Türk Üçgeni; Kuvayi Milliye Ruhu!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti,, kurulduğu tarihten itibaren, küresel güçler ve  içimizdeki işbirlikçiler, devletin tüm   yönetim ve kontrol mekanizmasında etkin olduklarına şahit olmaktayız.  Türkiye Cumhuriyeti devleti, milleti ile bütünleşme ve kalkınma hamlelerine giriştiği dönemlerde ise mutlaka bir darbe veya muhtıra karşımıza çıkmaktadır! Türkler tarih sahnesine tekrardan büyük bir oyuncu olarak çıkmaması planlanıyordu! Türklerin tarih sahnesine yeniden çıkmaları,  tüm mazlum coğrafyada Adalet, Hakkaniyet ve Kadim medeniyet olarak karşılık buluyordu!  Bu kadim medeniyet,  kültürel ve gönül coğrafyasındaki bağlarının da koparılması gerekiyordu. Yaşadıklarımız tüm bunların haberciliğinden başkaca bir şey değildir!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milletini, geçmişte darbelerle durdurmayı ve yönetimde söz sahibi olmayı hedefleyen, küresel güçler ve işbirlikçiler, 15 Temmuz tarihinde,  bu ülkede inkıtalara, darbelere ve post modern darbeler tarihine,  bir son nokta koymayı da planlıyordu! Yani Türkiye ve Türkleri,  bu defa tamamen teslim almayı hesap etmişlerdi! Hesaplarında olmayan şey, bu milletin tarihinden gelen, bağımsızlık ve istiklaline olan aşkı ve bu aşkına erişebilmek için de her türlü sıkıntılara göğüs gerebilecek bir ruh ve yapıda olmasıdır! 15 Temmuz tarihinde,  bu devlet ve milletin küresel güçlere teslimiyetini  beceremeyenler, sınırlarımızda terör örgütleri üzerinden hain emellerine erişebilmek için halen bu saldırılarına ve planlarına da devam etmekteler! Duracaklar mı? Hayır?  Gelmeye ve artarak gelmeye de devam edecekler! Ne zamana kadar? Bu asil milletin, Birinci dünya savaşı akabinde ki anlaşma maddeleri dikkate alınarak, ülkenin her bir karesi de işgal edilmeye kalkışıldığında, bağımsızlık ve istiklalini elde etmek,  yeniden bir devlet kurmak için tüm vatandaşlarımızla birlikte ki seferberlik ve savunma ruhu olan;  Kuvayi Milliye ruhu canlanıp harekete geçene kadar!

Birinci dünya Savaşı yılları ve savaşın akabinde ki anlaşmanın bir maddesine kabaca bir bakalım.  1918 yılı sonlarına doğru ittifak devletlerinin savaşı kazanma umutları kalmamıştı. Almanya 3 Ekim 1918’de ateşkes önerisinde bulunmuştur! Yapılan görüşmeler sonunda Agamemnon zırhlısında, 30 Ekim 1918 günü Mondros ateşkes antlaşması imzalandı. 31 Ekim günü yürürlüğe giren ve 25 maddeden oluşan, 7. maddesi ile bir tehdit karşısında, Osmanlı topraklarındaki stratejik noktaları işgal etme hakkının İtilaf devletlerine verilmesiydi. Bu durum Osmanlı devletinin daha barış antlaşması bile beklenilmeden anlaşma devletlerince parçalanıp paylaşılacağının da bir göstergesi olmuştur. Türk devletini ve milletini, tarih sahnesinden silmeyi ve parçalamayı planladıkları  7. Madde;  İtilaf devletleri güvenliklerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkarsa, herhangi bir stratejik noktayı işgal edebileceklerdir.

Mondros Ateşkes Antlaşmasından sonra, İtilaf devletleri 7. Maddeye dayanarak yurdumuzu işgal etmeyi, Türk milletini ortadan kaldırmayı ve Türk vatanını paylaşmaya da kararlı olduklarını göstermişlerdir. Diğer yandan ateşkes hükümleri gereği, Osmanlı ordusu terhis edilmiş ve ülkede işgallere karşı koyacak düzenli askeri birlikler de kalmamıştır!  Türk vatanı işgal edilmiş, Türk milletinin can, mal ve namus güvenliği de kalmamıştır! Türk milletinin hayat ve hakimiyet hakları da yok sayılmış! Bunun üzerine savunmasız kalan Türk milleti her türlü imkansızlığa rağmen, bağımsızlık ve istiklali için harekete geçmiştir. Türkler bulundukları yerleri savunmak ve buraların da Türk yurdu olduğunu kanıtlamak amacıyla, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve Kuvayi Milliye birliklerini kurmuşlardır. Türk milletinin bağımsız yaşama isteğinin ve vatanseverlik duygusunun eseri olarak ortaya çıkan bu direniş azmine “Kuvayi Milliye Ruhu” adı verilmiştir. Milletimizin bağımsızlığını yeniden kazanmak için giriştiği silahlı mücadeleye de “Kuvayi Milliye Hareketi” olarak isimlendirilmektedir.

Dün yaşanmış olanların, bugün yaşadıklarımız ve halen de yaşananlardan bir farkı var mıdır? Sınırlarımızda küresel güçler tarafından kurulan ve desteklenen terör örgütleri neyin peşindeler?  Türk yurdu yüz sene önce olduğu gibi her bir koldan küresel taşeronlar tarafından saldırı halindedir!   Yedi düvel, vekalet orduları üzerinden,  yedi cepheden saldırıya geçmiştir. Türk milleti fert fert ne yapması gerekiyor sorusuna verilmesi gereken cevabı bir siyasi partimizin lideri sarih bir şekilde açıklamaktadır!  MHP Lideri Devlet Bahçeli’ye “Sizi siyasete sokan şey nedir” şeklinde soru yönelten bir gazeteciye; “Kuvayi Milliye Ruhu” demiştir. Kuvayi Milliye;  Devleti ve milleti yok etmeye, işgale ve parçalamaya yönelik bir saldırı sırasında mücadele için kurulmuştur. Biliyor musunuz? MHP Lideri Bahçeli;  Milletvekili olduğu tarihten itibaren, Devletten hiç maaş almıyor, hepsini de hayır kurumlarına bağışlamaktadır!

 

Millet Olmak ve Milli Birlik!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti,  Yedi düvelin dünya halklarından derleme, toplama, kim olduklarını bilmeyen, neden buralarda bulundukları ve ne için savaştıklarını da anlamayan orduları ile Osmanlı İmparatorluğunu bölmek ve parçalanmak için kapılarına dayandığı karanlık günlerde;  İstiklal ve bağımsızlığına âşık, tüm farklılıkları ile bir ve beraber olmuş, bu topraklarda yaşayan ve kendisini de Türk olarak kabul eden, Anadolu coğrafyasının her bir karesini de şehit kanları sulamış, asil bir milletin evlatları tarafından kurulmuştur.  Anadolu coğrafyası küresel güçlerin bin yıllardır hesap ve planlarının olduğu bir kara parçasıdır. Bu topraklarda bin yıllardır yaşamakta olan asil milletin evlatları da coğrafyadan kaynaklı bu zorluk ve sıkıntıların bilincinde ve idrakindedir. Millet olmak böyle bir idrake sahip olmayı ve tarihe serüveni de gerektirir. Millet olmak derleme ve toplama ortak kültürel bağları olmayan bireylerden meydana gelemez!  Millet olmanın çok ağır yükümlülükleri ve sorumlukları da vardır! Millet olmak başkaca bir anlam ve süreçleri de gerektirir! Türk milleti millet olabilmenin gerektirdiği tüm aşamalar ve kurallara da haizdir!

