zorla koparılan, gönül ve kültür bağlarının olduğu bölgeler ile yeniden bağlarını güçlendirmeye başlamıştır!. Tabii ki bu hareket birilerinin de uykularını kaçırmıştır!.

Özellikle de küresel ve emperyalist güçlerin çıkarları uğruna,  tüm bu kültür ve gönül bağlarımız olan bölgelerdeki çok kullanışlı aparat ve işbirlikçilerinin!.

Libya Ulusal Mutabakat hükümeti ile, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin, her iki ülke ve bölgenin barış, huzur ve bölgeden kaynaklı hakları adına,  MEB ve askeri anlaşmalar  yapması akabinde, Libya’daki darbeci General Hafter’den Türkiye’ye karşı küstah bir açıklama gelmişti!. Hafter, kadın – erkek, sivil – asker tüm Libyalılara vatanlarını ve onurlarını savunmak için Türkiye’ye karşı silahlanma çağrısı yapmıştır!. Türkiye’nin meydan okumasını kabul ediyoruz ve cihat ilan edip silahlanma çağrısı yapıyoruz!. Meselenin artık Trablus’un ‘İslamcı milislerden kurtarılması’ olmaktan çıktığını ve Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçası olan ‘Libya’nın kontrolünü geri almaya çalışan bir sömürgeciye karşı’ mücadeleye dönüştüğünü, söylemiş!.  Bak sen! Bu kadar yüreğin vardı  da, daha önce neredeydin?!

Şimdi böyle bir adama veya kullanışlı ahmağa sormak gerekir! Devrik Libya Devlet Başkanı, Kaddafi’nin yanında dururken, ülke halkı da huzur  ve barış içinde yaşar bir durumda iken,   ülken parça parça edilmeye, onur dediğin şey de ayaklar altına alınmaya çalışılırken, ülkenin tüm kaynakları da küresel ve emperyalist güçler tarafından yağma edilirken, canına, malına ve  namusuna da el uzatılırken,  sen neredeydin?!  Türk,  tarihin  hiçbir anında zulüm yapmadığına göre!. Türk, sömürgeci de olmadığına göre!. Türk tarihin her bir zaman diliminde mazlumların hamisi olduğuna göre!. Türk, Adalet dağıtan ve Hakikat ehli de olduğuna göre!. Sen kime ve nereye hizmet ediyorsun!. Senin hedefin ve derdin nedir,   diye adama sorarlar! Ederin nedir, senin?! Neyin karşılığında bu efelenmelerin?! Ücretini söyle bakalım?!

Peki, Suriye devlet Başkanı Esad’a ne demeli?! Al birini vur ötekini babından!  Suriye Devlet Başkanı Beşer Esad; Türkiye halkı bizim dostumuz ve komşumuz! Ortak bir geçmişe sahibiz ve onları düşman olarak görmüyoruz!. Bu nedenle, Türkiye ve Suriye’deki terör gruplarına karşı durmak, Erdoğan’ın Suriye’yi açıkça ve resmen işgal etmiş olması ile alakalı bakış açımızı değiştirmez!.  Türk – Suriyeli evlilikleri var, aileler var!. Suriye ve Türkiye’nin ortak çıkarları var!. Türkiye’de çok sayıda Suriye kökenli insan var! Suriye’de ise çok sayıda Türk kökenli insan var!. Karşılıklı kültür alışverişi tarihe dayanıyor!. Bu nedenle onlarla bizim aramızda ciddi anlaşmazlıkların olması mantıklı değil, diyormuş!.

Şimdi bu adama ne demek gerekir! Türkçede buna verilecek cevap bulamıyorum! Kırk yıl Türk Devletinin tüm kaynakları terör örgütlerine giderken ve ülkende terör örgütlerine kucak açacaksın! Aynı terör örgütleri tarafından vatan savunmasında  elli bin şehit vereceğiz!. Adam kendi halkına bomba yağdırıyor! Adam kendi halkına zulüm ediyor! Adam kendi halkına olmadık işkenceleri yapıyor! Adam kendi halkından beş milyona yakın insan can ve namus güvenliği adına Türkiye’ye sığınıyor! Bir o kadarı da sınırlarda bekliyor! Diğer ülkelere giden halkını saymıyorum! Utanmadan sıkılmadan diyor ki, bizim Türk halkı ile bir sorunumuz yok! Yahu, arkadaş sen aklını peynir ekmek ile mi yedin, diye sorarlar?!  Halkına neden sahip çıkmıyorsun?! Bir insan evini, barkını ve  ana yurdunu, neden ve hangi şartlarda terk etmek zorunda kalır?! Sen, terk etmesi için her şeyi yapacaksın! Ondan sonra da, utanmadan, sıkılmadan, arlanmadan ve pişkin bir şekilde,  benim Türk halkı ile bir sorunum yok, diyeceksin! Hadi oradan!  Başka kapıya!.

Libya’daki darbeci General Hafter ve Suriye Devlet Başkanı Esad’ın Türk Devletine yönelik açıklamaları,  1. Dünya savaşı döneminde, Osmanlı’ya ihanet eden Şerif Hüseyin denen adamı aklıma getirdi!. Peki, neler olmuştu, kabaca, izah etmeye çalışalım!. Birinci Dünya Savaşı, Anadolu coğrafyasının gördüğü en vahşi ve en kirli saldırılardan biri olup, istikbal uğrunda ki  en büyük mücadele ve vatan müdafaasının da başında gelmektedir!. Bu saldırıların oluşum temelinde itilaf devletlerinin emperyalist, sömürgeci ve yayılmacı politikaları yatarken, savaşın kaybedilmesine sebep olan en temel gerekçe de, Osmanlı’ya ait tebaanın vatanına ve devletine ihanet etmesi olarak gösterilir!. Bu ihanetlerin başında ve Osmanlı’nın Arap topraklarında yaşadığı sıkıntıların en temelinde ise  Şerif Hüseyin gelmektedir!. Birinci Dünya Savaşı’na giren zor durumdaki Osmanlıyı içten çökertmek isteyen İngilizler,  Şerif Hüseyin’in  isteği; “büyük Arap isyan” hayalini,  Lawrance’nin sağladığı finansman ile gerçekleştirmiştir!. Arap isyanı hayali için harekete geçen Şerif Hüseyin, yoldaşı Lawrance’dan aldığı altınlar ile bölgedeki halkı ayaklanmaya teşvik hareketi başlatmıştır! 1916 yılında kendini Hicaz kralı ilan eden Hüseyin, sonrasında ‘‘isyan’’ ve ‘‘Cihad’’ bildirisi yayınlayarak, ‘‘Türkler dinden çıktılar, Arapların Türklere karşı cihadı farzdır’’ diyordu!  Ne diyormuş?1 Hafter ve Esad’ın sözlerine ne kadar da benziyor!. Neden acaba?! Hüseyin, batılı, sömürgeci, zalim haçlıların İslam’a açtığı savaşta Müslümanları, Müslümanlara  kırdırmak ve vurdurmak için harekete geçmiştir!. Lawrance’in siyasi yardımları ile Hüseyin ailesi Arap coğrafyasına emir ve kral tayin edilerek, bölgede İngiliz kolonilerinin temelleri atılmış oldu!

İHANET ve Şerif Hüseyin!..

Peki, böyle bir ihanet, hem bu dünya da hem de diğer alem de cezasız kalacak mıdır?! Kişinin hanesine kar olarak yazılacak mıdır?! Tabii ki hayır!. 1. Dünya Savaşının ardından çöküş yaşayan Osmanlı İmparatorluğu, savaştan sonra Arap coğrafyasındaki gücünü kaybetmiş ve bu duruma da en büyük etken ise Şerif Hüseyin ve ailesi;  her ne kadar kendileri amaçlarına ulaşarak halifeliği ilan ettilerse de, ilerleyen zamanlar onlara beklediklerinden daha da acımasız davranmış ve ilahi adalet tecelli etmiştir! Tahtını 1924 yılında Suudi Arabistan’ın şimdiki hakimi olan Suud ailesine devretmek durumunda kalan Hüseyin’in hayatı sürgün içinde geçmiştir! Hüseyin ölüm döşeğinde sayıklarken; ‘‘ Osmanlı’ya kılıç çekmemeliydim ’’ dediği ve lanete uğrama endişesi içerisinde olduğu ifade edilir!  Kendisinden sonra tahta geçen çocukları ve torunlarının hiçbiri yataklarında ve normal bir şekilde can verememiştir! Anlayana! Anlamak isteyene! Her seçim de bir vazgeçiş olduğuna göre! İnsan olarak, özellikle de devlet ve millet adına,  neyi seçtiğimiz ve nerede durduğumuz çok manidar ve  çok mühimdir!.

Milletler de, Ağaçlar gibi Kökünden Beslenir!

Yüz yıl önce küresel ve emperyalist güçler,  ulusal çıkar ve emperyalist hedefleri
doğrultusunda, Osmanlı İmparatorluğunun hakim olduğu yirmi dört milyon
kilometrekarelik bölgeyi bölmüş, dağıtmış, parçalamış ve yerine de,  onlarca irili ufaklı  ve kontrol altında tutabilecekleri devletçiklerin kurulmasına sebebiyet vermiştir!. 

Peki, neredeyse altı asır boyunca, barış ve huzur içinde yaşayan halkların durumuna ne olmuştur?! Bölge halklarının durumları eskisinden daha iyiye mi gitmiştir?! Yoksa daha da kötüleşmiş midir?!  Eskiyi arar bir duruma gelmişler midir?! Ya da halinden memnun mudur?! Tabii ki bu bölgelerde yaşayan her birey eski günleri özlem ve hasretle aramaktadır!

