Vatansever Kimdir?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kurulduğu tarihten itibaren sürekli olarak, hem içeriden hem de dışarıdan müdahalelerle karşı karşıya kalmıştır.  Bu müdahaleler sadece Cumhuriyetin kurulması ile mi başlamıştır? Yoksa Osmanlı imparatorluğunun zayıflamaya başladığı tarihten itibaren görmek ve duymak istemediğimiz gelişmeler midir? Bir devlet, neden ve nasıl, iç ve dış müdahalelere maruz kalır ki? Nasıl olabilirdi böyle bir şey? Bizler vatandaşlar olarak çok farkında olamasak da bu işler bu aziz ülkede her daim cereyan etmekteydi! Peki, neden oluyordu bu işler? Neden mi arıyoruz? Bu asil milletin ve devletin; 1000 yıllık tarihi, kültürel, sosyal ve dini bağlarından kaynaklı olarak bir daha dünya ve bölge ölçeğinde bir GÜÇ olmaması için yapılıyordu tüm bu işler, içerideki işbirlikçiler ve dışarıdan da emperyalistler tarafından!

ABD ile son günlerde bir kriz yaşıyoruz. Olabilir mi? Tabii ki devletlerarasında ki ilişkilerin hiçbir zaman dostluk ve müttefiklik üzerinde kurulu olmadığını, sürekli olarak hatırlatmaya çalışıyoruz. Demek ki Türkiye Cumhuriyeti devleti ve millet olarak, dünyanın süper gücü konumunda bulunan bir ülkenin bölgemiz ve ülkemiz coğrafyasındaki çıkarlarına, hegemonyal duruşuna aykırı işler yapıyoruz ki; bu gelişmeler oluyor ve bu krizler yaşanıyordu! Kriz olabilirdi! Önemli olan bu krizin çözümüne yönelik olarak yetkili konumdaki bireylerin tavırları ve konuşmalarıdır. Hedef bu krizi çözmek midir? Yoksa karşılıklı olarak taraflara zarar vermek midir?

ABD Ankara büyükelçisinin giderayak basın kuruluşu yetkililerini çağırıp yapmış olduğu toplantıya ne demelidir? Bu yapılan toplantılar devletler arsında ki hukuk ve kurallara uygun mudur? Yoksa bir sorun var ise bulunduğun devlet yetkilileri ile oturup konuşmak ve görüşmek midir? Devletlerarasında ki teamüller neyi gerektiriyor ki? Büyükelçi yoksa önceki yıllardan kalma bir alışkanlık olarak kendilerini sömürge valisi olarak mı tanımlamaktadır ki? Yapılan girişimler ve konuşmalar bir sömürge valisi edasına yaraşır ve yakışan gelişmelerdir! Elçinin bu toplantıda yapmış olduğu açıklamaya veya hezeyanlara ne demeli ki? Hiçbir anlam da veremedim! DAEŞ, Türkiye Cumhuriyetinde,  9,5 aydır terör olayları yapamıyorsa, bu bizim ülkemizle olan çalışmalar ve istihbarat paylaşımlarının da bir ürünü ve sonucu diyor! Nasıl yani! Bu güne adar bu güzel ülkemizdeki terör olaylarının arkasında ve destekleyici olarak siz ve devletiniz mi bulunuyordu ki? İnanın hiçbir şey de anlamadım! Dost ve müttefik olarak bildiğimiz bir devlet bunları da yapamaz, yapmamalı ve de yapmamıştır, diyorum! Sizler ne diyorsunuz ki, bu durum ve gelişmeler hakkında?!

ABD ile daha önceki yaşanan tüm sorunları dikkate almadan,   son günlerde yaşanan vize krizi ve büyük elçinin açıklamaları çerçevesinde, içimizde ki işbirlikçi ve satılık ruhların açıklamalarına ne dersiniz? ABD cezalandıracaksa AK Partiyi cezalandırsın, tüm Türkiye’nin suçu nedir, diyor! Bir siyasi veya başka merkezler, diyor tüm bu ifadeleri! Siz bir şey anladınız mı? Ben hiçbir şey anlayamadım da! Adam demek ki başka bir ülkede yaşıyor, başka bir ülkenin ekmeğini yiyor, suyunu içiyor ve maaşını da başka bir ülkeden alıyor! Bireyler ancak ve ancak onurları için yaşarlar. Devletler de öyledir; Bağımsızlık ve bekaları için yaparlar, her bir mücadele ve savaşlarını da! Devlet ve millet olarak bizim ülkümüz nedir ki?  Devlet-i ebed müddet! Ne demektir bu kavram? Devletimizin bağımsızlığı, bekası ve milletimizin de birliği ve beraberliğidir! Dünya devletler arenasında bir devlet veya küresel güçler, senin onuruna müdahale edecek! Varlığına – birliğine – bütünlüğüne saldıracak! Devlet ve millet olarak beka sorunu ile karşı karşıya kalacaksın! Aynı küresel güçler, sınırlarına terör örgütleri için yığınaklar yapacak ve bu terör örgütlerinin de nizami bir ordu haline gelebilmesi için de her türlü lojistik destekleri sağlayacak!  Sen de bir devlet yetkilisi veya vatandaş olarak da bunları görmezden gelebileceksin, bir çift söz söylemeyeceksin, öyle mi! Birisi vatansever mi demişti! Yoksa vatan haini mi demek istemişti! Kararı, değerlendirmeyi ve yorumu da siz değerli okuyucularıma bırakıyorum!

Türkiye Cumhuriyeti Nereye mi Gidiyor?

Son günlerde, devlet ve millet olarak, içeride ve dışarıda yaşadıklarımıza ve gelişmelere bir bakar mısınız? Neler olmaktadır? Bu genç Cumhuriyet neler yapıyor da, küresel güçler tarafından olmadık uygulamalara şahit oluyor ve maruz kalmaktadır? Cumhuriyetin kurulduğu tarihten itibaren içeride işbirlikçileri vasıtasıyla cirit atan küresel güçler, istediklerine erişemeyince ve emirleri de yerine gelmeyince neler yapıyorlar? Bocalamaya başladılar! Bu çırpınmaları artık onlara hiçbir fayda vermeyecektir! Bu asil millet artık yolunu bulmuştur!  Dere yatağını bulmuştur! Bu asil millet en az bin yıllık tarihini hatırlamış ve artık uykudan da uyanmaya başlamıştır. Neden uyanıyorsun ki? Biz seni uyanmamak üzere uyuşturduğumuzu zannediyorduk; Tarihi, sosyal, kültürel ve dini inançlarınla oynamak suretiyle!  Küresel güçler zaviyesinden baktığımızda, devletimiz ve asil milletimiz açısından da sorun budur! Ne güzel müttefik, dost ve kardeş olarak devam ediyorduk! Nereden çıktı,  şimdi bin yıllık tarihi hatırlamak! Oldu mu şimdi yani! Tüm mesele budur! Anlamak istemeyen tüm işbirlikçilere de duyurulur! Bu asil Millet tarihinde 16 devleti neden kurmuştur? Özgürlük ve bağımsızlığına olan aşkı ve tutkusundan! Bu millet ne zaman ölüm ve ölmekten korkmuştur! Bu milletin ölümü korkuttuğunu da, tüm küresel güçlere ve işbirlikçilerine yeniden hatırlatmak gerekmektedir. Bu asil millet, ölecekse de ADAM gibi bir defa ölmesini bilir!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, içimizdeki bazı aklı evvellere göre, sadece ve sadece 90 yıllık tarihi olan genç bir cumhuriyettir. Sanki tarihin tozlu sayfalarında kurmuş olduğu 16 devlet ve son olarak da Osmanlı imparatorluğunun bir bakiyesi de değil! Gökten zembille inmiş yeni bir millet ve devlet! Gerçekten de durum böyle midir? Yoksa bu asil devlet ve millet dünya tarihinin olmaz ise olmazlarından mıdır? Batılı tarihçi ve devlet adamlarının buyurduğu; Türkleri, Dünya tarihinden çıkaracak olursanız geriye hiçbir şey de kalmayacaktır, ifadeleri ne demek istiyor olabilirler ki? İçimizde, kendisinin aydın olduklarını iddia eden,  satılık ruhlara da buradan sadece hatırlatmak isterim! Bu asil milleti ve devletini, sen kabile devleti mi zannetmiştin ki?!