Millet nedir? Millet kimlere denir? Bir araya gelmiş her bir insan topluluğunu millet olarak kabul edebilir miyiz? Millet kavramını kabaca incelemeye çalışalım; Ortak bir kültür çerçevesinde bütünleşmiş ve tarih bilincine sahip en büyük insan topluluğudur. İnsanlar, benzer özellikleri nedeniyle ortak sosyal, siyasi ve iktisadi işleyişler içinde uzun tarihi süreçler boyunca birlikte yaşamayı tercih etmekte ve aktarılan miras sonucu millet olgusu ortaya çıkmaktadır. Milleti meydana getiren en önemli unsur, tarihi bir süreç içinde kültür veya birlikte yaşama şeklinde ortaya çıkan ortak bir iradenin varlığıdır. Burada söz konusu edilen ortak kültür, birlikte yaşama iradesi ve ortak tarih gibi unsurlar, esasen karşılıklı bir etkileşim içinde bulunmayı da gerektirmektedir.

Millet olabilmenin yeter ve gerek şartları nedir diye şöyle bir baktığımızda, karşımıza bazı kural ve kaideler çıkmaktadır. Bir topluluğun ‘millet / ulus’ olarak adlandırılabilmesi için;  Toplulukta ortak bir dilin konuşulması!  Topluluğun tarihsel geçmişe sahip olması!  Şimdi bir arada yaşayan bu topluluğun, gelecek için de bir arada yaşama inancında olması! Topluluktaki bireylerin birlik ve beraberlik içinde, ortak duyguları paylaşması! Toplulukta kültürel ortaklık bulunması gibi bazı kural, kaide ve yazılı olmayan gerek şartları da bulunmaktadır.

Millet kavramını kabaca  değerlendirdikten sonra, milli birlik ve beraberlik ne demektir?  Bir toplulukta milli birlik oluşmadığı takdirde nelerle karşılaşabilecektir? Milli Birlik; bir Milletin bütün olması, bu bütünlük içinde ayırıcı ve bölücü unsurlara asla yer verilmemesi demektir! Bir milletinin en değerli varlığı budur! Bu varlığını kaybeden milletler payidar olamazlar!  Bir milletin yaşaması, yücelmesi, gelişmesi, kalkınması söz konusu ettiğimiz bu milli birliğe bağlıdır. Bir millet, Milli birliğini sağladığı, koruduğu ve geliştirdiği ölçüde sonsuza kadar devam edecektir.  Aksi halde tarih sahnesinde silinecek,  Dünya coğrafyasındaki milletler çöplüğü ve tarihin tozlu sayfalarında yerini alacaktır!

Üzerinde yaşamakta olduğumuz, Anadolu coğrafyasının çetin, zorlu ve bir o kadar da ağır bedeli ve sonuçları olduğunu ifade etmeye çalışmıştık.  Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve bu asil milletin her bir ferdi yaşadığı coğrafyadan kaynaklı bu sorumluluklarının idraki ve bedelinin de bilincine sahiptir!   Türk milletinin küresel güçler ve taşeronları tarafından hedefte olması tesadüfî olabilir mi?  Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve asil milletimizin içeriden ve dışarıdan ihanet kuşatması, saldırıları yeni değildir ve halen sınırlarımızda yaşamakta olduğumuz kuşatma, çevreleme operasyonları ile de son olmayacaktır!

15 Temmuz tarihinde millet olarak yaşadığımız, öncelikle bir darbe teşebbüsü, yedi düvel ile tarihi bir hesaplaşma ve işbirlikçileri tarafından ağababalarına bu mübarek toprakların kontrol ve denetiminin de hediye olarak takdim edilmeye çalışıldığı, insanlık tarihi açısından da tarifi olmayan bir ihanet kalkışmasıdır! Devlet ve millet olarak, Milli bir mutabakatın ve Milli birliğin varlığının elzem ve şart olduğu günlerde bulunuyoruz!  Seksen milyon olarak, Bir birimize düşersek, ya bizi bu vatandan söküp atacaklar, ya da bu topraklara bizi gömüp üzerimizden hedeflerine erişecekler! Hangisi! Karar bizimdir! Karar, seksen milyon bu asil milletin her bir ferdine aittir!  Çünkü Millet olarak gidecek başka bir kara parçamız, yerimiz, sığınacak başka bir yurdumuz yoktur! Millet olarak bin yıllardır yaşamakta olduğumuz Anadolu coğrafyasında birlikte yaşayacağız. Milli kimlik ve milli birliğimizi kaybedersek; Bu sınırlar dâhilinde devletimizin ve milletimizin bugünkü haliyle yaşaması da zorlaşmaktadır!

Yedi düvel,  vekalet orduları üzerinden kumpas kuruyor ve toptan olarak üzerimize gelmektedir! Gelsinler! Geldikleri gibi de giderler, gidecekler de!   Yüz sene önce gelip ve gitmek zorunda kaldıkları gibi! Yeter ki; Seksen milyonun her bir ferdi ile saflarımızı sıkılaştıralım,  bir ve beraber olalım, iri olalım, diri olalım, kardeş olalım ve hep birlikte Türkiye olalım!  Öleceksek de bin yıllardır yaşadığımız ve her bir karesini şehit kanları ile suladığımız Anadolu toprakların da,  ADAM gibi ÖLMEYİ göze alalım!

 

TÜRKİYE Tarihi Kodlarına Dönerken!

Türkler, Dünya insanlık tarihinin olmaz ise olmazlarındandır!  Türkler, 2150 yıllık devlet tecrübesi ile dünya devletleri ve milletlerine de örneklik ve önderlik teşkil etmişlerdir.  Türkler,  devlet tecrübesi ile gittikleri her yere sadece ‘Adaleti ve Hakkaniyeti’ götürmüşler, bu değerlerin de tüm insanlık için e tüm temsilcisi ve taşıyıcısı olmuşlardır.  Dünya tarihi de Türklerin bu değerlerdeki örneklik ve nişaneleri ile doludur. Dünya tarihinden Türkleri çıkarırsanız geriye de zaten hiçbir şey kalmayacaktır!

Türkiye Cumhuriyetinin kurulması akabinde,  küresel güçler ve içerideki işbirlikçileri maharetiyle, devlet yönetiminin her bir kademesinde söz sahibi olmuşlardır.  Devlet, milleti ile bütünleşmeye ve kalkınma hamlelerini geliştirmeye başladığı dönemlerde ise bir darbe veya muhtıra ile küresel güçler bu hamleleri durdurmak veya engellemenin yollarını aramışlar, her on yılda bir başarmaları ile de inkıtalar, duraksamalar gündeme gelmiştir.  Neden? Dünya’da söz sahibi ve güçlü bir Türkler ve Türkiye kurulmasın! Dünyaya yeniden, Adalet ve Hakkaniyet dağıtmasın! Mazlum milletlere de önderlik ve rehberlik edemesin!

15 Temmuz hain darbe ve işgal gecesi, küresel güçlere, bu asil milleti ve devletini tamamen teslim etmeyi planlayan işbirlikçiler, hiç hesap etmedikleri yani ‘vatandaşlarımızın İman GÜCÜ’ ile karşı karşıya kaldılar.  1071 Malazgirt, 1453 İstanbul’un fethi, Kurtuluş savaşı ve Çanakkale’deki  ‘Milli Birlik ruh’ yeniden temayüz etmişti! Yüz yıllardır işbirlikçiler maharetiyle yönettikleri devleti, 15 Temmuz tarihinde tamamen teslim almayı hesaplamışlardı! 15 Temmuz tarihinden bu günlere, devlet kademesinin her bir kılcalında ki küresel güçlerin eli ve ayağı konumunda bulunan içimizdeki işbirlikçiler, tespit edilmiş ve görevlerine de son verilmiştir.  Devlet milleti ile buluşuyor, zıtlar kavgaları bir kenara bırakıyor, bütünleşiyor ve Türkiye artık güçleniyordu! Çünkü bu devlet kurulurken,  zıtlar arasında sadece çatışma ve kavgalar hesap edilmişti! Devlet ve Millet birlikteliği hesap ve planlarında hiçbir zaman da görünmüyordu! Korktukları ve uykularının kaçmasına da sebebiyet veren  içerideki bu birlikteliktir!

