CUMHURBAŞKANI; HALKLA İLİŞKİLER TANIMINI DEĞİŞTİRİYOR!

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan, siyasete atıldığı tarihten itibaren, tüm söylemleri ve eylemleri ile farklı bir lider, farklı bir siyasi figür ve çok farklı bir devlet adamı olduğunu sergilemektedir. Dünya liderleri ve halkları da bu duruşu sadece seyretmektedir.  Küresel sistem ve Dünyanın emperyalist ülkeleri de Türkiye’de alışık olmadıkları bu durum karşısında ne yapacaklarını da bilememektedir. Daha düne kadar, ülkemizde, karşılarında ne derlerse sadece onaylayan bir lider, bir siyaset ve devlet adamını bekledikleri için de sukut-u hayale uğramaktalar. Sayın Cumhurbaşkanımız, Kadim medeniyetimiz ve üstü örtülen, tozlanan ve bu günlere kadar görmezden gelinen, tüm Dünya’ya ihraç eder durumdan ithalatçı konuma geçmiş olduğumuz tüm insani değerler, sosyal,  bilimsel, yönetim ve siyasi paradigmaları yerinden oynatmaktadır.

Geçtiğimiz günlerde, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın davetlisi olarak, Anadolu Basını sorunlarını istişare toplantısında, tüm Türkiye’deki Yerel – Yerli ve Milli basın olarak,  Cumhurbaşkanlığı Külliyesindeydik. Milletin Külliyesinde, neredeyse her gün, toplumun tüm farklı katmanlarından kitleler davet edilmektedir. Türkiye genelinden şu ana kadar 16 bin muhtarımız milletin külliyesinde en güzel şekilde karşılanmış, büyük devlete ve büyük lidere yakışır bir şekilde ağırlanmış, ikramlarda bulunulmuş ve hediyelerle de memleketlerine uğurlanmışlardır. 

Sayın Cumhurbaşkanı; ‘Yerel basının öneminden ve desteklemesi gerektiğinden dem vurdular. Yerel basının, yerli ve milli duruşunu bu ülke Kurtuluş savaşı yıllarında, darbe yıllarından ve 15 Temmuz hain işgal denemesinden biliyoruz.  Yerel basının gücü demokrasinin gücünü gösterir. Bunun için yerel basının gücünü öyle reytingle, tirajla ölçmek doğru değildir. Orada kemiyetten çok keyfiyet vardır. Kamu ilanlarının da dağıtımında yine Anadolu basınını koruyacak, kollayacak yöntemlerin geliştirilmesini faydalı görüyorum.  15 Temmuz gecesi pek çok yerel yerde, özellikle medyamızın, yerel medyamızın ortak platform oluşturarak darbecilere karşı yayın yapmalarını asla unutamam, unutmayacağız. Marmaris’te ilk verdiğim ancak teknik aksaklıklar sebebiyle ulusal medyada yer alamayan konuşmamı sınırlı imkânlarınıza rağmen sizler milletimize ulaştırdınız. O gece darbecilerin gerçek yüzlerinin deşifre edilerek, milletimizin istiklaline ve istikbaline sahip çıkmasında Anadolu medyasının çok önemli hizmetlerinin geçtiğini biliyorum. Demokrasi nöbetleri bitene kadar devam eden bu omurgalı tavrınız için de her birinize ayrı ayrı teşekkür ediyorum’ ifadelerinde bulundu.

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın 2014 tarihinde Halk tarafından seçilmiş ilk Cumhurbaşkanımız olması sebebiyle de devlet kademesinde eski uygulamalara çok da alışık olmadığımız durumlara şahit olmaktayız. Devletimizin tüm kurumları, tüm yönetim kademesi ve bürokratları da bu değişikliğe uğramışlardır. Devlet,  Milleti ile artık bütünleşmiştir. Ağrı’nın bir köyünden kalkıp gelen vatandaş artık Milletin saraylarında ağırlanmaktadır. Hem de olması gereken en üst düzeyde, büyük devlete yakışır bir şekilde. Önceden mümkün mü, bu yaşananları ve uygulamaları tahayyül dahi edebilmek? Asla…

1852334748854.jpg

Sayın Cumhurbaşkanımızın Halkla İlişkiler Departmanındaki tüm çalışma ekibini de tebrik ederim. Halkla İlişkiler tanımı ve pratiğini değiştirmişlerdir. Dünyadan ithal ettiğimiz İletişim ve Halkla İlişkiler bilimi, uygulamaları, artık Dünya Liderleri ve bilim çevreleri de Sayın Cumhurbaşkanımız ve ekibinden yeniden farklı bir şekilde öğrenmektedir. Bizim medeniyetimiz gülümsemenin karşı tarafa sadaka olduğunu bilen bir kültürden gelmektedir. Kodlarımıza, özümüze yeniden dönmekteyiz. Dünya bunu anlayamamaktadır.  Halkla İlişkiler Nedir / Ne değildir? Halkla ilişkiler, bir yönetim fonksiyonudur. Halkla ilişkiler, bir kurum ya da kişilerin itibar yönetimidir. Halkla ilişkiler, kurumların, markaların ve kişilerin aynasıdır. Halkla ilişkiler, bir iletişim sürecidir,  bütünsellik taşır. Halkla ilişkiler,  dün, bugün ve gelecek üzerine kurulur. Bu nedenle bugünü kurtarma amaçlı değildir, süreklilik gerektirir. Halkla ilişkiler, sadece basınla ilişkiler değildir. Halkla ilişkiler reklam değildir. Halkla ilişkiler uzun vadede imaj oluşturup kurum kimliğini, marka bilinirliğini pekiştirir. Halkla İlişkiler; İngilizce Public Relations (PR)  olan deyimin Türkçeye çevirisinde saklı gibi görünmektedir. Public – Halk, kamu anlamına gelmektedir.  Halk; Aynı ülkede oturan ve ortak menfaatlerle birbirlerine bağlı kişilerin, bireylerin tümü olarak tanımlanmaktadır.

Sayın Cumhurbaşkanımız, tüm eylem ve söylemleri ile farklı bir devlet adamı olduğundan dem vurmuştum.  Sosyal bilim ve toplum mühendisliği kavramlarının yeniden tanımlanmasına vesile olmaktadır. Dünya bu kavramları, pratik şekli ile yeniden bizlerden öğrenmektedir. Daha düne kadar ithal etmekte olduğumuz tüm sosyal ve beşeri bilimleri, kavramları bizden, bizim medeniyetimiz vasıtası ile yeniden tanımlanmaya başlanmıştır.  Devlet kademelerindeki tüm bürokratlarımız da Sayın Cumhurbaşkanımızın devlet yönetim – liderlik ve milleti ile olan bütünleşmesini kendilerine numune-i timsal almalıdırlar. Büyük devlet ancak bu şekilde olabiliriz. Ancak Devlet ve millet bütünleşmesiyle başarabiliriz. Sayın Cumhurbaşkanımız bunu da en iyi uygulayan ve başaran bir lider ve devlet adamıdır. Tüm Cumhurbaşkanlığı çalışma ekibine ve tüm devlet kademelerindeki bürokratlarımıza, devlet – millet bütünleşmesi hedefleri doğrultusunda  Sayın Cumhurbaşkanımızın halkla ilişkiler çalışmalarını örnek almaları dileklerimle.

MERAM FEN LİSESİ, YETKİLİLERDEN, İLGİ BEKLİYOR!