Asgari insani ihtiyaçlar olan, can, mal, nesil  ve namus güvenliği  yok olmuştur!. Peki neden diye bir soru hemen aklımıza gelebilir?!  Çünkü Türk, Adalet dağıtan ve Hakikat ehli demektir! Türk, aynı zamanda, mazlum halkların da  hamisi demektir!  Peki, bugün, bu bölgeler için aynı şeyleri söyleyebilir miyiz?! Tabii ki Hayır!

Vücutta bir uzvun kesilmesi ile birlikte ağrı durumu ortaya çıkabilir!. Kesilen uzuv hala yerindeymiş hissi, beraberinde yanma ve karıncalanma bulunmasına
da Fantom hissi denir!.  

Fantom ağrısı ise kesilen uzuvdaki ağrılar olarak ifade edilir!. Fantom ağrısı hava değişiklikleri ve  uzuv kesildikten sonra kalan parça üstüne baskı, duygusal stres ve yorgunluk gibi nedenlerle tetiklenir!.  Ağrı operasyondan birkaç gün sonra başlar; bazı hastalarda zamanla azalma gösterip ortadan kalksa da bazen uzun yıllar boyunca devam edebilir!. Bu ağrın hastanın sakatlığı kabul etmemesine bağlı psikolojik kökenli bir ağrı olduğu düşünülse de yapılan araştırmalarla ağrının kaynağının tam olarak psikolojik nedenler olmadığı ortaya çıkmıştır!

Beynin ağrıyla ilgili
merkezlerinin bu ağrıyı ortaya çıkardığı düşünülmektedir!. Kolun ya da bacağın
kesilmesinden önce ilgili uzuvda uzun süre ağrı çeken hastalarda fantom ağrısı
daha yaygındır.

Ağaç Kökünden Beslenir!.

Eskiler, ağaç, kural gereği kökünden beslenir; ağacı dallarından
besleyemezsiniz!. Sürekli dallarından beslenen ağacın dalları kalınlaşırken
gövdesi zayıflar; zayıf olan gövde bir müddet sonra bu dalları çekemez ve
gövdeden kopmaya başlar!. Milletler de ağaca benzer! Kökü ile irtibatını
kestiğiniz zaman yok olmaya mahkumdur!. Peki, milletlerin kökü olarak kabul
edebileceğimiz değerler nelerdir? Dil birliği, din birliği, vatan birliği, toprak
birliği, coğrafya ve kader birliği, medeniyet, tarih ve milli kültürdür!

Birlikte olmanın, millet olmanın ana unsuru  bu değerler, toplumun ortak değerleri olmasıdır!. Yani, Mezkûr değerler,  Millet denen ağacın kökleridir! Ağacın kökleri olarak kabul ettiğimiz bu değerleri yok edersek, toplumun yıllar boyunca ortaya çıkardığı milli tarih ve milli kültürü de yok etmiş oluruz! Ağacı elbette ki dallarından besleyemezsiniz; ağaç kökünden beslenir!. Milletlerin tarihini de yok sayamazsınız! Türk  tarihini de asla  yok sayamaz ve bu asil millete hiçbir zaman  unutturamazsınız!.

Ağaç Kökünden Beslenir!.

İnsan ya da toplumların düzeni, değer ve prensiplerin yıpranması, adalet ve benzeri kavramların işlerliğini yitirmesi ile  bozulur!. Bir yapıyı dayanıklı kılan nasıl onun temeli ise, bir toplumu ya da işletmeyi ayakta tutanda onların dayandığı değer ve prensiplerdir!. Nasıl ki bir ağaç kökleri sayesinde ayakta kalabiliyorsa, insan  ve toplumlar da bazı temel değerler üzerinde ancak ayakta kalabilir!. Ağaçların yıkılması  için köklerinin topraktan sökülmesi ve dışarı çıkarılması gerekir!. Toplum ve milletleri de ağaca benzetebiliriz!. Hangi yapı olursa olsun, dış etkenlerden kaynaklı olarak yıkılmasını istemiyorsak, temelini sağlam atmalı, attığımız temeli de sürekli olarak beslemek ve korumak gerekir!

Tarih bir milletin hafızası, bir devletin haysiyeti ve geçmişle gelecek arasında kurulmuş bir hakikat köprüsüdür! Tarih yoksa hatıra yoktur, kök yoktur, hedef yoktur ve kaynak kupkurudur!. Mazideki olayların anlamlı ve objektif yorumu tarihe şuurla bakışın ispatıdır!. Tarih bütündür, parça parça anlatılamaz ve anlamlandırılamaz!. Türk tarihinin her satırı, her sayfası henüz mührü sökülmemiş  birer hazinedir!.  Türk milleti tarihten çekip alındığında tarih diye bir şey de kalmayacaktır!. Beka, zamanlar üstü gerçek,  aslında tarihle ilgilidir!.

Millet nedir?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti; Tarih, Kültür, Medeniyet, Coğrafya ve Kadim Devlet Aklının yeniden devreye girmesi ile, yüz yıl önce zorla koparılan bölgelerle irtibat kurmaya ve gönül bağlarını da yeniden sağlama almaya başlamıştır!. Peki, içerideki bazı aklı evvel veya işbirlikçiler, koro halinde, şurada veya burada ne işimiz var diye bağırmasını nasıl okumalıyız?! Yüz yıl önce olduğu gibi bırakalım da, sınırlarımızda yeni kukla devletçikler mi kursunlar?! Dünya üzerinde, Türk Devleti ve Türk Milletinden başka hiçbir devlet ve millet yoktur ki, bir selam ile her bölgeye rahat bir şekilde gidebilsin! Gittiği her bölgeye de barış ve huzur getirsin!. Türk, hiçbir zaman emperyalist kaygı ve düşüncelerle bir yere gitmediğine göre!. Türk,  tarihin hiçbir anında mazlumlara, zulüm de yapmadığına göre!.  Küresel ve emperyalist güçler,  on bin kilometre ötelerden ulusal çıkarları, kan, zulüm  ve sömürü için buralara kadar geldiğine göre!. Aynı mantalite ile, yüz yıl önce, koparılan bölgelerdeki sorun, kan, zulüm, kaos  ve sıkıntılar bugüne kadar  bitmemiş ve hiçbir zaman da bitmeyecektir!. Dünya liderlerinin barış ve huzur adına bir derdi de olmadığına göre!. Dertleri sadece çıkarlarıdır!. Türk Devleti, yeni bir paradigma ile, yenidünya düzeni ve sistematiği paralelinde, tüm mazlum milletlerin  sorumluluğunu almalı ve tarihi bağlarını yeniden kurmalı, tüm bölge halklarına da barış ve huzuru getirmelidir!.  Bir asır boyunca Fantom ağrısı çeken tüm bölgeler ile bağlarını kurmalı ve pekiştirmelidir!. Aksi halde tüm bölgedeki  yüz yıllık  ağrı hiç bir zaman dinmeyecektir!. Dünyanın başkaca bir seçimi de kalmamıştır!.

NATO ve BM Ne İşe Yarar?!.

Öncelikle, Suriye’de 27 Şubat akşamı, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin varlığı, Türk milletinin birliği ve Anadolu’daki binlerce yıllık bekamız uğruna, vatan için, namus için, devlet için, millet için, istiklal, istikbal, bağımsızlık ve hürriyet için vermiş olduğumuz şehitlere Allah’tan rahmet, aileleri ve sevdiklerine de sabrı cemil niyaz ederim!.  Yaralı olan askerlerimize de Allah’tan acil şifalar dilerim. Asil Türk Milletinin başı sağ olsun!. Vatan Sağ olsun!.  Devlet Sağ olsun!.  Türk Devletinin böyle hain saldırılar sonrası  ne yapması beklenmektedir?! Tabii ki, Devlet ve Millet bir ve beraber olacaktır!. Türk Devleti bekası uğruna, bölgedeki tüm hava savunma sistemlerine rağmen,  yerli, milli ve kendi üretmiş olduğu, alçak uçuşlu İHA ve SİHA’LARI  ile rejimim tüm askeri birliklerini yok etmektedir?! Yani, Türk Devleti, Suriye ve İdlib’te savaş literatürü ve teknolojisini yeniden yazmaktadır! Türk Devletini böyle hain bir saldırı ile köşeye sıkıştırmayı veya eksen kayması yaşayacağını hesaplayan tüm küresel ve emperyalist güçler,  Türk Devleti ebed müddet devam ülküsü uğrunda, Kadim Türk Devlet Aklının başkaca plan ve hesaplarının olduğunu, tarihte olduğu gibi yeniden görecek ve idrak edecektir! Yenidünya düzeni ve sistematiğinde eksen bugün için sadece Türk Devletidir!.

1990’ların başında Doğu Bloku ve Varşova Paktı’nın çöküşü ile Doğu Avrupa’da başlayan demokratikleşme akımı, Kasım 2010 tarihinden itibaren Arap Baharı hareketleri ile Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyasında etkili olmaya başlamıştır!. Arap Baharının asıl amacı, halklara demokrasiyi getirmek ve sivil hakları teşvik ettirmekmiş! Ne kadar da inandırıcı, değil mi?! Arap Baharı hareketlerinin  küresel ve emperyalist güçlerin arka planındaki hesaplarının, 22 ülkenin rejim,  iktidar ve haritalarının değişmesi gerektiğini de  böylelikle yutturmuş oluyorlar!. Arap Baharı, Tunus ve Mısır’daki rejimler devrilmiş ve yerine yeni iktidarlar gelmiştir!. Libya lideri Kaddafi devrilmiş,  ülkesi  tarumar edilmiş, halen parçalama ve yağmalama devam etmektedir!. Neden acaba?! Yenidünya düzeni ve sistematiği bugün için, İDLİB ve LİBYA üzerinden kurulacaktır! Türk Devleti ve Kadim Türk Devlet Aklının,  bu bölgelerde  neden olduğu veya bulunduğu,ne işimiz var diyen aklı evveller ve akıl daneler  tarafından ümit ederim anlaşılacaktır!.