Son olarak, ABD ile yaşadıklarımıza bir bakar mısınız? Hani yıllardan beri, bu iki devlet dost ve müttefikti! Neymiş efendim!  15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminin içinde bulunan konsolosluk görevlilerinin tutuklanmasına çok kırılmışlar, çok da kızmışlar! Aman bir üzüldük ki nasıl! Biz devlet ve millet olarak 100 yıldan beri, hep üzülüyoruz ve hep kırılıyoruz! Bu devlet ve asil millet yıllardan beridir oynadığınız onuruna artık DUR demektedir! Askerimize çuval geçirdiğinizde, firkateyni vurduğunuzda ve daha sayamadığımız böyle olaylarda biz millet olarak sanki hiç kızamamıştık! Kan kusmuş ama sesimizi de çıkarmadık! Sınırlarımızda terör örgütlerine yığınak yaparken, en modern silahlarınızı verirken de hiç kızmadık! Bu silahları terör örgütlerine,  bir dost ve müttefik devlet nasıl verebilirdi? Nasıl olabilirdi böyle işler? Aklımız da almıyordu, olan bitenleri!   Cumhuriyetin kurulması ile birlikte içerideki işbirlikçileri vasıtasıyla yönettikleri bu devlet artık ellerinden kaymaktadır. Devlet yönetiminde eskisi gibi cirit atamıyor ve oynatamıyorlar! Sen hala anlamadın mı, arkadaş!

Dünyada, bölgemizde ki parçalama – yeniden haritalama ve ülkemizde ki tüm bu gelişmelere rağmen, AK Parti Genel başkanı ve Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, devlet kademesinde ve teşkilatlarda, yorulan ve yıpranan yol arkadaşları ile bir nöbet değişimi talep etmektedir. Neden talep ediyor ki? Yoksa bizim göremediğimiz ve algılayamadığımız başkaca gelişmeler mi olmaktadır? Sayın Cumhurbaşkanımız, devlet ve millet olarak çok büyük bir SAVAŞ konumunda bulunduğumuz için içeride hem askeri kanatta, hem siyaset kademesinde,  hem de belediyeler ve tüm teşkilatlarda bir nöbet değişimi ve temizlik talep etmektedir.  Bu savaşa karşılık içeride bir ön hazırlık mıdır?  Acaba neden? Bu üzerimize gelmekte olan çok büyük bir SAVAŞ için özellikle de içeriden devlet ve millet olarak her bir ferdi ile hazır ve nazır olmak istemektedir, diye düşünüyorum.  Türkiye Cumhuriyeti Devleti nereye gidiyor, diyen özellikle de içeride ki işbirlikçilere buradan hatırlatmak isterim! Hiçbir yere gitmiyor! Sadece ve sadece Devletimizin tam Bağımsızlığı,  VARLIK ve BEKA SORUNU, Milletimizin de BİRLİĞİ – BERABERLİĞİ adına öngörü, hazırlık ve adımlar atılmaktadır. Sen ne zannetmiştin ki?!

AK Parti Teşkilatları Yenilenebilir mi?

AK Parti, 2 Kasım 2002’de iktidar olduğu yıldan bugünlere bir projeksiyon yaptığımızda,  2002 yıllarında ki Türkiye’nin genel durumu ve dünyanın da bulunduğu tüm şartları dikkate aldığımızda, çok büyük yatırım ve başarılara imza attığını söylemeden geçemeyiz. AK Parti sosyal ve ekonomik olarak ülkemizde çok büyük yatırımlar ve değişimler de yapmıştır. AK Parti büyük değişim ve dönüşümlere de öncülük etmiş, siyasi bir harekettir. Tüm bu çalışmalar,  yatırımlar, değişimler ve başarılar da emeği geçen her bir AK Parti üyesine teşekkürlerimi sunar, daha nice başarılara da, bu asil millet ve devlet için imza atabilmeleri dileklerimle.

Kurumsal yapılar zamanla yıpranır, üyelerinde metal yorgunluğa duçar olanlar ve işletme körlüğü dediğimiz hastalık sahibi olan da bulunabilir. Peki, bu normal bir gelişme midir? Tabii ki, normal ve doğaldır! Önemli olan bu yıpranmaya karşılık, kurumsal itibarı koruyabilmek ve kurumsal yapının da sürekliliği adına, önlem ve tedbirler alabilmektir. Kurumsal yapının itibarı ve sürekliliği adına tedbir almadığımız zaman neler olur, nelerle karşılaşabiliriz?  Değişim tabii ki sancılı olacaktır! Kurumsal yapıda değişime direnen bireyler ve güçler de olacaktır! Bunlar da doğal gelişmelerdir. Önemli olan tüm bu negatif gibi gördüğümüz gelişmeleri kurumsal yapının dinamiğine zarar vermeden bertaraf edebilmektir.

Kurumsal yapılardaki başarıları kendilerine mal eden, kendinden kaynaklı olduğunu zanneden kişiler de olacaktır. Ben olmasam bu yapılan yatırımlar ve başarıların olması ve yapılması da mümkün değildi,  olamazdı, şeklinde ki ifadelere de şahit olabiliriz.  Kurumlar ve kurumsal yapılar, bulundukları koltuktan Güç alan kişilerle değil, gelmiş olduklara makamlara, Güç – Güven ve İtibar katan bireylerle gelişebilir, devamlılık arz edebilir.  AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın sürekli olarak vurguladığı metal yorgunluğa düşen,  kurumsal bünyemizde ki değişime de itiraz eden ve direnmekte olan, mezkur vasıflara haiz kişiler bulunmaktadır. Teşkilat ve kurumsal yapılarda, yorulan ve yıpranan yol arkadaşlarımızla bir Nöbet değişimi yapmamız gerekmektedir. Değişime direnenler;  Benim şöhretim ve benim itibarın ne olacak sevdasında ki teşkilat üyeleridir!  Kurumsal yapı olmasa birey olarak seni kim tanırdı ki? Kurumsal yapı seni bir yerlere getirmiştir? Bugün de yorgunluktan kaynaklı olarak, kurumsal yapı, bir nöbet değişimi talep etmektedir. Neden itiraz ediyorsun ki? Önemli olan kurumsal yapının sağlamlığı ve sürekliliğidir. AK Parti teşkilatları bu değişimi yapamadığı ve gerçekleştiremediği takdirde, siyaset sahnesinden silinip gidecek, siyasetin tozlu raflarında yerini alacaktır.

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan, Afyonkarahisar’da başlayan ve “Hep Birlikte, Büyük Hedeflere” temalı, AK Parti 26. İstişare ve Değerlendirme Toplantısının açılış konuşmasında; ‘’Değişime direnmek, akıntıya karşı kürek çekmek gibidir. İşte bu gerçekten hareketle bir süredir teşkilatlarımızda ve belediyelerde yenilenme ihtiyacımız bulunuyor. Bu benim şahsi tercihim veya partimizin kendi kendine icat ettiği yöntem değildir. Aslında bu, milletimizin talebidir. Bu yenilenme sürecini, değişim ihtiyacını, tazelenme talebini kendi irademizle gerçekleştirmek mecburiyetindeyiz. Eğer bunu biz kendimiz yapmazsak, sandıkta milletimiz yapar. Ona fırsat vermeden bu işi kendimiz çözmemiz gerekir. Bundan kimsenin alınmaması gerekir. Dünya değişirken Türkiye’nin yerinde saymasını beklemek ne kadar yanlışsa, Türkiye değişirken AK Partinin de olduğu gibi kalmasını beklemek o kadar yanlıştır. Esasen biz, kurulduğumuz günden beri bu yenilenme sürecinden hiç kopmadık. Bugün bu meseleyi çok fazla konuşuyor olmamızın sebebi, Türkiye’nin içinde bulunduğu şartların çetinliğidir. Unutmayınız ki çetin yollar, yorgun bedenlerle aşılamaz’ şeklindeki konuşmalarının, Dünya ve bölgemiz yeniden dizayn edilirken, küresel güçlerin  ‘böl – parçala – yönet ve yut’  projelerinin gün yüzüne çıktığı bir dönemde,  bireysel – kurumsal – devlet ve millet olarak da hazır olabilmemiz için acil ve ivedi tedbirler alınması gerektiği vurgularının da çok dikkate değer olduğunu düşünüyorum.

