Bu Topraklarda İhanet Bitmez!

Küresel Güçler; Osmanlı İmparatorluğunu parçalamayı ve Osmanlı bölgesinde ki topraklarda tespit edilen petrol ve yer altı kaynaklarını sömürmeyi çok uzun zamandan beridir planları arasında bulunuyordu. Ne yapmalı ve Osmanlı imparatorluğu parçalanmalı, yıkılmalı veya bölgesinde ki yer altı kaynaklarına ulaşmanın, sömürmenin ve ülkelerinde ki rahat bir şekilde yaşamalarının,  önünde ki engel bir şekilde ortadan kaldırılması gerekiyordu.  Küresel güçler bu süreci savaşlarla çözemeyeceklerini çok iyi biliyor ve anlamışlardı. Çanakkale ve Kurtuluş savaşları bunun çok iyi birer örnekleridir. Savaş ile bu devleti yıkmak, parçalamak ve sömürmek mümkün görünmüyordu. Ne yapılması gerekiyordu?  İçeriden işbirlikçiler, taşeronlar ve hainler bulunması, üretilmesi kendileri için çalışması gerekiyordu.   İçeriden aklımıza gelemeyecek tür ve meslekten olan insanlar bu parçalama ve yıkma sürecinin içinde bir şekilde yer almışlardır; Bilinçli olanlar olduğu gibi ne yaptığının farında olamayanlar, ileride bu yaptıklarından dolayı da pişmanlıklarından kendilerini dağlara verenler! Bu isimler arasında aslında hepsi çok dikkati caliptir.  Bugün köşe yazımızda, sizlerle Şerif Hüseyin konusunu, bu devlete ve millete yapılan İhanetleri, karşılığında alınan ödülleri..  Son günlerde ki magazin dünyasında bilinçli ve bir o kadar da planlı bir şekilde bolca köpürtülen  ‘Adriana Lima ve Metin Hara’  aşkı mıdır, yoksa bu aziz devlete ve bu asil millete karşı yapılan bir ihanetin ödülü müdür, kabaca sizlerle bu konuları paylaşmaya çalışacağım.

Şerif Hüseyin 1854’te İstanbul’da doğdu;  Hz. Muhammed’in (sa.) soyundan geldiği kabul edilen Mekke şerifleri ailesindendir. 1908’de ikinci Meşrutiyet’in ilanından sonra Hicaz valisi ve Mekke şerifi olarak,  tekrardan Arabistan’a gönderildi.  Arapların Osmanlı Devleti’nden ayrılmaları yönünde çalışmalar ve ihanetler yapmaya başladı. Şerif Hüseyin, oğlu Abdullah aracılığı ile Mısır’da ki İngiliz yönetimi ile ilişki kurdu. 1915 –  1916 yıllarında Arapların Osmanlı İmparatorluğu’na karşı ayaklanmaları durumunda İngilizlerin kendi Krallığını tanımasını istedi.  Şerif Hüseyin krallığını ilan ederek, Haziran 1916’da Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandı.  Arap birlikleri hicaz demiryoluna saldırılar düzenlemeye ve Osmanlı birliklerine kayıplar verdirmeye başladılar. Bir yandan İngilizlerle çarpışan Osmanlı ordusu, Hüseyin’in oğulları komutasındaki Arap birliklerine karşı da savaşmak zorunda kaldı.  Birinci dünya Savaşı’nın bitiminden sonra itilaf kuvvetleri, Ürdün’de kendilerine bağlı bir yönetim kurdular.  İngilizlerin Filistin’de bir İsrail devleti kurmaya çalışması Şerif Hüseyin’i kızdırdı. İngiltere’nin,  1921’de Abdullah’ı Ürdün emiri, diğer oğlu Faysal’ı da ırak kralı yapması Şerif Hüseyin’in Arap dünyasındaki otoritesi sarsıldı ve zor durumda kaldı. Şerif Hüseyin 1930 yılına kadar Kıbrıs’ta sürgün hayatı yaşadı. Bundan sonra Şerif Hüseyin, Ürdün emiri olan oğlu Abdullah’ın yanına gitti ve bir yıl sonra, 1931 yılında öldü.

Şerif Hüseyin’in ihtiraslar ve ihanetlerle hayatı,  bu topraklarda bulunan her bir birey için aslında örnekliklerde doludur.  Anadolu topraklarında ihanet ve hainler bitmeyecektir. Küresel güçlerin bu topraklar üzerinde, geldiğimiz günlerden itibaren hesapları bitmemiştir ve bitmeyecektir. Bin yıldan fazladır Yurt edindiğimiz bu toraklarda bizleri buradan göndermek için her dönemde hainleri çok kolay bir şekilde bulmuşlardır. Çünkü her ihanet ve hainliğin karşılığında küresel güçler tarafından çok büyük ödüllere boğulmuşlardır; bu hain ve ihanet çeteleri! Birey, millet ve devlet olarak çok dikkatli ve daha fazla da uyanık olmamız gereken bir dönemden daha geçiyoruz; 100 yıl önce olduğu gibi…  Bölgemizdeki parçalanan devlet ve milletler de öyle sıradan bir şekilde parça parça edilmemiştir; İçeriden mutlaka bir hain ve ihanet çetesinin işbirlikçileri, destekleri olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.

Son günlerde magazin dünyasında dönen haberlere ne demelidir;  Dünyanın en çok kazanan bir süper modeli Adriana Lima ve sıradan bir Türk yazar,  Metin Hara aşkı! Aynen, eski Türk filmleri gibi, zengin kız, fakir oğlan aşkı mı ne dersiniz! Gerçekten de böyle midir? Medyadaki yansıyan haberlerde olduğu gibi çok masum bir aşk hikâyesi şeklinde midir?  Bölge halkları olarak, olayların geri planını ve bize karşı yürütülmekte olan algı operasyonlarını hiçbir zaman anında çözümleyemedik ve tepkilerimizi de ortaya koyamadık.  Sıradan bir yazar olan Metin Hara, Gezi kalkışması ve daha sonra ki süreçte, Devletimizin başkanı, seçilmiş Cumhurbaşkanımıza karşı olmadık ifadelerde bulunuyor, hainlik, ihanet ve hakaretleri saymakla bitiremiyoruz. Acaba neden? Şimdi olaylara bir de bu pencereden bakalım ve arka planında neler görebileceğiz. Bu topraklarda her bir hain ve ihanet küresel güçler tarafından ihanetin büyüklüğüne göre sürekli olarak ödüllendirilmiştir. Magazin dünyasında ki bu haberler de bir ÖDÜL operasyonu olmasın!  Devletin başkanına çok güzel hakaret ediyorsun!  Çok güzel küfürler saydırıyorsun! Bu topraklar üzerinde hesabı ve kitabı olan Küresel güçler tarafından elbette ki bir karşılığı, cevabı ve ödülü de olacaktır. Osmanlı İmparatorlu da böyle parça parça edilemedi mi!  İçeride ki işbirlikçiler ve taşeronlara vaat edilen devlet başkanlıkları karşılığında…  15 Temmuz 2016 nedir o zaman? Aynı bir ihanet ve hainlik değil midir? Küresel güçlerin bu Anadolu topraklarında ki hesap, kitap ve planlarına göre değişik türde bir ihanet ve ödüller de olmaya da devam edecektir. Bizler sadece Uyanık olalım! Sadece Bir ve Beraber olalım! Sadece Türkiye olalım! Küresel güçler ve içimizde ki taşeron ve işbirlikçilerinin tüm hesapları, planları  ve ödülleri de  AKİM kalacaktır.

Karanlık,  15 Temmuz,  Gecenin Yıl dönümü!