Küresel ve emperyalist güçlerin, Arap Baharı planı Suriye’de tıkanmıştır!. Suriye’de 2010 ve 2011 yıllarında Arap Baharı ile büyük bir iç savaşın çıkmasına neden olmuştur!  Suriye’deki çeşitli etnik grupların varlığı ve dış güçlerin de desteği ile ülkedeki iç savaşın çözülemez bir kör düğüm olmasına yol açmıştır!  Neyi bölüşemiyorlar ki?! Veya hangi küresel plana hizmet etiklerini biliyorlar mıdır?! Hiç sanmıyorum!. Çatışmalar süresince ülkede küresel  ve bölgesel güçlerin etkin bir şekilde yer alması, Suriye iç savaşının ortaya çıkardığı sorunların çözülmesini tamamen zorlaştırmıştır!. On bin kilometre ötelerdeki devletlerin Suriye’de ne işi var ki?! Birleşmiş Milletlerin aldığı  kararlar, sadece kâğıt üzerinde kalmış ve  hiçbir şekilde uygulamaya sokulamamıştır!. Taraflar birbirlerine karşı askeri destek alarak saldırmış ve  bunun sonucunda da Türkiye bir göç dalgası meydana getirmiş ve bu göçler halen devam etmektedir!. Peki, İdlib saldırısı sonrasında, Avrupa’ya göç için,  sınır kapıları Türk Devleti tarafından neden açılmıştır?!  Kavimler göçü ile tarihte bazı devletlerin yıkıldığını da hatırlatmakta fayda vardır! Türk Devleti kim veya kilere ne gibi mesajlar  vermektedir!

NATO, Kuzey Atlantik Paktının kurulmasındaki amaç;  Barış ve güvenliği korumak, Kuzey Atlantik bölgesinde denge ve huzuru geliştirmektir!. Hangi barış ve güvenlik?! İttifak, uzun yıllar boyunca sağladığı savunma ve güvenlik teminatlarının yanı sıra, Türkiye, NATO’ya girmek için yoğun temaslarda bulunmuştur! Türkiye,  NATO ile ittifak arayışına 18 Şubat 1952 tarihinde Yunanistan ile birlikte ittifaka dâhil olmuştur!

NATO’nun 4. maddesi: Taraflardan herhangi biri, taraflardan birinin toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı ya da güvenliğinin tehdit edildiğini düşündüğü zaman, tüm taraflar birlikte danışmalarda bulunacaklardır!  Hangi tarafın, toprak bütünlüğü,, siyasi bağımsızlığı ve güvenliği?! NATO’nun 5. maddesi de;  Taraflar, Kuzey Amerika’da veya Avrupa’da içlerinden bir veya daha çoğuna yöneltilecek silahlı bir saldırının hepsine yöneltilmiş bir saldırı olarak değerlendirileceği ve eğer böyle bir saldın olursa BM Yasa’sının 51. Maddesinde tanınan bireysel ya da toplu öz savunma hakkını kullanarak, Kuzey Atlantik bölgesinde güvenliği sağlamak ve korumak için bireysel olarak ve diğerleri ile birlikte, silahlı kuvvet kullanımı da dahil olmak üzere gerekli görülen eylemlerde bulunarak saldırıya uğrayan taraf ya da taraflara yardımcı olacakları konusunda anlaşmışlardır!  Peki,  taraflardan birine yapılan dolaylı saldırılar, çıkarları uğruna içeriden yapılıyorsa, ne yapacaksınız?! Böylesi herhangi bir saldın ve bunun sonucu olarak alınan bütün önlemler derhal Güvenlik Konseyi’ne bildirilecektir. Bildirilince ne değişecektir! Güvenlik Konseyi, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumak için gerekli önlemleri aldığı zaman, bu önlemlere son verilecektir,  diyor!.  Güvenlik Konseyi, ne zaman, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak adına kararlar alabilmiştir?! Gören veya duyan var mıdır?!

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan; Türkiye, bugünü ve geleceği bakımından tarihi ve hayati bir mücadele içerisindedir!. Neticeleri en az 100 yıl önceki kadar büyük olacak bir mücadeleden, ülkemizin ve milletimizin menfaatlerini koruyarak zaferle çıkmak için gece gündüz demeden çalışmalarımızı sürdürüyoruz!. Tarih boyunca hep işgallere, zulümlere maruz kalmış bu coğrafyada, mücadeleden bir an geri kaçarsak, bir an birliğimize beraberliğimize sahip çıkmazsak çok daha büyük bedeller ödeyeceğimizin bilinciyle hareket ediyoruz!. Bu büyük mücadeleyi verirken, kanlarıyla bu toprakları bize vatan kılan tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet dilerim. Zulme karşı verdiğimiz hak mücadelesi sonuna kadar devam edecektir!. Şehitler tepesi boş değildir ve boş kalmayacaktır!.  Türkiye haklı mücadelesinden hiçbir zaman geri durmayacaktır!. Hiçbir şehidinin kanı yerde bırakmayacaktır!. Hiçbir ihaneti unutmayacaktır!. Milletimiz yanımızda olduğu sürece her zorluğun üstesinden gelecek, ülkemizi köşeye sıkıştıracağını zannedenlere tarihi bir ders vereceğiz, ifade ve vurgularının, bölgemiz ve sınırlarımızda, yüz yıl önce olduğu gibi bölme – parçalama ve  kukla devletçik kurma hesap ve sinsi  planları yapan, tüm  küresel ve emperyalist güçler ve işbirlikçilerine de Osmanlı tokadı zaviyesinden, istiklal ve istikbal uğrunda, Türk demenin ve kadim Türk Devlet Aklının,  tarihte ve bugün  ne demek olduğunu hatırlatma babından çok net bir duruş ve cevap olduğunu düşünüyorum!.   

Devletlerin Yıkılış ve Çöküşü!…

Dünya yanıyorken, hegemon ve küresel güçler,  emperyalist planları çerçevesinde ki  yeni dünya düzeni ve sistematiği peşinde, dünyayı ve bölgemizi de  tarumar etme  sinsi hesaplarını da yaparken, içeride birbirimiz ile meşgul olmak, birbirimizin altını oymak,  bazı makam – mevki ve kurumlara da benim adamım  gelsin, bizden olan atansın, bizden olmayan ve sözümüzü de dinlemeyecek bireyler hakkında olmadık tezviratlar ile meşgul olmak kimin işine  yarayacaktır!. Herhalde aziz devlet ve asil milletin değil!. Bu nasıl bir mantıktır?! Bu durum ve düşünce sistemini, milli bilinç veya milli şuur  olarak nereye koyabiliriz?!  İnsani ve ahlaki zaviyeden nasıl izah etmeliyiz?!. Bilemiyorum!. Özellikle de yereldeki siyasi aktör ve yerel dinamikler,  tüm atamalarda, ehliyetsiz, liyakatsiz, çapsız ve  kifayetsiz muhteris,  kendilerine yakın ve sadece söz dinleyen  adamlarını bir yerlere getirebilmek ve atamasını yaptırabilmek için her yolu denemektedir?! Neden acaba?!.   İnsan denen varlık tabii ki hata ve nisyan ile maluldür! Fakat toplumun ve devletin varlığı ve bekasına yönelik olarak böyle hatalar bilinçli bir şekilde yapılıyor ise bunu adı elbette ki ihanettir! Devletin bekası ve toplum düzenini bozmaya yönelik bilinçli olarak yapılan ihanet ve hainliğin tüm toplumlardaki cezası ehlince de malumdur!

Hülagü, Bağdat işgalinden sonraki bir gün, şehrin dışına kurduğu karargâhında, o beldenin en büyük âlimi ile görüşmek istediğini bildirir!. Bu haber, âlimler arasında korku ve endişeye sebep olur!. Hülagü tarafından öldürülmek korkusuyla bu davete kimse icabet etmek istemez!. Bu haber, zamanın genç âlimlerinden Kadıhan’a ulaşır. Kadıhan, ufak tefek tıfıl bir gençtir ve daha sakalı bile çıkmamıştır!. Daveti kabul ettiğini söyleyerek, Hülagü ile görüşmeye gidebileceğini, bunun için kendisine bir deve, bir keçi ve bir de bir horoz verilmesini ister!. Hülagü’nün şerrinden korkan ulema sınıfı bu isteği hemen karşılar!.  Kadıhan, hayvanlarla birlikte çadıra varır!. Hayvanları çadırın dışında bırakarak içeriye girer ve kendini tanıtır!. Kendisiyle görüşmek üzere geldiğini söyler! Hülagü, genci tepeden tırnağa süzer ve beklediği tipte biri olmadığını görerek; bana göndermek için seni mi buldular!. Kadıhan gayet sakin bir şekilde; görüşmek için iri yarı, boylu boslu birini istiyorsan; bir deve getirdim!. Sakallı yaşlı birisi ile görüşmek istiyorsan;  bir keçi getirdim! Eğer gür sesli birisiyle görüşmek istiyorsan; horoz getirdim!. Üçünü de çadırın önüne bıraktım; Onlarla görüşebilirsin, der!.