Dünya ve bölgemizde çok çetin gelişmeler olmaktadır. Kurumsal yapılarda devamlılığı adına bu çetin gelişmelere karşı önlem ve tedbirler almak zorundadır. Bu önlem ve tedbirler bireyler açısından bir tasfiye hareketi olarak algılanmamalı, üzerimize doğru gelmekte olan çok büyük sorunlara karşı hazırlıklı olabilmenin öngörülerdir. Bu tedbiri almadığınız takdirde, kurum ve birey olarak da beka sorunu ile karşı karşıya kalabilirsiniz. Ya tedbir alır, öngörülebilir sorunlara karşı hazırlıklı oluruz ve üyesi olmakla gurur duyduğumuz kurumsal yapı,  üst kimlik ve üst kurumsal yapı olan DEVLETİN Varlığı ve Bekası sorunu ile yüzleşmek zorunda kalmayabiliriz. Bu tedbir ve önlemler, üst kurumsal yapı olan DEVLETİN Yok olmaması adına yapılan girişim ve gelişmelerdir. Bölgemizde daha dün diyeceğimiz kadar yakın bir zamanda Devletleri olan milletlerin bugün sıkıntılı ve parçalanmış durumlarından dersler alabilmek ümidiyle!

Bölgemizi Balkanlaştırma Referandumu!

Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi lideri Barzani, bölge devletleri ve komşularının da yapılmaması yönünde ki tüm uyarı ve ikazlarına rağmen,  25 Eylül tarihinde Bağımsızlık referandumu gerçekleştirdi. Barzani bu girişimi ile neyin fitili ve ateşini yakmıştır? Küresel güçler,  Barzani’ye bölgeyi balkanlaştırma görevini mi vermiştir? Yakmış olduğu bu ateşte Barzani de yanacak mıdır? Yoksa Barzani gerçekten de çocukluk hayali olan bağımsız bir Kürdistan devletini kurabilecek midir? Velev ki kurduğunu farz edelim! Küresel güçler bu devletin yönetimini de bu aileye bırakacak mıdır? Kukla bir devlet olmaktan kurtulması mümkün müdür? Yakmış olduğu bu fitne ateşinin devamı gelecek midir?  Yoksa Barzani’ye sadece bu fitne ateşini yak gerisini biz hallederiz mi, dediler! Daha nice sorular ve sorular! Neden soruyoruz tüm bu soruları ki! Daha dün Yugoslavya da olduğu gibi!    İlkokul – ortaokul ve lise yıllarımız da tarih, coğrafya ve dünya tarihi ders kitaplarında okurken var olan bir devletin bu gün gözlerimizin önünde silindiğini, nasıl parçalandığını unutmamak ve dersler alabilmek adına, soruyoruz!

Barzani referandumu ile yüz yılardır barış ve huzur içinde, tüm farklılıkları ile mutlu ve mesut bir şekilde yaşayan Yugoslavya Cumhuriyeti ve vatandaşlarının durumunu hatırlattı! Yugoslavya Cumhuriyetinin uzun yılar devlet başkanlığını yürüten Tito, kendi döneminde tek partili yönetim altında “Yugoslav” üst kimliği ile bir bütünlük ve birlik sağlamaya çalışmıştır. Tito’nun; ‘Yugoslavya altı cumhuriyet, beş ulus, dört dil, üç din, iki alfabe, bir siyasal parti ve bir Yugoslav’dan ibarettir’  vurgularının da çok manidar olduğunu düşünüyorum. 1980 yılında Tito’nun ölüm tarihine kadar, bu ülkede 2. Dünya Savaşından beri istedikleri etnik ve dini temelli kaos hedeflerine de ulaşamayan tüm küresel güçler ve içerideki işbirlikçileri, bu cumhuriyetin bileşenleri olan, altı cumhuriyet ve beş ulus için emperyal hedefleri doğrultusunda her türlü fitne ve fesat tohumlarını ekmeye ve harekete geçirmeye başladılar. Meydan boş kalmış ve küresel güçlerin ajanları bu ülkenin her bir bölgesinde cirit atmaya başlamışlardı. Bu fitne ve fesat tohumları ilk meyvelerini 1989 yıllarında vermeye başladı. İlk bağımsızlık referandumunu da öncelikle Hırvatlar başlatmıştır. Hırvat lidere daha sonra ki yıllarda ‘neden böyle bir bağımsızlık referandumunu başlattınız’  şeklinde bir soru yöneltildiğinde, küresel güçler ve onların bölgemizdeki ajan stratejistleri tarafından bana verilen görevimi tam manası ile yerine getirdim ve Yugoslavya cumhuriyetinin de parçalanmasını sağladım, diyecektir.

Yugoslavya bölgesinde başlayan bağımsızlık referandum hareketlenmeleri daha sonra diğer etnik grupların da devreye girmesi ile yediye tamamlanmış oldu. Tabii ki bu bağımsızlık referandum hareketlenmelerini ateşleyen küresel güçler ve işbirlikçilerine de bir ‘Suçlu’ aranması ve tüm bölgede yaşanan gelişmeler de bu kişiye yüklenilmesi gerekiyordu.  Bağımsızlık referandum hareketine en son başlayan Müslümanların yaşadığı ‘Bosna – Hersek’ bölgesindeki yer altı kaynakları bahane edilerek, Sırp ve Hırvat çeteler bu bölgeye saldırmışlar, toplamda Yugoslavya’da en az 300 bin insan ölümleri ile sonuçlanan bir parçalanma süreci yaşanmıştır.   Dedik ya bu bağımsızlık hareketlerine bir suçlu devlet ve bir de deli birey aranması gerekiyordu, küresel güçler ve işbirlikçilerine.  Yugoslavya Savaşı nedeniyle kurulan Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne yargılanan Bosnalı Sırp lider Radovan Karaciç, kendisine yöneltilen bir soruya vermiş olduğu cevap çok ilginç ve kulaklarımıza da bugün için küpe olacak niteliktedir. Karaciç, Yugoslavya iç savaşının, bazı ülkelerin, emperyalist çıkarlarını gerçekleştirmek amacıyla, küçük bir ulusu kendi çıkarları için kullanmasının bir örneği olduğunu, Yugoslavya’nın parçalanması ve Bosna savaşı ‘büyük güçler’ tarafından ben siyasi yaşama girmeden çok önce öngörülmüştür. O zaman istihbarat ve askeri servislerini kullanarak bu olayları başlattılar. Karaciç,  Artık, “Dünyanın bu gerçekleri öğrenmeye ve uluslararası toplumun da kendi hesapları için neler yaptıklarını görmeye hakkı var”  şeklindeki ifadelerinin de bölgemizde ki tüm gelişmeler, adı her ne olursa olsun, referandum veya başkaca bir şey, olayları bir kez daha değerlendirebilmemiz, dersler ve tedbirler alabilmemiz gerektiğini de düşünüyorum.

Dünyamız, Küresel güçlerin emperyalist durumlarının devamı ve hegemonyaları için her yüz yılda veya ara dönemlerde yeniden bir bölme, bir parçalama, haritalanma ve dizayn girişimlerine sahne olmaktadır. Dünyanın küresel güçler açısından yönetilebilir bir durumda olması için sadece devletçiklerin bulunması da yeterlidir. Büyük devletlerin var olması kendi hedefleri için çok da uygun değildir. Bölgemiz açısından, yine hegemonyalarının devam edebilmesi için bölgede ki hiçbir devletin TÜRKİYE ile yan ayan gelmemesi de gerekmektir. Bunun için de bölgemizde Afganistan, Irak, Mısır, Suriye ve Libya vb. ülkelere ‘Özgürlük’ adı altındaki saldırılar da bunun birer yansımalarıdır. Türkiye bölgesinde herhangi bir ülke ile birlikte, bölgenin huzuru –selameti ve kalkınması adına harekete etmeye başladığı anda,  yüz yıllardır devam eden, bölgedeki hegemonyamız ve sömürülerimiz de tehlikeye girer, ifadelerinin de çok dikkati calip, olduğunu düşünüyorum. Küresel güçler, Yugoslavya parçalanırken – balkanlaştırılırken, Hırvat lidere vermiş oldukları bu görevi,  bu gün de bizim bölgemiz de Barzani ailesine vermişlerdir. Küresel güçler bölgemizde ki parçalama ve balkanlaştırma girişimlerine devam edeceklerdir. Bu parçalama ve planlarından asla vazgeçmeyeceklerdir. Sadece biraz öteleyebilirler, geciktirebilirler! Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ve bölge halkları olarak, tüm etnik ve dini farklılıklarımızı bir zenginlik kabul eder ve sadece ‘BİR – BERABER – İRİ – DİRİ ve KARDEŞ’ olabilirsek, istedikleri plan ve hesapları yapsınlar,  bölgemizden elleri bom boş olarak dönmeye mahkûm olacaklardır. Tüm hesapları, planları ve balkanlaştırma girişimleri de AKAMETE uğrayacaktır.