Meram Fen Lisesi, 1989–1990 eğitim öğretim yılında açıldı.  Aynı zamanda Türkiye’de 5. olarak açılan Fen Liseleri arasında yerini almaktadır. Açıldığı tarihlerde 120 öğrencisi ile birlikte tamamen yatılı olarak eğitim ve öğretimine devam etti. Daha sonra artan talep ve değişen şartlar çerçevesinde, çevre illerden gelen ve yatılı olarak kalan 160 ve diğer öğrencilerle birlikte toplam da 400 öğrencisi bulunmaktadır. Konya Valiliğinin 23.03.1989 tarihli yazısı ile de ismi Konya Meram Fen Lisesi olarak değiştirilmiştir.  Konya Meram Fen Lisesi açıldığı tarihten itibaren,  önceden ÖSS ve ÖYS olan, daha sonraları da YGS ve LYS olarak ismi değişen üniversite sınavlarında Türkiye dereceleri olan bir eğitim kurumdur.  Konya Meram Fen Lisesi yapmış olduğu bu derecelerle de Türkiye’deki Fen Liseleri arasında marka değeri olan ve şehrimize de değer katan bir eğitim kurumudur. Konya Meram Fen Lisesi aynı zamanda Devlet Fen Liseleri arasında üniversite yerleştirmedeki başarı ve okul giriş puan ortalaması olarak da Türkiye sıralamasında ilk 5’in içinde bir eğitim kurumudur.

Konya Meram Fen Lisesi, 1989 yılları Türkiye’sinin bulunduğu ekonomik ve sosyal şartları gereği, konum ve bina olarak çok iyi bir durumdadır. Bu gün ise Okulun konumu mutlaka değiştirilmeli, eğitim, laboratuvar ve pansiyon Binaları da yenilenmelidir. Özellikle yatılı olarak kalmakta olan 160 öğrencinin bulunduğu bina ve iç düzenlemeler – dekorasyonları da çok iyi bir durumda değildir. Türkiye’de eğitim ve başarı sıralaması olan bir eğitim kurumumuzun ve eğitimde Konya’ya da marka değeri katan bir kuruma bina ve lojistik olarak yenilenme ve başka bir yere taşınması noktasında dikkate alınmalıdır.  Konya Meram Fen Lisesi, Dünyada ve ülkemizdeki eğitim noktasındaki gelişmelerle kıyaslandığında teknik donanım olarak bu gün çok geri plandadır. Türkiye ve Dünya ile rekabet edecek çocuklarımızın yetiştirmesini beklediğimiz bu okulda laboratuvar vb. noktasında da 1989’daki teknik ve laboratuvar şartları ile devam etmektedir.  Acilen bu konuda da bir iyileştirme yapılmalıdır, diye düşünüyorum.

meram-fen1.jpg

Konya Meram Fen Lisesi eğitim kadrosunda bulunan öğretmenlerimiz de ayrıcalıklı bir okulda ve bu ülkenin geleceğine damgasını vuracak ayrıcalıklı insanları yetiştirmekten kaynaklı, ne kadar gurur duysalar azdır. Devlet yönetim kademesinde ve bilimsel çalışmaları yapacak bir nesle öncülük edebilmek… Fakat bu gururu, bu eğitim kurumundaki çocuklarımıza aktarmakla görevli olduklarını da hiçbir zaman unutmamalıdırlar. Her öğrenci özel okula gitmek zorunda değildir. Öğrencilerimiz üzerinden ticaret yapılmasına da asla izin verilmemelidir.  Yasa gereği başka okullarda, ders saati olarak,  özellikle de özel eğitim kurumlarında, yüksek ücretlerle eğitim verdiklerine de şahit olmaktayız. Konya’da özel bir eğitim kurumu Konya Meram Fen Lisesi öğretmenleri burada şeklinde iletişim çalışmaları yaptığı da duyumlarımız arasındadır. İletişimciler, bu pazarlama şeklini de ‘word of mouth marketing/ Ağızdan ağıza pazarlama’  kavramı ile ifade ederiz. Devletimiz bu okuldaki eğitmen hocalarımızı, ek ders vb. olarak maddi açıdan da desteklemelidir. Kadim bir medeniyetin devamı noktasındaki neslini yetiştirecek olan eğitmenlerimizin de bu idrakte olmalıdır. Bu devlet ve milletin kalkınması için birilerinin ama mutlaka birilerinin risk alması ve argo ifadesi ile mahallenin de bir delisinin olması gerekmektedir. Aksi halde dünya ile rekabet edemeyiz ve bilimsel noktada da hiç bir yere gelemeyiz.

meram-fen22.jpg

Konya Meram Fen Lisesi, Meram bölgesinde yeni bir bina ve lojistik şartları 2017 Türkiye’sine uygun ve dünya ile rekabet edecek öğrencileri yetiştirmekte olduğu düşünülerek, sosyal ve kültürel donatıları olan yeni bir eğitim kampüsüne taşınmalıdır. Meram ismini taşımakta olan bu eğitim kurumuna Meram Belediyesi, Büyükşehir belediyesi, Milli Eğitim İl müdürlüğü, diğer yetkililerimizin el atmasını ve hayırsever iş adamlarımızdan bu konuya da duyarlılık göstermelerini hassaten rica ediyorum. Şehrimize değer katan kaç adet markamız olduğunu da buradan hatırlatmak isterim. Elimizdeki değerlerin kıymetini,  kaybetmeden, yok olmadan bilinmesini ve idrakimizin de artırılmasını, Sonsuz Kudret sahibi Yüce Allah’tan niyaz ederim. 

MALİ MÜŞAVİRLER RÜŞDÜNÜ İSPATLADI!

Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası, 01.06.1989 tarihli ve 3568 sayılı çıkan yasa ile kurulan bir Meslek kuruluşudur. Bu meslek kuruluşunun üst birliği de TÜRMOB’dur.  Konya Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası da 1990 yılında zikrettiğimiz yasa çerçevesinde kurulmuştur.  Türkiye genelinde TÜRMOB’a kayıtlı 100 bin olmak üzere, Konya SMMM Odasına aktif 2600 kayıtlı üyesi ve 200 civarında da meslek mensubu stajyeri olan bir meslek kuruluşudur.

Mali Müşavirlik mesleği;  İşletmelerin ekonomik, mali ve hukuki durumları ile vergiye ilişkin işlemlerini muhasebe kurallarına, gerçeklere ve yasalara uygunluk açısından inceleyerek görüşünü ilgililere bildiren ve bu işleri bir işyerine bağlı olmaksızın yapan kişidir.  Mali Müşavirler mükellefleri adına; 1- Kişi veya kuruluşların yükümlü oldukları vergi beyannamelerini düzenler. 2- Şirketlerin ortaklık ve tasfiye işlemlerini yerine getirir. 3- Vergi İdare Mahkemeleri ve adli yargıda, sermaye artırımı ve bankalara sunulan bilançoların incelenmesi vb. konularda bilirkişilik yapar. 4- Serbest iş yapan kişilerin, resmi ve özel kurumların gelirlerini ve giderlerini, çeşitli adlardaki (işletme defteri, serbest meslek kazanç defteri vb.) defterlere kaydeder.  5- Kişi ve kuruluşlar adına vergi daireleri ile uzlaşma işlemlerini gerçekleştirir, özel kurumların Sosyal Sigortalar Kurumu ile ilişkilerini düzenler. 6- Kamu kurumları ile teşebbüs ve işletme sahipleri arasında hakemlik yapar. 7- Vergi, fon, gecikme faizi ve cezalar hakkındaki uyuşmazlık işlerini çözümler. 8- Fizibilite raporları hazırlar. 9- Belgelere dayanarak inceleme ve denetim yaparlar.

smmmo1.jpg

Geçtiğimiz günlerde Maliye Bakanı Sayın Naci Ağbal bir dizi ziyaretler için şehrimize geldi. Şehrimizde sabahtan akşama kadar çok yoğun bir programda bakanı bekliyordu.  Bir Oda teşkilatı tarafından tertip edilen ve sabah kahvaltısı ile başlayan program, katılım ve ilginin çok düşük ilginlikli olmasına rağmen, Sayın Bakan ilçe ziyaretleri ve diğer programlarına kaldığı yerden devam etti. Akşam ki yemekli program, Meslekte İtibar – Ülkede İstikrar temalı,  Konya Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler Odası tarafından üstlenildi.  Konya SMMM Odası yönetim kurulları,  Oda üyeleri ve Anadolu Odaları Platformu Başkan ve yöneticileri, 15 ilden temsilcilerin bulunduğu,  çok yoğun, yüksek ilginlikli ve çok coşkulu katılımlarının olduğu program, Sayın Bakan ve diğer katılımcı protokol tarafından çok beğenildiğini ve Konya’dan ayrılmadan önceki mükemmel bir kapanış olarak da takdire şayan bulduklarını düşünüyorum. Sayın Bakan Bey de böyle coşkulu, kemiyeti ve keyfiyeti yüksek olan bir kitleye hitap etmekten dolayı da memnun olduğu kanaatindeyim. Biz iletişimciler böyle mükemmel kapanışları da ‘PACKSHOT’ olarak ifade ederiz.