Hülagü, karşısındakinin sıradan biri olmadığını anlar ve şöyle otur bakalım, diyerek kendisine yer gösterir ve ilk sorusunu sorar!.  Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir, diye sorar. Kadıhan gayet sakin bir şekilde;  Seni buraya bizim amellerimiz getirdi!. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetini bilemedik!. Esas gayemizi unutup; makam, mevki,  iktidar, güç ve mal mülk peşine düştük; zevk ve sefaya daldık!. Cenabı Hak da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi, der.  Hülagü, ikinci sorusunu sorar!  Peki, beni buradan kim gönderebilir? Cevap çok manidardır!. O da bize bağlı! Benliğimize dönüp, ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, mal, mülk ve mevki peşine düşmekten, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek, işte o zaman sen buralarda duramazsın, der!.

İnsanlık tarihine kabaca baktığımızda, yüzlerce devletin kurulup battığını görebiliriz!. Peki, neden?! Bu kadar  devlet neden kurulmuş ve hangi hatasından dolayı batmıştır?!  Mademki, tarih, ibret ve ders alınmış olsa tekerrür etmeyeceğine göre!  İnsan denen ve akıl ile mücehhez varlık, akletmek ve düşünmekle mükellef ve sorumluluk sahibidir!.  Akletmeyen,  düşünmeyen ve belli makamlarda da sorumluluk sahibi olması gereken  insan denen varlık, toplum ve toplumun düzeni ve emniyetini de  sağlamak ile görevli devletin  başına, tabii ki sıkıntılar getirecek ve belalar açabilecektir!.  İnsan denen varlık sorumluluk sahibi olduğu; kendi haline ve başıboş da bırakılamayacağına göre!.  İnsan denen ve akıl ile mücehhez varlık, olay ve gelişmelerin siyak ve sibakını, yaptığı tüm işlerin neden ve niçin olduğu ve nasıl vuku bulduğunu idrak etmek zorundadır!  İnsan denen  aciz varlık, özünden ve benliğinden uzaklaşmakla,  zevk – sefa peşinde koşmak, mal – mülk biriktirmek,  iktidar ve güç savaşı vermek,  israf ve zulüm ile  uğraşmak ve birbiri ile meşgul olmak, birbirinin kuyusunu kazmakla; hem kendisi, hem toplumun ve hem de aidiyet hissettiği devletin sonunu hazırlayabilir!.  Bir kişiden hiçbir şey olmaz diyemeyiz!. Bir çiçekle bahar olmaz; fakat her bahar bir çiçekle başlar, unutmayalım!. Eba Müslim Horasani; Onlar, zarar vermeyeceklerinden emin oldukları için dostlarını kendilerinden uzak tuttular!. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de düşmanlarını yakınlaştırdılar!. Yakınlaştırılan düşman dost olmadı!. Ama uzaklaştırılan dost düşman oldu!. Herkes düşman safında birleşince de, yıkılmaları mukadder oldu, diyor

Selçuk Üniversitesi ve Rektör Ataması!…

2019 yılı Aralık ayı başlarında, üç üniversite için rektörlük aday başvuruları yapılmış,  akabinde YÖK tarafından yapılan mülakat ve değerlendirmeler sonucunda, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a aday  listelerinin  detaylı bir şekilde raporlamaları ile sunumu olmasına rağmen, rektör ataması gerçekleşmemiştir!. Peki, neden?! Akademik dünya ve şehirdeki derin mahfillerin genel konusu da rektörlük ataması olmaktadır!.  Kim atanacaktır?! Dışarıdan bir akademisyen mi gelecektir?! Rektörlük için başvuruda bulunan 34 akademisyen aday arasından biri mi atanacaktır?!  Veya devlete yakın ve devletin işleyişine hakim, yeni dünya düzeni sistematiği zaviyesinden üst düzey akademik  bir bürokrat mı gelecektir?! Ya da halen mevcut rektör Mustafa Şahin  hoca mı atanacaktır?! Tabii ki, bilemiyoruz!  Artısı ve eksileri ile birlikte, tüm seçeneklerin atama makamının masasında ve iradesine de bağlı olduğunu düşünüyorum!.

İletişimci ve gazeteci duyarlılığı çerçevesinde, almış olduğumuz duyum ve bilgiler ışığında bir resim çizmeye veya tablo çıkarmaya çalışıyoruz! Tabii ki değerlendirme sayın okuyucuya aittir!. Akademik hayatı yarım yüz yılı geçmekte olan Selçuk  Üniversitesinin, hem devlet kademesi ve hem de özel sektörde  aranan öğrenciler yetiştirmesi, bilim dünyasında da  atıfları olan, üniversite sanayi işbirliğini sağlama almış, dünya ve ülkemizdeki  başarılı üniversite sıralamasında da listenin başında veya üst sıralarda  bir yerlerinde olması, hedefi, ideali, dertleri  ve projeleri olan, bir rektör adayının atanacak  olması,  elbette ki  ülke, şehir ve üniversite adına, bizleri hem gururlandıracak ve   hem de  mutlu edecektir!.

Geçtiğimiz günlerde, Dünyanın en prestijli üniversite sıralaması olarak kabul edilen Çin Şangay Üniversitesi tarafından yapılan ARWU 2018 (Academic Ranking of World Universities) dünya üniversiteleri sıralaması yayımlandı!. 2003 yılından bu yana başarılı üniversiteleri sıralayan kurum 2009 yılından itibaren Şangay Üniversitesi yerine Shanghai Ranking Consultancy adıyla sıralaması yapıyor!.  Nobel ödüllü mezun ve akademisyen, Fields Madalyası (  Uluslar Arası Matematikçiler Ödülü ) yılda bin yayın şartı, en fazla atıf alanlar listesine giren akademisyen sayısı, Nature veya Science dergilerinde çıkan makale sayısı, SCI  ( Bilimsel Atıf Dizini ) ve SSCI  ( Sosyal Bilimler Atıf Dizini ) endekslerince taranan ve kişi başına düşen makale sayısı vb. kriterleri ile ARWU, dünyanın en saygın üniversite sıralamasının da başında geliyor!

Şangay Üniversitesi ARWU kriterlerine göre, dünyanın en iyi On Üniversite sıralaması şöyledir!. Harvard University; ABD.. Stanfonr University; ABD.. Cambridge University; Birleşik Krallık.. Massachusetts Institute of Technology; ABD..  University of California, Berkeley;  ABD.. Princeton University; ABD..  University of Oxford; Birleşik Krallık..  Columbia University; ABD.. California Institute of Technology;  ABD.. University of Chicago; ABD…

Şangay Üniversitesi ARWU kriterlerine göre, dünya sıralamasında ilk BİN içindeki Türkiye’deki  Üniversite sıralaması!. İstanbul Üniversitesi 401 – 500, Hacettepe Üniversitesi 501 – 600,  Bilkent Üniversitesi 601 – 700,  Dokuz Eylül Üniversitesi 601 – 700,  Erciyes Üniversitesi 601 – 700,  İstanbul Teknik Üniversitesi 701 – 800,  Ankara Üniversitesi 801 – 900,  Ege Üniversitesi 801 – 900,  Gazi Üniversitesi 801 – 900,   Orta Doğu Teknik Üniversitesi 801 – 900, Boğaziçi Üniversitesi 901 – 1000,  Marmara Üniversitesi 901 – 1000,  Sabancı Üniversitesi 901 – 1000,  Yıldız Teknik Üniversitesi 901 – 1000…

Dünyanın başarılı ve en saygın üniversite sıralamasında, Selçuk Üniversitesi ve şehirdeki diğer üniversitelerin de listede yerini alabilmesi için, acil ve önemli olarak yapılması gerekenlere, âcizane ve naçizane öneri ve tavsiyelerim ise şöyledir! Öğretim üyeleri, kişisel değer yargıları veya idare ve idarenin ehliyetsiz, liyakatsiz, çapsız, başarısız, kifayetsiz muhteris adamlarına  yakınlığı ile değil, objektif insan kaynakları değerleme sistemleri ve neler ürettiği dikkate alınmak sureti ile performans ve başarılarına göre değerlendirilmelidir!.  Dört veya beş sene sonunda ürettiği ürüne piyasada alıcısı dahi olmayan bir fabrikaya,  üniversiteye ve akademisyene ne demelidir?!. Üniversite Sanayi işbirliği stratejik çalışması ivedilikle  sağlanmalıdır!. Döner sermayenin etkin çalıştırılması, uluslararası öğrenci kabulü, kitap, makale ve yayım basım desteği gibi  konular ivedilikle çözülmelidir!. Üniversitenin sağladığı imkânlar, tabandan başlayarak, sadece idareye yakın olanlar için değil,  tüm akademisyenler için  adil bir şekilde kullanılması sağlanmalıdır!.  Üniversitenin yatay değil, dikey büyüme stratejisine uygun çalışmalar yapılmalıdır!. Üniversite kaynakları yeni ve atıl binalar için değil, piyasada aranan başarılı ve nitelikli öğrenci, sürekli kendini geliştiren ve yetiştiren akademisyen ve idari kadro için kullanılmalıdır!   Proje üretim merkezi kurulmalı ve tüm araştırma görevlisi, yüksek lisans ve doktora öğrencileri bu merkezin doğal çalışanları olmalıdır!. Üniversitenin marka değerine katkı sağlayacak, reel sektörde üniversitenin ismi ile aranan nitelikli ve başarılı öğrenciler için  araştırma ve  geliştirme çalışmalarına önem verilmelidir!.