15 Temmuz tarihinden önce,  1200 kilometrelik sınırlarımızda, terör örgütleri önderliğinde kukla devletçikler kurmayı hesap eden küresel güçler, önce Fırat Kalkanı ve bu günlerde Zeytin Dalı operasyonları ile bertaraf edilmektedir. Daha önceleri bu asil millet ve devletinin aldığı her bir nefesten anında haberdar olan küresel güçler, içimizdeki işbirlikçilerin temizlenmesi akabinde şaşırıp kalmışlardır.  Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ne yapacağını bilemeyen ve içeriden de bilgi alamayan küresel güçler,  sesleri çok çıkmakta ve çok bağırmaktalar!  Neden?

Türkiye Cumhuriyeti Devletine, devletin ve milletinin savunması için bir adet mermiyi dahi çok gören güçler, terör örgütlerine tır dolusu modern silahları vermekten hiçbir zaman çekinmemişlerdir! Bu aziz devlet,  her bir savunma silahlarını da artık kendisi geliştirmekte, üretmekte ve sınırlarımızdaki vekalet – vesayet terör örgütlerine karşı da bekası ve birliği adına kullanmaktadır.  Bölgemizde,  Türkiye olmadan bir plan ve hesap yapılamaz!  Bölgemizde, Türkiye’nin izni olmadan bir harita çizimi de olamaz! Bölgemizde, Türkiye olmadan,  yeni kurulmakta olan Dünya düzeni de gerçekleştirilemez! Bu gerçeği, anlamak ve görmek istemeyen tüm küresel güçler ve işbirlikçilerine bir kez daha buradan duyuralım!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, ana muhalefeti, muhalefeti ve milleti ile birlikte,  15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasın akabinde, Yeni kapı ruhunda şahlanan devletimizin bekası ve milletimizin birliği adına,  bir ve beraber hareket etmektedir. Küresel güçler ve içimizdeki işbirlikçilerin anlamadığı ve algılayamadığı konu tam da burasıdır! Önceki yıllarda bu güçlerin ve zıtların kavgasından nemalananlar, devletimizi işbirlikçileri eliyle yönetenler,  ne yapacaklarını da bilememektedir!  Zıtların birlikteliğinin gücü veya diğer bir ifade ile devlet, millet, ana muhalefet ve muhalefetin bu asil milletin birliği ve devletimizin bekası adına, içeride şahlanan Türk üçgeni şaşırtmaktadır, korkutmaktadır tüm bu küresel güçler ve içimizdeki işbirlikçileri!

Toplu Vurdukça Sineler!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti,  1200 kilometrelik güney sınır bölgesinden gelebilecek her türlü silahlı tehdide karşılık, geçtiğimiz yıl Fırat Kalkanı ve bu günlerde de Zeytin Dalı operasyonunu başlatmıştır. Türkiye bu operasyonları neden yapıyor? Bir ülke askerlerini savaşa neden gönderir?  Güney sınır bölgesinden silahlı bir terör tehdidi ve yine bu bölgelerde, küresel güçler tarafından kullanışlı,  koridor ve kukla devletçikler kuma girişimlerine de DUR demek için bu harekatı başlatmıştır.  Yani devletimizin bekası, milletimizin birliğine ve bölgemizin de huzuruna yönelik bir tehdidi sadece bertaraf etme girişimleridir.

Türk milleti bir asırdan beridir savaş yüzü görmemiştir. Allah bu millete tabii ki savaşlar yaşatmasın ve göstermesin! Fakat bir milletin milli birlik ruhuna, milli bilince, tam ve kâmil manada kavuşabilmesi için böyle gün ve olaylar mutlaka yaşanmalıdır! Böyle günler millet olarak test edilme tarihleridir!  Bir milletin varlığı ve bekası adına,  birlik ve kenetlenme günleridir! Savaşları tasvip ettiğimiz, onayladığımız da anlaşılmasın! Bu asil milletin tek hedefi ülkesi ve bölgesinde sadece ve sadece birlik ve huzur içinde yaşamaktır. Bu asil Milet yeryüzünde hükümdar olduğu tüm bölgelere sadece Adaleti, barışı ve huzuru götürmüştür. Dünya tarihi bunların canlı örnekleri ile doludur. Bu asil millet ve devletinin hiç bir millet ve devletin bir karış toprağında kesinlikle gözü yoktur!

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin geçtiğimiz yıl yapmış olduğu Fırat Kalkanı ve şimdi başlattığı Zeytin Dalı Harekâtının Suriye devleti ve milletin zaviyesinden hedeflerine kabaca bir baktığımızda, karşımıza şu ilkeleri görmekteyiz! Suriye’nin egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne tüm dünya devletleri tarafından bağlılık ve saygı!  Suriye topraklarının herhangi bir parçasının pazarlık konusu yapılmaması! Suriye’nin hiç bir devlet ve terör örgütü tarafından iç işlerine müdahale edilmemesi! Suriye, BM sözleşmesi çerçevesinde dünyadaki ve bölgedeki rolüne yeniden kavuşması!  Suriye halkının demokratik süreçler ve seçimler yoluyla kendi geleceğini belirleme ve hiçbir dış müdahale olmaksızın kendi siyasi, ekonomik ve toplumsal düzenini tayin etme hakkına sahip olması!  Suriye’de Devletin ulusal birliği, toplumsal uzlaşmayı, sürdürülebilir ve dengeli kalkınmayı özerk makamların adil temsiliyle birlikte gerçekleştirmeye bağlı olduğu! Suriye halkına, ulusal kimliğe ve ülkenin tarihsel mirasına saygı, yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele, gelecek nesiller için ulusal mirasın ve çevrenin korunması, ilkeleri, idealleri ve hedeflerini şahit olmaktayız.

Afrin Zeytin dalı operasyonu hakkında,  kamuoyunda cılız da olsa aykırı ifade, sözlere ve paylaşımlara da şahit olmaktayız.  Türkiye gibi ülkelerde hain ve devletine ihanet edebilecek bireyleri çok kolay bir şekilde bulur ve üretebilirsiniz.  Neden ve nasıl olabilir? Bir kişi devletine ve milletine nasıl ihanet noktasında bulunabilir? 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi ve daha önceki darbeler dışarıdan birileri tarafından olmadığını, içimizdeki tipleri bizden, fakat çipleri dışarıda olanlar maharetiyle icra edildiğini de hepimiz biliyor ve hatırlıyoruz, değil mi? Herhangi bir Avrupa ülkesinde devleti ve milletine ihanet edeni çok zor bulabilirsiniz. Anadolu ve bu topraklar, Dünyanın kavşak ve merkez konumunda olmasından kaynaklı olarak elbette ki bir bedeli olacaktır. Bu asil millet yüz yıllardan beridir bu bedeli ödemektedir. Bu topaklarda yaşayan her bir Türk evladı bunun bilincinde ve idrakindedir! Devlet, Millet ve Milli bilinçte olmayan üç beş aklı evvelin bu konulardaki safsata paylaşımları da muhatabımız değildir. Dünyanın en asil milleti olan Türkler, ülkesinin ve bölgesinin selameti ve huzuru adına girişmiş olduğu bu askeri operasyonlara, top yekûn olarak,  80 milyon olarak bir bütün halinde her bir fert olarak askeri ve devletinin yanındadır.

Merhum, Milli şairimizin dizelerinde; Milli Birlik, Milli Ruh, Milli Bilinç, Milli Birlik, Zor ve sıkıntılı dönemlerde şahlanan Milli Mutabakatı, en güzel bir şekilde ifade ettiği gibi; Girmeden tefrika bir millete düşman giremez!  Toplu vurdukça yürekler, Sineler, ONU TOP SİNDİREMEZ!

Afrin,  Zeytin Dalı, Operasyonu! 