Konya SMM Oda Başkanı Seyit Faruk Özselek, Meslekte İtibar – Ülkede İstikrar temalı istişare toplantısında yapmış olduğu konuşmada, Meslek mensuplarının sorunları ve çözüm önerileri konusunda neler yapılması gerektiği hakkında, mesleklerinin doğrudan muhatabı olan Maliye Bakanına hitaben çok güzel tespitlerde bulundu. Sayın Maliye Bakanı da Başkanın konuşması esnasında, ifade etmiş olduğu sorunları tek tek not aldılar. Konuşma sırası Sayın Maliye Bakanına geldiğinde ise almış olduğu notlar çerçevesinde başkanın vurguladığı sorunların çözümü için Bakanlık olarak yapabileceklerini ve diğer bakanlıklarla istişare halinde çözüme kavuşturulması gereken başkanın zikretmiş olduğu sorunlar ve öneriler hakkında çok güzel bir konuşma yaptılar.

Bir İletişimci olarak, bu vb. toplantılarda bir STK veya ODA başkanlarımızın ülkemizin siyasi ve ekonomik sorunlarına yönelik olarak yapmış oldukları konuşmalara da hiçbir anlam veremiyorum. Başbakanın veya bir Bakanın katılımcı olarak bulunduğu bu vb. toplantılarda, bir STK başkanı veya bir Oda başkanı, Meslek Oda kuruluşunu temsilen yapılan konuşmalarda, ülkenin siyasi – ekonomik ve Dünya sorunlarına yönelik yapılan tespit ve önerileri de hiç anlamıyorum. Bir STK veya Oda Başkanı bu tür öneri ve tespitlerini bir sunum dosyası halinde yetkili makamlara ulaştırmalıdır diye düşünüyorum. Böyle toplantılarda ise sadece ve sadece meslek kuruluşu üyelerinin sorunlarına odaklı, sıkıntılarının ve çözüm önerilerinin yüksek tonda ve coşkulu bir şekilde vurgulanmasının daha etkili – daha doğru ve sonuca – çözüme ulaşmak noktasında da daha etkili olacağını düşünüyorum. 

Tarihini Bilmeyen Milletler…

Bir milletin ayakta kalabilmesi, varlığını ve hayatiyetini sürdürebilmesi,  tarihini bilmek ve millet olarak da bu tarih şuuru içinde olması ile mümkündür. Tarihini bilmeyen milletler tarih sahnesinden hep silinip gitmişlerdir. Tarihin tozlu sayfaları bunun canlı örnekleri ile doludur. Anadolu coğrafyasındaki tarih olan devletleri saymakla bitiremeyiz. Bu devletler neden yıkılmıştır. Bu devletler neden tarihin tozlu sayfalarında yerlerini almışlardır?  Milletler tarihin tozlu sayfalarında yer almamak için neler yapmalıdır? Ne gibi önlemler ve tedbirler almalıdır?

tarih11.jpg

Avrupalı bilim adamları ve tarihçiler sürekli olarak, insanlık ve medeniyetler tarihinden Türkleri çıkarırsanız geriye hiçbir şey kalmaz. Acaba bu ifadelerle neyi kastediyorlar? Avrupa’nın güçlü devletleri, bizleri 100 yıllardır tarihimizden ve mazimizden neden koparmaya çalışıyorlar? Millet olarak anlamakta zorlandığımız şeyler cereyan etmektedir. Biz Türkler ve mazlum milletler bu oyunu hiçbir zaman da anlayamadık. Anlayabilseydik, 300 yıldır, Anadolu, Ortadoğu, Afrika ve Asya’da devam eden sömürü ve zulümlerin de bir sonu olurdu. Halen bu düzen neden ve nasıl devam etmektedir? Neden ve nelerden korkuyorlar?

Türkiye Cumhuriyetinin kurulması ile birlikte 1000 yıllık şerefli ve şanlı tarihimiz tamamen silinmiştir.  Acaba neden? Bir milletin tarihini birileri veya bir güç neden silmek ihtiyacı hissedebilir ki?  Bu asil milletin şerefli tarihini silmek için içeriden de kendilerine işbirlikçileri çok rahat bir şekilde bulmuşlardır.  Taşeronlar ve işbirlikçiler tarihin her döneminde var olagelmiştir. Yeni ve uydurma tarih bu asil millet için yeniden yazılmıştır.  Neden böyle bir tarih yazmak istenmiştir?  Tarih okuttuğunu iddia eden tarihçilerimiz de bu oyunu sürekli olarak sergilemiştir.

Bu asil millet tarihini hatırladığı zaman neler olabileceğini çok iyi Avrupa’nın medeni devletleri bilmektedir. Son günlerde yaşadıklarımıza bakar mısınız? Avrupa’nın irili ufaklı ülkeleri, Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, 16 Nisan tarihinde yapılacak olan, Anayasa Değişiklik referandum sürecini sabote etmek veya baltalamak için her türlü girişimde bulunmaktan geri durmuyorlar. Neden? Yine Dünyada bir şeyler olmakta ve bizler anlayamıyorduk. 100 yıl önce Osmanlıyı parçalamak, bölmek için geri planda antlaşma yapan emperyalist ülkeler, yine kirli bir pazarlık ve plan peşindeler. 100 yıl önceki Dünya halkları,  Sykes- Picot vb. anlaşmaları anlayamadığı gibi bugün de gözlerimizin önünde cereyan etmekte olan bölme ve parçalama anlaşmalarını göremiyor,  ülkemiz, bölgemiz  ve insanlık adına bir şeyleri sürekli olarak kaçırıyoruz.

Amerikalı Devlet Adamı Wendell Wilki, 1970’lı yıllarda ülkemizdeki tetkiklerinden sonra vardığı hüküm; Bugün ve yarın ülkemizi idare edenler için bir ibret ve kulaklarında küpe olacak niteliktedir.  Türkiye varisi olduğu engin tarihin beraberinde getirdiği müspet ve menfi tortulara ister istemez sahip bir memlekettir. Huzuru ve huzursuzluğu karar mevkiinde olanların bu hakikati idrak nispetleriyle belirecektir. Bir Tarih beldesi olabilmenin mazhariyeti yanında böylesine muhafazası güç emanetler de vardır.  Ben bir Amerikalı olarak bu verasetin hem hasretini hem de rahatını hissederim.

tarih111.jpg

Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Milletler için Millet olabilmek adına, Tarih ve kültürün önemine binaen; Kültür, tarihi bir birikimdir. Bu birikim, tarih içinde meydana gelen şartların özüne dokunamadığı iman, kanaat, bilgiler ve davranışların bütünüdür. Tarihi birikimin sonucu, maddi ve manevi kültür değerleri oluşur. Bu değerler, toplumun bütün kesimlerinde bütünleştirici bir tesir göstermesi de milli şuura yol açar. Milli şuur; toplumun kimliğine sahip çıkması, kendine güvenmesi, yeni mal, hizmet ve fikir üretmesi, tarih içinde devam etme arzusu ve inancıdır.  Tarih, geçmişin ortak kültür mirasını bugüne aktarmakta, bununla birlikte insanı geçmişin yükünden ve ağırlığından kurtarmaktadır. Bu miras, kişi veya topluma, ne olduğunu, niçin ve nasıl böyle olduğunu açıklar. İnsan, ortak kültür mirasının şuuruna eriştiği andan itibaren, kendini o miras karşısında hür hissedebilmektedir. Bu günü anlamak, gelecek için hazırlanabilmek, sağlam ve doğru bir tarih şuuru ile mümkündür. Vurgusu ve açıklamalarını, dün ve bugün insanlık tarihindeki meydana gelen olayları anlayabilmek ve millet olabilmek adına,  milletlerin tarih bilinci ve şuuruna erişmesi,  tarih olmamak adına çok manidardır. 