15 Temmuz 2016 tarihinde,  bu devlet ve millet,  hain bir darbe, bir işgal ve küresel güçlere de,  içimizde ki taşeronlar maharetiyle, bir teslim etme girişimi, denemesi ve kalkışması yaşandı.  Bu kalkışmanın daha önce yaşamış olduğumuz darbelerden de çok daha farklı olduğunu zaman geçtikçe anlamaya çalışıyoruz. Bu bir darbe değildi! Bu bir muhtıra da değildi!  Buna bir işgal de denilemezdi! Nasıl bir tanımlama yapmak gerekiyordu? Çünkü bu yaşadığımız; Bu devleti ve milleti, küresel sisteme tamamen bir teslim etme girişimidir. 100 yıl önce Kurtuluş Savaşına ne gerek var, Manda gelsin, Manda yönetimini kabul edelim,  diyenlerin bir başka versiyonu! Peki, bu yaşadıklarımızı unutmalı mıyız? Daha önceki yaşamış olduğumuz darbe ve muhtıraları unuttuğumuz ve unutturulduğu gibi! 15 Temmuz hain ve karanlık geceyi kesinlikle unutmamalıyız ve gençlerimize de unutturmamalıyız.  Devletimiz de bu yönde gerekli çalışmaları ve adımları attı;  ‘ 15 Temmuz’  Resmi tatil günü olarak ilan edildi.  Devletimiz de 15 Temmuz karanlık gecesi yaşamış olduklarımızı unutmamak ve böyle bir hainlikle bir daha karşılaşmamak adına; bu günü bir hatırlama, bir hafızalarımızı tazeleme, şehitlerimiz ve gazilerimizi de yâd etmek günü olarak etkinliklerle kutlanılması kararlaştırılmış oldu.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ının 15 Temmuz yıldönümü etkinlikleri çerçevesinde; İstanbul Şehitlik Anıtı, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve TBMM’sinde yapmış oldukları konuşmalarından bazı kesitler aktarmak istiyorum.  FETÖ’nun  yalnızca FETÖ olmadığını, PKK’nın yalnızca PKK olmadığını, DEAŞ’ın  de yalnızca DEAŞ olmadığını çok iyi biliyoruz;  tüm bu örgütlerin arkalarında  hangi güçler ve hangi devletlerin  olduğunu da..   Ama piyonu ezip geçmeden kaleleri alınamaz, şahı da mat edemeyiz. Onun için önce bu hainlerin, piyonların, taşeron ve işbirlikçilerin kafasını kopartacağız. Tekbirle tankın üzerine giden bir milleti kim ve hangi güç esir edebilir ki?  Darbecilerin gasp ettikleri tankların, namluların bombalarla, ellerindeki silahların kurşunlarla, helikopterler ve uçakların en öldürücü mühimmatlarla dolu olduğunu ve bunlar vatandaşlarımıza karşı acımasızca kullanıldı. Bu hainler,  bu silahları vatandaşlarımıza karşı kullanmaktan en küçük bir tereddüt dahi göstermediler. Peki, onların karşısına dikilen milletimizin neyi vardı? Benim vatandaşımın elinde bir silah mı vardı? Sadece elinde aynen bugün olduğu gibi bayrağı vardı, ama bunun yanında çok daha etkili bir silahı daha vardı; O silah da imanıydı, imanı. Sırtındaki tişörtünü tankın egzoz borusunun içine tıkamak suretiyle, onu çalışamaz hale getiren imandır, iman. ‘Bugün ölmeyeceksek,  ne zaman ölmeyeceğiz’ diyen bir millete kim zincir vurabilir. Ödediğimiz bedel çok ağır. Anaların, babaların, eşlerin, kardeşlerin, evlatların gözyaşlarına, yürek yangınlarına değer biçmek asla mümkün değildir ama bu fedakârlıkların karşılığında elde ettiğimiz istiklalimize ve istikbalimize de değer biçemeyiz.  Bizim arkamızda binlerce yıllık bir devlet geleneğimiz var; Rast gele bir araya gelmiş insan topluluklarıyla milletler arasındaki fark işte budur. Topluluklar sadece anlık çıkarları için bir arada bulunurlar. Milletlerin ise ortak geçmişleri, ortak değerleri, ortak hayalleri vardır. Bunlar uğrunda gerektiğinde canlarını vermeyi göze alırlar. Türk milleti, 15 Temmuz’da binlerce yıllık tarihinde defalarca yaptığı gibi tüm kutsallarını korumak uğruna canını vermekten çekinmeyeceğini göstermiştir. Tarih boyunca hep ateşle imtihan olmuş, düşman saldırılarının ve ihanetlerin kıskacında pişerek yol yürümüş bir milletiz. Demir filizinin ateşle yoğrulup çelikleşmesi gibi, yaşadığımız saldırılar ve ihanetler de bizi, birleştiriyor, bütünleştiriyor ve güçlendiriyor.  Coğrafyamızdaki bin yıllık geçmişimizin tek bir anını gösteremezsiniz ki mücadelesiz geçsin. Biz dirileri şerefli, ölüleri şanlı; Türk milleti olarak coğrafyamızın, bölgemizin, dünyanın geleceğine talibiz. Bizi ne terör örgütlerinin alçakça saldırıları, ne onları kullanan küresel güçlerin sinsi oyunları çökertebilir. Biz işte bu ruhu, bu inancı, bu iddiayı kaybettiğimiz gün biteriz. Bunu iyi görelim! 15 Temmuz’u unutmamak ve unutturmamak, sadece şehitlerimize, şehit yakınlarımıza ve gazilerimize değil, tarihimize karşı da en büyük sorumluluğumuzdur. Eğer 15 Temmuz’un bize verdiği dersleri doğru şekilde okumazsak, yeni 15 Temmuzları yaşamamız kaçınılmaz olacaktır. Üstelik bir sonraki 15 Temmuz’da düşmanın karşımıza hangi oyunlarla çıkacağını, kimleri kullanacağını da bilemeyiz. Müslüman, akıllı insandır; Aynı delikten iki defa ısırılmaz. 15 Temmuz anma etkinlikleri; Şehitlerimizi yâd etmenin, şehit yakınlarımıza ve gazilerimize minnettarlığımızı sunmanın yanında bu konuda ne kadar mesafe kat ettiğimizin muhasebesini yapmaya da yöneltmelidir’ şeklinde ki anlamlı, bir o kadar da veciz, devlet ve millet bütünleşmesi adına olan bu konuşmalarını çok önemsiyorum.

15 Temmuz 2016,  hain ve karanlık bir geceyi,  Cumhurbaşkanlığımız himayesinde yapılan etkinlikler neden mi çok önemlidir? Bir daha böyle bir ihanetle karşılaşmamak,  içimizde ki hainler maharetiyle arkamızdan vurulmamak adına, çok dikkate değer buluyorum.  Sayın Cumhurbaşkanımızın ifadelerinde de olduğu; Bir olmak,  Beraber olmak, İri olmak, Diri olmak, Kardeş olmak ve hep birlikte Türkiye olabilmek adına da çok manidardır.  Devlet ve millet olarak, Bir ve beraber olamadığımız dönemlerde,  içimizde ki hainlerin, küresel sistemle yapmış oldukları işbirlikleri neticesinde,   sürekli olarak engellemelerle karşılaştık,  hep vurulduk, hep yaralandık ve yıprandık; Kalkınma hamlelerinde Dünya’dan da gerilerde kaldık. Bu ülkede ki her bir darbe, 50 yıl geri gitmemize sebebiyet vermiştir. Birliğimizi, dirliğimizi ve devletimizi de korumak için bu birliktelik ruhu çok önemlidir.  Darbeler ve ihanetleri bizlere unutturanların hedefleri de bu değil midir? 90 yıllık bir Cumhuriyetin karşılaşmış olduğu darbe ve muhtıraların adedi 14’ü geçmektedir. Neden ve Nasıl olabilir? Millet olarak bu yaşadığımız karanlık ve ihanetlerle dolu gün ve geceleri,  içimizde ki taşeron ve işbirlikçiler,  hatırlamamızı, hafızalarımızı tazelememize dahi izin vermediler. Bu nasıl bir şeydi ki? Bir devlet yaşadığı ihanetleri,  vatandaşı tarafından hatırlamasına, konuşulmasına ve zikredilmesine dahi müsaade edemiyor?  Devlet ve Milletimiz ilk defa kendisi ile buluşuyordu;  Devlet milleti ile barışıyordu; Hasretle beklenen ve özlenen şey hakikat oluyordu.  Devlet milleti ile birlikte kararlar alıyor ve birlikte hareket ediyordu. Küresel sistemin bu ülkede ki hesapları adına en büyük korkusu ve rüyası, gerçekleşiyordu; Devlet ve millet bütünlüğü. Küresel sistem ve taşeronları için hayat damarları bir bir tıkanıyor ve kesiliyordu.   Devlet ve Millet olarak; Ya Bir ve Beraber olacağız, Ya da Küresel sistem,  bizleri Bin yıl önce ki geldiğimiz yerlere sürmesine seyirci kalacağız. 300 yıllık planlarına ve hedeflerine sadece yardımcı olacaktık,  bir nevi!  Ya Var olacağız Çetin Anadolu topraklarında; Bir ve Beraber olmakla; Devlet ve Milleti Barışması, Bütünleşmesiyle! Ya da Yok olacağız!  Karar;  Devlet ve Millet olarak Bizlerin!