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 1980’li yıllarda kurulmuş olan PKK terör örgütü ve küresel güçler tarafından da kurulmaya devam eden isimleri değişik türdeki benzer ve türev bu terör örgütlerine karşı, meşru müdafaa hakkını kullanmıştır. Bundan daha doğal bir şey olabilir mi? Devletimiz, iç güvenlik ve sınır güvenliğini tehdit eden bu terör yuvalarına karşılık gerekli cevapları anında verilmiştir.  11 Eylül olayları akabinde, sınırlarından herhangi bir terör tehdit aldığı dahi belgelenemeyen bir güç, Afganistan ve Irak devletlerine karşı, uluslar arası hukuk ve anlaşmalar da pas edilerek,  terörü desteklemekten kaynaklı kuvvet kullanmış ve bu devletleri sivil halkın güvenlikleri de yok sayılarak işgal etmiştir. Nasıl olabilirdi? On binlerce kilometre ötedeki bir devlet ve sözde bu devletler tarafından da finanse edildiği iddia edilen bir terör örgütü nasıl iç ve sınır güvenlik tehdidi olabilir ki?  Başkaca büyük plan ve hedefler adına yapılmış olmasın; Bölgeyi tamamen kaosa sürüklemek gibi!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, geçtiğimiz yıl,  1200 kilometrelik, Irak ve Suriye sınırlarında güvenlik tehdidi olarak gördüğü terör örgütleri ve terör yuvalarına karşı Fırat Kalkanı harekâtını başarı ile gerçekleştirmiştir.  Bu harekâtta şehit olan 72 askerimize Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar, ailelerine sabır ve milletimizin de başı sağ olsun! Devletimiz ve askerlerimiz bu Fırat Kalkanı harekâtını neden yapılmıştır? Kuvvet kullanmadan bu terör tehdidi bertaraf edilebilir miydi? Tüm yollar tıkandığı, bu aziz devlet ve askerlerine de başka bir yol bırakılmadığı için terör örgütleri ve onların destekçilerine de gereken cevap, gerektiği kadar ve gerektiği şekilde verilmiştir.

ABD Başkanı Trump, geçtiğimiz hafta başında,  Kuzey Suriye bölgesinde, yani bizim 900 kilometrelik sınırlarımızda, güvenliği sağlamakla görevli,, daha önce dört bin dokuz yüz tır modern  silahlarla donatmış oldukları terör örgütünün içinden,  otuz bin kişilik modern yeni bir ordu kurulması gerektiğine yönelik açıklamalarına şahit olduk. Bu terör ordusu nerede kurulacakmış? Sınır güvenliklerini tehdit etmekte olan kendi sınır bölgelerinde mi?  Hayır! Nerede peki?! Türkiye Cumhuriyeti devletimizin 900 kilometrelik Kuzey Suriye sınırları ve bölgemizde kuracaklarmış! Bu açıklamaların akabinde, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve MHP lideri Bahçelinin, bu terör örgütleri ve yuvalarına yönelik olarak yapılması planlanan ve günlerden beridir de konuşulan Afrin, Zeytin Dalı harekâtı Cumartesi gece itibari ile başlamış oldu!

Afrin, Zeytin Dalı, operasyonu,  uluslar arası hukuk ve BM yasaları çerçevesindeki genel durumunu kabaca incelediğimizde; Uluslararası hukukun temel ilkelerinden olan kuvvet kullanma yasağı uyarınca, hiçbir devlet başka bir devlete karşı kuvvet kullanamaz, hatta kuvvet kullanma tehdidinde dahi bulunamaz. Birleşmiş Milletler anlaşmasının 51. Maddesinde düzenlenmiş olan bu hak taraf devlete kendisini karşı gerçekleştirilen bir müdahalenin varlığı kuvvet kullanma hatta müşterek olarak kuvvet kullanma imkânı tanır. Bu 51. Maddeye göre:   “Bu Antlaşmanın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi’ne bildirilir ve Konsey’in işbu antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez.”   Ancak maddeden de anlaşılacağı üzere meşru savunma hakkının kullanımı gerek maddede belirtilen, hukukun temel prensiplerinden kaynaklı bazı şartların varlığı durumunda söz konusu olacaktır. Bu şartlara kabaca bakacak olursak; 1- Silahlı Bir Saldırının Varlığı: Meşru savunma hakkının kullanılması için gereken ilk koşul şüphesiz ki bir devlete yöneltilmiş bulunan silahlı saldırının varlığıdır. 2- Meşru Savunma Kapsamında Kullanılacak Olan Hakkın Orantılı Olması: Orantılılık meşru savunma hakkının tespitinde çok önemli bir kavramdır. Meşru savunma hakkı özünde kendisine yöneltilen saldırıyı engellemeyi amaçlayan bir kuvvet kullanıma biçimi olduğu için burada ki amaç kendisini korumaktır. 3- Aciliyet Şartı: Bu hakkın kullanılabilmesi, tehlikenin o anda ortaya çıkmış, ani, başa çıkılmaz ve başka hiçbir koruma yoluna başvurmaya imkân bırakmayacak nitelikte olmasına bağlıdır.  4- Gereklilik Şartı: Bu şart uyarınca meşru savunma kapsamında kuvvet kullanacak olan devletin başka bir seçeneğinin kalmamış olması ve silahlı saldırının tek seçenek olması gerekir.  5- BM Güvenlik Konseyine Bildirim Şartı:  Uluslararası hukukun genel kuralları gereği kuvvet kullanma BM Güvenlik Konseyi kararları dışında mümkün değildir. Bu konuda tekel hakkına sahip olan konseyin onayı olmadan kuvvet kullanılması mümkün değildir. Ancak durumun istisnasını oluşturan meşru savunma hakkının kullanılmasında bir güvenlik kurulu kararına ihtiyaç duyulmaksızın sadece konseye yapılacak olan bir bildirim ile bu hakkını meşru çerçevede kullanabilir.  Her şeyden önce meşru savunmanın amacı olan tehdidin püskürtülmesi ile zaten sona erer.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Afrin, Zeytin Dalı, operasyonunda ulusal ve uluslar arası hukuktan kaynaklı tüm gerek şatları yerine getirdikten sonra bu askeri harekâta karar vermiştir.  Sınırlarımızda silahlı bir terör saldırısının varlığı mevcut mudur? Tabii ki vardır!  Sivillerle ilgili ve sivillerin zarar görmemesi adına gerekli tüm önlemler alınmış mıdır? Elbette ki alınmıştır! Bu terör tehdidinden kaynaklı bu devlete askeri operasyondan başkaca bir yol kalmış mıdır? Hayır, askeri operasyondan başkaca bir yol tercih bırakılmamıştır! Uluslar arası hukuk ve Birleşmiş milletler kuralları gereğince bilgilendirmeler de yapılmış mıdır? Hem de anında ve detaylar ile birlikte, tüm ilgili ve yetkili organlara!    Türkiye Cumhuriyeti devleti hiçbir devletin ve milletin toprağında gözü yoktur, olamaz! Sadece ve sadece komşu devletlerin toprak bütünlüğüne, barışa ve huzur ihtiyacına öncülük etmektedir!  Bu asil millet ve devleti,  bölgesinde ve sınırlarımızda,  oldubitti ile kurulmaya çalışılan kukla ve koridor devletlere asla ve kata izin vermeyecektir.  Bu askeri operasyonların kesin ve kati hedefi de buna yöneliktir, anlamayan ve anlamak istemeyen, tüm küresel güçler ve işbirlikçilerine de buradan duyuralım! Allah askerlerimizi muzafferiyet nasip eylesin! Allah, bu devlete ve millete zeval vermesin! Allah, bu millete,  bir daha,  böyle olaylar ve günler yaşatmasın! AMİN!!!…

 

Zıtların Birlikte Hareket Etmesi!

Dünya ve insanlık, özellikle de hayatımız  zıtlar olmadan yaşanamaz bir durum arz eder. Hayat, zıtlar olmadan yaşanmaya kalksa, sadece yeknesak ve sıradan bir durumda olur,  insanoğlu da bu durumdan çok sıkılır ve çekilmez bir durumda bulunurdu. İnsanın yaratılması akabinde sıratı müstakim üzerine şeytanın oturması da bu zıtlığı ifade etmektedir. Peki, Şeytan nerede durmaktadır? Tam da müminin doğru yolu üzerinde! Neden bu yol üzerindedir? Doğru yoldan çıkarmak ve saptırmak için? Çıkarabilir, saptırabilir mi? Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’ın buyurduğu; Sadece ihlâslı ve samimi kullarımı bu yoldan ayıramayacak ve koparamayacaksın, emrinde müşahhas olduğu gibi!