Avrupa Tabii ki Panikleyecek!

16 Nisan tarihinde yapılacak olan referandum öncesi, tüm medeni Avrupa ülkelerinin Türkiye Cumhuriyeti Devletine karşı olan tavır ve sözlerine şahit olmaktayız.  Bu referandum neden bu kadar önemlidir? Bu referandum sonuçlarına göre Avrupa devletleri neden paniklemekteler? Avrupa Devletleri durduk yerde mi bu hareketleri yapmaktalar?  Devletimiz tarafından terör vb. suçlardan aranmakta olan ve terör örgütü olarak tanımlanan tüm dernekler, vakıflar ve bireylere, medeni Avrupa devletleri kucak açmakta da hiçbir beis görmediler.  300 yıldır sömürdükleri,  Pazar olarak tanımladıkları, tüm mazlum milletler, tüm Ortadoğu, tüm Asya, tüm Afrika bölgesi ve Türkiye halkları uyanmıştır.  Paniklemenin ve korkunun sebebi hikmeti budur. Artık tüm bu bölgelerde eskisi gibi at koşturamayacaklardır. Karşımıza çıkan devletlere bir bakar mısınız? Arkasındaki büyük devletleri, onları maniple edenleri neden göremiyoruz? Bu devletler kendi başlarına hiç bir harekette bulunmazlar. Ağababaları olan büyük devletler izin verdiği kadar konuşabilirler. Meydana gelen tüm olayların akabinde ki büyük devletler olan abilerinden gelen özrü kabahatinden büyük ifadelere ve açıklamalara bakar mısınız?

ahmet-unver-avrupanin-derdi-nedir.jpg

Avrupalı neden panikler? Avrupalı neden korkuyor? Avrupa’ya ne oluyor ki? Tüm Avrupa devletlerini Türkiye’de yapılması planlanan Anayasa değişiklik referandum süreci neden sıkıntıya sokmaktadır? Bir milletin uyanması neden Avrupa’yı sıkıntıya sokmaktadır? Buna benzer daha nice sorular.

Ord. Prof. Fritz Neumark, 1933 yılında Hitler’in zulmünden kaçarak  Türkiye’ye gelir. İstanbul Üniversitesi İktisat ve Hukuk fakültelerinde uzun yıllar dersler vermiştir.  1900 – 1991 yıllarında, bir grup öğrencisiyle Boğaziçi’nde geziye çıkan, İstanbul Üniversitesi profesörlerinden Alman asıllı Prof. Fritz Neumark öğrencilerinden birinin “ Avrupalılar biz Türkleri – Osmanlı’yı neden sevmez, Hocam?  Alman asıllı Prof. Fritz Neumark Sualine şu cevabı verir; Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı, Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı Hristiyanların hücrelerine sinmiştir. Sebeplerine gelince;  1- Müslüman olduğunuz için sevmez. Ama ola ki laik olmak şöyle dursun, Hristiyan olsanız da size düşman olarak bakmaya devam eder. 2- Sizler farkında değilsiniz ama onlar şu gerçeğin farkındadırlar; Tarihten Türk çıkarılırsa ortada tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir. 3- Avrupa’nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa’yı Pazar yapmaya başladınız. 4- En az 400 yıl Avrupa’da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz. 5- Selçuklular Anadolu’yu, Osmanlılar ise Orta Avrupa ve Balkanları Haçlı Ordularına mezar ettiler. 6- Sizi silah ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hâkimiyet sağladılar. Önce giyiminizden hayat tarzınıza kadar; ahlaki değerlerinizi yıpratmaya başladılar, sonra da kendi içinizde sizi bölmeye başladılar. 7- Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslamiyet uğruna her şeyini feda etmeseydi, İslamiyet bu gün belki sadece Hicaz’da varlığını devam ettirebilirdi. Kaldı ki Vehhabiliği kuranlar da İngiliz Dominyon Bakanlığının adamlarıdır. Batı, her yerde İslamiyet’i sapık inançlara kanalize etti. Ama Osmanlı, Asr-ı Saadet’i devam ettirdi. 8- İfade ettiğim sebeplerden kilise size kin kusmaktadır. 9- Ben Türkiye’ye geldiğimde iki üniversiteniz vardı. Şimdi (o zaman) 19 üniversite var. Osmanlı zamanında ise her yerde bir medrese vardı. Tarihinize bakın! Her medresede ilim tedrisatı vardı. İlk denizaltıyı Osmanlı’nın yaptığını çoğunuz bilmiyorsunuz belki de ama Avrupa bunu biliyor. 10- Sizler, gerçek hüviyetinize, kimliğinize döndüğünüz zaman Avrupa’nın refahı ve medeniyeti yıkılır. Ama bu şartlar da siz Türklerin öz kimliğine dönmesi çok zor..

Alman bilim adamı Ord. Prof. Fritz Neumark’ın 1990’lı yılarda bir grup öğrencisine, özellikle de bizlere hitaben ifade etmeye çalıştığı; Siz Türkler,  kendi gerçek hüviyetinize ve öz kimliğinize döndüğünüz zaman, Avrupa’nın refahı da medeniyeti de yıkılır. Avrupa’nın sıkıntısı budur. Artık 100 yıllardır uyuttukları ve uyuşturdukları dev uyanmıştır. Uyanması ile birlikte neler olacağını hissettikleri için de paniklemeye ve saldırmaya başlamışlardır.

KAYNAK OLMADAN, İLETİŞİM OLMAZ!

İnsanoğlu çevresiyle konuşmadan ve iletişim yapmadan duramaz. İnsan olmanın en temel ihtiyaçlarından bir tanesi de çevresiyle iletişim kurmaktır. İnsan sosyal bir varlık olduğu için yaşadığı toplumda ilişki halinde olduğu tüm bireylerle, çevresiyle, ailesiyle mutlaka iletişim halinde bulunmak zorundadır.  İnsan yaşadığı toplumda iletişim halinde olduğu tüm bireylere karşı, açık, şeffaf ve dürüst olursa, bir o kadar da mutlu, huzurlu ve cesur olur.

Açık ve şeffaf olmakla, İletişim halindeki tüm bireylere karşı saklayacağı, gizleyeceği bir şeylerinin bulunmadığını da ifade etmiş olur. Bir kişi, ben kimseyle konuşmak ve iletişim kurmak istemiyorum diyemez. Diyorsa mutlaka,  psikolojik ve sosyolojik bazı sorunları var demektir.  Eskiler bu konuda çok güzel ve de anlamlı olan ‘ Konuşmakla, İletişim kurmakla, insan insanın zehrini alır’ vurgusu da çok önemlidir. Yani insanlar birbirleri ile konuşmakla, iletişim kurmakla,  içlerinde biriktirmiş oldukları sıkıntılar ve sorunlarından da kurtulabileceklerini çok güzel bir şekilde ifade etmektedir.

iletisim.jpg

İletişim, gönderici ve alıcı konumundaki iki insan ya da insan grubu arasında gerçekleşen duygu, düşünce, davranış ve bilgi alışverişidir.  İletişim, bir kimsenin düşüncesini, ihtiyacını ya da bilgisini iletmek isteyen bir kaynağı (göndereni) olmasını gerektirir. Kaynak, mesajı üreten ve gönderen kişi ya da kişilerdir. Kaynak genellikle orijinal mesajı kodlayan kişidir.  İletişim;  Kim söylüyor? (Kaynak), Neyi söylüyor? (İleti), Hangi yolla söylüyor? (Kanal), Kime söylüyor? (Alıcı), Hangi etkiyle söylüyor? (Etki), bunlardan biri olmaksızın bir mesaj ve konuşmanın gerçekleştiğini ifade edemeyiz. İletişimin temel öğeleri;  kaynak, mesaj, kanal, alıcı ve geri dönüş olarak beş aşamada sıralanmaktadır.