15 Temmuz Gecesi Ne Olmuştu?

Dünya,  Darbeler tarihine kabaca bir baktığımızda,  Küresel Güçlerin muktedir ve iktidar olmadıkları, kontrol ve denetimleri altına alamadıkları, bölge ve ülkelerde; Darbe, muhtıra,  post – modern darbe ve iç karışıklıkları, bazen dışarıdan desteklediklerini, bazen de doğrudan içinde olduklarını görebiliriz.  Peki neden?  Bir güç neden bir başka ülkede iç karışıklıklar ve darbe destekleyicisi olabilir ki?  Böyle bir kaostan ülkesi ve diğer paydaşları adına ne gibi bir kazanç planlanmaktadır? Küresel Güçler,  Dünyanın değişik ülke ve bölgelerinde ki bu darbeleri keyfi olarak mı yapmakta ve desteklemekteler? Yoksa! Başkaca bir hesap var mıdır? Bu darbelerin çok önceden bir hazırlık ve ön planlaması da oluyor mudur? Bir gece ansızın canımız sıkıldı,   şu ülkede gidip içerideki adamlarımız maharetiyle,  bir darbe yapalım şeklinde mi oluyordur? Herhalde böyle kolay bir şekilde değildir! Çok önceden bir planlaması ve stratejisi mutlaka bir yerlerde hazırlamakta ve servis edilmektedir, taşeronlarına ve işbirlikçilerine.  Küresel sistem,  darbe destekçiliği ve darbelerin doğrudan içinde olmasını sadece ve sadece kendi varlığını korumak ve bulunduğu küresel gücünü sürdürebilirlik adına yapmaktadır. Dünya’daki darbelere maruz kalan halklar olarak bizler bu gerçeği hiçbir zaman algılayamadık, tedbirler de alamadık.  Bizler, bir devlette iç karışıklık oluyor ve o ülkenin askerleri de düzeni sağlamak adına,  yani biz halkların refahı ve huzuru,  yönetime el koyduklarını zannediyorduk! Ne zamana kadar? Böyle olduğuna inandık ve inandırıldık?  15 Temmuz tarihinde ki karanlık ve uzun gecede,  içimizdeki taşeron ve işbirlikçiler maharetiyle sergilenen;  hain darbe, işgal ve küresel sisteme bu vatanı ve bu devleti teslim etme gerçeği ile yüzleşene kadar!

Peki, ne olmuştu 15 Temmuz tarihinde ki karanlık ve uzun gecede? Bu karanlık gecede bu devletin askeri elbisesini giymiş küresel güçlerin üniformalı taşeronları,   yine bu devletin ve bu milletin düşmanlarına karşı kullanılması için kendilerine teslim edilen silahları ve namlularını bu asil millete, hiçbir şekilde gözlerini kırpmadan doğrulttular ve kullanabildiler.  Nasıl olabilirdi? İnsanın aklı almıyordu! Bu milletin içinden çıkmış kendi evlatları, babasına, annesine, halasına, dayısına ve komşusuna silah sıkabiliyor ve hiç tereddüt göstermeden şehit edebiliyordu. Küresel güçlere, nasıl bir teslimiyetti, bu yaşadıklarımız? Bu nasıl bir emir ve komuta zinciriydi, Allah’ım? Anlamakta gerçekten zorlanıyorduk.   15 Temmuz karanlık ve uzun gecesi bir film gibi, fakat gerçeğin ta kendisini yaşıyorduk.  Yine de anlamakta, anlamlandırmak ve yorumlamakta zor anlar yaşıyorduk. Peki, hedef ne olabilirdi ki? Küresel güçler ve içimizde bizden olarak bildiklerimiz olan taşeron ve işbirlikçiler nereye varmak istiyorlardı? Aslında sormamız gereken soru ve cevaplar bu olmalıydı. 15 Temmuz gecesi bu devlet, bu vatan ve bu milleti tamamen küresel sisteme teslim etmek planlanmıştı.  Devlet ve millet olarak; Daha önce ki yaşamış olduğumuz darbeler, muhtıralar, post modern darbeler, e-muhtıralardan çok başka bir şeydi, 15 Temmuz karanlık ve uzun gecede yaşadıklarımız.

Anadolu, Ortadoğu, Ön Asya ve Afrika’da darbeler hiçbir saman bitmeyecektir. Peki,  Neden?  Küresel güçler neden bu topraklarda sürekli olarak bir darbe ve bir işgal girişimlerinde bulunuyorlar? Dünyanın tüm enerji ve petrol kaynakları bu bölgelerde bulunduğu için olabilir mi? Bu gün de,  Bir Kuşak ve Yol Projesi olan Yeni İpek Yolu ile 65 ülkenin kalkınma projelerini baltalamak ve denetimleri altına almak için olabilir mi?  Neden olmasın ki? Türkiye’de bu petrol, enerji ve yeni ipek yolu projesinin tam merkezinde ve köprü konumunda bulunduğu için olabilir mi, tüm bu yaşadıklarımız?  100 yıl önce bu bölgelere geldiklerinde de bölge halklarını çok sevdikleri ve düşündükleri için yine bu halkların hürriyet ve özgürlük mücadeleleri desteklemek için olduğuna inandırıldığımız gibi! Ne kadar safmışız! Bu saflığımızdan faydalanan küresel güçler, bir İmparatorluğun parçalanmasına ve milyonlarca da insanımız ölümlerine sebebiyet vermişlerdi.   İngiltere eski Başbakanı Churchill der ki; Türkiye ülkesinde ve bölgesinde, hiçbir zaman 85 kg olmamalıdır,  90 kg olursa 85’e indiririz, 80’e düşerse de 85’e mutlaka çıkarırız. Ne demek istiyordu ki kurt politikacı? Ne demek bu zikredilenler? Türkiye hiçbir şekil ve şartlarda ekonomik ve askeri olarak bölgesinde bir ‘GÜÇ’ olmamalıdır. Küresel sistemin arzu ettikleri bir format ve sadece kontrol edilebilir, yönetilebilir bir konumda kalmalıdır. Türkiye’de küresel sistemin arzu ettiğinin aksi olan her bir dönemde darbelere sürekli olarak maruz kaldık.

15 Temmuz 2016 tarihinde ki karanlık ve uzun gecede yaşamış olduğumuz hain darbe ve işgal girişimlerinin seneyi devriyesinde, Cumhurbaşkanlığımızın himayelerinde tüm Türkiye’de anma programları ve gecesi yapılacaktır.  Devlet ve millet olarak bu karanlık geceyi, unutmamalı ve gençlerimize de unutturmamalıyız.  Devlet olarak daha önceki yaşamış olduğumuz darbe ve darbe girişimlerini unuttuğumuz ve bizlere de planlı olarak unutturulduğu için sürekli olarak her on yılda bir tekrarlarını yaşamak zorunda kaldık. 15Temmuz karanlık gecede ki Şehitlerimize Allah’tan rahmet, gazilerimize şifalar, yakınlarına sabırlar ve milletimize de tekrar tekrar bir daha böyle karanlık gecelerin yaşanmaması adına geçmiş oldun dileklerimi sunarım. Milli şairimiz merhum Mehmet Akif’in dizelerinde ki  ‘’ Allah bir daha bu millete bir İstiklâl Marşı yazdırmasın!’’  veciz ifadelerinde olduğu gibi. Allah bu millete,  ne darbeleri,  ne muhtıraları, ne post modern darbeleri, ne e-muhtıraları   ne de 15 Temmuz gibi  karanlık  ve uzun bir  geceyi  bir daha yaşatsın!!  Amin..

 

Suriyelileri Toptan Gönderelim!

Küresel Sistem,  Dünya üzerinde ve özellikle de Orta Doğu bölgesinde ki 100 yıllık plan ve hesapları, hiçbir değişikliğe uğramaksızın devam etmektedir.  Bu planlarda sadece küçük değişiklikler ve ertelemeler olabilir. Fakat Küresel sistem bu planlarından hiçbir zaman vazgeçmediler.  100 yıllık planları çerçevesinde önce Tunus’ta meydana gelen Arap Baharı olayları ile liderler ve iktidarlar düşmeye, küresel sitemin arzu ettiği şekilde değişimler olmaya başlamıştı.  Küresel sistem, Tunus, Libya, Yemen ve Mısır da istedikleri değişimleri çok kolay bir şekilde yaptılar. Mısır biraz sıkıntılı olsa da yine de değişim kanlı bir darbe ile hedefine ulaştırıldı.   Mısır kanlı darbesini hatırlamayan dostlarımız için kabaca bir bilgi verelim.. Seçimle işbaşına gelen bir liderin tutuklanmasının akabinde, destekçilerinin meydanlarda demokrasi nöbeti tutmasına dahi tahammül edemeyen ve izin veremeyen darbe yönetimi,  meydanlarda bekleyen kendi vatandaşlarına, tanklar ve uçaksavarlarla mermi yağdırmaktan ve öldürmekten hiç çekinmediler..  Küresel sistemden aldıkları talimat bu yönde olduğu için..   Çünkü Küresel sistem ve işbirlikçilerinin tek bir hedefi ve ideali vardı; Bu bölgede,  100 yıllık plan dâhilinde ki devletlerin liderleri, idareleri ve sınırları mutlaka değişmeliydi.