Zıtlar,  tezat veya öteki ne demektir? Zıtlar neyi ifade etmektedir? Zıtlar olmadan hayatımız nasıl sıradan olabilir?   Nitelik ve durumları itibariyle birbirine aykırı ve birbirlerinin karşısındaki kavram ve olguları ifade eder. Kâinat ve yaşam döngüsü zıtların birlikteliği üzerine kuruludur!  Dünya ve insanlığın tüm kurgusu zıtlıklar üzerinedir! Zıtlıkların yanı sıra, zıt olan unsurlar da bir birlerini tamamlamaktadır. Bir erkek ve bir kadın olmak üzere dünyaya gönderilen, Hz. Âdem ve Havva en başta birbirlerini tamamlayan iki insandır. Sonrasında, Habil ve Kabil, iyilik ve kötülüğü sembolize etmektedir!  Karanlık ve aydınlık, gündüz ve gece, ak ve kara gibi pek çok zıt kavramlar, kendi aralarında zıt ve bir birlerini tamamlar!  Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah; Kur’an-ı Kerimde,  “Biz her şeyi çift yarattık” ayeti ve “Her şey zıddıyla bilinir ve kaimdir” gerçeğini de ifade etmektedir.

Zıtlar ve zıtlıklar olmasaydı, yeknesak ve sıradan bir hayat olurdu. İnsanoğlu bir an gelir bu durumdan bırakıverirdi! Hayat, insanoğlu için bazen iyi, bazen kötü, bazen hasta, bazen sağlıklı, bazen mutlu,  bazen mutsuz, bazen hüzünlü, bazen sevinçli olduğu durumların toplamı veya kümülâtifi diye tanımlayabiliriz!  Çünkü güzelliğin kıymetini ancak çirkinlikle anlayabiliriz. Sağlığın kıymeti de hastalık, yaşamanın değerini de ancak ölüm ile anlaşılabilir. Bu durum öylesine vazgeçilmez duruma gelmiştir; İnsanların sürekli barış halinde yaşayamayacağı gerçeğiyle toplumlar kendilerine suni düşmanlar icat etmişlerdir.   Her şey zıddıyla kaim olması, her şeyin zıddıyla bilinmesi, varlıkların da zıddıyla bilinmesini anlamak mümkün görünmektedir. Karşıt olan şeyler bir araya gelir ve uzlaşmaz olanlardan daha güzel bir uyum doğar!  Her şey ve özellikle de her düzen bir çatışma sonucunda meydana gelmektedir!

Zıtlar ve tezat dediğimiz kavramlar, sosyal olaylar,  siyasi düşünce ve ideolojilere, ülkemizde kabaca bir baktığımızda karşımıza neler çıkmaktadır? Bizim gibi ülkelerde siyasi düşünce ve ideolojiler yıllardan beridir neden kavga ettirilmektedir? 1968 öğrenci olayları, 12 Eylül darbesinden önceki sokak hareketleri ve daha sayamadığımız sosyal hareketlenmeler neden olmuştur ve neleri anlatmaktadır? Karşıt fikir ve görüşte olan gençler, bu ülkenin birliği ve bekası adına,  kesinlikle bir araya gelmemeli, sürekli olarak karşıda ve kavgalı bir durumda bulunmalıdır! Neden? Bu durum, kim veya kimlerin işine gelmektedir? Böyle bir durudan kim veya kimler istifade etmektedir? Tabii ki bu ülke ve bu ülkenin insanları değil!   Eskilerin ifadesinde müşahhas olduğu; Fikirlerin çatışmasından hakikat güneşi doğar, neyi ve neleri anlatmaktadır?

Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ve özellikle de çok partili hayata geçmemizin akabinde, bu ülkede siyasi düşünceler, ideolojiler ve bunların taraftarları sürekli olarak kavga halinde bulunmuştur. Bu ülkedeki sokak hareketleri sıradan gelişmeler midir? Kendiliğinden mi olmuştur, tüm sokak hareketlenmeleri ve gençlerimizin kavga etmeleri?  15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi akabinde, bu ülkede ilk defa; Yeni kapıda şahlanışını gördüğümüz,  Devlet, Millet, Ana muhalefet ve Muhalefeti ile birlikte, Devletimizin bekası ve Milletimizin de birliği adına bir ve beraber hareket etmeye başlamıştır. Siyasi partiler,  ideolojiler, liderler ve bunların müntesipleri olan kalabalıklar,  bu ülkede sadece ve sadece kavga etmeleri üzerine formatlanmıştı! Bu ülkenin birliği üzerine hareket etmemeleri gerekiyordu! Sürekli olarak kavga etmesi planlanmıştı!  Yani zıtların birlikteliğinden nasıl mükemmel bir düzen meydana geliyorsa, bu ülkede ilk defa,  devletin âli menfaatleri üzerine,  tüm parti ve siyasi ideolojiler bir kenara konulmak suretiyle,  birlikte hareket etmeye başlamışlardır.  Neden?

Fil vaki,  küresel ve işbirlikçilerin anlayamadığı ve kavrayamadığı, karşıt ve zıt gibi görünen, parti ve liderlerin, tek bir ideal ve hedef çerçevesinde, bu devletin bekası ve milletimizin de birliği adına,  bir ve beraber hareket etmeleridir! Zıtlar ve kavgayı mı bekliyordunuz? Yoksa Zıtlar ve tezatların birlikteliğinden, birlikte hareket etmesinden kaynaklı, büyük idealler çerçevesinde,  mükemmel bir DÜZENİ mi? Hangisini tercih edeceğiz? Şu anda, bu ülkede yaşamakta olduğumuz, siyaset dünyasındaki zıtların, tezatların ve liderlerin birlikte hareket etmelerinden kaynaklı görmekte oluğumuz bir düzen ve bir sükun mevsimidir! Bu gelişmeleri, Anlamayı, anlamlandırmayı,  idrak edebilmeyi, yorumlamayı ve tüm bu gelişmelerin karşısında değil de yanında ve destekçisi olabilmek dileklerimle!

 

Hedefte ki Ülke; Türkiye!

Dünya tarihi kabaca bir incelendiğinde, Türk ve Türklerin olmadığı bir siyaset ve devlet tarihini göremeyiz! Dünya tarihinde Türkler olmasa idi, devlet ve siyaset tarihi de olamaz mıydı?! Avrupalı devlet adamları ve tarihçilerin Türkleri Dünya tarihinden çıkaracak olursanız,  geriye zaten hiçbir şey kalmayacaktır, ifadelerinin çok manidar olduğunu düşünüyorum! Türk kelime ve kavram olarak;  burada ırkçı bir yapı, düşünce ve zihniyetten kesinlikle dem vurmuyoruz! Türk ve Türklük kavramı ile dünyaya ve tüm insanlığa da model olmuş; Türk bakışı, Türk zihniyeti, Türk adaleti, Türk hakkaniyeti ve medeniyetini ifade etmeye çalışıyoruz!  İstanbul’un fethinin akabinde, burada yaşayan ve sıkıntılar da çekmekte olan gayri Müslim vatandaşların şu ifadelerinin de çok dikkate değer ve mezkûr Türk bakışı ve Türk düşünce sistematiği açısından bir model olduğu kanaatindeyim. Nedir o zikredilen; ‘Başımızda kardinal külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi arzu ederiz’  cümlesinde olduğu gibi! Bu ifade ile Osmanlının ne kadar hoş görü sahibi, adaletli ve hakkaniyet çerçevesinde tebaasına muamele yaptığının da bir belgesi ve kanıtıdır!

