31 Mart 2019 Projeksiyonu!

31 Mart 2019 mahalli seçimlerine doğru yol alırken, tüm partilerdeki aday belirleme süreçleri biraz heyecanlı, bol beklentili ve bir o kadar da hengâmeli geçmektedir.  Aslında buradaki beklenti, heyecan, kavga ve hengâmenin sadece iktidar partisinde cereyan etmekte olduğunu da ifade etmeliyiz! Neden? Tabii ki yerelde iktidar olmanın vermiş olduğu güç ve muktedir olma yarışı veya savaşı! Yani konum ve mevzi kaybetme veya kazanma durumu; adını siz nasıl koyarsanız! Vatan, Millet ve Sakarya dediğinizi de duyar gibiyim! Benmerkezci bir çerçeveden makam, mevki,  iktidar ve güç sahibi olduktan sonra, gerisi yani tüm değerler boş mantığındaki kişilerle siyaset yapılmaktadır! Siyaset kurumu ve devlet yönetim kademesindeki tüm kurumlara ehliyet ve liyakat sahibi bireyleri acil ve ivedi olarak mutlaka kazandırmalıyız! Aksi halde mi? Devlet ve Millet olarak dünya ile rekabet edemeyiz, çökeriz, batarız ve kaybederiz!

31 Mart seçimlerinde AK Parti cephesindeki aday belirleme süreçleri, temayül yoklaması,   alan araştırmaları ve bölgelerdeki kanaat önderlerinin adaylara yönelik vermiş oldukları olumlu veya olumsuz referanslar çerçevesinde yürüyor desek yanlış olmaz!  Peki, bu süreçte,  il başkanı, il ve ilçe teşkilatları, mevcut belediye başkanları, bölge milletvekilleri ve genel merkez teşkilatının bir talep veya önerisi olmayacak mıdır? Tabii ki olacaktır! İşte tam da kavganın ve dananın kuyruğunun kopmakta olduğu yer burası!  Yereldeki güç, çıkar, menfaat, denge ve paylaşım grupları elbette ki kendi adayı, kendisinin kontrol ve denetimindeki bir kişinin aday ve başkan olmasını isteyecektir!  Bundan da doğal bir şey olmamalıdır! Siyaset başka ne için yapılmaktadır?!  Ehliyet ve liyakat dediğinizi de duyar gibiyim!  Artık bu kavramları bir müddet sonra tarihin tozlu sayfaları ve sahaflardaki raflarda arayacağız! Siyasette bu yaşananlar normal midir? Tabii ki normaldir! Önemli olan bu süreçleri kavga ve gürültüye mahal vermeden evin içinde suhuletle çözebilmektir! Şehirlerde bu süreçleri yöneten ve yön veren dünyalık bir derdi ve hedefi olmayan bir ABİ de olmadığına göre!  Tüm bu süreçteki görüşmeler ve tartışmalar,  kol kırılır yen içinde kalmalı,  zaviyesinden yürütülmelidir! Aksi halde hizmet bekleyen vatandaşları ve yığınları seçim meydanlarında ikna edemezsiniz! Seçim sonuçlarında da hüsrana uğrayabilirsiniz!

31 Mart mahalli seçimlerinin ülkemiz, bölgemiz, Ortadoğu, Afrika,  Asya, Akdeniz ve Kara denizdeki hegemonyal emperyalist ve küresel güçler tarafından yürütülmekte olan paylaşım ve kurulmakta olan yenidünya düzeni çerçevesinden, Türk Devleti, Türk Milleti ve mazlum coğrafyalar adına çok manidar olduğunu düşünüyorum. Neden? MHP Lideri Devlet Bahçeli; 31 Mart mahalli seçim sonuçları, dileğim odur ki, Cumhur ittifakı lehine gelişsin! Mahalli idareler seçimlerinde Cumhur ittifakı en fazla oyu alan ittifak şeklinde algılansın! Bu olduğu takdirde 1 Nisan günü Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin mahalli idareler seçimleriyle beslenmiş şekilde Türkiye’nin gündeminde bulunan temel sorunlarını çözmeye muktedir bir siyasi ortam oluşsun! Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin 2023 hedeflerine yol alacaksa, Ortadoğu’da da barışı sağlayacak gücü almasını istiyorum. Bu güç alındığı takdirde Türk Devleti diğer ülkeler nezdinde daha güçlü olacaktır. 1 Nisan’da Amerika’dan Çin’e tebrik telefonları yağabilir, şeklinde değerlendirmeler ve vurgularda bulunmaktadır!

Dünya mazlum milletlerinin umudu Türk Devleti ve Türk milletinin 31 Mart mahalli seçimleri,   küresel ve emperyalist güçler tarafından bölgemizde yürütülmekte olan büyük satranç tahtası, büyük hesaplaşma, büyük oyun, yüz yıllık büyük paylaşım ve yeni bir dünya sistematiği zaviyesinden, asil bir milletin evlatları olarak,  fert fert daha uyanık, daha fazla bir ve beraber olmamız, daha fazla kenetlenmemiz gereken bir dönemde neler yapıyoruz? Yüz yıl önceki dünyalık makam, mevki, iktidar, para ve güç peşindekiler gibi aziz Devlet ve Vatanımızdan olmayalım! Aman dikkat!  Aksi halde hesabını çok zor veririz!
Usta Şair Sezai Karakoç ne diyor:

Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak! 
Hâlbuki Biz sussak tarih susmayacak!
Tarih sussa hakikat susmayacak!.

Onlar sanıyorlar ki,bizden kurtulsalar mesele kalmayacak!.

Halbuki; Bizden kurtulsalar vicdan azabından kurtulamayacaklar!.

Vicdan azabından kurtulsalar, tarihin azabından kurtulamayacaklar!.

Tarihin azabından kurtulsalar,
Allah’ın azabından kurtulamayacaklar!. 

 

Cumhur İttifak Ruhunu Bozma Girişimleri!

Dünyamız,  her yüz yılda yeni bir dünya düzeni ve yeni bir dünya sistematiği ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu durum tabii ki küresel emperyalist güçler ve küresel finans çevrelerinin paylaşımdaki durum ve konumlarına göre çok kolay bir şekilde gerçekleşmektedir. Bugün ise daha önceki kurulan sistematik ve paylaşımdaki aktörler artık anlaşma sağlayamamaktadır! Önceki yazılarımızda Türk Devleti önceliği ve liderliğinde, dünya sistematiği için kurulmuş olan bir üçgenden dem vurmuştuk! Bu üç lider veya devlet, yenidünya düzeni için çok büyük bir risk ve sorumluluk almış, kavga, işgal, insani ölümler ve yıkımlar olmadan yenidünya düzeni kurulması için var güçleri ile çalışmaktadır! Tabii ki küresel ve bölgesel aktörlerden bu durumdan memnun olmayan ve bu birlikteliği bozmak için her türlü girişim ve saldırılarda bulunacaktır! Başarabilirler mi? Hiç sanmıyorum!

Yeni bir dünya düzeninin kurulabilmesi için ülkenizde, evinizin içinde bazı çalışmalar,  devlet aklının devrede olduğu bir dizi gizli anlaşmalar ve birlikte kurulmuş bazı girişimlerde bulunmanız gerekmektedir! Daha önceki yazılarımızda, bu durum ve gelişmeyi Türk üçgeni olarak isimlendirmiş ve konu hakkında yazı kaleme almıştık! Türk Üçgeni, Türk devleti ve Türk milletinin birlik, beraberlik, varlık ve bekası için kurulmuş ve oluşturulmuştur!  İçeride oluşan bu birlik, liderler bazındaki görüşmelerin akabinde kurumsal bir kimlik ve duruş olarak karşımıza Cumhur İttifakı olarak çıkmış, tanımlanmış ve yoluna da salimen devam etmektedir! Türkiye geneli ve yereldeki bazı siyasi aktörler tarafından Cumhur İttifakına yönelik, doğrudan veya dolaylı açıklamalara, saldırılara ve girişimlere neler demeli? Cumhur İttifakının ruhuna zarar verebilecek karşı açıklamalarda bulunanlar neler yaptıklarının farkında mıdır? Yoksa laf ola beri gele türünden açıklamalar mıdır? Tabii ki hiç sanmıyorum! Ulusal ve yerel ölçekte ki bir siyasetçi Devlet aklından bihaber olabilir mi? Devlet aklının işleyişini okumaktan aciz kalabalık yığın veya sürü olabilir mi? Bilemiyorum! Ak Saçlı ihtiyar dostum, bunlar,  kime, kimlere ve neye hizmet ettiğinin farkında olmayan bir zavallı olabilir mi, dedi! Tabii ki mümkün değildir! Ak saçlı ihtiyar dostum ilaveten,  bu tipler ne yaptıklarının önünü, arkasını ve sonuçlarını da çok iyi bilen kurt politikacılardır!