Ne zaman ki Küresel sistemin 100 yıllık plan ve hesapları Suriye’ye geldi dayandı,  bir el Arap baharına bu bölgede dur dedi.  Arap Baharı,  bahar olmaktan çıkmış bölge devletleri ve halkları için kış, hatta dondurucu soğuklar esmeye başlamıştı..  Bir güç; Artık devam edemezsiniz, Buraya kadar!  Yeter, demek zorunda kaldılar!   Buraya kadar olan plan ve hesaplarına,  yüz binlerce masum insanın canından ve vatanından olmasına seyirci kalan, dünyanın ve bölgenin diğer güçleri, sıranın kendilerine doğru gelmekte olduğunun farkına varınca, Suriye’deki değişime,  yeter ve dur demek zorunda kaldılar. Yarın çok geç olabilirdi. Bu gün müdahale edilmesi gerekiyordu!

Suriye’deki gelişmeler,  Küresel sistemin plan ve talepleri doğrultusunda ilerlemeyince, Dünyanın her bir bölgesinden paralı askerlerin bu ülkeye taşınması suretiyle,  iç karışıklıklar ve iç çatışmalar kendini göstermeye başladı. Dünya küresel ve bölgesel güçleri, birbirleri ile karşı karşıya gelmekten çekindikleri için kendi kurmuş oldukları terör örgütleri üzerinden bir başka vatan toprağı olan Suriye’de kendi güçlerini denemeye başladılar. Bu örgütler mi?  DAEŞ olur, PKK olur, YPG olur, olur, YPJ olur, isimler hiç fark etmezdi yani!  Yeter ki kullanışlı olsunlar ve küresel sistemin emir ve talimatları doğrultusunda hedeflenen ülkelerde ki planlanan iç çatışmalar ve karışıklıkları meydana getirebilsinler ve bu örgütlerin konuşlandırıldığı ülke ve bölgeler sadece Dış müdahale için ortamı hazır hale gelebilsin!

 2011 yılında Suriye’deki bu olaylar ve çatışmalar nüksetmeye başlayınca; Dini,  Canı, Malı, Aklı, Namusu ve Nesil emniyetinin güvence de olmadığını düşünen Suriyeli vatandaşlarımız ülkemize akın etmeye başladılar.  Dünya üzerinde her bir mazlum milletin ve vatandaşın ülkesinde meydana gelebilecek her bir iç çatışmalar ve karışıklıklardan sonra,  güvenli bir yurt ve emin bir liman olarak gidebileceği Dünya üzerinde ki tek ülke sürekli olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milleti olmuştur. Dünya mazlum milletlerin bu asil millete ve devletimize olan güven duygusu ile ne kadar övünç duysak azdır, diye düşünüyorum.  

Suriyeli vatandaşlarımızın ülkemize ve şehrimize gelmesi ile birlikte sanayide ve diğer iş alanlarında istihdam edecek personel bulmakta zorluk çeken iş adamlarımız için de bir can simidi olmuştur.  Ülkesinde ki iç karışıklıklardan bizlere sığınan, bu insanların büyük bir kısmı zaten nitelikli iş gücüdür.  Konya göçmen bürosuna resmi olarak kayıtlı halen 130 bin, diğer şehirlerden de günlük göçler halinde olmak üzere toplam da 200 bin Suriyeli vatandaşımız ile birlikte bu şehirde yaşamaktayız.  Şikâyeti olan var mıdır? Sıkıntı yaşayanımız var mıdır? Olabilir ve olacaktır da! Olması kadar doğal bir şey de yoktur.  200 bin insanın içinde iyileri de kötüleri de tabii ki olacaktır. İstihbarat örgütleri ile irtibat halinde olan ve art niyetlerle gelenler de olabilir mi? Elbette ki olabilir! Toptancı mantığında bir yaklaşım tarzı doğru olmasa gerekir.  Bu vatandaşlarımızın hepsine kötü demek de doğru da değildir. İşinde gücünde olanları da ayrı tutmak gerekir. Şehrimizde halen tekstil sektöründe çalışan büyük bir iş gücü tamamen Suriyeli göçmen vatandaşlarımızdan oluşmaktadır. Devletimiz, Suriyeli vatandaşlarımızı toplumun her bir bölgesine ve şehirlere yayılması noktasında bir eksiklik ve hataları olmuş mudur?  Olmuştur. Şehirlerin belirli bir bölgelerine yerleştirilmeleri, denetim ve kontrolleri yapılabilir miydi? Yapılabilirdi.  Bu zikrettiğimiz şartlar yapılmadığı ve oluşmadığına göre, medeni bir insan gibi birlikte yaşamanın şartlarını ve kurallarını geliştirmek gerektiğinin, kanaatindeyim.

Suriye’deki iç çatışmalar ve karışıklıklardan dolayı güvenli bir liman ve emin bir millet olarak bizlere sığınan vatandaşlarımıza karşı son günlerde yapılanlara ne demelidir? Bu nasıl bir insanlıktır? Size sığınan insana zulmetmek! Ne farkımız kalır elin conisinden o zaman! Dün Irak ve Bosna’da neler yaşadıklarını ne çabuk unutuverdik?  Suriyelinin, Iraklının, Bosnalının veya Dünyanın bir başka bölgesindeki Mazlumların sığınabileceği güvenli bir liman Türkiye ve milletimizi, böyle bir sıkıntılı durum karşısında hangi devlet ve millet kucak açacaktır? Aklımızı başımıza alalım! Küresel sistem ve ülkemizdeki yabancı istihbarat örgütlerinin provokasyonları sonucu suç işleyen ve suça karışan göçmenler yüzünden, temiz bir duygu ve niyetlerle,  sadece canını ve namusunu korumak adına bizlere sığınan mazlumların da günahını almayalım? Farkında olmadan,  bu ülke ve millet, Anadolu diyarında rahat ve huzurlu bir şekilde yaşamanın zekâtını veriyordur, tüm Dünya Mazlum milletleri adına, Bilemiyorum…

Yarın, Çok Geç Olabilir!

Avrupa ülkeleri, Sanayileşme dönemine girdikleri 1800’lü yıllarda, çok büyük bir eksikliklerinin farkına varmışlardı. Sanayileşme girişimleri için kurdukları fabrika ve diğer alanlarda kullanılacak olan en büyük sorunları hammadde eksikliği ile karlı karşıya kaldılar. Hammadde kaynağının olduğu bölgelerde ise Osmanlı İmparatorluğu hâkim konumda bulunuyordu. Ne yapıp etmeli ve Osmanlı İmparatorluğu bir şekilde zayıflatılmalı, gerekirse parçalanmalı ve bu hammadde kaynaklarına ulaşmalarının önündeki en büyük engel bir şekilde ortadan kaldırılması gerekiyordu.   Osmanlı Payitahtında, 1839 tarihinde ki Tanzimat Fermanı öncesi, toplumda yaşanan tüm gerginlikler, sosyal olaylar ve kalkışmalar,  1876’ deki Islahat Fermanı,   1. ve 2. Meşrutiyet düzenlemeleri, Osmanlı idaresini zayıflatmak,  idareyi de kullanışlı hale getirebilmek adına ve bu hedeflere matuf olarak içeriyi kendi istekleri doğrultusunda tamamen bir tasarım ve bir dizayn girişimleridir.  Tüm bu planlı ve yavaş yavaş yapılan girişimler neticesinde, içerideki taşeron ve işbirlikçiler maharetiyle de Osmanlı İmparatorluğunun son Padişahı olan Abdülhamit Han bir şekilde hal edilmiş.. Milyonlarca masum insan canından olmuş, evlerini ve yurtlarını terk etmek zorunda kalmış..  Akabinde de 600 yıl Dünya’ya hükmetmiş olan kocaman bir devlet parça parça edilmiştir.  Kocaman bir İmparatorluğun parçalanması için girişimlerde bulunan tün bu taşeron ve işbirlikçiler ağababalarına olan hizmetlerinin karşılığını ne olarak almış olabilirler ki? Ağababaları neler vaat etmiş olabilir de böyle bir ihanetin içinde olmuşlardır? Bilemiyorum! Peki, Osmanlı bakiyesi olan,  tarihi, kültürel ve dini bağları gereği bölgenin abisi – hamisi konumundaki güzel ülkemiz Anadolu’da bu gün neler yaşanmaktadır?  200 yıl önce bu topraklarda yaşananlardan bir farkı var mıdır? Anadolu’da yaşayanlar olarak, tüm bu oyun ve ihanetlerden hiçbir zaman dersler almayacak mıyız? Küresel güçler uzun vadeli olarak planladıkları hedefler doğrultusunda,  içerideki işbirlikçiler vasıtasıyla, güzel ülkemiz ve bölgemizde, hiçbir sorun ve sıkıntı yaşamadan istedikleri gibi at koşturmaya devam mı etmelidir? Yoksa tüm bu yaşadıklarımıza bir DUR mu demeliyiz? Artık Yeter diyebilecek miyiz? Bu gün Yeter Artık demeyeceksek, bir daha ne zaman diyeceğiz? Bunun için bir daha fırsatımız olacak mıdır? Hiç sanmıyorum!