Türkiye Kuşatılırken!

Osmanlı imparatorluğu, sömürgeci güçler ve içerideki işbirlikçileri maharetiyle, parçalanma ve bölünmenin eşiğine getirildikten sonraki süreçlerde, Türkiye Cumhuriyetinin de kurulması öncesi ve sonraki aşamalarda, küresel güçler, çevremizde kendilerine bağlı küçük, kontrol edilebilir ve uydu devletçikler kurmuşlardır. Acaba neden? Küresel güçler parçalanmış bir imparatorluğun bakiyesi olarak kurulan yeni Cumhuriyetin çevresinde nefes almasına dahi tahammülleri yoktu? Neden? 20 milyon kilometrekare alandan, 780 bin kilometrekarelik alana sıkıştırılan bu yeni devletin;  tarihi, kültürel ve dini bağları olan devletler ve milletler ile bağlantı kurulmasına engel teşkil edebilecek, tüm hazırlıklar ve planlamalarda yapılmıştı. 100 yıllık süreç,  tabii ki küresel güçlerin içerideki işbirlikçi ve taşeron adamları vasıtasıyla da,  bu planları çerçevesinde gelişmiş ve istedikleri gibi de içimizde ve dışarıda at koşturabilmişlerdir. Ne zaman ki devletin işleyişinde, küresel güçlerin 100 yıllık planlarına muğayir bir durum sezildiği anda ise, yine içimizdeki hain ve işbirlikçilerden almış oldukları istihbarı bilgiler muvacehesinde, darbeler ve muhtıralar hiçbir zaman eksik olmamıştır. Tabii ki bizler içerideki vatandaşlar olarak,  çoğu zaman neler olup bittiğini de hiçbir zaman algılayamadık! Devlet yönetimindeki kısır ve şahsi çekişmeler zannettik, tüm bu olup bu gelişmeleri!

Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve milleti, içimizdeki taşeron fakat tipleri bizden, çipleri ve kontrolleri dış güçlerin ellerinde olan, hain ve işbirlikçilerle en son 15 Temmuz işgal girişiminde ile yüz yüze geldi.  Nasıl olabilirdi? İnsanın aklının alması mümkün olmayan şeylerdi? Bizim gibi ülkelerde, küresel güçler, her daim içerideki adamlarına vermiş oldukları maddi ve manevi vaatler karşılığında, her türlü ihaneti bekleyebilirdiniz! Bu durumu da anlayabilmek çok zordu?  15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi bu milletin birliği, beraberliği, uyanması ve kenetlenmesi için de bir vesile olmuştur. Her krizin bir fırsatı da beraberinde getirdiği gibi! Tabii bu krizlere ne kadar hazırlıklı olabilir ve önlemlerinizi de millet olarak alabilirseniz, bir fırsattır! Aksi halde,  parça parça olabilir ve beka sorunu ile de karşı karşıya kalabilirsiniz!

Türkiye Cumhuriyeti devleti, son dönemlerde, küresel güçlerin 100 yılardır bizim bölgemizdeki hesapları ve planlamalarına yönelik neler ve ne gibi karşı projelerde üzerinde çalışmaktadır? Neler oluyor da bizim göremediğimiz, anlayamadığız ve yorumlayamadığımız, küresel güçler ve içerideki taşeronlarının tamamını harekete geçirecek? İçeride ki 1000 yıllık uyuyan hücrelerini her ilimizde ivme kazandıracak? Demek ki Devlet olarak birilerinin menfaatleri ve nasırlarına dokunuyorduk; 100 yıllar sonra! Hakikaten neler oluyordu, bölgemizde? Anlayan birinin bu durumu da açıklaması gerekiyordu? Neler oluyor? Olan şeyler doğal bir durumdu, aslında!  Bir devlet, milleti ile birlikte, beka sorunu yaşamamak adına, varlık – yokluk mücadelesi olarak, 100 yıl önceki yaşanan kocaman imparatorluğun parçalanma sürecine tekrardan girmemek adına bir duruş sergilemekteydi. Bu yaşananların bir daha tekrarı da olmayacaktır! Bugün veremediğiniz duruş ve tepkilerinizi bir daha vermek için zaman, imkân ve fırsatınız da olmayacaktır! Vakit şimdi! Bu devlet ve miller, BEKASI ve VARLIĞI adına bu duruşu ve tepkileri vermekte olduğu için küresel güçler ve içerideki işbirlikleri maharetiyle bir kuşatma ve çevreleme girişimlerine maruz kalmaktadır!

Kürsel güçlerin kendi adlarına bir birleri ile karşı karşıya gelmek suretiyle karşılıklı savaş dönemleri artık tarihin tozlu sayfalarında kalmıştır. Küresel güçler, çıkarları doğrultusunda yürümeyen bölgelerde, kurmuş oldukları terör örgütleri üzeriden vesayet ve vekâlet savaşlarına dünyamız sahne almaktadır. ABD’nin Las Vegas eyaletinde yaşananlar da bunun bir göstergesidir! Küresel güçler için bu vesayet savaşında, dünya imparatorluğu ve hegemonyaları adına, karşılıklı olarak ne kadar insanın öldüğü veya öldürdükleri de umurlarında değildir! Tek bir hesap vardır! Hegemonya ve sömürülerinin sadece devamıdır! Tek bir hesap vardır! Karşılıklı olarak öldürülen insanlar üzerinden birbirlerine ne kadar mesaj verebildikleridir!

Bölgemizdeki tüm gelişmeler ve özellikle, Kuzey Iraktaki Barzani bağımsızlık referandumu da bu türden gelişmelerdir. Küresel güçler, bölgemizdeki terör örgütlerine yapmış oldukları askeri ve lojistik yığınaklar da bunun göstergeleridir! Aslında resmen kuşatılıyoruz! Vesayet üzerinden çevreleniyoruz! Neden diye sormayacak mısınız? 100 yıllardır olduğu gibi içerideki işbirlikçileri maharetiyle yürüttükleri Devlet yönetimini; Emir, komuta ve kontrolleri altına tekrardan gelebilmemiz için! Bizler içeride halen bir birimizle uğraşmaya devam edelim! Bizler içeride günlük siyasi ve şahsi kısır çekişmelere devam edelim! Bizler içeride günlük menfaat, komisyon, makam ve rant peşinde koşmaya devam edelim! Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın  içeride özellikle de devlet kademelerinde, yapmaya çalıştığı bazı girişim ve operasyonlar, bu kuşatma ve çevreleme saldırılarına karşılık, büyük bir önlem ve çok büyük bir temizlik harekâtıdır! Tüm bu yaşanan gelişmeleri, anlamayanlar ve inatla da anlamakta zorluk çekenler için bir kez daha hatırlatmak istedim! Devlet ve Millet olarak; Bu kuşatma ve çevreleme operasyonlar ile yaşadığımız bir BEKA, bir VARLIK ve YOKLUK mücadelesidir!

Uzaktan Kumandalı Üniversite Dönemi Bitti!