Cumhur İttifakına yönelik ulusal ve yerel düzeydeki açıklamalara karşılık, MHP Lideri Devlet Bahçeli, Türkiye’nin önünü kesmeye çalışanların sükûtu hayale uğradığını ve pes etmelerini bekleyenlerin zamanla elenmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile Türkiye’nin yeniden doğrulduğunu, Cumhur İttifakı’nın doğumu ve dik duruşuyla beka düzeyindeki tehditlere karşı muazzam bir irade gösterilmiştir. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilk bütçesinin muteber ve muhterem bir çoğunlukla kabulü memnuniyet vericidir. Milliyetçi Hareket Partisi hem Cumhur İttifakı,  hem de Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemin varlığına bağlılığından dolayı, Cumhuriyet tarihinde bir ilk yaşanmış, müstesna bir irade tecelli etmiş, Cumhur İttifakı’nın muazzez dayanışması Türkiye’ye mühür vurmuştur, ifadelerinin de çok manidar ve dikkate değer olduğu kanaatindeyim!

MHP Konya Milletvekili Mustafa Kalaycı TBMM Genel Kurulunda yapmış oldukları konuşmalarında; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin mimarı şüphesiz Cumhur İttifakı’dır. Cumhur ittifakı; millî bekayı esas alan ahlakî ve siyasî uzlaşmanın bir mahsulüdür. Cumhur İttifakı, Türkiye’nin güvenlik zırhıdır, milli birlik ve dayanışma şuurudur ve bu çerçevede sürdürülecek tarihi bir birlikteliktir. Cumhur İttifakı, Türkiye Cumhuriyeti Devletini ve Türk Milletini ilelebet yaşatma iradesidir. Cumhur İttifakı, milletimizden aldığı destek sayesinde, azim ve kararlılıkla Lider Ülke Türk Devletini inşa etmenin yanı sıra, Türk dünyasının, İslam âleminin ve bütün mazlum milletlerin yegâne ümidi olan Türkiye’yi, küresel bir güç haline getirecek,  2053 ve 2071 vizyonunun alt yapısını adım adım oluşturacaktır. Gelecek Türk asrı ve geleceğin gücü Türkiye’dir, değerlendirmelerinin de, Cumhur İttifakının ne olduğunu anlamayan ve anlamaktan da aciz ulusal ve yerel ölçekteki siyasetçilere duyurulur!

Sevgili!  En sevgili! Ey sevgili!
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır!
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir Nazar vardır!
O şarkıya özenip söylenecek Mısralar vardır!
Sakın kader deme kaderin üstünde bir Kader vardır!
NE YAPSALAR BOŞ, GÖKLERDEN GELEN BİR KARAR VARDIR!
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir Mimar vardır!
Yanmışsam külümden yapılan bir Hisar vardır!
Yenilgi yenilgi büyüyen bir Zafer vardır!
SIRLARIN SIRRINA ERMEK İÇİN SENDE ANAHTAR VARDIR!
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir Damar vardır!
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir Çınar vardır!

 

 

Kartlar Yeniden Karıldı!.

17 Aralık tarihinde, Devlet erkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımları ile Hz. Mevlana’nın Sonsuz Yaratıcıya kavuşması ve Şeb-i Arus’un 745. Selam Vakti temalı, Vuslat yıl dönümü etkinliği çok büyük bir coşku ile anıldı.

Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, bu geceki hitaplarında; Bize düşen görev, medeniyetimizin Üç tasavvuru; kalbi selimi, zevki selimi ve aklı selimi, kendi tarihimizde ve kendi geçmişimizde aramak, bulmak, yeniden yorumlamak ve geleceğe taşımaktır, ifadelerinin de çok manidar olduğunu düşünüyorum!

Yüce Allah, 745. Selam Vakti temalı programdaki tüm katılımcı ve izleyicilere Hz. Mevlanayı sadece anmakla değil, onun felsefesini anlamak ve anlamlandırmayı, hayatımızın her bir safhasına da uygulamayı nasip etmesini niyaz ederim. Hz. Mevlana sadece anılmakla anlaşılmaz! Hz. Mevlana’nın felsefesi duru bir idrak, irfan ve yaşamakla ancak anlaşılabilir!  Alemlere Rahmet,  Hz. Peygamber efendimizin yaşayan bir Kuran olduğu gibi!

Hz. Mevlanayı anma etkinlik ve program haftası her yıl olduğu gibi bu yıl da bilet yok, yer yok ve etkinliklerde salon boş şeklinde sohbet ve serzenişlerle şahit olmaktayız! Neden? Hz. Mevlanayı anma etkinliklerinde üstün bir çalışma, gayret ve başarı sergileyen İl Kültür müdürü ve personeline de teşekkürlerimi sunarım.

Peki, 17 Aralık gecesi yaşanan bilet yokluğu ve salonun hali pür melaline ne demeli?  Salonu doldurmak için sonradan yapılan atraksiyonlara ne demeli?! Ak saçlı ihtiyar dostum,  anma etkinliklerinin ruhuna uygun bir şekilde törenlerin her gün olduğu gibi son gün de Mevlana Kültür merkezinde yapılması daha uygun olacaktır, dedi!

17 Aralık tarihinde tüm devlet erkanı ve Sayın Cumhurbaşkanımızın Konya’daki ziyaretleri hakkında, Ak saçlı ihtiyar dost ile sohbetimiz, Konya’da artık siyaseten bazı şeyler eskisi gibi olmayacak! Medyada ve meydanlarda siyaseten görmekte olduğumuz bazı aktörler oyuncu olmaktan çıkabilir, oyun dışına ve özellikle de figüran konumuna geçebilir!

Teknik direktör veya oyun kurucu konumundaki devlet aklı, yeni aktörleri oyuna dahil edebilir ve yereldeki oyuna başrol aktör ve yan aktörler de tamamen değişebilir, şeklinde bazı yorum ve tespitlerde bulundu. Ak saçlı ihtiyar dostuma, nereden çıktı şimdi bunlar, hem de mahalli seçimler öncesi ve ne alakası var dediğimde, bir sade kahve söyle, sakin bir şekilde anlatayım, dedi!

Ak saçlı ihtiyar dostum, mademki, Hz. Mevlana’nın 745. Vuslat yıl dönümündeyiz! Hz. Mevlana, 1200’lü yıllardaki yaşanmışlıkları çerçevesinde ve böyle bir durumda ne gibi ifadeler, öneriler ve tespitlerde bulunmuş, kabaca inceleyelim, dedi!

Hz. Mevlana; Sen Hazret-i İsa’yı bırakmışsın da, onun bindiği eşeği beslemişsin, onu geliştirmişsin. Ey eşek huylu gafil! Bil ki irfan, Hz. İsa’nın nasibidir. Eşeğin, yani bedenin nasibi değildir. Eşeğin iniltisini duyarsın da, ona acırsın; bilmezsin ki, o eşek sana eşeklik ediyor! Sakın ha, eşeği kendi keyfine bırakma, yularını elinden salıverme. Çünkü o, yola değil, çayır tarafına gitmek ister. Sen bir an gaflete düşer de, nefis eşeğinin yularını bırakacak olursan, o çayırlığa yol alır gider. Eşek, hakikat yolunun düşmanıdır. Nefsani arzular çayırının sarhoşudur. O ne kadar çok sürücülerini,  üstüne binenleri yere vurmuştur, öldürmüştür, diyor!