Daha dün sanayi imparatorluğunu kurmak adına bölgemizde ki kontrol ve hâkimiyet kurma girişimlerinde bulunan tüm küresel güçler,  bu gün de başka hesaplar peşindedir.  Aslında yaşananlar bir dejavudan mı ibarettir?  Sadece biz bölge halkları olarak anlamakta, algılamakta ve önlemler almakta mı gecikiyoruz? Tüm olanlar bunlardan mı ibarettir? Bu gün aynı güçler Dünya hâkimiyeti ve refahlarının devamı için en büyük eksikleri olan ‘Petrol ve Enerji’ kaynaklarına ulaşmak ve kontrol edebilmek adına 100 yıl önce ki girişimlerine aynen devam mı ediyorlar?  Bizler mi anlayamıyoruz? İçeride birbirimizle çekişmek ve günlük siyaset yapmaktan, Dünyayı ve bölgemizi okumaktan aciz bir durumda mıyız?   Bölgede güçlü ve büyük bir Türkiye tüm bu küresel güçlerin işlerine gelmemektedir.  Neden? Bölgedeki 100 yıllık planlarının devamına engel teşkil eden bir Türkiye ve Lideri bulunmaktadır.  Avrupa ülkelerine bakar mısınız?  Yok, efendim, Türkiye’de darbe olacakmış, ekonomik kriz çıkacakmış, mış mış mış! Dertleri ve işleri güçleri tamamen Türkiye ile uğraşmaktan ibaret! Acaba neden? Adamlara sormak gerekir. Başka bir işiniz gücünüz yok mu diye! Tabii ki yoktur! Tabii ki olamaz! Bu gidişle de olmayacak! Yaşamaları ve bu gün bulundukları konum ve güçlerinin devamı için bölgesinde zayıf bir Türkiye’nin olmasını arzu etmekteler.  Güçlü ve Büyük bir Türkiye tüm planlarını bozmaktadır; Tüm meselenin ve bu gün yaşadıklarımızın kabaca özeti budur!

Çok eski bir siyasetçinin şu ifadelerini küçükken duyduğumda hiç bir anlam verememiştim;  ‘’Evde Yangın varken, Ev yanıyorken, çatıdaki  – tavandaki fare ile uğraşılmaz!’’  Bizlere buradan bu güne matuf olarak neler ve ne gibi mesajlar anlatmaktadır? Türkiye Cumhuriyeti Devleti, içeride ki taşeron ve işbirlikçiler, dışarıdan da küresel sistem kurmuş oldukları terör örgütleri üzerinden yürütmekte oldukları kuşatma operasyonları devam ederken, içeride birbirimizle uğraşmanın – çekişmenin, günlük siyaset dedikodusu üretmenin, makam – mevki ve ihale – rant peşinde koşmanın kime ve kimlere ne gibi faydası olacaktır?  Küresel sitem zaten bugün de aynen bu yaşadıklarımızı arzu etmektedir. Her gün bir ilimiz ve ilçemizde yaşanan iç karışıklıklar neyin habercisi olabilir ki? Hani, bizlere bir fasık,  bir haber getirdiğinde,  araştırmadan, incelemeden, doğruluğuna kanaat getirmeden, bir kavme sataşırsanız, sonra da pişman olabilirsiniz, ilkesine uyacaktık!  Küresel sistem 100 yıllık planları çerçevesinde ki operasyonlarına durmaksızın devam ederken, bizlere içeriye bakın, boş verin bölgenizde yaşananları mı demek istiyor?  100 yıllardır hep iç sorunlarla uğraşmak ve boğuşmaktan,  bölgemizde dönen dolapları ne görebildik ne de bir çözüm üretebildik.  Gün,  BİR ve Beraber olmak günüdür. Gün,  Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında olduğu gibi Kenetlenmek günüdür. Gün, 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminin akabinde, tüm farklılıklarımızla Yenikapı’da olduğu gibi tüm Türkiye olarak Kardeş olmak günüdür. Yarın çok geç olabilir! Yarın bölgemizdeki parça parça edilen devlet ve milletler gibi bu günlerimizi özlem ve hasretle aramak zorunda kalabiliriz! Yarın belki de olmayabilir!

Anadolu’da Kavgalar Bitmeyecektir!

15 Temmuz hain darbe, işgal ve taşeron, işbirlikçiler maharetiyle bu asil devlet ve vatanın küresel sisteme teslim edilme girişimlerinin seneyi devriyesindeyiz. Allah bu asil millet ve devlete böyle karanlık gün ve geceyi bir daha yaşatmasın.  Peki, 15 Temmuz tarihinde ne oldu? 15 Temmuz karanlık gece de neler yaşandı?  Devlet ve millet olarak bir daha böyle bir gün ve gecenin yaşanmaması için geçtiğimiz bir yıl zarfında ne gibi tedbir ve önlemler alabildik? Devlet yönetimi olarak alınan ve alınmaya çalışılan tedbirler yeterli midir? Bir daha bu asil devlet ve millet, böyle bir ihanet ve hainlik yaşanmaz, diyebilir miyiz? Bu topraklar, Anadolu! Bu topraklar, Dünyanın merkezi! Bu topraklar, Dünyadaki tüm medeniyetlerin beşiği ve merkezi!  Bu topraklar,  Dünya Enerjinin merkez dağıtım üssü ve tam kavşak noktası! Bu topraklar da çıkar, tüm Dünya savaşları! Bu topraklarda, vatanı için canını feda etmekten çekinmeyen vatanperver evlatları ve vatanına ihanet etmekten çekinmeyen hainleri de bolca görebiliriz. Devlet ve millet olarak buna göre yaşamalı ve dikkatli de olmalıyız.

Anadolu kara parçasına hâkim olmak isteyen küresel sistemin bölgemizde ki ve tezgâhları hiçbir zaman bitmeyecektir. Yaşaması ve varlığını devam ettirebilmesi için bu topraklara ihtiyacı vardır. Ancak ve ancak hayat damarları da bu kara parçasında bulunmaktadır.  100 yıl önce olduğu gibi bir plan ve senaryo işletilmeye çalışılmaktadır. Bölgede ki 22 devletin parçalanması için plan yapanlar hedeflerine adım adım ulaşmaktadır.  Suriye bu hedefleri için son kaledir. Suriye’de planlarına uygun bir şekilde tamamen parçalanırsa bölgedeki hâkimiyetleri de süreklilik kazanacaktır.  Suriye’nin bölünmesi ve parçalanmasına müdahil olmaya çalışan bir Türkiye bu güçleri elbette ki rahatsız etmektedir.  Suriye’nin bölünmesi ve parçalanması planlarında ki masada ve sahada olan bir Türkiye ve liderinden elbette ki sıkıntı duyacaklardır.  Tüm mesele budur.

CHP’li bir milletvekilinin devletin sırlarını ifşa etmekten dolayı,  TBMM’deki üyeliği düşürülüyor ve yargı da 25 yıl gibi bir ceza almasına hükmediyor.  Yargının bağımsızlığından dem vuranlar, yüksek yargının vermiş olduğu bir kararı hem sorguluyor, hem beğenmiyor,  hem de ‘  Hak ve Adalet’ aramak için yollara düşüyor. Ben hiçbir şey anlamadım! Bu ülkede ne zamandan beridir ‘ Hak ve Adalet’ yollarda, meydanlarda, sokaklarda aranır hale geldi ki?  Kendi ifadeleri ile Türkiye Cumhuriyeti devleti,  bir kabile devleti midir veya bir muz devleti midir? Mademki Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir hukuk devletidir! Hak ve Adaleti nerelerde aramamız gerektiği de bellidir. Tüm vatandaşlarımız yargının vermiş olduğu kararları beğenmez ve yollara düşerse ne yapacağız?  Hedeflenen, böyle bir ortam mıdır?  Hedeflenen, Anadolu diyarında da Suriye ve Irak benzeri bir ortam için zemin mi hazırlanmaktadır? Hedeflenen, bir kaos ve bir iç karışıklık mıdır? Bilemiyorum, sadece soruyorum.

Ana muhalefet partisi liderinin başlatmış olduğu ve güya adı da ‘ Hak ve Adalet’ olan bir yürüyüşü,  nasıl Firavun ve Musa (as.)  dönemi ve hadisesi ile kıyaslayabilirsiniz?   Hz. Peygamber efendimizin Taif’de yaşadıkları ile nasıl bir tutabilirsiniz? Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır? Kendinizi, nereye ve kim yerine konumlandırıyorsunuz? Daha dün kendini;  Peygamber ve mehdi olduğunu iddia edenlerden ne farkınız kaldı ve bu kişilere nasıl kızabiliyordunuz? Hani, sizler çok demokrat, çok medeni ve çok da akılcı olduğunuzu ve sadece de akıl ile hareket ettiğinizi iddia ediyordunuz? Biraz, insaf! Biraz, izan! Biraz, tefekkür! Biraz,  tezekkür! Biraz da Samimiyet,   lütfen!