İletişim sürecinin başlangıcını Kaynak temsil eder. İletinin hedef üzerinde istenilen etkiyi ya da sonucu oluşturmasında birinci derecede önemlidir. İletişim sürecinde istenilen sonuca ulaşılması açısından kaynağın iletiyi aktarmadaki durumu, hem iletinin anlaşılırlığı hem de hedef üzerinde etki oluşturması açısından çok büyük öneme sahiptir. Kaynak, hedeflediği kişiye, kişilere erişmek için öncelikle iletisinin taşıyacağı bilgi, duygu, enformasyonu bir iletişim kanalıyla gönderebilecek biçimde kodlar. Kodlamalar sözcükler, resimler, simgeler seçilerek yapılabilir.

Gazetecilik mesleği açısından baktığımızda da bir haberin veya mesajın 5N – 1K olmadan, ne haberden,  ne de iletişimden söz edebiliriz.  Bir olay veya haberin meydana geldiğini ve kamuoyuna bu haberi verirken ‘KİM’ sorusuna cevap veremediğimiz takdirde,  bu haberle veya mesajla ilgili olarak bir eksiklikten söz edebiliriz. 5N – 1K ‘ı kabaca şöyle ifade edebiliriz: Bir olay veya bir durum hakkında mesaj verirken; Ne oldu, Neden – Niçin oldu, Nasıl oldu, Nerede oldu, Ne Zaman oldu ve tüm bu olayların meydana gelmesine ve mesaja sebebiyet veren KİM sorularına mutlaka cevap vermesi gerekir. Kim sorusuna cevap vermeyen mesaj ve iletinin, bu haber veya iletişim açısından,  saç ayaklarından bir tanesi hep askıda kalacaktır.

Sosyal medya ve diğer mecralarda kim olduğu belli olmayan, kim tarafından söylendiği veya ifade ettiği anlaşılamayan bir sürü mesaj ve iletilere maruz kalabiliriz. İletişimin sağlıklı yürümesi şartlarından,  iletiyi gönderen ve mesaja muhatap olan kişilerin açık ve şeffaf olması gerekir. Açıklık, Şeffaflık ve güvenin olmadığı durumlarda da iletişimden bahsedemeyiz. Sadece bir mesaj vardır, havada durmakta olan,  kaynağı ve kim tarafından söylendiği belli olmayan. Herkes üstüne alsın, formatında bir iletişim de olamaz.

İletişimi başlatan kişi olarak, kaynak, yani kim sorusuna mutlaka ve mutlaka cevabını bulmamız gerekir.  İletişimde kaynak yani kim tarafından söylendiği, ifade edildiği belli olmayan mesajlara biz iletişimciler,  kavramsal olarak kara propaganda –  gri propaganda olarak isimlendiririz.

Gri Propaganda ise yapılabilecek olan en sinsi İletişim ve Propaganda türüdür.  Bu İletişim türünde, kaynağın nereden geldiği belli olmamakla birlikte, çoğunlukla rivayete ve kulaktan dolma bilgilerle yapılmaktadır. Gri Propaganda da hedeflenen, düşmanı veya karşı tarafı gülünç duruma düşürmek ve toplumda merak uyandırmaktır.

Buradaki amaç, gerçek dışı bir algı oluşturarak, düşmanı veya karşı tarafı, etkisiz ve itibarsız hale getirmeye çalışılmaktadır. İletişimciler olarak,  kişilerle ve toplumla olan iletişimde bu vb. mesaj, iletişim türünü hiçbir zaman tasvip etmeyiz. 

Devletler arasında ve savaş dönemlerinde uygulanabilecek olan iletişim türleri,  kara ve gri propaganda, bireyler arasında uygulanırsa,   bireylerde ve toplumda,  çatışmalar, krizler ve kaos meydana gelir. İletişimin temeli açıklıktır.  İletişimin temeli şeffaflıktır. İletişimin temeli dürüstlüktür. İletişimin temeli de güvendir. Bunlar olmadan Doğru bir İletişim,  Sağlıklı bir birey ve Sağlıklı bir toplumdan dem vuramayız.

AK Partiyi, AKP’liler mi Yönetiyor?

akparti referandum

Dünya Küresel sistem ve güçleri, Türkiye Cumhuriyeti Devletini kendi haline ve Türklere bırakılamayacak kadar çok önemli bir ülke buyurmaktalar. Acaba neden? Adamlar böyle çok iddialı bir ifadeyi neden irat etmekteler? Bölge halkları ve biz Türkiye’de yaşayan 80 milyon olarak bu konuyu hiçbir zaman çözümleyemedik? Türkiye’nin ne gibi özellikleri var ki? Türkiye nasıl çok önemli bir ülke olabilir ki? Halen çıkarmakta olduğu bir petrolü ve enerji kaynaklarına sahip değilken. Dünya için vazgeçilemez noktada üretmekte ve satmakta olduğu bir mamul de bulunmuyorken.

Devletimizin bekası,  Milletimizin varlığı ve bölgemizin selameti adına, 16 Nisan tarihinde,  Anayasa değişiklik maddelerinin için çok önemli bir referandum oylaması yapılacaktır. Anayasa değişiklik maddeleri ile çok güçlü bir yürütme sistemi olan yürütmenin başı konumundaki Cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş süreci de vatandaşlarımızın oylarına sunulacaktır.  Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan ve ekibi bu süreçle ilgili olarak çok kapsamlı bir çalışma ve meydan toplantıları düzenlemektedir. Öncelikle bu sıkıntılı süreçte, referandum oylaması için gayretlerini esirgemeyen tüm teşkilat üyelerine ve tüm vatandaşlarımızı tebrik eder, teşekkürlerimi sunarım.

Devletimizin bölgesinde daha güçlü bir yürütme sistemine geçişin oylanması sürecinde; AK Parti teşkilatları içindeki AKP’liler neler yapmaktadır? AK Parti teşkilatlarına AKP’liler hâkim konumda mıdır? AK Parti teşkilatlarına bu süreçte tamamen yön verenler AKP’liler midir?  AK Parti teşkilatlarındaki AKP’liler, Güçlü Yürütme için yapılmakta olan Anayasa değişiklik maddelerinin oylanacağı referandum sürecinde neden ağırdan almaktalar? AK Parti teşkilatlarındaki AKP’liler gerçekten çok güçlü bir pozisyonda mıdır? AK Parti teşkilatlarındaki AKP’liler referandum sürecinde dolaylı olarak karşı oy için mi çalışmaktalar?  Buna benzer daha nice sorular…

Geçtiğimiz günlerde, AK Parti Konya İl teşkilatı tarafından organize edilen, Anayasa maddelerinin değişikliği referandum sürecinin startını vermek için, AK Parti Konya Milletvekilleri,  tüm teşkilat mensupları,  tüm belediye başkanları ve vatandaşlarımızın yoğun katılımlarının olduğu,  Seçim Koordinasyon Merkezinin açılışı yapıldı. AK Parti Konya İl teşkilatı olarak başka bir yerde de seçim koordinasyon merkezinin açılmayacağı bilgisine ulaştık. Seçim dönemleri vatandaşlarımızın coşku ve heyecanlarının doruğa çıktığı zaman dilimleridir.  Vatandaşlarımızdaki bu coşkunun yoğun olarak yaşandığı, milli maç ve milli zafer vb. olayların olduğu tarihler de çok önemlidir. Seçim dönemleri, tüm vatandaşlarımız ve tüm teşkilat mensupların için bir coşku ve bir heyecan olduğunu vurgulamıştım.