Ak saçlı ihtiyar dostum, Hz. Mevlana’nın Hz. İsa (as.) ve eşek hikayenin devamında, Devlet aklını anlamayan, bilemeyen, okuyamayan ve devlet aklının iletişim mekanizmalarının da nasıl işlediğinden bihaber, yereldeki tüm aktör ve oyuncular mutlaka oyun dışı kalmak zorunda kalacaktır, dedi.

Devlet aklının ne olduğu ve nasıl işlediği, iletişim sistematiği de zaten ehlince malumdur! Yani Ehline açıktır! Yığınların devlet aklı ile ilgili bir hesabı, ilgisi ve bilgisi olamaz! Devlet aklının işleyişi ve sistematiğinin de yığınlarla bir işi olmaz! Adı üstünde ya yığındır, ya da sürü! Yığınlar ve sürü sadece bir çoban ile yönetilir ve güdülür! Ak saçlı dostumun son sözü kahvenin telvesi gibi dibe çökmüştü; Artık, SELÇUKLU KADİM BAŞKENTİ KONYA; Uğur İbrahim Altay’a, Uğur İbrahim ise KONYA’ya EMANETTİR!..

Hazreti Mevlana buyuruyor ki; Her gün bir yerden göçmek ne iyi, Her gün bir yere konmak ne güzel! Bulanmadan ve donmadan akmak ne hoş! Dünle beraber gitti cancağızım, Ne kadar söz varsa düne ait, Şimdi yeni ŞEYLER söylemek lazım!

Sayın Cumhurbaşkanım!

Hz. Mevlana’nın Vuslat ve Sonsuz Yaratıcıya kavuşması Şeb-i Arû’sun 745. ‘Selam Vakti’ temalı, Mevlana’yı anma ve onun felsefesini de anlama ve anlamlandırma programına hoş geldiniz! Siz geliyorsunuz diye, Konya merkez belediyelerinde, neredeyse bir haftadır hummalı bir çalışma, sizin geliş, gidiş ve ziyaret güzergâhınızdaki şehrin tüm sokakları, park ve bahçeleri büyük hız ve acele bir telaşla temizlik çalışmaları, yeni ağaçlar ve çiçek ekimi yapıldı!

Yani siz gelmeseniz bu çalışmalar ve hizmetler, belki adam sendecilikle angarya mantığında yapılacak! Yani vatandaş, bu hizmetleri bir lütuf olarak almaya devam edecek! Geldiniz ve ne iyi ettiniz! Hoş geldiniz, Safalar getirdiniz! Müjdelerle, yatırım açılışları ve 28 taşra ilçe belediye başkan adayımızı açıklamak için geldiniz!

Merkez ilçe belediye başkan adaylarının bugün açıklanacağını düşünmüyorum! Neden diye sorarsanız? Şehirdeki güçler arasındaki kavga şiddetli bir şekilde halen devam ettiği için! Adayların açıklanması ile birlikte şehirdeki güç, çıkar, denge ve paylaşım grupları arasındaki iktidar, mevzi ve konum kavga ve sürtüşmesi durulacak mıdır? Hiç sanmıyorum! Belki de daha da artarak devam edecektir! Adaylıklarını açıklayacağınız tüm belediye başkanlarımıza ve beldelerine şimdiden hayırlar getirmesini Yüce Allah’tan niyaz ederim.

Sayın Cumhurbaşkanım! 31 Mart mahalli seçim tarihinin açıklanması ile birlikte hoşgörü, huzur ve sükun şehri Mevlana diyarındaki Güç, Denge, Çıkar ve Paylaşım gruplarının, şehirdeki rant ve iktidar konumlarının devamlılığı adına,  benim adamım ve benim kontrol – denetimindeki kişi aday olsun şeklinde, çok büyük bir tazyik, entrika, ayak oyunu ve baskılarına maruz kaldınız!

Türkiye’nin 81 vilayeti ve ilçelerinde bu kadar zorlandığınızı ve sıkıntıya girdiğinizi düşünmüyorum! Ben onlar adına, dünyadaki bu kadar sorun arasında,  sizlere vermiş olduğumuz büyük sıkıntıdan dolayı çok özür dilerim!

Çünkü burası, Belde-i Muhayyere! Çünkü burası, Kadim Başkent! Çünkü burası Kadim Selçuklu Türk şehri! Çünkü burası, dönemin sultanı tarafından, sarayı ve şehri kuşatmış olan altın kasedeki akrepler ve fitne – fesatçılara karşı, Belh’den Hz. Mevlana ve İspanya’dan Endülüs’ün de zirvede olduğu bir dönemde Muhittin-i Arabî hazretlerinin davet edildiği bir Rum diyarıdır!

Sayın Cumhurbaşkanım! Türkiye’nin 81 vilayeti ve özellikle de Mevlana diyarındaki tüm belediye başkan ve yöneticileri, taşradaki devletin tüm çalışanları, kerametleri kendinden menkul, egosu şişmiş, vatandaşa tepeden bakan, vatandaşa randevu vermekten korkan ve kaçınan, ehliyetsiz ve liyakatsiz, kifayetsiz muhterisler ordusu ile karşı karşıyayız!

Asil Türk Milletinin Gönüllerine gireceğiz demiştiniz? Hangi gönüllere?! Tabii ki kendilerini o makamlara taşıyan güçlerin gözüne ve gönlüne! Bu onun oğlu ve kızı, şu bunun kızı ve damadı, şu bilmem kimin yeğeni, kişiliksiz ve şahsiyetsiz kişiler ve yöneticilerle Türk Devleti bir yere gelemez!

Dünyanın yapay zekâyı konuştuğu ve kullanmakta olduğu, uzay komutanlığını kurmayı planladığı, sizin de Uzay Ajansının kurulumunu açıkladığınız şu günlerde, bu tiplerle Türk Devleti ve Türk Milleti bir yere varamaz! Savunma sanayinde yapılmakta olan çok güzel yatırımlar, üretimler, çalışmalar ve gelişmeleri de ehliyetsiz ve liyakatsiz,  milli ruhtan yoksun kişilere mi emanet edeceğiz? Vatandaşa  eziyet edebilmek için bugün git yarın gel zihniyetinin yeniden  canlandırılmaya başlandığı bir Türk Devleti, küresel, bölgesel ve emperyalist güçlerle nasıl  rekabet edebilecek?! 

15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasının akabinde,  devletimizin tüm kurum ve kuruluşları ile birlikte, yeniden yapılandırılması için bir fırsat olduğunu, sürekli olarak yazılarımızda vurgulamaya ve kaleme almaya çalıyoruz!  Yapılanları tabii ki takdirle karşılıyoruz fakat yine de bazı şeylerin eksik ve aksak bir şekilde yapılmakta olduğunu da düşünüyorum!

Sayın Cumhurbaşkanım! Gel diyor, Hz. Mevlana! Ne olursan ol yine gel, lakin elin boş gelme! Gel diyor, Hz. Mevlana! Utancınla gel, mahcubiyetinle gel, hüznünle gel ve tövbenle gel! Başın önünde,  yaşın gözünde ve umudun özünde gel! Kalbin eğik, ruhun bükük ve nefsin dökük gel! Gel ve diyor, Hz. Mevlana!  Müslüman ol, İnsan ol,  adam ol,  âdem ol ve MÜMİN OL!  Gel diyor, Hz. Mevlana!  Lakin geldiğin gibi gitme ve geldiğin halde kalma; Değiş, Dönüş ve Geliş, diyor!

Sayın Cumhurbaşkanım! Makam, mevki ve iktidar gücünü elinde bulundurmaya başlayan muhafazakar camia, iki tehlike ile karşı karşıya kalmıştır!  Biri dünyevileşmek ve diğeri de adaletle hükmetmek!  Adaletle hükmetmenin gereği, işi Ehline ve Liyakat sahibi olana vermektir! Ehliyet ve liyakat sahibi olmayanların devlet kurumlarına yerleşmeleri sonucu toplumda büyük bir güven kaybı oluşmakta ve adalet kurumu da zedelenmektedir! Ahbap çavuş ilişkilerin çok yoğun olarak yaşandığı tam da şu günlerde!