Türkiye Devleti ve millet olarak, Anadolu topraklarına geldiğimiz tarihten itibaren sürekli olarak küresel sistem,  küresel baronlar ve yerli işbirlikçilerinin hedef tahtasında bulunuyoruz? Neden? Haçlı seferleri ile doğrudan bir şekilde başlayan süreç, günümüzde asimetrik veya örtülü olarak devam etmektedir! Doğrudan bu asil millet ile savaşamayanlar, içimizde ve bölgemizde kurmuş oldukları terör örgütleri üzerinden,   bu aziz topraklardaki asil vatandaşlarımızın devletine, milletine, kadim medeniyet ve tarihine karşı olan vakarı ve duruşuna sadece zarar vermeye çalışmaktalar! Haçlı seferleri hani bitmişti ve tarih olmuştu! Haçlı seferleri hiçbir zaman bitmeyecek ve durmayacaktır! Ne zamana kadar? Anadolu medeniyet bakışı ve zihniyeti tamamen teslim alınıncaya kadar! Anadolu zihniyeti, kadim medeniyet ve bakışı tamamen yok edilinceye kadar, bu hain seferler devam edecektir!  Başarabilirler mi? Mümkün olabilir mi? Sadece ve sadece bu asil milletin şahlanışını geciktirebilirler, öteleyebilirler ama kesinlikle durduramazlar!

1990’lı yıllar, Berlin Duvarı yıkılmış, iki Almanya birleşmiş ve Küresel güç konumundaki Sovyetler birliği dağılmış, karşımıza dünya hegemonyal konumda sadece ABD’nin olduğu günlerdeyiz! ABD’nin bu küresel hegemonyasının devamlılığı ve sürdürülebilirliği noktasındaki stratejistlerin öngörülerine kabaca bir bakalım!  Avrupa, ABD’nin rakibi olabilir mi? Olamaz! Çünkü Avrupa gerçek anlamda bir birlik oluşturamaz! Japonya, ABD’nin rakibi olabilir mi? Olamaz! Çünkü her ne kadar Japonya küresel bir ekonomik güç ise de, bu gücü destekleyen küresel askeri bir güce sahip değildir.  Çin ABD’nin rakibi olabilir mi? Olamaz! Çünkü Konfüçyüzmün etkisinde olan Çin, komünist bir yönetime sahip,  rakip olabilmesi için Konfüçyüzmü canlandırmasına bağlıdır, bu da mümkün görünmüyor! İslâm hilâlinde ne gibi gelişmeler olur, bu dünyadan bir rakip çıkar mı? Çıkmaz, çıkamaz!  Çünkü İslâm dünyası geniş bir coğrafya üzerine dağılmış vaziyette ve onlara liderlik yapacak ülke de gözükmüyor. Araplar bir birlik oluşturabilir mi? Oluşturamazlar! Mümkün değil! Çünkü Araplar arasındaki ‘’ihtilafları canlı tuttuğumuz sürece’’ Arapların ABD’ye rakip olacak şekilde bir birlik oluşturmaları da ihtimal değildir! İslâm dünyasına liderlik yapabilecek ülkeler;  İran, Pakistan, Endonezya, Mısır ve Türkiye’dir. İran mezhepsel duruşu itibariyle, diğer İslâm ülkeleri tarafından itici bulanmakta ve bu konudaki şansını kaybetmektedir. Pakistan, Endonezya ve Mısır ise toparlayıcı liderlik görevi yapamazlar! Çünkü onların, bu rolün üstesinden gelecek ne tarihi tecrübeleri ve ne de birikimleri mevcuttur! Türkiye bu Liderliği yapabilir mi? Türkiye’nin kadim medeniyet tarihi ve kültürü, devlet tecrübesi mevcut,  ancak görünürdeki Türk yöneticilerin yönü Batı’ya dönüktür; Türkiye’den böyle bir çıkış şu anda beklemiyoruz, diyor! Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türkler için bir başka ülkenin stratejisti,  nasıl ve neden bu şekilde kesin ifadeler kurabiliyor ki? Bu devletin en kılcal birimlerine kadar nüfuz ettikleri için olabilir mi?! Peki günümüze geldiğimizde durum nedir, neler olmaktadır ve bu asil millet ve devleti neden sürekli olarak, küresel sistem, içerideki işbirlikçileri ve kurmuş oldukları örgütler üzerinden  saldırı ve operasyonlara karşı karşıya kalmaktadır?! Neden? Tabii ki bir açıklaması ve gerekçesinin de olması gerekir!

Türkiye kurulduğu tarihten itibaren, içeride parçalı bir yapıyı hedefleyen ve öngörenler, bu topraklarda devlet ve millet buluşmasını da hiçbir zaman kabullenemedi!  Bu asil millet, çağrıldığı zaman sadece askere gitmeli, çalışmalı ancak vergisini de vermesi yeterli görünüyordu!  Ne zaman ki Anadolu topraklarında, devlet ve millet kucaklaşması ve kaynaşması oldu, küresel güçler ve içerideki işbirlikçiler, ne yapacaklarını da şaşırmaya başladılar! Durun bakalım!  Sizlere ne oluyor! Bu asil millet, bin yıllardır devleti ile bütünleşmiş bir konumda bulunuyordu, ta ki siz aramıza girinceye kadar! 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması akabinde; Yeni Kapı ruhu ile şahlanan; Devlet, Millet, Ana Muhalefet ve Muhalefeti ile birlikte, Yerli ve Milli duruşu, Milli Mutabakatı, tüm Dünya halklarına da Türk bakışı ve kadim medeniyet algısı sergilemesi, Türkiye ve Türkler LİDERLİK yapamaz, diyenlerin uykularının kaçmasına sebebiyet vermektedir!  Bu asil millet,    bin yıllık devlet geleneği, kadim medeniyet kültürü, tarihi, sosyolojik ve dini bağlarını, tüm gönül coğrafyasında yeniden kurmaya başlaması da rahatsız etmektedir, tüm küresel güçler, küresel baronlar ve işbirlikçileri! Yoksa sen bu saldırı ve operasyonları da,  sadece bir post ve makam kavgası olduğunu mu düşünüyordun!

Türk Siyasetinde Neler mi Oluyor?

Küresel sistem, Türk siyasetini,  Cumhuriyetimizin kuruluş tarihi ve özellikle de 2. Dünya savaşının akabinde ki küresel birlikler ve içerideki işbirlikçiler maharetiyle denetim ve kontrolleri altında bugünlere kadar gelmiştir. Bu denetim ve kontrol hiç bir zaman değişmemiş midir?   Küresel sistem yönetiminde bulunan uluslar arası birlikler üzerinden Türkiye gibi ülkelerde, siyasal,  sosyal ve ekonomik her türlü dizayn ve düzenlemeleri de çok rahat bir şekilde yapmıştır.  Küresel sistem bu dizayn operasyonlarında arızalar olduğu dönemlerde ise sürekli olarak müdahale ve darbelerle bu girişimleri de bertaraf etme yolunu tercih etmiştir.  Küresel sistem, bizim gibi ülkelerde, neden sürekli olarak darbeler veya başkaca dış müdahalelerde bulunmaktadır?  Bu ülkeyi ve vatandaşlarını da çok sevdiği için değil tabii ki! Küresel sistem,  bu ülke ve bölgedeki,  hegemonyal ve emperyalist çıkarlarının sürekliliğini korumak adına yapmaktadır, tüm bu darbeler ve müdahale girişimlerini!  Yüz yıllardır bu gerçekleri anlayamayan ve algılamakta da zorlanan vatandaşlarımız, son günlerde,  Türk siyasetindeki çok hızlı ve yoğun gündemi nasıl yorumlayabilecek ve sağlıklı kararlar verebilecektir?  Gündemi takip dahi edemeyen halk, bu gündem ve gelişmeler hakkında doğru ve isabetli bir karar vermesini nasıl bekleyeceğiz?

Geçtiğimiz günlerde, Türk üçgeni temalı bir yazı kaleme almıştım.  Sevakin adasının Türkiye’ye tahsis edilmesi akabinde gündeme gelen Türk üçgeninin detayları hakkında kabaca bir şeyler karalamaya çalışmıştım. Türk üçgeni nedir? Türk üçgeni neleri kapsamaktadır? Türk üçgenini oluşturan içerideki taraflar kimler, hangi siyasi parti ve liderlerden oluşmaktadır? Türk üçgeninin kısa, orta ve uzun vadedeki hedefleri nelerdir? Türk üçgeni kurulmadan varlık ve beka sorununu tekrardan yaşayabilir miyiz?  Türk üçgenini oluşturan bu ülkedeki taraflar, aziz devlet ve asil milletin bin yıllardır yaşamakta olduğu Anadolu topraklarındaki beka sorunu gördükleri için mi bir ve beraber hareket etme kararını almış ve yürürlüğe de koymayı düşünmüşlerdir? Konu ile ilgili daha nice sorular ve sorular!