AK Parti Konya İl teşkilatı olarak, tüm teşkilat mensuplarına ve sevenlerinize tek bir noktadan mı bu referandum coşkusunu ve heyecanı vereceksiniz?  AK Parti içindeki AKP’liler dünyanın ve bölgemizin yeniden dizayn edilmekte olduğunun farkında değiller midir? Yoksa bilmediğimiz ve anlayamadığımız başkaca hesaplar mı vardır? AK Parti iktidara geldiği tarihten itibaren güçlerine güç katan AKP’li iş adamları ve rantiyeciler neden ellerini ceplerine atmamışlardır? Konya’nın merkez ilçelerinde en az 100 yerde, her mahallesinde, her sokağında ve gerekiyorsa her caddesinde, bu bir aylık süreçte, seçim koordinasyon merkezleri açılmalıdır. Acaba AK Parti içindeki AKP’liler referandum sonrası başkaca bir hesap – kitap içinde midir? 7 Haziran seçimleri öncesinde, Amerika’daki derin mahfillerinde ve dünyanın başka strateji merkezlerinde yetiştirilen, eğitilen ve ülkemize servis edilen ‘ Cici oğlan, Saz çalan sevimli çocuk’  örneğinde olduğu gibi, AK Partideki AKP’lilerde de Hayır temayülündeki referandum sonuçları sonrasına yönelik bir hazırlanma, bir eğitim, başkaca bir plan ve taktik peşindeler midir?  Anayasa değişiklik maddelerinin oylanacağı, Güçlü bir Yürütme ve Cumhurbaşkanlığı sistemi için yapılacak bu referandum, Devletimizin bekası ve milletimizin birliği, bölgemizin selameti adına son derece önemlidir.

‘Reklamcı; sahanın tozunu yutan kişidir’

konya'da reklamcılık ve iletişim sektörü
Memleket Gazetesi Reklam Satış Müdürü, İletişim Uzmanı Ahmet ÜNVER; hayatını tecrübelerini, İletişim, Medya ve Reklam Sektörüne dair bilgilerini Selçuk Üniversitesi Reklamcılık Bölümü öğrencileri ile paylaştı.

—Sizin dilinizden kısaca sizi tanıyabilir miyiz? Ahmet Ünver kimdir? Nasıl ”Merhaba Dünya” demiştir?

1969 Konya Akören doğumluyum. İlkokul ve ortaokulu Akören’de okudum. Konya Anadolu Ticaret Lisesi mezunuyum. Çukurova Üniversitesi Ceyhan Meslek Yüksek Okulu Pazarlama bölümünü kazandım. İki yıl öğrenim gördükten sonra dönem 3.sü olarak öğrenimimi tamamladım.1990 yılında Gıda Toptancıları Çarşısında distribütör bir firmaya muhasebeci olarak başladım. Daha sonda Satış ve Pazarlama müdürlüğü yaptım. 1993 senesinde Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi yeni açıldığı için Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümüne ne dikey geçiş yaptım. 2011 yılında yüksek lisansımı tamamladım.

  -Neden Reklamcılık desek neler söylersiniz?

İlk temel etken insanları seviyor olmam diyebilirim. Bu etkenden yola çıkarak ise reklamcılık sahada yapılması gereken,  masa başı iş olmadığı için günlük piyasa bilgilerini, piyasa ilişkilerini takip ederek ilişki yönetimine ilgi duyduğum ve benimsediğim için reklamcılık diyebilirim. Ayrıca reklam sektörü sahada bir iş olduğu için sahada etkin olmayan, içinde bulunmayan bir kimse reklamcı olamaz. Bir reklamcı; müşterisinin backgroundunu iyi analiz edebilen, müşterisini çok iyi tanıması gereken bir kişidir.

—Konya’da Reklamcılık Sektörü hakkında düşüncelerinizi ifade edebilir misiniz?

İletişim Fakültesindeki hocalarımızın reel sektörde iletişimi, reklamcılığı anlatması eleştirmesi ve geliştirmesi gerekmektedir. Bu işin Uzmanı konumundaki bir hocamızın köşe yazıları ve diğer etkinlikleri ile sektör kendine çeki düzen vereceğini düşünüyorum. İşin uzmanı konu hakkında bir şeyle söylediği için. Nasıl Tıp alanında konuşabilmek için tıp uzman olmak gerekiyorsa, İletişim konusunda da konuşabilme yetkisi bence konunun uzmanı olan hocalarımız ve İletişim Fakülteleri bu işin öncüleri olmalıdır diye düşünüyorum. Piyasada reklam veren firmalarımız bu vb. hocalarımızın açıklamalarını ve eleştirilerini beklediklerini de buradan ifade etmek isterim. Çünkü bir üçüncü göz sizin yaptığınız bir işe eleştirel bir bakış açısı getirmiş olmaktadır. Tabii yapıcı, olumlu eleştiriler. Yıkıcı ve hakaret içeren formatta olanını tasvip etmiyoruz Yapılan bir iletişim kampanyası da bu şekilde değerlendirilmiş olmaktadır.  Konya reklam sektöründe yapıcı ve olumlu kampanya eleştirisine açık olmadığımız ve sektörde bulunan herkes kendisinin en iyisi olduğunu ve en iyisini sadece kendisinin yaptığını zannettiğimiz için Konya’da reklamcılık sektörü gelişimi biraz ağır aksak da ilerlemektedir.

—Reklamcılık Bölümü son sınıf öğrencileriyiz. Sektöre atılacak bizlere tavsiyeleriniz nelerdir?

Önce işinizi sevmek zorundasınız. İnsanları spor, siyaset, din, dil, ırk gibi kategorilere ayırarak farklı gözlerle bakarsanız reklamcı olamazsınız. Reklam; ticari bir iletişim olan, sanat kokan bir ikna aracıdır. Reklamcı ise imaj dünyasının sözcüsüdür. Günümüz toplumlarının oluşumuna, azımsanmayacak katkılar sunan reklam ve iletişim sektörü tüketim toplumunun motor gücünü oluşturmaktadır. Onu yönetmekte, yönlendirmekte, yeniden yapılandırmaktadır. Daha ayrıntıda söylemek gerekirse reklamcı, insanların ihtiyaçlarını karşılamakta, ihtiyaçlarını ortaya çıkmasına vesile olmakta, gelecek ile ilgili, kurgularına şekil vermelidir. Sahanın içinde bulunmanız, tanımanız gerekmektedir. Sahayı adeta koklamanız lazım. Sahadan sürekli bilgi almanız, her daim yenilikçi olmanız gerekir. Reklamcı; sahanın tozunu yutan kişidir. Dengeyi iyi gözlemlemelisiniz çünkü bu sektörde bıçak sırtınızda yürürsünüz. Siz talep eden konumunda olduğunuz için müşteriye kendinizi kabul ettirmek zorundasınız. Kimse sizin kapınızda beklemez.

—Yaptığınız işlerde sizi en çok heyecanlandıran ve hoşunuza giden iş hangisidir?

Müşteriden yazılı teşekkür aldığımız her iş bizim için asıl başarı ve keyfinin çıkartılacağı andır. Müşteri gerçekten beğenmiştir ve bunu yazılı olarak bildirmiştir. Bu çok keyifli bir andır, birden koltuklarınızın kabardığını hissedersiniz. Yapmış olduğunuz iletişim kampanyasından müşteriniz gerçekten fayda sağlamıştır.

—İletişim Fakültelerinde Reklamcılık Bölümünü tercih etmeyi düşünen bireylere önerileriniz nelerdir?

Reklamcılık bölümüne gelecek öğrencilerin öncelikle reklamı, iletişimi ve insanları sevmeleri gerekiyor. Yani işlerini sevmeleri gerekiyor çünkü hayatımıza kabaca bir baktığımızda, evet, hayatımızdaki seçimler bizleri son derece ilerisi için de etkiliyor. İş seçiminde reklamcılık, son derece keyifli, bir o kadar öğretici bir meslek aslında. Çünkü farklı farklı markalarla çalışıldığı ve bunlara bağlı farklı sektörleri inceleme şansına sahip oluyoruz, bu da bizlere entelektüel anlamda da bir bilgi birikimi sağlıyor. Bir gün belki bir ilaç firması için çalışırken, ertesi gün bir gıda firması için, bir gün bir otomotiv sektörü. Dolayısıyla hayatın her alanına dair bilgileniyor yeni şeyler öğreniyoruz. Mesleği seçmek isteyenler önce kendilerine güvenli, yaratıcı olduklarına inanıyorlarsa, iletişim becerileri güçlü ise biraz da tüketici davranışlarına yönelik olarak psikoloji ve sosyoloji alanına ilgi duyuyorlarsa, öğrenmeye açıklarsa, okumayı ve yazmayı da seviyorlarsa neden olmasın?