Bölgemizde çok büyük bir oyun ve tezgâh devam ederken, küresel güçler de sınırlarımızda ki terör örgütlerine olan lojistik ve diğer desteklerini de alenen devam ettirmekte olduğu bir zaman diliminde,  Ana muhalefet partisi liderinin başlatmış olduğu ve 20 gündür devam eden; ‘ Hak ve Adalet’ yürüyüşü neyin nesidir? Küresel güçlerin sınırlarımızda kurmaya çalıştıkları terör devletini perdelemek için yapılan bir girişim midir?  Bu devlet ve millet, 100 yıl önce bir hata yaptı;  masum gibi görünen ve başlayan bir yürüyüşle, milyonlarca masum vatan evlatları canını ve kocaman bir imparatorluğun da parçalanması ile bedelini ödedi. Artık bu devlet ve millet böyle bir bedel bir daha asla ödemeyecektir.   Bedeli ne olursa olsun, tüm ihanet girişimleri ve kalkışmalarına karşı, devlet olmanın ‘Otoriter’  yüzü ve gücü ile gereken şekilde ve gerektiği oranda da cevabı verecektir. Artık böyle biline… Tüm içerideki işbirlikçiler, taşeronlar ve onların destekçileri olan ağababaları, küresel sistemde bunu aynen böyle bilmelidir.

2019 Seçimlerine Yönelik; Projeksiyon!

Geçmiş Ramazan Bayramınızı Tebrik ederim.  Bayram günleri,  dost ve akrabalar ile görüşmek ve dertleşmek için de bir fırsat günleridir.  Arefe günü,  Kabir ziyaretleri ile başlayan Bayram günlüğü, bizlere dünyanın geçiciliği de hatırlatmakta ve biraz da tefekkür etmemize vesile olmaktadır.  Bayram günleri süresince de yapılan eş – dost ve sıla-i rahim ziyaretleri, işlerin yoğunluğu ve normal günlüğün sıkıntılarından kurtulmak için de bizlere bir fırsat vermektedir.  Bayram günleri bizlere Hayata bir Mola vermeyi ve çevremizde cereyan etmekte olan olaylar zincirini de daha rahat bir şekilde algılamamız için de imkânlar vermektedir.

Bayram süresince, Sıla-i Rahim ziyaretleri için memleketlerine gidiş ve dönüş yolunda kaza geçiren ve bu kazalarda rahmeti rahmana kavuşan tüm vatandaşlarımıza Allah’tan Rahmet, yaralılara Acil Şifalar ve yakınlarına da Sabrı Cemil niyaz ederim.  Bayram günlerinde ve her daim bizleri üzüntüye gark eden Şehitlerimizi de buradan zikretmeden geçemeyeceğim. Bu Asil millet, devlet ve vatan savunmasında şehit olan, asker, polis, öğretmen ve sayamadığım tüm bu vatanın asil evlatlarına da Allah’tan RAHMET, yakınlarına Sabır ve tüm millerimizin de Başı sağ olsun dileklerimle. Allah bu millete böyle acılar bir daha yaşatmaması da ümit ederim.

Bayram sabahı, Sayın Cumhurbaşkanımızın küçük ve geçici bir rahatsızlık geçirdiğini de öğrenmiş olduk. Öncelikle Sayın Cumhurbaşkanımıza geçmiş olsun dileklerimi ve zati alilerine de sağlık, sıhhat ve afiyet temennilerimi buradan iletiyorum. Sayın Cumhurbaşkanımızın bayram sabahı geçirmiş oldukları bu geçici rahatsızlığı yine birileri fırsat bilerek; mal bulmuş mağribi hesabı ile artık kenara çekilseniz, sağlığınız da fırsat vermiyor, gençlerin önünü açsanız daha iyi olmaz mı gibi tartışmalara da şahit olduk. Dünyaya halen hâkimiyet kurmaya çalışan, güneş batmayan ülkenin lideri konumundaki Kraliçenin yaşını ve sağlık durumunu da bu arkadaşlara buradan sadece hatırlatmak gerektiğini de düşünüyorum. Türkiye, jeo- stratejik konumu, tarihi, kültürel ve dini bağları gereği; Dünyada ki herhangi bir ülke ve özellikle de Finlandiya veya Norveç olmadığımızı sadece birkaç saniye tefekkür ve tezekkür etmek gerektiğinin de kanaatindeyim.

Bayram ziyaretlerinde ki eş dost sohbetlerinde konu tabii ki siyasete gelip dayanıyor. Ne olacak, bu ülkenin hali? Ne olacak, AK Partinin durumu? Ne olacak,  AK Parti teşkilatlarındaki değişiklikler? AK Parti,  teşkilatlarda ki AKP’liler ve kriptolardan kurtulabilir mi? AK Parti teşkilatlarındaki rahatsızlığı fırsat bilen birileri de herhangi bir yeni parti veya bir hareket başlatabilirler mi? Siyasi teşkilatlar homojen bir yapı mıdır ki rahatsızlık olmasını bekleyelim? Yeni bir parti veya hareket böyle bir dönemde başarılı olabilir mi? Bu yeni hareket veya partiye ümit bağlayan birileri var mıdır? Bu ülkenin şu anda devlet başkanı olarak yeni bir siyasi lidere gerçekten ihtiyacı var mıdır?

Dünya ve bölgemiz yeniden şekillenirken, haritalar yeniden çizilirken, bölgemizde 100 yıl önce olduğu gibi yeni bir ameliyat için hazırlıklar yapılırken;  Bölgemize yönelik tüm bu operasyonlar için strateji, taktik geliştiren ve bir duruş sergileyen Sayın Cumhurbaşkanımızın çevresinde birleşmek gerekmez mi?   Bölgemizde ki parça parça edilen devlet ve ülkelerden de mi dersler alınmaz?  Yeni bir hareket veya partiye bel bağlayan, kendi ikbal ve geleceklerini burada gören dostlarımız, en yakın bir seçimde  %60 -65 arası bir sonuç nasıl beklemekteler? Bu arkadaşlar, hesap yapmaktan da mı acizler, rakamları mı karıştırıyorlar?  Böyle bir hareket veya partinin başına geçmesi beklenen siyasi figürler, tüm siyasi hayatları ve AK Parti iktidarları döneminde, etkili ve yetkili makamlarda bulundukları sürece, bu ülke ve bölge için neler üretmişlerdir?  Mademki bu ülkeyi ve bu asil milleti çok seviyordunuz, tüm siyasi ve ekonomik yetilerini neden güç ellerinde bulunurken kullanmamışlardır? Yoksa bu günlere matuf hazırlıklar mı yapmışlardır? Tüm bu mezkûr gelişmeleri ve soruları, anlamakta gerçekten zorlandığım için sadece soruyorum…

Dünyanın süper güç ülkesinde,  Dünyayı ve özellikle de bölgemizi paylaşmak için ülkedeki iki güç arasında sadece yöntem kavgası olurken, bizim gibi ülkelerde bu stratejilere karşı bir duruş geliştiren, sergileyen ve özellikle de bu planlarını bozabilecek girişimlerde bulunan bir liderin etrafında sadece toplanmak ve desteklemek gerekir diye düşünüyorum. Bu bölgedeki her bir macera arayışları bölge halkları ve ülkeler için sürekli olarak hüsranla sonuçlanmıştır.  Bu ülke ve bölgenin selameti, huzuru ve birliği için farklı bir öneri, tez ve bir duruş geliştirmekten uzak durumda bulunanlar, nasıl bu ülkeyi yönetmeye talip olabilirler ki?  

Elveda Ya Şehri Ramazan!

Ramazan ayının gölgesi üzerimize düşmeye başladığı günlerde,  insanlarımız da, bu ramazan da havalar çok sıcak olacak;  orucumu nasıl tutacağım, günler nasıl geçecek, şekerim, tansiyonum var, ne yapsam ki ile başlayan sohbetleri çok duyarız.  Ramazan ayı girer ve bu tansiyonu, şekeri olan dostlarımız, Allah’ın izni ve yardımı ile de oruçlarını sağlıklı bir şekilde tutmaya çalışırlar. Niyet halis olunca tabii ki Allah da bir kolaylıklar sağlıyor. Ramazan ayında neredeyse üşüdük. Havalar tahmin edildiği şekilde Tunus sıcakları da gelmedi. Allah; tutmuş olduğumuz oruçlarımızı,  teravihlerimizi, Kur’an tilavetlerimizi, ibadetlerimi, sadakalarımızı ve fitrelerimizi dergâhı izzetinde Kabul eylesin. Allah; Daha nice Ramazan aylarına da sağlıklı bir şekilde erişebilmeyi de cümlemize nasip eylesin; Âmin!