Bir devlet kurumuna sade bir vatandaş olarak işiniz düşsün ne demek istediğimi ancak o zaman anlayabiliriz! Aracı ve tavassut bir kişi olmadan vatandaşın işi nasıl savsaklanıyor,  bugün git yarın gel nasıl çok rahat bir şekilde deniyor, bir görün!  Sadece bir örnekle, İmar affında vatandaşın yaşadığı sıkıntılar için ilgili kamu kurum personeli ve yöneticiler,  Recep Tayyip Erdoğan bize mi sordu bu kanunu çıkarırken, diyen bir zihniyet, bir ego ve devletin de sahibi edası, bir adam sendecilik mantığındaki çalışanlar güruhu ile karşı karşıya bulunuyoruz!

Sayın Cumhurbaşkanım! Sizlerin de çok iyi bildiği, Ehliyet ve Liyakatin önemine binaen,  bir menkıbeyi izninizle paylaşmak istiyorum!

Mekke’nin fethinden önce Mekke’nin anahtarı Osman Bin Talha’dadır. Kendisi Kâbe’nin temizliği ve bakımını yapmaktadır. Hz. Peygamber (a.s.m.) Kâbe’ye girmek isteyince, Hz. Ali (r.a) anahtarı ondan alır ve içeri girer. Hz. Peygamber efendimizin (a.s.m.) amcası Hz. Abbas, Kâbe’nin anahtarını kendisine verilmesini rica eder.

Hz. Peygamber efendimiz (a.s.m.)  anahtarı alır ve amcasına verir. O esnada bir ayet iner ve ayette; ‘’Haberiniz olsun ki, Allah size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında da hükmettiğiniz vakit adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah size en güzel şekilde öğüt veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi işitir ve her şeyi hakkıyla bilir. Görüldüğü üzere Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, işi ehline ve liyakat sahibi olana vermemizi emrediyor! (Nisa,58)’’

Bunun üzerine Hz. Peygamber anahtarı henüz Müslüman olmayan Osman Bin Talha’ya geri verir. Hz. Peygamber (a.s.m.), Ey Osman! İşte Kâbe’nin anahtarı! Bugün iyilik ve vefa günüdür. Sen cahiliye zamanında bu vazifeyi layıkıyla yaptın, inanıyorum ki bundan sonra da daha güzel bir şekilde yaparsın, buyurdular ve anahtarı herkesin huzurunda ona teslim etti.  Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadisi şeriflerinde; İşi ehliyet ve liyakat sahibi olmayana, tevdi edildiği, verildiği, zaman, KIYAMETİ bekleyiniz,  buyurmaktadır!

Türkleri Nasıl Durdurabiliriz?!

Dostlarla siyaset ve güncel konular hakkında sohbet ederken, bir piri fani veya bir AK Saçlı, daraldığımız an ve çıkılmaz olarak tanımlamaya başladığımız noktalarda, konuya Hızır gibi yetişiyor! Yine, dostlarla sohbet konumuz bugün yaşamakta olduğumuz, şehirdeki güç, denge, çıkar ve paylaşım gruplarının kısır siyasi çekişmeler, yereldeki bel altı ve ayak oyunlarının bolca olduğu konulara gelip dayanıyor! Yerel siyasette bu kadar kısır siyasi çekişmeler neden yaşanmaktadır? Yerelde yaşamakta olduğumuz siyasi çekişme ve kısır döngüyü simülasyon edip ulusala yaysak ülkemizde acaba neler olur? Bir düşünelim! Kafamızı iki elimizin arasına alıp bir kez daha düşünelim ve tefekkür edelim! Asil Türk milleti ve aziz Türk devleti yüz yıllarını böyle bireysel kısır siyasi çekişmeler yüzünden kaybetmedi mi? Daha ne zamana kadar böyle devam edecek?! Ne zaman akıllanacağız? Ne zaman düşüneceğiz? Küresel güçler ve küresel devletler, Akdeniz, Doğu Akdeniz, Kara deniz, Asya, Avrasya, Ortadoğu ve Afrika bölgesindeki paylaşımlar için yüzlerce savaş gemilerini bölgeye yığınak yaptığı, hesap ve büyük oyunlarının dozajını artırdığı bir dönemde! Biz neler yapıyoruz?

Dedik ya, dostlarla bugünlerdeki sohbet konuları genelde ülke gündemi, ekonomik sıkıntılar, döviz kurları, para, emtia fiyatları, karşılıksız çek ve senetler, ulusal ve özellikle de yereldeki siyaset olmaktadır! Aday adayları ve ilçe belediye başkanlıkları için kimlerin aday olarak açıklanacağı! Ne olacak bu ülkenin hali? Ne olacak bu milletin hali? Ne olacak Konya’mızın hali? Hangi aday adayı aday olarak hangi ilçemize açıklanacak? Beldeyi Muhayyere’de yaşadıklarımıza bir bakar mısınız? 31 Mart 2019 mahalli seçim tarihi açıklandığı tarihten itibaren aday adayları, pardon Piyonlar üzerinden, şehirdeki güç, çıkar, denge ve paylaşım grupları tarafından yürütülmekte olan bir Vezir çıkarma girişimleri, derin siyaset ve bel altı vuruşlarının da bol olduğu siyasi çekişmelere şahit olmaktayız? Peki neden? Sohbet konusu derinleştikçe ve çıkılmaz bir sokağa girmeye başladığımız an, AK Saçlı ihtiyar dost yine yetişti! Beyler! Asil Türk devleti ve milletini ancak içerideki kısır çekişmeler, taht ve güç kavgaları, kadın, para ve iktidar ile yıkabilirsiniz, dedi! Türk Devleti ve Türk Milletini başka türlü parçalayamaz ve başka türlü yıkamazsınız! Neden böyle diyorsun, nedir bunun gerekçesi ve neye dayandırıyorsun derseniz, sakin olun oturun şöyle, bir sade kahve söyleyin de, anlatayım, dedi!

Çin, bugün oldu gibi tarihte de güçlü bir imparatorluk olarak karşımızda durmaktadır! Fakat çok iri cüsseli büyük bir imparatorluk olan Çin, Türk akıncılarını durduramamıştır! Türk akınlarından hayatları neredeye kararmaya yüz tutmuştur! Ne yapalım ne edelim derken; Çözüm olarak, meşhur ve dünyanın yedi harikasından biri, uzaydan da göründüğü iddia edilen, Çin seddini inşa etmeye karar vermişler! Bilmem şu kadar bin kilometre uzunluğunda ve şu kadar metre genişliğinde, şu kadar metre yükseklikte ve şu kadar bin yılda tamamlandığı, şu kadar insanın çalıştığı ifade edilen, Çin seddinin yapımından sonra Türk akınlarını durdurabilmişler midir? Tabii ki hayır! Yine o dönemdeki bir piri fani, Çin hükümdarına der ki; Türk akınlarını bu şekilde durdurmanız, mümkün değildir, demiş! Peki, ne yapalım der, Çin imparatoru! Piri fani, Türkleri ancak kadınlar üzerinden oyalayabilir, ancak kendi kendileri ve birbirleri ile meşgul eder hale gelirseniz, belki başarılı olabilirsiniz, demiş! Saraya ve şehzadelere eş olarak seçilmiş Çinli özel ve güzel kızları gelin olarak vermeliyiz, demiş ve kaybolmuş! Sonuç ne mi olmuş! Çin imparatoru rahat etmiş, Türk akınları durmuş, Türk boylarının birlik, beraberlik ve dirikleri dağılmış, bir bir parçalanmıştır! Tabii ki yeni bir devlet kuruluna kadar!