Doğa boşluğu kabul etmeyeceğine göre, akademik dünyadaki başarılı hocaların takdir edilmesi, ödüllendirilme ve gelişimine önem verilmediği, idare ve idareye yakın olanların da adamı olmadığı kaygıları ile küstürüldüğü için, kurum elbette ki  dedikodu  hastalığı boşluğu dolduracaktır!.  Üniversitenin ismi ile müsemma olabilmesi yani bilim üretebilmesi, şehrine ve ülkesine de katkı sağlayabilmesi  için, acil ve ivedi olarak, idarenin çevresini kuşatmış;  ehliyetsiz, liyakatsiz, çapsız, dedikodudan başkaca hiçbir şey üretemeyen  ve kifayetsiz muhteris kişi ve akademisyenlerden  bir an önce arındırılmalıdır, diye düşünüyorum!.

Yeni Dünya Düzeni ve Siyah Kuğu!..

Dünya, Yeni dünya düzeni ve sistematiği zaviyesinden çok zor ve sıkıntılı bir dönemden geçmektedir!.  İkinci dünya savaşı akabinde, çift kutuplu  kurulan ve yarım yüz yıl devam eden Soğuk Savaş dönemini, 1990’lı yılların başında, Sovyetler Birliğinin dağılması ve Berlin Duvarının yıkılması ile geride bıraktık!.  Tek kutuplu bir ara dönem ve  akabinde ise yeniden kurulmaya çalışılan çok  kutuplu yeni bir dünya düzeni ve sistematiği; elbette ki kolay olmayacaktır!. Tabii ki çok sıkıntılar yaşanacaktır!. Tek kutuplu dünya düzenine matuf olarak  11 Eylül saldırılarından sonra ABD öncülüğünde Irak ve Afganistan’ın işgaline  bölgenin de vekalet orduları ile yakılıp yıkılmasına ve kaosa sürüklenmesine de şahit olduk!. 2010 yılından itibaren Tunus’ta başlayan  Arap Baharı ile, bölgemizdeki kaotik ve çok sıkıntılı bir dönemi  yaşadık ve halen yaşamaya da  devam ediyoruz!. Küresel ve emperyalist güçlerin Arap Baharı ile bölgeyi yeniden dizayn projesi, Suriye’de tıkanmıştır!. Suriye’de tıkanan sinsi plan ve kirli hesaplar, Türk Devletini kuşatma ve çevreleme operasyonları ile sınırlarımızda ki küresel ve emperyalist güçler  destekli vekalet ve vesayet savaşlarının da başlamasına öncülük etmiştir!. 15 Temmuz hain işgal kalkışma gecesi, devletin bekası ve milletin birliği adına yeniden neşv-ü nema bulan, kadim Türk Devlet Aklı ile sinsi  kuşatma, işgal, teslim, sınırlarımızdaki kukla devletçik kurulması   ve hain çevreleme projeleri bir bir bertaraf edilmiştir!.

Amerikalı yazar Nassim Nicholas Taleb; Etkisinin çok büyük şoklara neden olabileceği ve  tahmin edilmesi mümkün olmayan ender olaylar zinciri ve vakayı Siyah Kuğu’ya benzetir!. Birinci Dünya Savaşı’nın çıkışı ve 11 Eylül olayının patlak vermesi gibi!. Hayat, hiçbir doğru cevabı olmayan, ancak yine de bir cevap isteyen, sonsuz problemler silsilesidir!. 1697 yılında Hollandalılar, Avustralya’da siyah bir kuğuya rastladıktan sonra, imkânsız bir olaymış gibi görünen bu durum, dünyada yankı uyandırmıştır!. Tarih boyunca insanların rastladığı milyonlarca kuğu beyaz renkli olsa da görülen bir tek siyah kuğu, kuğuların sadece beyaz renkte olduğu gerçeğini değiştirmiştir!. Şu anda dünyada yaşanan ve yaşanmakta olan planlı veya spontane olaylar zinciri ve durumlarında olduğu gibi!

Yeni dünya düzeni ve sistematiği, ticaret, para ve enerji üzerine kurulacağına göre!. Ticaret, para ve enerji olmadan hayat sürdürülemeyeceğine göre!. Ya da dünya hegemonya sisteminin  mezkur  üçlü olmadan  küresel ve emperyalist güçler zaviyesinden bir anlam ifade etmeyeceğine göre!. İkinci Dünya Savaşı akabinde kurulan Dünya Bankası, IMF ve diğer küresel  örgütler bu sistemin taşıyıcı  dinamikleri ve organizmalarıdır!. Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan yeni nesil coronavirüs, küresel ekonomiye yönelik tedirginliği arttırmıştır!. Wuhan Virüsü olarak adlandırılan yeni tip coronavirüsün ekonomik etkileri SARS vakasından  çok daha fazla hissedileceği düşünülmektedir!. Siyah kuğu teorisi, para, ticaret, finans ve ekonomi dünyasını derinden etkileme potansiyeline sahip, öngörülmesi güç ve  nadir olaylara vurgu yapmak için kullanmaktadır!.

Siyah Kuğu Teorisi

Siyah kuğu bir metafor!. Kimsenin aklına gelmeyen ve ihtimal bile vermediği hatta ihtimaller içinde saymadığı fakat gerçekleşen olaylar, siyah kuğu, olarak adlandırılır! Böyle olaylar olduğunda ansız olması ve hazırlıksız yakalanıldığı için de etkisi çok büyük olur!. Bir olayın daha önce olmaması ya da gözlemlenmemiş olması tabii ki  hiç olmayacağı ya da tarihte olmadığı  anlamına gelmez!. Bir şeyin henüz meydana gelmemiş olması, birileri tarafından keşfedilmemiş olması, ihtimaller içinde olmadığı anlamına da gelmez!. İhtimal dışında tutulan fakat gerçekleşen ve çok büyük etkiler yaratan tüm olay ve gelişmeler Siyah Kuğu olarak nitelendirilmektedir! Siyah Kuğu kavramı, Bilmediklerimiz, bildiklerinizden daha önemlidir, anlayışını öne çıkarır!.

Dünya, ikinci dünya savaşından sonraki süreçte, Asya güçlerinin yeniden ekonomik, askeri, para, finans, nüfus, teknoloji ve askeri güç olarak ortaya çıkması ile birlikte Atlantik ve Avrasya güçleri olarak iki bloğa ayrılmıştır!. Türk Devleti,  hegemonya güçler   arasında, denge ve sıklet merkezi konumunda olduğunu da sürekli olarak vurguluyoruz!. Dünyanın ekonomik güç dengesi Asya bölgesine doğru kaydığını ifade etmiştik!.  Çin öncülüğünde başlatılan,   tarihi İpek yolu ve  65 ülkenin birlikte kalkınma ve kazanması, Yeni Bir Yol ve Kuşak projesinin devreye alınması ile güçler arasındaki  küresel hegemonya, varlık ve bilek güreşi başlamıştır!. Taraflar uzun bir dönemdir birbirlerine el ense çekmektedir!. Dünya, ortalamalar ve öngörülebilirlerle değil, bilinmeyenler ve öngörülemeyenlerle şekilleniyor! Sıradan olanlar değil, büyük olaylar, keşifler ve olağanüstü insanlar büyük sonuçlara yol açabilir!. Büyük değişimler, göstere göstere değil, hiç öngörülemeyen patlamalar veya oluşumlarla ortaya çıkar! Hiç akla gelmeyen ve beklenmeyen, benzeri duyulmamış nadir olaylar, yepyeni fikir ve teknolojiler dünyayı büyük çapta etkiliyor!  

Siyah kuğu teorisinde olduğu gibi, Dünya; bilmediklerimiz ve bildiklerimizden daha önemli, öngörülebilir ve  öngörülemeyen nadir olaylar dünyanın da yeniden şekil almasına, yeni bir düzen ve sistematiğin de kurulmasına  sebebiyet vermektedir!. Birinci ve İkinci dünya savaşlarından sonra ki yaşananlar gibi!. 1990 yılında Sovyetler Birliğinin dağılması ve Berlin Duvarının yıkılması gibi!. 11 Eylül saldırıları ile yeni bir dönem ve sürece girilmesi gibi!. Arap baharı ile başlayan ve  yirmi iki ülkenin rejim, toprak  ve liderlerinin değişmesi ve  atmış adet yeni devletçiklerin  ortaya çıkacak olması gibi!.  Bir yol ve kuşak projesi ile 65 ülkenin birbirine bağlanması, birlikte kalkınma ve kazan kazan hamlesi gibi!. Siyah kuğu teorisinde olduğu gibi, dünya yeniden bir başka düzenin eşiğinde  ve sistematiğe de geçmek üzeredir!. Peki, dünya hegemonya ve küresel güçleri böyle bir plan aşamasında ve eşiğinde bulunurken; Türk Devleti neler yapmaktadır?!. Eli kolu bağlı sadece beklemekte ve başına geleceklere de  razı bir şekilde midir?! Tabii ki hayır!.  İki bin yıllık devlet geleneği olan  Türk Devleti ve Kadim Türk Devlet Aklı, Türk Devleti ebed müddet devam ilkesi ve 2023 – 2053 ve 2071 vizyon ve hedefleri doğrultusunda, Anadolu’da binlerce yıllık  varlık ve bekası uğruna, yeni dünya düzen ve sistematiğine matuf tüm küresel ve emperyalist teori projelere her daim hazır  ve alfabedeki tüm harflerden müteşekkil  planları vardır ve hazır bir konumda olduğunu da düşünüyorum!.

ÖLÜM Asude Bahar Ülkesidir bir RİNDE!…

  Rindlerin Akşamı

  Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç;

  Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç!

  Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,

  Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.

  Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan

  Ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan

  Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece.

  Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,

  Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül!

  Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahud gül.

  Rindlerin Ölümü

  Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;

  Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.

  Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış,

  Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle.

  Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;

  Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.

  Ve serin serviler altında kalan kabrinde

  Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.

Yahya Kemal Beyatlı RİND şiirinde; Fani bir varlık olan insan için, ölümlü bir varlık olmak, ölüme de her an hazır ve yakın olmaktır! Geleneksel kültürümüzde çok sık kullanılan ve karşılaşılan fakat bugün pek çok kişi tarafından bilinmeyen, rind, zahid ve takva ehli insanlar vardır!.  Rind tipi insanlar, zamanla olgunlaşacağı, yaşadıkça  çevresindeki olaylar ve insanlara karşı daha  hoş görülü,  elinden ve dilinden diğer insanlara zarar gelmeyen, sabırlı ve her şeye  kızmayan ve parlamayan birey demektir!.   Rindler gönül zengini ve gönül ehli insanlardır! Para  pul, makam mevki, güç ve iktidarı, yani dünyalık ve geçici şeyleri  birinci sıraya almazlar!. Mademki fani dünyada yaşıyoruz, zaten hayat kısa, dünya  ve hayat  meşgalesi insanları hırpalıyor; öyle ise işleri zorlaştırmayalım ve aksine diğer insanların  hayatını kolaylaştıralım, diyen insanlardır!.

Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç!  Şimdi akıl iyice olgunlaşmıştır fakat yeni bir iş kurmak, bir başka şehre yerleşmek için,  eğlenmek ve  hatta âşık olmak için vakit çok geçtir!.

Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç! Fasıl; bölüm, dönem gibi anlamlar taşır!. Hayat, türlü ümit ve maceralar içinde yaşanmaktadır! Hayat dediğimiz kısacık ömrü kabaca değerlendirme yaptığımızda, Vah – Tüh ve İyi ki – Keşke, dediğimiz şeyler vardır! Fakat artık yapacak fazla bir şey  kalmamıştır!. Yolun sonu görünmektedir!

Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile, Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle!  İnsan aklı ve gönlü ile hayatın  bitmesini kabullenemez!. Tüm kutsal kitaplar, iman ehli  ve rindler için ölümün bir son olmadığı konusunda  uyarı ve ikazlarda bulunur!. Fakat aciz bir varlık olan insan için ölümü kabullenmek elbette ki  çok zordur!. Zor olan her şey güzel olduğuna göre!. Her zahmet ile bir rahmet aramak gerektiğine göre! Peki; Ölüm güzel olmasa idi HABİB ölür müydü?!

Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan ve arkasında güneş doğmayan büyük kapıdan, Geçince başlayacak bitmeyen sükûnlu gece!   Şair, rindane bir yaklaşımla ölümü gözle görünür kılıyor ve somutlaştırıyor!  Ona göre, gökyüzünde geniş kanatları olan büyük bir kapı vardır!. Bu kapının arkasında artık güneş görünmemekte ve doğmamaktadır! Orası karanlıktır ve orada zaman kavramı işlemez! O kapıdan geçildiğinde bitmeyen sükûnlu bir gece başlayacaktır! Boşluk, huzur, sessizlik ve zaman kavramı olmayan derin bir uyku başlayacaktır!

Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince, Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül! Gün batarken hayatta olmanın ve yaşamanın değerini bil! Coşkuyla bir işe sarılmış olarak, gönlünde gerçek bir aşkla ve doyumlu yaşayarak geçir günlerini, bu bedene iyi bak, bir gemi gibi huzurla süzül o son kıyıya!

Ya lale açmalıdır göğsümüzde yahut gül!   Çevresi tarafından sevilen,  kendisi ile barışık, mutlu yaşayıp ölen birey ve kulun  mezarında kendiliğinden, gül ve lalelerin, açacağına; çevresi tarafından sevilmeyen, kendisi ile her daim kavgalı,  dengini bulamayan, ya da kırıklıklar ve mutsuzluklar içinde  yaşayıp ölen kimselerin mezarlarında, bağırlarında ise dikenler bittiğine inanılır!.  Öyle bir hayat yaşamalıyız ki, mezarımızda her bahar güller ve laleler kendiliğinden bitiversin!

Vatan Dediğimiz Nedir?!.

Dünyada yeni bir düzen ve sistematik kurulma aşamasında olduğunu, yeni düzenin de bölgemizde cereyan edeceğini ve Türk Devlet olmadan da kurulamayacağını sürekli olarak vurgulamaya çalışıyoruz!

Türk Devleti yüz yıl önce küresel ve emperyalistler tarafından ameliyata tabi olmuştur!. Bugün ise Bekası için hem sahada, hem de masada olmak zorundadır!.

Asil Türk Milleti, yüz yıl önce,  hem içerideki işbirlikçi mandacı ve  satılmış zihniyet,  hem de yedi düvele karşı, yedi bölgede kurtuluş ve kuruluş, direniş ve diriliş  mücadelesi vermiştir!.

Peki, bugün yaşamakta olduklarımızı nasıl okumalıyız?! Dünden bir farkı var mıdır?! Bugün ise, işbirlikçiler ve ağa baları tarafından,  yeni dünya düzeni ve sistematiğinde ki  kuruluş masasında olmayalım diye, içeriden ve dışarıdan kuşatma ve çevreleme operasyonlarına şahit olmaktayız!.  Başarabilirler mi?! Tabii  ki hayır!.

Dünya insanlık tarihinden Türkleri çıkardığımız vakit geriye hiçbir şey  kalmayacağına göre!.  Dünya üzerinde varlık ve beka mücadelesi, küresel ve emperyalist hegemonya güçler ve asil Türk milleti ile olmuştur! Çünkü Türk demek, Adalet dağıtan ve Hakikat temsilcisi olduğuna göre!. Türk aynı zamanda, mazlum milletlerin de  hamisi demektir!.

Vatan Nedir?…

KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, İngiliz The Guardian gazetesine verdiği röportajda, Kırım’ın ilhakı gibi Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye bağlanmasının korkunç olacağını, Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye bağlanması konusunun, Türkiye’nin kendi çıkarlarına da aykırı olduğunu söylemiş! Akıncı, İkinci bir Tayfur Sökmen olmayacağım, demiş! Peki, nedir Tayfur Sökmen hadisesi?!  Tayfur Sökmen, Fransız mandasına ait olan Hatay Devleti’nin 1939’da referandumla Türkiye’ye bağlanmasını kabul etmiştir!  2015 yılında  Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı seçilen ve 26 Nisan  2020  tarihindeki seçimde yeniden aday olan Mustafa Akıncı, Kıbrıs’ın federal bir çatı altında birleşerek sorunların aşılabileceğini, Kuzey Kıbrıs’ın daha fazla bağımlı hale geleceği, Ankara tarafından yutulabileceğini,  de sözlerine eklemiş!.

Peki, Kıbrıs ve Kıbrıs adası denilince aklımıza neler geliyor, kabaca  izah etmeye  çalışalım!. Kıbrıs Adası, çağlar boyunca, tarihin her döneminde çalkantılara sahne olmuştur!. Gerek stratejik konumu ve gerekse doğal zenginliği nedeni ile komşusu ve on binlerce kilometredeki emperyalist ülkeler tarafından zaman zaman işgal edilmiş, zenginlikler yağmalanmış ve sıkıntılı dönemler yaşanmıştır!  Ada, 1571 yılında Osmanlı İmparatorluğunun hakimiyetine girmiştir!. Osmanlı İmparatorluğu, 1878 Rus savaşında, Britanya İmparatorluğunun desteğini almak amacı ile mülkiyeti Osmanlı İmparatorluğunda kalmak şartı ile ada, İngilizlere kiralanmıştır!. Türkiye 1923 yılında Lozan anlaşmasının 20. maddesi gereğince adanın İngiltere’ye ilhakını kabul etmiş ve  İngiltere 1925 yılında Kıbrıs’ı ‘Kraliyet kolonisi’ ilan etmiştir!. 16 Ağustos 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuş ve Yunanistan, Türkiye ve İngiltere bu yeni Cumhuriyete garantör ülke oldu!. Rumlar Yunanistan’la birleşme yani Eosis’i gerçekleştirmek için Akritas planı adı altında harekete geçmiş ve Türklere saldırılar başlamıştır!. 20 Temmuz 1974 yılında Türkiye, garantörlük haklarını kullanarak adaya askeri müdahalede bulunmuş ve  15 Kasım 1983 yılında KKTC kurulmuştur!.

Vatan Nedir?!..

MHP Lideri Devlet Bahçeli, Kıbrıs Türklüğünü, Rum planlarına zincirleyip tutsak etmek maksadıyla elinden geleni ardına koymayan Mustafa Akıncı, Türkiye ve Türk milletine şükran duyması gerekirken sırtını dönmüş, yüzünü de zalimlere çevirmiştir! Bu ayıp ve ahlaksızlığın hiçbir vicdanda, hiçbir siyasi anlayışta yeri olamayacaktır!. Mustafa Akıncı, işgal ettiği koltuğa layık olmadığı açıktır! Bu nedenle Cumhurbaşkanlığından derhal istifa ederek emaneti Kıbrıs Türklüğünün iradesine tevdi etmesi kaçınılmaz ve hayati bir sorumluluktur! Akıncı ve yandaşları unutmamalıdır ki, Kıbrıs Türk’tür ve Türk kalacaktır!. Beşparmak Dağları’na dökülen şehit kanları hiçbir şart altında silinmeyecek, kutlu ceddimizin emanetleri çiğnetilmeyecektir! Kıbrıs Türklüğünün egemenlik haklarıyla oynayan karşısında Türk milletinin tamamını bulacaktır, ifade ve vurgularının, bölgemizde kurulmaya çalışılan,  yeni dünya sistematiğine yönelik olarak,  içeriden ve dışarıdan yürütülmekte olan kuşatma ve çevreleme operasyonlar ve bölgemizde oynanan  küresel ve emperyalist kirli plan ve sinsi oyunlara ve içerideki işbirlikçilere de Kadim Türk Devlet Aklı çerçevesinde, okkalı bir Osmanlı tokadı  olduğunu düşünüyorum!.  