—Dert yanmayı seven bir milletiz. Çözüm arayıp ve bulduğumuzda onu uygulamayı da hiç sevmeyen bir topluluğuz. Reklam sektöründe en çok yakındığımız konulardan biriside nitelikli insanların azlığını hep söyleriz. Bir kişi 4 yıl bu bölümde okuyor ama sektörde iyi iş yapacak yerde olamıyor. Sizce bu sektörde insan yetiştirenler nerede hata yapıyorlar?

Mesleki hayatımızda, işin eğitimini almış ve almamış birçok profesyonelin başarıları vardır. Ama her şeyin başı eğitim. Ama nasıl bir eğitim… Günümüzün gelişen ihtiyaçları, insan profili, sektör gereksinimleri doğrultusunda buralara öğrenci yetiştiren tüm kurumlar ne kadar yeterli. Ben üniversitelerimizin önemli bir kısmının araçlara sahip olsalar bile,  saha ile yani üniversite sanayi işbirliği noktasında hocalarımızın eksik olduklarını ve bu konuya da gerçekten önem vermediklerini biliyorum, görüyorum, şahit oluyorum. Çünkü tıp doktoru nasıl tecrübe elde etmesi için ameliyatlara girmesi gerekiyorsa, bir iletişim öğrencisinin de sürekli olarak saha da olması gerektiğini düşüyorum. Bunu da tabii ki üniversite yönetimi, fakülte yönetimi ve konunun uzmanı olan iletişim hocaları başka memleketlerden buralara kadar gelen öğrencilere öncülük etmeleri gerektiğini de düşünüyorum. Ne var ki, işin profesyonelleri olan sahadaki bizler bunu biliyor ve ifade etmeye çalışıyoruz.. Ama çözüm.. Çözemiyorlar ne yazık ki. Sektörde nitelikli iş gücü, kendini nitelikli bir iş ortamında gösterebilir. Müşteri zorlar, bana öyle bir kampanya yapın ki satışlarım patlasın, ödül alayım, dergiler benden söz etsin. Ya da bunun tersi.. O yüzden fakültelerde hocaların sizleri elinizden tutup sektörün içine atması gerekir. Böyle kaygılarınız olmazsa bu sektör gelişmez. Üniversite yönetimleri ve İletişim Fakültelerinin sektörü konuşturması, sektörle sürekli temas halinde olmaları, sektörün gelişimi noktasında bir nevi moderatörlük görevini üstlenmesi gerekir ki siz iletişim öğrencilerini de ileride ki meslek hayatınızda geliştirecek faaliyetlere yönlendirmesi, donatması gerekir.

Tarih, Kimler için, Tekerrürden İbarettir?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kurulduğu tarihten itibaren hiçbir zaman kendi haline bırakılmamıştır. Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamaya başladığı süreçle dış saldırılar hız kazanmıştır.  1839 Islahat Fermanı ile başlayan süreçle bu saldırılar değişik bir form almıştır. Artık içerideki adamları vasıtası ile olaylara müdahale, hatta çıkacak yasa vb. dahi müdahil olmaya başlamışladır. 15 Temmuz hain işgal denemesi ile bu süreç içerideki işbirlikçiler vasıtası ile teslim alınmak suretiyle tamamen kapatılmak istenmiştir. Bu süreç ve saldırılar artık bitmiştir, durmuştur diyebilir miyiz? Artık millet olarak İşimize gücümüze bakalım rehavetine kapılabilir miyiz? Yoksa devlet ve millet olarak her daim teyakkuz halinde olmamız bir dönem ve bölge olduğumuz gerekiyor mudur?  Tek farkı ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ve bölge halkları olarak, küresel güçler ve sistemin ülkemiz ve bölgemiz üzerindeki oyun ve tezgâhlarını hiçbir zaman net olarak anlayamadık, teşhis edemedik ve ona göre taktikler, stratejiler ve tedbirler alamadık.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu tarihlerden hemen sonraki süreçte İngilizler tarafından kurulan silahlı çeteler, bu ülkenin selameti ve hayrına mı çalışmışlardır?  Bu silahlı çeteler sürekli isim değiştirmek suretiyle bu günlere kadar gelmiş midir? Artık, dünya savaşlarının devletlerin kendi silahlı güçlerinin karşı karşıya gelmesi ile olmayacağını bölge halkları olarak idrak edemedik? Adamlar kurmuş oldukları ve lojistik olarak destekledikleri terör örgütleri üzerinden ülkemizi, bölgemizi ve hatta tüm emperyalist olarak baktıkları bölgeleri karıştırmakta ve dizayn etmekteler.  Bölge halkları da içeride halen birbirleri ile uğraşmaktadır.  Halen sen – ben kavgaları, senin partin – benim partim kısır çekişmeleri ile günlerini heba etmektedir.

1979 yıllarının son günleri, daha 12 Eylül askeri darbesi olmamış, ülkede siyasi ve ekonomik kaos had safhadadır. Ülkesini seven ve ülkesi adına dertleri olan bir Milletvekili TBMM kürsüsünde; ‘ Değerli milletvekili arkadaşlarım; 1979 Türkiye’sinin gündeminde çok önemli iki konu vardır: 1- Devletin iç ve dış güvenliğine yönelik tehdit ve tehlikeler, devletimizi çökertmeye müteveccih şiddet hareketleri, teşkilatlı terörist faaliyetler. Devletin ülke ve millet bütünlüğüne yönelik hareketler. Yani Devletin Varlığı ve Milletin bekası ile ilgili konular. 2- Ekonomik konular, hayat pahalılığı ve geçim sıkıntısı vb. Türkiye jeopolitik konumu itibariyle dünyanın çok nazik bir noktasında bulunmaktadır. İspanyadan Japonya’ya kadar Ortadoğu’nun tek hür ve demokratik ülkesi, hür ve parlamenter rejimle idare edilen tek ülkesi, büyük devlet olarak Türkiye vardır. Son zamanlarda Türk Devletinin, Türkiye’nin etrafında devletimizle yakından ilgili ve bu devlete gönül vermiş, bu devletin her türlü sorumluluğunu hisseden herkesi endişelere sevk eden olaylar cereyan etmektedir.  Bugün,  sen –  ben kavgalarıyla geçirecek vaktimiz yoktur. Yapacağımız hareketler, seviyesiz kısır münakaşalar, bu devletin dış düşmanlarına, devletimize karşı olanlara Türk Devletinin büyümesini, Türk devletinin bütünlüğünü istemeyenlere fırsat ve zemin hazırlar.   Temel meselelerde birleşmemiz lazımdır. Mademki Türkiye iç ve dış tehlikelere, tehditlere maruzdur, bunun idraki içerisinde olan herkesin sorumluluk ölçüsü içerisinde görev yapması lazımdır. Siyasi hesaplarını, partizanca duyguların bir kenara atılması zamanında bulunduğumuzu işaret etmek istiyorum. Teşkilatlı terörist hareketler, devleti çökertmeye müteveccih hareketler karşısında, zannediyorum teşhis birliğine varmak, olayların kökenlerine inmek, iç ve dış mihrakları çok iyi araştırmak suretiyle bulduktan sonra, geçerli ve müessir tedbirler almak lazımdır. Bu konuda anlaşamayacağımız bir husus yoktur diye düşünüyorum.  Ortadoğu’da dünya şartları muvacehesinde, dünya dengesini bozacak olayların cereyan ettiği bu devrede ve bundan sonra da büyük Türk Devletinin kurulmasını ve büyümesini istemeyen güçler vardır. Süper devletlerin, emperyalist güçlerin de Türkiye’yi parçalama, Türkiye’yi küçük devlet haline getirme tertip ve oyunlarını her sorumlu insanın, her vatanperver insanın hesaba katması lazımdır’  vurguları ile dolu, yaklaşmakta olan tehlikelere karşı, öngörü sahibi olarak çok veciz bir konuşma yapar.