Belde-i Muhayyere, huzur ve sükûn şehri Konya, Mevlana diyarında bugün yaşadıklarımıza neler demeli? Ak Saçlı ihtiyar dost, Çinli kadın konusunun devamında, Asil Türk milletinin arasında fitne ve fesat çıkarmak için para, güç, iktidar, makam, mevki, rant, ihale ve belediye başkanlıklarını da ilaveten not ederseniz, ne demek istediğimiz biraz daha net anlaşılacaktır, dedi! Dönemin sultanı tarafından özel olarak davet edilen ve sarayda konuk edilen, sarayı ve şehri de kuşatmış olan fitne ve fesatçılara karşı Hz Mevlana, “”Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol” derken bugüne yönelik bizlere ve özellikle de tüm Konyalılara ne demek istemiş olabilir! İslam ve mümin olmanın temeli samimiyet ve ihlâs olmasına rağmen, münafıklık alameti olan ne göründüğü gibi, ne de olduğu gibi görünen insanlara ve Müslüman’ım diyenlere uyarı ve ikazlarda bulunaktadır! Var mıdır bugün yaşananlardan bir farkı! Tabii ki yoktur! Para için, kadın için, güç için, iktidar için, rant ve ihale için tüm insani, tüm İslami ve İmanı değerler ayaklar altına alınmakta ve yok hükmüne getirilmektedir! Beyler! Değer mi üç günlük dünya için tüm değerleri ve her şeyi ama her şeyi ayaklar altına almaya! Bir daha düşünün derim! Yine de siz bilirsiniz! Hem burada, hem de öbür tarafta cezası ve bedeli çok ağır olur! Dostane, bizden hatırlatması!

Payitahtta Entrika Bitmez!

Geçtiğimiz günlerde, Ak Saçlı ihtiyar bir dost ile sohbet ederken, konu Konya’da dönmekte olan dolaplar, siyasi entrikalar ve ayak oyunlarına geldi dayandı! Konya’daki ayak oyunları ve siyasi entrikalar neden hiç bitmiyordu? Nasıl ve neden olabilir? Siyasi entrikalar her daim artarak devam ediyordu; hem de her seçim öncesi dönemde! Huzur ve sükûn şehri olarak tanımladığımız Konya’da yaşamakta olduğumuz siyasi entrikaları anlamakta, algılamakta ve yorumlamakta zorlandığımız anlar sürekli oluyor! Fakat seçim öncesi ve seçim dönemlerinde ise daha bir başka oluyor, entrikaların şiddeti ve boyutu! Peki, neden? Ak saçlı ihtiyar, bilgi ve tecrübesini konuşturmakta mahir olduğu üzere, cevabı da hemen eklemişti! Yaşadığımız şehir bir Payitaht olduğuna göre; Payitahtta yaşamanın tabii ki bir bedeli olacaktır! Entrika zaviyesinden Payitaht ile diğer şehirleri kıyas dahi edemezsiniz! Payitahtta kavga, ayak oyunları, saray kavgaları ve entrika hiç bitmez! Payitahttaki saray entrikaları da bitmez! Sürekli olarak neden sızlanıyor ve şikâyet ediyorsunuz, deyiverdi!

Peki, Entrika ne demektir? Entrika, kelime ve kavram olarak, bir işi sağlamak veya bozmak için girişilen gizli çalışma, oyun, dolap, düzen, dalavere, desise ve hile olarak ifade edebiliriz! Tabii burada ifade edilmeye çalışılan entrika, herhangi bir işi bozmak veya sağlamak için girilen her türlü hile, dolap, oyun ve dalavere! Peki, bir de işin içine siyaset, rant, güç, iktidar, makam, mevki, çıkar, paylaşım, para ve kadın girerse, entrikanın boyutunu, şiddetini ve artçılarını da tarif etmekte zorlanabiliriz! Tam da bugün kadim şehrimizde yaşamakta olduğumuz siyasi entrika ve ayak oyunları gibi! Ne diyorsunuz?

31 Mart mahalli seçimlerine doğru yol alırken, aday adayları meydanlarda boy göstermeye başladı! Bazı büyük şehir ve il adayları netleşiyor ve akabinde de kamuoyuna açıklanıyor! Şehrimizde de Büyük Şehir Belediye başkan adayı Uğur İbrahim Altay, AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklandı! İsmi açıklanan adaylara şimdiden, başarı dileklerimizi sunar ve hayırlı, mübarek olsun! Allah, bu asil millete ve aziz devlete hayırlı hizmetler ve çalışmalar yapmayı nasip eylesin! Şehrimizdeki merkez ve taşra ilçe adaylarının da en kısa zamanda açıklanması kamuoyu tarafından heyecanla bekleniyor! Şehirdeki, güç, çıkar, denge ve paylaşım grupları bu süreçte adaylarını, pardon piyonlarını, bir bir siyasi arenaya sürdüler! Peki neden? Çünkü kimse bulunduğu güç, iktidar ve rantı kaybetmek istemiyor? İktidar, güç ve paradan destek ve kuvvet alanlar tabii ki bu durum, bu konum ve makamlara tapınacaktır! Varlıkları ve yaşamaları için ancak ve ancak iktidar olmaları ve gücün de ellerinde olması kaçınılmazdır! Aksi halde bir hiç olduklarının kendileri de farkındalar! Vatandaşa, hizmet ve çalışma dediğinizi de duyar gibiyim! Ne hizmeti! Ne çalışması! Kendilerini bu yüce makama taşıyan ağabeylerine hizmet etmek varken, vatandaş ne oluyormuş, vatandaş da kim oluyormuş! Onun için şehrimizdeki çıkar, denge, güç ve paylaşım grupları son bir hareketle var güçleri ile ilçe belediyeler için saldırıyorlar! Dışarıdan kontrol ve denetimleri dışındaki bir Vezir oyuna dâhil olmasın diye her türlü ayak oyunu ve siyasi entrikalara şahit olmaktayız! Kimse şehirdeki konum, iktidar, mevzi ve gücünü kaybetmek istemiyor! Çünkü, Güç ve İktidar VAR olmak demektir! Aksi halde bir HİÇ ve YOKLAR!

Tarihi kaynakları kabaca incelediğimizde, tarihte bu şehirdeki yani payitahttaki entrika ve ayak oyunlarına karşı, bir şekilde dur diyebilmek ve önlem alabilmek için dönemin sultanı tarafından, Hz. Mevlana ve ailesi Belh’den bu şehre neden davet edilmiştir? Hz. Mevlana, herhalde turistik bir seyahat ve gezi için kadim şehir payitahtta gelmemiştir! Tabii ki bir misyon ve vazife tamamlamak için Sultan tarafından payitahtta özel olarak davet edilmiştir! Peki, bu kadim şehir payitahtta yıllarca yaşamış, bu günlerde de İrtihali ve Yüce Yaratıcıya kavuşması Şeb-i Arus’un 745. yıl dönümünde, yüzlerce beyit ve kitaplar yazmış Hz Mevlana; Konya, şehir olarak altın bir kâse, fakat içinde akrepler dolaşır, tespit ve ifadeleri öylesine ve gelişi güzel mi söylenmiştir! Konya, bir Altın kâse ne demektir? Akrepler neyi ifade etmektedir?! Arka planı ve yaşanmışlıkları da var mıdır? Bugün için bizim almamız gereken tecrübe ve dersler var mıdır? Tabii ki olmalıdır! Tarihten ibret ve ders alınmadığı için tekerrür etmiyor mu?! Allah, biz kullarına, öncelikle akıl, basiret ve feraset vesin! Daha sonra da şuurumuzu, idrakimizi, muhakeme yetimizi ve fehimimizi artırsın! Âmin!

Her şey Bir Telefonla, Mı, Başladı?!

Geçtiğimiz günlerde, Cumhurbaşkanımız ve AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından, 31 Mart 2019 Yerel Seçimlerinde, Konya Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak açıklanan, mevcut başkan Uğur İbrahim Altay, AK Parti Konya İl Teşkilatı tarafından, düzenlenen bir programla tanıtıldı.

Tanıtım toplantısına AK Parti Milletvekilleri, İlçe belediye başkanları, ilçe teşkilat başkanları, belediye meclis üyeleri ve tüm teşkilat mensuplarının yoğun katılımı ile gerçekleştirildi. Emeği geçen tüm teşkilat mensupları ve ayrıca böyle programların görünmeyen kahramanlarına da teşekkürlerimi sunarım.

31 Mart yerel seçimlerine doğru gün sayarken, aday adayları meydanlarda boy göstermeye başladığı süreçten bil itibar, AK SAÇLI bir DOST  ile siyaset ve başkanlık konulu sohbetimiz, Cumhur İttifakı ve Türkiye’de olağanüstü bir gelişme olmaz ise, Uğur İbrahim Altay’ın kesinlikle, Konya Büyük şehir belediye başkan adayı olarak gösterilecektir, şeklinde uzar giderdi!