Selçuk Üniversitesi, kurulduğu tarihten itibaren,  altyapı – üstyapı ve teknik  olarak da
gelişme ve büyümesini de bir eğitim kampüsüne de yaşaşır bir şekilde   sürekli olarak değiştirmeye ve  geliştirmeye devam etmiştir. 1980 yılların son demlerinde,  Rektör Halil  Cin hoca,   büyük bir cesaret timsali ve  risk alarak,  üniversitenin şehrin değişik  bölgelerinde ki fakültelerin dağınıklığı, öğrencilerin de erişimi ve yönetim sorunlarını  da dikkate almak suretiyle,  şehrin de  genişleme ve gelişme bölgesi olarak öngördüğü, bugün itibari ile,    üniversitenin bulunduğu   kampüs alanına taşınma  işlemlerine  karar vermişti.  O günlerde alınan  ve uygulamaya geçilen bu taşınma kararı,  Türkiye’nin ekonomik ve siyasi şartları göz önüne aldığımızda  ve  düşündüğümüzde  çok büyük bir  cesareti ve öngörüyü de sergilemektedir. Bir daha seçilme kaygısı olan bir rektör ve  Konyalı olmayan bir  hocanmızın alabileceği bir risk  gibi de  görünmüyor. Üniversitenin bu günlere gelmesinde emeği geçen  tüm rektör, idareci ve personeline  teşekkürlerimi sunar, rahmeti rahmana kavuşanlara da,  Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah’tan Rahmet niyaz ederim.
Selçuk Üniversitesi şehrimizde bulunan ve bünyesinden çıkmış, bir adet devlet ve iki adet  vakıf üniversitesine, kuruldukları tarihten  bu günlere kadar, hem hamilik, hem abilik, hem de lojistik olarak destek vermeye devam etmektedir.  SÜ ismini almış olduğu, Selçuklu kadim  medeniyeti – kültürü ve 42 yılın da  vermiş olduğu bilgi – birikim ve tecrube,  şehirde yeni kurulan üniversitelere,  hamilik ve abiliği de  gerektirmektedir.  Selçuk Üniversitesi; Bugün itibari ile bünyesinde  ki  23 fakülte, 6 enstitü, 6 yüksekokul, 22 meslek yüksekokulu, 1 devlet konservatuarı, 3 binin üzerinde akademisyeni, 5 bin idari personeli ve 97.000’i aşkın öğrencisi ile Türkiye’nin en büyük yükseköğrenim kurumları arasında yer almaktadır.

 

Selçuk Üniversitesi kurulduğu tarihten sonra gelişmesi ile birlikte de şehir merkezinde rektörlük  ve  idari yönetim binası da  ihdas edilmiştir. 1990’lı yıllardan sonra ise kampüs bölgesine yeni fakültelerin açılması,  şehir merkezinde bulunan idari birimler  ve fakültelerin de taşınma işlemlerine de hız verilmiştir.  Fakültelerin taşınmasının büyük bir kısmı gerçekleştirilmiştir. İdari birimlerden ise sadece rektör hocaya yönetimde kolaylık ve etkinlik sağlama  noktasında,  aciliyet arz eden birimler şehir merkezindeki  yönetim binasında kalmıştır.  1990’lı yıllardan itibaren kampüs alanında ki büyük  değişim ve gelişmelerle birlikte, rektör adaylık dönemlerinde  ki her bir rektör adayı hocamızın,  acil ve  öncelikli olarak yapılacaklar listesinin birincil sırasında,  yerinden yönetim  ve erişim mantığı  çerçevesinde, şehir merkezindeki rektörkük binası ve idari birimlerin de kampüs bölgesine taşınması hedeflerinin arasında olmuştur. Olması gereken ve doğru olan da zaten budur.  Bugüne kadar tüm tektör adayları hocalarımızın hayali  – hedefi – ideali  ve söylemi  olan, rektörlük  yönetim binası ve idari birimlerin merkezden  kampüs alanına taşınma hedefi; S.Ü. Rektörü Prof. Dr.  Mustafa Şahin hocamıza nasip olmuştur.  Rektör hocama  ve ekibine, buradaki  tüm çalışmaları ve almış oldukları büyük risk ve cesaret örneği için de teşekkürlerimi sunar, başarılar dilerim.

SÜ rektörlük binasının, uzaktan kumandalı durumdan,  yerinden ve etkin bir yönetim mantığı çerçevesinde,  kampüs alanına taşınması ile birlikte rektör hocama, çok daha büyük sorumluluklar ve görevlerde düşmektedir. Rektör hocam, yerinden ve etkin yönetim  ile çevresini sarmış ve bazı doğruları da görmesine – duymasına dahi izin veremeyen,  şarlatan tipteki, üniversite ismine ve markasına zarar veren, fil dişi kulelerinden  ahkam kesen,  bütün küçük dağları da ben yarattım edasındaki akademisyenlerden de arındırmalıdır. Rektör hocam,  sadece seçim döneminde kendisi için çalışan ve oy verenlerin  adamı ve hocası da olmadığını, tamamen bu üniversitedeki  3 bine yakın  akademisyen,  5 bin civarında ki en küçük düzeydeki idari  personel ve  97 bin öğrencinin de rektörü olduğunu,  erişilebilir  ve görüşebilir olması gerektiğini de  sadece  hatırlatmak isterim. Rektör hocam, yerinden ve etkin yönetim  çerçevesinde,  fakülte ve diğer idari  birimleri,  zamanlarının müsait olduğundaki   ziyaretlerinde, sadece çevresini sarmış olan,  akademisyen kimliğine yaraşır duruş – tavır  ve ifadeler de sergileyemeyen kişilerle görüşme ve istişarelerle de,   2023 – 2053 ve 2071 hedefleri doğrultusunda ki Türkiye’nin büyük ve araştırma – geliştirme üniversitesi olamayacağını,  bu hedeflere de ulaşamayacağını – erişemeyeceğini de, bir gazeteci ve iletişimci duyarlılığı ve gözlemlerime dayanarak,  sadece hatırlatmak isterim.

Teknoloji Transferine ‘DUR’ diyebilmek için!

Gıda ve Tarım, Dünyada önemi her gün artmaktadır. Dünyada gıda ve tarım alanında çalışmalar yürütmekte olan, bazı stratejistler ileri de gıda savaşların olabileceğini dahi öngörmekteler. Gelişmiş ülkelerdeki gıda israfı ve çok fazla tüketimi, az gelişmiş ve diğer ülkelerle kıyaslandığında,  dünyamızın ileride bir gıda kıtlığı veya gıda – tarım konusunda daha başka sorunlarla karşılaşılabileceğini de hesap etmekteler. Gelişen teknoloji ve teknik elemanların da yeterliliği ile ülkeler gıda güvenliği, sağlıklı ve doğal tarıma yönelik olarak da çalışmalar, araştırma ve geliştirme projelerine de büyük önem atfetmekteler. Devletimiz de bu konuda özellikle de araştırma ve geliştirme projelerine çok büyük önem ve destekler de vermektedir. Tabii ki bu konuda devleti, milleti ve gıda güvenliği konusunda da insanlık için de bir derdi olan bilim adamlarımız ve üniversite yönetimleri de büyük çalışmalar ve gayretler de sarf ediyorlar. Emeği geçen her bir bireye, bu konuda risk alıp yatırım yapan iş adamlarımıza ve tüm bilim adamlarımıza da buradan teşekkürlerimi sunarım.

Devletlerin özellikle de bizim gibi gelişmekte ve az gelişmiş ülkeler, vatandaşlarının refahı adına, tüm altyapı, üstyapı ve sanayi yatırım çalışmalarına hız verirler. Bu yatırımlar bir aşamaya geldikten sonra, teknoloji gelişmiş ve sizin yapmış olduğunuz bu yatırımlar için ek teknoloji yatırımlarına ihtiyacınız olacaktır.  Yani yapmış olduğunuz yatırımlar ile bu güne kadar kazandığınızı tekrardan yeni teknolojinin transferi için ödemek zorunda kalacaksınız! Bu yeni teknolojiyi de almak, transfer etmek zorundasınız! Aksi halde dünya ile rekabet edemezsiniz. Yapmış olduğunuz bu devasa ölçekteki yatırımlarınız artık eski ve demode bir durumdadır! Gelişmiş ülkeler, geliştirmiş oldukları bu teknolojileri bir aşamaya kadar olanı bizim gibi ülkelere satar ve ülke olarak da yeni ve bir üst versiyonunu geliştiremiyorsanız, her daim bu teknoloji ve bilim adamı transferi ettiğiniz ülkelere muhtaç durumdan kurtulamazsınız. Bunun da yolu, bilimin, araştırma ve geliştirmenin merkez üssü konumunda ki üniversitelerimiz ve burada yetişmiş olan beyin bilim adamlarımızdır. Devlet ve millet olarak beyin göçüvermekten ve teknolojiyi de transfer etmekten kurtulmanın zamanı çoktan geldi ve de geçmektedir! Bu konuda ülke olarak ne kadar ivme yakalayabilirseniz dünya ile rekabette de o kadar hızlı ve çabuk mesafe alabilirsiniz. Aksi halde her daim gelişmiş ülkelerin ürettiği bu teknolojiye mahkûm durumdan kurtulamayız ve bu ülkelere de beyin göçü vermeye devam ederiz.