MHP lideri Sayın Devlet Bahçeli, geçtiğimiz günlerde düzenlemiş olduğu basın açıklaması ve ertesi gün TBMM’deki partisinin grup toplantısında, 2019 yılında yapılması planlanan yerel seçimler ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik, çok detaylı açıklamalarda bulundu.  MHP olarak,  Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde,  partilerinden bir aday çıkarmayacaklarını ve AK Parti ile birlikte hareket edeceklerini üstüne basa basa vurguladı! MHP lideri bu açıklamaları neden yapmaktadır? Hem de seçimler için en erken tarih olarak 18 ay gibi bir zaman dilimi olmasına rağmen! Bir muhalefet parti lideri bu açıklamaları neden ve nasıl yapar? Sayın Devlet beyin başka bir ajandası mı vardır? Devlet bey, siyaset ve devlet tecrübesine dayanarak,  neleri öngörmekte ve çok hızlı bir şekilde bu yönde kararlar almaktadır?

Küresel sistemin,  lojistik ve her türlü destekleri ile Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’ta bir oldubitti ile uydu bir devlet kurma çalışmalarının da ayyuka çıktığı bir dönemde, Türk siyasetinde neler olmaktadır?   1200 kilometrelik sınırlarımıza, dört bin tır modern silah verilerek,   bir ordu kuracak kapasitedeki terör örgütleri de cirit atarken! Sınır komşumuz Suriye’nin parçalanmış hali ortada iken! Komşumuz İran sosyolojik ve ekonomik yönden karıştırılmaya çalışılırken!  Irak devleti gözümüzün önünde lime lime edilirken! Ticaret yapmakta olduğumuz ülkelerde sıkıntılar çıkarmak için işbirlikçiler eliyle her türlü girişimler oluyorken!  15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasının akabinde, Fırat Kalkanı operasyonları ile 1200 kilometrelik sınırımızda,  kurulmaya çalışılan koridora asla izin vermeyeceğini tüm dünyaya ilan eden bu devlet, bir başka uydu veya gölge oluşumlarına izin verecek midir? Tabii ki asla izin vermeyecektir! Peki bu ülkede, bu kadar iç ve dış sorunlar olmasına rağmen, içerideki siyasi türbülans nedir, neden, nasıl ve neler olmaktadır? Siyaset çok hızlı bir şekilde neden ısınmaya başlamıştır? Siyasetin ısınması kendi seyrinde midir? Yoksa başka bir el ülkemizdeki siyasetin ısınması için değişik türde müdahalelerde mi bulunmaktadır?  Küresel sistem ve işbirlikçiler içeride mevzi mi kaybetmektedir? Neler olmaktadır, Türk siyasetinde? 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışmasının akabinde, devlet, millet, ana muhalefet ve muhalefeti ile birlikte Yeni kapıda şahlanan;  1071 Malazgirt, 1453 İstanbul’un fethi,  Çanakkale ve Kurtuluş savaşı ruhu rahatsız etmektedir, tüm küresel güçler ve içerideki işbirlikçilerini!  Hedef, Yeni kapıdaki birliktelik ruhunu yani şahlanmaya başlayan, 2023 – 2053 ve 2071 hedefleri doğrultusundaki,  Büyük – Güçlü – Yerli – Milli Türkiye  ve  Türk Üçgenini parçalamak ve bu ülkeyi daha önce yaşadığımız sosyal, siyasal ve ekonomik kriz ve kaos ortamına yeniden sürüklemektir! Anladın mı şimdi, siyasette neler olduğunu ve siyasetin de neden ısınmaya başladığını!

 İran’da Neler mi Oluyor?!

ABD; Orta doğu, Ön Asya ve Afrika bölgesindeki 2. Dünya savaşının akabinde spontane bir şekilde oluşan, egemenlik ve emperyalist konumunun devam edebilmesi adına yüz yıllık hesap ve planları çerçevesinde yeni girişimler ve saldırılarda bulunmaktadır.  ABD gibi küresel bir devlet, bu hesap ve saldırıları neden yapar?  ABD bu hesapları yapmadığı takdirde nelerle karşılaşabilir? Dünya süper gücü konumundaki bir devlet dünyanın diğer bir ucundaki ülkeleri karıştırmak, küçük parçalara ayırmak ve kaosa da sürüklemek için neden türlü atraksiyonlarda bulunur? Bölgedeki varlığı ve hegemonyal konumu ancak ve ancak bu kaos stratejine mi bağlıdır?  Bunun bir açıklaması elbette ki olmalıdır! Bölgemizde küresel sistem kurmuş olduğu ve binlerce tır son model silahlarla donattığı,  terör örgütlerini bu bölgede herhalde safari yamak için desteklemiyordur?  Vekalet ve vesayet terör örgütleri üzerinden yürütmekte olduğu asimetrik savaşı da bu varlığının devamı adına yapıyordur, tüm bu desteklerini! Bölgemizde müdahale ve darbeler için sırada bekletilmekte olan devletlerde,  yeni bir kaos planları için hazırlıklar da yürütülmektedir, bu asimetrik plan çerçevesindeki vesayet terör orduları ve kullanışlı bireyler üzerinden!

Bölgenin irili ufaklı devletleri ve halkları küresel sistemin tüm bu planlarına karşılık neler yapmaktadır? Bölge halkları, küresel güçlerin yüz yıllık planlar çerçevesindeki bu hesap ve planlarını hiçbir zaman anlayamadı!   Bölge halkları,  küresel sistemin bu hesaplarına karşılık bir duruş ve girişim geliştiremedi!  Kurmuş oldukları bölge birlikleri de bu güçler tarafından sürekli olarak engellenmeye ve yönetilmeye de devam etmiştir! Bölgenin selameti ve huzuru adına bu birliklerin bir girişim ve strateji geliştirmelerine de asla müsaade edilmemiştir! Çünkü içerideki satılık ruhlu ve satın almış oldukları adamlar vasıtasıyla bölge devletlerinin kurmuş olduğu birlikler işlevsiz ve bölgenin de sorunlarına çözüm üretemez bir konuma getirilmektedir.  Bölge devletlerinin kurmuş oldukları bu birlikler, bölgenin huzuru adına atabilecekleri Güçlü bir adım ve Dik bir Duruş karşısında, bölgede hesabı olan ve bölgedeki kaostan istifade eden ve müdahale için hazırda bekleyen tüm küresel ve emperyalist güçler, arkalarına dahi bakmadan gitmek zorunda kalacaklardır!

ABD, Dünya üzerinde yeni bir hegemonya tesis ederken, Orta doğu’da giriştiği askeri işgal ve müdahalelerde, ülkelerin ve milletlerin,  ekonomik, jeo telojik, sosyal,  kültürel ve politik yapılarına çok ağır darbeler vurmaktadır.  Bu anlamda Irak ve Afganistan, modern tarihin en özelleştirilmiş bir savaşıdır.  ABD,  bu uygulamaların benzerlerini kurmuş olduğu ve en modern silahlarla da desteklediği DAEŞ gibi radikal örgütler üzerinden aynı savaşını yürütmektedir.   Bugün ABD,  Arap – İslam toplumları ve topraklarını küçük parçalara ayırmak ve vesayet terör orduları vasıtasıyla da bölgeye hakim olabilmek için “Yaratıcı Kaos” stratejisini uygulamaktadır. ABD, “Yaratıcı Kaos Stratejisi” ile Türkiye’de PKK ve Suriye’de PYD ve YPG’nin oluşturmuş olduğu Kürt Koridorunu,  Türk Silahlı Kuvvetlerimizin başarılı Fırat Kalkanı ve diğer askeri operasyonları akabinde,  bu girişimlerini ertelenmek zorunda kalmıştır!  Suriye ile Irak toprakları üzerinde de BAAS’çı Sünni Araplar için bir koridor oluşturma da çabası halen devam etmektedir!