Şehirdeki güç, denge, çıkar ve paylaşım gruplarının konumlarını korumak adına, piyonları üzerinden bir Vezir çıkarma hamleleri ve yapmış oldukları bel altı hareketler, salvolar, haberler ve ayak oyunu girişimlerinin sonuçsuz kalacağı ve berhava olacağını da sohbetlerimizde vurgulardık!

Tabii ki Aklın yolu birdir! Tabii ki doğru sadece bir tanedir! Birilerinin hoşuna gitmese ve doğruların üzeri her daim kapatmaya çalışmalarına rağmen!

Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay, tanıtım toplantısında teşkilat mensuplarına hitaben; Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın takdirleri ve teşkilatın desteği ile Konya Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olarak açıklandım.

Bana gösterilen bu teveccühte, öncelikle Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan ve AK Parti Genel Merkezi, AK Parti Genel Başkan Yardımcıları, Milletvekilleri, il ve ilçe teşkilat mensuplarına teşekkürlerimi sunarım.

AK Parti’nin yerel yönetimlere bakışı, bir hizmet yarışı, gönüllere girmek ve şehrin emini olmaktır! AK Parti Belediyeciliği sadece günü kurtarmak değil, şehirlerin ve insanların geleceğine yatırım yapmaktır! AK Parti belediyeciliği sadece laf üretmek değil, ortaya bir vizyon koyabilmektir! AK Parti Belediyeciliği halka hizmetkâr olmak ve Hakk’ın rızasını kazanabilmektir!

Yerel yönetimlerin bir bayrak yarışı olduğu ve her belediye başkanı bir önceki belediye başkanından aldığı bayrağı daha yukarıya taşımak için gayret edecektir! Gayesi hizmet olanın yardımcısı Allah’tır ilkesi ile çalışmalarımızı yürütüyoruz! Allah’ın izniyle yine el ele, gönül gönüle vereceğiz ve Konya’mız için gecemizi gündüzümüze katıp, yeniden aşkla hizmet edeceğiz!

Biz hizmeti ibadet kabul eden bir ecdadın torunlarıyız; Allah doğru bildiğimiz yoldan ayırmasın! Bu güne kadar büyük önem verdiğimiz Gönül Belediyeciliğini, “Benim Şehrim” konsepti çerçevesinde yeniden yaşamak ve yaşatmak amacındayız, şeklindeki duygusal ve bir o kadar da hizmet aşkı ile dolu konuşmalarının çok manidar olduğunu da buradan ifade etmek isterim.

Tam on yıl önce, her şey, bir telefon ile başladı! Bu gelen telefon biraz da;  ‘SAKLI SEÇİLMİŞ’ bir kişi olmamızdan kaynaklanıyor olabilir mi? Bilemiyoruz!

SAKLI  SEÇİLMİŞ  kavramının ne demek olduğu zaten ehlince  ve ehline malumdur!

Doğup büyüdüğümüz ve havasını teneffüs ettiğimiz bu şehre hizmet, bir şükür vesilesidir. Belde-i Muhayyere ’de şehrin emini olmak ve bu şehirde yaşayan tüm canlıların da zikrine vesile olmak, ayrıca bir şereftir. Konya’ya hizmet etmiş bir başkan olarak, öncesinde olduğu gibi bundan sonraki hedefimiz de, hizmetkârı olduğumuz kadim topraklardaki insanımızın yüzündeki tebessümü biraz artırma vesilesi olacaktır.

Dünya, Yeni bir SAVAŞ için, Isınırken!

Geçtiğimiz günlerde, Rusya ve Ukrayna arasındaki Karadeniz’deki bilek güreşine şahit olduk! Normal şartlar altında Ukrayna gibi bir devletin, değil Rusya ile bilek güreşi, güreşe dahi cüret etmesine imkân ve fırsat yoktur! Peki, Ukrayna’da neler oluyor? Ukrayna nasıl ve nereden böyle bir cüret ve cesareti bulabiliyor? Ukrayna’ya kim veya kimler GAZ veriyor? Neden? Hafızalarımızı biraz tazeler ve 2004 yılına doğru geriye gittiğimizde, Ukrayna’daki her şey Turuncu devrim ile birlikte başlamıştır! Batı bloğu, Ukrayna’yı Rusya’dan koparmak, kontrol altına alabilmek için Turuncu bir devrim gerçekleştirmiş ve sonunda da başarıya ulaşmıştır! Peki, Rusya’nın Karadeniz’e diğer bir sınır komşusu Gürcistan’daki Kadife devrime ne diyeceğiz? Batı bloğundaki küresel emperyalist güçler, Rusya’nın tabir yerinde ise Karadeniz’e açılan iki adet ümüğünü bu renkli devrimlerle sıkmaya çalışmıştır! Peki, bu hareket ve örtülü saldırıların karşılıksız kalmasını beklemek kadar safdil olmak gerekir mi? Rusya’da devlet olarak gereğini yapacaktır!

Tarih yapraklarını yüz yıl öncesine götürelim, zaman makinesini geriye saralım ve Birinci Dünya savaşının arka planındaki sebepleri anlamaya çalışalım! Birinci Dünya Savaşı’nın nedenleri arasında öncelikli olarak Sanayi Devrimini sayabiliriz. Sanayi Devrimi ile birlikte büyük devletlerin ham madde ve pazar arayışına yönelmesi, bu devletlerarasındaki sömürgecilik yarışını da hızlandırmıştır. Birinci Dünya Savaşının çıkış sebeplerinden bir diğeri de Fransız İhtilalı’dır. Fransız İhtilalının sonucu olarak ortaya çıkan milliyetçilik akımı, çok uluslu devletlerdeki azınlıkların dış baskılarla isyan etmelerine sebebiyet vermiştir. Osmanlı Devleti ve Avusturya – Macaristan imparatorluğu bu isyanlardan çok etkilenmiştir. Savaşın en önemli nedenlerinden bir diğeri ise hiç şüphe yok ki, Osmanlı Mirası üzerindeki Petrol ve diğer zengin kaynaklarla ilgili paylaşım çatışmasıdır. Siyasal birliğini tamamlayan İtalya, Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’de yayılmaya çalışmıştır. İtalya ve Almanya’nın giriştiği sömürge arayışı dönemin en büyük sömürge imparatorluğu olan İngiltere’yi endişeye sevk etmiştir. Bu gelişmeler üzerine İngiltere, Uzak Doğu’daki sömürgelerine giden deniz yolunun güvenliği için Mısır’ı işgal etmiş ve Alman tehdidine karşı Rusya ile yakınlaşmaya başlamıştır.

20. yüzyılın başlarına geldiğimizde Avrupa’da siyasi ortam, mezkûr sebeplerden dolayı oldukça gergin bir konumda bulunuyordu. Bu gergin atmosferde, Saray Bosna’yı ziyaret eden veya ettirilen Avusturya – Macaristan veliahdının bir Sırp tarafından öldürülmesi sadece savaşın bahanesi ve görünen sebebi olmuştur. Avusturya – Macaristan İmparatorluğu, suikasttan sorumlu tuttuğu Sırbistan’a 28 Temmuz 1914’te savaş açmıştır. Kısa süre içerisinde savaşa diğer Avrupalı ülkeler ve Osmanlı Devleti, Japonya ve ABD’nin de katılımıyla bir dünya savaşına dönüşmüş ve savaş tam dört yıl sürmüştür! ABD ve Japonya İtilaf Devletlerinin yanında yer almıştır. Birinci Dünya Savaşı, milyonlarca insanın ölümüne ve sakatlanmasına, çok büyük maddi hasarların ortaya çıkmasına, İmparatorlukların parçalanmasına, birçok yeni devletçiklerin de ortaya çıkmasına ve tüm dünyayı ekonomik, siyasal ve toplumsal açıdan derinden etkileyen çok büyük bir olaydır.