Biyoteknoloji;  İnsan, hayvan ve bitki hücrelerinin fonksiyonlarını anlamak ve değiştirmek amacıyla uygulanan, çeşitli teknikleri ve işlemleri tanımlamak için kullanılan bir terim ve bilim dalıdır. Canlıların iyileştirilmesi ya da endüstriyel kullanımına yönelik ürünler geliştirilmesini, modern teknolojinin doğa bilimlerine uygulanmasını kapsar. Başka bir tanıma göre; Bitki, hayvan veya mikroorganizmaların tamamı ya da bir parçası kullanılarak yeni bir organizma (bitki, hayvan ya da mikroorganizma) elde etmek veya var olan bir organizmanın genetik yapısında arzu edilen yönde değişiklikler meydana getirmek amacı ile kullanılan yöntemlerin tamamına denilmektedir. Biyoteknoloji, temel bilim buluşlarını kısa sürede yararlı ticari ürünlere dönüştürebilmesiyle bir anlamda kendi talebini de yaratabilmektedir.

Konya Gıda ve Tarım Üniversitesi, kısa bir süre önce kurulmasına rağmen, yürüttüğü bilimsel ve ar-ge çalışmaları ile adından sıkça söz ettirmeyi başaran,  Türk tarımına ivme kazandıracak, yeni bir proje için çalışmalarına başladı.   Konya Şeker ve PANKOBİRLİK ile birlikte yürütülecek olan, domates üretimini olumsuz etkileyen organizmaların, kimyasal madde kullanılmadan ortadan kaldırılması amaçlanan bir projeyi de uhdelerine aldı.  Ülkemizde üretilmeyen, yurt dışından ithal ettiğimiz, özellikle gıda alanında daha sonra sağlık alanına da geçecek, kimyasal kullanmadan, bakterilerle domates güvesini öldüren kit üretmek için ar-ge çalışmaları yürütülmektedir. Bu çalışmalar daha sonra özel sektöre de açılacak, istenen kitler milli olarak üretilmiş olacak. Domates güvesi ile mücadelenin yapılacağı bakterilerden üretilecek formulasyonunun olduğu bu kitler, Konya Şeker ve PANKOBİRLİK ortaklığı ile üretilip, Konya Şeker’in seralarında uygulama alanı da bulurken,  Pankobirlik ile Türkiye’de ticari olarak satılmasının da önü açılmış olacaktır. Konya Gıda ve Tarım Üniversitesinin yürütücülüğündeki bu proje; Konya Şeker, PANKOBİRLİK ve Zirai Mücadele Merkez Araştırma Enstitüsü’nün ortaklığında hayata geçmesi için de çalışmalar başlatılmıştır. 

Bu asil milletin ve devletin kalkınması adına, risk alan, özellikle de beyin patlatan bilim adamlarımıza.. Her yıl milyarlarca dolar ödediğimiz teknoloji transferinin de önüne geçebilmek adına  ar-ge çalışmaları yürüten bilim adamlarımıza.. Yetişmiş bilim adamlarımızın da gelişmiş ülkelerdeki devasa ölçeklerde ki projeler için beyin göçüne de izin vermemek adına da yatırım yapan ve risk alan; Bu ülke ve milletimizin de bir ‘SİLİKON’ vadisi neden olmasın, diyebilen!  Hemen bir getirisi olmayan, insanlık için  gıda – tarım güvenliği adına bu alanlara yatırım yapan iş adamlarımıza.. Üniversitelerimizde, işi gücü dedikodu üretmekten arınmış, ona buna laf yetiştirmekten kendini soyutlamış, sadece ve sadece  bu ülke ve millet sevdalısı, bu ülkenin kalkınması için de bir derdi olan, üniversite ismi ve bilim adamına da yaraşır bir şekilde, çalışmalar yürüten, tüm akademisyen hocalarımıza.. Özellikle de araştırma – geliştirme projelerine öncülük eden, katkıda bulunan her bir bireye ve üniversitelerimizdeki araştırma geliştirme projelerinde görev alan ve kurumlarımızın her bir üyesine de buradan tebriklerimi sunar, başarılar dilerim.

 

Herkes,  İŞİNİ,  İYİ yapmalı!

Geçtiğimiz günlerde, Meram Belediyesi tarafından tertip edilen ve yürütücülüğü de uhdesine alan,  ‘Elinde AŞ, Kalbinde AŞK’ temalı, 28-30 Eylül tarihlerinde icra edilecek,  Ateşbaz-ı Veli, Aşçı Dede, Mutfak Kültürü Günleri, basın tanıtım toplantısına katıldık. Tanıtım programına,  Başkan Fatma Toru, Belediye Başkan yardımcıları, Belediye Meclis üyeleri, Belediye basın çalışanları ve Anadolu Halk Mutfağı Derneği başkanı Adnan Şahin bey ile birlikte basınımız tarafından da yoğun bir katılım ve ilgi bulunuyordu. Başkan Fatma Toru, basın tanıtım programında yapmış oldukları açıklamalarda, etkinlikler çerçevesinde, bu tarihlerde kadim medeniyetimizden gelen mutfak kültürü hakkında da kabaca bilgiler verdi.

Meram Belediye Başkanı Fatma Toru, 28-30 Eylül tarihlerinde ki Ateşbazı Veli Mutfak kültürü günleri etkinlikleri çerçevesinde ki basın tanıtım toplantısında, Anadolu coğrafyasının çok sayıda medeniyete ev sahipliği yapmasının, ülkemiz için de zengin bir mutfak kültürünü de sağlamıştır. Ülkemiz mutfağının tanıtımı adına ilk kez 2010 yılında İstanbul’da düzenlenen bu etkinlikler, 2014 yılında Konya’ya taşınmıştır. Ateşbaz-ı Veli, Meram ilçemiz sınırlarında meftun, bir Allah dostudur.  Mekân ile program ilişkisi anlamında etkinliklerin Konya’da yapılması da çok manidardır. Aynı zamanda Ateşbaz-ı Veli, bizim ‘Aşçı dede’mizdir. Şehrin ve ülkenin tanıtımında, Ateşbaz-ı Veli’nin güçlü bir simge olduğu, Ateşbaz-ı Veli’nin, uluslararası arenada adına türbe yapılan ilk aşçı olduğu için de tüm gastronomi çevrelerince de bilinmektedir. Ateşbaz-ı Veli, sadece aşçılığıyla tanınmıyor, bizim için sadece bir mutfak ekolü ve sadece mutfak kültürünün taşıyıcısı de değildir. Ateşbazı Veli, aynı zamanda bir eğitim ve bir terbiye makamıdır. Biz arzu ediyoruz ki Ateşbaz-ı Veli, hem yemek kültürümüzle, hem tasavvufi boyutuyla, hem de eğitim konusunda da bir ekol olması ile uluslararası arenada ve bu anlamda da tanıtabilmek, noktasında ki açıklamalarının da çok dikkate değer olduğunu düşünüyorum.

Ateşbaz-ı Veli, kabaca incelediğimizde; Mevlana Dergâhının en mühim kısımlarından biri Matbah-ı Şerif, en önemli şahsiyetlerinden biri ve temsil ettiği makamdır. Tam bir teslimiyet makamı olan Matbah-ı Şerif’te yüzyıllar boyunca ‘hem aş, hem de gönüller’ pişirilir. Aileyle birlikte Horasan’dan gelen, daha zayıf bir rivayete göre de Karaman’dan bu kutlu kafileye katılan İzzeddin oğlu Yusuf’a, Dergâhta yemek pişirmek için odun kalmayınca Hz. Pir’in himmetiyle ayaklarını kazanın altına sokarak kazanı kaynatması üzerine, yine Hz. Mevlana tarafından ‘Hay ateşbaz, hay!’ denilerek bu isim konulur.