Gezi Olayları ile başlayan ve son olarak da 15 Temmuz hain darbe ve işgal kalkışması ile Türkiye Cumhuriyeti Devletini tamamen teslim alamayan, ABD ve küresel sistem!  Türkiye’den sonra, bölgenin selameti ve huzuru adına ve özellikle de Suriye’nin toprak bütünlüğü noktasında, Türkiye ile bir ve beraber hareket etmekte olan,  İran ve Rusya’ya karşılık,  yaratıcı kaos planları çerçevesinde, yine içerideki kullanışlı adamları maharetiyle, Arap baharında başlattıkları gibi çok az bir parasal rakamla, öğrencileri de sokaklara dökmek suretiyle,  İran’ı zayıf düşürmek ve akabinde de dış müdahaleye hazır hale getirebilmek için girişimler, saldırılar ve operasyonları devam etmektedir.

ABD ve küresel sistem, sarı öküz hikayesine olduğu gibi,  bölgenin birliği ve bölgemizdeki halkların huzuru, selameti için,  bir ve beraber hareket etmekte olan herhangi bir devleti bu birliktelik ruhundan koparabilmek ve parçalara da ayırabilmek için türlü girişimler ve kaos planlarını da devreye sokmaktadır! Başarılı olabilirler mi?  Sonuç alabilirler mi? Yüz yıl öncesinde olduğu gibi çok kolay bir şekilde hedeflerine de ulaşabilirler mi?   Hiç Sanmıyorum! Bölge halkları ve yöneticiler yine bölgenin selameti ve huzuru adına, bölgemizin de kalkınması için sadece bir ve beraber hareket etmeleri halinde tüm bu planlar akamete uğramak zorunda kalacaktır. Küresel sistem ve bölgemiz üzerinde hesabı olan tüm güçler, bölge devletleri ve halkları ile savaşmadan barış çerçevesinde Masaya oturmak zorunda kalacaktır! Karar ve tercih, bölge halklarınındır! Kan ve gözyaşı, devam mı? Yoksa! YETER artık, yüz yıllardır kan deryasına dönen bölgemize BARIŞ ve HUZUR mu gelsin!  Hangisi!

 

NUSRETİ, EBABİL’DEN Mİ SANDIN?!

Son günlerde, bölgemiz ve Avrasya’da hesabı olan emperyalist güçler,  İran üzerinde çok büyük bir oyunu, planı ve hesabı sahneye koymaya çalışıyor.  İran’da dışarıdan bir el maharetiyle sokaklar hareketlenmeye başlanmış ve bu sokak hareketlerinde çok sayıda vatandaş hayatını kaybetmiştir. Orta doğu, Ön Asya ve Afrika bölgesindeki yüz yıllık hesabı olan küresel güçler, gezi olayları ile ülkemizde başlattıkları sokak hareketleri sürecini, şimdi de İran’da sahneye koymaya başlamıştır. İran üzerinde oynanan bu sokak hareketleri ile ülke dışarıdan bir müdahaleye hazır hale getirilmeye de çalışılmaktadır! Aynen, Libya’ da olduğu gibi! Aynen, Mısırdaki Sokak hareketlerinin akabinde ki darbe girişiminde olduğu gibi! Suriye’nin getirilmiş olduğu perişan  durumu hiç konuşmaya gerek yoktur!

Küresel güçler, sadece İran üzerinde mi oynamaktadır? İran teslim alınınca bu iş bitecek midir? Arkası gelmeyecek midir? Dün Libya, Irak ve Mısır’ı teslim alanlar, saldırı ve hesapları bitti, durdular mı? Halen de gelmeye devam edecekler! Ne zamana kadar? Yüz yıl öncesinde olduğu gibi bölgemizi tamamen denetim, kontrol ve teslim alıncaya kadar!  Bölgenin diğer ülkeleri, komşudaki yangından kendilerini kurtarabilir mi? Bu yangını görmezden gelebilirler mi? Bana dokunmayan ‘’Yılan’’   bin yıl yaşasın diyebilirler mi?! Tabii ki mümkün değildir! Bu yılan onları da sokacaktır ve yangın onlara da sıçrayacaktır!

İran,  çok  stratejik ve önemli bir konumda bulunmaktadır! İran küresel güçlerin ayağına, menfaatlerine veya nasırına mı basmıştır? Yoksa İran ayakta kalabilmek ve ülkesinin çıkarları adına,  küresel güçlerin talepleri, talimat ve direktiflerine de aykırı olarak,  petrol ve enerji ticaretini bölgenin diğer Avrasya güçleri ile mi yapmaktadır? İran’ın petrol ve enerji ticareti yaptığı bu Avrasya güçleri ile doğrudan karşı karşıya gelemeyen küresel güçler, İran üzerinden mesaj ve hesap vermeye mi çalışmaktadır? İran bu ticaretini de küresel güçlerin swift sisteminin dışındaki para ve barter sistemi ile mi yapmaktadır? Bilemiyoruz!

İran küresel sistemi karşısına alabilecek daha başkaca neler yapmaktadır? İran, Rusya ve Türkiye ile birlikte, Suriye’de olduğu gibi, bölgenin huzuru ve selameti adına  ortak akıl ile hareket etmeye başlamıştır!  İran eski İpek yolu, yeni Bir Yol ve Bir kuşak projesinin neresinde bulunmaktadır? İran yeni bir yol ve kuşak projesinin, ülkemiz gibi aynen merkez üssü konumunda bulunmaktadır! Bu sokak hareketlerinin yeni ipek yolu projesini kontrol ve denetimleri altına almak isteyen güçler mi organize etmektedir? Başarabilirler mi? 65 ülkenin birlikte kalkınma projesini durdurmak için tamamını karşılarına mı alacaklardır? Yoksa yeni ipek yolu güzergahındaki ülkelerde bir temizlik ve denetim girişimleri midir, tüm bu saldırılar ve yaşanan sokak hareketleri! Sadece zarar verebilirler! Bir yol ve bir kuşak projesini, emperyalist güçler,  denetimleri altına alamayacak ve durduramayacaklar! 

Küresel sistem ve bölgemiz üzerindeki hesabı olan güçler; Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve İslam İşbirliği Örgütü dönem başkanı Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın girişimleri ile Birleşmiş Milletler Genel Kurulundaki, ABD’nin tüm üye devletleri tehdit ve külhanbeyliklerine rağmen, ABD’nin  Kudüs’ün İsrail’in başkenti  ısrarı için 128 ret ve 33 çekimser oy kullanan,  devletleri karşılarına mı almak istiyor?  BM’deki Kudüs kararı,  küresel güçlerin daha da hırçın ve saldırgan olmasını mı sağlamıştır! Dünya beşten büyüktür ve hatta birden BÜYÜKTÜR dediğimiz, yüz yıllardır da sömürülen, ezilen, zulüm gören dünya devlet ve mazlum halklarının uyanması, bir ve beraber hareket etmesine de vesile olduğumuz için mi kızmakta, saldırmakta, sokaklarımızı hareketlendirmekte ve sinirlenmektedir, hegemonyal küresel sistem ve emperyalist güçler!  Daha nice sorular!

Radyo programcısı ve sunucu, Nam-ı diğer Gölge, Talha Bora Öge’nin ‘’Ne Sandın’’ şiiri aklıma geldi ve yazımızı bu şiirdeki birkaç mısrası ile noktalayalım!  Tabii ki Anlayana ve Anlamak isteyene!


O Cemil’dir,  Cemal O’nun tecellisi,
İbrahim Duada, Nemrut’un Ateşinde,
Ateşler gül zar olur, Türlü Esrar İşinde,

Oğul Razı Kurbandır, Babasının Peşinde,
Kesmeyen Bıçağı İsmail’den mi Sandın!
Zulmün Kucağında, Musalar Doğar,
Açılır Bahr-ı Ahmer,  Küffarı Boğar,
Sükût edince Esbap, Bıldırcın  Yağar,
Yoksa,  NUSRETİ,  EBABİLDEN Mİ SANDIN!!