Osmanlı Devletinin Birinci dünya Savaşına girmesinin arka planına kabaca baktığımızda, Osmanlı savaşın başladığı ilk dönemlerde önce tarafsızlığını ilan etmiştir. Almanya, Osmanlı’nın jeopolitik konumu ve halifelik sıfatından yararlanmak için savaşa girmesini istiyordu. İttihat ve terakki yönetimi Almanya’nın savaşı kazanacağını ve kaybedilen toprakların da geri alınacağını düşünerek, iki Alman gemisine Midilli ve Yavuz adı verilerek, boğazları geçmek suretiyle Karadeniz’deki Rus limanlarını bombalamıştır. Bu gelişme ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu bu savaşa otomatik olarak girmiş oldu.

Günümüze geldiğimizde, küresel emperyalist güçler ve küresel finans çevreleri, bugün yeni bir dünya savaşı çıkarabilmek için Akdeniz, Doğu Akdeniz ve Karadeniz’deki enerji zenginliklerine hâkim olabilmek adına, giriştikleri her türlü ayak oyunları, kirli hesaplar, vesayet – vekâlet savaşları ve büyük planlarına şahit olmaktayız! Dün, Birinci dünya Savaşını çıkarmak için Avusturya – Macaristan’a gaz veren küresel güçler, bugün de Ukrayna ve diğer devletçiklere tam gaz vermektedir! Türkiye, Rusya ve İran, ülkeleri ve bölgelerindeki, huzur ve kalkınma için birlikte hareket etmesi tabii ki birilerinin uykularını kaçırmakta ve bölgemizdeki büyük planları da bozulmaktadır! Küresel güçler ve küresel finans çevrelerinin, kontrol ve denetimleri dışındaki, Türk Akım projesini nasıl hayata geçirirsiniz?! Küresel güçler ve küresel finans çevrelerinin, kontrol ve denetimleri dışındaki, 65 ülkenin birlikte kalkınma hamlesi, bir Yol ve bir Kuşak projesini nasıl devam ettirmeye çalışırsınız?! Akdeniz, Doğu Akdeniz ve Karadeniz’deki zenginliklerden bize sormadan ve danışmadan nasıl hak talep edersiniz?! Vereceğimiz ve verdiklerimiz kadarı ile neden yetinmiyorsunuz?! Anladık mı şimdi, neler oluyormuş, Ukrayna’da?! Anladık mı şimdi, Ukrayna, neden efeleniyormuş? Anladık mı şimdi, Akdeniz ve Karadeniz’de neler oluyormuş?! Anladık mı şimdi, Akdeniz’deki yüzlerce savaş gemisinin neden safari yapmakta olduğunu?! Anladık mı şimdi, Akdeniz ve Karadeniz neden ısınmaya başlamış?! Anladık mı şimdi, yeni bir Dünya savaşının Akdeniz ve Karadeniz’deki zenginlikler ve paylaşım üzerinden çıkarılmaya çalışıldığını?!

Kasım’da AŞK Başkadır!

Yazımıza konu olan başlık, geçtiğimiz yıllarda hangi Saikler ve neler hedeflendiği de belli olmayan Kasım’da aşk başkadır filminden esinlenmemiştir. Böyle bir film ile belki de Kasım ayındaki ilahi bir aşkın başlangıcı olan bir gelişmeyi, basit dünyalık bir aşk seviyesine indirmeye çalışmaları olabilir mi? Bilemiyoruz! Yine bir Kasım ayında Konya İlinde iki mübarek ve ehli dünya olmaktan uzak Hz. Mevlana ve Hz. Şems arasında başlayan ve dünya gözü, dünya bakışı ve dünyalık akıl ile bu aşkın anlaşılamayacağı ve ham olanların böyle İlahi bir aşkı hazmedemeyeceğini de ifade edebiliriz. Kasım ayının son günlerinde Mevlana türbesindeki ağaçlar ve çiçeklerde meydana gelen değişiklikler, ne demek istediğimiz zaviyesinden, ehlince zaten malumdur! Peki, Hz. Şems ve Hz. Mevlana arasındaki ilahi aşk nasıl ve nerede başlamıştır? Bu ilahi aşk her iki tarafta ne gibi inkişaflara vesile olmuştur? Böyle bir aşkı hazmedemeyen kıt akıllılar neler yapmaya cüret etmiştir? Aralık ayının ilk haftasından itibaren on gün süre ile kutlanılacak olan ‘Selam Vakti‘ temalı Mevlana ihtifallerinin bireysel olarak bizlerde manevi inkişaflara, şehrimizde de bereket ve hayırların fethine, şerlerin de define vesile olmasını dilerim. 17 Aralık tarihinde Yüce Yaratıcıya kavuşmayı Şeb-i Arus olarak tanımlayan İlahi Aşk insanı Hz. Mevlana’yı hakiki manada anlamayı ve anlamlandırabilmeyi de bizlere nasip eylesin.

Babası Bahattin Veledin vefatında yirmi dört yaşında olan Hz. Mevlâna, dönemin Sultanın emri ile babasının yerine oturdu. Mevlâna’nın ilk mürşidi babası, zamanın ilim ve irfan merkezi olan Halep ve Şam’da ders görmüş, zahir ve batın ilimleriyle mücehhez bir âlim ve bir zahit olmuştur. Bilgide, keşifte, keramette, güzel söz söylemede, güzel huyda eşi benzeri yoktur. Akıllara hayret veren bir zekâ ve bir irade sahibi, Mollayı Rum diye namı ile dillere destan konumda bulunuyordu! Ders verdiği medreseler, hayranları ile dolup taşıyordu. Bu vaziyet, Tebrizli Şems’in Konya’ya vasıl oluşuna kadar beş sene sürdü ve her şey birdenbire değişti. Bu değişimi, Şeyhi Ekber’in senelerce evvel, Mevlâna’nın aslında uçsuz bucaksız bir UMMAN oluşunun icabıdır, diyordu!

1224 senesinin bir Cumartesi günü, Hz. Mevlâna’nın etrafını talebeleri sarmış, hürmet ve sevgilerinden yaya yürüyorlar, aniden önüne kalenderi kıyafetli bir derviş çıkıverdi! İleri atılarak Mevlâna’nın katırını çevikliği ile durdurdu. Derviş: Ey, madde ve mana altınlarının sarrafı! Muhammed Mustafa mı büyük, Beyazidi Bestami mi? Mevlâna irkildi: Bu nasıl sualdir? Elbette Muhammed Mustafa, bütün enbiya ve evliyanın serveri ve lideridir, dedi. Derviş: Evet ama Muhammed (a.s.); Yarabbi, seni tenzih ederim, biz seni layıkı ile bilemedik, buyurdu. Bayezid ise; Kendimi noksan sıfatlardan tenzih ederim, cübbemin içinde Hak’tan gayrı varlık yok, dedi. Mevlâna cevaben; Bayezid bir Hak tecellisine mazhar olunca kabının darlığından taştı. Hz. Muhammed ise hangi mertebeye varsa evvelki makamlardan istiğfar ediyor, Ey bizim düşünce ve idrakimizden olan Allah, biz seni layıkı ile bilemedik, diyor, dedi. Yabancı derviş bir çığlık kopardı. Mevlâna katırdan aşağı atladı. Ortalığı telâş ve uğultu kaplamıştı. Birbirlerine büyük bir cezbeyle bir “an”da bağlanan bu iki ulu zat beraber Gevhertaş Medresesi’ne geldiler. Bir hücreye girdiler. Bir rivayete göre, kırk gün, bir rivayette üç ay kimseyi içeri almadılar. İstiğrak, sema, Hak sohbeti ve visal orucu ile manevi günler geçirdiler. Bu derviş, Şemsi Tebrizi’den başkası değildi! Mevlâna ile Şemsi Tebrizi’nin Konya’da birbirlerine kavuştukları yere Maracel Bahreyn yani, İki denizin kavuştuğu yer, olarak ifade edilmekte ve her yıl törenler düzenlenmektedir! Mevlâna üstat bir şeyh idi, fakat yeniden mürit oldu! Nihayete ermişti, baştan yeniden başladı! Mevlâna, Mümin, müminin aynasıdır, hadisine göre bir ayna gibi Hz. Şems’te gördüğü kendi güzelliği ve aslına âşık olmuştur!