Gastronomi, sözlükte yemekten anlama, iyi yemek sanatı ve yemek bilimi gibi tanımlamalara verilen ve yemeğin alfabesini bilmektir. Yemek, yalnızca yaşamak ve karın doyurmak için yenilmez. Yemek kültürel bir bağdır, ifade sanatıdır, bir yaratıcılıktır, bir sosyalleşmektir! İnsanlar ve uluslar arasında kurulan güçlü bir bağdır. Gastronomi, yemek ve kültürler arasındaki ilişkiyi inceleyen bir uzmanlık alanı da diyebiliriz. Gastronominin içinde hijyen neredeyse ilk sıradadır; Yemeğin anatomisini bilmektir. Hem hijyenik, hem iyi hazırlanmış, hem damağa ve hem de göze hitap eden bir sistemdir. Bir gastronom için  yemeğin içindeki malzemelerin kimyasal açıdan da birbirini tamamlıyor olması, birbirleriyle uyum içinde olması, etkileşimlerinin güçlü ve doğru olması, oranları ve ölçüleri, kullanılan malzemelerin tazeliği, mevsiminde olup olmadığı ve hatta yetiştiği toprağın özelliği dahi önemlidir.  Turizm fakülteleri bünyesindeki Gastronomi bölümleri ile zengin bir yapıya ve çeşitliliğe de sahip olan Türk mutfak kültürünün akademik bir çerçevede muhafaza edilmesini, gelecek kuşaklara da taşınmasını sağlamak ve bu kültürü dünya arenasında, uluslararası platformlarda da tanıtımı amaçlanmaktadır.

Meram belediyesi tarafından yüklenilen ve bir sosyal sorumluluk projesi kapsamında uhdelerine alınan, ‘ Elinde Aş, Kalbinde Aşk’ konsepti çerçevesinde ki, ‘Ateşbaz-ı Veli, Aşçı Dede, Mutfak kültürü günleri’ için öncelikle tüm belediye ekibine, sponsor firmalarımıza ve emeği geçenleri şimdiden tebrik eder, başarılar dilerim. Böyle etkinliklerin sadece bir kurum tarafından yüklenilmiş olması da biraz tuhaf gelmektedir!  Şehirde ki bu alandaki tüm paydaşlarla birlikte böyle bir program, daha kapsamlı olarak yapılabilir mi? Bu şehre gelen yerli ve yabancı turistler, sadece Meram ilçemizi mi ziyaret etmektedir, diğer ilçe sınırlarına, hiç selam vermeden bu şehri terk mi ediyorlar ki? Böyle bir etkinlik çerçevesinde, en önemli paydaşlardan birisi ve kazanan taraf olması gereken, bu şehrin Oda ve Meslek kuruluşları neredeler ki? Şehrimizde bulunan üniversitelerimizin, Turizm fakülte dekanları ve yöneticileri,  Gastronomi bölüm başkanları ve bölümün diğer öğretim görevlisi hocalarımız neredeler? Masa başında mı anlatacaksınız ki, yemek yapmayı ve mutfak kültürünü, öğrencilerinize!  Şehrinizde, yemek ve mutfak kültürü ile ilgili kapsamlı bir etkinlik düzenleniyor ve bu etkinlikte ki fayda sağlayacak olan, kazan kazan konumunda olması gereken,  tüm paydaşlardan hiç kimsecikler yok! Ne ala memleket!    

Geçtiğimiz günlerde, biz gazetecilere yönelik olarak; Ömründe gazete görmemiş, bir öğrencisinin elinden tutup, bir gazete veya basın kuruluşuna ziyarete gelememiş,  gazetecilerin çekmiş olduğu maddi ve manevi sıkıntıları bilemeyen, kendi fil dişi kulesinden, yani Kaf dağının arkasından,  ahkam kesen bir akademisyenin hakarete varacak düzeydeki ifadelerine bir bakalım! Bu şehirde ki, ‘gazetecilere, biz adamlığı da, gazeteciliği de öğreteceğiz’, diyen bir akademik mantalite ve düşünce yapısı ile nereye varabilirsiniz ki? Hangi ülke ile rekabet edebilirsiniz ki? Hangi akademik ve bilimsel  başarıdan bahsedebilirsiniz ki?

 

Bu Israr Niye!

Kuzey Irak bölgesel Kürt yönetimi lideri Mesut Barzani, dünyadaki ve bölgemizdeki karışıklıkları fırsat bilerek, bir oldubitti ile dün itibari ile bağımsızlık referandumunu yaptı. Biz yazımızı yazarken daha sonuçlar net olarak da belli olmamıştı.  Bu gün, sabah itibari ile sonuçlar da netleşecektir! Bölgedeki tüm komşu devlet ve liderler, bu bağımsızlık referandumu, sonucu ne olursa olsun,  ‘’YOK’’ hükmünde kabul ederken, bu karar da ısrar etmenin bir mantığı da var mıdır?  Bölgesinde, komşuları ile ticari ve diğer ilişkiler olmadan ne yapabilirsiniz ki? Tüm komşularınızla kavgalı bir durumda, nasıl huzur ve selamet bulabilirsiniz ki? Barzani, tüm bunlara rağmen yine de ısrar etmesinin bence başkaca bir hesap ve kitap içinde olması gerekiyor? Veya insanın akıl tutulması durumunda olması gerekir! Böyle bir durum olmadığına göre, bir bölgenin başkanı konumundaki lider, neden tüm bu işlere kalkışıyor, zorlama yolunu da tercih edebilir ki? Barzani, birey olarak kontrolünü tamamen kaybetmiş olabilir mi? Kürsel güçlerin tamamen denetim ve yönetimleri altına girmiş olabilir mi?  Anlamak ve yorumlamak gerçekten de zor bir durumdayız!

Küresel güçler, dünya hegemonyaları adına, dünya ölçeğinde ve bölgemizde meydana gelebilecek bir kaos ve savaş ortamından, ne kadar insanın bu işlerden zarar görebileceği de hiç umurlarında değildir! Tarihin tozlu sayfaları bunun örnekleri ile doludur! 1. Ve 2. Dünya savaşlarında ne kadar insanın öldüğü, kaybolduğu ve de yaralı olduğu da bellidir!  Soğuk savaş dönemleri ve 2000’li yıllara kadar da küresel güçlerin kurmuş oldukları terör örgütleri üzerinden, geçmiş savaşlarda kaybedilen insanımız kadar bir kaybımızda bulunmaktadır? Ne için? Tüm bunlara sebep nedir? Bu bölgelerdeki kaynaklara sahip olabilmek! Sadece ve sadece bu kaynakların yönetimi ve kontrolünü kendilerine bağlamak! Ülkelerinde sadece müreffeh bir hayata ulaşmak! Dünya hegemonyaları ve liderliklerinin de devamını garanti altına alabilmek!  Başkaca bir sebep mi arıyoruz? Afganistan ve Irak’a özgürlük! için gelen yine bu küresel güçlerin neler yaptığı da meydandadır! Buradaki vatandaşların özgürlüğü! için minimum 3 milyon insan hayatı ile ödemiştir. Kayıp olanlar ve yaralananlar mı? Onları hiç hesaba dahil edemiyoruz ki?   Peki, bu bağımsızlık referandumu ile bölgemizde ne kadar insanımız canı ile ödeyecektir? Bu ısrar ve inatlaşmadan sadece ve sadece bölge insanlarımız zarar görecektir. Bir bölgenin ve halkın lideri olduğunu da iddia eden bir kişi, vatandaşlarının ve tüm bölge halklarının da zarar görmesi adına, inatla ve ısrarla, böyle bir işe nasıl kalkışabilir ki? Bu durumu da anlamak gerçekten de zor!

Kuzey Irak bölgesel Kürt yönetimi lideri Mesut Barzani, almış olduğu bağımsızlık referandumuna karşılık,  bölgenin iki güçlü komşusu ve de garantörü konumundaki ülkelerini neden karşısına alabilir ki? Daha düne kadar, bölgenin yaşamsal alandaki her şeylerini temin eden bu ülkelere rağmen! Küresel güçler tarafından, daha üst perdeden garantiler veya başkaca vaatler mi almıştır? Bilemiyorum! Tarih bunları da yazacaktır! Nasıl ve ne şekilde yazacaktır? Yüz binlerce, belki de milyonlarca bölgemizin masun insanın canına mal olan bir kuru, inat ve kibir!  Değer mi tüm bunlara! Yazık değil mi bu insanlara!