Türk Devleti, Kadim Türk Devlet Aklı ile birlikte, 15 Temmuz hain işgal kalkışmasından sonraki süreçte, devletin içine kadar sızmış işbirlikçileri bir bir temizlemiş ve halen de temizlik devam etmektedir!. İçeriyi  sağlama aldıktan sonra, sınırlarımızda ki beka ve varlığımızı tehdit eden, BM’den kaynaklı tüm haklarımızı da korumak ve elde etmek için yapmış olduğu, Akdeniz, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Libya ve Suriye’deki  tüm  askeri ve  stratejik anlaşma ve hamleler, yedi düvel ve içerideki işbirlikçi hainlerin uykularını kaçırmaktadır!.

Tarih, kültür, coğrafya, medeniyet ve kadim devlet aklı, Anadolu’da ve yirmi dört milyon kilometrekarelik gönül coğrafyasında ki tüm bağlarını bir bir hatırlamaya, tazelemeye ve sağlama almaya başlamıştır!. 

Elbette ki böyle stratejik girişim ve hamleler birilerinin bölgemiz üzerindeki çıkarlarına aykırı olduğu ve  karşımıza da çıkamayanlar, dolaylı  ve dolambaçlı yollardan  saldırılara geçecektir!.  Fidanlarımızı kaybedecek ve canımızı da tabii ki yakacaklar!.

Fakat, Asil Türk Milleti için, Toprak, eğer  uğrunda ölen varsa  vatandır, düstur ve idrakini,  işbirlikçiler ve ağababaları, asla anlayamayacaklar!. Tabii ki Vatan Sağ olacak!. Elbette  ki  Türk Devleti ebed müddet devam edecek ve Var olacaktır!.

Rektör Adayının Projeleri Olmalı!.

Selçuk Üniversitesi rektör atanması ile ilgili yazılarımıza istinaden arayan ve soran dostlarımıza çok teşekkür ederim!. Yazdıklarımıza istinaden tabii ki takdir ve teşekkür aldığımız olduğu kadar, eleştirilere de muhatap oluyoruz! Neden yazıyorsun?

Şehirde gazeteci ve köşe yazarı olarak bu konular ile çok fazla ilgilenen ve değinen yok şeklinde sitem de alıyoruz! Mensubu ve mezun olduğum üniversiteye, şehrime ve ülkeme de sevdalı ve aşık olduğum için olabilir mi?! Neden olmasın!

Akademik hayatı yarım yüz yıla yaklaşmış bir üniversitenin, dünya ve ülke sıralamasındaki yeri,  bilim üretmedeki konumu, ulusal ve uluslar arası arenadaki patent ve buluşları, ülkemiz  ve dünyadaki başarılı öğrencileri zaviyesinden kalem ve kelam oynatmaya çalışıyoruz!. Bunu da mı yapmayalım?! Ne buyurdunuz? 

Hz. Peygamber  ( s.a.s ) efendimiz; Ya öğreten ol, ya öğrenen ol, ya dinleyen ol, ya da ilmi seven ol!. Sakın beşincisi olma ( bunların dışında kalma ) helak olursun, buyurmaktadır!. Yani İLİM ve BİLİMİN  karşısında ve engelleyen olma buyurmaktadır!.

Üniversiteleri ülke ve toplum olarak günlük siyasetin dışında,  olması gereken özerk yapısı ve politika üstü kurumlar olarak muhafaza edemedik!  Neden acaba?

Sistemden karşılıklı olarak beslenenler, birbirini beslediği ve koruduğu için olabilir mi? Neden olmasın?

Bilim ve teknolojide gelişmiş dünya üniversiteleri,  üst düzey araştırmaların yapıldığı ve evrensel anlamda dünyanın her alanda ihtiyacı olan mesleki bilgilerin teorik ve pratik anlamda öğretildiği ve üretildiği yerlerdir!. Biz neredeyiz?

Bu yapıdaki üniversiteler sadece bilgi, beceri ve beynini kullanan bilim insanları ile ilgilenir ve mümkün olduğunca da kaliteli ve kapasiteli bilim insanlarını bünyelerinde tutmaya çalışır! Peki, biz nerelerdeyiz acaba? Bizden değil diye kimleri sevdalı olduğu üniversitesi, şehri ve ülkesine küstürdük? Başka şehir ya da ülkelere gitmesine sebebiyet verdik?  Bilemiyorum!

Üniversiteler, bilim insanı akademisyenlerin ne dinleri,  ne ırkları,  ne de yaşam tarzları ile ilgilenir!. Sadece ülkesi adına ciddi projelerinin olup olmadığı ve başarılı işlerle uğraşıp uğraşmadıklarını bakmalıdır!

Bizde ki durum ise, projesi olan akademisyenler, idareye yakın ya da idarenin adamı olmadığı kaygıları ile  ve idarenin çevresindeki ehliyetsiz ve kifayetsiz muhterisler tarafından mobbinge maruz kalır ve  engellenmeye çalışılır!.  

İdare böyle akademisyenleri bilemez ve tanıyamaz!. Böyle akademisyenleri sadece küstürmüş olursunuz!. Sosyal bilimcilerin yazdığı makaleler,  ulusal ve uluslar arası camiada ciddiye alınır, yazılan kitaplar sadece ulusal sınırda kalmaz ve evrensel anlamda da saygı görür!. Var mı böyle bir akademisyenimiz? Ya da böyle bir çalışması olan akademisyen için  ne gibi destek, ya da engelleme ve köstekleme de bulunduk?! Bilemiyorum!.

Üniversiteler insanlığın bir sorununu çözmeye hizmet eder, yeni buluş ve  yeni patentlere kapı aralar,  bu çalışmaların sonuçları, önce araştırmanın yapıldığı üniversiteye, şehre ve ülkeye de ekonomik  katkı sağlamalı ve faydaya dönüşmelidir, diyorum!. Var mıdır bir örneğimiz?

Üniversiteler,  evrensel ölçekte bilim ile ilgili bilgilerin öğretilmesi ve sahada uygulanabilir hale gelmesi için bilim üretilen yerlerdir!.

Üniversiteler her türlü dünya görüşünün tartışıldığı ve saygı gördüğü, üniversite kimliğinin olmaz ise  olmazıdır!.

Üniversite, her türlü düşüncenin hür ve bağımsız olarak, kimseden çekinmeden ve korkmadan savunulduğu ve tartışıldığı yerlerdir, diyoruz!.

Peki, uygulamaya gelince!. İdare ve idareye yakın kifayetsiz ve ehliyetsiz, çapsız ve yardakçıların kılıcı idealist akademisyenlerin tepesinde her an sallanmakta mıdır? Bilemiyorum!.

Rahmetli Turgut Özal; Benim yaptıklarıma hayalleri bile erişemez, diyordu!. Elbette ki bu bir çap meselesidir!. Çapsız yandaş ve yardakçılarla bilim ve iş üretemezsiniz!. Bu tipler, sadece ve sadece dedikodu üretirler!.

Üniversitelerde bilim öğrenen ve öğretenler, birlikte çalıştıkları bilim insanlarından “akademik duruş” olarak ifade edilen, ahlaki erdemleri de  birlikte öğrenir ve öğretirler!. Dünyevi kaygılar için ahlaki erdemler çiğnenmemelidir!

Şimdi diyeceksiniz ki; Üniversite ve akademik dünyadan, çok şey istiyor ve bekliyorsun?! Beklemeyelim mi?! Saldım çayıra, Mevla kayıra, kabilinden olsun,  öyle mi?!.

Üniversiteler, mezkur düşünce, konum, duruş ve bakış açısına kavuşmadan kurumsallaşamayacağını, bilim geleneği oluşamayacağı ve ülke olarak da zaman kaybedeceğimizi unutmamak gerekir!.

Üniversitelere ideolojik veya siyasi  kimlik kazandırmak yerine, ülkemizin kalkınması ve saygın bir konuma gelmesi için üniversite ve sanayi işbirliği, bilim kurumları ve akademisyenlerin de bilim ve teknoloji üretmesinin önü açılmalı, diyorum!.

  • Şimdi yazımızın başına dönelim ve tekrardan bir kez daha soralım!.

Bir üniversiteye rektör adayı olan akademisyenin üniversitesi, şehri ve ülkesi adına  kaygısı, dertleri ve projeleri olmalı mıdır? Yoksa onun adamı, şunun yakını, bilmem kimin damadı, oğlu, kızı gelini veya şuraya yakın, buraya yakın, şu partinin veya  bu ekolün adamı şeklinde uzayıp giden  aracılar ve tavassut yeterli midir?

Tabi ki tavassut önemli ve referans  aranmalı fakat asıl olan ehliyet, liyakat, kifayet ve ahlak olmalıdır!. Aksi halde, açık, şeffaf ve hesap verebilir bir yönetimi nasıl oluşturacaksınız?

Eğer, böyle bir saik ile rektör ataması yapılacaksa, üniversite ve rektörden, ne bilim, ne akademik çalışma, ne de şehri ve ülkesine fayda ve katkı beklemek hayal olmalı, diyorum!.