Şemsi Tebrizi ve Hz. Mevlâna’yı anlamayanlar, gün geçtikçe dedikodularla işi büyüttüler. 1225 yılının bir Perşembe günü dedikoduların artmasıyla Şemsi Tebrizi ortadan kayboldu. Hz. Mevlâna’nın emri ile her taraf arandı, fakat hiçbir iz bulunamadı. Şems Konya’yı terk ettikten sonra doğru Şam’a gitmiş bir han köşesine yerleşmişti. Bir ay sonra Şemsi Tebrizi, Sultan Veledin refakatinde Konya şehrine geri geliyordu. Tebrizli Şems’in büyüklük ve kudretine inananlar karşılamaya iştirak etmişlerdi. Dedikodu yapanlar ise pişmanlık hisleri içinde, Şems ve Mevlâna kucaklaştılar. Mevlâna, Şemsi Tebrizi’yi ikinci sefer gelişinde kendi çocukları gibi bakıp büyüttükleri Kimya Hatun ile evlendirdi. Belki de bu evlilikle Şemsi Konya’ya bağlamak istiyordu. Günler tekrar, sohbet, sema, istiğrak ve murakabe ile geçiyordu. Şemsi Tebrizi’nin Mevlâna ile olan manevi alışverişinin eskisinden fazla, daha derinlerde olduğunu gören fesat kişiler, kıskançlık ve kötü görüşlerinden ortalığı tekrar karıştırmaya başladılar. Nihayet 1227 senesinde bir gece Hz. Şems’in ortadan kaybolmasına sebep oldular. Bazı kaynaklarda Şems, çekemeyenleri tarafından şehit edildiği, bazısında ise izinin bulunmadığı yazılıdır. Bu kayboluş olayının rivayetleri çeşitli fakat doğrusunu sadece Allah bilir. Mühim olan, Hz. Şems’in misyonu ve vazifesini tamamlamasıdır. Şems’in kayboluşundan sonra Hz. Mevlâna yine her tarafı aratmış, bizzat Şam’a gitmiş fakat boş dönmüştür. Mevlâna, Şems’in adını zikreden ve Filan yerde gördük, diye konuşanlara üstündeki cübbesini bağışlıyor, Bu senin yalanına armağan, doğru olduğunu bilsem canımı verirdim, diyordu.

MENA Bölgesi ve Yereldeki GÜÇ Savaşı!

Dünya küresel güçleri ve küresel finans çevreleri, emperyalist ve hegemonya konumlarının devamlılığı adına her daim büyük planlar, hesaplar, stratejiler ve taktiksel oyunlar peşindedir! Bugün yaşamakta olduğumuz gibi! Dünya halklarının bunları anlaması, okuması ve pro-aktif taktik geliştirmesi ise imkânsız denecek bir durumdadır! Çünkü dünya halkları bölgesindeki küçücük makamlar, mevkiler, rant, çıkar ve menfaatler peşinde koşmaktan böyle minnacık(!) işlerle meşgul olamaz! Adamın dünyası, vizyonu, çapı ve ufku bu kadar! Ne bekleyebilirsin?! Adamın dünya ve insanlık diye bir derdi yok! Varsa yoksa tek bir hedefi, bugün sahip olduğu makamı ve gücü sonsuza kadar koruyabilmek! Kendi adamlarını da bir yerlere yerleştirmek ve getirebilmek! Bunun için de her şeyi yapacaktır; Aklımızın ve havsalamızın alabileceği ve alamayacağı her şeyi! Ölmek diye bir şey var mıdır?! Tanrıların ölmediğini biliyorduk! Çünkü adamlar ne de olsa dünyanın, bölgesinin ve bulunduğu yerelin tanrısı! Allah akıl, fikir ve feraset versin!

2003 yılında ABD eski Dış İşleri Bakanı Condoleezza Rice tarafından kaleme alınan bir makalede, Ortadoğu’da Türkiye dâhil yirmi iki ülkenin sınırları değişecek, ifadesiyle başlayan analizlerine şahit olduk. 2010 yılına geldiğimizde ise Küresel Güçler ve Küresel finans çevreleri yirmi iki ülke için düğmeye bastı! Artık vakit gelmişti! 17 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta bir gencin kendini yakmasının ardından tüm Tunus halkının giriştiği eylemle beraber Arap dünyasındaki bunalım dönemini birileri ise Arap Baharı olarak isimlendirmektedir! Ne bahar? Aman Yarabbi! Tabii ki baharın gelmesi için öncelikle şiddetli bir kışın yaşanması gerektiğini de düşünmeliydik! Yapılan protestolar sonucu birçok Arap ülkesi, Tunus’tan etkilenip özgürlük için savaşmıştır. Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Ürdün, Yemen Arap baharından etkilenen ülkelerdir. Mısır’ın hali ortada! Karşımızda Libya diye bir devlet ve Libya halkı var mıdır?! Irak’ı zaten konuşmaya gerek yoktur! Suriye ise her gün gözlerimizin önünde erimekte, lime lime edilmekte ve parçalanmanın eşiğindedir!

ABD eski Dış İşleri Bakanının 2003 yılında yirmi iki ülkenin sınırları değişecek diye tanımladığı bölge; MENA, Middle East and North Africa, yani Orta Doğu ve Kuzey Afrika kelimelerinin baş harflerinin bir araya getirilerek elde edilen bir kısaltmadır. MENA Bölgesi olarak isimlendirilen ve İsrail Devleti hariç büyük çoğunluğu Arap veya İslami vasıfları ile ön plana çıkan Ortadoğu ve Kuzey Afrika Ülkeleri arasında; Mısır, Ürdün, Lübnan, Fas, Tunus, Cezayir, İran, Yemen, Suriye, Irak, Suudi Arabistan, Katar, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Bahreyn ve Libya sayılabilir. MENA Bölgesi’yle (Orta Doğu ve Kuzey Afrika) dünya petrol rezervinin % 70’ini, doğal gaz rezervinin % 46’sını, eski İpek yolu, yeni bir Yol ve Bir Kuşak, 65 ülkenin birlikte kalkınma projesinin ana güzergâhı, Akdeniz ve Doğu Akdeniz’deki zenginliklerin de bekçisi ve tam da bir askeri üs konumunda olan bir bölgedir!

Peki, mezkûr özellikler aklımıza hemen firavunu getirecektir! Firavun kimdir? Firavunun özellikleri nelerdir? Mısır’da yüzyıllarca hâkim ve hüküm sürmüş yirmi altı firavun ailesi bulunmaktadır! Her aile ortalama otuz yıl idarede hüküm sürdüğü tahmin edilmektedir! Firavun isim olmayıp bir sıfattır; Yani yapılan haksızlık ve zulümlerin toptan bir tanımlamasıdır! Ayrıca bunlardan büyük bir kısmı da kendisini tanrı olarak ilan etmiştir! Makam, mevki, güç ve tanrı olduğunu iddia etmek veya zannetmek! Aman Allah’ım! Allah muhafaza eylesin! Firavunun kabaca özeliklerine baktığımızda karşımıza çıkan tablo, bugün yaşamakta olduklarımız ve özellikle de yerelde son günlerdeki belediye başkanlıkları için oynanan ayak oyunlarından bir farkı var mıdır, siz okuyucularımın takdirlerine bırakıyorum! Her şeyi kontrol etme ve yönetme isteği; Bütün Firavunların ortak özellikleri çevresinde gördükleri her şeyi yönetme ve kontrol altında tutmak hırsı vardır! Hatalı olduğunu kabul etmemek; Zira tanrılar hatasızdır! Adam tanrı olduğuna zaten inanmakta ve hatadan tabii ki münezzeh olacaktır! Üstünlük iddiası; Tanrılık taslamaktan kaynaklı olarak diğer insanlardan elbette ki üstün olacaktır! Üstünlük için de her şeyi yapacaktır! Makamını koruma isteği; Makamını korumak adına doğru bildikleri her şeyi yalanlayabilir ve yok hükmünde sayabilir! Güç tutkusu; Firavun zihniyetinin önemli özelliklerinden birisi de güç tutkusudur. Bu niteliklere haiz kişiler güç olgusu olmadan kesinlikle yaşayamazlar! Güçlerini korumak adına da her şeyi yapacaktır!