Türkiye Cumhuriyeti devleti, devletimizin varlığına ve de milletimizin de birliğine büyük bir tehdit olarak gördüğü bu bağımsızlık referandumunu en sert tepkileri vermiştir. Olması gereken de budur! Başkaca bir tavır ve davranış bekleyen tüm devlet ve liderleri de hata ve hayal peşindedir. 15 Temmuz hain darbe ve işgal girişimi akabinde, devletimizin en kılcal damarları ve birimlerinden temizlenen hainler – taşeronlar ve işbirlikçiler, devleti ve milleti ile bütünleşen, her bir kurumu ile de yerli ve milli bir duruma geçen ve de duruş sergileyen, bu devletin almış olduğu tüm kararlardan, elbette ki tüm küresel güçler ve bölgesel aktörler de rahatsızlık duyacaktır. Aslında bölgemizde yaşanan ve yaşanması muhtemel  kavganın sebebi de budur! Dünyamız ve bölgemiz yeniden şekillenirken, yeniden dizayn edilirken, yeniden haritalar çizilirken ve yeniden bir paylaşım planlanırken, 65 ülkenin de altına da imza koyduğu, refah – zenginlik – huzur ve kazan- kazan durumu olan  ‘ Bir Yol – Bir Kuşak – Yeni İpek Yolu Projesinde, Ülkemizin konumu ve de duruşu sıkıntılar vermektedir, bölgemiz adına tüm operasyon yapan ve planlayan tüm oyunculara! Bölgemiz adına,  Kavganın sebebi de aslında budur!

 

Barzani ve Bir Yol Savaşı!

Küresel Güçler,  Dünya ölçeğinde ki, sömürü ve hegemonyalarının devamı adına, her dönem,  kaos ve savaş çıkarmaktan hiç çekinmezler. Küresel güçler,   sadece ve sadece,  ülkeleri  ve ülke insanlarının refahı – zenginliği için  ekonomik kaygılarla, diğer bölgelerdeki,  yer altı ve yer üstü kaynaklara  da kolay bir şekilde  ulaşmayı , erişebilmeyi planlar ve ona göre de  bu bölgelerde her türlü  kaos ve savaşlar çılarmaktan  da hiç bir zaman geri durmazlar. Bu işleri yaparken,  doğrudan  yapamadıkları dönemlerde ise kurmuş oldukları terör örgütlerini de, bu  bölgeleri  sadece karıştırmak ve kışkırtmakla hedeflerine ulaşmayı  planlar ve denerler.  Küresel güçler, başarıya ulaşabilmek için her bir yolu ve yöntemi,  bu terör örgütlerine de verilebilecek tüm lojistik, tüm  teknik,  tüm eğitim, her türlü  silah  ve diğer destekleri de hiç bir zaman eksik etmez ve de  sakınmazlar. Neden? Ne için yaparlar  tüm bu işleri? Babalarının hatırı için değil tabii ki! Koca koca  küresel güç ve devletlerin,  bir hesabı ve kitabı da mutlaka vardır ve de olmalıdır! Varlıklarının devamı ve de dünyada süper güç olma yolunda ki  hegemonyalarının sürdürülebilirliği adına yaparlar, tüm bu kirli ve de pis  işleri!

Küresel güçler, Hegemonyalarının sadece devamı için,  1. ve 2. Dünya savaşlarında, milyonlarca insanın ölmesine, milyonlarcasının evlerini ve  yurtlarını terk etmelerine, kaybolmalarına  ve sakat kalmalarına  da sebep olmuştur.  Küresel güçler, Neden yapmıştır tüm bunları? Bu kadar insanın ahını  almak için, sadece,  dünyalıklar adına değer mi? Medeniyet ve kültür  farkı da  budur işte! Var mı dır bizim kültürümüz ve medeniyetmizde, bir insanın ölümü ve  zarar görmesi üzerine kurulabilecek bir mutluluk ve huzur abidesi! Olabilir mi böyle bir şey! Küresel güçlerin refahı  için her şey  ama her şey normaldir, olabilir ve de  yapılabilir! Bizim medeniyetimizin  temeli ve özü, İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın!  Bir  İnsanın  ölümü ve insanlığın da yok olması  üzerine kurulabilecek bir refahı ve de bir  mutluluğu, tabii ki kabul edemeyiz!

Küresel  ve bölgesel güçler, 1. Dünya savaşından önce,  saflar  belirginleşmiş, taraflar ve bloklar netleşmiş, savaşın çıkması için de sudan bir sebep, bir bahane ve bir kıvılcımın  çakması  sadece aranmakta ve de beklenilmektedir.  Küresel güçler ve onların  bölgemizde cirit atmakta olan  arkeolog kimlikli ajanları tarafından dolduruşa gelen, gazlanan ve hangi vaatlerle olduğu da sır olarak kalan, Sırplı bir öğrencinin ‘Avusturya – Macaristan’  İmparatoruna suikast düzenlemesi, 1. Dünya savaşının kıvıcımını ve fitilini de ateşlemiş oldu. Küresel güçlerin istediği bir göz, bir Sırplı öğrenci onlara verdi tam çift göz!  Dünya  Savaşının  bahanesi bulunmuş  ve bölgemiz tam bir kan deryasına dönmüş oldu. Bu savaşlarda Dünya ölçeğinde,  minimum 136  ile  148 milyon arasında bir insanın  öldüğü düşünülmektedir. 1. Dünya savaşının kıvılcımı ve fitili;   tek bir  silah,  tek bir  mermi, bir sırplı öğrenci, bir imparator ve bir suikast! Sonuç! Tüm bunların sonunda ne mi olmuştur? Dünya ölçeğinde,  Milyonlarca insanın ölümü, dört  adet dünya imparatorluğu devletin  yıkılması –  parçalanması, küresel güçler tarafından  yönetilebilir ve  de kontrol edilebilir, irili ufaklı yüzlerce devletciklerin ortaya çıkarılması! Tüm bunlar yetmez gibi!  İnsanlık adına da dersler alınmamış gibi! Küresel güçler, yeniden bir  planlama, bir  bölme  ve de bir parçalama girişimlerine,  tekrardan ve yeniden bir haritalama operasyonlarına, dünya ve özellikle de bölgemiz sahne almaktadır.

Bu güne baktığımızda neler yaşanmakta ve ne gibi işler olmaktadır?  Kuzey Irak Bölgesel Kürt yönetimi bağımsızlık ilanı yönünde bir adım atmak suretiyle, bir referandum yapmaya kalkışmıştır.  15 yıldır, silah  ve zorbalıkla  boşaltığınız, insanlarını da başka bölgelere sürgün ettiğiniz  topraklarda mı,  yapacaksınız, bu referandumu?  Bunun adına da Bağımsızlık referandumu, diyeceksiniz öyle mi? Barzani ne yapmaya çalışıyor ki? Kim ve hangi güç, Barzaniye,  bu referandum  için talimat ve emirler vermektedir ki?  Barzani ve arkasında ki güçler, neyin Kıvılcımını ateşlemeyi planlamaktadır ki? Bu günün dünden,  yani 100 yıl öncekinden, 1. ve 2.Dünya savaşlarından öncesi konjonktutel durumdan bir farkı var mıdır? Dünya ve bölgemiz bir dejavu mu yaşamaktadır? Yoksa bizler, özellikle de Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Milleti olarak, bu işleri biraz abartıyor ve de çok mu büyütüyoruz ki? Devlet olarak,  yapılan tüm hazırlıklar,  tüm askeri ve diğer tedbirler normal midir? Tabii ki doğaldır ve de normal bir durumdur.  Devletimizin  bekası ve Milletimizin de birliği için yapılanlar azdır. Daha  fazlası da yapılmalıdır! Sen bu bölgeye 3 bin tır silahı,  kime ve kimlere, ne için yığmıştın? Sınırlarını korumak  için mi?  Zevk olsun diye mi? Spor olsun diye mi? Git başka bölgede,  özellikle de kendi sınırlarında yığınak yap,  tüm bu askeri hazırlıkları,  hem de zevkine ve de  spor olarak! Barzani bu referandum ile Dünya savaşını mı çıkarmayı planlamaktadır ki? Ağababaları böyle bir görev vermiş olabilirler mi ki? Ağababalarının yaşaması,  dünya hegemonyalarının da devamı ve sürdürülebilirliği adına, öncelikle durdurmayı veya denetimleri altına almayı  da planladıkları, 65 ülkenin de altına  imza koyduğu;  Kalkınma – Refah ve Zenginlik  projesi olan “”Bir Yol, Bir Kuşak – Yeni İpek Yolu”” savaşının fitilini ve kıvılcımını mı da ateşlemek görevini mi  vermişlerdir; Barzaniye, kendi ifadelerinde ki, bağımsızlık referandumu ile! Bilemiyorum ki!