Yukarıda zikretmeye çalıştığımız,  bu ülke ve millet için derdi olan bir milletvekilinin TBMM kürsüsünden, sorumluluk sahibi olanlara ve tüm milletimize yönelik çırpınışlarıdır. 40 yıl önce tedbir almış olsa idik millet olarak yaşadığımız tüm ekonomik ve siyasi krizler meydana gelir miydi?  Neredeyse 40 yıl önceki durumun bugünden ne farkı vardır?  Devlet ve millet olarak, bu gün de aynı durumla karşı karşıya değil miyiz?  Tüm vatandaşlar olarak artık bir ve beraber düşünme ve davranma vaktidir. Artık ayrılıklarla, sen ve ben kısır çekişmeleri ile bir yüz yılı daha heba etmenin kimselere faydası olmayacaktır. Tarih tekerrürden ibaret derler. Tarihten hisse alan, ders alan için tarih tekerrürden ibaret olmasa gerekir. Hele bir de bu tekerrürü yaşayan bizler, iman ettik ve MÜ’m in olduğumuzu iddia ediyorsak; Daha fazla uyanık olmamız, Daha fazla feraset sahibi olmamız gerekir. MÜ’m in aynı delikten iki defa ısırılmaz kaidesi bizlere neleri hatırlatmaktadır. 1960 askeri darbesi ve kaybolan yıllarımız,  1970 askeri muhtırası ve 12 hükümet kurulan yıllar, 1980 askeri darbesi,  1990’lı yılarda yaşadığımız ekonomik  – siyasi krizler ve 28 Şubat süreci bizlere neleri hatırlatmaktadır? Bu yılları, devlet ve millet olarak neden kaybettik? Ne gibi işlerle meşgul olurken bir gençliği kaybettik? Nelerle iştigal ederken sanayileşmeyi, bilimsel çalışmaları ve dünya ile rekabeti kaybettik? Artık tüm bunlara bir DUR deme vaktidir; Tekrarı yoktur. Devlet ve millet olarak son dönemeçteyiz; Var ile Yok arasında bir durumdayız. Ya Devlet ve Millet olarak BİR – BERABER olur BÜYÜRÜZ- GÜÇLENİRİZ, ya da Küresel güçler, küresel sitem ve İşbirlikçilerini hedeflediği gibi Ayrılır, PARÇA PARÇA oluruz… 

Emeklilikte Yaşa Takılanlar; Yaşamasın!

Her çalışan bireyin umudu erken denecek bir yaşta emekli olmaktır. Ülkemizde 1999 yılına kadar çalışanlar 40’lı yaşlarda emekli olabiliyordu. Bu yaş emeklilik için erken midir? Elbette ki erken! Fakat yeni bir düzenlemeye de ihtiyaç var mıdır?  1999 yılında çıkan yasa ile kadınlar için 40 -48 yaş, erkekler için de 44–60 yaş aralığında kademeli emekli olunabiliyordu. Devletimiz bu konuda bir iyileştirme yapmak için sürekli olarak çalışmalar yapmaktadır. Bu güne kadar bir gelişme oldu mu? Hayır… Emeklilikte yaşa takılanlar dört gözle bu konuda devletimizden bir babalık ve büyüklük yapmasını da beklemekte midir? Tabii ki beklemektedir. AK Parti iktidara geldiği tarihten itibaren de toplumda bu konuda bir iyileştirme umudu da halen devam etmektedir. Emeklilikte yaşa takılanlar için bir düzenleme yapılmalı mıdır? 1999 yılında çıkan bu yasa da bir mağduriyet var mıdır? Kanunlar yayınlandığı tarihten itibaren meri değil midir? Geriye matuf yasa çıkarılır mı? Toplumda bu yasadan kaynakla yüzbinlerce hatta bir milyon insanımız zorluk ve sıkıntı çekmekte midir? Bir referandum süreci öncesinde neler yapılmalıdır ve Neler yapılabilir?

Mevcut sisteme göre primi dolduran emekli adayı yaşını beklemek zorunda. Birçok vatandaşın mağdur olduğu bu konuda 3 kıstas belirlenmiş durumda. İlk olarak SSK’lı olarak çalışanlar, 1999’a kadar emeklilik hakkını elde etmek için iki şartı yerine getirmek zorundaydı bu şartlar ise sigorta süresiydi. Sigorta süresi kadınlarda 20 yıl erkeklerde ise 25 yıl idi. İkinci şart ise 5000 bin gün prim sayısına sahip olmak gerekmekteydi. Daha sonra ise üçüncü şartta ilk iki şarta eklenerek emeklilik zorlaştırıldı. 1999 yılından önce işe girenlerde kadınlar 40 ile 58 yaşını erkeklerde ise 44 ile 60 yaşını bekleme şartı getirildi. Örneğin 1974 doğumlu ve 1992’de çalışmaya başlayan bir bayan 2012 yılında emekli olabilecekken, yeni yasaya göre emeklilik tarihi 2023 yılına uzadı. Yani bu bayan işe girerken beklediği tarihten 11 yıl daha geç emekli olacak.

emeklilikte-yasa-takilanlar1.jpg

Vatandaşlarımız penceresinden baktığımızda, Devletimiz elbette ki büyüktür. Büyüklüğünü de göstermelidir. Devlet olarak Suriye’den gelen vatandaşlarımıza bu güne kadar 25 milyar dolar harcandığı da ifade edilmektedir. Vatandaşlarımız bu konuda Ensar ruhunu da sergilemektedir. Helali hoş olsun. Aynı devletimiz Suriye’den gelen vatandaşlarımıza aylık 1.500 TL maaş bağladığı da duyumlarımız arasındadır. Bu da helal olsun. Büyük Devlet olmak kolay değildir. Devletimiz büyüklüğünü misafirlerine göstermektedir.

Vatandaşlarımız devletimizden bu konuda bir de ev sahibi olan kendi vatandaşlarına artık bir şeyler yapılmasını beklemektedir. Beklemesi kadar da doğal bir şey de yoktur. 50 yaşına gelmiş bir vatandaşımız yaşlı sınıfına konulmak suretiyle işverenlerimiz iş vermemekte, çalıştırmamaktadır. Bu vatandaş geçimini nasıl sağlayacaktır. Küçük esnaf bağ kur primlerini dahi ödemekte zorlanmaktadır. Yaşama hakkını da elinden alalım gitsin o zaman!  Primi dolmuş, günü dolmuş ve 1999 yılında çıkan yasadan kaynaklı sadece yaş bekleyen vatandaşlarımız için bir iyileştirme yapılmalıdır.  Kanunlarımızdaki kazanılmış hak durumu devreye alınmalıdır. Yasa çıktığı tarihten itibaren geriye dönük olarak değil de ileriye matuf olmalıdır. Hangi kanun geriye dönük olarak işletilmektedir.

Devletimiz küçük esnafa yönelik olarak KOSGEB üzerinden kredi vb. çalışmalar yürütülmektedir. Küçük esnafımız, Dünya savaşı vermekte olduğumuz şu dönemde sıkıntılı mıdır? Evet, gerçekten çok zor durumdadır. Yapılanlar yerinde ve doğru düzenlemelerdir. Sayın Bakanımızın Emeklilikte Yaşa Takılan 1 milyona yakın vatandaşımıza yönelik olarak biraz daha beklesinler, umutlanmasınlar açıklamasını da vatandaşlarımızın durumunu tanımadan, anlamadan ve bilmeden yapılan açıklamalar sınıfında değerlendiriyorum. Çalışan anneler için çocuklarına bakan babaanne ve anneanneye yönelik olan iyileştirmeler – destekler ve tüm yapılanları dikkate aldığımızda, Emeklilikte Yaşa Takılan bir milyona yakın vatandaşlarımız için de Devletimizden ülkemiz için çok kritik bir referandum süreci öncesinde yeni bir düzenleme ve iyileştirme yapılabilir ve yapılmalıdır, diye düşünüyorum.