Elbette ki, böyle bir durumda da, eş, dost ve tanıdıklar, üniversitenin her biriminde işe alınmaya ve atanmaya  başlanacaktır!.

Selçuk Üniversitesi gibi Konya merkez ilçelerinin yıllık bütçesinin iki katı mali tablosu ve bütçesi olan, köklü ve kurumsallaşmış  bir kurum ve kurumun başına, atama yapmayı düşünülen ya da aracılık edilen rektör adayının elbette ki üniversitesi, akademisyenler, ülkemizin geleceği  göz bebeği öğrenciler,  şehri ve ülkesine fayda ve katma değer üretebilmek adına; bir diyeceği, bir sözü, bir derdi,  elle  tutulur ve gözle görünür uygulanabilir  projeleri, olmalı, diyorum!.

Hz. Mevlana; Biliyorsan Konuş Alim Sansınlar, Bilmiyorsan Sus da Adam sansınlar, buyurmaktadır!.

Türk Devleti, Çok Oluyormuş!.

Öncelikle son günlerde meydana gelen semavi ve arazi afetlerde hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza Allah Rahmet eylesin. Aileleri ve sevenlerine de Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah sabrı cemil ihsan eylesin. Milletimizin başı sağ olsun. Millet olarak, birbirimize daha çok  kenetlenmemiz gereken bir dönem ve imtihan sürecinden geçiyoruz!. İman ehli için dünya ve hayat zaten bir imtihan yeri değil midir?. Allah; İnsan olarak;  makam, mevki, para, güç ve iktidar  sahibi olsak da,  ne kadar aciz ve zavallı olduğumuzu idrak edebilmeyi ve kaldıramayacağımız, semavi ve arazi afetlerden de muhafaza eylesin!. Âmin… Âmin… Âmin…

ABD Savunma Bakanlığı’na (Pentagon) hazırladığı raporlarla bilinen ve Amerikan hükumetine bağlı düşünce kuruluşu RAND Corporation, Türk Devletinin,  iç ve dış politikasının temelini oluşturan ve  tüm alanları hedef alan; Türkiye’nin Milliyetçi Eğilimi: ABD – Türkiye Stratejik İlişkileri ve ABD Ordusu, isimli bir rapora imza atmış!. Türk hükumetini, ekonomik kalkınma odaklı politikadan, milliyetçilik ve etnisite temelli çatışma odaklı politikalara yönelmekle suçlayan raporun, kaleme alınma amacının da, Türkiye – ABD ilişkilerinde ki kalıcı yıkımın önüne geçilmesinin amaçlandığına işaret ediyormuş!.  Nasıl olacaksa?! Hem suçlamalarda bulun, hem de ilişkilerin iyileşmesini beklemek! Bu nasıl ve neyin kafasıdır! Karşılarında hala eski Türk Devletinin olduğunu mu zannediyorlar?!  Artık eski Türkiye ve Türk Devleti yok!.

Rapora kabaca baktığımıza karşımıza şöyle bir tablo  çıkmaktadır!. Türkiye, gelecekte NATO içerisinde görüş ve duruş farklarına rağmen zorlayıcı bir müttefik olarak kalacakmış! Muhalefetin iktidara gelmesi ile Türkiye yüzünü yeniden Batı’ya dönecekmiş! Ankara, ya  Avrasya ve NATO arasındaki denge politikasının dozunu artıracak, ya da NATO’dan tamamen çıkacakmış!.  Türkiye’nin Rusya’dan satın aldığı S-400 hava savunma sistemi ve Doğu Akdeniz’deki pro-aktif politikası, NATO açısından bir tehdit sayılırmış!. Türkiye’nin doğalgaz ve petrol arama girişimleri, Yunanistan ve Kıbrıs’a yönelik agresif girişim olarak tanımlanmış!. AB’nin Türkiye’de AB vatandaşlarını rastgele gözaltına alması ve Türkiye’nin terör örgütü olarak gördüğü FETÖ bağlantılıların Avrupa’ya sığınmasından duyduğu rahatsızlık dile getiriliyormuş!. ABD, Türkiye’nin Suriye politikası ve  PKK bağlantısı sebebiyle terör örgütü saydığı YPG ile mücadelesinin, Türkiye’de büyüyen Amerikan karşıtlığının da karşısındaymış!. ABD, Türkiye’nin FETÖ Lideri Fethullah Gülenin iade isteği de dâhil pek çok noktada rahatsızlığı varmış! Türkiye’nin denge politikaları, Gürcistan’dan tek taraflı bağımsızlığını ilan eden Abhazya Cumhuriyeti ve Ermenistan’daki varlığı sebebi ile Rusya, Karadeniz’de güçleniyormuş!. Washington, Türkiye’den Amerikan devletinin İran’ı hedef olan politikalarına aktif bir katılım ve destek bekliyormuş!.  Yani hep bir şeyler istiyor veya istekleri doğrultusunda da bir şeyler yapmamızı emrediyor veya bekliyorlar! Ne düşüyorsun diye soran yok! Neden acaba?! Eski bir alışkanlıktan kaynaklı olabilir mi?! Neden olmasın?!

RAND Corporation’un hazırlamış olduğu rapora baktığımızda, ABD ve AB ülkelerinin Türk Devlet’inden neler yapması ve neleri de yapmaması zaviyesinden talep ve isteklerini sıralamış!. Türk Devleti de  muz Cumhuriyeti ya! Önceden olduğu gibi emredersiniz efendim durumunda bir Türk Devleti beklenmektedir!. Neymiş efendim! Türk Devletinin ekonomik kalkınma alanında yaptığı hamleler ve milliyetçi politikalar sergilemesi çok sakıncalıymış!. Peki, ne yapmalıyız?! Yarım yüzyıldan beri üretmeyin biz daha ucuza size verelim dediğiniz gibi yapmaya devam mı edelim! Başka! Türk Devletinin, Doğu Akdeniz’de pro-aktif politikalar sergilemesi de çok endişe veriyormuş!. Peki, neler yapalım! Burnumuzun dibinde ki enerji ve petrolü siz mi çıkarın demeliydik?! Pardon! Yani, BM’den kaynaklı tüm haklarımızı size mi devir edelim?! Daha sonra da denize girecek kıyılarımız kalmasın!. Öyle mi! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasında bulunanlara yönelik sürdürülmekte olan tutuklamalar da hem endişe verici, hem de canlarını sıkıyormuş!. Hatta bu kişilerin AB ülkelerine sığınması da Türk Devletinin suçuymuş!. Bak sen! Hem suçlu, hem de güçlü, tripleri! Kapat kapıları! Verme vizeleri!. Türk Devleti mi veriyor?!. ABD, küresel ve emperyalist güçlerin, Türk Devleti ve Asil Türk Milletinin varlığı ve bekasını tehdit eden, terör örgütlerine verdikleri binlerce tır dolusu silah ve mühimmat da görmezden gelmemiz isteniyormuş! Yani terör örgütleri sınırlarımızda cirit atsın, sinsi plan ve kirli hesaplarındaki kukla devletçik sorunsuz ve sıkıntısız bir şekilde burnumuzun dibinde kurulabilsin, öyle mi?!.  Adamlar bir şey istemiyor ki; daha ne isteyebilirler?! Sadece, 15 Temmuz hain darbe kalkışma gecesinde olduğu gibi Türk Devletinin tapusu ve anahtarını istiyorlar! Bir de, neymiş efendim! Türkiye’de ABD’ye dost bir muhalefet oluşturulmalı ve bu dost muhalefetin de iktidara gelmesi arzu ediliyormuş!. Başka bir arzunuz!.  Dost bir muhalefet derken, ne demek istiyor ki?!. 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması akabinde, Kadim Türk Devlet Aklının devreye girmesi ile birlikte, Devletin bekası ve varlığı, asil Türk Milletinin de birliği adına, Anadolu’daki binlerce yıl devam edecek  istiklal ve istikbal uğruna,  Devlet, millet, ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte, içeride bir Türk Üçgeni oluşturulduğunu ve bunu da hiçbir gücün bozamayacağını vurgulamıştık!. Artık bu ülkede, siyasi parti ve ideolojiler farklı olabilir, fakat mevzu vatan ve devlet ise gerisi teferruattır!. Herhalde anlamadılar! Anlamak istemiyorlar!. Ya da işlerine gelmiyor!. Ne buyurdunuz!

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışma gecesinden bil itibar, Kadim Türk Devlet Aklı ile birlikte, Türk Devleti, devletin bekası ve milletin birliği adına, içeride ve dışarıda, yerli, milli ve bağımsız politikalar sergilemektedir! Olmaz denilen yatırımlar bir bir gerçekleşmektedir!. Yapılamaz denilen ve  parasını bulamaz dedikleri tüm ekonomik ve sosyal hamleler realize edilmektedir!. Tabii ki, bu durum hem dışarıda, hem de içerideki işbirlikçilerin uykularını kaçırmakta ve canlarını sıkmaktadır!.  Çünkü Türk Devletinin her yapacağı hamle ve girişim daha önceden içerideki işbirlikçi hainler  vasıtası ile anında ağa babaları ve emir  aldıkları yerlere  uçuruluyordu!. Artık içerideki sızıntıları  kalmamıştır!. Bir bir temizlenmiştir!. En büyük endişe duydukları yer ve konu  da zaten burasıdır!.  Sızıntı olmayınca, Türk Devleti, Kadim Türk Devlet Aklı ile birlikte, devleti ebed müddet devam ülküsü ve 2023 – 2053 ve 2071 hedeflerine doğru,  vakur bir şekilde adım adım ilerlemektedir!.