Ramazan ayının çok önemli bir özelliği, dostlar ve kurumlar arasında ki iftar ve sahur ikramlarının da zirveye çıkmış olmasıdır. Aynı gün birden fazla iftar ve sahur davetlerinin çakışması ile de dostların birbirlerine karşı kırıldıklarına da şahit olmaktayız; Benim ikramıma neden katılamadın, gelemedin şeklinde! Ben de bu Ramazan ayında ki dost ve ihtiyaç sahiplerine olan  ikramdan kaynaklı sevaba nail olmak istemiştim.. Gönül birlikte olmak istemesine rağmen,  aynı güne kesişen davetlerin fazlalığından kaynaklı hepsine de katılmak tabii ki mümkün değildir. Yılın 360 günü yardım ve ikramlarda bulunan firma ve kurumalarımız bu mübarek ayda daha fazla bir ikramda bulunma ve hediyeleşmek için neredeyse birbirleri ile yarışır konumda olmalarıdır. Mübarek Ramazan ayında,  tamamen Allah’ın rızasını kazanma yarışına katılan kişi ve kurumlarımızın yapmış oldukları ikram ve yardımları da Allah kabul eylesin, mizanlarına hasenat olarak koysun; Âmin!

Ramazan ayının bir başka özelliği de sahur vaktine kadar açık olan cafe vb. mekânlardaki tadına doyum olmaz dost meclislerindeki sohbetlerdir. Bazılarımız bu durumdan rahatsız olsa da, bazen tatlı bir şekilde eleştirsek de, Ramazan ayının bir başka özelliği ve güzelliği de bu mekânlarda ki dostlar ile yapılan koyu ve sahura kadar uzayıp giden sohbetlerdir. Bu sohbetler de tabii ki bazen şehrin gündemi ile ilgili olurken,  bazen de şehrin siyaseti, bazen şehirdeki aksaklıklar ve çoğunlukla da Ramazan ayının özelliği olan iftar ve sahur ikramlarının bol, bereketli ve lezzetli olmasına ve teravihlerin nerede hızlı ve nasıl kılındığına kadar gelir dayanır. Dedik ya; Ramazan bolluğu, bereketi, nuru, feyzi,  teravihi, iftarı, sahuru, ikramları ve dost meclislerinde ki sohbetleri ile birlikte gelir…

Ramazan ayının son günlerini idrak ediyoruz; Yarın Arefe!  Bayramdan önce ki güne verilen mübarek bir isimdir. Bu gün de özellikle Bayram günü, eş dost ziyaretlerinde ki yapılacak olan ikramlar için alışverişler edilir ve evlerimizde de tatlı bir telaş vardır; Tatlılar, börekler vb. hazırlıklar için…  Bu günün en büyük özelliği, çocuklar ve gençlerimiz için de çok manidar gördüğüm tarafı, gelenek haline gelmiş bulunan, Kabir ziyaretleridir. Ahirete intikal etmiş olan, Anne, baba ve tüm akraba-ü taallukat için Dualar edilir, Sonsuz Kudret Sahibi olan Allah’tan bu gün hürmetine varsa günahlarının AF olunması için yalvarılır, yakarılır ve Dualar edilir.  Dünya hayatının geçici olduğu, bir gün her yaşayan fani gibi bizlerin de buralarda olacağı tefekkürü ile de bireysel olarak dersler çıkarılmaya çalışılır. Birey için, İnsan için;  Dünya’daki bulunan her şey bir uyanma, bir tefekkür ve bir tezekkür vesilesi olduğunu da buyurmaktadır, Hz. Allah.

Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah; Bu Ramazan ve her Ramazanı,  son Ramazan ayımız olarak bilmemizi, her bir manası ile de huzur ve huşu içinde idrak ettiği, nurundan ve feyzinden müstefit olduğu  kullarından eylemesini dilerim. Daha nice nice Ramazan aylarına da Sağlıklı bir şekilde erişebilmeyi de nasip eylesin. Ramazan Bayramımız Mübarek olsun. Hayırlı, Sağlıklı ve Huzurlu ve Mutlu bir  Bayram  dilerim.  ÂMİN!

 

Biri Savaş Suçu mu dedi?

Geçtiğimiz günlerde CHP’li bir milletvekilinin TBMM üyeliğinin düşürülmesine, akabinde de yüksek yargı tarafından Devlet sırlarını ifşa suçu işlemekten dolayı tutuklanmasına ve 25 yıl gibi bir cezaya da hükmetmiştir.  CHP Milletvekili ne yapmış olabilir de böyle bir akıbetle karşı karşıya kalmıştır? CHP Milletvekili seçilmeden önceki sivil hayatında ki mesleği gazetecilik olması münasebetiyle, meri kanunlarımıza göre de suç sayılan bir fiili işlediğine yüksek yargı hükmetmiştir. Tüm bu olanlar kanunlara ve nizama uygun mudur? Bunda bir şüphesi olan var mıdır? Olmadığına göre… Her bir kanun maddesini ithal ettiğimiz Devletlerde; Devlet Sırrı, Devlet güvenliği, Milletin varlığı ve Bütünlüğünü tehlikeye düşürebilecek tüm hareketler SUÇ sayılmaktadır. Devletin Dış ilişkilerine, Milli Savunmasına ve Milli Güvenliğine zarar verebilecek veya Anayasa ile kurulu düzeni veya dış ilişkileri açısından tehlike oluşturabilecek nitelik taşıyan bilgilerin tümü de Devlet sırrı sayılır. Kanunla sabit olan bir suç işlendiğine göre, ceza vermeyelim mi, diyorsunuz?  Suç ve cezanın tanımı da kanunlarımızda yazılı olduğuna göre… Bu kanunları uygulaması gereken yargı makamlarına işlerini yapmalarından dolayı da saygı duymak gerekir diye düşünüyorum. Adalet bir gün herkese lazım olacaktır.

CHP Milletvekilinin tutuklanmasının akabinde bir CHP’li milletvekili ve aynı zamanda grup başkanvekili, yargının vermiş olduğu bu karardan dolayı, Sayın Cumhurbaşkanımıza olmadık ifadelerle sataşmalar, saldırılar ve daha da ileriye giderek ‘savaş suçlusu‘ olarak ilan edeceklerini ve Lahey Adalet divanında savaş suçlarını işlemekten dolayı ceza alması için gerekenleri yapacaklarını vurguladı. Şimdi Bir CHP’li milletvekilinin kanunla sabit bir suçu işlemesinden kaynaklı tutuklanmasının Sayın Cumhurbaşkanımız ile ne alakası olabilir ki? Sayın Cumhurbaşkanımızı savaş suçlusu ilan etmek ne demektir? Devletin başı konumunda bulunan ve halk tarafından seçilmiş bir kişiye karşı isnat edilebilecek en büyük suçlardan bir tanesidir; Savaş suçlusu ilan etmek. Peki, Savaş suçu ne demektir?

Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yetki alanına giren suçlar;  soykırım suçu, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları ve saldırı suçudur.   Savaş suçları; Savaş suçlarının siyasî bir çerçevede veya plânda ya da yaygın bir şekilde işlenmesi durumunda Uluslararası Ceza Mahkemesi yetkili olmaktadır. Uluslararası silahlı çatışma ile uluslararası olmayan çatışmalar sırasında işlenen suçlar bakımından bir ayrım yapılmaktadır. Uluslararası suçlar içinde savaş suçları çok eskiden beri tanımlanıp kabul edilen suç türleridir. Bunların büyük bir kısmı daha önce Lahey Düzenlemesi ve Cenevre Anlaşması’nda tanımlanmıştır. Bu Sözleşmelere göre, yaralılar, hastalar, kazazedeler, savaş esirleri ve siviller ile korunan mallardır. Bu kişi ve mallara karşı işlenen suçlar, savaş suçları kapsamında korunan kişilere karşı işlenen suç sayılır. Bunlar;   1 -Kasten adam öldürme.   2 -Gayri insanî muamele ve işkence. 3 -Biyolojik deneyler, insanların fizikî ve ruhî bütünlüğüne ağır bir saldırı veya büyük ızdırap verme şeklindeki kasıtlı fiiller.  4 -Askerî zorluklarla bağdaşmayacak şekilde malların yok edilmesi veya mülkiyetinin ortadan kaldırılması.  5 -Savaş esirini veya benzeri şekilde korunan kişiyi yabancı bir devletin askerlerine hizmet etmeye zorlamak ve kişiyi savaş esiri konumuna getirmek.  6 -Bir savaş esirini veya benzeri korunan kişiyi tarafsız ve usulüne uygun bir şekilde yargılama hakkından mahrum etmek.  7 -Yasadışı tutuklama, nakil veya tehcir olayları.  8 -Esirleri öldürme, fiilleridir.  Uluslararası hukuk kurallarına göre, uluslararası silahlı çatışmalara uygulanabilen kanun ve gelenek hukuku kurallarının ağır ihlâlleri de savaş suçları içinde yer alır. Bu ihlâller şu şekilde sıralanmıştır:  1 -Sivil halka karşı bilinçli saldırı.  2 -Korunan yer veya kişilere kötü muamele sayılabilecek bilinçli saldırılar.  3 -İnsancıl hizmetlerde veya BM Şartı’na uygun olarak barışı korumak ya da insanî yardım misyonu çerçevesinde kullanılan personele, yerleşim yerlerine, mallara, birimlere veya araçlara kasten saldırı, bombalama fiilleri.

Yukarıda savaş suçları yasasında sarih bir şekilde izah edildiğine göre Sayın Cumhurbaşkanımız bu suçlardan hangisini işlemiştir ki, CHP milletvekili böyle bir iddia ve isnatta bulunmaktadır? Savaş suçunun ne olduğunu bilmiyor mudur? Sayın Cumhurbaşkanımıza böyle bir isnat ve iddialar karşısında, tüm AK Parti teşkilatları ve diğer devlet ricali neler yamaktadır?  Bir açıklama yapan gördünüz mü? Veya başkaca bir aksiyon, reaksiyon gibi… Bu mücadeleyi Sayın Cumhurbaşkanımız sadece kendisi için mi vermektedir? 100 yıl önce aynı isnatlarla kocaman bir imparatorluğun parçalanmasına seyirci kalmıştık. Bu gün tekrar aynı şeylerin yaşanması için izlemeye devam mı edeceğiz?  Dün,  Bosna da yaşananları savaş suçu sayamayanlar karşımızda dururken…  Bosna’da savaş esirleri olan Bosnalıları BM askerleri tarafından Sırplara teslim etmek suretiyle ölümüne sebebiyet verenler, savaş suçu işlememiş olacaklar?   Dünyanın her bir bölgesinde kurmuş oldukları terör örgütlerine lojistik destek sağlayanlar, silah verenler ve binlerce insanın ölümüne sebep olanlar savaş suçu işlememiş olacaklar? Dün,   Irak’ta, Afganistan’da, Cezayir’de ve sayamadığımız daha birçok ülkede ve bu gün de Suriye’de yüzbinlerce insanın ölümüne ve milyonlarca insanın da evinden –  yurdundan olmasına sebebiyet verenler, savaş suçu işlememiş olacaklar? Ne yapmıştır, Sayın Cumhurbaşkanımız, sayın vekil? Sadece bu olanların yanlışlığını tüm Dünya’ya haykırmaktan ve vurgulamaktan başkaca…

AK Partili olmak bir Gurur abidesi midir?

AK Parti teşkilatları bünyesinde bulunan sorunlu ı kişilikleri ve özellikle de AKP’liler ve kriptolardan kurtulmak için ciddi bir mesai yapmaktadır.  Yeterli midir, Sanmıyorum! AK Parti bünyesinde bulunan AKP’liler ve kriptolardan kurtulması gerekir mi? Tabii ki!  AK Parti bünyesinde ki bu arkadaşlar ile nöbet değişimi yapabilir mi? Bence çok zor! AK Parti teşkilatları,  AKP’liler ve kriptolar tarafından tamamen kuşatılmış bir durumda mıdır? Durum aynen böyledir!  Sayın Cumhurbaşkanımız ve AK Parti Genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti olağanüstü kongresinden bil itibaren sürekli olarak teşkilatlarda ki bir metal yorgunluktan, bir kan değişiminden ve gönüllere girmekten sürekli olarak dem vurmaktadır. Acaba neden? Kendilerinin gördüğü ve vatandaşlarımız tarafından gelen sağlıklı bilgiler çerçevesinde mi bu kanaate varmıştır? AK Parti teşkilatları, AKP’liler ve kriptolardan arınmadan bu değişim ve dönüşümleri yapabilir mi? Bence de çok zor!  Neden mi zor? Değişim, statükonun devamından yana olan kişiler ve yapılar tarafından sürekli olarak ertelenmeye ve engellenmeye çalışılır. Değişim bazılarının yok olması demek olduğu için de bu düzenin aynen devam etmesi için her türlü engelleme girişimi ve sabote etmekten de geri durmazlar.  Değişim, Ak Parti teşkilatlarında ki AKP’liler ve kriptolar için bir Varlık ve yokluk meselesidir.

Cumhurbaşkanımız ve AK Parti genel başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, TBMM’de AK Parti grubuna hitaben yapmış oldukları konuşmada; ‘’ 14 yılda hayata geçirdiğimiz hizmetlerimiz, cumhur ile cumhuriyeti buluşturduk. Milletimizin Ankara’ya bakışını da değiştirdik. Bu süreçte Ankara’da kendisini değiştirdi. Eksikler, hatalar, yanlışlar elbette var. Bunların düzeltilmesi için çalışmak başka bir şeydir. Yapılan güzel şeyleri görmezden gelmek başka bir şey.  Adaletli olacak her ikisini de birden yapacağız.  Milletimiz, devleti, başkenti ile öyle bir kaynaşmıştır ki 15 Temmuz’da olduğu gibi canını ortaya koymaktan çekinmemiştir. O gece tankların önüne kendini atan milletim ile iftihar ediyorum. Bombalardan yılmayan milletim ile iftihar ediyorum. Bu millet göğsünü siper etti ve tankların üzerine gitti. Bir tarafta imanlı aziz bir millet vardı, öbür tarafta imanını kaybetmiş bir saldırganlar çetesi vardı. 15 Temmuz bize şunu gösterdi ki Ankara Türkiye’nin İstiklal ve istikbal mücadelesini sadece yöneten değil gerektiğinde safların en önünde duracak dirayete, cesarete sahip bir şehirdir ‘’ vurgularının bölgemizde son günlerde,  aynı dine mensup olan devletler ve komşuları tarafından neredeyse yok edilmeye çalışılan Katar örneğine de bir gönderme ve bir nasihatler manzumesi olduğunu da düşünüyor ve çok manidar buluyorum.

Cumhurbaşkanımız ve AK Parti genel başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, TBMM’de AK Parti grubuna hitaben yapmış oldukları konuşmada; ’’ Benim sizlerden ricam şudur. AK Partili olmak gurur abidesi değildir. İktidar gücünü gururlanma sürecine katkıda bulunsun diye kullanmamalıyız. Tam aksine tevazu ehli olmak suretiyle, vatandaşlarımıza yaklaşmalıyız. Bunu yapmak durumundayız. Aksi takdirde Rabbimin bize verdiği bu nimeti süratle kaybederiz. Bu bakımdan tüm il, ilçe teşkilatlarımız kapı kapı, ana kademe, kadın kolları, gençlik kolları dolaşmak durumundayız.  2019 seçimlerine kadar kapısını çalmadık ev, sıkmadık el, tebessüm etmedik yüz bırakmayacak şekilde bir programla çalışmalarımızı sürdürmeliyiz.  Belediyeler için de bir şey söyleyeceğim. Belediyeler de hizmet gerektir ama yeterli değildir. Yeterli olan nedir, gönüllere girmektir. Eğer gönülleri alamıyorsak kaybederiz Onun için de ev ev dolaşacağız ve vatandaşımızla bu gönül birlikteliğini sağlayacağız ’’ ifadelerinde ki vurgularının AK Parti teşkilatları ve belediyelerde ki yöneticilerin kulaklarına birer küpe olacak nitelikte olduğunu da düşünüyorum.

AK Parti teşkilat mensubu olmak gerçekten bir gururu abidesi midir? Elbette ki! AK Parti teşkilatlarına sonradan dahil olan ve rant, komisyon, makam – mevki ve ihale için burada bulunan AKP’liler ve kriptolar için özellikle de. Bu kişiler bu düzenin değişmesini talep edebilirler mi? Mümkün değildir. Neden talep etsin ki? Kendi kendini ateşe atar mı? AK Parti genel merkez yeni yönetimi değişim ve dönüşüm adına büyük bir risk almalı, belediyeler ve teşkilatlarda ki metal yorgunluğuna duçar olanlar ile ihale, rant, komisyon, makam – mevki için gelenler ve teşkilatlardan güç alan gurur abidelerinden acilen ve ivedilikle arınmalıdır şeklinde düşünüyorum. Aksi halde ne mi olur? AK Parti ve Türkiye için 2019 çok zor ve sıkıntılı geçer! Aksi halde, Belediyeler ve AK Parti teşkilatlarında ki yapılması düşünülen değişim ve dönüşümün ertelenmesinin de hiçbir manası kalmayacaktır. Değişim tabii ki sancılı olur, katılıyorum… Değişimlere direnecek olan teşkilatlar mensupları da elbette ki olacaktır.  Bir kurumun hayatiyetinin Sürekliliği ve ülke adına yapılabilecek hizmetlerin kaygıları ile bazen değişim kaçınılmazdır, başka bir seçiminiz de kalmamıştır;  O gün bu gündür diye düşünüyorum.